Mülteci, sığınmacı anlamına gelmekle birlikte özünde bir ‘göç’ etmiş kişidir. Göç ise, ‘ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin toplulukların bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitmesi olayı’ olarak tanımlanıyor sözlükte. Zihin dünyamızda da zorluğu, geride bırakmayı, hüzün ve umudu karşılıyor.

Aynı ev içinde bir odadan diğerine, aynı binada bir daireden diğerine, aynı mahallede bir apartmandan diğerine, aynı şehirde bir mahalleden ya da ilçeden diğerine, aynı ülkede bir şehirden diğerine ve dünyada bir ülkeden diğerine.. İsteyerek veya istemeyerek gerçekleşen bu hareketliliğin hepsi maddi ve manevi zorlukluklarla doludur.

Izdırar halinde gerçekleşen göç ise adeta bir kaçış, bir arayıştır. Mart 2011’de başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak nitelenen olaylar ve sonrasındaki göç hareketliliği, Suriye çevresindeki ülkelere ama en fazla Türkiye’ye sığınan mülteci sorununu ortaya çıkarmıştır. Senelerdir Esed idaresinde katlandıkları zorlukların çok daha fazlasını, her türlü maddi manevi varlıklarını geride bırakarak yaşayan iki milyona yakın insan, Türkiye içerisinde ciddi bir sosyal açık oluşturmuştur. Vatandaşların bir kısmı zor durumdaki komşularına yardım etmek üzere seferber olmuş, başta resmi yardım kuruluşları olmak üzere bir çok hayır kurumu yardımlar dağıtmıştır. 

Beşinci yılına giren Suriye krizinin hala çözüme kavuşamadığı bugünlerde, Türkiye’ye sığınan Suriye vatandaşlarının sosyal ve hukuki entegrasyonu ise gün geçtikçe daha sıkıntılı bir hal almaktadır. Medeniyetimizin ve ruh köklerimizin bize yüklediği sorumluluk gereği kayıtsız kalamayacağımız bu hal için yapılması gerekenler gün geçtikçe artmakta iken, bireyler olarak bizlerin hassasiyetinin gün geçtikçe azaldığı söylenebilir.

Merhamet, işte tam bu hassasiyetin azaldığı günlerde yeniden hatırlamamız gereken bir duygudur. İnsan’a her türlü düşünceden âri olarak, insan olduğu için merhametle bakabilmek. Bütün yaratılmışların en şereflisi penceresinden görebilmek tüm insanları. Kendileri ve çocukları için inşa ettikleri hayata dair her şeyi geride bırakarak, ülkemize sığınmış komşularımıza merhamet nazarıyla bakmak, bakmakla kalmayıp hemhal olmak bizi farklı kılacaktır.

Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya’nın yüz bin, Fransa’nın on bin, İsviçre’nin üç bin Suriyeli mülteciye kapılarını açması, İngilterenin yüz kırk mülteciyi kabul etmiş olması, yirmi bin yeni göçmenin ise yirmi sekiz Avrupa ülkesine eşit olarak paylaştırılması önerisi karşısında iki milyon Suriyeli’nin ülkemizdeki varlığı bizim medeniyetimizin insana verdiği değerin ne kadar yüce olduğunun ilanıdır. Ancak esas mesele sadece zor durumdakilere sınır kapılarımızı açmak değil, onlara evlerimizin ve gönül dünyamızın da kapılarını açarak, sorumluluk bilinciyle ve gücümüzün yettiğince çaba göstermektir.

Akif TÖGEL
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi