Gelişen teknolojik imkânlar ile birlikte devlet organlarınca, kamu güvenliğinin tesisi amacıyla kamuya açık alanlara kurulan görüntü kayıt sistemleri vasıtasıyla kitlesel gözetleme, izleme, kaydetme faaliyeti yapılmaktadır. Üstelik söz konusu faaliyetler gerektiğinde kalabalık içerisindeki bir birey üzerinde de icra edilebilmektedir.

Türkiye’de Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) olarak bilinen Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) sistemi, bir güvenlik uygulaması olarak emniyet birimlerinin güvenlik sistemine ilk olarak 2001 yılında Diyarbakır’da Araç Takip ve Suç Analizi Uygulaması amacıyla kurulmuş, Ankara, Mersin, İstanbul, İzmir, Antalya’da kurulması planlanarak geliştirilmesi amaçlanmış, en kapsamlı haliyle 2005 yılında 12 alt birimden oluşan bir entegre sistem olarak İstanbul’da kurulmuştur.[1] Yani öncelikle büyük şehirlerin ana caddelerinde ve meydanlarında kullanılmaya başlanmıştır. MOBESE sistemi her ne kadar başlangıçta araç takip amacıyla kurulmuş olsa da günümüzde birçok alt birimden oluşmaktadır. Bu nedenle MOBESE sisteminin günümüzde mobil izlemeden de öteye geçtiği gerekçesiyle “optik ve teknik araçlarla veri toplanması” olarak ifade edilmesi gerektiği düşünülmektedir.[2]

Günümüzde açıları değişebilen ve görüntü almaları yanında çevresindeki sesleri de kayıt altına alabilen kameralarının sayıları o kadar fazlalaşmıştır ki, kameraların olmadığı bir yerde bulunmak büyük şehirlerde yaşayanlar için neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Söz konusu sistemin suçun önlenmesi / suçun aydınlatılması ve trafiğin denetiminde kullanıldığını söyleyebiliriz. Günümüzde de MOBESE sistemi, devletin önemli bir güvenlik politikası haline gelmiştir. Bu güvenlik politikası sisteminin ülkemiz kapsamında faydaları konusunda yeterli bilimsel araştırma yapılmamakla beraber, yasal alt yapısının bulunmaması, temel hak ve özgürlüklere müdahale içermesi, istemin işleyişi konusunda polisin tek otorite olması gibi durumlar eleştirilere neden olmakta bu sebeple de MOBESE sisteminin hukuki olup olmadığının değerlendirilmesinin önem arz ettiği düşüncesindeyiz.

1- KAMUSAL ALANDA GÖZETLEMENİN AMACI

İdari kolluk tarafından MOBESE, önleyici kolluk faaliyetleri çerçevesinde huzur ve güven ortamını korumak, sağlamak, kamu düzenini sağlamaya yönelik faaliyetlerin önüne geçmek, daha tehlike aşamasında olup da zarar verme ihtimali bulunan fiillerin icrasını durdurmak, bu sistemin kullanıldığı alanlarda hukuk kurallarını ihlal eden ve kamu düzenini bozmaya yönelik davranışlara yönelenleri veya icra edenleri tespit edip, delilleri ile birlikte yakalamak ve bu kişiler hakkında gerekli yasal işlemleri yapmak amacıyla kullanılmaktadır.[3]

Ülkemizde genel anlamda MOBESE olarak bilinen kapalı devre televizyon sistemlerinin amaçlarına baktığımızda öncelikli olarak caydırıcılığının olacağı varsayımıyla suçun önlenmesi için kurulduğunu söylemek mümkündür. Örneğin trafikte MOBESE’nin kullanılmasıyla, sürücülerin yakalanma ve ceza alma riskinin daha fazla olduğunu bilmeleri nedeniyle caydırıcı etki söz konusu olduğu söylenmektedir.[4] Kameralı gözetlemenin kullanımına baktığımızda aslında bir yönden suç işlenmesini önleyici etkisinden ziyade suçun kovuşturulmasını kolaylaştırmak ve delil elde etmek amacıyla kullanılmaktadır.

Kanaatimizce izleme amacıyla kurulan kameralar suçun işlenmesini ciddi anlamda önlememekte, sadece suç işlenecek olan mekânın yerinin değişmesini sağlamaktadır. Potansiyel şüpheli ve sanıklar kameralar yüzünden suç işleme düşüncelerinden vazgeçmemekte sadece kameraların bulunduğu ve çektiği alanları göz önüne alarak suçu işleme eğilimine girmektedirler. Yani potansiyel suçlular daha rahat suç işleyebilecekleri yerlere yönelmektedirler. Buna suçun mekânsal olarak yer değiştirmesi denilebilir. Bunun yanında da suç tipinde yer değiştirme söz konusu olabilir. Günümüzde en çok karşılaşılan örneklerden biri, cinsel saldırı suçunu işleyen suçluların geride kalan izleri yok etme amacıyla hareket ederken kameralara takılmamak amacıyla kişileri öldürerek cesetlerini yakmaları veya parçalamaları söz konusu olmaktadır.

Kameralı gözetlemenin bir diğer işlevi de kamu düzeninin sağlanmasıdır. Kamera sistemlerini kamu düzeniyle ilişkisi güvenliği bozucu hareketlerin önlenmesi ve güvenliği bozan kişilerin ortaya çıkarılması yönüyle ortaya çıkmaktadır. Öte yandan, suçun önlenebilmesi için kişiyi suça iten asıl nedenlerle de ilgilenmek gerekir. Ancak söz konusu kamera sistemleri suça neden olan asıl faktörlerle ilgilenmediği için kalıcı bir suç önleme yöntemi olamayacağı ifade edilmektedir.[5]

2- KAMUSAL GÖZETLEME KAVRAMI VE HUKUKİ SINIRLARI

GÖZETLEME KAVRAMI:

Her ne kadar gözetleme kavramı sadece bulunduğumuz döneme ilişkin bir kavram olmasa da devletin toplum ve ülkesi üzerindeki gözetimi olarak adlandırılabilecek olan resmi gözetlemenin etkin bir şekilde kullanılması modernizmin erken dönemleriyle birlikte başlandığı söylenmektedir.[6] Modern dönemin başlarında; devletin sosyal hayatın büyük bir bölümüne müdahale ettiğini ve toplumu istediği şekilde yönlendirmek amacıyla kurallar koyarken, aynı zamanda da koyduğu bu kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek ve öngördüğü bu toplum düzenine aykırı olarak gizli birtakım faaliyetler yürütülüp yürütülmediğini öğrenme amacıyla gözetime ihtiyaç duyduğu görülmektedir.

Jeremy Bentham’ın “Panoptikon” hapishaneleri konumuz kapsamında önem arz eden bir örnektir. Bentham’ın Panoptikon buluşunun güçlü ilişkisi ile “denetim toplumunun simgesi” olarak kabul edilmiştir. 1791'de, Jeremy Bentham tarafından tasarlanan Panoptikon hapishaneler, akıl hastaneleri ve çalışma kampları gibi kamusal alanları gözetlemek maksadıyla ortaya atılmıştır. Merkezi bir kontrol kulesi üzerine inşa edilmiştir. Bu şekilde inşa edilecek olan hapishaneler sekizgen şeklinde bölmelerden oluşur ve kuleden tüm hücreler görünmektedir. Fakat hücredekiler ise, denetim kulesini görememektedir. Kulede hiç kimse bulunmasa bile, mahkumlar gözetlendiklerini düşünür ve bu baskıyı üzerlerinde hissederler.[7]

Jeremy Bentham, görünmeyen gözler tarafından takip edilme düşüncesinin, sosyal düzenin ve kontrolün güçlenmesine yardımcı olacağını savunmuştur. Ne yazık ki artık günümüz de “sürekli gözetleniyorum” hissi toplumun her kesiminde mevcut bulunmaktadır. Modern toplumlarda sadece konulan kurallara uyulup uyulmadığını denetlemek amacıyla gözetim yapılmadığını, devletin gözetim faaliyetinin amaçları içerisinde kamu güvenliği ve menfaatinin de olduğunu belirtmek gerekir.

Geleneksel ve yeni gözetleme arasındaki farkları incelendiğinde; gözetlemenin “şüpheli şahısların izlenmesi” şeklindeki klasik sözlük anlamını kaybettiğini; artık şüpheli olsun veya olmasın herkes veya her şeye uygulanabildiğini söylemek mümkündür.[8]

Gözetleme konusunda önemli çalışmalar yapan David Lyon’un gözetleme tanımına da yer vermek gerekir. Lyon’un Gözetlenen Toplum adlı çalışmasında gözetleme kavramının tanımını “hakkında veri toplananları etkileme veya yönetme amacıyla tanımlanmış ya da tanımlanmamış herhangi bir kişisel verinin toplanması ve işlenmesi[9] olarak yapmaktadır.

Ne yazık ki gözetleme kavramı günümüzde bireyler için normalleşmiş, alışılagelmiş bir hal almıştır. Bireyleri işe giderken izleyen kameralar ve işyerinin içinde bulunan kameralar, işyerine girişte kullanılan elektronik giriş kartları, bireyleri gece sokakta yürürken her an kayda alan kameralar, toplu taşıma araçlarında bulunan kameralar, araba kullanırken hız tespiti yapan kameralar bulunmaktadır. Ancak insanların çoğu bu sistemi zihinlerinde meşrulaştırdıkları için günlük hayatlarının büyük bir bölümünde gözetlendiklerinin farkına varmamaktadırlar.

BİREYLERİN KAMUSAL ALANDAKİ FAALİYETLERİ GİZLİLİK BAKIMINDAN BİR HUKUKİ KORUMA GEREKTİRMEZ Mİ?

İnsanlar sürekli gözetlenme baskısı içinde hareket etmektedirler ve maalesef ki kamusal alanda bulunurlarken gözetlenme durumuna alışmış bulunmaktadırlar. MOBESE sisteminin hukuki boyutunu irdelemek için öncelikle kamusal alana değinmek gerekir. Kamusal alan, devlet organları, görevlileri veya devlet kontrolünde yürütülen resmi bir alan kastedilmektedir.[10]

Öğretide “üç alan teorisi” olarak adlandırılan teoriye göre, kişinin hayat alanı kamuya açık hayat alanı, gizli hayat alanı ve özel hayat alanı olarak üçe ayrılmaktadır. Söz konusu bu üç hayat alanı iç içe geçmiş çemberlere benzetilmektedir. Bu çemberlerin merkezinde dokunulması yasak olan ve mutlak koruma bulan gizli hayat alanı bulunmaktadır. Gizli hayat alanı, kişinin sadece kendisi veya kendisinin belirlediği kişilerle paylaştığı alandır. Bu çemberlerin en dışında ise kamuya açık hayat alanı yer almaktadır. Kamuya açık hayat alanında gerçekleşen faaliyetler ise herkese açık şekilde öngörülmekte ve izlenebilmektedirler. Bu açıdan kamuya açık hayat alanının sınırlarını belirlemek önem arz etmektedir.

Kişilerin kamuya açık hayat alanlarında da özel hayat alanının yer aldığı düşüncesindeyiz. Yani kişilerin kamusal alandaki faaliyetlerinde de makul gizlilik beklentisinin olabileceğini ve bu suretle de kişilerin kamusal alanda bulunmasının kameralarla izlenmelerine açık veya örtülü bir rıza içermediğini düşünüyoruz.

Özellikle bireylerin kamusal alandaki faaliyetleri sırasında kişiliklerini oluşturmaları ve geliştirmeleri söz konusu olduğunda bu alanın da hukuken koruma altına olması gerekir. Bu noktada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesi kapsamında vermiş olduğu kararlar söz konusu asgari standardı oluşturmaya hizmet etmektedir. Mahkeme, kararlarında kamusal bağlamda yapılan birtakım etkileşimlerin de özel hayat kapsamına girebileceğine işaret etmiştir. Mahkeme, Perry / Birleşik Krallık kararında gözaltındaki kişinin kameraya alınması ve görüntüsünün teşhis için kullanılmasını Sözleşmeye aykırı bulmuş ve kamusal alan ile özel hayat alanı ayrımı konusunda bulunulan mekânın mutlak belirleyici bir unsur olmadığını ortaya koymuştur.[11]Mahkeme özel hayata müdahale olup olmadığını değerlendirirken değindiği temel kriter “kişinin özel hayata saygı konusunda makul beklentisi” olup olmadığıdır. Mahkemenin değerlendirmesine benzer olarak Danıştay tarafından verilen bir kararda, hastanenin kamusal alan olarak nitelendirmesiyle birlikte bu alanda da kişilerin özel hayatı olabileceği kabul edilmiştir.[12]

Kanaatimizce, kişinin kamusal alandaki faaliyetlerinin aleni olduğu ve bu nedenle gizlilik bakımından bir koruma gerektirmediği yanlış bir düşüncedir. Aynı zamanda kamusal alanda kişilerin birtakım faaliyetlerde bulunması onların özel hayatın gizliliği hakkından feragat ettikleri anlamına gelmemektedir. Bireyler bulundukları mekânlardan bağımsız olarak özel hayatın gizliliği hakkına sahiptirler. Gelişen teknolojiyle beraber, özel hayatın gizliliği hakkı göz ardı edilerek ve mekânsal bağlamda kamusal alan olarak belirlenen yerlerde gözetlemenin yapılması Anayasa’nın 20. maddesinde düzenlenen ve koruma altına alınan özel hayatın gizliliği hakkına müdahale etmektedir.

3- KAMUSAL ALANDA GÖZETLEMENİN MÜDAHALE EDEBİLECEĞİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

Devletin güvenliği sağlamak, suç işlenmesini önlemek gibi toplum nezdinde kabul edilebilir bir gerekçeyle kamuya açık alanlarda kamera ile yaptığı gözetlemenin insan haklarına uygunluğunun sağlanabilirliği sorunu büyük önem arz etmektedir. Güvenlik ihtiyacı eski dönem toplumlarının devleti kurmalarındaki temel amaçları arasında yer almaktadır. Öğretideki çoğu görüşün aksine, özgürlük ve güvenlik kavramlarının çoğu durumda birbirlerini tamamladığı görüşündeyiz. Özgürlüklerin bulunmaması güvenlik olgusunu sarsabilir ve benzer şekilde, güvenliğin bulunmaması da beraberinde kişilerin özgürlüklerinin yok olması durumunu getirebilir. Demokratik hukuk devletinin esaslı amaçlarından biri özgürlüklerin korunması olmalıdır. Devlet, güvenliği sağlamak amacıyla kişilerin özgürlüklerinden taviz vermelerini beklememelidir. Daha önce de değindiğimiz üzere gözetim kavramı, modern öncesi dönemden beri devletin toplumu denetlemek için kullandığı en temel araçlardan biri olmuştur.

Kamusal gözetleme yapısı gereği temel hak ve özgürlükleri sınırlandırıcı bir doğaya sahiptir. Kamu düzeninin sağlanması, suçun önlenmesi, güvenlik gibi gerekçelerle yapılan gözetlemelerin söz konusu amaçların dışına çıkarak bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlale yönelmesi durumunun önüne geçilmesi gerekmektedir.

Kameralı gözetlemenin bireylerin hak ve özgürlüklerine yapabileceği müdahale kapsamında dünya çapında önemli tartışmalar gündeme gelmektedir. Söz konusu tartışmalara yönelik olarak dünya çapında kameralı gözetlemenin şeffaflığı ve sınırları bakımından önemli yasal düzenlemeler yapılmaktadır. Henüz gözetleme sistemlerine ilişkin yasal olarak sayılacak bir düzenlemesi bulunmayan Türkiye’de devlet gözetimi ile hak ve özgürlükler arasındaki dengenin kurulması mümkün değildir. Ülkemizde devletin yaptığı kamusal gözetlemenin dışında özel kişiler tarafından yapılan izleme, kaydetme ve saklama faaliyetleri yapılmaktadır. Örneğin, otoparklarda, apartman ve konutların girişlerinde, dükkân içlerinde keyfiyete dayalı ve kontrolsüz bir şekilde kameralı izleme ve kayda alma faaliyetleri yürütülmektedir. Konumuz kapsamında kameraların kamuya açık alanlarda kullanılmaları da bu kameraları kendiliğinden hukuka uygun hale getirmemektedir. Kamusal alanda özgürlükler sınırlandırılabilir ancak Anayasa bağlamında kamusal alanın kendisi bir sınırlama sebebi teşkil etmemektedir.

Konumuz kapsamında gözetleme amacıyla yer alan kameralar Anayasa’nın 20. Maddenin 1. fıkrasında düzenlenen özel hayatın gizliliği ve 3.fıkrasında düzenlenen kişisel verilerin korunması hakkına müdahale teşkil etmektedir. Öte yandan bireyleri kesintisiz olarak görüntüleyen kameraların olduğu bir toplumda serbestçe hareket edemeyecekleri, kendilerini baskı altında hissedecekleri düşünüldüğünde gözetleme faaliyeti, Anayasa’nın 17. Maddesinde ve 5. maddesinde düzenlenen bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına da müdahale eder.

Kişilerin kamusal alanda bulunmaları o alanda gizli kalmasını istediği faaliyetlerinin olduğunu değiştirmez. Yukarıdaki bölümlerde de değinildiği gibi bireylerin kamusal alanda da özel hayatları bulunabilmektedir. Bir kişinin halk plajında güneşlenmesi, yolda aracını kullanması sırasında onun görüntüsünün alınabileceği anlamına gelmemektedir. Nitekim kişinin Anayasa ve uluslararası antlaşmalar tarafından korunan özel hayatı, sadece dört duvar arasındaki faaliyetlerini kapsamaz.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinde; herkesin özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 17. Maddesinde de, hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemeyeceği; onuru veya itibarının hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamayacağına, herkesin bu tür saldırılara veya müdahalelere karşı hukuk tarafından koruma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.

Gelişen teknolojinin kamu kesiminde etkin şekilde kullanılmaya başlanmasını doğal karşılamak gerekir. Ancak söz konusu teknolojinin kamusal alanlarda kullanılarak bireylerin görüntülerinin kayıt altına alınması konusunda yukarıdaki hükümlere ve Anayasa’ya uygun olması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Kişinin konumu ne olursa olsun özel hayat alanı rızası dışında görüntü altına alınamaz. Tekrar vurgulamak gerekir ki, kişinin kamusal alanda bulunması kendisinin görüntüsünün alınmasına rıza teşkil etmeyeceğinden söz konusu hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Kişisel verilerin korunması, kişinin şeref ve haysiyeti gibi manevî varlığına ilişkin haklarının korunması ile doğrudan ilgilidir. Kişisel verilerin korunması hakkı Anayasa’da düzenlenen temel bir hak olmasının yanında 6998 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında da korunmaktadır. Kişisel veri, bireyin şahsi, mesleki, ticari ve ailevi özelliklerini gösteren, o bireyi diğer bireylerden ayırmaya ve niteliklerini ortaya koymaya elverişli her türlü bilgi anlamına gelmektedir.[13] Bu kapsamda kişilerin biyometrik kimliği, parmak izi, tercihleri, sosyal faaliyetleri, resimleri, görüntüleri ve ses kayıtları kişisel veri sayılır. Kişisel veri, 15/03/2013 tarihli Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısında “kimliği belirli ya da belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgi” olarak tanımlanmıştır. Kameralı gözetleme ile kamuya açık alanlarda kişiler izlenmekte, kaydedilmekte ve bu kayıtlar depolanmaktadır. Söz konusu bu kameraların görüş alanına kimlerin girdiği, kimlerle beraber görüntülendiği, üstüne ne giydiği gibi birçok bilgiye bu kayıtlar kapsamında ulaşılabilmektedir. Görüntülerde elde edilen bilgiler hassas veya özel nitelikteki veriler de olabilir. Ayrıca gelişen teknoloji, yüz tanıma sistemleri gibi sistemlerle elde edilen görüntüleri bir araya getirerek yeni görüntüler üretebilmek gibi imkanları da beraberinde getirdiğinden kamusal gözetleme sonucu elde edilen görüntülerin kişisel veri kapsamında olduğu da açıktır.

Kişisel verilerin korunması mutlak değildir, istisnai hallerde geçici olarak kamu otoritesi ile müdahale edilebilir. Kamusal gözetlemenin kişisel verilerin korunması hakkına müdahale oluşturduğu nokta; kişilerin izlenmesi ve görüntülerinin depolanmasının sistematiklik ve süreklilik arz etmesidir. Kamusal gözetleme kapsamında elde edilen bu veriler belirli bir kişinin kimliğini belirlemeye de hizmet edebileceğinden kişisel verilerin korunması hakkına müdahale oluşturacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında kamusal gözetlemenin kişisel verilerin korunması hakkına müdahale oluşturmaması için belli kriterler aramaktadır. Bu kriterlerden bazıları; uygulanacak tedbirin suçun yapısına uygun olması, tedbirin uygulanmasında sübjektif sınırların olması, izlenmenin zamansal olarak sınırlandırılmış olması, söz konusu izlemenin kanun tarafından düzenlenmiş olması ve izleme sonucu elde edilen verilerin silineceği veya yok edileceği durumların düzenlenmiş olmasıdır. Türkiye’de sisteme bakıldığında izlemenin zamansal olarak sınırlandırılmadığı açıktır.

Kamusal gözetlemenin müdahale edebileceği bir diğer temel hak ve özgürlük ise yine Anayasa’nın 17. Maddesinde düzenlenen insan onurunun dokunulmazlığı hakkıdır. Kameralı gözetleme bireylerin hareket serbestisini ortadan kaldırabilecek bir yöntemdir.Bireyin kendisinin sürekli gözetlendiğini bildiği veya şüphe ettiği durumlarda hareket serbestisinin bulunduğu söylenemez. Kişilerin evinin içi dışında her yerde izleniyor olması onun nesneleşmesine işaret ettiği düşüncesindeyiz.

4- AİHM’NİN KAMERALI GÖZETLEME’YE YAKLAŞIMI:

Mahkeme kameralı gözetleme sistemini Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı” altında korunduğu kabul edilen “kişisel verilerin korunması hakkı” bağlamında değerlendirmektedir.[14]

Mahkeme bir kararında kamusal alanda kişilerin görüntülerinin yalnızca kayda alınmasının sözleşme kapsamında özel hayata müdahale oluşturmadığını, ancak söz konusu görüntülerin sistematik olarak kaydedilmesi ve geçici olarak saklanmasının özel hayata müdahale olduğunu söylemiştir.[15] Yani Mahkeme devlet tarafından yapılan kameralı gözetlemenin özel hayata müdahale oluşturup oluşturmadığını değerlendirirken, insanların izlenmesini değil; sistematik olarak izlenmesini, bu verilerin kaydedilmesini ve saklanmasını göz önünde bulundurmaktadır. Ülkemizde bulunan MOBESE sisteminde de kamusal alanlarda sadece izleme söz konusu olmayıp MOBESE sistemi tarafından elde edilen görüntüler kaydedilmekte ve saklanmaktadır. Hatta günümüzde izlenmeden önce, ileride ihtiyaç olduğunda izlenmek üzere kayıt altına alma ve saklanma söz konusu olduğu söylenebilir.

Konumuz bağlamında gözetleme her ne kadar kamusal alanda yapılıyor olsa da özel hayat kavramı, diğer insanlarla ve dış dünya ile ilişki kurmak ve geliştirmek hakkını da kapsadığından kamusal alanda da özel hayat hakkının ihlali söz konusu olabilir. AIHM verdiği bir kararında şu ifadelerle bu görüşü desteklemektedir:

“...özel hayat kavramını, bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir “iç alan” la kısıtlamak ve bu alanın dışında kalan dış dünyayı bu alandan tamamen hariç tutmak aşırı sınırlayıcı bir yaklaşımdır. Özel hayata saygı, başka insanlarla ilişki kurmak ve söz konusu ilişkileri geliştirmek hakkını da bir dereceye kadar içermelidir.”[16]

Mahkeme başka bir karardaki değerlendirmesinde ise sokakta bulunan bir kişinin diğer insanlar tarafından görülmesinin kaçınılmaz olduğundan yola çıkarak, söz konusu kamusal alanda kameralı izlenmenin de benzer özellikte olduğunu vurgulamış ve söz konusu izleme yönteminin de hukuka aykırılık oluşturmayacağını söylemiştir. Ancak kamusal alandaki bu tür bilgilerin, görüntülerin düzenli veya kalıcı olarak kayda alınması durumunda Sözleşmenin 8. Maddesindeki özel hayat hakkının devreye gireceği yönünde bir kanaate varmıştır. Bu durumda söz konusu izlemenin, müdahaleci veya gizli bir yöntemle yapılmamış olması durumunda dahi 8. Madde kapsamına girdiğini söylemek mümkündür.[17]

Sözleşmenin 8. Maddesinin 2. Fıkrasında söz konusu hakkın sınırlandırılmasını öngörmüştür ve buradaki kriterlere uyularak yapılan özel hayat hakkına müdahale ihlal oluşturmaz:

“...Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

Bu kriterler; kanunilik, ölçülülük, bu hakkın sınırlandırılması bakımından fıkra kapsamında sayılan amaçlardan en az birinin benimsenmesi ve demokratik toplumda zorunlu olmasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, sözleşen devletlere yalnızca “müdahale etmeme” gibi negatif yükümlülük getirmemiş aynı zamanda, özel hayata saygıyı sağlama yani bu hakkın fiilen ve gerçekten kullanılmasına imkân verecek tedbirleri alma pozitif görevi de yüklemiştir.[18]AİHM’e göre de devletin özel kişilerce yapılacak olan izlemeler konusunda da pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır.[19] Dolayısıyla devletin yalnızca kendi yaptığı gözetleme için değil, aynı zamanda da özel kişilerin yaptığı kameralı izleme faaliyeti için de bir düzenleme yapması gerekir.[20] Kanaatimce özel kişiler de eğer gizli kamera faaliyetlerini kendi mülkiyet alanlarında dahi olsa devlet kontrolünde yürütmelilerdir. Ülkemizdeki durum göz önüne alındığında kamusal alanlarda görüntülenmeye yönelik olan MOBESE sistemini düzenleyen herkes tarafından öngörülebilir, erişilebilir ve belirli bir düzenlemenin olmaması yanında keyfiyeti ve kötüye kullanımı önleyecek bir güvencede bulunmamaktadır. MOBESE ile izlenen alanların kamuya açık alan olması ise kanuni düzenlemeye gerek olmadığı sonucunu doğurmaz. Bu kapsamda da MOBESE sistemi kanaatimce AİHS’nin 8. Maddesine ağır bir ihlal oluşturmaktadır.

Sözleşmenin söz konusu hakkın sınırlandırılabilmesi için öngördüğü kriterlerden diğeri ise, müdahalenin madde kapsamında saydığı meşru amaçlara dayanması ve aynı zamanda demokratik toplumda gerekli olmasıdır. Aynı zamanda uygulanan müdahale ile güdülen meşru amaç arasında mutlaka bir ölçülülük olması gerekmektedir. 8. Madde kapsamında izlenen alanın “kamusal alan” olması tek başına bir meşru amaç içermemektedir. Dolayısıyla bir alanın sırf kamuya açık alan olarak nitelendirilmesi nedeniyle söz konusu alanda yapılan izlemenin hukuka uygun olarak kabul edilmemesi gerekir.[21] Kısacası daha önce de değindiğimiz gibi kamusal alanın kendisi ne bizim mevzuatımız ne de taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bakımından söz konusu özgürlüğün sınırlandırılma nedeni değildir.

Sözleşme kapsamında sayılan meşru amaçlardan konumuz bakımından en önemli olanı; suç işlenmesini önleme amacıdır. Çünkü kamusal alanda gözetleme, suçun önlenmesi amacının aşılarak delil elde etme amacını taşıma potansiyelinin yüksek olduğu bir yöntemdir. Gözetleme yöntemlerinin suçun önlenmesi amacı taşıması için en başta caydırıcı olması gerekir. Bu nedenle suçun önlenmesi amacıyla bir yere kamera yerleştiriliyorsa en azından söz konusu yerin sıkça suç işlenen bir yer olması ve uyarıcı işaretlerin bulunması gerektiği düşüncesindeyiz. Çünkü burada amaç suç işlendikten sonra kameraları incelemek değil, suçun hiç işlenmemesini sağlamak veya en azından suç işlenme oranını azaltmaktır. Dolayısıyla sistemin bulunduğu yerde suç işleyecek olan bireyler kameraların orada olduğunu bildikleri takdirde ancak ve ancak suç işlemekten vazgeçebilirler.

Son olarak 8. Maddede sayılan meşru amaçlarla kullanılan kameralı izleme sistemi arasında makul bir denge olmalıdır. Ölçülülük olarak adlandırılan bu denge; elverişli, orantılı ve gerekli bir müdahale kapsamında oluşur.

5- TÜRK HUKUKUNDA KAMUSAL ALANDA GÖZETLEMENİN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ

Türkiye’ de MOBESE sisteminin kurulum ve işletilmesini düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme bulunmamakla beraber öne sürülen üç farklı görüş bulunmaktadır:

Bu görüşlerden ilki; izlenen alanların kamusal alan olması dolayısıyla herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadığıdır. Ancak daha önce de ayrıntılı olarak değindiğimiz gibi söz konusu kameraların sadece mekân bazında değerlendirilerek, kamusal alanda uygulanması söz konusu sistemi otomatik olarak hukuka uygun hale getirmeyeceğinden bu görüşe katılmamaktayız. Aynı zamanda daha önce değindiğimiz üzere, özel hayatın bir kısmının da kamusal alanda gerçekleştirilebileceği ihtimali de burada söz konusu görüşe katılmamamızın nedenlerinden birini oluşturmaktadır.

İkinci görüş olarak ise, MOBESE sisteminin bir hukuka uygunluk nedenine dayandığı ve bu nedeninde ilgilinin rızası, meşru savunma ve görevin ifası olabileceğidir.

Üçüncü görüş ise, MOBESE faaliyetinin aslında bir kanuni dayanağı olduğudur. Bu görüşü savunanlar, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, İl İdaresi Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu gibi kanunlarda yer alan çeşitli düzenlemelere dayanmaktadır.[22]

İlk olarak 2599 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’na bakmak gerekirse, ek madde 7’ de kolluğa kamera ile takibi, istihbarat toplama yetkisi içerisinde verdiği görülmektedir. Söz konusu yetki paralel olarak aynı zamanda jandarmaya da 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu kapsamında tanınmıştır. Ancak verilen yetki, MOBESE sisteminde olduğu gibi herhangi bir soruşturma olmadan, sadece söz konusu alanda kamera uyarı levhalarının bulunması ile bilgilendirme yapılarak üzerinde suç şüphesi dahi olmayan bireylerin görüntülerinin kaydedilmesine imkân vermez. Kolluk tarafından sadece işlenmiş bir suçun tekrarlanması ihtimalinin bulunduğu ve kamuya açık alanlarda suçun önlenmesi amacıyla MOBESE ile izleme yapılabilir.[23] Ancak daha önce de değindiğimiz gibi söz konusu sistem ile kolluk yalnızca izleme yapmamakta aynı zamanda görüntüleri kaydetmektedir ve kameraların ses kaydetme özellikleri de bulunmaktadır. Görüntü kaydı her durumda saklanmamalıdır, gelecekte bir suç işlenmesi yönünde haklı bir izlenim olması durumunda saklanmalıdır. Ancak ülkemizde izlemeden önce aslında kayda alma faaliyetinin gerçekleştiği, herhangi bir şüphe oluşması durumunda ise arşiv kayıtlarından söz konusu görüntüler izlenmektedir. PVSK tarafından kolluğa verilen bu yetki yalnızca maddede belirtilen önleme amacı doğrultusunda kullanabilecek olup; kişisel verilerin toplanarak bir yerde saklanmasına ve değerlendirilmesine olanak tanımamaktadır.[24] Dolayısıyla ülkemizdeki MOBESE ile yürütülen kameralı izleme sisteminin PVSK kapsamında düzenlenen kolluğun teknik araçla izleme ve istihbarat toplama yetkisi kapsamında kanuni dayanağı olduğu konusunda bir değerlendirmeye varmak mümkün değildir.

Yine PVSK’nun 1. naddesi ve 2. maddesinin ilk iki fıkrasına da değinmek gerekmektedir. MOBESE’nin anılan maddeler kapsamında kolluğa verilen önleyici görev kapsamında olduğu da savunulmaktadır.[25] Ancak daha önce de değindiğimiz gibi vatandaşların temel hak ve özgürlüklere sahip olması kural olan, söz konusu hakların kısıtlanması istisna olarak kabul edilmelidir. İstisnalar açıkça kanunla düzenlenmesi gerekmektedir. Kanaatimizce, MOBESE sisteminin 24 saat sistematik olarak görüntü kaydı söz konusu olduğu için, polisin araçlı devriye veya sabit bir noktada bekleyerek yaptığı bizzat gözetlemesi ile söz konusu kamera sistemiyle gözetlemesi aynı konumda görülemez. Dolayısıyla kanunla açıkça düzenlenmemiş bir sistemin böylesine geniş bir şekilde önleyici görev içine sokulması temel hak ve özgürlüklere ağır bir müdahale oluşturacaktır.

5442 Sayılı İl İdare Kanunu’na baktığımızda ise, ilde valiye 11/a maddesi kapsamında ve ilçede ise kaymakama 32/b maddesi kapsamında suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla her türlü tedbiri alma yetkisini vermektedir. Ancak söz konusu verilen yetkilerin yine MOBESE gibi süreklilik arz eden bir gözetleme faaliyetine yasal dayanak oluşturmadığı görüşündeyiz. Söz konusu yetki kısa süreli bir zaman zarfını kapsamakta ve ihtiyaç kalmadığında tedbirin kaldırılmasını öngörmektedir. Ancak yine daha önce de değindiğimiz üzere MOBESE’lerin suç önleme etkisinin saptandığı yerlerde kaldırılmasına ilişkin bir örnek ülkemizde rastlanamamaktadır. Buna ek olarak; Valiliklerce yayınlanan genelgeler ile kamu ve özel işletmelere kamera taktırma

MOBESE sisteminin 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. Maddesinin 2. fıkrasında bulunan “hız ölçen teknik cihazlar” kapsamında sayılacağı ve bunun dayanak oluşturacağı görüşü de kabul edilmemelidir. Nitekim madde teknik cihazlardan bahsetmekte, özel olarak elektronik cihazlardan söz etmemektedir. MOBESE kameraları hız ölçen teknik cihazlardan kabul edilemez. [26]Kanun koyucu, söz konusu kanunun çıkarıldığı tarihte elektronik takip söz konusu olmadığı ve muhtemelen radar takibi gibi cihazlarla takibi düzenlemeyi amaçladığı için söz konusu kanunda MOBESE sistemine dayanak teşkil etmediği düşüncesindeyiz.

MOBESE kameralarının, Ceza Muhakemesi Kanunu 140. Maddesi bağlamında teknik araçlarla izleme yöntemine girdiği ve sistemin bu bağlamda kanuni dayanağı olduğu görüşü de mevcuttur. Devletin vatandaşı takip yöntemlerinden birisi olan ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 140’ıncı maddesinde yer alan teknik araçlarla izleme, ses ve görüntü kaydı alma yöntemi de suç delili elde edilmesine yönelik icra edilen bir yöntem olarak düzenlendiği görülmektedir.[27] Maddenin ilgili fıkrasına bakmak gerekirse:

Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebepleri bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi hâlinde, şüpheli veya sanığın kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ve işyeri teknik araçlarla izlenebilir, ses veya görüntü kaydı alınabilir.”

Söz konusu madde metninde teknik araçlarla izleme koruma tedbirine hangi şartların varlığı halinde başvurulabileceği gösterilmiştir. Ses ve görüntü kaydeden teknik araçlarla izleme tedbiri, maddede sayılan suçlar için soruşturma ve kovuşturma aşamalarında başvurulabilen özel ve gizli bir koruma tedbiridir. Öncelikle belirtmeliyiz ki; kanun koyucu bu tedbirin uygulanacağı suçları, katalog suçlar olarak belirlemiş ve sınırlamıştır. Yasa’da “şüpheli veya sanığın” faaliyetlerinin teknik araçlarla izlenebilmesinden ve kayda alınabilmesinden bahsedilmektedir. Aynı zamanda bu yönteme başvurabilmek için somut delillere dayanan kuvvetli şüphe bulunması ve başka suretle delil elde edilememesi koşulu da aranmaktadır. Kanun koyucu bu yöntem için, kişinin özel hayatına bir müdahale olması nedeniyle, şüphe derecesini üst seviyede ve orantılılık ilkesi açısından delil elde etmek için başka bir yöntemin mevcut olmaması yani en son uygulanabilirlik şartını koymuştur. Ancak bu şartlarla sanık veya şüphelinin kamuya açık yerlerdeki ve işyerindeki faaliyetlerinin teknik araçlarla izlenebilmesi, ses ve görüntüsünün kaydedilebilmesi mümkündür. Nitekim söz konusu koruma tedbirine başvurmak bu koşulların oluşması halinde dahi sulh ceza hâkimi kararıyla mümkündür.[28] Bunun da yanında teknik araçlarla izleme tedbiri için süre koşulu da öngörülmüş olup, kanunen sistematik ve sınırsız şekilde söz konusu yönteme başvurmak mümkün olmamaktadır.

Teknik araçlarla izleme yönteminde araçla takibin uygulanacağı alının yöntemin amacına uygun olarak mutlaka sınırlandırılması gerekir. Ancak MOBESE sistemindeki gibi sınırlı olmayan bir alanda takibin yapılması kişilerin özel hayatlarına müdahaleye açık bir hal almasına neden olmaktadır.[29][30]Henüz suç işlenmeden “önleyici tedbir” olarak kullanıldığı görülmektedir. Daha önce de bahsettiğimiz üzere MOBESE sisteminde amaç; suç işlenmeden önce potansiyel suçlular için caydırıcılığı sağlamaktır.[31] Bu nedenle önleyici bir araç olarak kullanılan MOBESE kameralarının, adli maksatlı olarak delil elde etmek amacıyla başvurulan teknik araçla izleme koruma tedbiri kapsamında değerlendirilmemesi gerektiği görüşündeyiz.

Sonuç olarak ülkemizde MOBESE sisteminin yasal kaynağı bulunduğu görüşü, görüşü savunanların dayandığı kanunlar çerçevesinde kabul edilebilecek bir görüş değildir.

6- AİHM’NİN KAMERALI GÖZETLEME’YE YAKLAŞIMI:

Mahkeme kameralı gözetleme sistemini Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı” altında korunduğu kabul edilen “kişisel verilerin korunması hakkı” bağlamında değerlendirmektedir.[32]

Mahkeme bir kararında kamusal alanda kişilerin görüntülerinin yalnızca kayda alınmasının sözleşme kapsamında özel hayata müdahale oluşturmadığını, ancak söz konusu görüntülerin sistematik olarak kaydedilmesi ve geçici olarak saklanmasının özel hayata müdahale olduğunu söylemiştir.[33] Yani Mahkeme devlet tarafından yapılan kameralı gözetlemenin özel hayata müdahale oluşturup oluşturmadığını değerlendirirken, insanların izlenmesini değil; sistematik olarak izlenmesini, bu verilerin kaydedilmesini ve saklanmasını göz önünde bulundurmaktadır. Ülkemizde bulunan MOBESE sisteminde de kamusal alanlarda sadece izleme söz konusu olmayıp MOBESE sistemi tarafından elde edilen görüntüler kaydedilmekte ve saklanmaktadır. Hatta günümüzde izlenmeden önce, ileride ihtiyaç olduğunda izlenmek üzere kayıt altına alma ve saklanma söz konusu olduğu söylenebilir.

Konumuz bağlamında gözetleme her ne kadar kamusal alanda yapılıyor olsa da özel hayat kavramı, diğer insanlarla ve dış dünya ile ilişki kurmak ve geliştirmek hakkını da kapsadığından kamusal alanda da özel hayat hakkının ihlali söz konusu olabilir. AIHM verdiği bir kararında şu ifadelerle bu görüşü desteklemektedir:

“...özel hayat kavramını, bireyin kişisel hayatını istediği gibi yaşayabileceği bir “iç alan” la kısıtlamak ve bu alanın dışında kalan dış dünyayı bu alandan tamamen hariç tutmak aşırı sınırlayıcı bir yaklaşımdır. Özel hayata saygı, başka insanlarla ilişki kurmak ve söz konusu ilişkileri geliştirmek hakkını da bir dereceye kadar içermelidir.”[34]

Mahkeme başka bir karardaki değerlendirmesinde ise sokakta bulunan bir kişinin diğer insanlar tarafından görülmesinin kaçınılmaz olduğundan yola çıkarak, söz konusu kamusal alanda kameralı izlenmenin de benzer özellikte olduğunu vurgulamış ve söz konusu izleme yönteminin de hukuka aykırılık oluşturmayacağını söylemiştir. Ancak kamusal alandaki bu tür bilgilerin, görüntülerin düzenli veya kalıcı olarak kayda alınması durumunda Sözleşmenin 8. Maddesindeki özel hayat hakkının devreye gireceği yönünde bir kanaate varmıştır. Bu durumda söz konusu izlemenin, müdahaleci veya gizli bir yöntemle yapılmamış olması durumunda dahi 8. Madde kapsamına girdiğini söylemek mümkündür.[35]

Sözleşmenin 8. Maddesinin 2. Fıkrasında söz konusu hakkın sınırlandırılmasını öngörmüştür ve buradaki kriterlere uyularak yapılan özel hayat hakkına müdahale ihlal oluşturmaz:

“...Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”

Bu kriterler; kanunilik, ölçülülük, bu hakkın sınırlandırılması bakımından fıkra kapsamında sayılan amaçlardan en az birinin benimsenmesi ve demokratik toplumda zorunlu olmasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, sözleşen devletlere yalnızca “müdahale etmeme” gibi negatif yükümlülük getirmemiş aynı zamanda, özel hayata saygıyı sağlama yani bu hakkın fiilen ve gerçekten kullanılmasına imkân verecek tedbirleri alma pozitif görevi de yüklemiştir.[36]AİHM’e göre de devletin özel kişilerce yapılacak olan izlemeler konusunda da pozitif bir yükümlülüğü bulunmaktadır.[37] Dolayısıyla devletin yalnızca kendi yaptığı gözetleme için değil, aynı zamanda da özel kişilerin yaptığı kameralı izleme faaliyeti için de bir düzenleme yapması gerekir.[38] Kanaatimce özel kişiler de eğer gizli kamera faaliyetlerini kendi mülkiyet alanlarında dahi olsa devlet kontrolünde yürütmelilerdir. Ülkemizdeki durum göz önüne alındığında kamusal alanlarda görüntülenmeye yönelik olan MOBESE sistemini düzenleyen herkes tarafından öngörülebilir, erişilebilir ve belirli bir düzenlemenin olmaması yanında keyfiyeti ve kötüye kullanımı önleyecek bir güvencede bulunmamaktadır. MOBESE ile izlenen alanların kamuya açık alan olması ise kanuni düzenlemeye gerek olmadığı sonucunu doğurmaz. Bu kapsamda da MOBESE sistemi kanaatimce AİHS’nin 8. Maddesine ağır bir ihlal oluşturmaktadır.

Sözleşmenin söz konusu hakkın sınırlandırılabilmesi için öngördüğü kriterlerden diğeri ise, müdahalenin madde kapsamında saydığı meşru amaçlara dayanması ve aynı zamanda demokratik toplumda gerekli olmasıdır. Aynı zamanda uygulanan müdahale ile güdülen meşru amaç arasında mutlaka bir ölçülülük olması gerekmektedir. 8. Madde kapsamında izlenen alanın “kamusal alan” olması tek başına bir meşru amaç içermemektedir. Dolayısıyla bir alanın sırf kamuya açık alan olarak nitelendirilmesi nedeniyle söz konusu alanda yapılan izlemenin hukuka uygun olarak kabul edilmemesi gerekir.[39] Kısacası daha önce de değindiğimiz gibi kamusal alanın kendisi ne bizim mevzuatımız ne de taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bakımından söz konusu özgürlüğün sınırlandırılma nedeni değildir.

Sözleşme kapsamında sayılan meşru amaçlardan konumuz bakımından en önemli olanı; suç işlenmesini önleme amacıdır. Çünkü kamusal alanda gözetleme, suçun önlenmesi amacının aşılarak delil elde etme amacını taşıma potansiyelinin yüksek olduğu bir yöntemdir. Gözetleme yöntemlerinin suçun önlenmesi amacı taşıması için en başta caydırıcı olması gerekir. Bu nedenle suçun önlenmesi amacıyla bir yere kamera yerleştiriliyorsa en azından söz konusu yerin sıkça suç işlenen bir yer olması ve uyarıcı işaretlerin bulunması gerektiği düşüncesindeyiz. Çünkü burada amaç suç işlendikten sonra kameraları incelemek değil, suçun hiç işlenmemesini sağlamak veya en azından suç işlenme oranını azaltmaktır. Dolayısıyla sistemin bulunduğu yerde suç işleyecek olan bireyler kameraların orada olduğunu bildikleri takdirde ancak ve ancak suç işlemekten vazgeçebilirler.

Son olarak 8. Maddede sayılan meşru amaçlarla kullanılan kameralı izleme sistemi arasında makul bir denge olmalıdır. Ölçülülük olarak adlandırılan bu denge; elverişli, orantılı ve gerekli bir müdahale kapsamında oluşur.

MOBESE kameralarının suçu önleme amacı ülkemiz açısından her ne kadar yararlı gibi yansıtılsa da MOBESE sistemi tek başına sihirli değnek değildir. Ülkemizde hayatımızın her bölümünde olan MOBESE’nin sağladığı katkıların neler olduğu ve caydırıcılığı konusunda yeterli araştırma yapılmamakta, bununla birlikte halkın nazarında MOBESE sistemi kanuni düzenleme yapılmamasına rağmen meşrulaştırılmış durumdadır. Bu konuda ampirik ve somut verilere ulaşılabilmeli, suçu önleme konusundaki caydırıcılığı araştırılmalı ve kamuoyuna açıklanmalıdır. Ülkemizde kullanılan kamusal gözetleme sistemleri hakkında amaçlarına da uygun olarak suçun önlenmesinde uygun ve etkili olacağı mekanlarla sınırlandırılmış şekilde ve kameralar ile ilgili tüm süreci açık, belirli ve denetlenebilir kılan yasal düzenlemeye kavuşturulması ivedilikle gerekmektedir. Aksi takdirde 2001’den bugüne dek olduğu gibi söz konusu kameraların kullanılması hukuka aykırı olacağı düşüncesindeyiz.

Av. Nur Nihal TAVLAN

----------------------------

[1] Taşçı, Ufuk: “Güvenlik Amaçlı Gözetim Aracı Olarak Türkiye’de MOBESE ve Eleştiriler”, Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14, Sayı:2, Haziran 2016, s.165.

[2] Özbek, Veli / Kanbur, Mehmet / Doğan, Koray / Bacaksız, Pınar / Tepe, İlker: Ceza Muhakemesi Hukuku,

Ankara, 2014, s.198.

[3] Şen, Ersan: Yorumluyorum-12, Mobese ve Kamera Sistemi ile İzleme, Ankara 2016, s.119, dn.1.

[4] Taşçı, s. 167.

[5] Abanoz, s.59.

[6] Karakehya, Hakan: “Gözetim ve Suçla Mücadele”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2009

[7] Can, Ulaş, “Tüm Zamanların En İlginç Hapishane Projesi: Panoptikon”,

(çevrimiçi)https://www.webtekno.com/tum-zamanlarin-en-ilginc-hapishane-projesi-panoptikon-h49637.html,

(Erişim tarihi: 14 Nisan 2019).

[8] Abanoz, s.10.

[9] Lyon, David: Gözetlenen Toplum: Günlük Hayatı Kontrol Etmek, (Çev. Gözde Soykan), Kalkedon Yayınları, 2018, s.13.

Yorumlar (2)