Öğretide delillerin ayrımı farklı biçimlerde yapılmaktadır. Genel/özel nitelikte delil ayrımı yapıldığı gibi yargıcın delili elde ediş yöntemi esas alınarak deliller doğrudan/dolaylı deliller olarak ayrılmakta, yine içeriklerine göre maddi/şahsi deliller olarak bir ayrım yapıldığı gibi[1] deliller başka türlü ayrımlara da tabi tutulabilmektedir.

Genel kabule göreyse deliller ; beyan, belge ve belirti delilleri olarak konuları yönünden üç kategoriye ayrılmaktadır. Belirtiler ise tabii belirtiler ve suni belirtiler olarak ikiye ayrılırlar.[2]

Beyan delili

Beyan delilleri sanığın, şüphelinin, tanığın, katılanın, mağdur ve diğerlerinin maddi vakıaya ilişkin beyanlarından meydana gelir. Bu beyanlar soruşturma aşamasında yapılmış olabileceği gibi kovuşturma aşamasında hatta soruşturma öncesinde dahi yapılmış olabilir. Öğretide, ispat kuvvetinin az olmasından dolayı beyan delillerine karşı şüpheci yaklaşılması gerektiği belirtilmiştir.[3] Geçmişte yaşanmış olaylara dair kişilerin hafızalarının yanıltıcı olabileceği gibi anlatımlarında yan tutmaları da pekala mümkündür.

Beyanı yargılama açısından bir delil oluşturacak olan vatandaş, beyan delilini ilgili mercie bizzat sunabileceği gibi avukatı/müdafii aracılığı ile de sunabilir. Bu kişilerin vekil ile beraber verdikleri kolluk ifadeleri yahut savcılıkça alınan ifadeleri ile mahkemece yapılan sorguları sonucunda da pekala beyan delili oluşmaktadır. Yargılamanın yahut suçun bir tarafı olmayan tanıkların beyanları da şüphesiz hakimin vicdani kanaatine esas teşkil edecek olan beyan delilleridirler. Tanıklar, çekinmeleri için yasal bir mazeretleri yoksa zorla getirilir ve dinlenirler.

Yargılamanın süjelerinin dahi tanık olabileceği durumlar oluşabilmekteyse de bunun olması durumda kişi bizce kovuşturma aşamasına dahil edilmemelidir. Aksi bir durumda beyan delilinin inandırıcılık kuvvetinden söz edilemeyeceği açıktır. Şöyle ki, kişinin avukatı pekala aynı zamanda tanık olabilir. Hakim veya savcı da tanık olabilirler ancak bu kişilerin böyle bir durumda yargılamada yer almamaları gerekir.[4] Şeriklerin veya mağdurların da tanık olarak dinlenilmemesi gerekmekte ise de [5] uygulamada bu kişiler tanık olarak dinlenilmektedirler.

Olaya tanıklık etmiş yahut olay hakkında duyumları olan kişilerin beyanlarının bir belgeye bağlaması da mümkündür. Böyle bir durumda şüphesiz artık ortada beyan delilinin yanında bir belge delili de mevcut olmaktadır.[6] Soruşturmadan evvel failin serbest iradesiyle suçu kabul ettiğini mağdura yazılı beyan ile bildirmesi halinde oluşan belge delilinin hükme esas alınabileceği belirtilmiştir.[7] Fiiliyatta bu tür beyanların noter önünde verildiği ve yargılama makamlarına sunulduğu görülmektedir.

Belirttiğimiz üzere beyan delili güvenilirliği şüpheli olan bir delil türüdür. Yargıtay çoğu kararında ikrarın dahi mahkumiyet için kendi başına maddi vakıayı ispatlayamayacağını belirtmiştir. [8] Maddi gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla yapılan ceza yargılaması sonucunda şüphe yenilemez ise sanık hakkında mahkumiyet kararı verilemeyecektir. Başka somut deliller ile desteklenmeyen bir beyan delilinin (tanık beyanı, ikrar v.s) yalnız başına mahkumiyet kararına esas olamaması gerekir.

Belirti delili

Belirtiler doğal ve yapay belirtiler olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Kan ve parmak izi gibi belirtiler doğal belirti, mermi çekirdeği yahut yerdeki kanlı düğme gibi belirtiler ise yapay belirtilerdir.

Olay yerindeki parmak izi ve benzeri doğal belirtilerin tek başlarına bir ispat kuvvetlerinin olamayacağı belirtilmiştir. [9] Denilmiştir ki, belirtiler maddi vakıanın ispatına dolaylı olarak yardımcı olan olgulardır. Lakin belirtiler ispata elverişlilik yönüyle beyan delillerinden daha kuvvetlidirler. Öyle ki desteklenme ihtiyacı da yalnız emareler için değil tüm deliller için mevcuttur.[10]

Belirtiler bilimsel olarak test edilebilir delillerdir. Beyan delili olan tanık anlatımının doğruluğunun ispatı ise sanıyoruz ki yan deliller ile desteklenmedikçe mümkün değildir. Kişi alenen yalan söyleyebileceği gibi içeriği itibariyle yanlış tanıklıkta bulunabilir ve fakat yalan söyleme bilincine de sahip olmayabilir. Yalnızca bir tanık anlatımına dayanılarak mahkumiyet kurulması mümkün görülecek ise burada da bizce yalnız hakimin vicdani kanaatine göre değil başka ülkelerdeki gibi on-on iki kişiden oluşan bir jürinin vicdani kanaatine göre bir karara varılmalıdır. Maddi uyuşmazlığın çözümünde tanığın doğruyu söyleyip söylemediği noktasında madem kişi yalan makinesine bağlanamamaktadır, denilebilir ki hüküm ile delil arasındaki bağlantı yalnızca bir inanç ile sınırlı olmaktadır. Bu inancın toplumun genelini oluşturacak şekilde teşekkül etmiş bir azınlığın inancı olması bizce vicdana ve hakkaniyete daha uygun olacaktır.

Günümüzde kriminalistiğin gelişmesi, delillerde bilimselliğin sağlanması yolunda önemli gelişmelere sebep olmuştur.[11] Hiç değilse artık maddi vakıanın bir portresi emareler ile oluşturabilir hale gelmiş ve emareler ile belge ve beyan delilleri birleştiklerinde kimi zaman netice tamamen çözülüp maddi gerçeğin ötesinde mutlak gerçeğe olabildiğince yaklaşılabilmektedir.

Bizce eğer bir delil türü diğerine üstün tutulacak ise bu üstünlük açıkladığımız gerekçeler ile başta belgelere ve daha sonra da emarelere(belirtilere) tanınmalıdır. Lakin beyan delilleri gibi emarelerin de yukarıda izah ettiğimiz üzere yalnız başına ispata elverişli sayılmaması gerekir. Tanık beyanının zıt yönünde ciddi emareler bulunduğu vakit, böylesi bir delil durumunda yargıcın maddi vakıaya dair şüphesini koruması ve hatta üstünlüğü belirti delillerine vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Belirtilerin delil değerinin ne olduğu noktasında şüphesiz bilirkişilik kurumu önem arz etmektedir. Ülkemizde bu görevi genel olarak Adli Tıp Kurumu icra etmekteyse de BTK gibi kurumların yanında bizzat kolluğun kriminal inceleme birimleri de bu görevleri yerine getirmektedir. Çoğu zaman teknik bilgi gerektiren belirtilerin mahiyetini yargıcın yalnız başına değerlendirebilme imkanı bulunmamaktadır. İşbu sebeple yargıcın belirtileri değerlendirirken bilirkişiye başvurması gerekebilir. Bilirkişilik kurumunun yanında vatandaşın başvurabileceği özel uzmanların raporları da (uzman mütalaası) yargılamada delil teşkil edebilecektir.

Belge delili

Yazılı belgeler, şekil tespit eden belgeler ve ses tespit eden belgeler olmak üzere üçlü bir ayrıma tabi tutulan belge delili, somut bir olayı temsil eden insan yapısı bir ispat vasıtasıdır.[12]

Geçmişte belge delilinin yalnızca yazılı belgelerden oluşabileceği noktasında görüşler mevcut olsa da belgelerin yalnızca yazılı belgelerden oluşmadığı, ses, görüntü ve sairin de bu nitelikte deliller olduğu kabul edilmiştir.[13]

Bir görüşe göre tape kayıtları yahut görüntü ya da ses içeren elektronik veriler tek başlarına mahkumiyete esas alınamazlar. Başka somut delillerle de desteklenmeleri gerekir.[14]

Belge delilinin ispata elverişliliği yüksek olsa da bunların da sahte olmaları ihtimali mevcuttur.[15] Lehine karine bulunan ‘’aksi sabit olana kadar geçerli’’ belgelerin ceza yargılamasında kesin bir delil niteliğinde olmadıkları belirtilmelidir.[16]

Belge delilinin ispata elverişliliği noktasında da çoğu zaman bilirkişiye başvurma mecburiyeti doğmaktadır. Avukat ya da vatandaş dosyayı inceleyip dosyadaki elektronik veri dahil her türlü belgenin örneğini alabileceğine göre bu noktada da pekala bu belgelere dair bir uzman mütalaası ayrı bir belge delili olarak dosyaya sunulabilir.

Sonuç

Nihayetinde yargılamanın amacı adaletin yerini bulması olduğuna göre maddi gerçeğin olabildiğince mutlak gerçeğe yakın bir biçimde oluşmasının sağlanması kamu vidanı için zaruridir. Hukuka uygun biçimde elde edilmiş deliller ile maddi uyuşmazlık aydınlatılacağına göre delillerin düzgün bir biçimde toplanabilmesi hem suçluların açığa çıkartılabilmesi noktasında hem de suçsuz kişilerin masumiyetlerinin kanıtlanması noktasında oldukça önemlidir. Zannediyoruz ki gerçekte yaşanmış bir olayın sırf deliller toplanamıyor diye mahkemede kanıtlanamaması durumunda hukuk anlamını yitirmiş olacaktır.

Av. Alp Öztekin

(Bu köşe yazısı, www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanmak üzere kaleme alınmış olup, ancak hukuka ve etik ilkelere uygun atıf yapılması suretiyle kullanılabilir)

------------------------------------

[1] Toroslu&Feyzioğlu, Ceza muhakemesi hukuku s. 178

[2] Birtek, F. s. 71 / Toroslu&Feyzioğlu (2014) s. 179

[3] Öztürk, B., Tezcan, D., Erdem, M. R., Gezer, Ö. S., Kırıt, F. S., Akcan, E. A., Özaydın, G., Tütüncü, E. E., Villemin D. A., Tok, C, , Nazari ve tatbiki ceza muhakemesi hukuku (2018)s. 319

[4] Öztürk, B., Tezcan, D., Erdem, M. R., Gezer, Ö. S., Kırıt, F. S., Akcan, E. A., Özaydın, G., Tütüncü, E. E., Villemin D. A., Tok, C. s. 297

[5] Birtek, F. s. 171

[6] Yenisey&Nuhoğlu, Ceza muhakemesi hukuku(2018) s. 495

[7] 11.Cd 2007/10714 / Aktaran: Birtek, F. s. 97

[8] CGK. E. 1991/1-301 K. 1991/334 T. 2.12.1991 / CGK 26.3.2013 2012/10-1319 e. 2013798 k . / Aktaran: Birtek, F.

[9]Yenisey&Nuhoğlu s. 517

[10] Öztürk, B., Tezcan, D., Erdem, M. R., Gezer, Ö. S., Kırıt, F. S., Akcan, E. A., Özaydın, G., Tütüncü, E. E., Villemin D. A., Tok, C. s. 330

[11] Öztürk, B., Tezcan, D., Erdem, M. R., Gezer, Ö. S., Kırıt, F. S., Akcan, E. A., Özaydın, G., Tütüncü, E. E., Villemin D. A., Tok, C. s. 331

[12] Toroslu&Feyzioğlu s.197

[13] Şenol, Teori ve uygulamada ceza muhakemesinde hukuka aykırı delillerin kullanılası ve değerlendirilesi yasağı (2018) s. 51

[14] Öztürk, B., Tezcan, D., Erdem, M. R., Gezer, Ö. S., Kırıt, F. S., Akcan, E. A., Özaydın, G., Tütüncü, E. E., Villemin D. A., Tok, C.  s. 328

[15] Yenisey&Nuhoğlu  s. 521

[16] Birtek F s. 182