Sabahattin Ali’nin babası; Trabzon’un Of ilçesinden Alay Emini Salih Efendi ve Kafkasya asıllı Saniye Hanım’ın ilk çocukları Ali Selahattin Bey’dir. Annesi ise; Bandırma’nın Yortan köyünden alaydan yetişme Mülazım Mehmet Ali Efendi ile Hatice Hanım’ın ilk çocukları Hüsniye Hanım’dır.

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde babası Yüzbaşı Selahattin Ali Bey’in görev yeri olan Edirne Vilayeti’nin Gümülcine Sancağı’na bağlı Eğridere köyünde dünyaya gelir.

Babası Ali Selahattin Bey, dönemin entelektüel kesiminden olan Tevfik Fikret ve Prens Sabahaddin'le olan dostluğundan dolayı çocuklarına bu kişilerin isimlerini vermeyi düşünmekteydi ve bu doğrultuda ilk oğluna Sabahattin, ikincisine ise Fikret ismini vermiştir.

Hayatı, yaşadığı sıkıntılar, fikirleri, kendisi gibi Türk edebiyatı ve fikir hayatına yön veren dostları ile yazışmaları, siyasi baskılarla kendine karşı açılan davalar, kapatılan gazeteleri, yılmadan her kapatmanın akabinde yeni bir isimle güce karşı dalga geçer tarz da isimlerle siyasi mizah gazeteleri çıkarması, yargılamaları, onu ölüme götüren gelişmeler, katledilmesinin ardındaki hala tam olarak dağılmamış sis perdesi her biri ve her yazısı ayrı incelemelere konu olacak niteliktedir.

Sabahattin Ali her türlü tahakküme, adaletsizliğe, bürokrasinin yapaylığına, sözde ahlaklı eşraf altında ezilip sömürülmeye kalemiyle karşı durmuştur.

Of’lu bir dedenin torunu olması hasebiyle “Tirek Allah’a bağlı olduğu” için olsa gerek!; özellikle ölümünden birkaç yıl öncesinden itibaren yazdığı yazılarda siyasi iktidara karşı (Milli Şef! dönemi) cesurca ve pervasız bir dil kullanmıştır.

  Bu dönemde yazılarından birkaçını aşağıda aynen aktarıyorum;

NE ZOR ŞEYMİŞ! (1)

Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika'ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.

Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.

Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartıman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.

Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: "Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor..."

Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hattâ bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?

Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.

(1) : Ali Baba, (1), 25 Kasım 1947 – Sabahattin Ali

ADALET (2)

Geçenlerde vefat eden çok kıymetli Yargıtay Başsavcısı, bir gün şöyle demişti: "Bir memleketin ordusu bozuk olabilir, harbe girmedikçe bu meydana çıkmaz; maarifi bozuk olabilir, bunun acısı da ancak aradan bir nesillik bir zaman geçince kendini gösterir; iktisadiyatı bozuksa, millet uzun seneler süren bir sefalet içinde sürüklenir gider. Ama bir memlekette adalet bozulursa, halk adalete inanmamaya başlarsa, anarşi hemen kendini gösterir, herkes hakkını kendi aramaya kalkar ve o insan cemiyeti derhal dağılmaya, batmaya mahkûmdur."

Henüz bu hale gelmedik. Henüz bu memlekette kanunlardan ve vicdanlarından başka hiçbir yerden emir almayan hâkimlerimiz var. Yedi sekiz ay önce Yargıtay’ın verdiği bir kararı dinledim. Birkaç hürriyet kahramanı aleyhinde verilmiş olan bir hükmü Yargıtay bu kararıyla bozuyordu.

Ufakça bir odada, çıplak bir tahta masanın etrafında oturan beş tane yaşlı baş, hükümetin diş gıcırdattığı bu gazetecileri kurtarıyor, derhal serbest bıraktırıyordu. Bu beş ak saçlı adam, o anda, polisi, jandarması, valileri ve

her türlü teşkilâtıyla hükümetten, devletten çok daha kuvvetliydi. Onları böyle kuvvetlendiren şey de, insan cemiyetinin temel taşı olan ADALET idi.

Halk düşmanları, insanlık düşmanları, kendileri için bir tehlike saydıkları adaletin de elini kolunu bağlamaya, onu da kendilerine uşak yapmaya çabalıyorlar.

Ama bu memlekette henüz adalet var. Namuslu insanlar yalnız bu adalette kendilerine bir destek görüyor, bu boğucu hava içinde ona güvenerek bir parça rahat nefes alabiliyorlar.

Ve bir adalet mevcut oldukça, bu memleketin istikbalinden ümidi kesmiyoruz. Halk Partisi'nin iktidarı daha bir müddet devam etse bile.

(2) : Markopaşa, Adalet (15), 17 Mart 1947 – Sabahattin Ali

NE İSTİYORUZ? (3)

"Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir' deki ortak tüccar, İstanbul'daki ahbap milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun.

Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Bu iş incelenirken, koltuğuna ısınmış beş on hazır yiyicinin menfaati, keyfi değil, milletin hayrı düşünülsün. Ve insanları sahiden insan eden o en büyük nimet: hürriyet, riyakar ağızlarda "adam avlama yemi" olarak kullanılmasın.

Biz istiyoruz ki, şu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar, hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Bir karış toprağımıza, bir tek vatandaşımıza bile göz dikilmesin. İster orduya dayanarak, ister bankaya dayanarak, ister dost görünerek, ister düşman görünerek, bu topraklarda kendi çıkarlarına yerleşmeğe uğraşanlara yüz verilmesin. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölece peşinden gitmek değil, bu milletin selametini en iyi sağlayacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.

İşte biz sadece bunları istiyor ve böyle düşünüyoruz. Eğer böyle düşünmek ve bunları istemek bir suçsa, hemen haber versinler, bu suçu işlemekten, yazmaktan, söylemekten vazgeçelim.

Yok, bunlar suç değilse, o zaman bize açık veya sinsi yollardan kahpece vurmaktan vazgeçsinler. Çünkü namuslu insanlar, kendine güvenen insanlar, haklı olduğuna inanan insanlar, bu kadar kirli yollardan gitmeye lüzum da görmezler, tenezzül de etmezler. "

(3) : Markopaşa, (10), 10 şubat 1947 – Sabahattin Ali

GENÇ ARKADAŞ (4)

Yurdunu, milletini dünyada her şeyin üstünde tut. Bütün varlığını, bu toprakları şenlendirmek, bu topraklar üstünde yaşayan insanların yüzünü güldürmek yolunda harca.

Birbirini boğazlamadan yaşamak isteyen bütün insanlara dostluk göster; kendi menfaatleri için dünyayı kana bulamak isteyenlere inanma. Bunları insanlığın, yurdunun ve milletinin düşmanı say.

Yurduna açık veya gizli yollardan girmek ve yerleşmek isteyen yabancılara yüz verme. Seni sömürmek ve köle etmek isteyen böyle düşmanlara karşı kafanla, kaleminle, gerekirse kanınla mücadele et. Bu millete dayanmadıkları için, herhalde yabancı bir devlete dayanmak lâzım olduğuna seni inandırmak isteyenlerin sözlerine kanma.

Müdafaa edilecek fikirleri olmadığı için her türlü fikre düşmanlık edenleri ve etraflarına sadece kabiliyetsiz, cahil sürüler toplamak isteyenleri arana sokma.

Seni maceralara sürüklemek isteyen gafillere yüz verme. Bu milletin bin bir yarasına merhem olmayı bir yana bırakıp dipsiz maceralar peşinde, yabancı ülkeler zapt etmek hülyalarıyla halkı kırdırmak, bu arada külah kapmak isteyen vicdansızların parlak sözlerine kulak asma. Çünkü sen, büyüklük delisi zevzeklerin, Hitler kâhküllü kaçıkların oyuncağı olamayacak kadar ağırbaşlısın.

Ve hele her şeyin başında, seni aldatarak alçakça işlere oyuncak etmek isteyen düşmanınla, sana hakikati söyleyen dostunu birbirinden ayırmasını bil!

Bunu senin zekândan ve namusundan bekleriz.

(4) : Merhumpaşa, (1), 26 Mayıs 1947

“İnsanların toplu halde yaşayabilmeleri için ilk şart olan hak ve adalet kaidelerini bile kendi iğrenç arzularına âlet ederek, aralarında yaşadıkları insan cemiyetini korkunç bir düzensizliğe sürüklemeye çalışanlara lânet olsun...” (5)

(5) : Markopaşa, Lânet olsun  (14), 10 Mart 1947 – Sabahattin Ali

“İhtiyarladığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim.

Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım.

Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi.

Hep genç kalacağım…” (6)

(6) Sabahattin Ali (1907-1948): 1922 ila 1948 yılları arasında, Kendisine yazılan mektuplarla Sabahattin Ali’nin yazdığı mektupların ve resmi yazışmaların derlendiği “Hep Genç Kalacağım” isimli kitabın arka kapağında geçen ifade.)

Kitabın kapağındaki, Sabahattin Ali’nin “Hep Genç Kalacağım” sözünün peşine düştüm, ne zaman yazmış bu sözü kime yazmış…?

Bu sözü aynı isimli mektuplarının derlemesi olan kitabın arka kapağında görmüştüm. Kitaba hızla bir göz attım bu sözün hangi mektupta ve kime karşı yazılmış olduğunu göremedim.

Hazırladığım bu yazıda kullanacaktım ama Sabahattin Ali bu kelamları kime etmiş? hangi tarihte demiş? bunu bulmam lazımdı.

Tekrar taramaya başladım ama bu defa mektupları adam akıllı okuyarak… Bu ifadelerin son mektuplarda olduğunu hissediyorum ama yine de baştan mektupları okudum. Mektupların, çok latif ve keyifli bazen de hüzünlü, bazen cümlelerinde tatlı bir kavga ve mektubun sonunu mevzuyu tatlıya bağlayarak bitiren, bana “böyle güzel ifadeler içeren, meramımı en güzel şekilde ifade eden, karşıdakinin meramını anladığımı gösteren bu mektuplardaki gibi mailler atabilsem keşke..” dedirten bir dili vardı.

Evet aradığım ifadeler son mektuplardaymış ve eşi Aliye Hanım’a yazdığı mektupta geçiyormuş bu ifadeler.

 Kitabın 504. sayfasında rastladım bu satırlara. Eşi Aliye Hanım’a yazdığı 1/XII/1947 tarihli ( S.Ali mektupta “Dün beraat ettim ve tahliye edildim” demektedir 30 Aralık’ta mahkemeye çıkarılıp serbest bırakıldığı için mektubun tarihinin 31 Aralık 1947 veya 1 Ocak 1948 tarihli olacağı şerhi düşülmüş.) mektubunda geçen ifadeler şöyle;

“Sinirlerimi merak etme. Bilirsin ki demir gibidir, ama demir gibi kalmaları için ara sıra kimse görmeden, sizin yanınızda sinirlenebilmeliyim.

 İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim.

Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım.

 Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi.

 Hep genç kalacağım…”

2 Nisan 1948’de Kırklareli’nde bir oyunla tuzağa çekilerek katledilmesinden 3 ay önceye ait bir mektupta geçiyormuş yani bu ifadeler…

İçine doğmuş sanki hep genç kalacağı…

Bu arada Sabahattin Ali’nin 25’li yaşlardan itibaren saçları beyazlamış. 41 yaşında saçları tamamen bembeyaz olmasına rağmen kendisini GENÇ olarak görmesi de ayrı bir güzel.

Ortaya koyduğun fikirler, sorunlar ve çözüm önerilerin bugün de halen güncelliğini koruyorsa, 80-100 yıl önce yazdıkların, sanki bugün yazılmış bir köşe yazısıymış hissi veriyorsa, dediğin gibi (resimlerindeki halinle, asaletle ve onurla) hep genç kalmışsın işte Sabahattin Ali... Kasım 2019

Kaynaklar:

1. Sabahattin Ali, Hep Genç Kalacağım, Bütün Yapıtları Mektup, Hazırlayan: Sevengül Sönmez, Yapı Kredi Yayınları, 7. Baskı, Temmuz 2017

2. Sabahattin Ali, Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, Bütün Yapıtları Yazılar, Hazırlayan: Hikmet Altınkaynak, Yapı Kredi Yayınları, 14. Baskı, Şubat 2017

3. Sabahattin Ali, Anılar, İncelemeler, Eleştiriler, Hazırlayanlar: Filiz Ali – Ali Özkırımlı - Sevengül Sönmez, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, Temmuz 2014