GİRİŞ

Taksirli sorumluluğun ceza hukukunun temel ilkelerinden olan kusur sorumluluğu kapsamında olduğu görülmektedir. Çağdaş ceza hukukunun temel kavramlarından biri olan kusur, ceza hukukuna anlamını vererek cezai sorumluluğun temelini oluşturur. Bunun yanı sıra sorumluluğun kabul edilmesi ile birlikte cezanın kusuru ile orantılı şekilde görünüm şekillerinden biridir. Bu anlamda kusursuz bir kimsenin cezalandırılması mümkün olmaması nedeniyle bu bağlamda kusurluluğun suçun manevi unsuru olma açısından önemi bulunmaktadır. Bunların cezanın gerekçelendirilmesi ve cezasının sınırlandırılması işlevinin göz ardı edilmemesi gerekir.

TCK md. 22 uyarınca ceza sorumluluğunun diğer unsuru taksire bakıldığında dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle bir eylemin suçun kanuni tanımındaki belirlenen sonucun öngörülmeyerek gerçekleşmesidir. Bu bağlamda taksirin bir kimsenin suç tipinde sonuca yönelik şekilde hukuk düzeninde kendisine yüklemiş olduğu özen yükümlülüğünün gösterilmesi halinde suç tipindeki sonucun gerçekleşmesi mümkün olmaması halinde söz konusu özen yükümlülüğünün gösterilmemesidir. Ancak belirtmek gerekir ki kastla hareket etmeksizin hukuka aykırı şekilde gerçeklşemesidir. Bu özelliği sebebeiyle kasttan açık şekilde ayrılmaktadır. Fakat kanun koyucunun kanunda açık bir şekilde belirlenmediği durumlarda taksirli fiillerin suç şeklinde kabul edilmemesi nedeniyle de kasten işlenmiş fiilere göre istisnai şekilde niteliği bulunmaktadır. Taksirden kaynaklanan cezai sorumluluğun ele alındığı cezai sorumluluğun ayrıntılı şekilde ele alındığı çalışmamızda söz konusu alt başlıkta cezai sorumluluğun tarih boyunca gösterdiği gelişim çizgisinden hareket edilerek taksirden kaynaklanan cezai sorumluluğa ilişkin durumları inceledik.

I. TAKSİR ÇEŞİTLERİ VE NİTELİKLERİ

1. Taksir Çeşitleri

2. Basit (Bilinçsiz) Taksirin Kapsam ve Niteliği

Doktrinde ihmal basit (bilinçsiz) ve bilinçli ihmal olarak ikiye ayrılır. Somut olaydaki sonucun öngörülebilirliğine dayalı olarak yapılan bu ayrımda; Öngörülmesi mümkün olan ancak fail tarafından öngörülmeyen durumlarda basit taksir; Öte yandan, sonucun fail tarafından öngörüldüğü ancak hiçbir şekilde istenmediği durumlarda bilinçli taksirden bahsedilmektedir[1].

Kasıtlı işlenen suçlarda yönerge iradesi, hukuken önemli görülen sonuca, yani hukuki tanımdaki sonuca yöneliktir. Ancak, kanunun önemli gördüğü bir diğer sonuç, kanunun bireylere yüklediği dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilmesi olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle basit taksirle gerçekleştirilen eylemlerde davranışın sadece gönüllülük esasına dayalı olduğu belirtilmekte ancak sonucun fail tarafından istenildiği hiçbir şekilde belirtilmemektedir[2].

Basit veya bilinçsiz taksir olarak adlandırılan taksir türünün en önemli özelliği, failin hukuki tanımda belirtilen sonucun gerçekleşmesini beklememesidir. Bu unsur basit ihmalleri karakterize eden en önemli unsur olmakla birlikte, onu kasıtlı ihmalden ayıran en önemli kriterdir. Ancak bu kriter, faili tek başına işlediği fiil nedeniyle ihmalinden dolayı cezalandırmak için yeterli bir kriter değildir[3].

Failin "öngörebilmenin" yanı sıra somut olay açısından gerekli dikkati ve özeni göstermemesi de gereklidir. Bu tür bir ihmalde fail, hukuki tanımın türüne uygun bir eylemle hukuka aykırı bir sonucun meydana gelebileceğini öngörmek zorundadır ancak fail, beklenen dikkat ve özen görevini yerine getirmediği için bu sonucu tahmin etmez[4].

Başka bir deyişle, dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali, eylemin yasal tanıma uygun olarak gerçekleştirilmesine neden olmakta, ancak bunun öngörülmemesi ek bir unsur olarak aranmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, somut olayda failin söz konusu davranışı gerçekleştirmesi durumunda hukuka aykırı ve istenmeyen bir sonucun ortaya çıkabileceğini tahmin etme imkanının mevcut olmasıdır. Bu bakımdan failin herhangi bir şekilde tahmin etme imkânı yoksa zararlı sonuç açısından failin herhangi bir sorumluluğundan söz etmek mümkün değildir[5].

Basit taksir, failin tahmin etmesi gereken hukuka aykırı sonucu tahmin etmemesi, düşünmemesi, hatta düşünmemesidir. Sonucun fail tarafından öngörülebilir olması, ancak tahmin edilememesi gerçeği, basit taksirin normatif hata teorisi tarafından kusur şekli açısından açıklanmasının sonucudur. Fail, istemese de sonucu önceden tahmin etmek zorunda olduğu için hukuk düzeni tarafından kınanmaktadır ve bu normatif bir kusurdur[6].

Basit bir ihmalin söz konusu olduğu durumlarda, failin herhangi bir şekilde hukuka aykırı sonucu düşündüğünden bahsetmek mümkün değildir. Örneğin, çalılara ateş eden failin, arkasında tavşan olduğunu düşünerek çalının arkasından birini vurması durumunda fail, ateş ettiği hedefin insan olabileceğini bile düşünmez. Aslında ateş ettiği yönde bir kişinin olabileceğini öngörmesi, hedefe yaklaşması veya dürbünle bakması gerekebileceğini açıkça görebilmek için, bu gereklilikleri göz ardı ederek ihmal suçunu işleyen failin, bu olay açısından basit ihmal olarak hareket etmiş sayılır[7].

Basit taksir açısından önemli olan, en başından beri belirttiğimiz gibi, öngörü ve beklenen dikkat ve özen yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirmektir. Beklenen ilgi ve özen objektif ölçülere göre değildir; Somut olayın kişiliği, deneyimi ve bilgisi doğrultusunda failden beklenen ilgi ve ilgidir. Kaçınılmaz bir sonuç açısından, failin dikkat ve özen görevini yerine getirip getirmediğinin artık belirtilmesine gerek yoktur. Çünkü tahmin etmenin imkansızlığı karşısında failin ihmalinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Burada tahmin etme sınırı şüphesiz az önce bahsettiğimiz failin kişiliği, deneyimi, yaşı ve bilgisi gibi belirli kriterlere göre belirlenecektir[8].

Nitekim Yargıtay bu yönde düşünmekte ve 2008 tarihli bir kararında; “Sanık sürücü, önündeki aracın ani frenlemesine rağmen kullandığı tankerdeki sıvı yükünün etkisiyle duramadı ancak öndeki aracın sol arka köşesine çarparak gelen araca çarpmıştır. Kontrolden çıktıktan sonra karşı şeritten, sonucu önceden görmeyen failin sorumluluğu taksir düzeyindedir. Basit taksir açısından tahmin koşulunun doğasının önemini bu karar bir kez daha vurgular[9].

3. Basit (Bilinçsiz) Taksirin Kanunen Tanımlanması Sorunu

Basit taksir, taksirin en yaygın biçimidir ve kavramların doktrinde ve uygulamada yanlış yorumlanması çelişki ve hukuki belirsizlik yaratacağından doğru ve hukuki bir şekilde tanımlanması ve unsurlarının net olarak belirlenmesi çok önemlidir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 22 nci maddesinin ikinci fıkrasında basit taksir şu ​​şekilde tanımlanmıştır: "Dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali nedeniyle bir fiilin hukuki tanımında belirtilen sonucu öngörmeden gerçekleştirilmesidir. Basit taksir failin gerekli dikkati ve özeni göstermiş olsaydı bu nedenle hukuka aykırı bir sonuç oluşmayacaktır. Kanunun tanımına bakıldığında, fail öngörülebilir bir zararlı öngörmediğinde basit taksir gerçekleşir[10].

Kanunun kapsamına giren bu tanımın bize göre eksik ve yerleşik klasik taksir tanımına aykırı olduğu vurgulanmalıdır. Klasik taksir tanımından uzaklaşılırsa, "dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali nedeniyle suçun hukuki tanımında belirtilen sonucu öngörmeden bir eylemin gerçekleştirilmesi" olarak tanımlanan basit taksir, istisnai bir durumdur[11].

4. Bilinçli Taksirin Kapsam ve Niteliği

Bilinçli ihmal, gönüllü olarak hareket eden failin bu eylemden yasadışı bir suç türü olabileceğini öngörmesi, sonucun olmasını istememesi, olmamasını ümit etmesi, ona güvenmesidir. Fail, hukuka aykırı sonucu önceden tahmin etse de, kendisinin güveni, inancı ve olmayacağına dair ümidi; Şans, bilgi, yetenek, deneyim gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir. Sonucun öngörülebilirliği, failin sonucunu o andaki koşullara ve eylemin gerçekleştirildiği zamana göre tahmin etme yeteneğidir. Failin sonucu tahmin etme yeteneği belirlenirken, basit vergilendirmede olduğu gibi burada da yaşı, bedeni ve manevi durumu, eğitim düzeyi gibi özellikler dikkate alınacaktır[12].

Bilinçli taksir fail, korunan nesne açısından somut bir tehlike olduğunun farkına varır, ancak tehlikenin derecesini hafife alır veya kendi gücünü ve yeteneklerini olduğundan farklı veya kendisine yüklenen görevin tersine varsayar. belirli kurallara uyulmamasının bir sonucu olarak, yasal türün sonucunun gerçekleşmeyeceğine güveniyor. Suçu bilinçli taksir düzeyinde olan fail, kendi iradesiyle yaptığı ancak bu davranışı gerçekleştirmeden sonucu istemediği bir davranıştan kaynaklanabilecek zararlı sonucu öngörür ve öngörür, ancak olmayacağı inancıyla hareket eder. Burada fail, sonuca ilişkin kendi öngörüsüne rağmen kusurlu eylemine devam etmekte ve eylemin zararlı sonuçları zaten onun öngörüsü dahilinde kalmaktadır[13].

5. Bilinçli Taksirin Kanunen Tanımlanması Sorunu

Bilinçli taksir kavramı ilk olarak 1997 Türk Ceza Kanunu'nun ön taslağında bir tür ihmal olarak düzenlenmiş ve kasıtlı ihmalle cezanın ağırlaştırılması kanun koyucu tarafından kabul edilmiştir. Yasa tasarısının 22. maddesinde bilinçli ihmal, "failin beklenen sonucu istemese de bir sonucun ortaya çıkması" olarak tanımlanmış ve cezanın üçte bir oranında artırılması öngörülmüştür[14].

Kasıtlı ihmal kavramı, 08.01.2003 tarih ve 4785 sayılı Kanun ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 45. maddesine eklenen üçüncü fıkra ile ilk defa mevzuatımıza girmiştir. Söz konusu maddede, "Fail öngörülen sonucu istemese de, sonuç olması durumunda kasıtlı ihmal söz konusudur, bu durumda ceza üçte bir oranında artırılır." hükmünü içermekte idi. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasına kaldırılan Kanuna benzer bir hüküm konulmuş ancak cezadaki artış oranı artırılmıştır. Bu yönetmeliğe göre bilinçli taksir: “Kişi tahmin ettiği sonucu istemese de bir sonuç olması durumunda bilinçli taksir vardır; Bu durumda ihmal suçunun cezası birden yarıya çıkarılır.” sekilde anlatılmıştır[15].

Doktrinde bilinçli taksir kavramı uzun süredir kullanılmışsa da kavram, çok uzun sayılamayacak bir süre için pozitif hukukta yer almıştır. Karşılaştırmalı hukukta bazı ülkeler kavramı hukuk içinde net bir şekilde tanımlamayı tercih ederken, bazı ülkelerde uygulamaya ve doktrine bırakılmıştır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda kanun koyucu, yukarıda açıkladığımız gibi kasıtlı ihmal kavramını tanımlamayı seçti. Kanunun cezai sorumluluk esaslarını düzenleyen genel hükümleri içerisinde "bilinçli taksir" kavramına ilişkin bir tanım yaparak; Bilinçli taksir, "taksir" başlığı altında bir kusur şekli olarak kabul edilmiştir. Ancak kanun koyucunun getirdiği bu tanım doktrinde pek çok yönden eleştirilmektedir[16].

Bazı yazarlar, tanımın eksik ve hatalı olduğunu ve yasa koyucunun bu tür önemli kavramları tanımlama görevini doktrine bırakması gerektiğini iddia ederken, diğer bir grup yazar da yasada böyle bir tanım yapma fikrine katıldıklarını belirterek, kanun koyucu bu tür tanımları yaparken daha dikkatli davranmalıdır[17].

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda "bilinçli taksir" kavramına ilişkin özel bir düzenleme yapılması uygun olmakla birlikte, Kanunda bahsi geçen tanım eksik ve hatalıdır. Özellikle iki farklı ihmal türü olan basit ve bilinçli taksir kavramları aynı hukuki temelde açıklanmamakta ancak farklı şekillerde ifade edilmeye çalışılması anlamsal ve kavramsal bütünlüğü ciddi şekilde bozmaktadır[18].

Bilinçli ihmal, dikkatli ve özenli bir kişinin, gerçekleştirmeyi düşündüğü davranışın, kendisine yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğünün aksine, bazı zararlı sonuçlara yol açabileceğini öngörerek bu davranıştan vazgeçmesi gerçeğine dayanır. asla olmayacak ve kendisinin söz konusu davranışı gerçekleştirmesine engel olamadığı durumdur[19].

6. Bilinçli Taksir ve Olası Kast Ayrımı

Olası kast kavramı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile hukuk sistemimize girmiş bir kavramdır. Ceza hukuku sistemimiz için yeni olan bu kavram, doktrin ve mahkeme içtihadı açısından aslında yeni değildir. Nitekim 765 sayılı Kanun döneminde olası kast kavramının hem doktrinde hem de mahkeme içtihatlarında yer aldığı görülmektedir. Olası kastın; aynı zamanda, bu tür bir kastla işlenen suçların doğrudan kast tarafından işlenenlere göre daha az ceza ile cezalandırılması gerektiğine dair bir hüküm getirmiştir[20].

Olası kast, en genel anlamıyla, failin hedefi olan fiili sonuç dışında ortaya çıkan ikinci dereceden sonuçlar açısından karşılaşılabilecek bir diğer durumdur, failin bu sonuçları gerçekleştirme zorunluluğu yoktur. Bu olası sonuçları önceden gören fail, bunları engellemek için çaba sarf etmemiş ve bunlara aldırmayarak adeta kayıtsız kalmıştır. Olası kast açısından vurgulanması gereken iki nokta vardır: Birincisi, failin ikincil sonuçlara kayıtsız kalması olası kastın en önemli özelliğidir ve bu bakımdan taksirden farklıdır. Olası kastta ikinci önemli nokta; Failin tahmin ettiği ancak kayıtsız kaldığı sonuçların gerçekleşmemesi failin sorumlu tutulmamasıdır. Olası kasıtta fail, davranışını gerçekleştirmeden önce bu davranışın neden olabileceği bazı zararlı sonuçları tahmin eder. Ancak bunlara kayıtsız kalır ve bu sonuçların gerçekleşmesini umursamaz[21].

Olası kast kavramı ile kasıtlı ihmal arasında failin yaşayabileceği zararlı sonuçları önceden kestirmek açısından bir benzerlik olduğunu söylemek mümkündür. Bilinçli taksirde fail, eylemi gönüllü olarak gerçekleştirirken sonucun ortaya çıkabileceğini öngörür ancak hiçbir şekilde olmasını istemez. Bu noktada failin iradesinin sonucu içermediğinden bahsetmek mümkündür. Ancak, olası kastta fail, sonucun ortaya çıkma riskini aldı. Bu bakımdan iradesi sonucu da içerir. Fail, somut olayda sonucun gerçekleşmeyeceğine inandığında ve failin kabiliyeti ve tecrübesi gibi koşulların bu inancı haklı çıkarması durumunda bilinçli taksir söz konusudur. Aksi takdirde failin bu inancını haklı çıkaracak şartlar yoksa olası kasttan bahsedilir[22]. ​​​​​​

II. TAKSİRE İLİŞKİN ÖZEL DURUMLAR

1. Taksir ve İştirak

Suçlar tek kişi veya birden fazla kişi tarafından işlenebilir. Kanunun suç saydığı bir eyleme birden fazla kişinin bağlanmasına suça iştirak denir. Suça katılım, zorunlu veya ara sıra katılım şeklinde gerçekleşebilir. Birden fazla failin birlikte işlediği suçlar da suçun bir unsurunu teşkil etmesine rağmen, aynı zamanda çoklu fail suçları olarak da bilinen zorunlu katılımla işlenen suçlarda; Tesadüfi katılımda, tek kişi tarafından soyut olarak işlenebilecek bir suç, birden fazla kişi tarafından işlenir[23].

Suça katılmanın en önemli unsuru, şeriklerin arasında bir "katılma iradesinin" olmasıdır. Bu, suçun hukuki tanımında yer alan senedin müştereken işlenmesidir. Her türlü suça iştirakte katılma iradesi zorunludur. Suça iştirakte faillerin tamamı bir araya gelerek suçun icrasını sağlayan davranışları yerine getirmek ister[24].

İştirakle ilgili bu genel açıklamalardan sonra, taksirli suçlara katılım konusuna değinmek istersek; taksirli suçlarda suça katılmanın mümkün olup olmadığı doktrinde tartışmalıdır. Taksirli suçlardan söz edilebilmesi için yasal açıklamada belirtilen istenmeyen sonucun meydana gelmiş olması aranır. Yani bu tür suçlarda bir sonuç yoksa failin teşebbüs nedeniyle cezai sorumluluğundan bahsedilemez. Bu bakımdan, örneğin, sokaklarda ve halkın geçtiği yerlerde veya kamuya açık yerlerde aracını çok hızlı kullanan bir sürücü, bir kişiye çarpıp onu yaralamadıkça, taksir sonucu yaralanma suçundan sorumlu tutulamaz. Öte yandan, bazen kanun koyucu, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir eylemin zararlı bir sonucuna neden olmaya çalışmayabilir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı eylemi bir suç olarak düzenlemiş olabilir. Örneğin taksir sonucu yangına neden olan kişi, eylemin başkalarının canı, sağlığı veya mülkiyeti açısından tehlikeli olması halinde cezalandırılır[25].

Birden fazla kişinin davranışının bir araya gelmesi ile taksirli bir suç meydana gelmiş olabilir. Bu durumda davranış ve nedensellik bağının varlığına rağmen sonuca katılma iradesinden bahsetmek mümkün değildir. Çünkü taksirin en önemli unsuru, sonucun fail tarafından hiçbir şekilde istenmemesi, faillerin bir sonucu olduğunu söylemesini engeller[26].

2. Taksir ve Teşebbüs

Teşebbüs, fiilin yerine getirilmeye başlanmış olmasına rağmen, failin kontrolü dışındaki bir nedenle amaçladığı sonucu getirememesi anlamına gelir. Suçun hukuki tanımında belirlenen eylemin infazına başlanmış olmasına rağmen, bu kanuna ilişkin infaz işlemleri henüz tamamlanamamış olabilir. Keza eylem gerçekleştirilmiş olmasına rağmen; suçun hukuki tanımında da bir unsur olarak belirlenen sonuç henüz gerçekleşmemiş olabilir. Bu durumlarda suçun hukuki tanımındaki tüm unsurların meydana geldiği söylenemez. Suç yoluna giren bu failin, suçun hukuki tanımındaki tüm maddi unsurların gerçekleşmediği gerekçesiyle cezalandırılması zaruridir. Bu nedenle ceza kanunlarında, suç teşebbüs aşamasında kalsa dahi failin cezalandırılmasına imkan veren hükümler bulunmaktadır[27].

Teşebbüsün en önemli şartlarından biri, failin ne demek istediğini, bildiğini ve istediğini meydana getirmeye elverişli eylemleri gerçekleştirmeye başlamasıdır. Demek ki, failin yapmak istediği ve yapmak üzere olduğu eylem sonucunda, kanunda suç olarak düzenlenen bir eylemin gerçekleşeceğini bilmesine karşın, bu davranışı gerçekleştirmek için harekete geçmesi anlamına gelir. onun kontrolü dışındaki nedenlerden dolayı fiil tamamlanmamıştır. Bu nedenle teşebbüsün failin "kastına" sahip olması gerekli bir unsurdur[28].

Türk Ceza Kanunu'nun 35. maddesinde "... işlemeyi kastettiği suç" ifadesiyle teşebbüs için niyetin gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Fail, işlemeyi planladığı bir suçun infazına başlar. Failin davranışının sonucunu bilmesi ve istemesi gerekir. Suç teşebbüsünde failin niyeti hem icra işlemlerine hem de sonuca yöneliktir. Kasıtlı suçlar ile taksirli suçlar arasındaki en önemli fark, kasıtlı suçlardan farklı olarak davranışın gerçekleştirilmesi ancak sonucun hiçbir şekilde istenmemesidir. Bu nedenle taksirli suçlarda davranışın istenmesi ve sonucun istenmemesi, yani eylem için gerekli olan kurucu unsurlardan birinin bulunmaması, bu tür suçların teşebbüs olarak gerçekleşmesini mümkün kılmaz[29].

Bir anlayışa göre, teşebbüs suçun tamamlanmamış halidir. Eksiklik sadece suçun maddi unsuruyla ilgili olabilir. O halde ihmal edilerek yapılan bir fiilin eksik olması imkansız değildir. Örneğin, küçük çocuğunun ulaşabileceği bir yere toksik madde bırakan annenin annenin ihmalinin, çocuk bu maddeyi ağzına atarken başka bir kişiyi görerek çocuğu görerek uzaklaştırıldığı belirtilmektedir, sonucun gerçekleşmesinin engellenmesi açısından ise ihmalkar bir suça teşebbüs edildiği belirtilmiştir[30].

Bu görüşü savunan yazarlara göre, korunan hak veya menfaatlere yönelik gönüllü hareket, öngörülebilir bir kötü sonuca neden olduysa, cezalandırılabilir ve hatta cezalandırılmalıdır. Dolayısıyla, gönüllü bir hareketin olduğu her yerde, bir girişim durumundan söz edilebilir[31].

Öte yandan teşebbüsün sonucun gerçekleşeceğini bilmesi gerekir ve ihmalden ancak sonucun gerçekleştiği durumlar açısından bahsedilebilir. Çünkü ihmali belirleyen zararlı sonuçtur. Ancak teşebbüs suç açısından sonucun gerçekleşmemesi gerekir ki suça teşebbüs de söz konusu olsun. Bu anlamda mantıksal uyumsuzluk nedeniyle ihmalkar suçlara teşebbüs etmek mümkün olmamalıdır[32].

Teşebbüsün varlığı için gerekli olan, sonucu tahmin etmek ya da tahmin etmemek değil, sonucun kendisinin gerçekleştirilmesini talep etmektir. Bu anlamda, ister basit ister kasıtlı ihmalle işlenen ihmal suçları, teşebbüsün oluşumuna uygun değildir[33].

Gerek kanundaki düzenleme gerekse teşebbüs ve ihmal kavramlarının hukuki niteliği, ihmali suçlarda teşebbüsün mümkün olmadığı fikrini haklı çıkarmaktadır. Ancak sonuç alınmasa bile eylem kendi başına cezalandırılabilir. Örneğin sonuç yoksa ancak trafik kuralları ihlal edilmişse; Artık ihmal suçu yok, trafik kurallarını belirleyen mevzuata göre tek başına cezalandırılabilecek başka bir suç vardır. Ayrıca Kanunun açıkça suç işleme kararını ve kast unsurunu şart koştuğu dikkate alındığında, ihmale teşebbüs etmenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun bu fikri benimsemesinin nedeni ancak şu olabilir: Kanun, ihmali cezalandırmak için belirli bir sonucun ortaya çıkmasını ister. Çünkü bu sonuç oluşmazsa doğrudan ve toplumsal bir zarar ve endişe yoktur. İşletmenin ihmal halinde kabulü ile verilecek cezanın toplumun desteğini kazanmayacağı endişesi hep olmuştur[34].

III. TÜRK CEZA KANUNUN 22/6. MADDESİNDE DÜZENLENEN ŞAHSİ CEZASIZLIK NEDENİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin 6. fıkrası; “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa, artık ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza, yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.” hükmünü ihtiva etmektedir. Kanun koyucunun bu hükümle, taksirli suçlar açısından spesifik bir şahsi cezasızlık nedeni düzenlediği görülmektedir. Konuya ilişkin açıklamalara başlamadan önce, genel olarak şahsi cezasızlık sebebinin niteliği konusunda birkaç hususun üzerinde durmakta fayda görüyoruz[35].

Suç oluşturan bir fiilin varlığına rağmen, bazı şartların gerçekleşmesi durumunda çeşitli mülahazalarla faile ceza verilmemesini sonuçlayan hallerle karşılaşılmaktadır. Hareket tipe uygun, hukuka aykırı ve kusurlu olduğu durumlarda failde bulunan bazı şahsi nitelikler, durumlar veya ilişkilerin varlığı, failin cezalandırılabilmesine engel olabilmektedir. İşte, suçun bütün unsurları oluştuğu halde faile ceza verilmemesini belirten bu hallere “şahsi cezasızlık sebepleri” denilmektedir. Bu yönüyle şahsi cezasızlık sebepleri, aslında fiilin teknik anlamda suç olma niteliğini kaldırmazlar; sadece, failin cezalandırılmamasını sağlarlar. Bu nedenle fiilin hukuka aykırılık oluşturma niteliği devam eder. Suçun icra edildiği zaman, yani failin suç yoluna girdiği andan itibaren mevcut olan sebeplerdir. Dolayısıyla da baştan itibaren failin cezalandırılmasına engel olurlar[36].

Mülga Ceza Kanunu döneminde failin taksirli davranışı sonucu gerçekleşen zararlı sonuç, zaman zaman ciddi mağduriyetlere neden olmakta ve dolayısıyla ortaya çıkan bu üzücü hal karşısında bir de faile ceza yaptırımı uygulamak suretiyle ikinci bir mağduriyet yaratılması ciddi şekilde eleştirilmekteydi. Bu bağlamda failin taksirli olarak gerçekleştirdiği bir davranış sonucunda annesi, kardeşi, eşi, çocuğu… gibi yakınlarının da ölümüne veya yaralanmasına neden olması durumunda, aynı zamanda bir de ceza yaptırımına maruz bırakılmasının gerekliliği tartışılmaktaydı. Bu durumlarda faile ceza verilmemesi veya cezasından indirim yapılması yönünde eğilimler bulunmaktaydı. Bu yöndeki taleplerin bir sonucu olarak, Türk Ceza Kanunu 1997 tasarısında bu yönde bir hüküm konulmuş ve söz konusu düzenleme yeni kanuna da aynen alınmıştır. Kanun koyucu 22. maddenin gerekçesinde, uygulamada iki durumun böyle bir hükmün kabul edilmesinde etkili olduğunu belirtmiştir. Gerekçeye göre, örneğin ülkemizde özellikle kırsal bölgelerde rastlanıldığı üzere, taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibariyle bizzat kendisinin ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Sözgelimi, köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibariyle, sayısı çoğu kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkat ve itinayı gösterememeleri sonucu, çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Bu gibi hallerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi, esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır[37].

Taksir suçlarında bu şahsi cezasızlığın uygulanmasında aranan en önemli koşul, ihmalkar fiil nedeniyle, sadece failin kişisel ve ailevi statüsü bakımından zararlı bir sonucun ortaya çıkmış olmasıdır. Böylelikle kanun koyucu, yönetmelikte belirtilen şahsi cezasızlık sebebinin veya cezanın azaltılmasını gerektiren şahsi gerekçenin uygulanmasını iki yönden sınırlamıştır. Her şeyden önce failin taksirli eyleminin yol açtığı sonuç kendisi için acı ve ıstırap yaratmalı ve failin cezalandırılması, ailesi için ceza vermeyi gereksiz kılacak bir şikâyete yol açmalıdır[38].

İkinci sınırlama, etkinin derecesiyle ilgilidir. Bir taksirli davranışın herhangi bir sonucu bu nedenin uygulanması açısından yeterli olmayacaktır. Sonuç, failin kişisel ve ailevi durumu açısından “ceza verilmesini gereksiz kılacak şekilde” failin mağdur olmasına yol açmalıdır. Hükümde belirtilen bu şikayetin tespiti somut olayda hâkim tarafından yapılacaktır. Buradaki mağduriyet kavramı, ihmalkar davranışın sonuçlarından doğrudan etkilenmeyi ifade eder. Mağduriyet tespitinde doğrudan etkiye neden olan maddi ve manevi zararlar dikkate alınmalıdır[39].

Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte sıklıkla uygulanan bu yönetmelik açısından doktrinde çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Hüküm genel olarak olumlu olmakla birlikte doktrinde özellikle Hafızoğulları tarafından eleştirilmekte ve söz konusu hükümle yeni bir ihmal türü yaratıldığı iddia edilmektedir. Yazar, doktrinde yer almayan ve "cezayı gereksiz kılmak" veya "daha az ceza gerektiren" olarak adlandırılabilecek bu tür bir ihmali hâkim cezalandırıldığında değerlendirmekle yükümlüdür. Teorik temeli olmayan bir düzenleme olarak tanımlar[40].

Taksir suçunda cezasızlık, şüphesiz isnat etme kabiliyetini ortadan kaldıran veya azaltan bir sebep olarak görülmediğinden, bunun hukuka uygunluk sebebi mi, kusuru ortadan kaldıran bir sebep mi yoksa ceza şartı mı olduğu açık değildir. Failin özel, bilinen, önceden var olan bir durumuna gelince, kanunda dikkate alınan bu cezalandırmama nedeni, sadece basit bir taksitle belirli bir ceza şartı veya kasıtlı ihmalde cezayı azaltan bir sebep olabilir. Hal böyle olunca fail bu nedenle cezalandırılmadığında suç ortadan kalkmaz. Öte yandan, söz konusu cezasızlık nedeni için aranan "kişisel ve ailevi durum" koşulları da kafa karıştırıcıdır. Burada akrabalığın ne anlama geldiği belirsizdir ve sonucun kişisel ve ailevi durum üzerinde bir etkisi olması muhtemeldir çünkü sonuç hem kişisel hem de ailevi zarara neden olmuştur. Ancak bu nokta hakim tarafından takdir edilecektir[41].

Yönetmeliğin çok net olmadığı ve sağlam bir yasal dayanağı olmadığı yönündeki eleştirilere rağmen; Bizim görüşümüze göre düzenleme esasen olumlu. Özellikle kanun koyucunun yönetmeliği getirmedeki gerekçesi, ülkemiz için oldukça doğru bazı tespitler içermektedir. Özellikle trafik kazalarının sık yaşandığı ülkemizde, ihmalkar davranışı sonucunda ciddi bir kazaya neden olan ve bu kazada aile üyelerinden bir veya birkaçını kaybeden bir baba için bu suçtan dolayı hapis cezası büyük bir anlam ifade etmeyecektir. Ancak trajik olay nedeniyle zaten büyük bir acı içinde olan ve dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu istemediği vahim bir sonuçla karşı karşıya kalan failin cezalandırılması, cezalandırılmanın amacını yerine getirmemektedir[42].

SONUÇ

Çalışma kapsamında ihmalden kaynaklanan cezai sorumluluk ile ilgili birçok farklı hukuki sorun tespit edilmiş ve hem doktrindeki görüşler hem de yargı içtihadı ışığında en doğru şekilde çözülmeye çalışılmıştır. Konuyla ilgili doğru bir hukuki değerlendirme yapabilmek için çalışma sırasında ulaşılan önemli sonuçlardan bazılarını kısaca belirtmenin faydalı olacağını düşünüyoruz.

Taksirden doğan sorumluluk, failin öngörülebilir sonucu kestirememesi veya öngörmesine rağmen sonucu istememesi olarak tanımlanan, kasta göre istisnai bir sorumluluk biçimidir. Taksirden doğan yükümlülüğün temeli, topluma karşı bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi ve toplumun bireylere yüklediği dikkat ve özen yükümlülüğüne uyulmamasıdır. Özen ve özen yükümlülüğüne uyulmaması, taksirin normatif yönünü oluşturur. Taksirin psikolojik yönü ise failin davranışına yön verirken gösterdiği dikkatsizlik ve dikkatsizlikte kendini gösterir. Failin, davranışını yönlendirmede gerekli özeni ve özeni göstermemesi sonucu, failin zararlı bir sonuca yol açması, taksirin nedenini de açıklayabilir.

Nitekim, yıllarca taksirli davranışlarla ilgili özel düzenlemelere ihtiyaç yoktu ve çoğu zaman bu tür filler ya cezasız bırakıldı ya da ağırlık olarak "kast" içinde değerlendirildi. İlerleyen dönemlerde, özellikle teknolojinin gelişmesi, tehlikeli faaliyetlerin sayısının artması ve dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlali nedeniyle eylemlerin hızla çoğalması sonucu, taksir kavramına bakış açısı kazanmıştır. Ceza hukukunda ihmalin önemi, bu tür sorumluluğun hukuki temelini açıklama konusunda birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Nitekim failin ihmal iradesinin sadece davranışla ilgili olduğu ve sonucu içermediği gerçeğine dayanan ihmal teorileri böyle bir sorumluluğun belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır. Ancak vergilendirmenin esasını belirlemede benimsenen temel fikir, bu tür bir sorumluluğun özünü ortaya çıkarmakla kalmayacak, aynı zamanda vergilendirmenin tanımı, unsurları ve gerçekleştirilme yolları gibi birçok konuyu da açıklığa kavuşturacaktır.

KAYNAKÇA

Aksoy, Pervin: Türk Ceza Hukukunda Suça Teşebbüs, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.

Apaydın, Cengiz: Ceza Hukukunda Doğrudan Kast, Olası Kast, Basit Taksir, Bilinçli Taksir Kavramları, İstanbul, 2009.

Artuk, Mehmet Emin, Gökçen, Ahmet, Yenidünya, Caner: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2010.

Aydın, Çağrı Kan: Taksirle Yaralama, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.

Centel, Nur, Zafer, Hamide, Çakmut, Özlem: Türk Ceza Hukukuna Giriş, İstanbul, 2008.

Çiftcioğlu, Cengiz Topel: Türk Ceza Kanunu’nda Taksir, Ankara Barosu Dergisi, Ankara, 2013.

Demirci, Bahar: Türk Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011.

Demirbaş, Timur: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2009.

Keçelioğlu, Elvan: 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Kasıt Ve Taksire İlişkin Maddelerine Eleştirel Bir Yaklaşım, TBB Dergisi, S. 83, 2009.

Koparan, M. Reşat: Tck Genel Hükümler Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Ve Azaltan Sebepler, Tbb Dergisi, S. 64, 2006.

İçel, Kayıhan, Evik, Hakan: Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Kitap, İstanbul, 2007.

Üzülmez, İlhan : Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2008.

----------------------

[1] Centel, Nur, Zafer, Hamide, Çakmut, Özlem: Türk Ceza Hukukuna Giriş, İstanbul, 2008.

[2] Centel, Nur, Zafer, Hamide, Çakmut, Özlem, 2008.

[3] Artuk, Mehmet Emin, Gökçen, Ahmet, Yenidünya, Caner: Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2010.

[4] Apaydın, Cengiz: Ceza Hukukunda Doğrudan Kast, Olası Kast, Basit Taksir, Bilinçli Taksir Kavramları, İstanbul, 2009.

[5] Apaydın, Cengiz, 2009.

[6] Keçelioğlu, Elvan: 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Kasıt Ve Taksire İlişkin Maddelerine Eleştirel Bir Yaklaşım, TBB Dergisi, S. 83, 2009.

[7] Koparan, M. Reşat: Tck Genel Hükümler Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler, Tbb Dergisi, S. 64, 2006.

[8] Koparan, M. Reşat, 2006.

[9] İçel, Kayıhan, Evik, Hakan: Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2. Kitap, İstanbul, 2007.

[10] Demirci, Bahar: Türk Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011.

[11] Çiftcioğlu, Cengiz Topel: Türk Ceza Kanunu’nda Taksir, Ankara Barosu Dergisi, Ankara, 2013.

[12] Demirbaş, Timur: Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2009.

[13] Çiftcioğlu, Cengiz Topel, 2013.

[14] Demirci, Bahar, 2011.

[15] Üzülmez, İlhan: Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2008.

[16] Üzülmez, İlhan, 2008.

[17] Centel, Nur, Zafer, Hamide, Çakmut, Özlem, 2008.

[18] Aksoy, Pervin: Türk Ceza Hukukunda Suça Teşebbüs, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.

[19] Aksoy, Pervin, 2007.

[20] Çiftcioğlu, Cengiz Topel, 2013.

[21] Koparan, M. Reşat, 2006.

[22] Demirci, Bahar, 2011.

[23] Apaydın, Cengiz, 2009.

[24] Koparan, M. Reşat, 2006.

[25] Aydın, Çağrı Kan: Taksirle Yaralama, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.

[26] Aydın, Çağrı Kan, 2006.

[27] Apaydın, Cengiz, 2009.

[28] Keçelioğlu, Elvan, 2009.

[29] Üzülmez, İlhan, 2008.

[30] Aksoy, Pervin, 2007.

[31] Üzülmez, İlhan, 2008.

[32] Çiftcioğlu, Cengiz Topel, 2013.

[33] Koparan, M. Reşat, 2006.

[34] Artuk, Mehmet Emin, Gökçen, Ahmet, Yenidünya, Caner: 2010.

[35] İçel, Kayıhan, Evik, Hakan, 2007.

[36] Keçelioğlu, Elvan, 2009.

[37] Çiftcioğlu, Cengiz Topel, 2013.

[38] Keçelioğlu, Elvan, 2009.

[39] Koparan, M. Reşat, 2006.

[40] Çiftcioğlu, Cengiz Topel, 2013.

[41] Aydın, Çağrı Kan, 2006.

[42] Aydın, Çağrı Kan, 2006.