Bu toprakların yetiştirdiği en büyük hukukçulardan biri olan Ordinaryüs[1] Profesör Ebülulâ Mardin 63 yıl önce aramızdan ayrılmasına karşın, benim de mensubu olduğum genç hukukçulara örnek olmaya devam etmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk ile aynı yılda, babası Yusuf Sıdkı Efendi’nin görevi dolayısıyla bulunduğu[2] İşkodra’da[3] doğan Ebülulâ Mardin’in annesi Behice Hanımefendi’dir. Kendisi, hem anne hem de baba tarafından iki ayrı ulema ailesine mensuptur[4]. Bu doğrultuda hem klasik tarzda eğitim almış, bunun haricinde Mekteb-i Hukuk’tan da (Bugünkü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi) en iyi dereceyle mezun olmuştur[5]. Ebû’l-ulâ Mardin’in hukuk okumak konusundaki isteğinin temelindeki kişi ise Sadrazam Hakkı Paşa’dır. Fakülteye girmeden önce, bir gün İdare Hukuku hocası Hakkı Paşa’nın bir dersini dinlemiş, kendisinin parlak anlatım tarzına hayran kalmış, bunun üzerine babasından hukuk öğrenimi yapmak dileğinde bulunmuştur[6].

Daha fakültede öğrenci iken, o zamanlar İstanbul’da bulunan Yargıtay’da kâtiplik görevi yapmış ve fakülteyi bitirdikten sonra da İstanbul Hukuk ve Ticaret Mahkemeleri üyeliğinde bulunmuştur[7]. Hem öğrenimi, hem de öğrenim hayatından Meşrutiyet dönemine kadar yargı organlarında üstlenmiş olduğu görevlerinin tamamı 2. Abdülhamit dönemine (1876-1909) rastlayan Ebülulâ Mardin, 2. Meşrutiyet’in ilânı ile birlikte Sultan Abdülhamid’i ve yönetim anlayışını oldukça sert bir şekilde eleştirmeye başlamış ve bu eleştirilerini de 1908’de arkadaşı Eşref Edib ile birlikte kurduğu Sırât-ı Müstakîm dergisi aracılığıyla dile getirmiştir. Keza üstat bu dergide nepotizmin[8] menfi sonuçları, kaybedilen topraklarla ilgili toplumsal hassasiyet, adalet sistemi gibi muhtelif konulara da değinmiştir. 1910’da ise mezun olduğu okul olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bu sefer öğretim üyesi olmuş ve bu fakültede 70 yaşında emekliye ayrılıncaya dek aralıksız hocalık yapmıştır. Aynı yıl, gene İstanbul’da bulunan Mülkiye’de öğretim üyesi de olmuş, ancak bu fakültenin Ankara’ya taşınması (1936) dolayısıyla görevinden ayrılmıştır[9]. 1912’de sahibi olduğu ve müdürlüğünü bizzat yaptığı, on beş günde bir yayınlanan “Kelime-i Tayyibe” adlı dergiyi yayınlamıştır[10]. Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin şeyhülislâmlık döneminde önce Meşihat[11] mektupçuluğuna, ardından Meşihat müsteşarlığına atanan Ebülulâ Mardin’in bu görevlerini sürdürdüğü dönemde ise Osmanlı Devleti’nin ilân ettiği son resmi cihat olan Cihad-ı Ekber’in altındaki son imza Ebülulâ Mardin’a aittir. (Bu fetva hiçbir işe yaramamış ve bizim dışımızda kimse ciddiye almamıştır. Hatta İngilizlerin dağıttığı altınların Arap dünyasına daha cazip gelmesi sonucu Şerif Hüseyin bize “karşı fetva” ile cevap vermiştir[12].) Üstadın Meşihat mektupçuluğu görevinde iken ortaya çıkarılmasında büyük emek sarf ettiği en önemli eser “İlmiyye Sâlnâmesi”dir. Nitekim “İlmiyye Sâlnâmesi”, Meşihat’ın ilk ve son sâlnâmesidir[13]. Kendisi 1916'da meşihat müsteşarlığı görevinden ayrılmış; müderrislik yapmış ve Mecelle'nin ıslahı için kurulan komisyonda görev almıştır. Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda 1914-1919 yılları arasında Niğde ve 1920’de Mardin milletvekili olarak yasama çalışmalarında bulunmuştur[14].

Yıllar 1915’i gösterdiğinde ise Bedriye Hanımefendi ile evlenmiştir. Ebülulâ - Bedriye çiftinin bu evlilikten üç çocuğu olmuştur: Yusuf Sıdkı, Hatice Masume ve Saliha Türkan. 1922'de Türk ordusu İstanbul'a girdikten sonra Refet Bele tarafından İstanbul'un idaresi için kurulan Heyet-i Müşavere-i İdariyye'de görev almıştır. 1925 yılında İstanbul Barosu'na kaydolmuştur. Cumhuriyet döneminde de üst seviyede birçok kamu görevi yapmış; sosyal amaçlı derneklerde ve Şirket-i Hayriye de dâhil olmak üzere şirketlerin yönetim kurulunda bulunmuştur. İsviçre Medeni Kanunu'nun iktibas ve intibakıyla ilgili olarak teşkil edilen komisyonlarda çalışmıştır. Üniversite bünyesinde de çeşitli akademik ve idari görevlerde bulunan Ebülulâ Mardin, 1 Eylül 1951 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmıştır[15].

Osmanlı Devleti’nden modern Cumhuriyet’e geçişin adeta sembolü olan üstat, Prof. Dr İsmet Sungurbey’in ifadesiyle, “evvelki hukukumuzun son büyük temsilcisi, Türk hukukunda sistematik metodun kurucusu, İslami ilimlerin büyük otoritesi, doğu ile batı hukuklarının büyük mukayesecisi ve şeref ve fazilet timsali”dir”[16]. Kendisinin eski ve yeni hukuka ait basılmış diğer eserleri şunlardır: Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, Huzur Dersleri, Arazi Kanunnamesi Şerhi, Ahkâm-ı Arazi, Ahkâm-ı Evkaf, Kitâbü’l-Büyû, Kitâbü-r Rehn, Hukuk-ı Tasarrufiyye-i Arâzi eski hukuka; Umumi Zabıtalar, Nesep, Şahsın Hukuku, Miras Hukuku, Asli Ayni Haklar, Ferî Ayni Haklar, Aile Hukuku, Borçlar Hukuku: Umumi Esaslar, Aile Hukuku ve Nişanlanma, Toprak Hukuku Dersleri, Kat Mülkiyeti yeni hukuka ait eserleridir. Ayrıca birçok esere önsöz yazmış, başta İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi olmak üzere çeşitli dergilerde konferans, makale, inceleme ve içtihat notları yayımlanmıştır[17].

Ebülulâ Mardin’in hukukçuluğu ile kişiliği de birbirine paraleldir. Sözde değil özde bir mütedeyyin olduğu aşikâr olan üstat, vakur ve engin bir insan sevgisiyle dolu kişiliği, ciddi ve titiz giyinişiyle herkese büyük bir saygı telkin etmiştir[18]. Öğretme aşkının neticesi olarak kendisi ders verdiği sırada büyük bir heyecana kapıldığı, öğrencilerinin de içten gelen heyecan dolu sözlerinin arkasından sürüklenip gittiği yazılara konu olmuştur[19]. Üstadın bu özelliği dikkate alındığında Prof. Dr. İsmet Sungurbey gibi başka bir duayenin onun öğrencisi olmasına şaşmamak gerekir. Öte yandan böyle bir yaşama sahip Ebülulâ Mardin’in kıvrak bir zekâya ve kuvvetli bir muhakemeye sahip olduğu malumun ilanıdır. Aşağıdaki hikâyeler, üstadın zeki hareketlerine birer örnektir:

Padişahlık ve Hilâfetin kaldırılması üzerine Mısır Vakıflar İdaresi Darülfünununun, hilafet ve saltanat merkezi olan bir yerin Darülfünunu olmaktan çıktığı gerekçesiyle vakfiye hükümlerince vakıftan artık istifade edemeyeceği yollu bir bahane ile Darülfünun vakfa karşı olan alacağını ödemekten kaçınır. Mısır Şer’î Mahkemesi’nde İstanbul Üniversitesi adına dava açılır. Bu mesele üzerinde temaslarda bulunmak üzere üstat Mısır’a gönderilir. Orada bir din adamıyla konuştuğu sırada İstanbul’un Atatürk köprüsünün fırtınada harap olmuş olmasından ve böylece İstanbul’un tek köprülü bir şehir haline gelmesinde söz açılır. Bundan hemen istifade fırsatını kaçırmayan üstat: “Bir vakfiyede İstanbul’un iki köprülü olduğu yazılsa, bugün için o vakfiye artık hükümsüz mü kalacaktır?” şeklinde bir soru sorunca muhatabı: “Hayır.” cevabını verir ve neticede İstanbul’un hilâfet ve saltanatın merkezi olmaktan çıkmasına rağmen Üniversite’nin vakfın gelirinden istifa edeceğini de kabule mecbur kalır[20].

Bir davada mahkemenin elindeki kanun metninin yanlış olduğunu bilen üstat, kanunun Takvîm-i Vekâyi’de yayınlanmış olan metninde bir kelimede “ler” eki bulunduğunu mahkemeye söyleyerek müvekkili lehine karar alır ve bu buluş, kendisine altı bin altın lira avukatlık parası sağlar[21].

Ebedî üstat, yetiştirdiği hukukçular ve yarattığı eserleri miras bırakarak 13 Ocak 1957 Pazar günü saat 19 sıralarında İstanbul’da Nişantaşı’ndaki evinde aramızdan ayrılmıştır[22]. Dönemin birçok yüksek tirajlı gazetesinde vefat haberi ilk sayfadan haber yapılmış, vefatı köşe yazılarına konu olmuştur[23]. Cenazesinin Maçka’dan Beyazıt Camiine, oradan Sirkeci’ye ve Üsküdar iskelesinden Karacaahmet Mezarlığı’na kadar kırk bin kişi tarafından taşınmış olması[24], üstadın bir eğitimci ve insan olarak kazandığı sevginin neticesidir. Bir Osmanlı münevveri[25] ve Cumhuriyet aydını olan Ebülulâ Mardin'i Türk hukukçuları unutmayacaktır. Mekânı cennet, ruhu şad olsun.

Av. Barış Ülker

14 Ocak 1957 Tarihinde Yayımlanan Cumhuriyet Gazetesi

~Kaynakça~

1. İsmet Sungurbey, Ebül-ulâ Mardin, İstanbul, 2. Baskı, Acar Basım, 2011.

2. Recai Seçkin, Ebül-ulâ Mardin ve Eserleri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XIII, 1958.

3. Serdar Sezer Şimşek, Ebû’l-ulâ Mardin’in Türk Toplum Düşüncesindeki Yeri ve Önemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014.

4. Refi Cevat Ulunay, İlmin Mâtemi, 16 Ocak 1957 Tarihli Milliyet Gazetesi.

5. 14 Ocak 1957 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi.

6. Cevdet Yavuz, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 10. Cilt, 1994.

7. Murat Bardakçı, “İşte Başbakanın Babasının İlân Ettiği Cihad Fetvası”, 6 Ekim 2013 Tarihli Habertürk Gazetesi.

-----------------------------

[1] Türk Dil Kurumu Sözlüğü: “Türk üniversitelerinde 1960 öncesinde, en az beş yıl profesörlük yapmış, bilimsel çalışmalarıyla kendini tanıtmış öğretim üyeleri arasından seçilerek bir kürsünün yönetimiyle görevlendirilen kimselere verilen unvan.”.

[2] İsmet Sungurbey, Ebül-ulâ Mardin, İstanbul, 2. Baskı, Acar Basım, 2011, s.9.

[3] Arnavutluk’un kuzeyinde bir şehir.

[4] Serdar Sezer Şimşek, Ebû’l-ulâ Mardin’in Türk Toplum Düşüncesindeki Yeri ve Önemi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014, s.14.

[5] Şimşek, s.24.

[6] Sungurbey, s.17.

[7] Sungurbey, s.19.

[8] Türk Dil Kurumu Sözlüğü: “Akraba ve yakın arkadaşları kayırma.”

[9] Sungurbey, s.19.

[10] Sungurbey, s.20.

[11] Eskiden İstanbul'da din işlerini idare eden Osmanlı Devleti’nin Diyanet İşleri Dairesi.

[12] Murat Bardakçı, “İşte Başbakanın Babasının İlân Ettiği Cihad Fetvası”, 6 Ekim 2013 Tarihli Habertürk Gazetesi.

[13] Şimşek, s.61.

[14] Sungurbey, s.20.

[15] Cevdet Yavuz, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 10. Cilt, 1994, s.363.

[16] Sungurbey, s.9.

[17] Yavuz, s.364.

[18] Sungurbey, s.26.

[19] Recai Seçkin, Ebül-ulâ Mardin ve Eserleri, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt XIII, 1958, s.184.

[20] Seçkin, s.185

[21] Seçkin, s.185

[22] Seçkin, s.181.

[23] Refi Cevat Ulunay, İlmin Mâtemi, 16 Ocak 1957 Tarihli Milliyet Gazetesi / 14 Ocak 1957 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi.

[24] Seçkin, s.187.

[25] Şimşek, s.4.