Şahsi cezasızlık sebepleri, failin kişisel özellikleri, ilişkileri ve belli durumlar nedeniyle cezalandırılmamasını gerektiren sebeplerdir. TCK m.167’de ceza verilmemesi sonucunu doğuran hallere “şahsi cezasızlık sebebi”, cezada indirim yapılmasını gerektiren hallere “cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebepler” denilmektedir. Şahsi cezasızlık sebebi suçun işlendiği anda mevcut olan sebeplerdir. Fail bu sebepleri bilmese dahi şahsi cezasızlık hallerinden yararlanır. Sonradan meydana gelen şahsi cezasızlık sebebinden fail faydalanamaz. Şahsi cezasızlık sebeplerinin varlığı halinde eylem suç olmaktan çıkmaz, sadece faile ceza verilmez.

5237 Sayılı TCK'NUN  22. maddesinin 6. fıkrasında; "Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir." hükmüne yer verilmiştir. Düzenlemeye göre diğer şartların da varlığı halinde, suçun basit taksirle işlenmesi  “şahsi cezasızlık sebebi” olarak  öngörülmüşken, suçun bilinçli taksirle işlenmesi “ cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep” olarak öngörülmüştür.

Söz konusu fıkranın gerekçesinde "... Örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla, sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hallerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkum edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.

SÖZ KONUSU FIKRAYA GÖRE, HAKİM SUÇLUNUN DURUMUNU TAKDİR İLE CEZA VERMEYEBİLECEKTİR. ELBETTE Kİ HAKİM BU HUSUSTAKİ TAKDİRİNİ KULLANIRKEN SUÇLUNUN EKONOMİK DURUMUNU, AİLE YÜKÜMLERİNİ, SÖZ GELİMİ DİĞER ÇOCUKLARIN BAKIMINI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURACAK, ONA GÖRE HÜKÜM KURACAKTIR. Ancak, dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır” denilerek şahsi cezasızlık sebeplerinin uygulanma koşulları açıklanmıştır.

Düzenlemeye bakıldığında; söz konusu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için her somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel koşulun bulunması gerektiğinden bahsedilebilir:  FAİLİN TAKSİRLİ BİR EYLEMİNİN OLMASI,  FAİLİN TAKSİRLİ SUÇTAN MÜNHASIRAN KİŞİSEL VE AİLEVİ HAYATININ ETKİLENMİŞ OLMASI gerekmektedir.

1- Taksirle işlenmiş bir suç bulunmalıdır:  5237 sayılı TCY'nın 22. maddesinin 6. fıkrasının ilk cümlesinde; "taksirli hareket sonucu neden olunan netice"den bahsediliyor olması, söz konusu şahsi cezasızlık sebebinin sadece taksirli suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir.  Bilinçli taksirin varlığı halinde ise; aynı fıkranın "bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" şeklindeki son cümlesi uyarınca, şahsi cezasızlık hali değil, "cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep" söz konusu olabilecektir.

2- Meydana gelecek netice, "münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından" etkili olmalıdır: Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice, hem bizatihi kendisi bakımından acı ve ızdırap doğurmalı, HEM DE FAİLİN CEZALANDIRILMASI FAİL VE AİLESİ BAKIMINDAN ARTIK BİR CEZANIN HÜKMEDİLMESİNİ GEREKSİZ KILACAK DERECEDE MAĞDURİYETE YOL AÇMALIDIR. Görüldüğü gibi bu koşul, üç ayrı hususu içermektedir:

Bunlardan birincisi, "FAİLİN KENDİ TAKSİRLİ EYLEMİNDEN AĞIR DÜZEYDE ETKİLENMİŞ OLMASI", başka bir deyişle, failin kendi eyleminin mağduru durumuna düşmesidir. Burada failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. ( Aynı görüş öğretide de paylaşılmaktadır. Bkz. Prof. Dr. Veli Özer Özbek, TCK İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, c. 1, 4. baskı, s.284 ) İkincisi, FAİLİN TAKSİRLİ EYLEMİNDEN "AİLEVİ DURUM" İTİBARIYLA DA ETKİLENMESİDİR. Bu koşul, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok "aile" kavramıdır. Çünkü, yasa koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle "ailevi" kavramını tercih etmiş ve bir manada faille, mağdur arasında "aynı aileden olma ilişkisini" aramıştır. Aile ise, yasalarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak; bir yanda, aile kavramının Medeni Kanun anlamında üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsar şekilde yorumlanması gerektiğini savunan öğreti, diğer yanda ise ortada bir ailenin bulunup bulunmadığını değerlendirirken biyolojik gerçekten çok toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları bulunmaktadır.

Üçüncü husus ise; TAKSİRLİ SUÇTAN "MÜNHASIRAN FAİLİN", KİŞİSEL VE AİLEVİ HAYATININ ETKİLENMİŞ OLMASIDIR: Buradan anlaşılması gereken; taksirli hareket sonucu ailesinden birisinin zarar görmesi nedeniyle failin ziyadesiyle etkilendiği olayda, FAİLLE AİLEVİ İLİŞKİSİ BULUNMAYAN BAŞKA BİR KİŞİNİN ZARAR GÖRMEMESİDİR. Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda ise bu fıkra hükmü uygulanamaz. Ancak başkalarının zarar görmesinden maksat, başkalarının dolaylı olarak etkilenmesi değil, olay sırasında bizzat zarar görmesidir. Buna göre, örneğin, olay sırasında eşinin yanında akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı durumlarda fail bu fıkradan yararlanamayacak, buna karşılık sadece eşinin öldüğü durumlarda, eşinin diğer akrabalarının bu olay nedeniyle üzülecek olmaları failin bu fıkradan yararlanmasına engel teşkil etmeyecektir. Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; yasa koyucunun "münhasıran failin kişisel ve ailevi" durumundan bahsetmiş ve "kişisel" ile "ailevi" kelimelerinin arasına "ve" bağlacını koymuş olması, ikinci koşulun gerçekleşebilmesi için belirtilen üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu açıkça göstermektedir.( bkz: YCGK E. 2010/9-196, K. 2010/228, T. 23.11.2010)

Soruşturma Aşamasında: 5271 sayılı CMK’nın 171/1 maddesinde şahsi cezasızlık halinin mevcudiyeti durumunda Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verebileceği öngörülmüştür. Kanuni düzenlemeye göre mevcut durumda şahsi cezasızlık halinin varlığı durumunda Cumhuriyet savcısının kamu davası açıp açmama konusunda takdir hakkı bulunmaktadır.  Kovuşturma Aşamasında ise: Şahsi cezasızlık halinin bulunduğu durumlarda  5271 Sayılı CMK’nun 223. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendinde; “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verileceğini hüküm altına almıştır.

Kaynakça:

1. Kazancı: YCGK E. 2010/9196 K.2010/228

2. Prof. Dr. Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanununun Anlamı, c. 1, 4. baskı, s.284

3. Türk Ceza Kanunu Gerekçesi

4. Baran Doğan-şahsi cezasızlık sebepleri