I. Giriş

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125 ila 131. maddelerinde hakaret suçu düzenlenmiştir. TCK’da suç tiplerine özel hükümler kısmında bir hüküm halinde yer verilirken, hakaret suçunda farklı olarak suç 125. maddede tanımlanmış, devamı maddelerinde ise hakaret suçu ile ilgili değerlendirilmesi gereken belirli durumlara ilişkin özel düzenlemelere yer verilmiştir. TCK m.125 hükmünde hakaret suçu tanımlanırken, TCK m.126’da hakaret suçunun mağdurunun belirlenmesine ilişkin düzenleme öngörülmüş, 127. maddede hakaret teşkil eden isnadın ispatına ilişkin hükme yer verilmiştir. TCK m.128’de iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında hakaret suçunun işlenmesine ilişkin cezasızlık hali öngören norma yer verilmiş, 129. maddede hakaretin bir haksız fiile veya hakarete karşılık olarak gerçekleştirilmesi halinde uygulanabilecek bir hüküm düzenlenmiş, 130. madde ile 131. maddelerde ise kişinin hatırasına hakaret suçu düzenlenmiş ve hakaret suçunun soruşturma ve kovuşturma koşulları öngörülmüştür.

765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’nda hakaret suçu 480. maddede hakaret ve 482. maddede sövme şeklinde birbirinden ayrı olarak düzenlenmişken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda ise hakaret ve sövme suçları şeklindeki ayırım kaldırılmış, her iki suç da “hakaret” suçu başlığı altında aynı suçun seçimlik hareketleri olarak düzenlenmiştir[1].

Bu yazımızda ele alacağımız husus, TCK m.126’da düzenlenen ve uygulamada “matufiyet” olarak ifade edilen hakaret suçunda mağdurun belirlenmesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi’nin hakaret suçu bakımından hakaret içerikli sözlerin yöneltildiği kişinin sıfatına bağlı olarak ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında yaptığı değerlendirme ile bu değerlendirme ve “matufiyet” şartı arasındaki ilişki olacaktır.

II. Hakaret Suçunda Mağdurun Belirlenmesi

TCK m.126’da düzenlenen mağdurun belirlenmesi konusunu ele almadan önce hakaret suçunun mağduruna ilişkin açıklama yapmak gerekmektedir. TCK m.126; hakaret fiilini gerçekleştirdiği iddia edilen failin hakaret ifadesini kime yönelttiğinin konusunda kuşku olduğu, yani mağdurun isminin açıkça sözlerde yer almadığı hallerde başvurulması gereken bir hüküm olup, failin hakaret sözünü mağdurun ismini kullanarak açıkça zikrettiği durumlarda bu hükme başvurmaya gerek bulunmayacaktır.

TCK m.125/1’e bakıldığında; hükmün “Bir kimseye” ifadesi ile başladığı görüldüğünden, hakaret suçunun mağdurunun herhangi bir insan olabileceğini belirtmemiz gerekmektedir. Bu kapsamda suç, mağdur bakımından herhangi bir özellik taşımamakta ve herkes bu suçun mağduru olabilmektedir. TCK m.130’da “Kişinin hatırasına hakaret” başlığı altında ölmüş bir kimseye karşı gerçekleştirilen hakaret fiili özel norm şeklinde suç olarak düzenlendiğinden, TCK m.125’de yer alan hakaret suçunun mağduru ancak yaşayan bir kimse olabilecektir.

Türk Ceza Kanunu, hakaret suçunun mağduru açısından diğer suç tiplerinde yer almayan özel bir hükme yer vermiştir. “Mağdurun belirlenmesi” başlıklı TCK m.126’ya göre; Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır”. Bu hüküm uyarınca; hakaret suçunun oluşabilmesi için hakaret niteliği taşıyan sözlerde mağdurun isminin açıkça kullanılması şart olmayıp, hakaret teşkil eden söz veya cümle içerisinde herhangi bir mağdur ismi yer almamasına rağmen, somut olayda kullanılan ifadenin bütünlüğü değerlendirildiğinde yöneltildiği kişi ile ilgili olarak duraksamaya yer olmayacak şekilde bir kesinlik varsa mağdurun belirli olduğu sonucuna varılacaktır. Uygulamada bu hususun, “matufiyet şartı” olarak adlandırıldığı görülmektedir. Türk Dil Kurumu’na sözlüğünde; “matufiyet” kavramı bu isimle yer almamakla birlikte, “matuf” kelimesinin yöneltilmiş, “matuf olmak” kelimesinin ise bir şeye yöneltilmek anlamına geldiği belirtilmektedir.

Doktrinde; hakaret suçunun mağdurunun belirli veya belirlenebilir olması şartı sebebiyle kolektif hakaretin varlığı halinde mağdurun belirlenmesi ile ilgili nasıl bir uygulama yapılmasının tespit edilmesi gerektiği belirtilmiş, birden fazla kişinin aynı anda ve aynı sözlerle hakarete uğraması durumunda, suçların içtimaına ilişkin hükümlerin tatbikinin gerektiği ifade edilmiş, bunun yanında mağdur veya mağdurların bireysel olarak belirlenmesinin mümkün olmadığı “kişi topluluğu” niteliğindeki gruplara hakaret yöneltilmesi hallerinde ise mağdur tayininin güç olacağı belirtilerek, bu gibi durumlarda ancak belirlenebilir diğerlerinden ayırt edilebilir bir topluluğun varlığı ispatlandığı takdirde mağdurun bizzat o topluluğun kendisi olarak kabul edileceği ortaya koyulmuştur[2]. Bu durum da hakaret suçunda mağdurun tespiti, yani “matufiyet” şartının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirmesinde dikkate alınması gereken hususlardan birisidir.

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere; hakaret fiilini işleyen failin sözünü yönelttiği kişinin ismini zikretmesi gibi bir durumda mağdurun belirlenmesi ile ilgili olarak sorun olmamakla birlikte, bazı hakaret içeren söz ve yazılarda, fail mağdurun kim olduğunu açıkça belirtmemiş olabilecektir[3]. TCK m.126, bu gibi durumlarla ilgili olarak getirilmiş bir düzenlemedir. TCK m.126 uyarınca hakaret suçunun oluşabilmesi için, mağdurun belli veya en azından belirlenebilir bir kimse olması gerekmektedir. Aksi halde; hakaret fiilinin kime yönelik olarak gerçekleştirildiği açıkça ortaya koyulamadığından, hakaret suçunun gerçekleştiğinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Bu hüküm gereği; hakaret teşkil ettiği iddia olunan fiilin kimi hedef aldığı anlaşılamamakta ise, hakaret suçunun işlediğinden de söz edilemeyecektir. Hakaret fiilini gerçekleştiren kimse hakaret suçu teşkil eden ifadesinde mağdurun ismine açıkça yer vermemiş olsa bile, failin hakaret fiilini yönelttiği kişinin kim olduğu ifade edilen sözlerin bütününden veya yapılan hakaretin niteliğinden anlaşılabiliyor ise mağdur belirlenebilir sayılacak ve o kişiye karşı hakaret fiilinin gerçekleştiği kabul edilecektir[4].

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 26.01.2021 tarihli, 2020/5671 E. ve 2021/2145 K. sayılı kararında; Cezaevinde hükümlü bulunan sanığın, yazdığı dilekçelerle hakaret ettiği iddiasıyla dava açılmış ise de, hakaret eyleminin muhatabı olarak görülen kişi ya da kişilerin kim olduğunun açıklanıp tartışılmaması, hakaret eylemlerinin muhatabı olarak görülen görevlilerin belirlenmesi sonucunda bu kişilere, şikayetçiler için öngörülen haklardan yararlanma imkanı sağlanması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle CMK'nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması,” ifadelerine yer verilerek, hakaret teşkil eden eylemin muhataplarının, yani mağdurlarının belirlenip ortaya koyulmaması hususu bozma sebebi yapılmıştır.

Belirtmeliyiz ki; uygulamada “matufiyet” olarak adlandırılan “Mağdurun belirlenmesi” başlıklı TCK m.126’da “mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa” ifadesine yer verildiğinden, bu tespitin açık, kuşkuya ve başka bir olasılığa yer bırakmayacak bir şekilde yapılması gerekmektedir. Mağdurun isminin açıkça zikredilmediği hakaret fiillerinde; mağdurun belirlenmesi bakımından tahmini bir değerlendirme yapılmamalı, hakaret teşkil eden sözlerde ismi geçmeyen kişinin sözlerin ve konunun bir bütün olarak değerlendirilmesi kapsamında açıkça mağdur olarak belirlenebiliyor olması gerekmektedir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi 07.12.2020 tarihli, 2020/25973 E. ve 2020/18538 K. sayılı kararında; “İncelenen dosyada, müştekinin de içerisinde bulunduğu, bir cenaze törenine ait fotoğrafın sosyal medyada paylaşıldığı, şüpheliye ait hesapla bu fotoğrafa ‘Adi şerefsiz töroris köpek vatan hayini onun bunun oooooooo orsbu çocugu’ yorumunun yazıldığı, dosya kapsamına göre bahse konu ifadelerin TCK’nın 126. maddesinde de belirtildiği üzere duraksamaya yol açmayacak bir şekilde müştekinin şahsına yönelik olduğunun anlaşılamaması ve dolayısıyla matufiyet şartının olayda gerçekleşmediği anlaşıldığından, mercii tarafından itirazın reddine dair verilen karar yerinde görülmekle, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar vermek gerekmiştir.” açıklamalarına yer vererek, bu durumda “matufiyet” şartının gerçekleşmediğine hükmetmiştir. Karara konu olayda; mağdurun isminin açıkça zikredilmemiş olması ve ilgili cenaze töreni fotoğrafında birden fazla kişinin bulunması durumları karşısında, TCK m.126’nın “eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa,” şeklinde katı bir şart da getirdiği gözönünde bulundurulduğunda, kararın isabetli olduğu ve somut olayda “matufiyet” şartının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi 01.07.2015 tarihli, 2015/4274 E. ve 2015/3760 K. sayılı kararında ise; “Katılanın müdür olarak görev yaptığı okulun kantin görevlisi olan sanığın, aynı okulun öğrencisi olan tanık G...'in facebook hesabında paylaştığı sizin okul müdürü de gözlüklü veya kel mi şeklindeki gönderinin altına "bizim müdür o Ç......" şeklinde hakaret içerikli sözler yazması biçimindeki eyleminde, sanığın bu sözleri kime hitaben yazdığı hususundaki çelişkili beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, bu sözlerin katılanın şahsına yönelik bulunduğunun anlaşılması karşısında, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine TCK'nın 126. maddesinde belirtildiği şekilde mağdurun isminin açıkça belirtilmemiş olması ve söylenen sözün mağdurun şahsına yönelik bulunduğuna dair duraksanmayacak bir açıklık bulunmadığı şeklindeki yerinde olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi,” ifadelerine yer vererek, somut olayda “matufiyet” şartının gerçekleştiğine ve mağdurun belirlenebilir olduğuna kanaat getirmiştir. Bu karardaki somut olayda hakaret içerikli cümlede herhangi bir kimsenin ismi veya soyadı açıkça kullanılmamış olsa da, kantin görevlisinin kendi çalıştığı okuldaki müdürü kastettiğinin açık olması, ilgili okulda da müdürlük görevinde bulunan tek bir kişi bulunması karşısında, hakaret fiilinin herhangi bir başka kişiye de yöneltilmiş olabileceğine dair herhangi bir ihtimal bulunmadığından, burada “matufiyet” şartının gerçekleştiği değerlendirmesi kanaatimizce de isabetlidir.

Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK m.299’da, genel hakaret suçunu düzenleyen TCK m.125’in devamında yer alan “Mağdurun belirlenmesi” başlıklı m.126’da olduğu gibi bir hükme yer verilmediğinden, Cumhurbaşkanına hakaret suçu yönünden TCK m.126’nın ve “matufiyet” şartının aranıp aranmayacağı sorusu akla gelebilir. Her ne kadar; TCK m.125 ila 131’de düzenlenen hakaret suçu hükümlerinin Cumhurbaşkanına hakaret suçuna da uygulanabileceğine dair TCK m.299’da hüküm olmasa da, failin ifade hürriyeti bakımından koruyuculuk özelliği taşıyan “matufiyet” şartının gerçekleşip gerçekleşmediğine Cumhurbaşkanına hakaret suçunda da bakılması gerekir. Ancak karşı düşünce; Cumhurbaşkanına hakaret suçunun devletin başı kabul edilen Cumhurbaşkanına hakaret yönünden özel suç tipi olarak düzenlendiği, bu nedenle TCK m.125 ila 131’in Cumhurbaşkanına hakaret suçunda uygulama alanı bulamayacağı şeklinde ileri sürülebilir. Bu düşünceye katılmamaktayız, çünkü hakaret suçunun unsurları bakımından TCK m.299’da açıklama olmadığı, fakat TCK m.125’de hakaret suçunun unsurlarının gösterildiği, Cumhurbaşkanına hakaret suçunun unsurları itibariyle TCK m.125’e bakıldığı, bu nedenle “matufiyet” şartı bakımından da TCK m.126’nın uygulanabileceği kanaatindeyiz. Bu düşüncemizin kıyas veya kıyasa varan yorumla da ilgisi yoktur, düşüncemiz fail aleyhine kıyas veya kıyasa varan yoruma da yol açmaz.

Hakaret içerdiği iddia edilen sözlerle ilgili olarak “matufiyet” şartının gerçekleşip gerçekleşmediği hususuna yalnızca ceza mahkemelerince suç değerlendirmesi yapılırken bakılmamakta, bu husus hakaret içerikli sözler sebebiyle görülen hukuk yargılamalarında da ele alınmaktadır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 22.11.2018 tarihli, 2016/13407 E. ve 2018/7257 K. sayılı kararında;Matufiyet kelime anlamı olarak, ‘yöneliklik, yönelmiş olmaklık’ olarak tarif edilmektedir. Özellikle kişilik haklarına saldırı nedeniyle tazminat istemini içeren davalarda söz konusu olan matufiyet şartı, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza girmiştir. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir. Matufiyet yargısal kararlarda yayın ile şeref ve haysiyetine veya özel yaşamına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir koşul olarak tarif edilmiş, matufiyetin varlığını kabul için o yayında veya konuşmada, ya kişinin adından açıkça söz edilmesi ya da konumunun, sıfatının gösterilmesi veya bunlardan söz edilmese dahi yayın içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, sözlerin ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması şartları aranmıştır. Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa, hem isim zikredilmiş, hem de hakaret vaki olmuş sayılır.” ifadelerine yer vererek, “matufiyet” hususuna açıklık getirmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere; “matufiyet” şartı hakaret içerikli sözler sebebiyle yalnızca ceza yargılamasında dikkate alınmakla kalmamakta, aynı şekilde hukuk yargılamalarında da bu şartın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti önem arz etmektedir.

III. Matufiyet Şartı ile Eleştiri Hakkı ve İfade Özgürlüğü Değerlendirmesi İlişkisi

Hakaret suçunda “matufiyet” hakaret fiilinin yöneltildiği kişi veya kişilerin, yani suçun mağdurunun belirlenebilmesini ifade ederken, eleştiri hakkı ise ifade özgürlüğü kapsamında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin hakaret suçunun yöneltildiği kişinin sıfatına göre hakaret suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin belirlediği kriterler çerçevesinde yaptığı değerlendirmedir.

Hakaret suçunun oluşup oluşmadığı tespit edilirken, bu değerlendirmelerden mağdurun belirlenmesi değerlendirmesine öncelik verilmelidir. Aşağıda açıklayacağımız üzere İHAM’a göre; ifade özgürlüğü kapsamında hakaret fiilinin yöneltildiği kişinin sıfatı önem arz etmekte olup, örneğin bir ifadenin herhangi bir kimseye yöneltilmesi durumu ifade özgürlüğü kapsamında görülemeyecekken, aynı ifade siyasi bir kişiliğe yöneltildiğinde ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında değerlendirilebilecektir. Bu sebeple; hakaret suçunun oluşup oluşmadığı değerlendirmesi yapılırken önce “matufiyet” değerlendirmesi yapılmalı, yani hakaretin kime yöneltildiği tespit edilmeli, bu tespit yapılabiliyorsa sonrasında hakaretin yöneltildiği kişinin kim olduğu ve sıfatı dikkate alınarak eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında suçun oluşup oluşmadığı ile ilgili değerlendirme yapılmalıdır. Mağdurun belirlenemediği, bu sebeple “matufiyet” şartının gerçekleşmediği durumda zaten ortada hakaretin yöneltildiği belirli veya belirlenebilir bir mağdur bulunmadığından hakaret suçunun varlığından söz edilemeyecek, dolayısıyla suçun oluşup oluşmadığı ile ilgili olarak eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında bir değerlendirmenin yapılmasına gerek kalmayacaktır. Buna karşılık; mağdurun isminin hakaret ifadesinde açıkça yer aldığı veya yer almamakla birlikte suçun mağdurunun TCK m.126 kapsamında belirlenebildiği hallerde, bu belirleme yapıldıktan sonra mağdurun sıfatına göre hakaret suçu ile ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı arasında bir denge oluşturularak somut olayda hakaret suçunun oluşup oluşmadığı ile ilgili değerlendirme yapılmadır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 15 Haziran 2021 tarihli, 19165/19 başvuru numaralı Ömür Çağdaş Ersoy/Türkiye Kararında; “Mahkeme ayrıca, kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının değerlendirilmesiyle ilgili olarak, sıradan şahıslar ile kamusal bağlamda hareket eden kişiler arasında bir ayırım gözetilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır (yukarıda anılan Couderc ve Hachette Filipacchi Associés, §§ 117 ve ardından yapılan atıflar). Mahkeme, somut olayda doğrudan ön planda bir siyasetçi olan Başbakanın şahsını hedef alan bir eleştirinin söz konusu olduğunu gözlemlemektedir (Tuşalp/Türkiye, no. 32131/08 ve 41617/08, § 45, 21 Şubat 2012). Mahkeme, bu konuda kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının, siyasetçi sıfatı hedef alınan bir siyasetçi bakımından sıradan bir vatandaşa göre daha geniş olduğunu hatırlatmaktadır: siyasetçi, sıradan bir vatandaştan farklı olarak, kaçınılmaz ve bilinçli bir şekilde, hem gazeteciler hem de vatandaşlar tarafından eylemlerinin dikkatli bir şekilde izlenmesine maruz kalır ve bu nedenle, daha fazla hoşgörü göstermelidir (Uzan/Türkiye, no. 30569/09, § 40, 20 Mart 2018).” açıklamalarına yer vererek, eleştiri hakkının siyasilere karşı yöneltilen ifadelerde sıradan vatandaşlara göre daha geniş yorumlanması gerektiği kanaatinde olduğunu ortaya koymuştur. Yüksek Mahkeme aynı kararın devamında; “Bu içtihatlara göre, kabul edilebilir eleştirinin sınırları, sıradan bir vatandaşa göre, siyasetçi kimliği hedef alınan bir siyasetçi için daha geniştir. Mahkeme bu bağlamda, daha önce hakaret konusunda özel kanunla artırılmış bir korumanın, ilke olarak, Sözleşme ruhuna uygun olmadığına karar verdiğini hatırlatmaktadır (Colombani ve diğerleri/Fransa, no. 51279/99, § 69, AİHM 2002‑V, yukarıda anılan Otegi Mondragon, § 55 ve Önal/Türkiye (no. 2), no. 44982/07, § 40, 2 Temmuz 2019). Ayrıca, devlet kurumlarını temsil eden kişilerin, kurumsal kamu düzeninin garantörleri olarak yetkili makamlar tarafından korunmaları, tamamen meşru olsa da, Mahkeme, bu kurumların işgal ettiği baskın konumun, yetkililerin ceza yolunun kullanımında itidal göstermelerini gerektirdiğini hatırlatmaktadır (yukarıda anılan Otegi Mondragon, § 58).” ifadelerine de yer vermiştir.

Bu değerlendirmelerden, hakaret teşkil ettiği iddia edilen fiilin yöneltildiği kişinin kim olduğunun ve sıfatının İHAM’a göre önem teşkil ettiği sonucuna varılmaktadır. İHAM’a göre, ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında bir ifadenin hakaret teşkil edip etmemesi ile ilgili olarak yapılacak değerlendirmede ifadenin yöneltildiği kişinin sıfatı ve görevinin önemi bulunmaktadır. Bu sebeple; hakaret suçunun oluşup oluşmadığı ile ilgili olarak değerlendirme yapılırken ilk olarak “matufiyet” şartının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmalı, yani mağdur tespit edilmeli, mağdurun tespit edilmesi mümkün oluyorsa o takdirde artık mağdurun sıfatına göre suçun oluştuğu veya hakaret teşkil ettiği iddia edilen sözlerin ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında kaldığına ilişkin belirleme yapılmalıdır.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; İHAM bu husus yanında hakaret teşkil ettiği iddia edilen ifadenin maddi olgu isnadı olup olmaması ile değer yargısı olması konularını da ayırmakta, buna göre değerlendirme yapmaktadır. Anayasa Mahkemesi; İHAM’ın bu konuda ortaya koyduğu değerlendirmelere kararlarında yer vermekte, maddi olgu isnadı içeren ifadeler ile değer yargısı niteliğinde olan ifadeler arasında dikkatli bir ayırım yapılması gerektiğini, maddi olguların ispatlanmasının mümkün olabileceğini, ancak değer yargılarının doğruluğunun ispatlanmasının mümkün olmadığını belirtmektedir[5]. İHAM; değer yargılarının doğruluğunun ispatlanmasını istemenin yerine getirilmesi imkansız bir talep olduğunu, kişiye böyle bir yükümlülük yüklemenin doğrudan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesi ile korunan ifade özgürlüğü hakkının temel bileşeni olan görüş sahibi olma özgürlüğünü ihlal edeceğini düşünmektedir[6]. Ancak bununla birlikte İHAM; bir açıklamanın değer yargısı düzeyine ulaşması hallerinde dahi, kendisini destekleyen hiçbir olgusal temeli olmayan değer yargıları aşırı görülebileceğinden, müdahalenin orantılılığının tespitinde değer yargısı teşkil eden sözlerin de yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına bakılabileceğini ifade etmektedir[7].

Esas inceleme konumuza dönecek olursak, bu konuyu daha da açığa kavuşturmak için Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.2022 tarihli kararına yer vermemiz gerekmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 20.10.2022 tarihli, 2020/18-82 E. ve 2022/653 K. sayılı kararında yaptığı değerlendirmede; “Çanakkale Valilik Makamına sunulan 13.01.2014 tarihli dilekçeye istinaden ‘Yolsuzluk, yoksulluk, hukuksuzluklar, yasaklar, yüzsüzlük, hırsızlık, yalan, talan, ve kirliliğe karşı Çanakkale direniyor! adı altında düzenlenen gösteri yürüyüşü ve açık yer toplantısı sırasında, Sanık Güngör Güler’in, ses sistemi donanımlı araç ile topluluğun yanında seyir halinde iken ‘Hırsız var!’ şeklinde slogan attığı; sanık Sinan Şen’in megafonla diğer sanıklar Salih Ersoy ve Engin Ayfer’in ise bağırarak, aynı şekilde ‘Hırsız var!’ şeklinde slogan attıkları hususunda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında uyuşmazlık bulunmayan olayda;” açıklamasına yer vererek, somut olayda bu ifadelerin Başbakan olarak görev yapan katılana yönelik olduğuna ilişkin duraksamaya yer vermeyecek bir belirleme yapılamadığından, kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığına hükmetmiştir. Karara konu olayda Ceza Genel Kurulu; “Hırsız var!” şeklinde olmayıp “Hırsız Tayyip!” şeklinde slogan atan iki kişi hakkında verilen hükmün açılanmasının geri bırakılması kararlarının değerlendirme kapsamında yer almadığını, olayda diğer sanıklar olarak yer alan kişilerin ise yalnızca “Hırsız var!” ifadesini kullanıp herhangi bir isim zikretmemeleri sebebiyle bu sözler açısından “matufiyet” şartının gerçekleşmediğine karar vermiştir. Dolayısıyla; kararda ilk olarak “matufiyet” şartına bakılmış ve herhangi bir mağdur belirlenemediği için, kullanılan ifadelerin yöneltildiği kişi dikkate alınarak ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında yer alıp almadığı şeklindeki ikinci değerlendirmeyi yapmaya gerek kalmamıştır.

Bu konu ile ilgili olarak benzer yönde olan Anayasa Mahkemesi’nin 16.03.2022 tarihli, 2016/5921 başvuru numaralı Ayhan Algül ve diğerleri kararına da değinilmesi gerekmektedir. Karara konu olay, başvurucuların, başbakanın katıldığı iktidar partisine ait bir seçim mitingi sırasında astıkları pankartta yer alan “Hırsız Katil Defol AKP” şeklindeki ifadeler nedeniyle kamu görevlisine hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalıdır. Yargılamayı yapan mahkeme, pankarttaki ifadelerle kastedilen kişinin başbakan olduğuna kanaat getirmiş ve bu nedenle “matufiyet” şartının gerçekleştiğinden bahisle hakaret suçunun oluştuğu sonucuna varmıştır. Buna karşılık yapılan bireysel başvuru sonrası Anayasa Mahkemesi ise kararında; “Eldeki başvuruda ise ilk derece mahkemesi anılan pankartta geçen ifadelerin muhatabının başbakan olduğu değerlendirmesinde bulunarak mahkûmiyet kararı vermiştir. İlk derece mahkemesi gerekçeli kararında bu sonuca ne şekilde ulaştığına dair bir açıklama yapmamıştır. Başvurucular ise gerek Mahkemedeki savunmalarında gerekse bireysel başvuru formunda anılan ifadeleri AK Partiye yönelik olarak kullandıklarını beyan etmişlerdir. Bu durumda ilk derece mahkemesinin anılan ifadelerin muhatabının başbakan olduğu sonucuna ulaşması, ancak başvurucuların pankartta kullandıkları sözlere başvurucuların iddialarının ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Söz konusu ifadelerin muhatabının başbakan olduğuna dair herhangi bir veri bulunmamaktadır. Dolayısıyla, başvurucuların kullandığı ifadelere onların verdikleri anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemelidir (benzer değerlendirmeler içeren birçok karar arasından bkz. Ergün Poyraz (2), § 72; Tansel Çölaşan, § 69; Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 50). Aksinin kabulü kamusal tartışmaları zorlaştıracak, bir ülkede demokrasinin varlığı konusunda turnusol kâğıdı işlevi gören ifade özgürlüğünün varlığını tartışılır hâle getirecektir. Bu nedenle Deniz Karadeniz ve diğerleri kararında belirtilen değerlendirmelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.” açıklamalarıyla, başvuruya konu olayda kullanılan ifadelerin başbakana yönelik olarak sarf edildiğinin kesin bir şekilde ortaya koyulamadığı kanaatine varmıştır. Bu takdirde; TCK m.126’da mağdurun belirlenmesi için öngörülen “eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa” şartının gerçekleştiğinden bahsedilemeyeceğinden, ortada mevcut bir hakaret suçunun olduğundan söz edilemeyecektir. Kanaatimizce; Yüksek Mahkeme burada hakaret içerikli sözlerle kastedilen kişinin başbakan olduğu tespite varsaydı, TCK m.126’daki şartın gerçekleştiğine karar vermesi sonrasında ilgili ifadelerle kastedilenin Başbakan olması sebebiyle bu tespit sonrasında İHAM’ın ortaya koyduğu kriterler çerçevesinde bu ifadelerin ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkından yararlanıp yararlanamayacağı değerlendirmesini yapacaktı.

Gerek İHAM’ın belirleyip uyguladığı kriterler ve gerekse buna uygun içtihat geliştiren Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmeleri gereğince; ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında hakaret suçunun oluşup oluşmadığı tespit edilirken hakaret içerikli sözlerin kime yöneltildiği önem arz etmekte, bu konuda kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının siyasetçi sıfatı hedef alınan bir siyasetçi bakımından sıradan bir vatandaşa göre daha geniş olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle; hakaret suçu iddiasına konu kararlarda değerlendirme öncelikle “matufiyet” yönünden yapılmalı, bu tespit edildikten sonra hakaret sözünün yöneltildiği kişi dikkate alınarak ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında kullanılan ifadelerin kabul edilebilir eleştiri sınırları kapsamında yer alıp almadığı değerlendirilmelidir.

IV. Sonuç

TCK m.126 hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, TCK m.125’de tanımlanan hakaret suçunun oluşabilmesi için hakaret teşkil ettiği iddia edilen söz ve ifadelerde mağdurun ismine açıkça yer verilmesi gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Hakaret teşkil ettiği iddia edilen, ancak içeriğinde herhangi bir mağdur ismine yer verilmeyen sözlerle ilgili olarak “matufiyet” bulunmadığından bahisle suçun oluşmayacağı yönünde doğrudan bir değerlendirme yapılması hatalı olacak, TCK m.126 gereğince hakaret teşkil eden ifadede mağdurun ismi açıkça zikredilmemiş olsa bile, sözlerin kapsamında ve bütünlüğünde belirli bir kimseye yöneltildiğine dair duraksanmayacak şekilde bir kesinlik varsa mağdurun belirli olduğu ve hakaretin açıklanmış olduğu kabul edilecektir.

Bunun yanında dikkate edilmesi gereken husus, TCK m.126’da “eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa,” ibaresine yer verilmesidir. Kanun koyucunun bu hükümde “duraksanmayacak bir durum varsa” ifadesine yer vermesi, bu konuda kesin bir tespit yapılmasını istediğini, mağdurun ismi zikredilmeden gerçekleştirilen hakaret içerikli ifadelerde veya sözlerde mağdurun tespiti ile ilgili varsayımsal, ihtimale dayalı, soyut bir değerlendirme yapılmaması gerektiğini ortaya koyduğunu göstermektedir. Bu sebeple; hakaret sözünün yöneltilmiş olabileceği mağdur ile ilgili olarak her somut olayın kendi özelliğine göre değerlendirmesi yapılmalı, ancak ifadenin yalnızca belirli bir kişiye yöneltildiğinde kuşku ve duraksama bulunmayan hallerde bu şartın gerçekleştiği kabul edilmelidir. Kullanılan ifadede mağdur ismi zikredilmeyip, yöneltildiği kişi konusunda en ufak bir tereddüt bulunması durumda “matufiyet” şartının yerine getirilmediği kanaatine varmak gerekmektedir.

Tüm bunların yanında hakaret suçunun oluşup oluşmadığı değerlendirmesinde İHAM tarafından belirlenen ve Anayasa Mahkemesi’nce de benimsenip uygulanan ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamındaki kriterler uyarınca, hakaretin yöneltildiği kişinin sıfatına göre yapılacak değerlendirmenin sonucu değişiklik gösterebileceğinden, öncelikle “matufiyet” şartı tespit edilmeli, bu şartın yerine geldiği somut olayda tespit edilebiliyorsa ve mağdurun kim olduğu duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenebiliyorsa, o takdirde artık hakaretin yöneltildiği kişinin sıfatı ve görevi dikkate alınarak ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkı çerçevesinde değerlendirme yapılmalıdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Cem Serdar

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------------

[1] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hasan Sınar, Hakaret, Özel Ceza Hukuku, c.III., Hürriyete, Şerefe, Özel Hayata, Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar, On İki Levha Yayıncılık, 1. Baskı, İstanbul, 2018, s.425. Aktaran: Sahir Erman, Çetin Özek, Ceza Hukuku Özel Bölüm-Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul, 1994, s.s.255, Ali Parlar, Muzaffer Hatipoğlu, Hakaret Suçları ve Tazminat Davaları, Ankara, 2008, s.2.

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hasan Sınar, a.g.e., s.432, 433.

[3] Ersan Şen, Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, Vedat Kitapçılık, 1. Baskı, 2006, İstanbul, s.550.

[4] Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu - Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi 3. Cilt, Adalet Yayınevi, 1. Baskı, 2021, Ankara, s.4704, 4705.

[5] Deniz Karadeniz ve Diğerleri, B. No: 2014/18001, 06.02.2020.

[6] Deniz Karadeniz ve Diğerleri, B. No: 2014/18001, 06.02.2020.

[7] Deniz Karadeniz ve Diğerleri, B. No: 2014/18001, 06.02.2020.