1- Giriş

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Çocuğun soybağını değiştirme” başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası uyarınca; “Bir çocuğun soybağını değiştiren veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”. Kanunun “Dava zamanaşımı” başlıklı 66. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine göre, beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda dava zamanaşımı süresi sekiz yıldır. TCK m.67’de dava zamanaşımı süresinin durması ve kesilmesi sebepleri düzenlenmiştir. TCK m.67’de gösterilen sebepler gerçekleştiğinde, ya durma sebebi ortadan kalktıktan sonra dava zamanaşımı kaldığı yerden işlemeye devam eder ya da en fazla dava zamanaşımı süresinin yarısı kadar olmak üzere kesilme sebebiyle tekrar başlayan zamanaşımı uzar.

Esasen çocuğun soybağını değiştirme suçunda; değiştirme veya gizleme fiilinin temadi ettiği, yani neticesinin sürdüğü, bu nedenle değiştirmenin veya gizlemenin son bulduğu anda temadinin kesileceği, belki “değiştirme” fiilinin nesebin değiştirildiği anda oluşup suçun gerçekleşeceği düşünülse de, “gizleme” fiilinde neticenin devam edeceği, bu nedenle temadinin kesildiği anda suçun oluşacağı ve dava zamanaşımının da bu andan itibaren başlayacağı ileri sürülebilir. Bu tespitimizi bir kenarda tutarak;

“Dava zamanaşımı” başlıklı TCK m.66/6’ya göre; “Zamanaşımı, … çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun on sekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar”.

Çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçu; niteliği gereğince çocuklara karşı işlenebilen bir suç olup, bu suçta dava zamanaşımının işlemeye başladığı tarih değerlendirilirken, TCK m.66/6’da bulunan özel kural dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte Yargıtay kararlarında; bu suçun dava zamanaşımında, failinin kim olduğuna, yani üst soy veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimse tarafından suçun işlenip işlenmediğine bakılmaksızın, suçun tamamlandığı an olarak kabul edilen “çocuğun nüfusa kaydedildiği tarihin” esas alındığı görülmektedir. Oysa m.66’da yer alan hükme göre, çocuğun soybağını değiştirme suçunun dava zamanaşımının başlangıcı, failin sıfatının özelliğine göre değişebilmektedir. Buna göre araştırma ve inceleme yapılmaksızın, çocuğun soybağını değiştirme suçunda doğrudan doğruya çocuğun nüfusa kaydedildiği tarihin dava zamanaşımının başlangıcı olarak kabul edilmesi, açıkça “kanunilik” ilkesine aykırıdır.

TCK m.231/1’de düzenlenen suça ilişkin dava zamanaşımının işlemeye başladığı tarihin belirlenmesinde; Yargıtay içtihatları ile Kanun arasında bir çelişki bulunmaktadır ki, elbette dava zamanaşımının başlangıcının tespitinde Kanun hükmü dikkate alınmalı ve hükümde bulunan bir tartışmanın kıyasa veya kıyasa varacak genişletici yoruma konu edilmeksizin tatbiki yoluna gidilmelidir. TCK m.2’de öngörülen “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi; suça konu fiillerle ilgili dava ve ceza zamanaşımı hükümleri dahil kanun hükmünün lafzına bağlı kalmayı öngörmektedir.

Yazımızda; çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçu bakımından, TCK m.66/6’nın uygulama alanı bulmasının gerekliliği değerlendirilecek ve bu hükmün hangi koşullarda, nasıl uygulanacağı açıklanacaktır.

2- Çocuğun Soybağını Değiştirme veya Gizleme Suçu

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Genel olarak soybağının kurulması” başlıklı 282. maddesi uyarınca; soybağı çocuk ile ana arasında doğumla, çocuk ile baba arasında ise, babanın ana ile evlenmesi, tanıma veya hakim hükmü ile kurulabilmektedir. Hukuk düzenimiz aynı hüküm uyarınca, evlat edinme yoluyla da soybağının kurulmasına imkan tanımaktadır.

Çocuğun soybağının gerçeğe uygun olarak kurulması, en çok da çocuğun haklarının korunması için önemlidir. Nitekim çocuğun yurttaşlık, miras, nafaka gibi birçok hakkı soybağı ile ilişkili olup; Ceza Hukuku alanında da akrabalık ilişkilerinin birçok suçta nitelikli hal olması, tanıklıktan çekinme gibi hususlarda soybağının etkisi bulunmaktadır[1].

“Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı Anayasa m.41’e göre; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.

Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır”.

Çocuğun soybağı değiştirildiğinde veya gizlendiğinde, Anayasanın 41. maddesi ile korunan aile düzeni ihlal edilmektedir. Bu fiiller; kişinin doğal veya hukuki yollarla bağlı bulunduğu ailesinden koparılmasını ve aile düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla suç olarak düzenlenmiştir[2]. Suçun mağduru, şüphesiz soybağı değiştirilen veya gizlenen çocuktur[3].

TCK m.231/1’de öngörülen suç, soybağını değiştirme veya gizleme biçiminde iki seçimlik hareketle oluşabilmektedir ve bu hareketlerin nasıl yapılacağı konusunda Kanunda bir bağlayıcılık bulunmadığından, suç serbest hareketlidir.

Çocuğun soybağını değiştirme fiili; bir çocuğun yerine başka bir çocuğun koyulması[4] veya hiç çocuk sahibi olmayan birisinin, başkasının çocuğunu kendi çocuğuymuş gibi bildirmesi[5] ile gerçekleşebilir. Suçun bu şekli hangi hareketle işlenirse işlensin; neticede çocuğun soybağı, doğal veya hukuki yollarla mensup olmadığı bir aile ile kurulmaktadır.

Çocuğun soybağını gizleme fiili; bir çocuğun kendisine ait soybağını resmi olarak kazanmasını engellemek anlamını taşımaktadır. Bu durumda çocuk, soybağı gizlenerek nüfusa tescil ettirilmemektedir[6]. Böylece; çocuğun doğal veya hukuki yollarla mensubu olduğu aile ile soybağı kurulmadığı gibi, başka herhangi bir aile ile soybağı tesis edilememektedir.

TCK m.231/1’de düzenlenen suçun faili, herkes olabilmektedir. Suçu, çocuğun anne ve babası birlikte işleyebilir. Çocuğun anne ve babasından birisinin diğerinden habersiz olarak işlemesi veya bunlar haricinde üçüncü kişilerin de fail olabilmesi mümkündür[7]. Failin sıfatı bakımından Kanunda nitelikli hal öngörülmemiş olup, bu husus doktrinde eleştirilmektedir[8].

231. maddenin 2. fıkrasında tanımlanan suç ise; 1. fıkranın nitelikli hali olmayıp, taksirden, yani tedbirsiz, dikkatsiz veya kurallara aykırı davranmaktan kaynaklanan ceza sorumluluğunu öngörmektedir. Özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak, sağlık kurumunda bir çocuğun başka bir çocukla karışmasına neden olan kişinin 1 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacağı belirtilmiştir.

Yeri gelmişken, TCK m.231’in bu iki fıkrasında öngörülen cezaların az olduğunu ve adalete uygun düşmediğini belirtmek isteriz. İlk fıkra için 1 yıldan 3 yıla kadar ve ikinci fıkrada da 1 yıla kadar hapis cezası gösterilmiş olup 1 yılın alt sınırı TCK m.49/1’e göre 1 aydır. Bu cezaların caydırıcı, uslandırıcı ve ödetici olmadığı tartışmasızdır. Ceza infaz sistemimiz dikkate alındığında, TCK m.231’de öngörülen hapis cezalarının fiili infazı da bulunmamaktadır. Maddenin ilk fıkrasında yer alan suç kasten işlenebilirken, ikinci fırkasında tanımlanan suç, hareketin bilinerek ve istenerek ve neticenin istenmediği taksir derecesinde sübjektif sorumluluğu içermektedir.

TCK m.231/1’in gerekçesinde, suçun “yetkili mercilere gerekli bilgileri vermemek veya yanlış bilgi vermek suretiyle[9] işleneceği belirtilmiştir. Buna göre, TCK m.231/1’de düzenlenen suçun icrai şekilde veya failin bildirim yükümlülüğü bulunan kişilerden olması durumunda ihmali şekilde işlenmesi mümkündür[10]. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 15. maddesinin 5. fıkrası uyarınca; doğumu bildirmekle yükümlü kişiler, “veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması halinde çocuğun büyük ana, büyük baba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar” olarak sayılmıştır. Bu hüküm ile TCK m.66/6’da yer alan “çocuk üzerinde hüküm ve nüfuz” kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Çocuk üzerinde hüküm ve nüfuz sahibi olan kimseleri; 5490 sayılı Kanunun 15. maddesinin 5. fıkrasında belirtilen, doğumu bildirmekle yükümlü olan kişiler ile sınırlamak mümkün değildir. Çocuk üzerinde hüküm ve nüfuz sahibi olan kişilerin kimler olabileceği aşağıda açıklanmıştır.

Çocuğun soybağını değiştirme ve gizleme suçunda; kanun koyucu sebebe, yani saike önem vermemiş ve özel kast aramamıştır. Çocuğun soybağının hangi maksatla değiştirildiği veya gizlendiği, suçun manevi unsurunun gerçekleşmesi için zorunu olmayıp, cezanın bireyselleştirilmesinde önem taşıyacaktır.

3- Zamanaşımı Sorunu

TCK m.66/6’da, çocuklara karşı işlenen suçlar bakımından özel bir zamanaşımı kuralı öngörülmektedir. Buna göre; fiilin işlendiği sırada on sekiz yaşından küçük olanlara karşı işlenen suçlarda dava zamanaşımı süresi, çocuğun on sekiz yaşını bitirdiği/doldurduğu günden itibaren işlemeye başlar.

Dikkat edilmelidir ki; bu kuralın uygulanması için suçun çocuklara karşı işlenmiş olması yeterli olmayıp, aynı zamanda suçun üstsoy veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kişiler tarafından icrası da gereklidir. Kanun koyucu burada çocuğun on sekiz yaşını bitirmesini öngörmekle, çocuğun suçu işleyen kişilerin nüfuzundan kurtulmasını ve kendisine karşı işlenen bu suçu etkin biçimde takip edebilmesini amaçlamıştır[11]. Nitekim çocuğun, hukuki anlamda gerekli işlemleri etkin biçimde yürütemediği dönemde dava zamanaşımı süresinin sona ermesi, adalet duygusuna da ters düşmektedir.

TCK m.66/6’da; çocuk üzerinde nüfuzu ve etkisi olan kişilerin bu durumunun, çocuğun on sekiz yaşını tamamlamasından önce ortadan kalkması halinde, zamanaşımının bu tarihten itibaren işleyebileceğine ilişkin bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu nedenle failin çocuk üzerinde hakimiyeti; suç işlenme tarihinde mevcutsa, dava zamanaşımı süresinin işlemeye başladığı tarih bakımından her halde çocuğun on sekiz yaşını tamamladığı gün esas alınacaktır[12].

Yukarıda yer verdiğimiz açıklamalarımızda; TCK m.231/1’de düzenlenen suçun failinin herkes olabileceğini belirtmiştik. Ancak TCK m.66/6’da düzenlenen zamanaşımı kuralı; suçun çocuğun üstsoyu veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu bulunan kişiler tarafından işlenmesini öngörmektedir.

Öncelikle TCK m.66/6’da belirtilen “çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler” ibaresinden ne anlaşılması gerektiğini kısaca açıklamak isteriz.

Üstsoy; çocuğun annesi, babası, anneannesi, babaannesi ve dedeleri olup, bunlarda üveylik varsa Kanunun lafzı gereğince bu kişiler “üstsoy” kapsamında görülmeyecektir. Çünkü TCK m.66/6’da üvey anne, üvey baba ve üvey olan diğer üstsoydan bahsedilmemiştir. Esasen üvey olup olmadıklarına bakılmaksızın tüm üstsoyun TCK m.66/6 kapsamına dahil edilmesi gerekirdi.

Çocuğun üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimselerden kimlerin anlaşılması gerektiği hususunda TCK m.66/6’nın gerekçesinde herhangi bir bilgiye ve tespite yer verilmediği görüldüğünden, hüküm ve nüfuz sahibi olan kimseleri her somut olayda ayrı değerlendirmek gerekir ki, kanaatimizce üvey anne, üvey baba ve diğer üvey üstsoylar ile akrabaları bu çerçevede değerlendirmek isabetli ve Kanun hükmüne uygun olacaktır. Çocuk üzerinde hüküm ve nüfuz sahibi olan kişilerin kimler olabileceği hususunda “Çocukların cinsel istismarı” başlıklı TCK m.103’ün 3.fıkrasının (c) ve (d) bentlerini dikkate almak gerekir. TCK m.103’ün 3. fıkrasının (c) ve (d) bentlerinde; üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımlığı ilişkisinin bulunması veya üvey anne, üvey baba, üvey kardeş veya evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren veya koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü olan kişiler sayılmış olup, bunlara üvey büyükanne ve büyükbabalar ile çocuk üzerinde kamu görevinden veya sair yükümlülüklerden kaynaklanan nüfuz sahibi olan kişileri de dahil etmek gerekir. Kanaatimizce, tüm bu kişiler TCK m.66/6’nın “çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler” kapsamında görülmeli ve dava zamanaşımının başlangıcı bu özellik dikkate alınarak başlatılmalıdır.

TCK m.66/6’nın lafzı gereğince şu sonuca ulaşılmalıdır; çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçunun faili üstsoy veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu bulunan kişilerden birisi olduğu takdirde, dava zamanaşımının çocuğun on sekiz yaşını tamamlamasından itibaren, bu kişilerden birisi olmadığı takdirde ise, dava zamanaşımının suçun işlendiği tarihten itibaren hesaplanması gerekir.

Çocuğun; kendisi üzerinde nüfuzu bulunan kişilerin etkisinden kurtularak etkin bir ceza takibatının yapılmasını sağlayabilmesi için TCK m.66/6’da düzenlenen zamanaşımı kuralı yerinde olsa da, kanaatimizce çocuklara karşı işlenen suçlar bakımından bu düzenleme tek başına yeterli değildir. Çocukları koruma amacına ulaşılması için, çocuklara karşı “herkes tarafından işlenen[13]suçlar yeknesak bir kurala tabi tutulmalı ve dava zamanaşımı, mağdur çocuk on sekiz yaşını tamamladıktan sonra işlemeye başlamalıdır.

Bu açıklamalarımıza göre; çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçunun üstsoy veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kişiler haricinde bir kimse tarafından işlenmesi halinde, dava zamanaşımının suç işleme tarihinden itibaren hesaplanması Kanuna aykırı olmamakla birlikte, TCK m.66/6’nın amacı ile bağdaşmamaktadır. Bununla birlikte TCK m.66/6’nın lafzı karşısında çocuğun soybağını değiştirme suçunu işleyenin üstsoy veya çocuk üzerinde hüküm veya nüfuz sahibi özelliği taşımayan bir kişi olması durumunda, dava zamanaşımı suçun işlendiği andan itibaren başlar. Tekrar belirtmek isteriz ki; çocuklara karşı işlenen suçlarda ya dava zamanaşımı çok geniş tutulmalı ya da kaldırılmalıdır. Nitekim bu yöntem “Kanun önünde eşitlik” başlıklı Anayasa m.10’un 3. fıkrasında, çocuklar yönünden öngörülen pozitif ayrımcılık kuralına da uygun sayılacak ve eşitlik ilkesine aykırı kabul edilmeyecektir.

Hukuki sorun; Yargıtay kararlarında failin çocukla ilişkisi değerlendirilmeksizin, fail kim olursa olsun, çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçunda zamanaşımının doğrudan suç işleme tarihinden itibaren hesaplanmasından kaynaklanmaktadır ki, bu tatbikat şekli TCK m.66/6’ya ve Anayasa m.138/1’e aykırıdır. Çünkü hakim karar verirken Anayasa ve Kanun hükümleri ile bağlıdır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 2020/24099 E. ve 2020/18750 K. sayılı, 14.12.2020 tarihli kararında; Sanığın üzerine atılı çocuğun soybağını değiştirme suçunu çocuğun nüfusa tescil tarihi olan 25.04.2007 tarihinde işlediği, 31.03.2016 tarihinde savunmasının alındığı gözetildiğinde 25.04.2015 tarihinde 5237 sayılı TCK'nin 66/1-e maddesinde öngörülen 8 yıllık olağan zamanaşımı süresinin gerçekleşmesi nedeniyle düşme kararı verilmesi gerekir.” biçiminde değerlendirme yapılmıştır.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2018/5591 E. ve 2019/4238 K. sayılı, 30.04.2019 tarihli kararında; “…sanığa yüklenen ‘çocuğun soy bağını değiştirmek’ suçunun suç tarihinde yürürlükte olan ...... sayılı TCK'nin 231. maddesindeki cezasının üst sınırına göre, 5237 sayılı TCK’nin 66/1-e ve 67/4. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, suç tarihinden temyiz inceleme tarihine kadar gerçekleştiğideğerlendirilmiştir.

Yargıtay kararları doğrultusunda hangi tarihin dava zamanaşımı süresinin başlangıcı olarak kabul edildiği değerlendirilirken, suçun işlendiği tarihte yürürlükte olan Kanun hükmü de gözönünde bulundurulmalıdır. Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2015/4910 E. ve 2015/31011 K. sayılı, 18.11.2015 tarihli kararında; “5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7 ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri hükmü uyarınca, sanık A.. C..'nun, gayri resmi beraberliğinin olduğu A..A.. isimli kadından doğan çocuğunu, resmi nikahlı eşi olan G.C.'nun çocuğuymuş gibi 29/07/2004 tarihinde nüfusa kaydettirmekten ibaret oluşa uygun olarak sübutu kabul edilen eyleminin, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 29/09/2015 tarih, 2015/412 Esas ve 2015/286 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere 5237 sayılı TCK'nun 231/1. (765 sayılı TCK'nun 445.) maddesinde düzenlenen çocuğun soy bağını değiştirme suçunu oluşturduğunu ve bu suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan ve lehe olan 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımının, 29/07/2004 olan suç tarihinden hüküm tarihine kadar gerçekleştiği gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması” Yasaya aykırı bulunmuştur.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda, TCK m.66/6’nın son kısmında yer alan yazımıza konu hükmün uygulanması gerektiğinde tartışma olmamalı ve her somut olayın özelliğine göre burada belirtilen istisnai zamanaşımı kuralının uygulama alanı bulup bulmayacağı incelenmelidir. 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlarda ise, Anayasa m.38/2’ye ve TCK m.7/1-2’ye göre hareket edilmesi gerektiği tartışmasızdır.

Belirtmeliyiz ki; soybağını değiştirme suçu mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, “Nesep Cürümleri” başlığı altında 445. maddede; “Herkim bir çocuğu gizleyerek yahut yerine başka bir çocuk koyarak o çocuğun nesebini yok eder veya değiştirirse bir seneden beş seneye kadar hapis cezasına müstahak olur.” biçiminde düzenlenmiş idi. Dava zamanaşımı ile ilgili mülga kanunda, çocuklara karşı işlenen bu suç yönünden TCK m.66/6’da olduğu gibi özel bir düzenleme bulunmadığından, dava zamanaşımı suç tarihi esas alınarak hesaplanmaktaydı.

Kanun koyucu 5237 sayılı TCK’nın 66. maddesinin 6. fıkrasında; “Zamanaşımı, … çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun on sekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.” ifadesine yer vererek çocukları koruma amacını ortaya koymuştur. TCK m.66/6’nın yürürlükte olduğu dönemde işlenen suçlar bakımından bu emredici ifadenin gözardı edilmesi ve Kanunda açık hüküm bulunmasına rağmen, zamanaşımı süresinin başlangıcında suç tarihini esas alan uygulamanın sürdürülmesi hatalı olup, Kanun hükmüne açık aykırılık teşkil etmektedir.

Mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde; çocuğun soybağını değiştirme veya gizleme suçunun failinin üstsoy veya çocuk üzerinde hüküm ve nüfuzu bulunan kişilerden olması halinde dava zamanaşımı, çocuğun on sekiz yaşını tamamladığı tarihten itibaren işletilmelidir. Ancak failin TCK m.66/6’da sayılan bu kişiler dışında birisi olmaması halinde, dava zamanaşımının başlangıcı olarak suçun işlendiği tarih esas alınmalıdır.

Son söz; Mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yürürlükte olduğu ve kapsadığı suçlarda mağdurun çocuk olup olmaması soybağının değiştirilmesi veya gizlenmesi suçunda dikkate alınmadığı halde, çocuğu korumayı esas alan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu 66. maddesinin 6. fıkrasında çocuk mağdurun lehine uygulamaya gidildiği, fakat eski Kanun dönemine göre kararların verildiği, fail ile çocuğun ilişkisinin dikkate alınmadığı, bunun da hatalı olduğu, Anayasa m.10/3 gereğince henüz on sekiz yaşını doldurmamış çocuk sayılan bireylerde özel koruyucu düzenlemelere yer verilmesinde ve tedbirlerin alınmasında gerek olduğu, TCK m.66/6’nın da bu anlayışla tatbikinin gerektiği sonucuna varılmalıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Selvacan Akpınar

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------

[1]Özlem Yenerer Çakmut, Soybağının Belirlenmesi ve Ceza Hukukunda Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu, İstanbul, 2008, s.187., Ayşe Nuhoğlu, Aile Düzenine Karşı Suçlar, İstanbul, 2009, s.65. ; aktaran: Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 13. Bası, Ankara, 2016, s.907.

[2] Mahmut Koca, Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu, Tıp Hukukunun Güncel Sorunları Sempozyumu, Ankara, 2008, s.506. Yenerer Çakmut, a.g.e, s.186., Nuhoğlu, a.g.e, s.66. ; aktaran: Tezcan, Erdem, Önok, a.g.e, s.907.

[3] Çocuk, TCK m.6/1-b uyarınca; “henüz onsekiz yaşını doldurmamış kişi” olarak tanımlanmaktadır.

[4] Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler, C.2, 1993, s.1954. aktaran: Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2. Bası, C.5, s.6902.

[5] Yaşar, Gökcan, Artuç, a.g.e, s.6902.

[6] Yaşar, Gökcan, Artuç, a.g.e, s.6903.

[7] Erem, a.g.e, s.1953.; aktaran: Yaşar, Gökcan, Artuç, a.g.e, s.6898.

[8] Suçun işlenmesini kolaylaştırması nedeniyle failin üstsoy veya sağlık görevlisi olmasının, nitelikli hal olarak düzenlenmesi gerekliliği hakkında bkz. Yenerer Çakmut, a.g.e, s.188.

[9] Bu ifadenin kanunda açıkça belirtilmemiş olması nedeniyle suçun işleniş şekli bakımından böyle bir sınırlama bulunmadığı yönünde bkz. Koca, a.g.e, s.504. Yenerer Çakmut, a.g.e, s.197-198., Nuhoğlu, a.g.e, s.76-77. ; aktaran: Tezcan, Erdem, Önok, a.g.e, s.910.

[10] Nuhoğlu, a.g.e, s.74.; aktaran: Tezcan, Erdem, Önok, a.g.e, s.910.

[11] Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 4. Bası, Ankara, 2017, s.913.

[12] Ersan Şen, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, Cilt 1, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2006, s.209.

[13] Fransa Ceza Usul Kanunu’nun 7. maddesinin 3. fıkrasında benzer bir düzenleme bulunmakla birlikte, bu kural belirli suçlar ile sınırlı tutulmuştur. Bkz. Mehmet Emin Alşahin, Ceza Hukukunda Zamanaşımı, Adalet Yayınevi, 1. Bası, 2016, s.159-160.