"The Godfather" (Baba) filminde Michael Corleone'nin ünlü sözünü hatırlarsınız; "It is not personal, it is bussiness". Yani,"iş hayatında hiçbir şeyi kişiselleştirme (kişisel olarak algılama), iş iştir !". Aynı motto, Donald Trump'ın "Çırak" adlı programında da reklam sloganı olarak kullanılmıştı. Başrollerini Tom Hanks ve Meg Ryan'ın paylaştığı "Mesajınız Var" filminde de kulaklarımız bu felsefe ile çınlamıştı.

İzleyenler bilir, "Mesajınız Var" filminde Meg Ryan, çocuk kitapları satan "Köşedeki Dükkan" adlı küçük bir kitapevini annesinden miras kalması sebebiyle büyük bir tutkuyla işletmektedir. Fakat bir gün piyasada hakim durumdaki güçlü bir kitapevi, uyguladığı fiyat politikasıyla Meg Ryan'ın küçük kitapevinin satışlarının düşmesine ve nihayetinde kepenkleri kapatmasına sebep olur. Vahşi kapitalizme karşı mücadele veren Meg Ryan, 42 yıllık aile dükkanını yaşatmak için ihtiyaç duyduğu tavsiyeleri, yüzünü hiç görmediği chat arkadaşı Tom Hanks'ten almaktadır. Tom Hanks, kendi iş hayatında başarısını da bu felsefeye borçlu olduğunu söyler ve The Godfather filmine atıf yaparak "It is not personal, it is bussiness" (kişiselleştirme, iş iştir!) sloganıyla Meg Ryan'ı yönlendirir. Ne var ki, filmin sonunda Meg Ryan, onu işsiz bırakan kitapevi sahibinin Tom Hanks olduğunu öğrenir.

Film, Meg Ryan ve Tom Hanks'ın kavuşmasıyla son bulduğundan, "Köşedeki Dükkan" ın kapanması ile pek ilgilenmeyiz. Fakat Tom Hanks, dükkanı kapandığı için üzüntüden hasta olan Meg Ryan'ı ziyarete gelip "It was not personal" (kişisel olarak algılama, sana yönelik bir şey değildi) dediğinde Meg Ryan'ın söylediği şu söz Michael Corleone'ye, Donald Trump'a ve bu felsefeyi içselleştirmiş başarılı (!) insanlara ders olacak nitelikte.

"Ne demek kişiselleştirme !. Bıktım artık bu laftan. "Kişiselleştirmenin" nesi bu kadar kötü ? Sonunda ne olursa olsun, her şey kişisel olmakla başlar."

Katılmamak mümkün mü? Bugün pek çok insan başarılı olmanın anahtarını "KİŞİSELLEŞTİRME,İŞ İŞTİR!" lafında arıyor. Öyle ki, bu motto kutsal biri tarafından bize armağan edilmiş gibi. Oysa sözkonusu motto'yu kendisine felsefe edinmiş ve topluma armağan etmiş ilk insan hiç de öyle beklediğiniz gibi biri değil. Otto Biederman'dan bahsediyorum. 1891 doğumlu ve Amerika Birleşik Devletleri'nde bir organize suç örgütünün mali işlerinden sorumlu gangsterden. En yakınlarına bile attığı kazıklarla ün salmış bu zeki adam, neden böyle yaptığı kendisine sorulduğunda hep aynı cevabı verirmiş; "KİŞİSELLEŞTİRME,İŞ İŞTİR !".

Küçük bir araştırma yaptığınızda, insan kaynakları uzmanlarının bu konuda verdiği tavsiyelerde de bu gangster lafının hatırı sayılır  bir yer edinmiş olduğunu görebiliyoruz. Şirket çalışanlarını itinayla seçen uzmanlar, olayları kişiselleştiren insanları "negatif" kategorisinde değerlendiriyor.

Araştırmada biraz daha derine indiğinizde, iş hayatında olayları kişisel olarak algılamanın kadınlarda daha fazla görüldüğü, erkeklerde ise bu duygunun yerini "profesyonelliğe" bıraktığı iddia ediliyor.İddiaya göre erkekler sabah evden çıkarken kişisellik köprüsünden geçip profesyonellik kapısından içeri giriyor.Asansörden indiği anda kişisel her şey arkada kaldığından iş dünyasındaki her şeyi profesyonel  olarak algılıyor. Bu sebeple alınmıyor, kırılmıyor, daha fazla mücadele edecek güç bulabiliyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanmış bir kısa filmde bu durum şöyle sembolize ediliyor; Aynı iş yerinde çalışan Jack ve John, sabah masalarına oturmadan önce büyük bir samimiyetle el sıkışıyor, ardından mesainin başladığını işaret eden bir zil sesi duyuluyor. Zil sesiyle birlikte birbirlerine kitap, defter, dosya, hatta çöp kovası gibi ellerine gelen ne varsa fırlatıyorlar. Bu tantana sonrası ikisi de yaralanıyor. Tekrar duyulan zil sesi ile mesainin bittiğini anlıyoruz. Jack ve John bu defa masalarından kalkıp tekrar samimiyetle tokalaşıp hatta kucaklaşıp evlerinin yolunu tutuyorlar.

Profesyonelliğin tanımı böyle yapıladursun, gerçekler hiç de bize söylendiği gibi değil. Yapılan son araştırmalar, çalışanların (kadın-erkek fark etmiyor) istifa ederken işyerini değil aslında insanları terk ettiğini gösteriyor.

O halde bugün bize dayatılan profesyonellik tanımının artık iyice rayından çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz.Gerçekten de öyle değil mi? İnsan işyerinde de, evde de , hastanede de, cenazede de , düğünde de, insan değil mi? Onu diğer alanlardan soyutlayarak sadece iş hayatına özgü bir kalıba koymak mümkün mü? Öyleyse işyerinde rakibimiz (!) olan bir başka çalışan hasta iken yardım etmemek, öldüğünde cenazesine katılmamak nasıl mümkün değilse; bize vefa göstermeyen, hakkımızı ihlal eden bir iş arkadaşımıza da "iş iştir" deyip sarılabilmemiz mümkün değil. Eğer bunu yapabiliyorsak, bu özelliğimiz bugünkü anlamıyla profesyonellik değil erdemdir. Affetmenin ardından gösterilen bir erdem.

Peki bir gansterden öğrenilmiş bu felsefeye iş hayatında neden bu kadar rağbet ediliyor ? Neden mi? Bu felsefeye saplanıp kalmış olan insanlar, iş hayatında bir başkasına kazık atmayı böylece meşrulaştırıyor.

"Kişiselleştirme, iş iştir" saçmalığı aslında bizi, aldığımız kararlarda karşımızdaki insanı önemsememeye davet ediyor. Vefa, vicdan, hakkaniyet duygularını yok saymamızı istiyor. Ve bu "yok saymayı" en iyi şekilde yapan kişinin elde ettiği "şey" ler, bütünsel olarak "başarı" etiketi altında değerlendiriliyor.

Ben bu yanılgıya bir son verilmesini tavsiye ediyorum.

Yine de  "kişiselleştirme, iş iştir" diyenlere cevabım şu: "Kişiselleştiriyorum, çünkü ben bir insanım".