Eskiden ayakkabı tamircileri vardı. Şimdi eskimeden yenilenen ayakkabılara inat, ayakkabılar sonuna kadar tamire götürülürdü. Çankırı’da Büyük Caminin arkasında ayakkabıları tamire götürdüğüm ayakkabı tamircisini seyrederdim. Bir kere adam, büyük bir ciddiyetle yapardı işini. Sonra söz verdiği zamana yetiştirirdi, teslim ederdi işini. Tamirdeki bütün ayrıntıları gözetirdi. Dikiş attığı iplerin bile dışarıda kalmasını istemezdi. Nihayetinde işini bitirdiğinde tekrar be tekrar kontrol ederdi. Onu seyrederken ben, yaptığı işin, dünyanın en önemli işi olduğuna inan birinin karşısında hissederdim kendimi.

Ne zaman özen ve titizliği düşünürsem, yıllar ve hatıralar, Çankırı’daki bu adamı da bulur çıkarır karşıma.

Başarının ciddiyetten geçtiği bir gerçek. Hangi iş olursa olsun, hangi meslek olursa olsun dört elle sarılmak... Eskilerin ekmek teknesi deyimi ne güzel ifadedir.

Şimdilerde kimseler memnun değil ne işinden ne de yaşadığından. Oysa... Bir işi bulmanın ya da bir işe sahip olmanın kadrini bilmek, hakiki şükürdür.

Sevgili öğrencilerim, sizler biliyorsunuz aslında... çok şeyim yok bu dünyada, ama bir taraftan da her şeyim var benim. Bir kere hepsinden önce siz öğrencilerim varsınız. Hatta çoğu kez hafta  sonuna taşan çalışmalarım. Etrafımda sevenlerim var.... Kimselere muhtaç etmeyecek, karınca kaderince hayır yapacak kadar gelir getiren bir ekmek teknem... Daha ne olsun? En nihayetinde ayağımı yorganıma göre uzatmayı da bildikten sonra...

Bu kadar yıl hocalıktan sonra gördüğüm şudur: bazıları hayatın da okudukları okulun da kıymetini bilmiyorlar. El ucuyla tutmak vardır ya, öyle tutarlar işini.

Halbuki canla başla tutmak gerek işi. Sanki biz yapmazsak dünya tersine çevrilecek gibi.

Öğrenciyseniz hiç bir dersinizi asmayınız, biliniz ki anne ve babanızın size verdiği emeğin ve paranın karşılığı iyi öğrenciliktir.  Mesleğinizi yaparken kafanız zonklasın... yorulmaktan değil, yanlış yapmaktan korkun.

Benim de elbette bir çok özensizliğim var.... Bir derginin bir sayısına biraz da editörlerin baskısı ile bir makale hazırladım. Hakem incelemesine gitti, derginin tayin ettiği bir hocamızdı hakem olan. Gramer hataları yüzünden makalenin yayınlanmaması gerektiğini söyledi. Yayınlamadım o yazıyı. Bir kaç yıl sonra idi, aldım yeniden okudum kendi çalışmamı. Hakem hocamızın görmemiş olduğu ancak yaptığım büyük yanlışlığı gördüm makalemde. Ne kadar sevindim bir bilseniz. Zira bir yanlışı yazmaktan kurtulmuştum. Hep bunu kendime bir ders olarak gördüm. Halbuki makale, ciddi bir çalışmanın ürünü olmalıydı, bense alelacele yazmıştım. Hala o yazımın yayınlanmamasına şükrederim. Nihayetinde boşa giden emeklerim de vardı, ama hiç mi hiç üzülmedim buna. Yayınlanmayan bu makalemi, özensizliğimi de hiç unutmadım. Sonra çok ders çıkardım kendime bundan...

Mükemmellik anlayışı, iyinin düşmanıdır derler. Farkındayım bunun. Ancak bir insanın elinden geleni yapması ile lakaytlık arasında seradan süreyyaya kadar fark vardır. Hayatta işlerimde lakayt olmadım. Bazen mükemmel yapamadım bir çoğunu. Ama bu bazen aklımın bazen becerimin yetmediğindendi. Ama dört elle sarıldım işime hep, elimden geldiğince. Ne okurken ne de yazarken ne de fakülte yıllarımda okul harçlığımı çıkarmak için yaz tatillerinde çalışırken.

İyi bir hoca olabildim mi iyi ders anlatabildim mi bilmiyorum ama bugüne kadar bir dersimi bile ekmedim. Hasta iken bile ilaçlarla gittim dersime. Bir gün bile rapor almadım bu hasta zamanlarda bile. Dizlerimde yürüyecek dermanım oldukça gittim hep. Beni bekleyen öğrencilerime elimden geldiğince gittim anlattım dersimi.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.

Hayat, arkamızda bıraktığımız izlerden ibaret belki de. Bıraktığınız izler düzgün olsun, özenli olsun. Hadislerde görmüştüm, der ki, işler ehil olmayanların eline geçtiğinde kıyameti bekleyin. Ben de sizlere diyorum ki... hangi işi alırsanız alın işinizi öyle iyi yapın ki.... öyle düzgün öyle iyi olsun ki..... sizler varken kıyamet kopmasın.