Gönlümüzü, kalbimizi bir testten mi geçirsek bugün? İçimizdeki kırgınlıkları, dargınlıkları, önyargıları bir kontrol etsek mi? Neler çıkar acaba içimizden?

Bazen bizi ufacık incitenlere, kıranlara ya da üzenlere adeta bir insanlık suçu işlemiş gibi muamele edebiliyoruz. Hatasını görüyoruz birinin, ömrümüzce hatırlıyoruz. Bizi üzmesi, uzun yıllar kalbimizi kanatıyor. Bir küçük yanlışı, onun ömür boyuhapsine neden oluyor gönlümüzde.

Mevlana’nın deyişi ile bin kere tövbesini bozanın bile gelebildiği gönlün kapılarının ardına kadar kapatılması ve Erzurum’lu Emrah’ın tabiriyle ‘Beyhude uğraşma aşık kapılar sürmelidir’ denmesi ne kadar doğru?

Bizleri de mutlaka birileri gönüllerinde mahkum etmiştir çoktan. Eğer bu halka böyle gidecekse herkes bir şekilde mahkum birilerinin gönlünde. Oysa çabucak kırmamak lazım kalemi. İncil’de geçen şu söz ne güzeldir: ‘ilk taşı, içinizden günahsız biri atsın’.

Ben de kendimi testten geçirdim bu yazıyı yazarken. Hemen söyleyeyim, benim karnem pek iyi değil. Kalbimden süzdüklerime bakınca, aslında bu tür kırgınlıklarımın hepsi de kendimle ilgili, beni üzenlerle ilgili. Ne acı ki başkalarına yapılan yanlış yada hatalar pek de ben de yer etmemiş.

Oysa ben, Hz.Ali’nin hikayesini çok söylemişimdir. Hani, Züğürt Ağa filminde Şener Şen’in bahsettiği, ‘ben yiğit diye Ali’ye derim’ dediği Hz. Ali.

Bir savaşta cenk ettiği kafir bir adamı altına alıp tam kılıcını boynuna vuracağı an, adam yerden Hz.Ali’ye tükürür. Hz. Ali kılıcını indirir vazgeçer adamın boynunu vurmaktan. Neden der adam neden? Hz. Ali, ‘Ben şimdiye kadar seni savaştığım için, Allah için öldürecektim, ama şimdi kendim için öldüreceğim. İşin içine nefsim karıştı, vazgeçtim’ der.

Gördüm ki, herkeslere anlattığım bu hikaye bana hiç tesir etmemiş...

Herkesin herkesi sadece kendisi için kara listeye aldığı, mahkum ettiği, bir yanlışı için ömrünün sonuna kadar kötü adam bildiği ve etrafına da fütursuzca kötü olarak lanse ettiği çıkmaz sokağa bakınca içim karardı, gönlüm karardı.

Gönlümüzü aydınlatacak olan bir mahkumun şu hikayesi olsa gerek: Padişahın birinin huzuruna idama mahkum biri çıkarılır. Adam der ki sultanım beni idam etmeniz size bir şey kazandırmaz, ama affederseniz büyüklüğünüz bir kere daha tescillenir.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım,

Tövbe kapıları bile sonsuza kadar açıkken ve hatalar insanlar içinken, kalpler ancak sevgiyle yaşayabilirken ve hepsinden öte hepimiz af beklerken yazıyorum bu yazıyı.

Sebillerin altına, çeşmelerin akıttığı suların altına mermer döşerler. Neden mi? Bir yüzey ne kadar pürüzsüzse o kadar zor yosun tutar, kir tutar da ondan...

İçinizdeki kinlerinizi ve nefretlerinizi söküp atın. Bir kere daha cilalayın gönlünüzü. Herkesin hata edebileceği ancak hatasından dönebileceğini hiç unutmayın. Tövbenin ya da hatadan dönmenin sadece bize mahsus bir hak olmadığını da.

Ben bugün bu an, gönlümdeki ne kadar mahkum varsa affediyorum bırakıyorum. Bana yapılan her şeyi unuttum, sildim hafızamdan.

Ve sizlerden, kırdıklarımdan, üzdüklerimden ve kalplerinde bir mahkum gibi yaşadığım insanlardan da af bekliyorum.

Ve hepsinden öte, sonsuza kadar açık tövbe kapısında ümitle bekliyorum.