Ceza Yargılaması Hukukunda maksat, maddi hakikate ve adalete ulaşmaktır. Bu nedenle; ilk derece mahkemelerinin verdiği kararlar, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından ve bu aşamada kesinleşmeyen kararlar da Yargıtay tarafından denetlenmektedir. Bölge adliye mahkemesinin gerçekleştirdiği inceleme, hem maddi ve hem de hukuki denetimi kapsamakta iken, Yargıtay incelemesi yalnızca hukuki denetimi kapsamaktadır.

Bu yazıda; kanun yolları aşamasında, çok sanıklı yargılamalarda gerçekleştirilen toplu incelemeler değerlendirilecek ve bu açıdan gerekçenin önemine değinilecektir. Örgüt kapsamında işlenen suçlarda ve çok sanıklı davalarda, hukuka aykırılıkların ne kapsamda değerlendirileceği ve tespit edilmiş olan aykırılıkların diğer sanıklara nasıl sirayet edeceği önemli bir konuyu teşkil etmektedir.

Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 306. maddesinde düzenlenmiştir[1]. Ancak bu madde; yalnızca başvuruda bulunmamış olan sanıklara sirayeti düzenlemiş, başvuruda bulunanlar bakımından bir açıklamaya yer vermemiştir.

Diğer sanıklar kanun yoluna başvurmamış olsalar da, imkan bulunduğu takdirde bozma kararından yararlanabileceğinden, başvurdukları hallerde de aynı sonuca varmak gerekir. Ancak çok sanıklı dosyalarda kurulacak gerekçeye özen gösterilmeli, bireyselleştirme yapılmalı ve hepsi için ayrı bir hüküm kurulmalıdır. Örneğin; kanun yoluna başvurmuş olan sanıklardan birisi hakkında, avukatsız dinlendiği gerekçesiyle hukuka aykırılığın oluştuğu, diğeri hakkında ise sanığa son söz verilmediğinden hukuka aykırılığın oluştuğu kabul edildiği takdirde; sanıklar hakkında verilecek bozma kararı birbirlerini etkilemeyecek, her ikisi içinde gerekçelerin ayrı ayrı açıklanması gerekecektir. Kanun yolu aşamasında da sanık sayısınca bozma veya onama kararı olduğu izahtan varestedir. Dolaysıyla, tüm sanıkların kanun yoluna başvurmuş olmaları halinde, tespit edilen her hukuka aykırılık ile verilecek olan bozma kararının tüm sanıkları etkileyeceği söylenemez, bunun kabulü maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını geciktirecektir[2].

Belirtmeliyiz ki; ilk derece mahkemesinde görülen bir dava sonucunda hüküm kurulduğunda, sanık sayısınca karar verilmektedir. Bir başka ifadeyle; çok sanıklı dosyalarda, her sanık bakımından ayır bir hüküm kurulmaktadır.

Uygulamada; ilk derece mahkemesi kararlarına karşı kanun yollarına başvurulduğunda, maddi ve hukuki incelemeler gerçekleştirilmekte, ancak çok sanıklı dosyalarda, bir veya birkaç sanık bakımından herhangi bir hukuka aykırılığa rastladığında, ilk derece mahkemesinin kararı tüm sanıklar açısından bozulabilmektedir.

Bu tatbikat; hem “Hak arama hürriyeti” başlıklı Anayasa m.36[3] ile “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı Anayasa m.141/3-4’de[4] ve hem de “Kararların gerekçeli olması” başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.34/1’de[5] öngörülen düzenlemelere aykırılık teşkil etmektedir. Sözkonusu uygulama; bu maddelerde öngörülmüş ve adil/dürüst yargılanma hakkının bir parçası olan makul sürede yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlaline neden olmaktadır. Bu düzenlemelerin yanı sıra; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Adil/Dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesi de aynı hakları içerdiğinden, tüm bu maddelere dayanılarak hak ihlalinin oluştuğu ileri sürülebilecek ve Devletin tazminat yükümlülüğü doğabilecektir.

Makul sürede yargılanma hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/1 uyarınca kanun yollarında geçecek olan süre de dahil olmak üzere yargılamanın tümünü kapsamaktadır[6]. Bu kapsamda devletin; idari ve yargısal organlarına yüklenebilecek gecikmelerden dolayı sorumluluğu vardır, bu nedenle gerekli olan özeni sergilemek ve süratle hareket etmek yükümlülüğü altındadır[7].

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Stogmüller v. Avusturya başvurusunda[8]; makul sürede yargılanma hakkı ile amaçlananın, tarafları yargılamanın sürüncemede bırakılmasından ve özellikle de ceza davalarında suçlanan kişiyi, yargılamanın nasıl sonuçlanacağına dair endişe ile yaşamaktan korumak olduğunu ifade etmiştir.

Bunun yanında; kanun yollarında verilecek olan kararlar bakımından da gerekçeli karar hakkının korunduğunu belirtmek gerekir[9]. Anayasa Mahkemesi; İbrahim Ataş başvurusunda[10], mahkemelerin, taraflarca ileri sürülen tüm iddialara cevap verme zorunluluğunun bulunmadığını, hükme esas teşkil eden gerekçelerin nelerden ibaret olduğunun ortaya koyulmasının yeterli olduğunu ve kanun yolu mercileri tarafından, onama, itiraz veya başvurunun reddi kararları verilmesi halinde alt derece mahkemelerinin kararlarında gösterilen gerekçelerin kabul edilmiş olacağından, anılan kararlarda ayrıca gerekçe gösterilmesine gerek bulunmadığını belirtmiştir. Dolayısıyla, istinaf veya temyiz aşamalarında, bozma kararının verildiği hallerde, kararların gerekçeli olmasının gerektiği açıktır.

Yargılamanın uzamasına neden olan kararlardan birisini örnek vermek gerekirse, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 06.03.2020 tarihli, 2018/894 E. ve 2020/193 K. sayılı kararına yer verilebilir. BAM Ceza Dairesi bu kararında; müdafiin yokluğunda yapılan işlemler nedeniyle hukuka kesin aykırılık halinin varlığını tespit etmiş ve yalnızca 5 sanık açısından geçerli olan bu hukuka aykırılığa dayanarak, tüm sanıklar (15 sanık) yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir.

Bu uygulama; makul sürede yargılanma hakkı bakımından yargılamaların uzamasına ve verilen hükümlerin kesin hüküm otoritesine ulaşamamasına neden olmakla birlikte, zaten yargılamayı gerçekleştirmiş olan ilk derece mahkemesine de iş yükü yüklemektedir. Yargılamaların zaten uzun sürdüğü hukuk sistemimizde, kanun yolu incelemelerinin bu şekilde gerçekleştirilmesi hatalıdır.

Bununla beraber; yargı kararında, yalnızca bu 5 kişi için geçerli olan hukuka aykırılığın gerekçe gösterilmesinin sebebinin, başka bir hukuka aykırılığın bulunmaması mı, yoksa diğer sanıklar bakımından hiçbir incelemenin yapılmamış olması mı olduğu da anlaşılamamaktadır.

Diğer hukuka aykırılıklar incelenmediği takdirde, kararda gösterilen aykırılıklar ilk derece mahkemesi tarafından giderilse dahi, ikinci bir kanun yolu başvurusunda, başka gerekçeler ile karar tekrar bozulabilecektir.

Maddi hakikate ve adalete ulaşılması hedeflenen Ceza Yargılaması Hukukunda; sürecin bu şekilde sürüncemede bırakılması, incelemelerin bireyselleştirilmemesi ve sanıklar ile ailelerinin bu yıpratıcı sürece daha fazla maruz bırakılması, kovuşturma evresinin kısa sürede bitirilmesinin hedeflendiği hukuk sistemimizle bağdaşmamaktadır.

Kanun yollarına başvurulduğu hallerde, yargı mensupları dosyaları özenle incelemeli, dosyalara gerekli vakti ayırmalı, her sanık açısından bireysel bir inceleme gerçekleştirmeli ve ilk bulunan ihlal nedeni ile kolayca tüm sanıklar hakkında bozma kararı verilmemelidir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 306. maddesinde dahi; hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa (…)” ifadelerine yer verilmiş ve tespit edilen hukuka aykırılığın diğer sanıkları etkilemediği hallerde, bozma kararından yararlanamayacaklarını belirtilmiştir. Bu kapsamda, tüm sanıklar tarafından kanun yoluna başvurulmuş olduğu durumlarda da, tespit edilen hukuka aykırılık tüm sanıkları etkilemediği sürece yalnızca belirli sanıklar hakkında bozma kararı verilmelidir. Somut olayda; müdafiinin yanında dinlenen, sorgusu yapılan ve savunması yapılan sanık veya sanıklar yönünden bozma kararı verilmemelidir. Bu hususun, bozma kararının lehe veya aleyhe olmasıyla bir ilgisi de bulunmamaktadır. Lehe uygulama; kanun yoluna başvurmayan veya başvurup da sebebi göstermeyen sanığın lehine olabilecek ve onun için de yapılabilecek bir hukuka aykırılık tespitinden, o sanığı yararlandırma anlamına gelmektedir.

Uygulamada yukarıda belirttiğimiz hatalar devam ettiği takdirde, yargılamalar makul sürede tamamlanamayacağından, adil/dürüst yargılanma hakkı, diğer sanıklar bakımından herhangi bir gerekçe gösterilmediğinden ise gerekçeli karar hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Bu hak ihlallerinin önünce geçilmesi ve toplu dosyalarda diğer sanıkları ilgilendirmeyen sebeplerin bozma nedeni yapılmaması, bu şekilde yargılamaların daha hızlı ve sağlıklı yürütülmesi isabetli olacaktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Mehmet Vedat Ervan

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------

[1] Ceza Muhakemesi Kanunu m.306:Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar”.

[2] Her ne kadar CMK m.306’nın gerekçesinde; “istinaf kanun yolu incelemesine açık olup da, hapis cezasının süresi itibariyle temyiz yolu kapalı olduğundan bahisle temyiz hakkına sahip olmayan, bu nedenle temyiz kanun yoluna başvurmayan sanığın (cezası kesinleştiği için hükümlünün), gerek maddenin lafzına ve gerekse gerekçesine göre hükmün lehe bozulmasından etkilenmeyeceği, yani bozma kararının bu kişiye sirayet etmeyeceği ileri sürülse de, Ceza Yargılaması Hukuku’nun ilkeleri ışığında ‘temyiz etmeyen’ veya ‘temyiz talebinde bulunmayan’ ibarelerinden, istinaf kanun yolu sonrası kapalı olan, hatta ilk derece mahkemesinden sonrasının kapalı tutulduğu önem derecesi düşük kabul edilen suç ve cezalar bakımından, hem istinaf ve hem de temyiz kanun yollarından çıkan lehe kararların lehe etkisi kabul edilmelidir. Bu kabulün; ‘eşitlik’, ‘adalet’ ve ‘hakkaniyet’ ilkelerine uygunluğu tartışmasızdır”. Bkz. Ersan Şen, Hükmün Bozulmasının Diğer Sanıklara Etkisi, hukukihaber.net (erişim tarihi; 15.12.2020).

[3] Anayasa m.36; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz”.

[4] Anayasa m.141/3-4; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.

Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir”.

[5] CMK m.34/1; “Hakim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde gözönünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir”.

[6] Sibel İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi- 4, MRK Baskı, Ankara, 2018, s. 265.

[7] İnceoğlu, a.g.e., s. 273.

[8] Stogmüller v. Avusturya Başvurusu, Başvuru no. 1602/62, Tarih: 10.11.1969.

[9] Harris D.J., O’Boyle M., Bates E.P., Buckley C.M., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, 2013, s.271.

[10] Anayasa Mahkemesi İbrahim Ataş başvurusu, Başvuru no. 2013/1235, Tarih: 13.06.2013.