a. Özet
Bu çalışmada konuyla ilgili mevzuat ve bu kapsamda yüksek mahkemelerce verilen yerleşik kararlar ele alınmıştır. Daha genel olarak kamu görevlisi ama özelinde ise yargı mensubu olarak yasada sayılan hakim, Cumhuriyet savcısı ve avukatlar ile mahkeme kararlarının basın, radyo, televizyon, internet-sosyal medya gibi her türlü yayın yoluyla eleştirilmesi, bunun kapsam ve sınırlarıyla ilgili mevzuat ve buna bağlı olarak Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay tarafından verilen yerleşik kararlardaki temel ilkeler değerlendirilmiştir.
b. Giriş
Gerek Anayasa’da gerekse de ilgili mevzuatında düzenlenen ifade özgürlüğü ile bu özgürlüğün en önemli ve özel hali olarak uygulamada benimsenen basın özgürlüğünün esas olduğu, bu özgürlüğü sınırlamanın ise ancak yasada sayılan hallerde, istisnai ve dar yorumlanması suretiyle olabileceği kabul edilmiştir. Basın özgürlüğünün öne sürüldüğü veya uygulandığı yerde bunun adeta kaçınılmaz sonucu olarak kişilik hakları karşımıza çıkıyor. Bir başka deyişle madalyonun iki yüzü ile karşı karşıya kalınıyor.
Birinci yüzde basının; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser oluşturma hakkı yer alırken ikinci yüzde ise basına verilen hak veya ayrıcalığın karşısında kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı bulunuyor.
Madalyonun bu iki yüzünün çatıştığı hallerde basın özgürlüğünün korunması lehine belli hallerde ve ölçüde üstünlük tanınmış ise de kişilik hakkının korunması da önemli görülmüştür. Mümkün olduğunca “adil denge” bakışıyla hareket etme yönü ağır basmıştır.
Bir basın yayın faaliyetinin hukuka uygun sayılabilmesi için bunun gerçek ve güncel olması, verilmesinde veya açıklanmasında kamunun ilgisi ve yararının bulunması, açıklanış şekli ile konusu arasında düşünsel bir bağın bulunması gerektiği hususu neredeyse tartışmasız kabul görmüştür. Bu dört unsurun da bir arada olması ve yayının, halkı kin ve düşmanlığa sevk, şiddete teşvik etmemesi, nefret veya ayrımcılık içermemesi, suçu ve suçluyu övmemesi, terör veya ayrılıkçı hareketleri övmemesi, meşrulaştırıp yüceltmemesi, başkalarının kişilik haklarını, onur, şeref ve saygınlığını, hakaret, sövme veya benzer yollarla zedelememesi şartıyla hukuka uygun sayılır. Hatta bu hallerde basın dışı bir olaydaki davranış biçimi, normal şartlar altında hukuka aykırılık oluştursa bile bu davranış, eğer basın özgürlüğü çerçevesinde kabul edilebilen bir durum içinde ise hukuka uygun olduğu kabul edilmiştir.[1]
Yüksek yargı kararlarında kamu görevlileri içinde yargı mensupları ayrı olarak değerlendirilmiştir. Prensip olarak yargı mensuplarının da eleştirilebileceği ancak yargıya olan güvenin sarsılmasına yol açabileceği gerekçesiyle eleştiri sınırı, diğer kamu görevlilerine göre daha dar tutulmuştur. Bunların, karşı cevap olarak tartışmaya girmeleri yargıya olan güveni sarsmaya neden olabileceği, bu nedenle mümkün oldukça kararlarıyla konuşmaları gerektiği, ağır eleştiri veya polemiklere konu edilmemelerinin yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması açısından önemli olduğu vurgulanmıştır.[2]
c. Kamu Görevlisi-Yargı Mensubu Kavramı
Basın mensubunun belirtilen görevlerini yerine getirmesi sırasında kamu görevlilerinin basın yayın faaliyetlerine konu edilmesi suretiyle eleştirilmesi önemli bir yer tutuyor.
"Yargı görevi yapan" tanımı, Türk Ceza Kanunu'nda adli ve idari yargıda görev alan kişilere verilen genel bir isimdir. Yüksek mahkemeler, adli ve idari mahkemelerin üye ve hâkimleri, Cumhuriyet savcıları ve avukatlar, doğrudan yargılama faaliyetlerini yürüten veya bu süreçte yer alan kişilerdir. Bu kişiler, yargılama süreçlerinin tarafsız, adil ve hızlı bir şekilde yürütülmesinden sorumludur. Yargı görevi yapan kişiler, toplumun adalet ihtiyacını karşılamakla yükümlü olan önemli bir role sahiptir. Türk Ceza Kanunu, yargı görevi yapan kişilere karşı işlenen suçlara yönelik özel hükümler içermektedir, bu da yargılama süreçlerinin ve adaletin sağlanmasının önemini vurgular.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tanımları düzenleyen 6. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişinin ifade edildiği düzenlenmiştir. Esasında bu geniş kavram içinde değerlendirme imkanı olmasına rağmen aynı fıkranın (d) bendinde “Yargı görevi yapan” deyiminin neyi ifade ettiği ayrıca düzenlenmiştir. Buna göre, yüksek mahkemeler, adlî ve idarî mahkemeler üye ve hakimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar yargı görevini yapanları ifade eder. “Kamu görevlileri” kavramının tam dışında yer almazsalar da kanun koyucu, “yargı mensubu” olarak sayılan sıfattaki kişilerin biraz daha ayrı bir konumda olduklarını tercih etmiştir. Bu durum, yani tanımların kısmen farklılığına paralel olarak bir kısım suçlarda da genelden farklı özel düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Örneğin, görevi yaptırmamak için direnmeye dair TCK’nın 265. Maddesinin 1. Fıkrasında genel olarak kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek suçu yer alırken 2. fıkrasında bu suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi hali ağırlatıcı neden olarak görülmüştür. 252. maddesinin 7. fıkrasına göre rüşvete konu olan kişinin; yargı görevi yapan olması hali de ağırlatıcı nedendir.
d. İlgili Mevzuat
Konunun mevzuatına başka bir deyişle yargı mensubunun basın yayına konu edilmesi suretiyle eleştirilmesi, bu nedenle olası kişilik hakları ihlalinin olup olmadığının ölçülerine, kapsamına ve sınırına baktığımızda aşağıdaki maddelerin neredeyse doğrudan ilgili olduğunu söylemek mümkündür:
1) Anayasa’nın düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini düzenleyen 26. maddesinin 1. fıkrasında ifade özgürlüğünün esas olduğu ile bu özgürlüğün kapsamı belirtilirken 2. fıkrasında ise ifada özgürlüğünü sınırlama nedenleri arasında yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amacı da sayılmıştır.
2) Anayasa’nın basın özgürlüğüne dair 28. maddesinin 1. fıkrasında basının hürdür olduğu, sansür edilemeyeceği, basımevi kurmanın izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamayacağı düzenlenmiş iken devamında “Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hakim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.” hükmü de bir yönüyle bunu vurgulamıştır. Çünkü normal şartlar altında yayın yasağı konulmayacağı ancak yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar çerçevesinde istisnai hallerde yayın yasağı konulabileceği belirtilmiştir.
3) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddesinin birinci fıkrası bu özgürlüğün esas olduğu ile ilgili kapsam belirtilirken ikinci fıkrasında ise üye devletlere bu özgürlüğe meşru bir şekilde müdahalenin yapılabileceği şartlar içinde yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması da sayılmıştır.
4) Basın Kanunu’nun basın özgürlüğü hakkındaki 3. maddesinde de bu özgürlüğün esas olduğu ile kapsamı belirtildikten sonra yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabileceği düzenlenmiştir.
5) Konumuz dışı olarak, başka bir deyişle yargı mensubu veya yargı görevini yapanların basın yayın yoluyla eleştirilmesi kapsamında olmazsa bile benzer hükümlerin TCK’da olduğunu söylemek de mümkündür. Kanun koyucunun verdiği önem olsa gerek bazı hallerde yargı görevini yapanların suç işlemesi, bazı hallerde de bunlara karşı suç işlenmesi ağırlatıcı neden olarak sayılmıştır. Örneğin, rüşvet suçuna dair 252. maddesinin 7. fıkrasına göre yargı görevi yapana verilecek cezada artırım vardır. Görevi yaptırmamak için direnmeyi düzenleyen 265. maddesinin 2. fıkrasında suçun yargı görevi yapan kişilere karşı işlenmesi halinde hapis cezasının artırımı söz konusudur. Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs, 277. maddeyle suç sayılmıştır. İçinde yargı görevi yapanın da sayıldığı adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs, 288. maddeyle suç olarak düzenlenmiştir. Buna göre yasa koyucunun yargı görevini yapanların konumları gereği ayrı olarak değerlendirdiği hallerin de olduğunu söylemek mümkündür.
e. Yüksek Mahkeme Olarak AYM, AİHM ve Yargıtay Kararları
Yukarıda kısmen belirtilen mevzuat içindeki yargılama görevinin gereği, amacı, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması gibi düzenlemeler nedeniyle Anayasa Mahkemesi (AYM), Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında yapılan hukuki değerlendirmelerde yargı görevi yapan mensupların basın yayın yoluyla eleştirilmesi ile ilgili olarak genel olarak diğer kamu görevlilerine göre daha dar yorumlar yapılarak korunmaları gerektiği belirtilmiştir. Yargının özel konumu ve hassasiyeti nedeniyle polemiklerin içine çekilmemesi ve mümkün oldukça tartışmalardan uzak tutulması amaçlanmıştır. Yargı mensupları kararlarıyla konuşmalıdır. Basınla, şahıslarla, hükümet üyeleriyle tartışmalarında itibarları sarsılabilir ve bu yolla kamuoyu nezdinde kendilerine ve bunun sonucu olarak da yargıya duyulan güven azalabilir. Buna rağmen belli ölçülerde verilen yargı kararları eleştiriye açık olmalıdır.
1) Anayasa Mahkemesi kararlarına göre adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar.[3] Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkim ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak Devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda, bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte, bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlâl eder boyuta ulaşmaması gerekir.[4]’[5]
AYM’nin bir kararına göre, savcılar da yargı temsilcisi olarak adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlilerinden olup diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar. Bu sebeple adalet sisteminde görev alan savcılarla birlikte hâkimleri ve diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir.[6]
Anayasa Mahkemesi, bu yöndeki kararlarında genelde kendi değerlendirmeleriyle birlikte AİHM kararlarına atıf yapmıştır.
2) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında atıf yapılan AİHM kararına göre, demokratik bir toplumun hayat mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum için özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi bir şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı -özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri göz önünde bulundurulduğunda korumak gerekebilir. Ancak -temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa- yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere sadece teorik ve genel olarak değil şahsen de konu olabilirler. Bu kişilerin görevlerini ifa ederken kendilerine yönelik kabul edilebilir eleştirinin sınırları sıradan bir vatandaşa kıyasla daha geniştir.[7]’[8]
AİHM’nin yargının otoritesi ve tarafsızlığına ilişkin içtihatları, yargının özel bir korunmaya sahip olmakla birlikte, bir fanus içinde işlemediğini ve adaletin sağlanması ile ilgili soruların kamusal tartışmanın bir parçası olabileceğini işaret etmektedir.[9]
Yargıtay’ın, AİHM’nin örnekleri verilen yukarıdaki kararlara atıf yaparak yargı mercilerinin manevi şahsiyetinin korunması gerektiğine ilişkin istikrar kazanmış kararları mevcuttur.[10]
Davaya konu haberler ve açıklanan ilkeler birlikte değerlendirildiğinde; davacının hâkim olarak görev yaptığı, görevi kapsamında incelediği dosyalarda aynı bilirkişiyi görevlendirdiği, dava konusu haberlerde, ‘‘dosyaların aynı bilirkişiye gönderilmesi, rant elde edilmesi, adam kayırma’’ gibi ifadelerin yer aldığı, söz konusu yayınlarda davacının işaret edildiği, dolayısıyla matufiyet şartının gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan, dava konusu haberlerde yer alan bir kısım ifadenin yargı mensubu olan ve en üst derecede korunması gereken davacıya karşı, özle-biçim arasındaki dengeyi aşacak şekilde, bir kısım ifadenin ise suç isnadı oluşturacak şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Şu durumda, dava konusu haberler ile davacının kişilik hakları ihlal edildiğinden davacı lehine uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken; mahkemece davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.[11]
Yine tazminat davalarında Yargıtay 4.Hukuk Dairesi kararında "...dava konusu haberlerde yer alan bir kısım ifadenin yargı mensubu olan ve en üst derecede korunması gereken davacıya karşı..." ibareleri kullanılmıştır.[12]
İlk derece mahkemesinin yargı mensubunun, basın yoluyla kişilik haklarının ihlali nedeniyle tazminat talebinin reddine dair kararın temyizi üzerine Yargıtay kararına göre, şu halde yayında, davacıların da içinde yer aldıkları anılan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı oy yazan üyelerin ilmi ve hukuki niteliği olan gerekçeler yerine ideolojik saplantılarını ortaya koydukları, tarafsız, hukuku evrensel değerlere göre özgürlükçü biçimde yorumlama yeteneğine sahip olamadıkları, kısa süre içinde tasfiye edilecekleri ileri sürülerek hakaret edilmiş, toplumun belli bir kesimine karşı hedef olarak gösterilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur. Bu yüzden davacılar lehine uygun miktarda manevi tazminat takdiri gerekirken, davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.[13] Dairenin bu bozma kararına direnilmesi üzerine verilen karara göre, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 06.12.2006 gün ve E:2006/4-763 K:2006/770; 07.02.2007 gün ve E:2007/4-23 K:2007/51; 02.05.2007 gün ve E:2007/4-224 K:2007/228 sayılı kararlarında da aynı ilke benimsendiğine ve dava konusu yayının içeriği, kullanılan söz ve ifadeler itibariyle hukuka aykırılık ve davacılar yönünden matufiyet unsuru gerçekleştiğine göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.[14]
Yargıtay kararına göre, sanığın duruşma sırasında hakime “lan” denilmesi hakaret olarak kabul edilmiştir.[15] Söz konusu karardaki eylem basın yayın aracılığıyla işlenmediği gibi yargı mensubunun korunması gerektiği gerekçesine de dayanmamıştır ancak görevli polis memurlarına karşı söylendiği belirtilen bir başka kararda ise aynı laf nedeniyle hakaret suçundan verilen mahkumiyet kararı, kaba ifade ve ağır eleştiri niteliğinde olduğu gerekçesiyle suçun unsurlarının oluşmadığından bozma kararı verilmiştir.[16] Her iki olayda söylenen sözlerin dışa yansıması itibariyle bir birine çok yakın olmasına rağmen kuvvetle muhtemel Yargıtay, olaylar öncesi ve esnasındaki gelişmeler ile müştekilerin davranışlarının etkisi ve sair halleri bir bütün olarak değerlendirmek suretiyle nitelendirme yapmıştır.
Yargıtay, bu yöndeki kararlarında genelde kendi değerlendirmeleriyle birlikte AYM ve AİHM kararlarına atıf yapmıştır.
3) AİHM uygulamalarında ifadenin yönetildiği kişi ya da kurum bakımından en çok korunan kişi-meslek grubu, yargı mensubu ile sade vatandaşlardır. En az korunan ise politikacılar ve devlet-hükümet başkan ya da üyeleridir.
“Yargı erkinin otoritesi” deyimi ise mahkemelerin hak ve yükümlülüklerin tespiti ve uyuşmazlıkların çözümünde halkın kabul ettiği anlamıyla uygun birer organ oldukları düşüncesini içerir. Dahası halkın büyük bir kısmı bu işleri yerine getirmelerinden dolayı yargı organlarına saygı duyar ve güvenir. İşte bu saygı ve güvenin kırılmaması için yargıyı ciddi temeli olmayan yıkıcı saldırılara karşı korumak gereklidir.[17] Bu kararla “yargı organı” kavramının adalet mekanizması” veya devletin yargısal kolunu ve bunlara ek olarak yargısal görevlerini yerine getiren hakimleri kapsadığına hükmedilmiştir.
AİHM, Sunday Times/Birleşik Krallık davasında varılan hükme göre, mahkemelerin bir fanus içinde çalışamayacaklarına dair genel bir kabul bulunmaktadır. Anlaşmazlıkların çözümü için bir forum oldukları halde bu, uzmanlaşmış gazetelerde, genel olarak basında ya da geniş anlamda kamuoyunda olmak üzere başka yerlerde de uyuşmazlıkların önceden tartışılamayacağı anlamına gelmez. Öte yandan, kitle iletişim araçlarının, adaletin düzgün bir şekilde uygulanması için dayatılan sınırları aşmamakla birlikte; mahkemeler önünde görülen konularda, kamu yararına olan diğer alanlarda olduğu gibi, konuyla ilgili bilgi ve fikir aktarma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Sadece basının bu gibi bilgi ve fikirleri verme yükümlülüğü yoktur; aynı zamanda halk da bunları alma hakkına sahiptir. Eğer uyuşmazlıkta ortaya çıkan sorunlar, halkın peşin hükümlere varmasına yol açacak bir biçimde açığa vurulacak olursa, mahkemeler kendilerine duyulan saygı ve güveni kaybedebilirler. Ayrıca halkın, basın ve yayın organlarında sahte yargılamaları düzenli olarak görmeye alışmasının, mahkemelerin hukuki uzlaşmazlıkların çözümü için uygun bir forum oldukları anlayışına karşı uzun dönemde kötü sonuçlar doğurabileceği gözden uzak tutulamaz.[18]
Bir başka kararda basının bir hukuk devletinde çok önemli bir rolü ve görevi olduğu açıktır. Halkı ilgilendiren konulardan birisi de kuşkusuz bütün demokratik toplumlar için temel bir kurum olan yargının işleyişidir. Basın, yargıçların yüksek sorumluluklarını kendilerine verilen göreve uygun olarak yerine getirip getirmedikleri konusunda bilgi almak için temel bir araçtır. Bu bağlamda görülmekte olan ya da sonuçlanmış bir dava hakkında basının bilgi vermesinin engellenmesi ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturur. Diğer yandan, yargı erkine demokratik toplumlarda verilen özel görev de dikkate alınmalıdır. Adaletin güvencesi ve hukuk devletinin asli değeri olarak yargı, halkın güvenine ihtiyaç duyar. Yargıcın görevini ve mesleki sorumluluklarını yerine getirirken kendini ifade edemediğinden yargıyı ciddi temeli olmayan yıkıcı saldırılara karşı korumak gerekebilir.[19]
Benzer nitelendirmelerin yapıldığı bir başka kararda mahkemelerin bir boşluk içinde çalışmadığı genel olarak kabul gören bir olgudur. Mahkemeler, uyuşmazlıkların çözülmesi için birer forum işlevi görmekle birlikte bu söz konusu uyuşmazlıkların önceden ister uzmanlık dergileri, ister genel olarak basın, ister genel olarak kamuoyu, başka yerlerde tartışılamayacağı anlamına gelmez. Ayrıca kitle yayın organları yargının düzgün işleyişinin gereklerinin belirlediği sınırları aşmamakla yükümlü olmakla birlikte kamu yararını ilgilendiren başka alanlarda olduğu gibi mahkemelerin gördüğü davalar konusunda da bilgi vermek ve fikirleri yaymak görevleridir. Sadece medyanın bu tür bilgi ve fikir yayma görevi yoktur; halkın da bunlara ulaşmak hakkı vardır ancak, bu özgürlük yargıcın kişilik haklarına yönelik saldırı niteliğinde olmamalıdır. Hakimin yaptığı yargısal faaliyet hukuki dayanakları ile birlikte sert de olsa eleştirilebilmeli ancak kişiliğine yönelmemelidir. Ciddi temeli olmayan hakimin toplum nazarında bağımsızlığını ve tarafsızlığını yıkıcı saldırılara karşı korunması zorunludur.[20]
Yargıçların eleştirilmemesinin savunulması elbette mümkün değildir. Böyle bir savunma ayrıcalıklı bir kesimi oluşturur ki bu hukuk sistemi tarafından kabul edilemez. Elbette dayanaksız iddialar ortaya atmadan ve yargıca şahsen saldırmadan da eleştiri getirilebilir. Ayrıca seçilen yargılama usulü ve verilen karar sert bir şekilde eleştirilebilir ki yargıçlar bunu hoşgörü ile karşılamalıdır. Şu unutulmamalıdır ki resmi memurlara karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade kişilere göre daha geniş olduğu tartışmasızdır ancak, bu memurların davranışlarının tıpkı politikacılar gibi sürekli denetim altında olacağı ve bu nedenle her türlü eleştiriye göğüs germeleri gerektiği anlamına gelmemektedir. Aksine görev başındaki memurların özellikle yargıçların sözlü hakaret mahiyetindeki saldırılara, toplum nazarında tarafsızlığını zedeleyecek soyut iddialara karşı korunması gereklidir.[21]
Yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak gerekçesiyle kişilik haklarına saldırı niteliğindeki ifadenin kısıtlanmasına ilişkin AİHM'nin emsal kararlarından biri Nikula/Finlandiya kararıdır. Bayan Nikula şehir mahkemesinde okuduğu bir bildiride, savcı Bay T.’yi “delillerin kanuna aykırı sunulması ve manipüle edilmesindeki rolü için eleştirmiştir. Bay T. tarafından başlatılan özel bir yargılamayı takiben, Bayan Nikula 1994 yılında yeterli bilgi sahibi olmaksızın kişilik haklarına saldırıdan mahkum edilmiştir. 1996 yılında Yüksek Mahkeme ceza mahkumiyetini onamış ancak cezayı sadece zararın ve masrafların ödenmesi ile sınırlamıştır. Nikula davasında verilen emsal karar, bir avukatın müvekkilini savunması sırasında savcının mahkemedeki tutumunu eleştirme özgürlüğünü ortaya koymaktadır. Avukatların özel statüsü, kamuoyuyla mahkemeler arasında aracı olarak yargılamanın yürütülmesinde onlara merkezi bir konum bahşetmektedir.[22]’[23] Başvurucunun sunduğu görüşler, hakim veya savcının medyada dile getirdiği eleştirilerin aksine, mahkeme salonuna hasredilmişti. Avukatın savcıya yönelik eleştirilerinin bir ex post facto incelenmesine ilişkin bir tehdit, savunma avukatının müvekkillerinin menfaatlerini savunma görevini şevkle yerine getirmesi ile güçlükle bağdaşmaktadır. Bir savunma argümanının değerlendirilmesi, cezai yaptırımın veya uğranılan zarar ya da ortaya çıkan masrafı karşılamak için tazminat ödeme yükümlülüğünün potansiyel “caydırıcı etkisi”nden etkilenmemelidir.[24]’[25]
Savcı tarafından tanıklık yapmak için mahkemeye bir kişinin çağırılması işlemini “manipülasyon ve kanıtların yasadışı yollarla sunulması” olarak nitelendirmesi nedeniyle, başvuran hakkında, yargılama sırasında kullandığı ifadelerden ötürü hakaret davası açılarak para cezasına çarptırıldığı Nikula-Finlandiya davasında, AİHM, resmi görev yapan memurlara karşı kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade kişilere göre daha geniş olduğunu, ancak bu memurların davranışlarının, tıpkı politikacılar gibi, sürekli denetim altında olacağı ve bu nedenle her türlü eleştiriye göğüs germeleri gerektiği anlamına gelmediğini, aksine görev başındaki memurların sözlü hakaret mahiyetindeki saldırılara karşı korunması gerektiğini yinelemiştir. Bununla birlikte AİHM’e göre, bu davada hakaret içeren bir saldırı söz konusu değildir. Başvuranın temel eleştirisi, sert de olsa, savcının dava devam ederken seçtiği yöntem hakkındadır. Dolayısıyla, savcının mesleki veya diğer nitelikleri hedef yapılmamıştır. Bu nedenle AİHM’e göre, savcı bu eleştirileri hoşgörü ile karşılamalıdır. AİHM, ayrıca, içtihadındaki sonucuna ulaşırken, ifadelerin medya önünde değil, sadece duruşma salonunda söylenmiş olduğunu da özellikle vurgulamıştır. Nitekim AİHM, göre ancak çok istisnai hallerde savunma avukatının ifade özgürlüğüne getirilen bir sınırlama kabul edilebilecektir.[26]’[27]
Prager and Oberschlick davasında Mahkeme, başvurucuların yazıp yayımladıkları “Dikkat! Acımasız Hakimler!” başlıklı makale dolayısıyla konuyu incelemiştir. Makale, ceza hakimlerinin sanıklara “zaten suçluymuşlar gibi” davrandıklarından, kaba ve zorba olduklarından, bu tür durumları alışkanlık haline getirdiklerinden bahsetmektedir Ayrıca yargıç J. ile ilgili, doğrudan kişinin şahsına yönelik sert ifadeler makalede yer almaktadır. Mahkeme olayı hem “kişilerin hakları ve saygınlığı”, hem de “yargı organının otorite ve tarafsızlığının sağlanması” açısından incelemiştir. Bu kapsamda Mahkeme, başvurucunun gerek genel olarak, gerekse yargıç J. ile ilgili ileri sürdüğü bu sert ifadelerin kişilerin onur ve saygınlığına halel getirmekle kalmayıp, yargı organının bütünlüğü ve toplumdaki güvenini de baltaladığını tespit etmiştir.[28]’[29]
AİHM, Skalka-Polonya kararında Mahkemeler de birer kamu kurumu olduklarından, eleştiri ve denetlemeden muaf değildirler. Ancak eleştiri ile hakaret-aşağılama arasında açık bir ayrıma gidilmelidir. Eğer bir ifadenin tek amacı mahkemelere ya da mahkeme üyelerinden birine hakaret etmek ise orantılı bir ceza 10. maddeyi ihlal etmez. Mahkemeye göre, mevcut olayda başvurucu hedef aldığı makam ya da kişi ile ilgili hiçbir somut eleştiri ya da şikayetten söz etmemiştir. Sinir ve üzüntüsünü sert bir şekilde ifade etmiş, ancak buna yol açan durumlardan bahsetmemiştir. Ayrıca, başvurucu “aptal, soytarı” gibi kelimeler kullanmıştır. Mevcut olayın şartları altında mahkeme, tartışma konusu müdahale ile korunan menfaatin, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamaları haklı göstermek bakımından yeterince önemli olduğunu düşünmektedir. Sonuç olarak, hem kurum olarak mahkemeyi hem de adı belirtilmeden bir yargıcı küçük düşürene uygun bir ceza verilmesi, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlaline yol açmayacaktır. O halde bu davadaki sorun, başvurucunun bölge mahkemesine gönderdiği mektuptan dolayı cezalandırılması gerekip gerekmediği değil, sorun, cezanın Sözleşme'nin 10. maddesi bakımından uygun veya "gerekli" olup olmadığıdır. Mahkemeye göre sekiz aylık hapis cezası, orantısız bir şekilde serttir. İlke olarak cezayı saptamak ulusal mahkemelerin yetkisinde olsa da, olayın şartları içinde, bu mahkemenin orantılılık ilkesinin uygulanmasını sağlamak zorunda olduğu ortak standartlar vardır. Bu standartlar ise suçun ağırlığı, suç fiilin ağırlığı ve işlendiği iddia edilen suç fiillerinin tekrarlanmasıdır. Mahkemeye göre olayda uygulanan cezanın ağırlığı, suç fiilinin ağırlığını aşmaktadır. Bu fiil yargı organına aleni ve bütüncül bir saldırı değil, fakat halkın haberinin olmadığı karşılıklı bir mektuplaşmadır. Dahası suçun ağırlığı, başvurucuya uygulanan cezayı haklı kılacak ölçüde değildir. Ayrıca bu, başvurucunun kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aştığı ilk olaydır. Bu nedenle, daha az bir ceza haklı görülebilecek olduğu halde, ulusal mahkemeler ifade özgürlüğünün "gerekli" istisnasını oluşturan sınırın ötesine geçmişlerdir. Bu nedenlerle Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.[30]
AİHM'e intikal eden bir İtalyan yargı mensubunu “mutlak bağlılık yemini yapmış”a benzetilerek siyasi militanlıkla suçlayan bir gazetecinin hakaretten mahkum edilmesinin, kullanılan beyanın içeriğinin sembolik olduğu ve savcının siyasi militanlık yaptığı hakkında eleştirisel bir görüş açıklaması olduğu, yargı mensuplarının temelsiz saldırılara karşı korunması gerekmekle birlikte kendilerine verilen görevi gereği gibi yerine getirip getirmedikleri konusunda halkın ve politikacıların görüş sahibi olmasının yollarından birisi de basın olduğuna karar verilmiştir.[31]
Adaletin teminatı olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı-özellikle kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri göz önünde bulundurulduğundan korunmaları gerekebilir. Ancak temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa, yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere, sadece teorik ve genel olanlar değil, konu olabilirler. AİHS'in 10/2. maddesine göre, ifade özgürlüğünün kullanılması, sayılan nedenlerin yanında “yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması” için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir. Burada geçen “yargı erkinin otorite ve tarafsızlığının güvence altına alınması” ifadesinin Sözleşme’deki anlamıyla anlaşılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda, hukuk devletinin temel ilkesini yansıtan Sözleşme’nin 6. maddesi dikkate alınmalıdır. “Yargı erki” terimi adalet mekanizmasını veya devletin yargı kolunu kapsadığı gibi görevleri nedeniyle yargıçları da kapsar.[32]
f. İdari Görev Yapan Yargı Mensupları
Bilindiği üzere, soruşturma veya kovuşturma evrelerindeki gibi doğrudan adli-yargısal faaliyet kapsamında olmayan ama yargı görevi yapanlar tarafından yerine getirilen görev-makamlar mevcuttur. Örneğin, HSK üyeliği, Yargıtay-Danıştay genel sekreterliği, Adalet Bakanlığı-Akademisi tetkik hakimliği-daire başkanlığı, adalet müfettişliği, adalet komisyonu başkan veya üyeliği, idari işler-adli emanet-ceza infaz kurumu savcılığı, baro başkanlığı-yönetimi gibi görevler de TCK’daki tanımda yer alan ve yargı görevi yapan deyimi içinde kalan kişilerce yerine getiriliyor. Bazen kısa bazen de uzun sayılabilecek dönemlerle idari işlerden adli işlere veya bunun tersi olarak adli işlerden idari göreve geçilmesi mümkündür. TCK’nın 6.maddesindeki tanıma bakıldığında sadece bu görevleri yapanlar veya adli görevlerinin yanında ek olarak bu görevleri yapanların (Cumhuriyet başsavcısının-savcısının, personel-harcama-ödenek-temsil işleri, müstemir yetki olarak mahkemesi de olan hakimin idari işleri) tanım dışında kaldıklarına dair bir düzenleme yoktur. Tanım içeriğine bakıldığında kısmi yorum yapmaya müsait ise de hakimlik ve savcılık mesleği hakkındaki Anayasa’nın 140. maddesinin son fıkrasına göre hakim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idari görevlerde çalışanlar, hakimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tabidirler. Bunlar, hakimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hakimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar. Bu hükme bakıldığında meslek sıfatı taşıyanın adli veya idari görev yapmasının önemi yoktur. 2802 sayılı Kanun’un kişisel suçlarda soruşturma ve kovuşturmayı düzenleyen 93. maddesinde hâkim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi ile ilgili olarak ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesi iken Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki hakim ve savcıların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve ağır ceza mahkemesine aittir. Bakanlıkta görevli hakimlerin farklı bir düzenlemeye tabi tutulmadığı, meslek sıfatları korunarak aynı yöntemin getirildiği görülüyor. Avukatlar yönünden de benzer durumun olduğu söylenebilir. Nitekim 1136 sayılı Kanun’un 58. maddesiyle avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma yapılasının düzenlenmiş olmasına bakıldığında idari görev ve adli görev ayırımı yapılmamıştır.
Bu itibarla, yasalarında net bir ayırıma gidilmediği gibi çok benzer bakışla kanuni düzenlemeye gidildiği dikkate alındığında adli ve idari görevden ziyade kişinin sıfatı, başka bir deyişle yargı görevi yapanlar içinde olup olmadığı önem arz edecektir. Dolayısıyla yargı görevini yapana yönelik çıkan yayının bu yönden değerlendirilmesi açısından, onun doğrudan veya dolaylı olarak adli, kısmen de olsa adli-idari veya sadece idari görevinden ya da adli-idari görevlerin bütünlüğünden veya birinin ağırlığı olsa da aynı veya benzer ölçütlere tabi tutulmalıdır. Adalet hizmetleri dışındaki bir yapılanmada, örneğin Milli Eğitim Bakanlığında, tamamıyla meslek dışındaki bir görevi buna dahil etmek de mümkün olmayabilir ama yayın daha önceki mesleki faaliyetleri nedeniyle olmuş ise yine fark eden bir durum olmayacaktır.
Sonuç olarak, kamuoyunun yargıya saygı ve güven duyması, ilgili mevzuatında belirtildiği üzere önemli bir değerdir. Bu değer uyarınca yargı organlarına veya mensuplarına yönelik hakaret ya da aşağılama konusundaki ifade-basın özgürlüğüne ilişkin özel kişilere (sade vatandaşlara) karşı aşağılama kadar olmazsa da ona yakın düzeyde ve genişlikte ama diğer kamu görevlilerinden ayrı bir şekilde takdir edilerek daha elastiki ve gevşek bir inceleme yapıldığını söylemek mümkündür. Başka bir deyişle yargı organının kamuoyunda oluşturduğu güvenin korunması çerçevesinde, yargı mensuplarının yıkıcı ve temelsiz saldırılara karşı korunması gerektiği düşünülmüştür. Somut yayına konu edilen içirik ile ilişkilendirilmeyen yıkıcı veya temelsiz, aşağılama amaçlı ya da içeriğe uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku oluşturan, güveni zedeleyici bir üslupla yapılan saldırı, yargının güven, tarafsızlık ve otoritesini bozacağından orantılı bir ceza ve bunun yanında tazminata da karar verilebileceği genel kabul görmüştür. Dolayısıyla yargı mensupları, normal vatandaşlar kadar olmazsa bile kamu görevlileri içerisinde en çok korunması gerektiğine karar verilen meslek grubu olduğu açıktır.[33] Bu durum, yapılan işin mahiyetinin bir sonucudur. Bununla birlikte, basına verilen görev çerçevesinde, yargı mensubu veya mahkeme kararları eleştirilebilecek ve kamuoyu aydınlatılabilecektir. Hatta bu sınırlar içinde basının görevi olduğu kadar kamuoyunun da bunları bilme hakkı vardır.[34]
Cumhuriyet Savcısı Asım EKREN
Kaynak:
Türkiye Adalet Akademisi, Akademi Kürsü Dergisi, Temmuz 2024, Sayı: 18, s.62-71
Hukuka Aykırı Yayınlara Karşı Başvuru Usul ve Esasları, Adalet Yayınevi, 2024
--------------
[1] Türkiye Adalet Akademisi, Akademi Kürsü Dergisi, Temmuz 2024, Sayı: 18, s.62-71; Asım EKREN, Düzeltme ve Cevap, Ankara, Seçkin Yayınevi, 2021
[2] AİHM, BD, 07.02.2012, Von Hannover-Almanya, 40660/08, 60641/08
[3] AYM kararında AİHM, Saday-Türkiye, B.No: 32458/96, 30/3/2006, §.33 ilamına atıf yapılmıştır.
[4] AYM, 5.11.2015, B.No:2014/4479, §.38; 8.9.2015, B.No:2013/9285, §.56; 7.7.2015, B.No:2014/565, §.57; 20.05.2015, B.No:2013/2060, §.32; Asım EKREN, Türkiye Adalet Akademisi, Akademi Kürsü Dergisi, Temmuz 2024, Sayı: 18, s.62-71.
[5] HGK, 13.02.2020, E.2017/4-2338, K.2020/140 ilamında AYM’nin bu kararına atıf yapılmıştır.
[6] AYM, 10/1/2018, B.No: 2014/2170, §.22; Kararda benzer bir karar için AİHM, Saday-Türkiye, B.No: 32458/96, 30/3/2006, § 33; adaletin yönetilmesini eleştiren avukata verilen disiplin cezası niteliğindeki para cezası ile suçlamanın üslubu dikkate alınarak adil bir dengenin kurulduğuna ilişkin karar için AİHM, Schöpfer-İsviçre, B.No: 56/1997/840/1046, 20/5/1998, §§ 29, 33; hâkim veya savcı gibi kişilere yönelik ifadelerin açıkça küçük düşürücü ve hakaret içerikli olması hâlinde değerlendirmenin kullanılan ifadelerin doğruluğunun kanıtlanıp kanıtlanamamasına göre yapılacağına dair karar için AİHM, Perna-İtalya, B.No: 48898/99, 6/5/2003, §§.13, 47; mahkeme başkanına yazılan mektuptaki ifadelerin aşağılayıcı olarak kabul edilmesine rağmen verilen cezanın orantısız bulunmasına dair karar için AİHM, kalka-Polonya, B.No:43425/98, 27.5.2003,§§.41,42 sayılı kararlara atıf yapılmıştır.
[7] HGK, 01.11.2022, E.2020/31119, K.2023/989; 13.02.2020, E.2017/4-2338, K.2020/140
[8] HGK ilamında atıf yapılan karar: AİHM, 23.04.2015, Morice / Fransa, B.No: 29369/10
[9] 4.CD, 16.03.2023, E.2021/12555, K.2023/19737
[10] HGK, 10.12.2014, E.2013/4-1300, K.2014/1017; 20.02.2008, E.2008/4-158, K.2008/154; 07.02.2007, E.2007/4-23, K.2007/51; 02.05.2007,
E.2007/4-224, K.2007/228; 06.12.2006, E.2006/4-763, K.2006/770
[11] 4.HD, 15.01.2019, E.2016/5233, K.2019/88
[12] Asım EKREN, Haberlere Karşı Yasal Haklar, İstanbul, Aristo Yayınevi, 2020, 3.Baskı
[13] 4.HD, 15.02.2007, E.2006/1850, K.2007/1687
[14] HGK, 20.02.2008, E.2008/4-158, K.2008/154
[15] 4.CD, 09.02.2023, E.2020/31119, K.2023/989: …Sanık hakkında yürütülen başka bir dava nedeniyle… Mahkemesinde savunma yaptığı sırasında, mahkeme hakimi olan müştekiye hitaben "tanık başka başka bir şey söylüyor sen başka başka bir şey söylüyorsun lan" şeklindeki sözlerinin kaba ve nezaket dışı davranış sınırlarını aştığı, 10.03.2015 tarihli duruşma zaptı dikkate alındığında, sanığın saygısız tavır ve hareketleriyle uyarıldığı ve hatta kontrolünü kaybetmesi nedeniyle dışarı çıkarılması için infaz koruma memurlarına talimat verildiği, sonrasında tekrar huzura alınmasına rağmen saygısız şekilde davranışlarına devam ettiğinin anlaşılması karşısında, olayın oluş şekline göre eylemlerinin bir bütün halinde müştekinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olduğunun anlaşılması karşısında, Yerel Mahkemece sanığın mahkumiyetine dair takdir ve gerekçesinde hukuka aykırılık bulunmadığından sanığın temyizi yerinde görülmemiştir
[16] 18.CD, 31.05.2016, E.2015/21724, K.2016/11940: Söylendiği kabul edilen sözler, “siz nasıl polissiniz lan, burada dayak yiyoruz siz ondan sonra geliyorsunuz, biz buradayız delikanlıyız hani bizi dövenler nerede, siz nasıl adamsınız lan gidin yakalayın onları”; “yürüyün gidin lan işinize, sizin yapacağınız polislik ancak bu kadar olur”; “vermiyoruz lan kimliğimizi yürüyün gidin işinize”; “gidin bizi dövenleri bulup arayın, bırakın lan bizi biz terörist miyiz ne yaptık lan” ; “bir şey yok üstümüzü de arayamazsınız gidin işinize başkasını arayın”; “açın lan kelepçeyi bırakın ulan bizi” şeklindedir.
[17] AİHM, Sunday Times-Birleşik Krallık, 6538/74, §.55
[18] AİHM, 26.04.1979, Sunday Times-Birleşik Krallık, 6538/74, bu karara Yargıtay 4.CD, 09.02.2023, E.2020/31119, K.2023/989 (karşı oy gerekçesinde); 12.CD, 21.12.2022, E.2020/9565, K.2022/10257; 29.06.2022, E.2020/12479, K.2022/5270; 17.01.2018, E.2017/1828, K.2018/544 sayılı ilamlarında atıf yapılmıştır.
[19] AİHM, Prager ve Oberschlick, 15974/90, §.34
[20] AİHM, Nikula-Finlandiya. 31611/96
[21] AİHM, Barfod-Danimarka, 11508/85. §.33
[22] AİHM, 20.05.1998, Schöpfer-İsviçre, 25405/94 davasında ise, davanın taraflarından biri olan avukatların yargı sistemine saygılı olması gerektiğini, avukatların, hâkimler aleyhine aşırı abartılı veya hakaretamiz bir dil kullanmamalarını, ancak yargı hakkında aleni tartışmalarda yer alma hakkına sahip olabileceklerini belirtmiştir. Bu karara 18.CD, 30.03.2016, E.2015/28029, K.2016/6453; 30,03.2016, E.2015/28029, K.2016/6453; 30.11.2015, E.2015/9399, K.2015/12215; 30.09.2015, E.2015/8975, K.2015/6268 sayılı ilamlarda atıf yapılmıştır.
[23] AİHM, 21.03.2002, Nikula-Finlandiya, 31611/96, §§.45, 46, 49: (Bu karara AYM, 27.12.2017, B.No: 2014/15001, §.29 sayılı ilamda atıf yapılmıştır) Bu kararda avukatların mesleklerinin icrası esnasındaki ifade özgürlüğü konusundaki ilkeler şu şekilde açıklamıştır: - Avukatların özel rolü kendilerine adaletin yönetiminde kamu ve mahkemeler arasında aracı olmak suretiyle merkezî bir pozisyon sağlamaktadır. - Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette görevi hayati olan mahkemeler kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. - Avukatların bu alandaki asli rolleri göz önünde bulundurulduğunda kendilerinden adaletin iyi yönetimine ve kamu güveninin sürdürülmesine katkıda bulunmalarını beklemek meşru bir beklentidir. - Avukatlar adaletin yönetimi ile ilgili konularda yorumda bulunma hakkına sahip olsalar da eleştirileri belli sınırları aşmamalıdır. Bu çerçevede yapılacak değerlendirmelerde yargı kararlarından kaynaklanan sorular hakkında kamunun bilgi alma hakkı, adaletin iyi yönetiminin gereklilikleri ve hukuk profesyonellerinin onurlarının korunması gibi çeşitli menfaatler arasında bir dengeleme yapılması gerekir.
- Avukatın bir davanın mahkemede görülmesi esnasındaki ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler, bazı durumlarda avukatın temsil ettiği kişinin adil yargılanma hakkı ile ilgili hususları gündeme getirebilir. Silahların eşitliği ve yargılamanın adilliğiyle ilgili diğer saikler taraflar arasında argümanların özgür ve hatta şiddetli müzakeresini teşvik eder.
[24] AİHM, 21.03.2002, Nikula-Finlandiya, 31611/96; Bu karara 4.CD, 08.122022, E.2022/11338, K.2022/24912; 12.04.2022, E.2021/39922,
K.2022/9818; 27.10.2020, E.2020/18492, K.2020/14009; 11,01,2016, E.2015/30945, K.2016/113; 10.11.2015, E.2015/8708, K.2015/10722; 09,06.2015, E.2015/1801, K.2015/2438 sayılı ilamlarda atıf yapılmıştır.
[25] 30 AİHM, 23.04.2015, Morice / Fransa, B.No: 29369/10, §§.134-139 sayılı kararında, avukatların mesleklerinin icrası sırasındaki ifade özgürlüklerine yönelik olarak AİHM, 21.03.2002, Nikula-Finlandiya, 31611/96, §§.45, 46, 49 kararındaki benzer değerlendirmelerle karar verilmiştir. Bu karara AYM, 27.12.2017, B.No: 2014/15001, §.30 sayılı ilamda atıf yapılmıştır. Kararda, avukatların mesleklerinin icrası sırasındaki ifade özgürlüklerine yönelik olarak şu değerlendirmeleri yapmıştır: - Avukatlar, eleştirileri belli sınırları aşmamak kaydıyla adaletin yönetimi ile ilgili konularda yorumda bulunma hakkına sahiptirler. Bu sınırlar, yargıyı sadece yargısal tartışmanın medya tarafından takibinin sağlanması veya davayı ele alan yargıçla hesaplaşmak arzusu ya da stratejisiyle yapılmış olabilecek asılsız ve temelsiz saldırılardan korumak için gereklidir. - Avukatlar güçlü bir olgusal temel olmaksızın yorum yapmalarına izin verilen alanı aşan söylemlerde bulunamazlar. - Avukatlar tarafından söylenen sözler, bu sözlerin yanıltıcı veya ağır kişisel saldırı niteliğinde olup olmadığını ya da davadaki olaylarla yeterli ölçüde yakın bir ilişki içinde olup olmadıklarını belirleyebilmek bakımından söylendiği bağlam içinde değerlendirilmelidir. - Avukatlar söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü, adaletin dürüst yönetiminin etkili işleyişi bakımdan hayati bir öneme sahip olan hukuk mesleğinin bağımsızlığıyla ilişkili hâle gelir. Çok hafif bir ceza verilmiş olsa dahi savunma avukatının ifade özgürlüğünün kısıtlanması demokratik bir toplumda çok istisnai durumlarda gerekli olarak kabul edilebilir. - Avukatın bir davanın mahkemede görülmesi esnasındaki ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler bazı durumlarda avukatın temsil ettiği kişinin adil yargılanma hakkı ile ilgili hususları gündeme getirebilir. Adillik ilkesi taraflar arasında argümanların özgür ve hatta şiddetli müzakeresini teşvik eder. Avukatlar müvekkillerinin menfaatlerini hararetli bir biçimde savunmak yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük bazen mahkemenin davranışlarına karşı çıkma ya da itiraz edip etmeme konusunda karar vermelerini gerektirir. Bu kapsamda aleyhteki sözlerin mahkeme dışında tekrar edilip edilmemesi de dikkate alınmalıdır. Öte yandan hedef alınan yargı görevlisinin kim olduğu (hâkim veya savcı) da önemlidir. Yargılamanın tarafı olan savcı, kullanılan bazı ifadeler uygunsuz olsa da mesleki ya da diğer niteliklerine ilişkin olmayan eleştirilere hoşgörü göstermelidir.
[26] AİHM, 21.03.2002, Nikula-Finlandiya, 31611/96; bu karara Yargıtay 4.CD, 13.06.2023, E.2021/12555, K.2023/19737 (karşı oy gerekçesinde); 08.12.2022, E.2022/11338, K.2022/24912; 18.CD, 15.02.2018, E.2016/3577, K.2018/1836; 23.11.2016, E.2015/34046, K.2016/18082 sayılı ilamlarda atıf yapılmıştır.
[27] Bu karara AYM’nin 27.12.2017, B.No: 2014/15001, §.29,30 sayılı ilamda atıf yapılmıştır.
[28] Nikulu/Finlandiya, §§ 51, 52, 54 kararında özetle, savcının soruşturma stratejisini uygunsuz olduğu söylenebilecek bazı ifadelerle eleştiren avukatın cezalandırılmasında ihlal sonucuna ulaşmıştır. AİHM’e göre eleştiriler savcının yargılama esnasındaki performansıyla ilgili olup, mesleki ya da diğer niteliklerine yönelik değildir ve savcı bu eleştirilere hoşgörü göstermelidir. AİHM ayrıca başvuru konusu olayda savcıya yönelik eleştirilerin savcı ya da hakimlerin basın yoluyla eleştirildiği olaylardan farklı olarak mahkeme salonunda yapıldığını ve savcıyı kişisel olarak incitecek düzeye varmadığını da belirtmiştir.
[29] AİHM, 26.4.1995, Prager ve Oberschlick-Avusturya, B.No: 15974/90; bu karara Yargıtay 4.CD, 09.02.2023, E.2020/31119, K.2023/989; 19.CD, 03.05.2018, E.2017/6373, K.2018/5569 sayılı ilamlarda atıf yapılmıştır.
[30] AİHM, 27.05.2003, Skalka-Polonya, B.No: 43425/98; 4.CD, 16.03.2023, E. 2021/12555, K.2023/19737; 09.02.2023, E.2020/31119, K.2023/989 sayılı ilamların karşı oy gerekçesinde de yer almıştır.
[31] AİHM, Perna-İtalya
[32] DOĞRU Osman, NALBANT Atilla, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Açıklama ve Önemli Kararlar, 2.C, 2013, s.242
[33] Asım EKREN, Yalan Haber Dezenformasyon Sansür Yasası ile İfade-Basın özgürlüğü Uygulamaları, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2022
[34] Asım EKREN, Hukuka Aykırı Yayınlara Karşı Başvuru Usul ve Esasları, Adalet Yayınevi, 2024