Gerekçeli karar hakkı, adil/dürüst yargılanma hakkının temel unsurlarından birisidir. Bunun yanında Anayasa m.141/3’de “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek, mahkemeler ve kararlar arasında herhangi bir ayırım yapılmaksızın gerekçeli karar yazma yükümlülüğü açıkça ifade edilmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.230, hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususları belirtmektedir. Anayasa Mahkemesine (AYM) yapılan bireysel başvurularda gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine dair şikayetler sıklıkla gündeme gelmektedir.
Mahkemelerin gerekçeli karar yazma yükümlülüğü; yargılama süresince ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya gerekçede ayrıntılı olarak değinilmesi, bunlara spesifik yanıtlar verilmesi şeklinde anlaşılmamaktadır. AYM, gerekçeli karar hakkı kapsamında yaptığı denetimde yalnızca “esaslı” iddia ve savunmaların karar gerekçesinde karşılanıp karşılanmadığını incelemektedir. AYM’ye göre, “muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir” (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 35). Yine AYM’ye göre, “gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması” gerekmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], § 37).
Hangi hususların “davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte” olduğu davanın niteliğine ve koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Bir ceza davası sözkonusu olduğunda, kişinin suçsuz bulunmasına veya aldığı cezanın azalmasına neden olabilecek iddia ve savunmaların “esaslı” olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır (bkz. İbrahim Ünal, B. No: 2014/2554, 17/5/2016, § 33). Dolayısıyla, bu tür iddia ve savunmalara mahkemelerce “ayrı ve açık bir yanıt” verilmesi adil/dürüst yargılanma hakkının bir gereğidir.
AYM, 29.04.2025 tarih ve 32885 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sani Bayar kararında, bu ilkeler ışığında yaptığı inceleme sonucunda başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Sani Bayar [GK], B. No: 2021/26642, 21/11/2024). Karara konu olayda, başvurucu hakkında bir soruşturma başlatılmış ve bu kapsamda suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu yönünden başvurucunun iletişiminin dinlenmesine karar verilmiştir. Ardından, bu yolla elle edilen delillere dayanılarak başvurucunun suç işlemek için örgüt kurma, çok sayıda mağdura yönelik nitelikli hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal etme ve mala zarar verme suçlarından cezalandırılması talebiyle iddianame düzenlenmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucu; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan beraat etmiş, mağdurların bir kısmına yönelik olarak nitelikli hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal etme ve mala zarar verme suçlarından mahkum edilmiştir. Başvurucu; konut dokunulmazlığını ihlal etme ve mala zarar verme suçlarının iletişimin denetlenmesi tedbirinin uygulanabileceği suçlardan olmadığı, yani CMK m.135/6’da düzenlenen katalog suçlar arasında yer almadığı, 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunla listeye eklenen nitelikli hırsızlık suçunun da olay tarihinde katalog suçlar listesinde düzenlenmediği, dolayısıyla iletişimin denetlenmesi ve dinlenmesi yoluyla elde edilen delillere dayanılarak bu suçlardan mahkumiyet kararı verilemeyeceği, mahkumiyetine esas alınan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu gerekçesiyle, Yargıtay’ın konuya ilişkin emsal kararlarına dayanarak temyiz isteminde bulunmuştur. Yargıtay, başvurucunun bu yöndeki iddialarına yanıt vermeden mahkumiyet kararının “usul ve kanuna uygun” olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.
Başvurucunun şikayetini gerekçeli karar hakkı kapsamında inceleyen AYM; iletişimin denetlenmesi sırasında katalog suçlar arasında yer almayan bir suça ilişkin olarak tesadüfen elde edilen kayıtların delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı, bu delillerin hukuka aykırı delil niteliği taşıdığı ve hükme esas alınamayacağı yönündeki içtihadına rağmen Yargıtay’ın, başvurucunun itirazları hakkında bir değerlendirme yapmaksızın mahkumiyet kararını onadığını, oysa katalog dışında kalan suçlara ilişkin olarak tesadüfen elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğu ve hükme esas alınamayacağı yönündeki iddia ve itirazların davanın sonucuna etkili olabilecek ölçüde esaslı olduğu konusunda kuşku bulunmadığını, istikrar kazanmış bir içtihadın neden devam ettirilmediği hususunda temyiz kararında bir açıklama yer almadığını, bu nedenlerle başvurucunun adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir (§ 50-54).
AYM Genel Kurulunun oybirliği ile aldığı bu kararda tartışmaya açık bir husus bulunmamaktadır. Nitekim “Tesadüfen elde edilen deliller” başlıklı CMK m.138/2’de; “Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135’inci maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhâl bildirilir” denilerek, iletişimin denetlenmesi suretiyle elde edilen delillerin CMK m.135/6’da düzenlenen katalog suçlar dışında kalan suçlar bakımından kullanılmasına imkan tanınmamıştır. AYM kararında ayrıntılı şekilde aktarılan Yargıtay içtihadı bu konudaki uygulamanın istikrar kazandığını kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde ortaya koymaktadır (§ 17-31). Bu şartlarda, başvurucunun esaslı itirazlarının temyiz incelemesinde hiçbir surette dikkate alınmamasının adil/dürüst bir yargılamanın gerekleri ile bağdaşmadığı açıktır.
AYM’nin de vurguladığı üzere, mahkemelerin ulaştıkları sonucun keyfi olup olmadığı ancak karar gerekçelerinden anlaşılabilir (§ 46). Kararların gerekçeli olması; yalnızca davanın taraflarının değil, toplumun bütününün yargıya güven duyması bakımından vazgeçilmez bir koşuldur. Ne var ki uygulamada, mahkeme kararlarının yeterli gerekçe içermemesi oldukça yaygın bir sorun haline gelmiştir. Bu sorun; mahkumiyet kararlarıyla sınırlı olmayıp, başta tutuklama ve adli kontrol olmak üzere koruma tedbirlerine ilişkin kararları da aynı ölçüde ilgilendirmektedir. Koruma tedbirleri ile bunları devamı, itirazların reddi ve kabulü kararlarında usule uygun yeterli gerekçenin gösterilmediği, bu şekilde Anayasa m.141/3’ün, CMK m.34’ün ve m.230’un ihlal edildiği, hüküm ve kararlarda ise dosya ve dava özetlerinin yapıldığı, ancak yeterli, tarafların iddia ve savunmalarını karşılayan somut hukuki ve fiili sebepler ile yasal dayanakların kararlarda gösterilmediği, böylece yasal hükümlerin tekrarından ibaret, formül karar özelliği taşıyan yargı kararlarının, sanığın adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamına giren gerekçeli karar hakkını ihlal ettiği anlaşılmaktadır.
Yargı mensupları tarafından zaman zaman dile getirilen “iş yükü”, “zaman sıkıntısı” gibi gerekçelerin adil/dürüst yargılama yapma yükümlülüğü karşısında bir geçerliliğinin olmadığını, temel hak ve hürriyetlerden bu kadar kolay tasarruf edilmemesi gerektiğini belirtmek isteriz.
Netice itibariyle;
Adil/dürüst yargılanma hakkının önemli bir unsuru olan yargı kararlarının gerekçeli olması, “hukuk devleti” ilkesi ile “hukuk güvenliği” hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Gerekçe; yeterli olmalı, kararın neden, nasıl, hangi hukuki ve fiili dayanaklarla verildiğini içermelidir. Sanığın neden cezalandırıldığını ve savcılık makamı ile katılan tarafın da sanık hakkında beraat kararı verildiğini bilme hakkı vardır. Ceza mahkemesinin kararının gerekçesi, “Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı CMK m.230’un aradığı şartları taşımalıdır. Örneğin; davanın temeli ile ilgili maddi ve hukuki sorunların delillerle bağlantılı olarak açıklanmasına yer verilmemişse, bu mahkeme kararının gerekçeli olduğu söylenemez.
Son söz;
Mahkeme ve hakim elbette verdiği kararlar ve hükümlerle konuşur. Bir yargı kararı; iddia, savunma ve talepleri değerlendiren yeterli açıklığa, somut olayın özelliklerine uygun hukuki ve fiili değerlendirmeleri içermelidir. Yargı kararından beklenen elbette herkesi ve tüm tarafları memnun etmesi değildir, çünkü ihtilafı çözen yargı kararı, bazen tarafların hiçbirisini veya bazen taraflardan birisini memnun edebilir. Yargı kararının verilme hızına ve sonucuna göre kimin memnun olup olmadığı ve bunun derecesi belirlenebilir. Ancak önemli olan; yargı merciinin iyi bir inceleme yapıp, gerçekten tüm sorunu, iddiaları ve savunmaları değerlendiren hukuki ve fiili gerekçelere sahip hüküm ve karar verip vermediğidir. Yargı merciinden beklenen, yasal hükümlerin tekrarına ve sadece tarafların ne dediklerini özetleyen kararlar değildir ve bu kararlar da gerekçeli karar olarak değerlendirilemez. Bir kararın şeklen gerekçeli karar olarak adlandırılması, onun Anayasanın da güvencesi altında bulunan ve yasal unsurlara sahip gerekçeli karar olduğunu göstermez.
Prof. Dr. Ersan Şen
Doç. Dr. Erkan Duymaz
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)