Yakın zamanda sevdiğim bir arkadaşımın mükemmel bir tweetine denk geldim, üzerinde durup dakikalarca düşündüm; “Atam sen bu milletle nasıl baş edebildin yahu?”

Çözümlenmesi gereken bir düşünceydi aslında bu.. Büyük Komutan Mustafa Kemal ATATÜRK o kadar yüceydi ki hem bu milleti idare etti, hem de yedi düvelle mi mücadele etti? Yoksa millet aynı millet değildi de şu son zamanlarda değişti, bir şekilde birileri tarafından asimile mi edildi?

Öyle ki hep söylerim, asimile olan Azeriler değil, Macarlar değil biz idik. Ne zaman ki Müslüman olmayı Araplaşmak ile karıştırır olduk, biz o gün kaybettik. Bunu da dış güçler değil, biz kendi kendimize yaptık. Öyle ki bunu 11. yy’da fark eden Kaşgarlı Mahmud, Türklerin Arap kültüründen etkilenip asimile olmaması, özünü, töresini, kültürünü ve en önemlisi dilini unutmaması için yazmıştı Divanü Lügati’t Türk’ü. Neydik, ne olduk.. Dönüp şöyle bir bakalım isterseniz; örneğin Türk’ün töresinde kadının, Emine Bulut ve diğer mağdurların yeri neresidir?

Yediden yetmişe her birimiz İslamiyet öncesi Türk tarihi hakkında az çok fikir sahibiyizdir. Her ne kadar o koca Orhun Yazıtlarını biz değil de Norveçli bir arkeolog okumuş olsa da, dünyanın ilk Türkoloji Enstitüsünü Macarlar kurup ilk toplantıyı gerçekleştirmiş olsalar dahi, onlardan duyduğumuz kadarıyla (!) biraz bir şeyler biliyoruz.

Tomris Hatun adında ki dünyanın ilk kadın hükümdarını yetiştiren, “Ben sizin hanınızım, oda benim Han’ım” diyen hükümdarı olan bir millet iken, nasıl oldu da sokaklarda kadınların boğazlarını kesen, kadına ömrü hayatı boyunca hapis hayatı yaşatan, türlü işkenceler eden ve tecavüze konu eden, ikinci sınıf insan muamelesi yapan bir millet haline geldik?

Şöyle küçük bir örnek vereyim; Eski Türkçe’de “Oğ” kelimesinin iki anlamı vardır. Biri doğuran, ana kelimelerini ifade ederken diğeri kurt idi. Oğ-ul ise oğ’dan olan, ondan doğan anlamını taşımaktadır. Bilirsiniz, bugün Doğu Anadolu’da ve İç Anadolu’nun bazı bölgelerinde büyük dedeler kız çocuklarına “Oğul” diye hitap eder. En azından eskiler bu hitap şekline defalarca şahitlik etmiştir. Ve hatta kız çocukları “Ben kızım, oğlun değilim.” Diye serzenişlerde bulunur idi. Halbuki ne güzel bir hitap şeklidir oğul; Kurttan doğan, kurttan olan. Türklerde kurdun yüce bir varlık olduğunu ve ondan türediğimize dair inancın epey yaygın olduğunu düşünecek olursak; Anayı koydukları yere, kız çocuklarına verdikleri değere bir bakar mısınız?

Peki sonra ne oldu? Bu kısır kalmış iltifat şekli yerini Müslümanlaşma adında Araplaşmaya bıraktı ve cinsiyet kavramı içerisinde orta yerinden kırıldı. Kız çocukları ve kadın o kadar değerli görünmemeye başlandı, vücutlarına değil düşüncelerine çarşaf giydirildi tabiri caiz ise eve kapatıldı. Ev işi yaptırıldı, eğitimden uzak, köle hayatı yaşattırıldı ve sonuç olarak o güzelim hitap şekli yalnızca erkek çocuklarına atfedildi.

İşte kadın tarihte böyle değersizleştirilip, sokak ortasında boğazı kesilip atılacak kadar önemsiz bir nesne haline getirildi. Bugün durum farklı mı? Elbette değil. Tarihin bizde bıraktığı kalıtsal düşüncelere birde bal kaymak sürercesine diziler çeviriyoruz. Harika diziler (!) Din adamlarımız kadının kocasından dayak yemesinin caiz olduğuna dair fetvalar veriyor, kimileri “Kadın dayak yediği için şükretmeli” diyecek kadar küstahlaşıyor. Fakat biz bu değiliz.. En azından değildik.. Kadını el üstünde tutan, yaşatan, onurlandıran bir millet olduğumuzu hatırlamalıyız. Eğitime önce kendimizden, sonra çocuklarımızdan başlamalı ve özümüze dönmeliyiz.

Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk Milleti, ilini töreni kim boza bilecekti? Türk Milleti vazgeç, pişman ol!” Bilge Kağan – Orhun Yazıtları

Stj. Av. Burak KÖMBE