1. Genel Olarak

Yer bakımından yetki kuralları; yargı çevrelerinin, ülke mahkemeleri arasında coğrafi olarak dağılımını ifade ederek, kovuşturmaya konu suçun hangi yer mahkemesinde görülmesi gerektiği sorununu çözümler[1]. Bu bölünme uyarınca her mahkemenin yetkisi, kendisine düşen coğrafi alanla, bir başka ifadeyle yargı çevresi ile sınırlıdır[2].

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Yetkili mahkeme” başlıklı 12. maddesi temel yetki kurallarını, “Özel yetki” başlıklı 13. maddesi ise özel yetki kurallarını düzenlemektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesi; öncelikle davaya bakma yetkisinin, suçun işlendiği yer mahkemesine ait olacağını belirtmiş, devamında ise suçun özel gerçekleşme şekillerine göre uygulanacak yetki kurallarını düzenlemiştir. Örneğin 12. maddenin ikinci fıkrası uyarınca; “Teşebbüste son icra hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir”.

Bu nedenle; suç veya terör örgütü üyeliği suçu bakımından yetkili mahkemenin tespit edilebilmesi, yani yer bakımından yetkinin belirlenebilmesi için, hem suçun gerçekleştiği yerin ve hem de bu suçun özellik arz eden diğer hususların incelenmesi gerekir.

CMK m.13 ise; suçun işlendiği yerin belirlenemediği, şüpheli veya sanığın Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmadığı haller ile bunlara ilişkin kıstaslar uyarınca da mahkemenin belirlenemediği durumlarda yetkili mahkemenin neresi olacağı düzenlenmektedir.

2. Suç Örgütü Üyeliği Suçu

Suç örgütü üyeliği suçu, Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinin ikinci fıkrasında; “Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Belirtmeliyiz ki; suç örgütü üyeliği suçunun işlenebilmesinin ön şartı, TCK m.220/1[3] kapsamında bir örgütün var olmasıdır. Suç örgütünün varlığında hataya düşülmesi, örgütün aslında suç işlemek amacıyla kurulmadığı veya maddede sayılan diğer şartların birisinde eksiklik olduğu hallerde, örgüt üyeliği suçunun ön şartı gerçekleşmediğinden, yer bakımından yetkinin de tespit edilmesine ihtiyaç olmayacaktır. Örneğin; meşru olduğu düşüncesi ile dahil olunan örgütlenmenin, sonradan bir suç örgütü olduğunun ortaya çıkması halinde, kural olarak kişinin örgüt üyeliği kastından bahsedilemeyeceğinden, kovuşturmaya konu olabilecek bir ceza sorumluluğu da gündeme gelmeyecektir[4].

Örgüt üyesinden söz edilebilmesi için; örgütü kuran veya yöneten dışında kalmakla birlikte örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve örgütün amacını gerçekleştirmesine katkıda bulunan veya bulunmaya yönelik iradesini somut ve aktif şekilde ortaya koyan bir kişiden bahsedilmesi gerekir[5]. Diğer bir ifadeyle; suç işlemek amacıyla kurulan bir suç veya terör örgütüne, örgütün bu özelliğini bilerek katılmak, hiyerarşik yapısına dahil olmak ve örgütün amacını benimsemek, örgüt üyeliği suçunun oluşması için yeterlidir[6].

Yargıtay 16. Ceza Dairesi 14.06.2016 tarihli, 2016/3380 E. ve 2016/3872 K. sayılı kararında; Suç örgütüne üye olmanın; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi, örgütle organik bağın kurulmasını, sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunmayı gerekli kılacağını” belirtmiştir.

Açıklanan özellikleri itibariyle örgüt üyeliği suçunda üye; yakalandığı sırada herhangi bir örgütsel faaliyette bulunmasa dahi, talimat doğrultusunda her an harekete geçip suç işlemeye hazır olduğundan ve örgüt faaliyetler çerçevesinde suç işlemek amacıyla özel kastının bulunduğu, bu kapsamda örgüt üyeliğinin devam ettiği, dolayısıyla da TCK m.220/2’de ve m.314/2’de tanımlanan üyelik suçu işlenmeye devam ettiğinden, örgüt üyeliği suçunun mütemadi/kesintisiz bir suç olduğu sonucuna varılmalıdır. Yeri gelmişken; örgüt üyeliği suçunun mütemadi oluşu, yani devamlılığından kaynaklanan sebeple “suçüstü” halinin varlığından bahisle CMK m.90’da ve m.91’de düzenlenen yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinin sıklıkla uygulandığı, esasen örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeyen veya suça teşebbüs etmeyen kişinin, suç veya terör örgütü üyeliği suçlaması ile “suçüstü” kurallarına göre yakalanıp gözaltına alındığı, bu sürecin tutuklama tedbirinin tatbikinde de dayanak olarak kullanıldığı görülmektedir ki, bu usulün hatalı olduğunu ve faaliyet suçu işlemeyen bir örgüt mensubunun sırf bu mensubiyetinden dolayı davet edilmek veya zorla getirtmek yerine yakalanıp gözaltına alınmasının isabetli olmadığını yıllardır söyledik, fakat örgütlü suçların özelliklerinin, örgüt mensuplarının birbirlerine haber vermelerinin, faaliyet suçları ile delillerinin izlenmesinin önüne geçilmesi için, örgüt üyeleri hakkında “suçüstü” kurallarının uygulanması gerektiğini savunanlar da bulunmaktadır. Keyfi kullanıldığından, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının özünü de ihlal ettiğinden, sırf üyelik iddiasından hareketle “suçüstü” halinin varlığının kabulü ile tatbik edilen yakalama ve gözaltına alma tedbirlerine katılmadığımızı ifade etmek isteriz. Suç örgütü üyeliğinde neticenin devamlılığı kabul edilmekle birlikte, bu kabulün kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlandırılmasında gerekçe olarak kullanılmasını eleştirdiğimizi, sırf CMK m.90/1-a’da yer alan “kişiye suç işlerken rastlanması” ibaresinin kötüye kullanılmaması gerektiğini belirtmek isteriz. Bunun dışında, yer itibariyle yetkili mahkemenin belirlenmesinde suç örgütü üyeliği suçunun mütemadi oluşu gözardı edilmemelidir.

Yazımızda yer alan tespit ve açıklamaları; TCK m.220/1 ve m.314/1’de düzenlenen örgüt yöneticiliği suçunun neticesi devam ettiğinden, örgüt var olduğu, örgütten çıkmadığı veya çıkarılmadığı veya örgütle bağı kesilmediği sürece sevk ve idare etme yetkisi süren yöneticiler içinde uygulamak gerekir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 18.05.2018 tarihli bir kararında; “örgüt yöneticiliği veya üyeliği mütemadi suç olup hukuki ve fiili kesinti gerçekleşinceye kadar gerçekleştirilen örgütsel faaliyetler bir suç oluşturacaktır, (…)”[7] gerekçesine yer vererek, örgüt yöneticiliği ve üyeliği suçunun mütemadi bir suç olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla; suç veya terör örgütüne üyelik suçu, mütemadi suç olduğundan, coğrafi anlamda yetkili mahkemenin de bu kabule göre belirlenmesi gerekir.

3. Yer Bakımından Yetkili Mahkeme

CMK m.12/2 uyarınca, mütemadi suçlarda temadinin sona erdiği yer mahkemesi yetkilidir. Örgüt üyeliği suçu da mütemadi, yani neticesi devam eden bir suç olarak kabul edildiğinden, mütemadi/kesintisiz suçların ne olduğunu ve temadinin ne zaman sona ereceğinin açıklanması gerekir.

Mütemadi suçlarda; kanuni tanımda yer alan fiilin icrasının süreklilik arz etmesi gerekmekle birlikte, unsurların oluşmasıyla öngörülmüş hareketler tamamlanmış olmaz[8]. Netice devam ettiği müddetçe suç da işlenmeye devam edecektir. Temadinin sonra ermesi, yani kesintinin gerçekleşmesi ile de suç artık tamamlanmış olacaktır.

Temadi ise; şüpheli hakkında dava açılması veya şüphelinin yakalanması, tutuklanması gibi bir nedenle özgürlüğünden mahrum bırakılması veya fiille ilgili hukuki bir işlemin yapılması hallerinde son bulmuş olur[9].

Bu kapsamda örgüt üyeliği suçunda, fail yakalanana veya hakkında kamu davası açılana kadar suç işlenmeye devam edecek, bunlardan birisinin gerçekleşmesi halinde suç tamamlanmış olacaktır. Dolayısıyla, hem suçun tamamlanması ve hem de yer bakımından yetkili mahkemenin tespit edilmesi kesintinin gerçekleşmesine bağlanmıştır.

Konu ile ilgili hukuk kuralları açık olmakla birlikte, uygulamada çeşitli hatalar görülmektedir. Bilhassa örgüt üyeliği suçunda, temadinin sona erdiği yer mahkemesi yerine, örgüt üyesinin son görev yaptığı veya ağırlıklı eylemlerin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğu sonucuna varan kararlara rastlanmaktadır.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin, 04.06.2018 tarihli, 2018/4910 E. ve 2018/4120 K. sayılı kararına konu olmuş bir olayda; Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı, örgüt üyeliği suçu bakımından şüphelinin Iğdır’da herhangi bir faaliyetinin bulunmadığı ve kaldığı cemaat evinin de Iğdır’da olmaması nedeniyle yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiştir. Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı ise, şüphelinin Iğdır’da yakalandığını ve bu nedenle temadinin Iğdır’da sonra erdiğini gerekçe göstererek karşı yetkisizlik kararı vermiştir.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi; kanun yararına bozma yoluyla önüne gelen bu yetki uyuşmazlığında, şüphelinin örgütsel faaliyetlerinin yoğun olarak gerçekleştiği iddia edilen yerin, terör örgütü ile irtibatlı ve iltisaklı olan cemaat evinin bulunduğu yer olduğunu ifade etmiş ve yer bakımından yetkili yerin Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı olduğuna karar vermek suretiyle kanun yararına bozma talebini kabul etmiştir.

Oysa Yargıtay’ın; CMK m.12/2’yi dikkate alarak, temadinin sonra erdiği yeri esas alması ve Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı ile aynı doğrultuda karar vermesi gerekirdi. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, örgüt üyeliği suçu için özel bir yetki kuralı öngörülmediğinden, üyenin son görev yaptığı veya suçun yoğun olarak gerçekleştiği iddia edilen yerin yetkili kabul edilmesi hatalıdır.

Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 03.02.2020 tarihli başka bir kararına konu olmuş yetki uyuşmazlığında[10]; silahlı terör örgütüne üye olma suçunun temadi eden suçlardan olduğunu ve eylem yoğunluğunun yetkili savcılığın belirlenmesinde tek başına kıstas olamayacağını açıklamıştır. Ancak Yargıtay bu açıklamalarına rağmen; dosya kapsamı ve mevcut deliller uyarınca şüphelinin yakalandığı yeri, yani temadinin sona erdiği yerin yetkili olmadığına karar vermiştir.

Örgüt üyeliği suçu mütemadi bir suç olduğundan, failin yakalandığı ana kadar suçun devam ettiğini kabul etmek ve yetkili mahkemeyi bu çerçevede tayin etmek gerekir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 18.10.2019 tarihli bir kararında, Ceza Muhakemesi Hukukunda yetkili mahkemenin temadinin bitişine göre değerlendirilmesi gerektiğini ifade edilmiştir[11].

4. Sonuç

Örgüt üyeliği suçunda yetkili mahkemenin, örgüt üyesinin son görev yaptığı veya suçun yoğun olarak işlendiği yer mahkemesinin olduğu yönündeki kararlar, Kanunun lafzı bakımından dayanaksız ve içtihat birliğinin sağlanması açısından da hatalıdır. Belirtmeliyiz ki; örgüt üyeliği suçunda temadinin kesildiği ana göre yer itibariyle yetkinin tespit edilmesi gerekir. “Yetkili mahkeme” başlıklı CMK m.12/2’ye göre, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği yer mahkemesi yetkilidir. Suç örgütü üyeliğinde kesinti ise; failin yakalandığı, teslim olduğu, gözaltına alındığı, tutuklandığı veya iddianamenin düzenlendiği anda gerçekleşmiş olur. Uygulamada suç veya terör örgütünden dolayı iddianame düzenlenebilmesi için, failin yakalanması veya teslim olması aranmaktadır. Suç örgütü üyeliği suçu neticesi devam eden suç olarak kabul edildiğinden, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği yerin esas alınıp, buna göre yer itibariyle yetkili mahkemenin tespiti gerektiğinden, failin yakalandığı, gözaltına alındığı veya zorla getirildiği veya davet edildiği yer başsavcılığında başlatılacak soruşturmada, artık o yer görevli mahkemesine kamu davası açılması amacıyla iddianamenin hazırlanıp sunulması gerekir. Burada; örgüt mensubunun başka bir yerde işlediği faaliyet suçu veya failin veya örgütün ağırlıklı eylemlerini icra ettiği yer mahkemesinin yetkili sayılması, ancak fiil ve fail bakımından toplu düzenlenen iddianame ve davalarda gündeme gelir ki, “bağlantı” kavramının kabulü ile bu yöntem izlenebilir. Ancak bunun dışında, örgüt yöneticiliği veya üyeliği suçlarından dolayı bireysel yürütülen soruşturmalarda ve açılan davalarda, CMK m.12/2’de tanımlanan kuraldan ayrılmamak gerekir. Çünkü bu kural Kanunun emredici hükmü olup, Anayasa m.138/1 uyarınca tüm yargı mensuplarını bağlar.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Mehmet Vedat Ervan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 255.

[2] Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, Ankara, 2018, s. 558.

[3] TCK m.220/1: “Kanunun suç̧ saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç̧ ve gereç̧ bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir”.

[4] Ersan Şen, Sefa Eryıldız, Suç Örgütü, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 115.

[5] Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018, s. 975.

[6] Ersan Şen, Sefa Eryıldız, a.g.e., s. 505.

[7] Yargıtay 16. Ceza Dairesi 18.05.2018 tarihli, 2018/104 E. ve 2018/1575 K. sayılı kararı.

[8] İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 189.

[9] Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 244.

[10] Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 03.02.2020 tarihli, 2019/9671 E. ve 2020/2010 K. sayılı kararı.

[11] Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 18.10.2019 tarihli, 2019/3283 E. ve 2019/6483 K. sayılı kararı.