Üniversite yıllarında mühendis bir abi tanımıştım, Cemil abi. Son derece düzgün biriydi, çalışkan, gayretli ve yardımsever. Anlattığı bir hikayesini dinledim kendisinden ve kendime ait dersler çıkarmıştım o gün... ve hikayesini hiç ama hiç unutmadım.

 “Lise yıllarındaydık, haşarıydım, dersler umurumda değildi. Tabii başarısızdım da. Yaza dönük bir mevsimde bir arkadaşla mısır tarlasına hırsızlığa girdik. Mısırları koparmaya başladık. Tam o anda yanımızda yaşı bizden epey büyükçe biri daha geldi. O da bizimle beraber koparmaya başladı mısırları. Biz şaşırdık ama bir de suç ortağı bulmanın sevinci de vardı içimizde. Çaldığımız mısırları biraz uzakta yaktığımız ateşte köze bıraktık. Çok güzel sohbet ettik o gün akşama kadar. Tam kafa dengi bir adamdı. Ayrılacak vakit dedi ki “yarın burada yine buluşalım, mısır közleyelim”. Ben dedim ki, “her gün aynı tarlaya girersek yakalanırız, başka tarlalara gidelim”.  “Yakalansak da önemli değil, bu tarlanın sahibi benim” diye karşılık verdi.

İşte tam o an dondu zaman sanki. Mahcubiyet, şaşkınlık, elim ayağımın karışması. Hepsi... Arkadaşım da öyleydi. Nasıl ayrıldık oradan, yüzümüz ne haldeydi bilmiyorum ama, ertesi gün, sonraki gün tekrar buluştuk o insanla ve hayatım onu tanıdıktan sonra değişti. Haylazlık bitti, ders çalıştım, mühendis oldum işte”.  

Küçük iki hırsızın hayatına dokunan bu şahsı hiç tanımadım, görmedim elbette. Ama çok sevdim bu kimseyi. Tarlasına hırsızlığa gelen iki gençle beraber, kendi mısırlarını çalan, sonra onların kalplerindeki güzelliği ortaya çıkaran bu adam kimdi bilmiyorum. Bana çok şey öğretti bu adam.

Bir kere kocaman yürek taşıyan insanların hala yaşadığını. Tarlasını, gönül kazanmak için açabilmeyi ve bunun için geçici de olsa iki gençle birlikte “hırsızlık” yapabilmeyi öğrendim ondan.

Aslında hayatımızdan, yanı başımızdan böylesine dokunulmayı bekleyen kaç insan, kaç genç geçip gidiyor. Belki bu kadar etki edemeyeceğiz insanlara… Haklısınız. Ama kalplerine bir sevgi ışığı da mı salamayız? Yüzlerine bir tebessüm de mi veremeyiz?

Cuma namazında yer bulamadığım için avluda kılıyordum Cuma’yı. Bir soğuk kış günü, üstümde bir paltom ve içimde çok kalın bir kazağım vardı. Yanı başımda ince bir ceketle duran ve titreyen daha genç biri. Paltomu çıkarıp onun sırtına koyduğumda gözlerinin içi gülüyordu.

Yine bir akşamüzeri seyyar satıcıdan meyve alacaktım. Bir genç geldi ve sadece bir tane muz almak istedi, fiyatını sorunca elindeki bozukluklar yetmedi, dönüp gidiyordu, kolundan tuttum. Tartılmış bir kilo muz poşetimi ona uzattım. Almak istemedi önce, “sen de ilerde böyle bir gece bir gence verirsin” deyince teşekkür edip aldı.

İnanın bunları ben de böyle yaptım demek için anlatmadım sizlere.

Neden mi yazdım?

Kendi tarlasından iki gençle mısır çalabilen tanımadığım o kocaman yürekli insana yazdım…

Bana öğrettiklerine,

Dokunduklarına hayat katabilmeye ilişkin verdiği derse,

Yaşadığına ve yaşattıkları adına… ayrıca bana da yol gösterdiği için..

İçimden kopup gelen, sonra kalemimden dökülen küçük bir teşekkür sadece….