Daha önce kaleme aldığımız Kasten Yaralama Sonucunda Hayati Tehlikenin ve Ölüm Neticesinin Oluşması başlıklı yazımızda[1]; kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmesi halini düzenleyen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.87/4 ve fiil sonucunda mağdurun yaşamını tehlikeye sokulması halini düzenleyen TCK m.87/1-d müesseseleri hakkında değerlendirmelerimize ve konu ile ilgili Yargıtay kararlarına ve doktrine yer vermiştik.

Bu yazımızda ise; öldürme kastının varlığı için gerekli kıstaslar ile bu kıstasların somut olaylarda ne şekilde uygulandığına ve Yargıtay uygulamalarının yeknesak olup olmadığına değinilecektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihadı uyarınca, failin öldürme kastının varlığı;

· Fail ile mağdur arasında olay öncesine dayalı öldürmeyi gerektiren bir husumet bulunup bulunmadığı,

· Olayda kullanılan aracın öldürmeye elverişli olup olmadığı,

· Ölendeki darbe sayısı ve şiddeti,

· Darbelerin vurulduğu bölgenin hayati bakımdan önemi,

· Failin hareketlerine kendiliğinden mi, engel bir nedenin etkisiyle mi son verdiği,

· Failin suç aletini kullanış biçimi,

· Olay sonrasında failin mağdura yönelik davranışları, başka bir anlatımla olayın kendine özgü tüm özellikleri,

Dikkate alınarak saptanmalıdır[2].

Pozitif Hukukta kolay olanın; teori üretip, bazı kıstaslar ortaya koymak suretiyle tanımlamalar yapmak, sorunlara çözümler üretmek, müesseseler arasında farklılıkları ortaya koymak, böylelikle de sorunların çözüldüğünü zannetmek olduğu bilinir. Esasen zor olan, teorik bilgiyi ve soyut olarak sıralanmış kıstasların somut olaylara ve sahaya uygulanmasıdır ki, gerçekten bu konuda yeknesaklığı sağlamak çok zordur. Genellikle “somut olayın özellikleri” veya “somut olayın gelişimi” gibi kavramlar kullanılarak, yukarıda yer verdiğimiz kıstasların çok benzer olaylarda bile farklı sonuçlara yer verecek şekilde uygulandığını, hatta kıstasların bir bütün olarak veya birkaçının dikkate alınmadığını, bu nedenle de oluşları itibariyle çok benzer olaylarda bile farklı sonuçların çıkabildiğini, aynı sayılabilecek olaylarda bir karar kasten insan yaralama çıkarken, diğer kararının kasten öldürme suçu kabulü ile teşebbüs aşamasında kaldığı sonucuna varılabildiği görülebilmektedir.

O halde klasik suç tipi dediğimiz öldürme, yaralama, yağma, dolandırıcılık ve sahtecilik gibi suçlarda, yargı kararları arasında farklılıkları ortadan kaldıracak şekilde içtihat oluşturmakla görevli olan, bu nedenle temyiz mercii sıfatı ile hukukilik denetimi yapan Yargıtay kararlarına ve bu kararlarda tespit edilen kıstaslara ne anlam yüklemek gerekir?

Doğrudur; Yargıtay kararları her somut olaya göre verilmiş, diğer davalar bakımından emsal kabul edilebilecek, fakat bağlayıcı olmayan yargı kararlarıdır. Elbette Hukuk Biliminde farklı görüşler olacak, doktrin tartışmaları yapılacak, Yargıtay kararları arasında bazı çelişkiler olabilecek, hatta zaman içinde içtihada dönüşmüş kararlarda bile farklı sonuçlara ulaşılabilecektir, fakat yanlış olan sürekli kıstaslar belirleyerek, kasten öldürme suçuna teşebbüs ile kasten yaralama arasında bazı somut ayırımlar ortaya koyulmasına ve bunda ısrar edilmesine rağmen, nasıl olup da çok benzer olaylarda farklı sonuçlara ulaşılabildiğidir.

Yukarıda yer verdiğimiz eleştiriyi yaptıktan sonra, her ne kadar yargı kararlarında yaşanan çelişkilerin ve yeknesaklıktan uzaklaşmış uygulamaların değişmeyeceğini düşünsek de, yine de değişebilir umuduyla uygulamada yaşanan bu ciddi sorunu dile getirmeyi gerekli gördük.

Kasten Yaralama Sonucunda Hayati Tehlikenin ve Ölüm Neticesinin Oluşması başlıklı yazımızda da ifade ettiğimiz üzere; maktulün vücudunda tek bir darbe bulunması, hedef alınan vücut bölgesi, olay esnasında engel bir hal bulunmamasına rağmen sanığın fiillerine kendiliğinden son vermesi gibi durumlarda yaralama kastının varlığı kabul edilmeli ve hayati tehlike oluşmuşsa TCK m.87/1-d, ölüm neticesi meydana geldiğinde de TCK m.87/4 tatbik edilmelidir. Ortada failin kastı ile ilgili şüphe varsa da sanık lehine değerlendirilmeli; failin yaralama kastı da olmadığı değerlendirilirse, sanık hakkında en fazla, yani olsa olsa taksirle ölüme neden olma hükümleri tatbik edilmelidir.

Olması gereken budur, ancak uygulamada farklı değerlendirmelere ve sonuçlara rastlanmaktadır.

Uygulamada yeknesaklığın olmadığı, özellikle Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama başlıklı TCK m.87/1-d ve m.87/4’le ilgili tereddütlerin yaşandığı, yukarıda kriterlerine yer verdiğimiz kasten insan öldürme suçu ve bu suçun özel görünüş şekli olan teşebbüs aşaması ile kasten insan yaralama suçlarında, somut olayın özellikleri bazen farklılıklar taşısa da, birçok benzer olayda suçların maddi ve manevi unsurlarının hatalı değerlendirildiği, benzer olaylar arasında oldukça farklı kararların verilebildiği, yazımızda yer verdiğimiz kriterlere göre kasten yaralama kabul edilmesi gereken fiillerin öldürmeye teşebbüs veya öldürme suçu kapsamında ele alındığı, bu şekilde ceza adaletinden sapılabildiği görülebilmektedir.

Bu durumda Yargıtay’ın ve doğal olarak ilk derece mahkemelerinin, özellikle failin hareketlerine kendiliğinden mi, engel bir nedenin etkisiyle mi son verdiği kıstası yönünden sanıklar aleyhine yorum yapmak suretiyle kasten öldürmeden yana değerlendirme yapabildiklerini, bunun da çoğu zaman “araya engel girmesi” kriterini geniş yorumlamaktan veya gereği gibi dikkate almamaktan kaynaklandığını, yine “darbelerin vurulduğu bölgenin hayati bakımından önemi” kriteri yönünden her ne kadar hayati bölge olmadığı, mağdur hayati tehlike de geçirmediği sabit olsa da, yargı makamlarının yorumlarını aleyhe yapabildiğini, örneğin “sanığın kullandığı bıçağın vasıf ve mahiyeti, darbe sayısı, hayati bölgelerine 3-4 defa bıçağı vurması” gerekçesiyle fiil öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilmesine rağmen, mağdurun hayati bölgelerine değil, sırtına, dirseğine bıçak isabeti aldığı, bıçağın da tamamının değil, yarısının mağdura isabet ettirildiği durumda, yukarıda yer verdiğimiz şekilde bir yorumla, örneğin her ne kadar lomber bölgelerin hayati olmadığına yönelik Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları olsa ve failin kastının öldürmeye yönelik olmadığı kabul edilse bile[3], sanıklar aleyhine yorum yapıldığını, ilk derece mahkemesi kararlarının gereği gibi denetlenmediği durumda da sadece bu yargı makamının gerekçesinin dosyada yer aldığı ve bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay’ın sadece istinaf/temyiz nedenlerinin reddini yazmakla yetindiğini ve sanığın mahkumiyet kararlarının kesinleştiğini görmekteyiz.

Öldürme kastı için gerekli “husumet” kavramının da, mutlaka öldürmeye yönelik olması gerektiği izahtan vareste olup; sırf bir tarafın alacaklı, bir tarafın borçlu olması veya daha önce şahıslar arasında tartışma olması, öldürmeyi gerektiren husumet olarak nitelendirilemez. Bunun dışında; tarafların birbirini tanımadığı, anlık gelişen bir olayda da öldürme kastının varlığı olabilir ki, bunun için yukarıda yer verdiğimiz kriterlerin en az birkaçının dosyada bulunması ve bu kriterlerin sanık aleyhine somut şekilde ortaya koyulması gerekir. Ancak öldürmeyi gerektirmeyecek bir husumetten veya birbirlerini tanımayan taraflar arasında ani şekilde trafikte, çarşıda veya pazarda gelişen kavgada kullanılan tabanca veya bıçakla yaralamanın elbette otomatik olarak kasten yaralama veya ölüm neticesi gerçekleşmişse neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama kabulüne gidilemeyeceği, somut olayın özelliklerine, yara yerlerine, yaralamaya dönük icra hareketlerinin çokluğuna, yaralanan şahsın hayati tehlike geçirip geçirmediğine, taraflar arasında gerçekleşen kavgada silah kullanan failin kastına bir bütün olarak bakılması ve buna göre sonuca ulaşılması gerekirken, sırf yara yerleri, darbenin birden fazla olduğu ve mağdurun hayati tehlike geçirdiği gerekçesinden hareketle, kasten yaralama yerine kasten öldürme suçuna teşebbüsün kabulü hatalıdır.

İlk derece mahkemelerinin sanığın kastı yönünden deyim yerinde ise niyet okuyuculuğu yapmamaları, fiillere kendiliğinden son verme kriterlerinin doğruluğu yönünden gerekirse tanık dinlemesi ve dosyaya o gözle tekrar tekrar bakması, mağdurun hayati bölgeleri ile ilgili tereddüdü var ise de bu konuyu yeniden rapor alarak gidermesi gerektiği de izahtan varestedir.

Bu kriterler ışığında yargı mercilerinin değerlendirmeleri son derece önemli olup; bu değerlendirmeler sadece ceza miktarını değil, hükmün infazında koşullu salıverilme oranı ve denetimli serbestlik süresi açısından da önem arz etmekle, bu kriterlerin dikkatli şekilde yorumlanması ve kriterler yönünden şüphe bulunmakta ise, şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca yaralama kastının varlığından hareket edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Ertekin Aksüt

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

------------

[1] https://www.hukukihaber.net/kasten-yaralama-sonucunda-hayati-tehlikenin-ve-olum-neticesinin-olusmasi-ersan-sen, Çevrim İçi Erişim Tarihi: 18.12.2025.

[2] Yargıtay CGK, 29.03.2016, 2015/450 E., 2016/148 K.; 28.06.2011, 2011/1-114 E., 2011/150 K.; 08.07.2008, 2008/1-88 E., 2008/184 K.; 09.07.2002, 2002/1-185 E., 2002/300 K.

[3] Yargıtay CGK, 08.07.2008, 2008/1-88 E., 2008/184 K.; 28.06.2011, 2011/1-114 E., 2011/150 K.; 24.12.2013, 2013/1-716 E., 2013/627 K.; 12.11.2007, 2006/17372 E., 2007/12250 K.