Dünyayı etkileyen ve maalesef ülkemizde de “salgın hastalık” niteliğine dönüşen Korona Virüsü/Kovid-19 hastalığına karşı başta kamu ve birey sağlığı olmak üzere tüm alanlarda tedbirler alınmaya başlandı. Konunun ciddi olduğu, fakat bir o kadar da paniğe yol açabilecek uygulamalardan kaçınılmaya çalışıldığı, ilk hedefin salgının önlenmesi, ancak iktisadi ve toplumsal düzen bakımından da ortaya çıkabilecek sakıncalara karşı tedbirler geliştirilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Konunun Anayasa boyutuna girmeden evvel; Türk Ceza Kanunu, İl İdaresi Kanunu ve Umumi Hıfzıssıhha Kanunu hükümlerine kısaca değinilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 195. maddesine göre; “Bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymayan kişi, iki aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

Maddenin gerekçesinde ayrıntı olmadığı ve sadece, “Maddede, bulaşıcı hastalıklara yakalanmış veya bu hastalıklardan ölmüş bulunan kimselerin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uyulmaması, suç olarak tanımlanmıştır. Böylece kamu sağlığının korunması amacı güdülmektedir.” şeklinde bir açıklamaya yer verildiği görülmektedir.

TCK m.195’de tanımlanan bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma suçunun oluşabilmesi için, failde suç işleme kastı olmalıdır. Bu suç, taksirle işlenmeye müsait değildir. Bu suçun maddi unsurunun gerçekleşmesinde; öncelikle “bulaşıcı hastalık” olarak tanımlanmış bir hastalığın varlığı bir ön şart olup, bu hastalığa yakalanmış, yani bulaşıcı hasta olduğu tıbben tespit edilmiş en az bir kişi veya bulaşıcı hastalıktan ölmüş kimsenin bulunması ve bu kişilerin bulunduğu yerle ilgili yetkili makam tarafından usulüne uygun alınmış karantina tedbirinin varlığı, failin de karantina altına alınmaya dair tedbiri ihlal etmesi gerekir. Bulaşıcı hastalık veya bu hastalığa yakalandığı tespit edilmiş veya bu hastalıktan öldüğü tespit edilmiş kişi ve bu kişinin bulunduğu yerle ilgili yetkili makam tarafından alınmış karantina kararına bağlı tedbirler olmaksızın, alınan tedbirlere riayetsizlikten ve dolayısıyla da suçun gerçekleştiğinden bahsedilemez. Bunun dışında, bulaşıcı hastalık taşıdığı iddiasıyla veya risk grubuna girdiğinden bahisle bir kişinin bulaşıcı hastalığı olan kişi olarak kabulü ile TCK m.195’in tatbiki mümkün değildir. Aksi uygulama, “suçta ve cezada kanunilik” prensibine aykırı olacaktır.

TCK m.213’e göre; “Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından alenen tehditte bulunan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun silahla işlenmesi halinde, verilecek ceza, kullanılan silahın niteliğine göre yarı oranına kadar artırılabilir”.

Halk arasında korku ve panik çıkarmak amacıyla tehdit suçunun oluşabilmesi için; failde halk arasında endişe, korku ve panik çıkarma saiki/özel suç işleme kastı olmalı, hayat, sağlık, vücut, cinsel dokunulmazlık veya malvarlığı bakımından alenen, yani herkese ulaşabilecek şekilde tehdidin varlığı gerekir.

Suçun silahla işlenmesi halinde, kullanılan silahın niteliğine göre ceza yarı oranına kadar artırılabilecektir. Örneğin; klasik, yani bilinen silahların değil de, hasta üzerinde kullanılmış veya kullanılacak veya içinde veya iğnesinde öldürücü veya yaralıyıcı mahiyette ilaç, zehir veya virüs bulunan enjektör veya hastalıklı birisinin vücudundan alınan veya çıkan sıvının “silah” sayılıp sayılamayacağı, bu tür bir madde ile alenen tehditte bulunan kişi hakkında TCK m.213/2 uyarınca ceza artırımına gidilip gidilemeyeceği sorusu akla gelebilir. Fail; tehlikeli bulaşıcı hastalık yayan şırınga ile insanları alenen tehdit ettiğinde veya bu tehdidi öldürücü veya yaralayıcı bir vücut sıvısı ile gerçekleştirdiğinde, hakkında TCK m.213/2 uygulanacak mıdır? Silah, TCK m.6/1-f’de tanımlanmıştır. TCK m.5’e göre; “Bu Kanunun genel hükümleri özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır”. TCK m.6/1-f,4’e göre, “Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler” ve 5. alt bende göre de, “Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler” silah sayılırlar. Bu hükümler gereğince; TCK m.6’nın 1. fıkrasının (f) bendinin dördüncü alt bendine göre “şırınga” ve beşinci alt bendi uyarınca biyolojik madde olması itibariyle “vücut sıvısı” silah sayılabilir. Bu tür bir madde ile halk arasında korku ve panik oluşturmak amacıyla tehditte bulunan kişi hakkında, kullanılan silahın niteliği dikkate alınmak suretiyle TCK m.213/2’ye göre ceza artırımına gidilebilecektir. Kullanılan silahın niteliği; tehlikeliliği, korkutuculuğu, tehdit için yeterliliği ve etkisiyle orantılı olarak cezanın artırılmasına yansıyacaktır. Silah yetersiz değil de elverişsiz olduğunda; zaten elverişli olmayan vasıta ile suç işlenemeyeceğinden, TCK m.213’de tanımlanan suçun gerçekleştiğinden bahsedilemez. Ancak silah elinde olmayıp da, var gibi davranarak, ortamın gerginliğinden faydalanmak suretiyle inandırıcı bir şekilde tehditte bulunulduğunda, alanen tehdit suçu gerçekleşir ve hatta inandırıcılığın boyutuna göre TCK m.213/2’ye göre ceza artırımına da gidilebilir.

213. maddeye göre; halk arasında endişe, korku ve panik oluşturmak amacıyla konuşma, haber, açıklama veya görsellerin kullanılması, hayat, sağlık, vücut, cinsel dokunulmazlık veya malvarlığı bakımından alenen tehdit oluşturmadıkça, yani bu hukuki yararların en az birisine yönelik saldırı gerçekleştirme niteliği taşımadıkça, TCK m.213’te tanımlanan suç oluşmayacaktır.

TCK m.213; kamu barışına karşı suçlardan sayılıp, toplumun ve “kamu güvenliği” kavramından daha geniş bir özellik taşıyan kamu barışı kavramının korunması amacını gözetmektedir.

TCK m.213’ün gerekçesinin 2. paragrafına göre; “Madde ile ülkenin belli bir bölgesinde yaşayan halkın hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından tehdit edilmesi, suç haline getirilmiştir. Suçun oluşması için belirli kişi veya kişilerin değil, fakat gayri muayyen kişilerden oluşan kitlelerin tehdide muhatap olması aranır. Tehdidin halkın hayatı, sağlığı, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından bir korku, endişe veya panik meydana getirmek amacıyla yapılmış olması gereklidir. Endişe, korku ve panik kelimeleri halkta meydana gelecek telaş halinin değişik derecelerde olabileceğini ifade amacıyla kullanılmıştır. Suçun oluşması bakımından bu hallerin fiilen gerçekleşmiş olması aranmaz. Tehdidin objektif olarak böyle bir hale sebebiyet verebilecek nitelikte olması yeterlidir”.

Özellikle sosyal medya üzerinden çıkan haberlerin ve açıklamaların TCK m.213 kapsamında suç sayılabilmesi için, maddede gösterilen özel kastın ve maddi unsurun gerçekleşmesi şarttır. Burada öngörülen özel kast ve “alenen tehdit” kavramı bulunmadıkça, yani suçun maddi unsuru gerçekleşmeksizin, halk arasında korku ve tehdit suçunun oluştuğundan bahsedilemez.

TCK m.237’de fiyatları etkileme, madde 238’de kamuya gerekli şeylerin yokluğuna yol açma ve m.240’da da mal veya hizmetten kaçınma suçları düzenlenmiştir. Yine TCK m.186’da bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti suçu düzenlenmiştir; ancak bu ticaret bedelsiz de olsa tedarik etme ve bulundurmayı da kapsamakta olup, ticari maksat taşımasa da madde içeriği itibariyle TCK m.188/3’de öngörülen ticarete ve bedele konu edilmeyen tedarik veya bulundurma fiillerine benzer fiilleri de suç kapsamına almış gözükmektedir. Bu uygulamanın doğru olmadığını söylesek bile, TCK m.186/1 içeriği itibariyle ticaret dışında kalan tedarik ve bulundurma fiillerini suç saymaya elverişlidir. TCK m.186’da tanımlanan suçun; resmi izinle yürütülen bir meslek ve sanatın icrası kapsamında işlenmesi halinde, faile verilecek ceza 1/3 oranında artırılacaktır. TCK m.187’de; kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak şekilde ilaç üretme ve satma filleri suç sayılmış olup, bu suçun hekim veya eczacı tarafından veya resmi izinle yürütülen bir meslek veya sanatın icrası kapsamında işlenmesi halinde faile verilecek cezanın 1/3 oranında arıtılması öngörülmüştür.

TCK m.237’de, fiyatları etkileme suçu düzenlenmiştir. “Zor zamanlar” olarak bilinen savaş, savaşı gerektirecek bir hal, seferberlik, ayaklanma, kalkışma, yaygın şiddet hareketleri, tabii afet veya tehlikeli salgın hastalık ile ağır iktisadi bunalımın ortaya çıktığı durumlarda, başta TCK m.237’de düzenlenen fiyatları etkileme, TCK m.238’in tanımladığı kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olma ve m.240’da yer alan mal veya hizmetten kaçınma suçlarının işlenmesinde artışlar daha fazla gözükebilir. Esasen bu suçların cezaları, olağanüstü hale yol açabilecek durumlar için azdır. Bu nedenle olağanüstü halin ilan edildiği zamanlarda; 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu ve Anayasa m.119/6’ya göre çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile suç ve ceza içeren hükümler öngörülebileceği gibi, mevcut kanunlarda öngörülen suçların unsurları değiştirilebilir ve/veya cezaları artırılabilir.

TCK m.237/1’de; işçi ücretlerinin veya besin veya malların değerlerinin artıp eksilmesi sonucuna yol açabilecek şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis (ilgi çekici olaya ilişkin haber, bilgi) yayan veya sair hileli yollara başvuran kişinin üç aydan iki yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılacağı yazılıdır. Esasen zor zamanlarda sorun; bazı malların salgın hastalığa iyi geldiği, hastayı iyileştirdiği, vücudu kuvvetlendirdiği veya “takviye gıda” niteliği taşıdığı söylenerek çıkarılan yalan veya abartılı haberler ile bunların gerçek olması durumunda “arz ve talep” kuralı gereğince malların fiyatlarının aşırı yükseltilmesi veya malların bulunma güçlüğüne yol açılması, bazı malların “karaborsa” olarak bildiğimiz yokluğu ve aşırı fiyatlanması yoluyla satılmasıdır. Esas çözülmesi gereken sorun bu noktada; yani fayda sağlamayan malların faydalı gibi gösterilmesi veya faydalı malların arz ve talep dengesizliğine bağlı olarak, aşırı tüketilmesi veya bilinçli yokluğuna veya azaltılmasına neden olarak, bedellerinin ve fiyatlarının artırılmasının önüne geçilmesinde, bu fiilleri icra edenlerin ağır şekilde cezalandırılmalarına dair “suçta ve cezada kanunilik” prensibine uygun şekilde yeterli hükümlerin bulunmayışında toplanmaktadır. Aynı sorun, bedeli mukabilinde alınan hizmetlerle ilgili de ortaya çıkabilir. “Zor zamanlar” olarak değerlendirebileceğimiz dönemlerde esas olan, zaten bozulmaya yüz tutan toplumsal disiplinin sürdürülebilirliğinde sorunların ortaya çıkmasından çeşitli saiklerle faydalanmak isteyenlerin durdurulması ve kabulü mümkün olmayan yollara başvuranların cezalandırılmasıdır.

Fiyatları etkileme suçunun oluşabilmesi için; işçi ücretlerinin, besin veya malların değerlerinin artırılıp eksilmesi sonucuna neden olabilecek şekilde ve bu saikle yani özel kastla yalan haber veya havadis yayılması veya seçimlik hareketler içeren hileli yollarla, yani kişileri esaslı hataya düşüren (yapmayacakları bir işi yaptırmaya veya almayacakları kararı aldırmaya elverişli) hareketlerinin icrası gerekir. Bu fiilin sonucunda besin veya malların değerleri veya işçi ücretleri artmış veya eksilmişse, fail hakkında tatbik edilecek ceza 1/3 oranında artırılır. Fail, ruhsatlı simsar veya borsa tellalı olduğu takdirde cezası ayrıca 1/8 oranında artırılacaktır.

TCK m.238’de kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olma suçu düzenlenmiş olup; taahhüt ettiği işi yerine getirmeyerek, kamu kurum ve kuruluşları veya kamu hizmeti veya genel bir felaketin önlenmesi için zorunlu eşya veya besinlerin ortadan kalkmasına veya önemli ölçüde azalmasına neden olma hali suç olarak düzenlenmiştir. Bu suçun oluşabilmesi için, öncelikle failin taahhüt ettiği bir iş olmalı ve bunu haklı mazereti olmaksızın yerine getirmemesi gerekir. Kanun veya sair mevzuat veya sözleşme gereğince taahhüdünü yerine getirmeyerek, TCK m.238’de sayılan şeylerin yokluğuna veya önemli ölçüde azalmasına neden olan fail bir yıldan üç yıla kadar hapis ve 1000 güne kadar adli para cezası ile cezalandırılacaktır. Bu suçun işlenmesinde özel kasta, yani saike gerek olmayıp, bu suç genel suç işleme kastıyla işlenebilmektedir.

TCK m.240’da mal veya hizmet satımından kaçınma suçu düzenlenmiştir. Bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınarak, kamu için acil bir ihtiyacın ortaya çıkmasına yol açan kişi 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaktır. Fail, kendisinde olan ve ticaretini yaptığı bir mal veya hizmeti bedeli mukabilinde satmaktan kaçınır ve bu şekilde kamu için acil bir ihtiyacın ortaya çıkmasına neden olursa suç gerçekleşir. Bu suç ancak kasten işlenebilir ve teşebbüse elverişlidir.

TCK m.237’nin 1. fıkrası esasen teşebbüsü bir suç saymış ve sonucun gerçekleşmesini de 2. fıkrasında nitelikli hal olarak tanımlamıştır. TCK m.238’de tanımlanan suç da teşebbüse elverişlidir.

5442 sayılı İl İdaresi Kanunu m.11/C, 32/B-Ç ve 66 önemlidir. “Zor zamanlar” olarak nitelendirdiğimiz durumlarda ilde valiye ve ilçede de kaymakama önemli yetkiler tanınmıştır. İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesine göre vali; il sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa ilişkin emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla gerekli karar ve tedbirleri alır, kamu düzeninin veya güvenliğinin olağan hayatı durduracak veya kesintiye uğratacak şekilde bozulduğuna veya bozulacağına ilişkin ciddi hallerde 15 günü geçmemek üzere ilin belirlenen yerlerine giriş ve çıkışı, emniyet açısından şüpheli bulunan kişiler açısından sınırlayabilir, belirli yerlerde veya saatlerde kişilerin dolaşmalarını, toplanmalarını, trafiği düzenleyebilir veya kısıtlayabilir, ruhsatlı silah ve mermilere yasak getirebilir. Benzer yetkiler İl İdaresi Kanunu m.32’de ilçe sınırlarında kaymakamlar için de tanınmıştır. Ancak bu yetkilerin, ülkemizde baş gösteren salgın hastalığa karşı alınacak tedbirlerde yeterli olduğu söylenemez. İl İdaresi Kanunu m.66’da, vali veya kaymakam tarafından usulüne uygun alınan karar ve tedbirlere aykırı davranmanın idari ve adli cezaları gösterilmiştir. Esas olarak; mülki amirler tarafından lüzumlu konularda usulüne uygun alınan karar ve tedbirleri ihlal etmenin yaptırımı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca (2020 yılı için belirlenen rakama göre) 392 TL idari para cezası öngörülmüştür. Bu cezanın tatbiki için; karar veya tedbirin kanun dairesinde ve usulüne uygun alınması, adli işlemler nedeniyle veya kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun verilen emrin ihlali halinde Kabahatler Kanunu m.32’nin tatbik edileceğinin açık bir şekilde ilan edilmesi şarttır. 32. maddenin tatbiki için, idari karar veya tedbiri düzenleyen ilgili kanunda açık bir hükmün bulunması şarttır. İdari para cezası, Kabahatler Kanunu m.15/2 uyarınca ve kesintisiz fiil olmamak kaydıyla her bir ihlal için ayrıca tatbik edilecektir.

06.05.1930 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha (Halk Sağlığı) Kanunu, m.308 uyarınca yayımı tarihinden altı ay sonra yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun; 57. maddesinde sayılan yaygın ve salgın hastalıkların ülkemizde olduğu bir dönemde çıkarılmış olup, bu hastalıkların tümü ile bertaraf edilerek, halk sağlığının korunmasını içeren ayrıntılı düzenlemeleri kapsamına almıştır. Ancak Kanunun güncellenmesine ihtiyaç vardır.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu incelendiğinde; salgın hastalıkta işyerlerinin kapatılması, insanların dışarı çıkmaları veya hastalardan uzak durmaları, karantina gibi karar ve tedbirlerle ilgili 27, 64, 65, 66, 69 ve 77. maddelerin tatbik edileceği, işyeri kapatmaları ile tedbir amaçlı sokağa çıkma yasaklarının İçişleri Bakanlığı tarafından değil, Sağlık Bakanlığı’nın kontrolünde il ve ilçelerin hıfzıssıhha kurullarının alacağı kararlarla mümkün olabileceği, 69. maddeye göre çevre sağlığı ile ilgili alınan tedbirlere uyulmaması halinde, Kanunun Ek 2. maddesi uyarınca yetkili idare makam tarafından idari para cezası kararı verilebileceği anlaşılmaktadır.

1593 sayılı Kanunun 64. maddesinde, Sağlık Bakanlığı’nın sari ve salgın hastalıkların tespitinde yetkili kılındığı; 65, 66, 69. ve 77. maddelerinde yaygın ve salgın hastalıklara karşı gerekli tüm tedbirlerin alınması konusunda Sağlık Bakanlığı ile il ve ilçelerde halk sağlığı ile ilgili kurulların ve makamların yetkili kılındığı, dolayısıyla bu yetkinin yürütmenin başında olan Cumhurbaşkanına da ait olduğu, Sağlık Bakanlığı ile Sağlık Bakanının 1593 sayılı Kanundan kaynaklanan yetkileri Cumhurbaşkanına bağlı olarak kullanabileceği, il ve ilçe kurulları ile vali ve kaymakamların da aynı şekilde hiyerarşiye uygun olarak karar ve tedbirleri almak ve tatbik etmekle yükümlü sayıldıkları görülmektedir.

65 yaş ve üstünde olan bireylerin; gerek halk sağlığının ve gerekse kendi sağlıklarının korunması amacıyla sokağa çıkmalarını yasaklamanın hukuki dayanağını, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu m.11/C ve 32/B-Ç değil, 1593 sayılı Kanunun 64, 69 ve 77. maddeleri teşkil edebilir. Çünkü ülkemizde ortaya çıkan salgın hastalık, 1593 sayılı Kanunun tatbikini gerektirmektedir. 1593 sayılı Kanunla yetkili kılınan Sağlık Bakanlığı ile il ve ilçe hıfzıssıhha kurulları ile il ve ilçede görevli sağlık müdürleri ile “mülki amir” sıfatını haiz vali ve kaymakamlar, bu Kanundan kaynaklanan yetkilerini kullanmak suretiyle bu salgın hastalığın önüne geçilmesi ve ortadan kaldırılması için gerekli tüm kararları ve tedbirleri almakla yükümlüdürler. İl İdaresi Kanunu ise; bu salgın hastalık nedeniyle kamu düzeni, huzuru ve güvenliği bakımından istenmeyen hadiselerin ortaya çıkmasının önlenmesi veya hukuka aykırı davranışların bertaraf edilmesi amacına hizmet eden hükümlere yer vermiştir.

1593 sayılı Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edilmesi veya ilan edilen zorunluluklara uyulmaması halinde, uymayanlar hakkında hukuka aykırı fiillerin ayrıca suç oluşturmaması kaydıyla Kanunun 282. maddesinde öngörülen 3150-TL idari para cezası tatbik edilecektir. 65 yaş ve üstünde bulunanlar için öngörülen sokağa çıkma yasağının ihlali halinde, ihlal eden kişi hakkında 282. maddede öngörülen idari para cezası uygulanacaktır. Kanunun 303. maddesine göre; yasağa aykırı hareket edenler hakkında tutanak düzenlemeye sağlık memurlarının yetkili kılındıkları ve bu yetkililerin Sağlık Bakanlığı’na bağlı olacağı, hazırladıkları tutanakların da aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edileceği anlaşılmaktadır (Ek m.1). Yasağı ihlal edenler hakkında para cezası düzenleme yetkisi ise, Kanunun 294. maddesinin 2. fıkrasına göre vali ve kaymakamlara tanınmıştır.

Kabahatler Kanunu m.22, idari yaptırım kararı verme yetkisinin kimlere ait olduğunu belirtmiş ve ilgili kanunlarda yetkinin kime ait olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğine işaret etmiştir. Kabahatler Kanunu’nun 23. maddesinde cumhuriyet savcısının ve 24. maddesinde de mahkemenin idari yaptırım kararı verebilme yetkisinin düzenlendiği görülmektedir. Cumhuriyet savcısı; kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde, bir kabahatten (idari suçtan) dolayı idari yaptırım kararı vermekle yetkilidir. Fiilin idari suç olduğu soruşturma ve kovuşturma sırasında anlaşılırsa, istisnai olarak cumhuriyet savcısına ve mahkemeye idari yaptırım kararı verebilme yetkisi tanındığı görülmektedir; ancak 65 yaş ve üstünde olanlar bakımından uygulanan sokağa çıkma yasağının ihlali halinde, 1593 sayılı Kanunun 294. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yasağı ihlal eden hakkında idari para cezası kararı vermeye yetkili makam mahallin mülki amiri, yani vali ve kaymakam olarak belirlenmiştir. Yetkili memur tarafından düzenlenen tutanak üzerine, vali ve kaymakam tarafından kabahati işleyen kişiye idari para cezası kararı düzenlenecektir. Bu karara karşı, Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. 1593 sayılı Kanunun 69. maddesi gereğince alınan tedbirlerden çevre sağlığı ile ilgili olanlara uyulmaması halinde, tatbik edilecek para cezası ve itiraz ile bu cezanın tahsili şekli Ek m.2’de düzenlenmiştir.

Anayasanın 119. maddesi, “Olağanüstü hal yönetimi” başlığını taşımaktadır. Bu maddeye göre Cumhurbaşkanı; tehlikeli salgın hastalığın ortaya çıkması durumunda, yurdun tümünde veya bir bölgesinde, süresi altı (6) ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir. Olağanüstü hal ilanı kararı, verildiği gün Resmi Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulur. Altı aylık süre daha kısa tutulabilir. Altı aylık sürenin uzatılması ise; Cumhurbaşkanının talebine bağlı olarak, TBMM’nin her defasında dört (4) ayı geçmemek üzere olağanüstü hal süresini uzatma kararı vermesi ile mümkündür.

2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 1 ila 4. maddelerinde; OHAL’in amacı, kapsamı ve ilanı ile bu sırada Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (eski adı kanun hükmünde kararnameler) çıkarılabileceğine dair hükümler düzenlenmiştir.

Olağanüstü hal ilan edildiği anda, şu an uygulanmayan 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu yürürlüğe girer. Olağanüstü Hal Kanunu, tehlikeli salgın hastalıklarda hangi yükümlülüklerin getirilebileceğini ve tedbirlerin alınabileceğini 5 ila 9. maddelerinde düzenlemiştir. Özellikle Kanunun “Alınacak tedbirler” başlıklı 9. maddesinde; tehlikeli salgın hastalıklar sebebiyle olağanüstü halin ilan edilmesi halinde, OHAL kapsamına giren bölgenin belirli yerlerinde yerleşimi yasaklama, belirli yerleşim yerlerine girişi ve buralardan çıkışı sınırlama, belirli yerleşim yerlerini boşaltma veya buraları nakletme, eğitime ve öğrenime ara verme, öğrenci yurtlarını süreli veya süresiz olarak kapatma, kamuya açık yerlerle ilgili gerekli tedbirleri alma ve gerektiğinde bu yerleri kapatma tedbirlerine, yiyecek ve içecekler ile bunları üreten, satan, dağıtan yerlerle ilgili bazı önemli tedbirlere yer verildiği görülmektedir. Ancak bu tedbirler arasında sokağa çıkma yasağının olmadığı görülmektedir. Olağanüstü halinin ilanından sonra 2935 sayılı Kanuna dayanarak sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak için, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması halinde OHAL ilan edilmesi gerektiği dikkate alınmalıdır (Olağanüstü Hal Kanunu m.11). Tehlikeli salgın hastalık sebebiyle OHAL ilan edildiğinde, Anayasa m.119/6’ya göre çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya bu kararnamenin bir hükmü ile 2935 sayılı kanunun 11. maddesine yapılacak atıfla sokağa çıkma yasağının tatbiki gündeme gelebilecektir. Sokağa çıkma yasağının nasıl, kime, hangi saatlerde ve yerlerde uygulanacağına dair ayrıntılar; Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenebileceği gibi, kararnamede yer alacak bir hükümle 2935 sayılı Kanunun “Tedbirler” başlıklı 11. maddesine yapılacak atıfla da sokağa çıkma yasağının tatbiki yetkili mülki amirlere bırakılabilir.

Anayasa m.119/6’ya göre; “Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104’üncü maddenin on yedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmi Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur”. Bu madde uyarınca; OHAL’in ilanına yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik, kalıcılık özelliği taşımayan ve tedbir niteliğini taşıyan, Anayasa m.104/17’de öngörülen konu sınırlamalarına tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin çıkarılabilmesi mümkündür ki, salgın hastalık sebebiyle yurdun her yerinde veya bir kısmında sokağa çıkma yasağı Cumhurbaşkanlığı kararnamesine konu edilebilir. Olağanüstü hal ilanı ile birçok kişi hak ve hürriyetinin kullanılması (Anayasa m.15 ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.15’e göre) durdurulabildiğinden, Anayasa Mahkemesi OHAL sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Anayasaya aykırılığına dair soyut veya somut norm denetimi taleplerini OHAL süresince incelemediğinden (esasen Yüksek Mahkeme eski kararlarında, sınırlı da olsa OHAL kararnamelerinin hukukilik denetimini, OHAL devam ederken yapabilmekte idi), amacı aşan, kalıcılık özelliği taşıyan, OHAL’in ilan sebebi dışına taşan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkarılabileceğinden, OHAL ilanı ile olağan hukuk düzeninin kesintiye uğraması istenmemektedir. Elbette OHAL ilanı ve bu sırada uygulanacak hukuk sistemi savunulamaz ve kalıcı olarak kabul edilemez. Bununla birlikte, “zorunlu haller” olarak adlandırabileceğimiz Anayasa m.119/1 ile OHAL Kanunu m.1 ile 3’de gösterilen sebeplere bağlı olarak geçici bir süre OHAL ilanı ve bu sırada OHAL ilanına yol açan sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik acil karar ve tedbirlerin alınması kaçınılmaz hale gelebilir. Olağanüstü hal yönetimi, ülkede istenmeyen bazı hadiselerin ve tehlikelerin baş göstermesi ihtimaline karşı kabul edilmiş ve Anayasa ile düzenlenmiş istisnai bir müessesedir. Anayasa m.119 ve OHAL Kanunu 1 ile 3’de öngörülen şartlardan en az birisinin varlığı halinde, Cumhurbaşkanı OHAL ilan edebilir. OHAL ilanı ve bu sırada çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, TBMM’nin denetimindedir (Anayasa m.119’un 2, 3 ve 7. fıkraları). TBMM onaylamazsa, OHAL kalkar. En geç üç ay içinde TBMM’nin denetiminden geçmeyen veya geçemeyen, yani reddedilen Cumhurbaşkanlığı kararnameleri kendiliğinden yürürlükten kalkar. OHAL ilanı ve kararnameler, TBMM’nin onayına kadar geçerlidir. TBMM tarafından OHAL ilanına onay verilmezse OHAL kalkar. OHAL sırasında çıkan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri denetimden geçerken TBMM tarafından kısmen veya tümü ile reddedilirse, bu andan itibaren reddedilen kararnameler veya hükümleri ile tedbirlerin yürürlüğü son bulur.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.