Genel Olarak

Hukukumuzda mahkeme ilamları üzerinden on yıl geçmesi koşuluyla zamanaşımına uğrayacaktır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 39. maddesinin birinci fıkrasına göre; "İlama müstenit takip, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrar." Yine 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 156. maddesi şöyledir: "Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar. Borç bir senetle ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on yıldır." Ancak bahsi geçen on yıllık zamanaşımı kuralının bazı istisnaları söz konusudur. Nitekim; taşınmazın üzerindeki mülkiyetin tespitine ve taşınmaz üzerindeki ayni haklara ilişkin ilamlar ile şahıs ve aile hukukuna ilişkin ilamlar zamanaşımına uğramayacaktır. Ayrıca Yargıtay kararlarına göre ortaklığın aynen taksim suretiyle giderilmesine ilişkin ilamlarda zamanaşımına uğramayacaktır. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 16.05.2012 tarih, 2011/32519 E.-  2012/17136 K. sayılı ilamında "…İcra ve İflas Kanununun 39/1 maddesinde ilama dayanan takibin son işlem üzerinden on yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Ancak, taşınmazın mülkiyetine ve taşınmaz üzerindeki ayni haklara ilişkin  ilamlar, şahsın ve aile hukukuna ilişkin ilamlar ile ayni hakka dayalı olarak alınan taşınmaza müdahalenin önlenmesi ilamları zamanaşımına uğramaz…” demiştir. Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 15.05.2014 tarih 2022/2617 E.- 2022/3655 K. sayılı ilamı “…Ayrıca şahıs ve aile hukukuna ilişkin ilamlar, İcra İflas Kanunu'nun 39. maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımına tabi olmayıp hiçbir şekilde zamanaşımına uğramazlar…” şeklindedir. Yine Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 02.06.2008 tarih, 2008/5305 E.- 2008/7028 K. sayılı ilamında “…Aynen taksime ilişkin kesinleşmiş ilamlar zaman aşımına uğramaz. Satış suretiyle paydaşlığın giderilmesine ilişkin ilamlar ayni hak doğurmadığından on sene geçmekle zaman aşımına uğrarlar…” diyerek aynen taksime ilişkin kesinleşmiş ilamların zamanaşımına uğramayacağını hükme bağlamıştır.

ANAYASA MAHKEMESİNİN 2019/21279 BAŞVURU NUMARALI KARARI

Anayasa Mahkemesi’nin 2019/21279 başvuru numaralı, 27.10.2022 tarihli kamu otoritelerinin mahkeme ilamına bağlanmış borçlarını zamanaşımı gerekçesiyle ödemeyi reddetmesinin mümkün olmayacağı yönündeki kararı 03.02.2023 tarihinde Resmi Gazete’ de yayınlanmıştır. Başvurunun konusu; mahkemece hükmedilen kamulaştırma bedelinin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Olay ise kısaca şu şekildedir: Başvurucunun gecekondusu, idarenin isteği üzerine Ankara Belediyesi tarafından 1982 yılında yıktırılmıştır. Başvurucu, gecekondunun ve ağaçların bedelinin tazmini istemiyle 1982 yılında dava açmıştır. Anılan davanın sonucunda mahkeme gecekondu ve ağaçların bedelinin karşılığı olarak idareyi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Karar 1988 yılında kesinleşmiştir. Daha sonra başvurucu 2014 yılında idareye başvurarak mahkemece hükmedilen tazminatın ödenmesini talep etmiştir. İdare tarafından ilama bağlanan alacağın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 156. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca karar tarihinden itibaren on yıl geçmekle zamanaşımına uğradığı, bu nedenle dilekçeyle ilgili olarak yapılacak bir işlemin bulunmadığı başvurucuya bildirilmiştir. Başvurucu, ilamda yer alan toplam alacağın yasal faiziyle birlikte tahsili amacıyla 2016 yılında ilamlı icra takibi başlatmış, İcra Dairesi ise 2016 tarihinde asıl alacak ile faiz için idareye ödeme emri göndermiştir. İdare, dava dilekçesinde, ilama bağlı alacağın on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu belirterek icranın durdurulması istemiyle 2016 tarihinde İcra Hukuk Mahkemesi’nde şikâyet yoluna başvurmuştur. Mahkeme ise; 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra İflas Kanunu'nun 39. maddesinin birinci fıkrasına atıfta bulunularak ilama bağlı alacakların ilam tarihinden itibaren on yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı belirtmiş ve takibe konu kararın 21/1/1988 tarihinde kesinleştiği, buna göre 9/2/2016 tarihinde yapılan takibin zamanaşımı süresinden sonra olduğunu ifade ederek, idarenin şikâyetini kabul etmiş ve icranın geri bırakılmasına hükmetmiştir. Başvurucu, bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay ise İcra Hukuk Mahkemesi kararını doğru bulmuş ve kararı onamıştır. Neticede başvurucuya herhangi bir tazminat ödemesi söz konusu olmamıştır. Anayasa Mahkemesi ise başvurucuya zamanaşımı gerekçesiyle tazminat ödenmemesini doğru bulmamıştır.

Söz konusu olaya ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeleri şu şekilde özetlenebilecektir: “…Olayda başvurucunun mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın ödenmesi istemiyle kararın kesinleşmesinin üzerinden yaklaşık yirmi altı yıl sonra idareye başvurması bir kusur olarak değerlendirilebilirse de bu durum İdarenin mahkeme kararını icra etme sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. İdarenin de yargı kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesi için elinden gelen tüm çabayı gösterdiğini ortaya koyması gerekir. Somut olayda tazminatın ödenmesi yükümlülüğü, kararın kesinleştiği 21/1/1988 tarihinden itibaren doğmuştur. Ancak idare, bu tarihten itibaren aradan geçen onlarca yıla rağmen mahkeme kararında belirtilen tazminatın başvurucuya ödenmesi için neden bir girişimde bulunmadığını açıklamamıştır. İdare salt borcun 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zamanaşımına uğradığı savını öne sürmüştür. 6098 sayılı Kanun özel hukuktan doğan borç ilişkilerini düzenlemekte olup sözü edilen kanunda geçen zamanaşımı kavramı yine anılan kanunun kapsamına giren özel borç ilişkilerine ilişkindir. Özel kişiler arasındaki borçlar yönünden alacağın belli bir süreden sonra takip edilebilir olmaktan çıkması anayasal yönden haklı temellere dayansa da aynı durumun kamu otoritelerinin anayasal yükümlülüklerinin ihlalinden doğan borçları yönünden kabulü mümkün değildir. Kamu otoritelerinin borçlarını ifa etmesi, bu bağlamda yargı kararıyla devlet aleyhine hükmedilen tazminatı ödemesi devlet olma olgusundan kaynaklanan bir yükümlülüktür. Kamu otoriteleri egemen güç olan devletin organları mahiyetindedir. Vatandaşları ve sahip olduğu toprak parçası üzerinde yaşayan diğer kişiler üzerinde egemenlik yetkisine sahip olan devletin mahkeme ilamına bağlanan borçlarını ödememesi düşünülemez. Devletten alacağı olan kişinin kendi imkânlarıyla bu alacağını tahsil etmesi mümkün olmadığı gibi özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden farklı olarak alacağının tahsili için borçlu (devlet) dışında başvurabileceği bir merci de bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle borçlunun siyasi birliğin kurucusu niteliğindeki devlet olduğu hâllerde alacaklı alacağının tahsili konusunda bir ölçüde çaresiz bir pozisyondadır. Borçlunun bu çaresizliğinin farkında olan devletin, iradesinin ürünü olan kanuni düzenlemelere uyması ve mahkeme ilamına bağlanan borcunu, alacaklıyı herhangi bir merciye başvurmak zorunda bırakmadan ödemesi gerekir. Devletin anayasal ve kanuni yükümlülüklerine uymamasından lehine haklar çıkarması saygınlığına gölge düşürür. Somut olayda idare, kamulaştırmaya ilişkin anayasal ve kanuni güvencelere uymaksızın başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale etmiş; ardından bu ihlalin giderilmesi için mahkeme tarafından hükmedilen tazminatı ödemek için hiçbir girişimde bulunmamış, başvurucunun ödeme talebini de zamanaşımı gerekçesiyle yerine getirmemiştir. Mahkeme kararıyla hükmedilen tazminatın ödenmesi yükümlülüğünün yerine getirilmemesi Anayasa'nın 138. maddesinin yanında 35. maddesini ağır biçimde ihlal etmektedir. İdarenin anayasal yükümlülükleri ağır bir biçimde ihlal eden tazminatın ödenmesinin geciktirilmesi fiilinden lehine haklar çıkarması hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırılamamıştır. Vurgulanmalıdır ki idarenin mahkeme kararını icra etme yükümlülüğü belli bir sürenin geçmesiyle ortadan kalkmaz. Özel kişiler arasındaki borç ilişkilerinden doğan ve ilama bağlanmış borçların takip hakkının belli bir süreyle sınırlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle makul görülse de üstün kamu gücü yetkileriyle donatılan kamu otoritelerinin mahkeme ilamına bağlanmış borçlarını zamanaşımı gerekçesiyle ödemeyi reddetmesi kabul edilebilir değildir. Sonuç olarak somut olayda kamulaştırmasız el atma sebebiyle doğan zararına karşılık olarak mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın başvurucuya zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesi Anayasa'nın 35. maddesiyle bağdaşmamaktadır. İhlalin giderimi amacıyla hükmedilen tazminatın ödenmemesi mülkiyet hakkının ihlalinin devam ettiğini göstermektedir…”

SONUÇ

Söz konusu kararla Anayasa Mahkemesi 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 39. maddesinin birinci fıkrası ile 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemelere tabi olmaksızın somut olay özelinde kamulaştırmasız el atma sebebiyle doğan zararına karşılık olarak mahkeme tarafından hükmedilen tazminatın hak sahiplerine zamanaşımı gerekçesiyle ödenmemesini hak ihlali olarak değerlendirmiş olsa da, aslında Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu bu kararıyla, kamu otoritelerinin mahkeme ilamına bağlanmış borçlarını zamanaşımı gerekçesiyle ödemeyi reddetmesinin kabul edilebilir olmayacağına ilişkin genel bir görüş ortaya koymuştur. Yani her ne olursa olsun hak sahibi vatandaşlara borcu olupta borcunu ödemeyen kamu otoriteleri zamanaşımı defi’nde bulunarak borcunu ödemekten kurtulamayacak, idarenin mahkeme ilamlarını icra etme yükümlülüğü belli bir sürenin geçmesiyle ortadan kalkmayacak, ilama bağlanan kamu borçları zamanaşımına uğramayacaktır. Her ne kadar söz konusu karar vatandaşı koruyucu ve onun lehine sonuçlar ortaya çıkaracak nitelikte olsa da, 6098 sayılı Kanun'un 156. maddesinin ikinci fıkrası ile 2004 sayılı Kanun'un 39. maddesinin birinci fıkrasının zamanaşımına ilişkin hükümlerinin Anayasa Mahkemesi’nce yorumlanarak kamu borçları açısından uygulanamayacağına ilişkin görüşün yasa hükmüne aykırılık teşkil ettiği ve söz konusu yasal hükümlerden idari otoritelerin borçları yönünden zamanaşımının söz konusu olmayacağına ilişkin bir sonucun çıkarılmasının mümkün olmayacağı kanaatindeyiz. Nitekim hakkını yasa hükümlerine riayet etmeyerek uzun yıllar aramayan hak sahibinin borçlu idare karşısında korunmasının adil ve hakkaniyetli olmayacağı düşüncesindeyiz. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin bu görüşünün hukuk devletinin; hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkeleriyle de bağdaşmadığını belirtmek isteriz. Söz konusu bu ilkelerle ilgili yine Anayasa Mahkemesi’nin görüşü şu şekildedir: “…Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir…” (Anayasa Mahkemesi’nin 22.05.2013 tarihli ve 2013/39 E.- 2013/65 K. sayılı kararı). Anayasa Mahkemesi bu kararında hukuki belirlilik ilkesi kapsamında yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasının gerektiğinin altını çizmişken, yazımızın esas konusu olan kararında ise söz konusu yasal düzenlemelerde zikredilen zamanaşımı süresinin kamu otoritelerinin borçları açısından uygulanmayacağına ilişkin olması hukuki belirlilik ilkesine aykırı olacaktır. Ayrıca zamanaşımı kurallarının hukuk devleti açısından ehemmiyeti yazımızın esas konusu olan Anayasa Mahkemesi kararının karşıoy gerekçesinde de zikredildiği üzere şu şekildedir: “…Dahası zamanaşımı kuralları Anayasa'nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devleti ilkesinin gereği olan hukuki belirliliği sağlamaya yöneliktir…”

Son olarak; yazımıza konu kararı ile Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna ve kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili İcra Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine oyçokluğuyla karar verdiğinden ve yazımızda Anayasa Mahkemesi kararının tamamına yer verilmediğinden söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının karşıoy gerekçeleriyle bir bütün olarak okunup değerlendirildiğinde daha iyi anlaşılabileceği kanaatindeyiz.