Neredeyse bütün siyasal iktidarlar meşruiyetlerini hukuk zemininde de sağlamlaştırmak adına “hukuk devleti” “yargı bağımsızlığı” “güçler ayrılığı” gibi temel kavramları kullanmaktadırlar.

Bahsi geçen kavramlar için yüzyıllar boyunca mücadeleler verilmiş ve insanlık büyük bedeller ödemiştir. Zira “yürütme” erki varoluşundan beri -biraz da eşyanın tabiatı gereği- güçlü konumdadır. Yürütme, buyurucudur. Dünyada söz sahibi olan ülkelerin hiçbirinde yürütme erkinin güçsüz olduğu görülmez.

Her ne kadar çoğu Avrupa ülkesinin Anayasa metinlerinde “güçler ayrılığının üstünlük sıralaması manasına gelmeyeceği” yönünde hükümler yer alsa da yürütme fiili uygulamada daima diğer erklerin önünde yer almıştır.

Dünyadaki siyasal tarihi incelediğimizde güçler ayrılığı sisteminin en başta monarşinin sakıncalarını gidermek düşüncesiyle filizlendiğini görebiliriz. İnsanoğlu içten içe yürütmenin gücünün farkında olacak ki daima yürütmeyi kısıtlayıcı yahut denetleyici mekanizmalar (fren mekanizması) üretmeyi öngörmüştür. Ancak genellikle yürütme erki ne yapar ne eder o sınırları aşar. Ağır olmanın yükü budur. Güç varsa eşik zorlanır. Eşyanın tabiatı budur.

Yürütme, çoğu ülkede, yargının kritik pozisyonları denilebilecek makamlarda yer alan mensuplarını atama yoluyla tayin eder. Zaman zaman bu yetkiyi yasama organıyla paylaşır. Ülkemizde yargı mensuplarının mesleğe kabulü için en önemli aşama olan sözlü mülakatlar da yürütme erki (Adalet Bakanlığı) vasıtasıyla olur. Yargı mensuplarının atamaları, özlük işlemleri vesair işlemleri ise yürütmenin üyelerinin çoğunu tayin ettiği HSK’nin (4 üye Cumhurbaşkanı tarafından seçilir. 2 doğal üye ise yürütmeye bağlı Adalet Bakanı ve ilgili Bakan Yardımcısıdır) uhdesindedir.

HSK’nin yapısı hem yasama hem de yürütme organı tarafından tayin edilen üyelerden oluşur. Kurulun doğal üyesi ve Başkanı ise Adalet Bakanı olarak belirlenmiştir. Netice olarak çoğunluk yürütme vasıtasıyla tayin edilen üyelerden oluşmaktadır. Bir yüksek mahkeme olan Anayasa Mahkemesi de yasama ve yürütmenin belirlediği üyelerden oluşur. Yargıtay üyeleri ise HSK tarafından seçilir. HSK’nin yapısını yukarıda izah etmiş bulunmaktayız. Danıştay üyelerinin bir kısmı doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından diğer bir kısmı ise HSK tarafından seçilir.

Yürütme, yetkisini yasama organıyla belirli oranlarda bölüşerek yargı teşkilatını tasarlamaktadır. “Başkanlık veya Yarı Başkanlık” sistemleri ile ülkemize özgü özellik taşıyan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” gibi modellerde yürütmenin başına halk tarafından yetkilendirilerek seçilen devlet başkanı da yasamada çoğunluğa sahip partiye mensup ise yürütmenin yargı teşkilatlanmasındaki etkisinin hayli fazla olacağı söylenebilir.

Oysa bazı ülkelerde yargı teşkilatının oluşumu tamamen yürütmenin tesiri altından çıkarılmış ve karar vericilerin bağımsız bir kurum tarafından mesleğe kabullerinin yapılması öngörülmüştür. (Örneğin Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz genel manada bu modele dâhil ülkelerdir.) Yargı teşkilatlanmasının oluşumunun belirli oranlar dahilinde -çoğunlukla yüksek oran şeklinde- yasal olarak yürütmeye bırakılması hâlinde yargının tam olarak bağımsız olacağını ileri sürmek iyimser bir bakış açısı olarak düşünülebilir. Zira imkân varken imtina etmek, yürütme erki bakımından sık görülmemiş bir refleks olacaktır.

İdeal olan yargılama erkinin de doğrudan halk tarafından seçilmesini öngören bir sistemdir. Bu sistemin günümüzde uygulanması ise çeşitli nedenlerden ötürü mümkün görülmemektedir. Halk doğrudan yargı erkinin mensuplarını seçemese de halkın meclise kendisini temsili için vekil ettiği kimselerin yargı erkinin oluşumunda ağırlıklı rol almasını öngören bir düzen üzerine çalışmalar yapılabilir. Ayrıca yukarıda bahsedildiği üzere yargı erkinin oluşumu bazı ülkelerde olduğu gibi yürütmeden tamamen bağımsız bir idari otoriteye bırakılabilir. Bu idari otoritenin mensuplarını halk seçebilir.

Aksi uygulamaların görüldüğü ülkelerde tam manasıyla bağımsız bir yargıdan söz etmenin eşyanın tabiatına aykırı olduğu düşünülebilir. Yargı erkinin tam anlamıyla bağımsız olabilmesi için yargı mensuplarının mesleğe kabul, atama, terfi, yükselme gibi aşamalarının yürütmenin etkisinden çıkarılması gerekliliği üzerine çalışmalar yapılabilir. Yüksek yargı mercilerinin oluşumlarının da tekrar gözden geçirilmesi ve yürütme etkisinden uzak olacak şekilde oluşumlarının sağlanması adına uygun yasal düzenlemelerin ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Yürütmenin başında hangi görüşten siyasal iktidar olursa olsun, mevcut yasal düzenlemeler ışığında ve yürütme erkinin tarihsel yapısı da göz önüne alındığında yargının fiilen tam bağımsız şekilde hareket edebilmesinin olanaklı olduğunu söylemek güç olacaktır. Ülkemiz geçmişte -hangi siyasal iktidar olduğuna bakılmaksızın-yürütme erkinin yargı üzerindeki yasadan kaynaklı dolaylı etkisi nedeniyle ağır bedeller ödemiştir.

Yargı bağımsız olmalıdır ancak yargı aynı zamanda bağlı da olmalıdır. Yargı, hukuka bağlı olmalıdır. Yargı hukuktan bağımsız olmamalıdır. Hukuk kurallarını tayin eden yasama organı, tayin ettiği kuralların gereği gibi güvenceli şekilde tatbik edildiğini ancak yargı teşkilatlanmasını da tam bağımsız hâle getirdiği zaman görebilecektir.

Unutulmamalıdır ki yargı ve yasama Anayasa kapsamında yalnızca yetki olarak düzenlenmiştir. Oysa yürütme Anayasa’da hem yetki hem görev olarak düzenlenmiştir. Yürütme erki, yürütme yetkisi ve görevini yasama organının tayin ettiği kuralların hayata geçirilmesini sağlayarak kullanmalıdır.

Yargısal süreçler sonuçlanmadan yürütmenin mensuplarının anılan süreçlere ilişkin demeçler vermek suretiyle yargıya dolaylı yoldan müdahale etmesi de geri dönülmez zararlara yol açabilir. Hâkimler yani karar vericiler hiçbir baskı olmaksızın serbestçe karar verebilmelidir. Bu nedenle çeşitli ülkelerde uygulanan yargı teşkilatlanması örneklerinin ülkemiz bakımından da uygulanmasının gündeme alınmasının toplumumuzun her ferdi için faydalı olacağı kanaatindeyim.