Babam, -Allah uzun ömürler versin- Devlet Demir Yollarında çalışırdı. Çocukluğumun geçtiği iki göz oda bir evde, kara trenler zamanında işten geldiğinde, elleri ve üstü kapkara kömür isi olurdu. Sadece elleri değil, bazen burnu bazen kulakları kömür karası, tozu ve isi.

Hiç unutmadığım, bir çok baba gibi dediği, “oğlum ben bu eve hiç haram lokma sokmadım” lafı idi.

Ah babacığım, sen nasıl bir haram sokabilirdin ki eve? Ne getirecektin ki? Birkaç kilo kömür mü?

Hep aklımda lafı babamın. Asıl haram lokmayı bizler, okumuşlar, bir yere gelmişler sokmamalıyız evlerimize. Çünkü o kadar yakınız ki haram lokmaya.

Babamın lafı hep kulağımda oldu. Aldığım ücreti hep hak etmeye çalıştım. Az ücret alsam da çok ücret alsam da hep karşılığını vermeye çalıştım. Hiçbir işte kaytarmadım. Hiçbir dersimi kaynatmadım, dalga geçmedim, bir şeyler öğretmek için elimden geleni yaptım. Ama hep korktum, ya dersin hakkını veremedi isem? Babamın eve sokmadığı haram lokmayı ya ben soktu isem evime ya da mideme?

Ah babacığım, keşke, derse nasıl hazırlanılır, derste daha iyi nasıl öğretilir, nasıl daha iyi örnek olunuru da söylese idin bana. Çok şey mi istiyorum dersiniz babamdan?

Hayatınızın başında ya da sonunda işinize geç kalmak, işe gitmemek, işteyim deyip başka yerlerde gezmek nedir sizce? Ya müvekkilden ücreti alıp da savsaklamak işi?

Ben biliyorum, bunlar babamın ölçüsünde haram lokma.

Yavuz Sultan Selim bir seferde, bir gayrı müslimin bağından üzüm koparıldığını görünce fazlasıyla bedelini dallarına bırakmış. “Haram yiyen harami olur, harami ise savaşta firari”.

Sevgili öğrencilerim, dostlarım.

Ben kendi adıma başkalarının veballerinden ve haklarını çiğnemekten çok korkuyorum. Bir gün döndüğümde, çocuklarıma demek istediğim sadece şu: “Ben bu eve hiç haram lokma getirmedim”.