Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aldatma” başlıklı 36.maddesinde; “(1) Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. (2) Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Madde kapsamında sözleşmenin kurulum aşamasında hileden söz edebilmek için aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının zorunlu şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin yapılması arasında tabii bir illiyet bağı bulunmalıdır. Şayet aldatılan, aldatma fiilini öğrenmiş olsaydı bile aynı içerikte aynı sözleşmeyi yapacak idiyse, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında nedensellik bağı bulunmadığı için aldatmadan söz edilemez (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.400). Yani aldatma kastının bulunmaması halinde aldatma, kurucu unsurlarından biri mevcut olmadığı için gerçekleşmez. İhmale dayanan aldatma ise TBK.m.36 anlamında aldatma sayılmaz (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.399). Tekraren belirtmek gerekir ki aldatma ile hukuki muamele arasında sebep-sonuç ilişkisi “illiyet” bağının bulunması gerekir. Bir başka anlatımla hukuki muamele, aldatma sonucu yapılmalıdır. Aldatmaya rağmen hukuki muamele başka bir nedenden yapılmış ise hukuki muamele “sözleşme’’ aldatma olmasa da yine aynı şekilde yapılacaksa, illiyet bağının bulunduğu söylenemez. Dolayısıyla da aldatma nedeniyle hukuki muamelenin iptali istenemez (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları) 4. Baskı, Ankara 2019, s.205).

Aldatmayı ispat ise HMK.m.190, TMK.m.6 hükmü uyarınca aldatılana düşer. Aldatanın da aksini ispat hakkının bulunduğu kuşkusuzdur. Aldatan, aldatılanın aldatma fiili olmasaydı yine aynı sözleşmeyi yapacağını ispat ederse aldatma sebebiyle sözleşmenin iptali ve tazminat istenemez (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.209-211). Bu kapsamda hile iddiasına dayalı davalarda dinlenen davacı tanıklarının beyanları görgüye dayalı bilgiler olmayıp, tanıklar davacının beyanlarına atıf yapmak suretiyle beyanda bulunmuşlarsa, hile iddiası ispatlanamamış demektir (YHGK. 23.06.1999 T. 13-533 E. 533 K).

Tüm bu hususlarla birlikte her ne kadar Borçlar Kanununun aldatmaya ilişkin hükümlerinde belirtilmemişse de sözleşmeyle bağlı olmama hakkının da kötüye kullanılmaması gerektiği Medeni Kanunun 2.maddesinin genel nitelikteki hükmü gereğidir. Nitekim bu kural yanılmaya ilişkin TBK.m.34/1 hükmünde tekrarlanmıştır. O halde aldatmada da aldandığını iddia eden tarafın sözleşmeyle bağlı olmama hakkını dürüstlük kuralları içerisinde kullanması gerekir (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.207-208).

Konuya Yargıtay uygulaması açısından bakıldığında ; hile iddialarında noter senedinin sahteliği iddia edilmediği takdirde senedin okunduğu ve davacının arzusuna uygun düzenlendiği ve kesin delil teşkil ettiği, hile iddiasına ilişkin tanık dinletilemeyeceği kabul edilir (YHGK. 06.07.1960 T. 1/61 E. 47 K.). Yine Yargıtay kararlarında davacının serbest iradesiyle yapmış olduğu temlikten sonra gerçekleşen, iradeyi bozan olayların akdin sıhhatini etkilemeyeceği (Y.1.HD. 05.04.2016 T., E.836 – K.4088 ; Y.1.HD. 17.09.2009 T. 7533 E. 9288 K), hile olarak iddia olunan olayın hayatın olağan akışına ters düşmemesi gerektiği (Y.13.HD. 08.06.1999 T. 4522 E. 4669 K.), noter nezdinde imzalanan belgenin kendisine okunmadığını veya değişik şekilde okunduğunu ileri sürerek sahteliği iddia edilmedikçe, hata ve hileye düşürüldüğünden söz ederek tanık dinletilemeyeceği (Y.1.HD. 12.02.1988 T. 6593 E. 9335 K. ; Y.1.HD. 24.11.1986 T. 11332 E. 12293 K. ; Y.4.HD. 12.03.1970 T. 531 E. 2050 K.), boş belgeye imza atan kişinin hile iddiasına dayanamayacağı ve tanık dinletemeyeceği (Y.13.HD. 18.02.1976 T. 102 E. 1156 K. ; Y.13.HD. 17.09.1975 T. 982 E. 5332 K.), bedelsizlik iddiasına dayanılarak tanık dinletilemeyeceği (Y.4.HD. 20.12.1971 T. 9204 E. 10742 K.), boş belgeye imza atma olayının hile vasfında olmadığı, bu nedenle tanık dinletilemeyeceği (Y.TD. 26.01.1970 T. 160 E. 304 K. ; Y.4.HD. 17.03.1966 T. 3624 E. 3397 K. ; Y.4.HD. 13.07.1965 T. 1383 E. 3753 K.), paranın alındığına ilişkin belgenin, hile ile alındığının kabulü için, olayların hile niteliğinde olması gerektiği, paranın verildiği yazılı belge karşısında davalının, ayrıca ispatla yükümlü olmayıp davacının ileri sürdüğü hile olayını ispatla yükümlü olduğu (Y.4.HD. 02.11.1968 T. 4138 E. 9267 K.), düzenlenen belgeyi okumama durumunun hile olarak nitelendirilebilmesinin; davalının veya üçüncü kişinin, bu okumamayı sağlayıcı bir davranışın olayda ispatlanmasına bağlı olduğu, itimat üzerine belgeyi okumadan imza eden tarafın, hile iddiasına dayanamayacağı, saikte hatanın, hile sayılmadığı (Y.4.HD. 23.03.1968 T. 4668 E. 2754 K.), noterde düzenlenen belgenin iradeyi yansıtmadığı iddiasının hile olarak dinlenemeyeceği, bu durumda tanık da dinletilemeyeceği  (Y.4.HD. 21.04.1966 T. 4897 E. 4710 K.), paranın sonradan verileceğine inanarak sözleşmenin imzalanması halinde, hile değil itimadi muamelenin söz konusu olduğu, bunu ispat için tanık dinlenemeyeceği (Y.4.HD. 15.11.1965 T. 8101 E. 5889 K.), sattığı taşınmazların bedelini almadığı halde almış gibi noter senedi düzenleyen kişinin hileye düşürüldüğünün düşünülemeyeceği, bedelsizlik iddiasının da tanıkla ispat edilemeyeceği (Y.4.HD. 16.01.1956 T. 7399 E. 157 K.) vurgulanmıştır (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Yanılma Aldatma Korkutma Davaları (Hata/Hile/İkrah Davaları), s.366 vd.).

Bu açıklamalardan sonra aşırı yararlanma (gabin) davalarına bakacak olursa; bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aşırı Yararlanma” başlıklı 28.maddesinde; “(1) Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir. (2) Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Madde gerekçesinde ise şu açıklamalara yer verilmiştir; “818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesini karşılamaktadır. Tasarının iki fıkradan oluşan 28 inci maddesinde, aşırı yararlanma koşulları, zarar görenin bu koşullar gerçekleşince, ifa ettiği edimi nasıl ve hangi süre içinde geri alabileceği ile söz konusu sürenin başlangıç ânı düzenlenmektedir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinin kenar başlığında kullanılan "III. Gabin" şeklindeki ibare, Tasarının 28 inci maddesinde, "III. Aşırı yararlanma" şeklinde değiştirilmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanunundan farklı olarak maddenin birinci fıkrasında, aşırı yararlanma durumunda zarar görene, sözleşmeyle bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini isteme yanında, sözleşmeyle bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme hakkı da tanınmıştır. 818 sayılı Borçlar Kanununun 21 inci maddesinde öngörülen bir yıllık süre, Tasarının 28 inci maddesinin ikinci fıkrasında yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, aşırı yararlanmanın söz konusu olduğu bir sözleşmede zarar gören, sözleşmeyle bağlı olmaktan kurtulmak ya da oransızlığın giderilmesini sağlamak istiyorsa, bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her iki durumda da sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak on yıllık hak düşürücü süreler içinde kullanabilecektir. Maddenin ikinci fıkrasında, bir yıllık sürenin, sözleşmenin kurulduğu tarihten değil; öğrenme veya zor durumun ortadan kalktığı tarihten başlaması kabul edilmiştir. Ayrıca, zarar görenin sözleşmeyle bağlı olmama iradesini diğer tarafa açıklayabileceği on yıllık azamî (mutlak) bir süre öngörülmüş ve bu sürenin başlangıcı, bütün durumlarda sözleşmenin kurulduğu tarih olarak benimsenmiştir. Öte yandan, öğretide ileri sürülen görüşlere uygun olarak, aşırı yararlanmanın söz konusu olduğu bir sözleşmede zarar görenin, her zaman sadece sözleşmeyle bağlı olmaktan kurtulması yerine, oransızlığın giderilmesini istemek suretiyle sözleşmeyle bağlılığını sürdürmesi olanağı da tanınmıştır.” Bu kapsamda Borçlar Hukukunda sözleşmeler alanında yer alan en önemli temel ilkelerden birisi, sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü, tarafların diledikleri koşullarda sözleşme yapabilme özgürlüğünü de kapsar. Bunun sonucu olarak, taraflar sözleşmenin koşullarını ve karşılıklı edimlerini diledikleri gibi belirleyebilirler (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16.Bası, Ankara 2012, s.215 ; Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.417 ; Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, Ankara 2020, s.23). Yasa koyucu sözleşmenin taraflarına TBK.m.28’de düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) müessesesinden yararlanma hakkı vermişse de bu iddianın dinlenebilmesi için gabinin kümülatif nitelikteki objektif ve subjektif unsurlarının varlığının kanıtlanması gerekir. Bu kapsamda Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere, aşırı yararlanmanın objektif unsuru olan edimler arası açık oransızlık mevcutsa ve fakat sübjektif unsurdan en az birisi mevcut değilse, edimler arası açık oransızlık tek başına gabin iddiasının kanıtlanmasına yetmez (Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, 1.Baskı, Ankara 2021, s.364). Gabinin objektif unsuru incelenirken ise sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alınamayacağı gibi, bir tarafın edime verdiği sübjektif değer de dikkate alınamaz (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, Ankara 2020, s.32-33 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.142). Yani edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Sonraki oransızlık aşırı yaralanmanın bu unsurunu oluşturamaz (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14.Baskı, Ankara 2012, s.418-419 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.142 ; Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, 1.Baskı, Ankara 2021, s,364).

Gabinin subjektif unsuru olan düşüncesizlik ve deneyimsizlik koşulunun bulunup bulunmadığı araştırılırken ise, tarafların kültürel, eğitim ve sosyal konumları göz önünde tutulmalıdır. Eğitimli, bu konularda deneyimli bir kişinin sömürülmesi iddiası araştırılırken, eğitimsiz ve deneyimsiz kişilere nazaran daha sıkı davranılması gerekir (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.218 ; Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, s.39-41). Yine aşırı yararlanmadan söz edebilmek için, kişinin içinde bulunduğu bu sübjektif olumsuz koşullardan diğer tarafın yararlanmış bulunması, yani onu sömürmüş bulunması gerekir (Prof.Dr.Ahmet M. KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 16.Bası, Ankara 2012, s.218 ; Aynı yönde Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, 19.Bası, İstanbul 2021, s.143). Burada sömüren tarafta sömürme kastı şart olup ihmal şeklinde beliren kusur, aşırı yararlanma için yeterli değildir. Sömürü kastı, sömürende hem karşı tarafın zor, zayıf durumunu bilme, hem de bundan yararlanma isteğini gerektirir. Sömürende bilme ve isteme unsurlarından biri mevcut değilse, sömürme kastı gerçekleşmez (Prof.Dr.Fikret EREN, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s.421 ; Prof.Dr.M. Kemal OĞUZMAN – Prof.Dr.Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt-1, s.143 ; Prof.Dr.Mustafa Alper GÜMÜŞ, Borçlar Hukukunun Genel Hükümleri, s.369-370). İşte bu şartlar kümülatif nitelikte olup birinin dahi eksikliği halinde gabin iddiası dikkate alınamaz.

Önemi gereği tekraren belirtmek gerekir ki sadece edimler arasındaki açık bir oransızlık olduğunun farkında olunması, başlı başına yararlanma kastının gerçekleştiği anlamına gelmez. Zira liberal ekonomik sistem içerisinde her zaman, sözleşmedeki edimler arasında makul bir oranın bulunması aranmaz ve beklenmez. Zira; liberal ekonominin temelleri edimler arasında az veya çok bir oransızlığın var olması, taraflardan birinin daha fazla avantaj elde etmesi, diğer tarafın ise daha az avantaj kazanması üzerine kuruludur. Dolayısıyla tek başına edimler arasında açık oransızlığın bilinmesi yararlanma kastının gerçekleşmesi için yeterli değildir; sömürenin ayrıca karşı tarafın zayıf durumda olduğunu bilmesi ve edimler arasındaki aşırı oransızlık sonucunda kendi lehine ve fakat zayıf durumda olan tarafın aleyhine olan sözleşme ilişkisinin kurulmasını istemesi gerekmektedir. Aşırı yararlanma kurumunun amacına bakıldığında da, kanun koyucunun hedefinin piyasadaki dengesizliklere bir düzen getirmek olmadığı görülecektir. (Doç.Dr.Seda İrem ÇAKIRCA, Aşırı Yararlanma Kavramı, İSTANBUL 2015, s.171-172). Dolayısıyla her sözleşmede edimler arasında tam bir eşitlik ve oranın bulunması mümkün değildir. Bir taraf daha kazançlı çıkabilir. Edimler arasındaki her oransızlık yüzünden sözleşmenin iptali cihetine gidilmesi alışverişteki ve ticari hayattaki emniyeti ve istikrarı ortadan kaldırır. Temel ilke olan sözleşme özgürlüğüne ters düşer. Ticari hayattaki ve alışverişlerde genellikle kar etme amacı güdülür. Bu itibarla aşırı yararlanmada “gabin”de edimler arasında “açık bir oransızlık” aranmaktadır. İsviçre ve Türk Borçlar Kanunlarında Fransız Medeni Kanunundan farklı olarak Alman Medeni Kanununda olduğu gibi ayrıca subjektif unsurun varlığı da ikinci bir koşul olarak kabul edilmiş böylece aşırı yararlanmanın “gabinin” sınırları daha da daraltılmıştır (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, ANKARA 2020, s.30). Bu kapsamda sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşmeden yararlanan kimse karşı tarafın bu zaafını bilmiyorsa istismardan ve subjektif unsurun mevcudiyetinden söz edilemez. Zira asıl olan sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü kötüye kullanılmadığı sürece kısıtlanamaması gerekir. Sömüren tarafın istismar kastı bulunmayıp sadece ihmal şeklinde bir kusuru varsa aşırı yararlanmanın subjektif unsuru oluşmaz (Yargıtay Onursal Başkanı Eraslan ÖZKAYA, Aşırı Yararlanma (Gabin) Davaları, 4.Baskı, ANKARA 2020, s.36). Yargıtay da 1969 yılında verdiği ve ilerleyen yıllarda uygulamada yeknesaklaşmış bir şekilde atıf yapılan bir kararında (YHGK. 5.2.1969 T. 1966/1-263 E. 90 K.) karşı tarafın zayıf durumunun herkes tarafından bilinebilecek olmasını yararlanma kastının gerçekleşmesi için yeterli bulmamıştır. Kaldı ki; kimi durumlarda zor durumda kalma halinin bizzat bilinmesi dahi yararlanma kastının karşılandığı anlamına gelmez. (Doç.Dr.Seda İrem ÇAKIRCA, Aşırı Yararlanma Kavramı, s.171).

Konuya Yargıtay uygulaması açısından bakıldığında Yargıtay gabin, hata ve hile iddialarının aynı davada ileri sürülemeyeceğini (Y.4.HD. 25.1.1949 T. 1949/611 E. 1949/231 K. ; Y.4.HD. 20.3.1953 T. E.1720 K.1286 ; Y.1.HD. 15.11.1982 T. 1982/13003 E. 1982/13131 K.), ehliyetsizlik ve gabin iddialarının birarada incelenemeyeceğini (Y.1.HD. 17.12.1973 T. 11864 E. 9446 K.), gabin ve ikraha aynı davada birlikte dayanılamayacağını (Y.1.HD. 22.3.1988 T. 1988/13917 E. 1988/3505 K.), muvazaya ve gabin iddiasının aynı davada birlikte ileri sürülemeyeceğini (Y.1.HD. 25.1.1989 T. 1988/11279 E. 1988/472 K. ; YHGK. 20.11.1957 T. E.2/59 K.56), gabin iddiasına dayalı olayın hukuki mahiyetinin gabin olmaması halinde tanık dinletilemeyeceğini (Y.1.HD. 28.3.1949 T. 1029 E. 1490 K.), ivazlar arasında aşırı bir nisbetsizlik olsa dahi müzayakadan istifade etmek şartı olmadıkça davanın reddi gerektiğini (Y.4.HD. 26.1.1959 T. 2944/1230), Gabinde objektif ve subjektif unsurların birlikte bulunmasının yanında subjektif unsurun istismarının da şart olduğunu (Y.T.D. 14.1.1966 T. 1964/495 E. 1966/207 K.), gabin iddiasında kümülatif şartlardan üçüncü unsur bilerek yararlanmak keyfiyeti olduğunu, davalı tarafın subjektif unsuru teşkil eden hal ve şartlar içinde bulunan davacı tarafın bu durumunu bilerek kendisine aşırı yarar sağlamadıkça gabin iddiasının gerçekleşmiş sayılamayacağını (Y.1.HD. 4.3.1969 T. 391 E. 1133 K.), gabin iddiasında manevi unsurların da (müzayaka hali, hiffet, tecrübesizlik, aldatma ve sömürme kastı) araştırılması gerektiğini (Y.4.HD. 6.10.1969 T. 7689 E. 8270 K.), gabinde ivazlar arasındaki açık oransızlığın objektif unsuru, satıcının “müzayakası” ve alıcının bundan bilerek yararlanmasının da subjektif unsuru oluşturduğunu (Y.1.HD. 24.11.1976 T. E.10536 K.11572) vurgulamıştır.

SONUÇ OLARAK; Bir sözleşmede hileden söz edebilmek için aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının zorunlu şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin yapılması arasında tabii bir illiyet bağı bulunmalıdır. Yani aldatma kastının bulunmaması halinde aldatma, kurucu unsurlarından biri mevcut olmadığı için gerçekleşmez. Aldatmaya rağmen hukuki muamele başka bir nedenden yapılmış ise hukuki muamele “sözleşme’’ aldatma olmasa da yine aynı şekilde yapılacaksa, illiyet bağının bulunduğu söylenemez. Dolayısıyla da aldatma nedeniyle hukuki muamelenin iptali istenemez. Aldatmayı ispat ise HMK.m.190, TMK.m.6 hükmü uyarınca aldatılana düşer. Yine TBK.m.28’de düzenlenen aşırı yararlanma (gabin) müessesesinden yararlanılabilmesi için gabinin kümülatif nitelikteki objektif ve subjektif unsurlarının varlığının kanıtlanması gerekir. Bu kapsamda Yargıtay uygulaması ve doktrinde ifade edildiği üzere, aşırı yararlanmanın objektif unsuru olan edimler arası açık oransızlık mevcutsa ve fakat sübjektif unsurdan en az birisi mevcut değilse, edimler arası açık oransızlık tek başına gabin iddiasının kanıtlanmasına yetmez. Gabinin objektif unsuru incelenirken ise sözleşmenin kurulmasından sonra edimlerin değerlerinde meydana gelen değişiklikler göz önüne alınamayacağı gibi, bir tarafın edime verdiği sübjektif değer de dikkate alınamaz. Yani edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, sözleşmenin yapıldığı zaman ve yerdeki piyasa pazar, arz ve talep şartlarına göre mevcut olmalıdır. Sonraki oransızlık aşırı yaralanmanın bu unsurunu oluşturamaz. Gabinin subjektif unsuru olan düşüncesizlik ve deneyimsizlik koşulunun bulunup bulunmadığı araştırılırken ise, tarafların kültürel, eğitim ve sosyal konumları göz önünde tutulmalıdır. Eğitimli, bu konularda deneyimli bir kişinin sömürülmesi iddiası araştırılırken, eğitimsiz ve deneyimsiz kişilere nazaran daha sıkı davranılması gerekir. Yine aşırı yararlanmadan söz edebilmek için, kişinin içinde bulunduğu bu sübjektif olumsuz koşullardan diğer tarafın yararlanmış bulunması, yani onu sömürmüş bulunması gerekir. İşte bu şartlar kümülatif nitelikte olup birinin dahi eksikliği halinde gabin iddiası dikkate alınamaz.