Tanıklık, davanın tarafları dışındaki kişilerin davayla ilgili bir vakıa hakkında, dava dışında bizzat edinmiş oldukları bilgiyi mahkemeye bildirmeleridir. Tanık ise, davada taraflar arasında çekişmeli olan, geçmişte meydana gelmiş olaylar ve durumlarla ilgili sahip olduğu bilgi ve algılarını mahkemeye aktaran kişidir. Görüldüğü üzere tanık, mutlaka davanın tarafları dışında üçüncü bir kişi konumunda bulunmalıdır. Tanık, kural olarak davanın tarafı değildir. Tanık, sadece gördükleri ve duyduklarını aktarır; tanığa görüşü sorulmaz. Bu nedenle tanık olayları yorumlayamaz ve bu yönüyle bilirkişiden ayrılmaktadır. (Medenî Usûl Hukukunda Tanık ve Tanıklık* Av. Fatih KARAMERCAN*2018/3 Ankara Barosu Dergisi)

Tanık delili diğer delillere oranla daha zayıf bir delildir. Çünkü tanığın görmüş olduğu bir olayı tamamen hatırlayabilmesi güçtür. Tanık beyanının değeri, tanığın edindiği bilgiyi her türlü bozucu tesirden uzak olarak tam ve dürüst bir şekilde alma kabiliyetine ve gerçeği olduğu gibi söyleme niyet ve iradesine bağlıdır. Tanığın doğruyu söyleyip söylemediğinin değerlendirmesi  mahkemenin takdirindedir. Hakim tanığı dikkatli bir şekilde sorgulamalıdır. Hakim hüküm kurarken bir tanığın ifadesine neden itibar ettiği veya etmediğini gerekçelendirmek zorundadır. (1)

HMK’nun “Tanığın davet edilmesi” başlıklı 243. Maddesi  “(1) Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir.

(2) Davetiyenin duruşma gününden en az bir hafta önce tebliğ edilmiş olması gerekir.

Acele hâllerde tanığın daha önce gelmesine karar verilebilir.

(3) Tanığı davet, gerektiğinde telefon, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak suretiyle de yapılabilir. Ancak, davete rağmen gelmemeye bağlanan sonuçlar, bu durumda uygulanmaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Taraflar yargılamada ileri sürdükleri iddialarını ispat etmek hakkına sahiptirler. “Silahların eşitliği”  ilkesi gereğince taraflar bu haktan eşit bir şekilde yararlanırlar. Tanık beyanı da bir ispat aracıdır.  Buna rağmen bazen mahkemeler, tanık beyanının hükme etki etmeyeceği gerekçesiyle tanık deliline dayanmış olan tarafın tanıklarını dinlemeden veya hazır bulunan tanıkları dinlemeden hüküm kurmaktadırlar. Bu durum tarafların hak arama özgürlüğü kapsamında adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkını zedelemektedir. İzah edilirse;

HMK  “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27. Maddesi “ (1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak;

a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,

b) Açıklama ve ispat hakkını,

c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu maddenin gerekçesi şu şekildedir: Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa'nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira, insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gereklidir. Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.

Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.

Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına 'sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.

Bu hakkın üçüncü unsuru, tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir. Eksik, şeklî ve görünüşte gerekçe yazılması, bu hakkın ihlâli sonucunu doğuracaktır. Yargı organları, her iki tarafın iddia ve savunmaları ile delilerini değerlendirip, hangi maddî ve hukukî sebeplerle karar verdiklerini gerekçelerine yansıtmalıdırlar. Ortaya çıkacak karar, hukukun genel ilkelerine, mevzuata ve yerleşik içtihatlara tamamen aykırı ve sürpriz sayılacak nitelikte olmamalıdır. Bu durum "sürpriz karar yasağı" olarak da ifade edilmektedir.

Yargı organları özellikle yerleşik içtihatların dışında yeni bir karar verebilirler. Ancak bu konuda gerekçelerini tam ortaya koymalı ve tarafların açıklamalarını da değerlendirmelidirler.

Maddede yapılan düzenlemeyle, en temel yargısal hak olarak kabul edilen ve uluslararası sözleşmelerle anayasalarda yerini bulan hukukî dinlenilme hakkı, tüm unsurlarıyla ortaya konulmuştur.

Nitekim Yargıtay  7 Hukuk Dairesi  19.02.2015, 2014/15967 E.–2015/1911 K sayılı kararında  “Somut olayda davacı dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış ve 19.02.2014 tarihli dilekçe ile delil ve tanık listesini mahkemeye sunmuştur. Davacı vekili 13.05.2014 tarihli duruşmadaki beyanında davacı işçinin fiilen giderek yasal süresi içerisinde davalı şirkete başvuruda bulunduğunu tanık dinletme deliline başvurduklarını beyan ettiği halde tanıklar davet edilip dinlenmeden 2. oturumda davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemece, davacının fiili olarak işe başlama talebinde bulunup bulunmadığı veya ne zaman başvuruda bulunduğu hususlarının araştırılması için davacı tanıkları usulüne uygun davet edilip dinlendikten sonra talep hakkında karar verilmesi gerekirken hak arama özgürlüğü kapsamında ve adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilerek gösterilen deliller toplanmaksızın ve tanıklar dinlenmeksizin eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” şeklinde karar vererek  mahkemece tanık deliline dayanan tarafın tanıklarının dinlenmemesinin, hak arama özgürlüğü kapsamında adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesine yol açtığına dair karar vermiştir.

Yine benzer bir olayda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi    2017/2692 E.  ,  2020/153 K. Sayılı kararında “ ÖZET :Hukuk Muhakemeleri Kanununun 243/1. maddesinde “Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hallerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir” hükmü yer almaktadır.

Dosya kapsamından, davacının dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olduğu, mahkemece tanık isim ve adreslerinin bildirilmesi için davacı tarafa 2 haftalık kesin süre verildiği, davacı tarafça kesin sürenin sona ermesinden sonra tanık listesinin mahkemeye sunulduğu, karar duruşmasında davacı vekilinin tanıkların duruşma salonu dışında hazır olduklarını beyan ettiği, mahkemece tanık isim ve adreslerinin kesin süre içinde bildirilmediği gerekçesiyle davacı tarafın tanık dinletme talebinin reddi ile yargılamaya devam edilerek davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Şu durumda mahkemece, duruşma sırasında davacı tanıkları hazır bulunduğuna göre emredici hüküm olan HMK 243/1. maddesi uyarınca davacı tanıklarının dinlenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.” Şeklinde karar vermiştir.

Görüleceği üzere mahkemeler, dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olan tarafın  tanıklarını usulüne uygun bir şekilde davet edip dinlemekle yükümlüdür.  Bununla beraber tanık deliline dayanan taraf  süresi içerisinde tanık listesi sunmamış olsa dahi   dinlenme gününün belirlendiği hallerde mahkeme, duruşma salonu dışında hazır bulunan tanıkları da dinlemek zorundadır.  Mahkeme, liste verilmemiş olması sebebiyle veya tanık beyanının hükme etki etmeyeceği gerekçesiyle tanıkları dinlemeden hüküm kurumaz. Aksi durumda tarafların hukuki dinlenilme hakları zedelenmiş olacaktır.

KAYNAKÇA:

1-) Medenî Usûl Hukukunda Tanık ve Tanıklık* Av. Fatih KARAMERCAN*2018/3 Ankara Barosu Dergisi

2-) GEREKÇELİ HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU

3-) Yargıtay  7 Hukuk Dairesi  19.02.2015, 2014/15967 E.–2015/1911 K

4-) Yargıtay 4. Hukuk Dairesi    2017/2692 E.  ,  2020/153 K.