Bizim ceza yargılama sistemimizde delillerin tartışılması bölümü duruşma zabıtlarında çok açık bir şekilde tespit edilememektedir. Duruşmalarda yapılan savunmaların neye ilişkin olduğu ve buna yönelik hukuki nitelendirmelerin neler olduğu konusu zabıtlara çok net yansımamaktadır. Genel olarak yargılama süreci boyunca delillerin tartışılması hali söz konusudur.

Bu nedenle HMK sisteminde olduğu gibi bu konunun çok belirgin bir hale getirilip getirilemeyeceği hususu tartışılmalıdır. 

Bilindiği üzere ceza yargılamasının amacı, somut gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de delillerin duruşmada ortaya konulması gerekir. Ortaya konulan delillerden sonuç çıkarma işlemi yargılama sürecinde olur. Yani yargılama ile birlikte delilleri tartışma aşaması başlar.

Yargılama sırasında ilgili taraflara CMK m. 216/1 hükmünde belirtilen sıraya göre söz hakkı verilmektedir.  Bu durum sayesinde delillerin tartışılması imkânı doğacaktır. Delillerin tartışılması tamamlandıktan sonra sırasıyla iki yargılama öznesine söz verilmelidir:

1) İlk önce bireysel iddia makamını temsil eden katılan ve vekili söz alır.

2) Daha sonra kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki görüşünü bildirir.

İddia makamı, soruşturma aşamasında topladığı delillerden ulaştığı neticeye göre iddianameyi hazırlamakla görevlidir. İddia makamını temsil eden savcının düzenlediği iddianame CMK m. 225/1 hükmü gereğince kovuşturma aşamasının hudutlarını tayin etmektedir.

Kovuşturma aşaması sonunda ise iddia makamı, duruşmaya getirilip tartışılan kanıtları değerlendirerek esasa ilişkin iddialarını dile getirir ve netice görüşünü açıklar.

Sanık veya müdafisi de iddia makamının ileri sürdüğü hususlara ilişkin savunmasını yapar. Yani yargılamanın diyalektiği içerisinde tezler çarpışır.

Başka bir söylemle, tez yani iddia ile antitezin yani savunmanın çatışmasıyla, sonuca ulaşılır. Sonuç olarak sağlıklı bir karara ulaşmak ve uyuşmazlığı çözmek için yargılama şarttır. Gerçekleştirilen yargılama sonucunda sağlıklı bir karara ulaşabilmek için tarafların ileri sürdüğü tezlerin çatışması gerekir.

Esas hakkında mütalaa

Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin yasal düzenlemelerde herhangi bir hüküm yoktur; zaten olması da gerekmemektedir. Uygulamada bu konu herhangi bir sorun yaratmamaktadır. Mahkûmiyet dışındaki kararlar noktasında zaten sorun yoktur. Mahkûmiyet mütalaaları ise uygulanması talep edilen yasa maddelerinin ve bu hususa ilişkin açıklamaların yapılması ile olmaktadır. Uygulamada esas hakkındaki görüşün mahkûmiyet yönünde olması halinde, savcı uygulanması talep edilen yasa ve maddelerini açıkça ifade etmektedir. Bu uygulama yerleşik ve benimsenmiş bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.[1]

Belirtmek gerekir ki, iddia makamı esasa ilişkin görüşünü anlaşılır ve açık bir şekilde sunmalıdır. Bu durum savunma hakkının kullanılması ile ilgilidir. Çünkü açık ve net bir şekilde anlaşılan hususlara yönelik sağlıklı bir savunma yapmak mümkündür.  Yani sağlıklı bir iddia olacak ki sağlıklı bir savunma olsun..

Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı, karar verilmeden önce, toplanan kanıtlara göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir biçimde ve eğer görüşü mahkûmiyete ilişkin ise mevzuatta yer alan yasa ve maddelerini de göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.

İddia makamı hem maddi soruna hem de hukuki soruna ilişkin görüşünü açıklamalıdır.

Öğretide; yargılama sürecindeki tartışmanın sadece maddi soruna ilişkin olmadığı; yargılamanın hukuki sorunu da çözüme kavuşturması gerektiğinden, bu sorun hakkındaki görüşlerin de iddiada yer alması gerektiğine dair görüşler ileri sürülmüştür.[2]

Yargılama sürecinde savunma hakkı gözetilmeli ve savunma hakkını kısıtlayacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.[3]

Savunma hakkı

Savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken bazı haklar şunlardır:

1) Yargı mercileri huzurunda kendisini savunma,

2) Müdafi yardımından yararlanma,

3) Susma,

4) Soru sorma,

5) Aleyhine olan işleme katılmama,

6) Tercümandan yararlanma,

7) Delillerin toplanmasını isteme,

8) Duruşmada hazır bulunma,

9) Kanun yoluna başvurma.

Yukarıda belirtilen hakların soruşturma ve kovuşturma aşamasında kısıtlanması mümkün değildir.

Savunma hakkının kısıtlanması

Savunma hakkı "temel hak" niteliğindedir.[4]  Bu nedenle sanığa savunma hakkı verilmemesi veya savunma hakkının sınırlandırılması durumunda verilen karar hukuka aykırı olacaktır.[5] Zaten uygulamada da savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedeni olarak kabul edilmiştir.[6]

Delillerin tartışılması

5271 sayılı CMK m. 216/1 hükmünde gösterilen sıralamaya göre söz hakkı verilmeli ve delillerin tartışılması gerekir.[7]

5271 sayılı CMK'nın "Delillerin tartışılması" başlıklı m. 216 hükmü şu soruları yanıtlamaktadır:

1) Delillerin tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı,

2) Cevap haklarını nasıl kullanacakları,

3) Duruşmanın en son kimin sözü ile bitirileceği.

Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz sırası şu şekildedir (CMK m. 216/1):

1) İlk sırada katılana veya vekiline söz verilir.

2) İkinci sırada Cumhuriyet savcısına söz verilir.

3) Üçüncü sırada sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine söz verilir.

Yargıtay bu sıralamaya önem vermektedir; bu sıralamaya uyulmaması halini ise bozma nedeni yapmaktadır.[8]

Açıklamalara cevap verebilme imkânı

Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir (CMK m.216/2).

Yapılan yargılamada taraflara söz verilme sırası önemli bir konudur. Taraflara CMK m. 216/1 hükmündeki sıraya göre söz verilmelidir. Yine taraflara yapılan açıklamalara karşı cevap hakkı tanınmalıdır.[9]

Bu kurallar bozma kararı sonrasında yapılan yargılamalarda da aynen geçerlidir.

Örneğin; bozma kararından sonra sanık müdafileri ile katılan ve vekilinin katılımıyla gerçekleştirilen ve hükmün de tefhim edildiği oturumda CMK'nun 216/1. maddesindeki düzenleme gereğince sözün sırasıyla; katılan ve vekiline, Cumhuriyet savcısına, son olarak da sanık müdafilerine verilmesi gerekir.

Bu sıralamaya uyulmaması hali bozma nedenidir.

Örneğin; yasal düzenlemede belirtilen sıraya uyulmayarak, önce sanık müdafilerinden, sonra katılan ve vekilinden, en son olarak da Cumhuriyet savcısından bozma ilamına karşı diyecekleri sorulduktan sonra yargılama bitirilmesi CMK m. 216/1 hükmüne aykırı olacaktır.[10]

Yargıtay bazı kararlarında bu sıralamaya uyulmaması halini bozma nedeni yapmamaktadır. Yargıtay, sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığını dikkate almaktadır.  Sanığın savunma hakkı kısıtlanmamış ise CMK m. 216/1 hükmündeki sıralamaya uyulmaması hali bozma nedeni olarak öngörülmemektedir.[11] 

Son sözün sanığa verilmesi kuralı

Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilmelidir (CMK m.216/3).[12] Bu kural emredici niteliktedir. Bu kurala uyulmaması mutlak bozma nedeni olarak öngörülmüştür.[13]

Bu kural gereği katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilmelidir.[14] Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkıdır. Bu yüzden hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

Bozma kararları sonrasında yapılan duruşmalar açısından

Bozma kararları sonrasında yapılacak yargılamalarda da son sözün sanığa verilmesi kuralı uygulanmalıdır.[15]

"son sözün sanığa verilmesi" kuralının kapsamı ve şekli

Bazen uygulamada son söz sanığa verildiği halde sanık konuştuktan sonra tekrar zapta son sözün verildiğine ilişkin açıklama yazılarak konuşma hakkı tanınmaktadır. Burada önemli olan son konuşan kişinin sanık olmasıdır. Son sözün sanığa verilmesi kuralının kapsamı açısından iki önemli özellik mevcut olmalıdır:

1) Kovuşturma sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz verilmelidir.

2) Son söz alan taraf sanık olmalıdır.

Kurala uyulmaması halinde ortaya çıkacak sonuçlar

"son sözün sanığa verilmesi" kuralına uyulmaması hâlinde şu sonuçlar doğacaktır:

1) "Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı" ilkesine aykırılık söz konusu olacaktır.

2) Bu durum CMK m. 216/3 hükmüne açıkça aykırılık oluşturacaktır.

3) Yasa yolu aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni olarak kabul edilecektir.

Öğretide; CMK m. 216/3 hükmündeki kural gereği son sözün sanığa verilmesi gerektiği, bu kuralın çok önemli olduğu ve mutlak bozma nedeni olarak öngörüldüğü, emredici bir nitelik arzettiği yönünde görüşler ileri sürülmüştür.[16] Son sözün sanığa verilmesi kuralının niteliği açısından kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak ve yetki olduğu hususu yine öğretide ifade edilmektedir.[17]

Kamusal iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı karar verilmeden önce, toplanan delillere göre esasa ilişkin görüşünü açık ve anlaşılır bir şekilde açıklamalıdır. Bu açıklama sözlü olabileceği gibi yazılı da olabilir. Yazılı metin şeklinde verilen mütalaanın esaslı unsurları sözlü olarak açıklanmalıdır.

Daha öncede belirtildiği üzere iddia makamının görüşü mahkûmiyete ilişkin ise ilgili yasa ve maddelerini göstermek suretiyle açıklamak zorundadır.

Bu nedenle bozma kararları sonrasında öncelikle bozma ilamına uyulup uyulmaması noktasında mütalaa alınmalıdır. Bozma kararına uyulması durumunda esas hakkında tekrar iddia makamından mütalaa alınmalıdır.[18]

Örneğin; somut olayda Cumhuriyet savcısı tarafından beyan edilen ve CMK m. 216/1 hükmü gereğince duruşmada ortaya konulan delille yönelik olan “Bozma ilamına uyulması talep olunur” şeklindeki sözler esas hakkında mütalaa olarak kabul edilmemektedir. Burada yerel Mahkemece Cumhuriyet savcısının esasa ilişkin görüşü alınmadan direnme kararına konu mahkûmiyet hükümleri kurulması hukuka aykırı olacaktır.[19]

Mahkemeler tarafından verilen direnme kararları sırasında da bu kurala riayet edilmelidir.

Örneğin; yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, Cumhuriyet savcısından esas hakkındaki görüşü sorulmadan ve hazır bulunan sanığa veya sanıklara esasa ilişkin savunma yapma imkânları tanınmadan ve son sözleri de sorulmadan yargılamaya son verilip hüküm kurulması isabetli olmayacaktır.[20]

Delillerin tartışılması aşamasındaki söz sırasıyla yargılamanın bitirilmesi aşamasındaki söz verilme sırası nitelikleri açısından ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

5271 sayılı CMK m.216/1 hükmündeki delillerin tartışılmasındaki söz sırasına ilişkin kural ile CMK m. 216/3’deki hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı nitelikleri açısından farklıdırlar. Bu iki kural aykırılık halinde de hukuki sonuçları açısından birbirinden farklı durumlar yaratmaktadır.

Delillerin tartışılmasındaki söz sırasına ilişkin kural gerek son oturumda gerekse ara oturumlarda uygulanması gereken genel bir kural olarak ifade edilmektedir.

Buna karşılık son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı ise delillerin tartışılması aşamasının tamamlanmasından sonra son oturumda sanığa tanınan bir haktır. Yani sanığın son söz hakkını kullanmasından sonra tekrar duruşmaya geri dönülmeyecek ve artık hüküm oluşturulacaktır.

Delillerin tartışılması aşamasında sanık duruşmalarda hazır bulunmayabilir. Bunun yerine sanığın vekiline söz verilmelidir. Yani delillerin tartışılması sırasında sanık ister duruşmada hazır bulunsun isterse bulunmasın son sözün sanık müdafiine verilmesi gerekmektedir. Nitekim yasal düzenlemede söz sırasında sanık müdafii sanıktan sonra sayılmıştır.

Hükümden önce son söz hakkı ise sadece hazır bulunan sanık tarafından kullanılabilir. Sanığın hükümden önceki son söz hakkı şahsi bir haktır ve sanığın bizzat kendisi tarafından kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle sanık müdafii sanığın yerine son söz hakkını kullanamayacaktır.[21]

Yargıtay bazı kararlarında, hükmün kurulduğu son oturumda sanığın hazır olmaması nedeniyle sadece sanığa tanınmış olan son söz hakkından söz edilemeyeceğini ifade etmektedir.[22] 

Yine Yargıtay bazı kararlarında, 5271 sayılı CMK m. 216/3 hükmü gereğince sanık müdafiine son sözün verilmemesinden söz edilerek kararın bozulmasının isabetli olmadığına hükmetmiştir.[23]

Yargıtay, son sözün sanığa verilmesi kuralını kişisel bir hak olarak tanımlamakta ve sanığın olmadığı oturumda bu kuralın da söz konusu olamayacağını, sanığın yerine vekiline veya müdafine söz hakkının verilmesinin söz konusu olamayacağını belirtmektedir.

CMK m. 216/1 hükmündeki delillerin tartışılması aşamasındaki söz verilme sırasına uyulması gerekir. Bununla birlikte Yargıtay bazı kararlarında söz verilme sırasına uyulmaması halinin savunma hakkını kısıtlayacak niteliğe sahip olması halinde bozma nedeni olabileceğini ifade etmektedir.[24]

Örneğin; Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü açıklamasından ve sanık müdafiinin de esas hakkında savunmasını yapmasından sonra son olarak katılan vekiline söz verilmiştir.  Bu durum CMK m. 216/1 hükmündeki sıralamaya aykırıdır.  

Ancak bu gibi hallerde Yargıtay,  katılan vekilince yeniden savunma yapmayı gerektiren esaslı bir açıklamada bulunulup bulunmadığına bakılması gerektiğini işaret etmektedir. Şayet yeniden savunma yapmayı gerektiren bir açıklama yapılmamış ise savunma hakkının kısıtlandığından söz edilemeyecektir.[25]

Kanaatimizce, CMK m. 216/1 hükmündeki konuşma sırası kuralına uyulmalıdır. Burada önemli olan yargılama öznelerine söz hakkı tanınmasıdır. Bu sıralamaya uyulmaması hali özellikle uzun süren duruşmalarda bazen söz konusu olabilmektedir. Burada önemli olan savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığıdır. Savunma hakkı kısıtlanmamış ve taraflar söz ve cevap hakkını kullanmışlar ise sorun yoktur. Bununla birlikte yargılamanın bitirildiği duruşmalarda son söz hakkı mutlaka sanığa tanınmalıdır.

(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------

[1] 1412 sayılı CMUK’nın 251. ve 5271 sayılı CMK’nın 216. maddeleri benzer şekilde düzenlenmiş olmalarına rağmen her iki Kanunda da, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasının ne şekilde olacağına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak ceza yargılaması kurallarının her konuyu ayrıntısıyla düzenlemesi beklenmemelidir. Bu nedenle usul yasalarının düzenlemediği alanlar kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak ve yasanın ruhuna uygun olmak koşuluyla yorum ve kıyasla doldurulmakta ve bu uygulamalar benimsendikçe teamüle dönüşmektedir. Bkz.; YCGK, E: 2017/10-218, K: 2021/365, Teb: 2013/370009, T: 07.09.2021.

[2] “İddia makamı, muhakeme boyunca, mütalaa mahiyetindeki hükümleri ile hâkime ışık tutacak, muhakemede tez ileri sürüp sentez elde edilmesine çalışacaktır… Savcılık son kararın nasıl olması gerektiği hakkındaki görüşünü esas hakkındaki mütalaası ile açıklayacak ve artık şüphesi kalmayıp mahkûmiyet kararı verilmesini düşünüyorsa o zaman, sanığın cezalandırılmasını isteyecektir… Tartışma sadece maddi meseleye taalluk etmez; muhakeme hukuki meseleyi de çözeceğinden, bu mesele hakkındaki görüşler de iddiada yer alacaktır.” Bkz. Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 9. bası, İstanbul, s.193, 936-937. “Ceza muhakemesi hükmünün kollektif olması gerekmesi sebebiyle, savcının son soruşturma safhasının sonuç çıkarma devresinde düşüncelerini bildirmesi yani esas hakkındaki mütalâasının serd etmesi, vazgeçilmez bir zarurettir. Diğer ilgililerin bir şey söylemeksizin işi mahkemenin kararına terk etmeleri mümkün görülebilmekle beraber, savcı bakımından böyle bir şey söz konusu olamaz; savcı her halde en son iddialarını söylemelidir. Bu itibarla, savcılık talep veya iddia durumunda olduğu konularda keyfiyeti hâkime (veya hâkimin takdirine) bıraktığını beyan ile yetinemez... Savcının esas hakkındaki mütalâasının alınması mecburî olmakla beraber, yargıcın bu ödevini yerine getirmekten kaçınan savcıyı zorlamak yetkisi bulunmadığından, bu gibi hâllerde son kararın esas hakkındaki mütalâa alınmadan verilebilmesi de kabul edilmektedir. Ancak böyle bir durum ceza muhakemesi hükmünün kollektif olmasına engel teşkil edeceğinden, yargıç veya mahkeme başkanı hiç olmazsa makamın başı olan savcıya müracaat edebilmeli ve esas hakkındaki mütalâasını vermeyi red eden yardımcı yerine bir başkasının duruşmaya çıkarılmasını talep edebilmelidir… Esas hakkındaki mütalaanın sadece sübuta yani maddi meseleye değil, hukuki meseleye de taalluk etmesi gerekir. Muhakemenin aynı zamanda hukuki meseleyi de halletmek zorunda olması, savcının bu konudaki düşüncelerini de bildirmesini gerektirmektedir. ”  Selahattin Keyman, Ceza Muhakemesinde Savcılık, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s.258-262.

[3]  Hukuk devleti, kişilere hukuki güven sağlayan, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı devlettir. Hak ve özgürlükler kullanılınca, yani yaşama geçince, anlam ve değer kazanırlar. Bu bağlamda savunma hakkı da şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla bütün toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti de ilgilendirmektedir. Ceza muhakemesinin amacı, yargılama neticesi verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan hükmün doğru olmasını sağlamaktadır. Bu yönüyle, savunma hakkı geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmelidir. Emsal karar için bkz.; YCGK, E: 2017/10-218, K: 2021/365, Teb: 2013/370009, T: 07.09.2021.

[4] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın "Temel haklar ve ödevler" bölümünde yer alan 36. maddesinde savunma hakkı; "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" şeklinde düzenlenmiştir.

[5] Buna göre, sanığın ceza muhakemesindeki en önemli haklarından birisi, yargı mercilerince her aşamada nazara alınması gereken savunma hakkıdır. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan bu hakkın herhangi bir nedenle sınırlandırılması da mümkün değildir.

[6] 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 308/8 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-h maddeleri uyarınca savunma hakkının sınırlandırılması mutlak bozma nedenlerindendir.

[7] Ceza yargılamasının amacı somut gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bunun için delillerin duruşmada ortaya konulmasından sonra, bu delillerden sonuç çıkarma işlemi yapılmalıdır; yani tartışma süreci kovuşturma ile başlamaktadır.

[8] Emsal karar için bkz.; Y.3.CD, E: 2019/18180, K: 2020/1, T: 06.01.2020: “…Sanık müdafiinin esas hakkında savunmasını yapmasından sonra, son olarak katılan vekiline söz verilmek suretiyle 5271 sayılı CMK'nin 216/1. maddesinde belirtilen sıralamaya aykırı davranılması, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.04.2017 tarih ve 2015/1167 Esas ve 2017/247 Karar sayılı kararı uyarınca sanık hakkında düzenlenen iddianamede sevk maddeleri arasında 5237 sayılı TCK'nin 87/1-son ve TCK'nin 86/3-e maddeleri gösterilmediği halde, sanığa ek savunma hakkı verilmeden uygulama yapılması suretiyle 5271 sayılı CMK'nin 226. maddesine muhalefet edilmesi, sanık hakkında TCK'nin 86/1, 86/3-e maddeleri uyarınca tayin edilen "1 yıl 6 ay" hapis cezasının, TCK'nin 87/1-c maddesi uyarınca bir kat artırılması sırasında hesap hatası yapılarak "2 yıl 12 ay" hapis cezası yerine, "3 yıl" hapis cezasına hükmedilmesi bozmayı gerektirmiştir…”

[9] YCGK, E: 2017/661, K: 2017/494, T: 21.11.2017.

[10] YCGK, E: 2017/661, K: 2017/494, T: 21.11.2017.

[11] YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.

[12] 1412 sayılı CMUK'nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK'nın "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; "hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir" düzenlemesi yer almaktadır. Delillerin tartışılmasında ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son olarak da sanığa ve müdafisine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamında bulunan kişilerin söz alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafisinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafisi ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. Bu kurallar tez (iddia) ile antitezin (savunmanın) çatışmasıyla sonuca (karara) ulaşılan bir sürecin karşılığı olan muhakeme sonunda sağlıklı bir karara ulaşabilmenin gerekli ve zorunlu şartıdır.

[13] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.

[14] Yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; "Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir.” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.

[15] Yasa yolunda yüksek mahkeme tarafından verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken "son sözün sanığa verilmesi" kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da "kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği" ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. 1412 sayılı CMUK döneminde Yargıtay uygulaması da bu şekildedir.  Emsal karar için bkz.;  YCGK, E: 1996/22, K: 1996/31, T: 05.03.1996: “…CUMK.nun 251. maddesi gereğince "en son söz sanığındır". Maddenin son fıkrasında ise; "sanık namına müdaafi tarafından müdafaada bulunulsa dahi, müdafaaya ilave edecek başka bir şey olup olmadığı sanığa sorulur" hükmü yer almaktadır. Son sözün sanığa verilmesi kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamada da geçerlidir. Gerek bozmadan önce ve gerekse sonra aynı usul hükümleri uygulanacaktır. Direnme kararı verilirken sanıktan en son sözünün sorulmaması yasaya aykırıdır.”

[16] Öğretide; "Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); "Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır." (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.  Hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsendiği ve bu konuda uygulama ve öğretide görüş birliği olduğu söylenebilir..

[17]  “Son sözün sanığa verilmesi kuralı niteliği yönünden kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak ve yetkidir, ancak sanık tarafından kullanılır. Bu hak ve yetkinin kullanılmasında bir teknik yardımcısı olsa da savunmana devri yerinde değildir. Yasa bu düzenlemesi ile kişisel savunmayı ön plana çıkarmış, duruşmanın sanığın sözleri ile bitmesini istemiştir. Sanığın olmadığı yerde, son sözün de olmaması gerekir”.  Bkz.; Erdener Yurtcan, Yargıtay Kararları Işığında Son Sözün Sanığa verilmesi, Yargıtay Dergisi, 1994/10, s.417.

[18] Emsal karar için bkz.; Y.12.CD, E: 2015/8330, K: 2016/9416, T: 02.06.2016: “…5271 sayılı CMK'nın 216/3. maddesi uyarınca hükümden önce, son sözün sanığa verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, 29.09.2014 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısının mütalaasından sonra hazır bulunan sanıktan son sözü sorulmadan duruşmaya son verilmesi kanuna aykırıdır.”

[19] YCGK, E: 2017/10-218, K: 2021/365, Teb: 2013/370009, T: 07.09.2021.

[20] YCGK, E: 2017/10-218, K: 2021/365, Teb: 2013/370009, T: 07.09.2021.

[21] Emsal karar için bkz.; YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.

[22] YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.

[23] YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.

[24] YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.

[25] YCGK, 2012/3-1469 esas ve 2013/19 karar sayılı kararı.