Bilindiği üzere Türk ceza yargılaması sisteminde esas olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen ilkeye bütün hukukçular aşinadır. Neredeyse aktif olarak çalışan hukukçuların tamamı en azından bir kere olsa da dilekçelerinde anılan ilkeye yer vermiştir.
Yargıtay kararlarında da bu ilkeye sıkça rastlanır. Savunma makamı mesleği kapsamında belki binlerce kez aynı cümleyi kurmuştur keza aynı cümleyi karar verici yargılama makamı da binlerce kez işitmiştir. Kamusal iddia makamının mütalaalarında ise bahsi geçen ilkeye atıf yapıldığına sık rastlanmaz.
Hemen her hukukçunun bildiği bir Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında aynen:
“Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikle ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı ve hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkân vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir (Ceza Genel Kurulu-K.2015/35)”
İfadeleri yer almaktadır. Gerçekten de YCGK tarafından incelenen temel ilkenin kapsamı oldukça net biçimde izah edilmiştir. YCGK ve çeşitli Yargıtay ceza dairelerinin aynı minvalde yüzlerce hatta binlerce kararı bulunmaktadır.
Şüpheden sanık yararlanır ilkesi Yargıtay kararları ve öğretide defalarca kez izah edilmiş ve uygulayıcılara yol göstermesi gereken aynı zamanda kendisine uyulma zorunluluğu bulunan temel bir ceza muhakemesi ilkesidir.
Ne var ki uygulamada özellikle ilk derece mahkemeleri nezdinde görülmekte olan ceza yargılamalarında “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine çoğunlukla uyulmamakta ve hâkimin vicdani kanaati temelinde ortada sanık lehine şüphe olsa dahi mahkûmiyete hükmedildiği görülmektedir.
Anılan ilke kapsamında mahkûmiyet hükmü verebilmek için yargılamaya konu fiilin suç oluşturduğu ve fiili sanığın işlediğine dair hiçbir şüphe kalmaması gerekmektedir. Zira Türk ceza yargılamasında yargılamaya konu olan “fiil” yani harekettir.
Uygulamada sıklıkla ilk duruşmada sanığın sorgusundan sonra oluşan intiba doğrultusunda dosya ilerlemekte, sanık müdafi tarafından dosyanın eksiklikleri ileri sürülse de esasen soruşturma aşamasında tamamlanması gereken eksiklikler giderilmemekte, yargılama boyunca kişi masumiyetini ispatlamak zorunda bırakılmakta, aydınlatılamayan hususlar sanığın aleyhine yorumlanmakta, mahkûmiyet hükümleri çoğunlukla kuvvetli ihtimale dayanmaktadır.
Özellikle kesin ve açık ispatın zor olduğu dosyalar bakımından hâkim yahut yargılamayı yapan heyetin bakış açısı çoğunlukla “şüpheden sanık yararlanmalı” temeline dayanmamakta; aksine suçluluğa kanaat getirilerek şahsın toplumdan uzaklaştırılması gerektiği inancıyla hüküm kurma cihetine gidilmektedir. Yargılama makamının bakış açısının anlaşılması güç değildir.
Ne var ki bu durum yıllardır süregelen bir tartışma olup çözümü kuvvetli ihtimale dayanarak cezalandırma cihetine gitmek değil gerekiyorsa yasal düzenleme yapmaktır. Bu noktada yasama organına yani meclise büyük görev düşmektedir.
Zira incelenen ilke gibi hukukun evrensel nitelikte olan bütün ilkeleri ağır bedeller ödenerek yüzyıllar boyunca verilen mücadeleler neticesinde kabul görmüştür. Bu ilkeleri mutlak biçimde uygulamamak ve toplumun huzuru ve dengesini gözeterek yani somut olaylar bakımından lehe bir sonuç umarak (örneğin mahkûmiyete yeter mutlak deliller olmamasına rağmen suç unsuru fiili işlediği neredeyse belli olan kişileri toplumun faydasını gözeterek cezalandırmak) hareket etmek refleksi zaman geçtikçe durumu telafisi mümkün olmayan bir hâle getirir.
Bu düşüncenin aksinden suç unsuru oluşturan fiili işleyen kişilerin cezalandırılmaması gerektiği çıkarımını yapmak hatalı olacaktır. Gerçeğe ulaşmanın en büyük teminatı ilkelere uymak temelindedir. Bu durum esasen etkin bir soruşturma evresi yürütülmesinden geçer. Etkin bir soruşturma çoğunlukla mahkûmiyete yetecek kesin ve şüpheden uzak delillerin gereği gibi toplanması anlamına gelir. Yargılama makamı da böylelikle işini kolayca yapabilecektir.
Savunma makamının çeşitli nedenlerle ileri sürdüğü neticeten “sübutun oluşmadığı” yönünde beyanlar içeren savunmaların aksinin kamusal iddia makamının elindeki deliller ile çürütülmesi oldukça kolaydır. Türk ceza yargılaması sistemi diyalektik esası bu nedenle öngörmüştür. Savunma ve iddia makamının görüşleri çarpışacak, “tez” ve “anti-tez” ortaya çıkacak, netice olarak yargılama makamı da “Türk Milleti Adına” yargı yetkisini kullanarak olması gereken hükmü kurabilecektir.
Müphem olaylar daima olabilir. Kesinlik içermeyen ve şüphesi bir türlü giderilemeyen olaylar bakımından CMK kapsamında düzenlenen etkin koruma tedbirlerini işletme imkânı vardır. Bu noktada bütün imkânlar kullanılarak delillerin dosya kapsamına alınması mümkün olabilir. Son aşamada sanığın lehine oluşan şüphe hala yenilemiyor ise artık mahkûmiyet hükmünden söz etmemek gerekir.
Ortada oluşan bir şüphe varsa mağdur lehine değil sanık lehine yorumlanmalıdır. Bu durumun çeşitli nedenlerle toplumsal sakıncalara yol açacağı düşünülüyorsa soruşturmalar etkin yürütülmeli ve savcılık makamı mevzuatın kendisine tanıdığı geniş yetkileri kullanmalıdır. Örneğin ilk temas denilebilecek “ifade alma” işlemi olaya hâkim biçimde esası çözebilecek soruların yöneltilmesiyle ilerletilmelidir.
Arama ve el koyma tedbirlerinin emirleri usule uygun şekilde hazırlanmalı, gecikmesinde sakınca olan hâl kavramı detaylı irdelenmeli, ilgili Sulh Ceza Hâkimliği ile uyumlu bir süreç yürütülmeli, Yargıtay’ın uygulamaya ışık tuttuğu kriterler nazara alınmalı ve netice olarak ilerleyen aşamalarda elde edilen delillerin “yasak delil” mahiyeti taşımaması isteniyorsa kolluk ile irtibat azami derecede özenli olmalıdır. Ayrıca iletişim ile ilgili koruma tedbirleri bakımından etkin şekilde ve usule uygun olarak uygulama sağlanırsa hayati önemde verilerin elde edilebileceği unutulmamalıdır.
Bu noktada basit şüpheyle başlayan soruşturma aşamasında iddianame düzenleyecek olgunlukta şüphe (yeterli şüphe) oluşmadıysa iddianame düzenleme yoluna gidilmemelidir. Yalnızca bu sayılan kıstaslara azami biçimde dikkat edilirse dahi sıhhatli bir kovuşturma süreci yürüyecek ve ihtimal ile cezalandırma cihetine gitme hâli oldukça azalacaktır. Bu noktada kamusal iddia makamının iş yoğunluğu fazla olsa da elini taşın altına koyması gerekmektedir.
Kamusal iddia makamı aynı zamanda duruşmada aktif rol almalı, gerekiyorsa soru yöneltmeli ve eksikliklerin giderilmesini -her şeyden önce temsil ettiği makam adına- somutlaştırarak istemelidir. Zira uygulamada yargılamalarda aktif bir rol üstlenmeyen kamusal iddia makamı eksikliklerin giderilmesinde fayda sağlayamamakta ve aslında ilerleyen aşamalarda yaşanabilecek olası cezasızlık algısının da zeminini hazırlamaktadır.
Sanığın savunmalarının aksini ortaya koyabilmek iddia makamının kamu gücünü kullanarak kolaylıkla mümkün olabilir. Duruşmada aktif bir iddia makamı olmaması demek toplumun düzeninin de derinden sarsılacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle yargılama makamı da zora girmekte, kanun kapsamında kendisine tanınan “vicdani kanaat” kıstasına dayanmakta ve neticede insan olmaları hasebiyle edindikleri kanaat doğrultusunda eksik deliller ile cezalandırma cihetine gitmek durumunda kalmaktadır.
Özetle ilkelere mutlak surette uymak sanıldığı kadar zor değildir. Yalnızca her birimizin hayatında sahip olduğu görevlere yüksek bilinç ile uyması ve gereğinin ifası noktasında elini taşa koyması hâlinde dahi yakındığımız birçok hususun düzeldiğini görebilme şansımız olacaktır.
Bu nedenle doğrudan “insan hayatını ve hürriyetini” ilgilendiren bir alan olan ceza yargılaması sahasında azami sorumluluk bilinciyle hareket edilmelidir. Yargılamayı rutin bir iş olarak görmek yerine daima ilk günkü özen ile yaklaşmalı, ihtiyatlı hareket etmeyi hiçbir zaman unutmamalı, hükmedilecek olan cezaların rakamlardan ibaret olmadığı bilincini bir an olsun kaybetmemeliyiz. Özgürlük, değerlidir.
Unutmamak lazım ki savunma bir gün herkese lazım olabilir.