Ceza muhakemesinin birincil amacı insan hakları ihlallerine yol açmadan ve usul hukuku kurallarına bağlı kalınarak maddi gerçeğe ulaşmaktır.[1] Yargılama ve cezalandırma yetkisi tekel olarak devlete ait olduğundan, ceza muhakemesinin bu amacı da ancak Devlet tarafından karşılanabilir.[2] Yargılama makamlarının, maddi gerçeğe ulaşmak için yürütülen muhakeme faaliyetinin sınırlarını, şüpheli / sanıkların haklarını açıkça belirtmesi ve özellikle adil yargılanma hakkının sağladığı güvenceleri şüpheli/sanıklara tanıması gerekmektedir. Adil Yargılanma hakkının bir parçası olan “masumiyet /suçsuzluk karinesi” şüpheli/sanıklara susma hakkı tanımasının yanında özellikle hâkim ve mahkemelere ispatın iddia makamına ait olması, şüpheden sanığın yararlanması, tutukluluk süresinin makul tutulması, adli sicil kaydından suç isnadı yapılmaması gibi bazı sorumluluklar da yüklemektedir. Günümüzde hiçbir koşul ve şartta ihlal edilmemesi gereken bu ilkenin yalnızca adli makamlar tarafından değil basın ve yayın organları tarafından da yeteri kadar uygulanmadığı bilinmekte olup masumiyet karinesinin kapsamının ve sonuçlarının belirtilmesinin önem arz ettiği düşüncesindeyiz.

MASUMİYET KARİNESİNİN ANLAMI VE KAPSAMI

Masumiyet karinesi, bir suçtan dolayı kovuşturulan kişinin, suçluluğu mahkeme kararıyla sabit olmadıkça suçlu sayılmamasını ifade eder.[3] Diğer bir anlatımla masumiyet karinesi; suç isnadı ile karşılaşan kişinin hakkında hüküm tesis edilerek, bu hükmün kesinleşinceye kadarki süreç içerisinde suçsuz kabul edilmesini ifade eder.[4] Adil yargılanma hakkının bir yansıması olan masumiyet karinesinin; şüpheli/sanığa mahkemelerin tarafsızlığı garantisi veren ve onun suçluluğu ispat edilmezden önce suçlu gibi muamele görmesini önleyen dokunulmaz bir hak olduğu söylenebilir.[5]

“Masumiyet karinesi” veya “suçsuzluk karinesi” kavramı ilk kez 1789 Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesiyle[6] kabul edilmiş olup bugün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m.6/2), 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (m.11) ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (m.48) olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası belgede güvence altına alınmıştır. Türkiye gerek 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraftır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını düzenleyen m. 6/2 “Suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır” şeklindedir. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m. 11’de “Kendisine bir suç yüklenen herkes, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı açık bir yargılama sonunda, yasaya göre suçlu olduğu saptanmadıkça suçsuz sayılır” şeklinde düzenlenmiştir.

Masumiyet karinesi her ne kadar 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda açıkça düzenlenmesi bulunmasa da yargı organlarını bağlayan bir ilke olarak 1982 Anayasası m. 15/2’de “...suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” ve m.38/4’te “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde düzenlenerek Türk hukukunda yerini almıştır. Ayrıca bu noktada masumiyet karinesinin Anayasa m.36’da güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir güvencesi olduğunun da ifade edilmesi gerekir.

Anayasa m. 38/4’de; “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar...” ve AİHS m. 6/2’de “Bir suç ile itham edilen her şahıs suçluluğu kanunen sabit oluncaya kadar...” suçsuz sayılır şeklinde ifade edilmesinden de görüleceği üzere kişi hakkında masumiyet karinesinin söz konusu olabilmesi için öncelikle bir suç isnadının bulunması gerekir. Suç isnadı ya da kişiye suç yöneltme, esasen bir kimseyi bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından resmen bildirilmesi anlamına gelmektedir[7] Suç isnadının var olduğunun kabulü için ceza davasının açılmış olması şart olmayıp suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya o kimsenin ilk olarak isnattan etkilendiği arama ve gözaltı gibi koruma tedbirlerin uygulanmasıyla başlamış olacaktır.

Masumiyet karinesinin kişiyi yargılama öncesi veya sırasında ve hükmün kesinleşmesine kadar koruma amacı güttüğünü söylemek mümkündür.[8] Kişiye bir suç isnadında bulunulması ile masumiyet karinesinin koruma alanı başlamış olacak, bu koruma isnat edilen suç mahkeme hükmü ile kesinleşene kadar da devam edecektir. AİHM’de kararlarında masumiyet karinesin sadece kovuşturma aşamasında değil, suçlama anından itibaren yargılamanın hazırlık soruşturması dahil tüm aşamalarında etkili olduğunu belirtmektedir.[9]

Anayasa Mahkemesi kabahat eylemleri sebebiyle uygulanan idari yaptırımlara ilişkin uyuşmazlıklarda da bireylerin adil yargılanma hakkının koruma alanı içerisinde yer aldığını ifade etmekte olup kabahat işlediği iddia olunanlar yönünden de masumiyet karinesini uygulamakta olduğunu bu noktada belirtmek gerekir. [10]

MASUMİYET KARİNESİNİN SONUÇLARI

Adli yargılanma hakkının bir parçası olan masumiyet karinesinin sonuçları da ağırlıklı olarak ceza muhakemesi alanında görülmektedir. Ceza muhakemesinde masumiyet karinesinin beraberinde getirdiği sonuçlar; ispat yükünün iddia eden makama düşmesi, susma hakkı, şüpheden sanığın yararlanması, tutuklulukta makul sürenin aşılmaması ve adli sicil kaydıyla suç isnat edilmemesi olarak özetlenebilir.

Ceza yargılamasında re’sen araştırma geçerli olup CMK m. 160/2 uyarınca iddia makamını temsil eden savcı ve yargılama makamı olan mahkeme şüpheli/sanık için hem aleyhe hem de lehe olan delilleri toplamak zorundadır.[11] Nitekim daha önce de belirttiğimiz üzere ceza yargılamasının amacı şüpheli/sanığın üzerine ne pahasına olursa olsun suç yıkmak değil, şüpheli/sanığın haklarını gözeterek maddi gerçeğe ulaşmaktır. Şüpheli/sanık kendisine isnat edilen suçlamalar karşısında Anayasa m. 38/5’e ve CMK m.147/1’e göre susma hakkını kullanabileceği gibi lehine olan delillerin ilgili yerlerden toplanmasını isteyebilme hakkına da sahiptir. Ceza yargılamasında şüpheli/sanığın suçsuz olduğu konusunda hâkimi ikna etme yükümlülüğünde olmayıp, iddia makamının suçu, isnat edilen kişinin işlediğini ispat etmesi gerekir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 17.12.1996 tarihli Saunders/Birleşik Krallık Kararında; “Mahkeme, her ne kadar Sözleşme’nin 6. Maddesi’nde özellikle belirtilmemiş olsa da, sessiz kalma ve –bunun bir parçası olan kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkının 6. Madde kapsamındaki adil yargılanma kavramının esasını oluşturan ve genel olarak kabul edilen uluslararası kuralların özünde bulunan bir hak olduğunu anımsatır. Bu hakkın gerekçeleri arasında, sanığın yetkililerce uygunsuz bir şekilde zorlamaya maruz kalmaya karşı korunması yoluyla adaletin tecellisindeki hatalı uygulamaları önlemek ve 6. Madde’nin hedeflerini yerine getirmek bulunmaktadır. Kişinin kendi aleyhine tanıklık etmeme hakkı, özellikle bir ceza davasında savcılık makamının sanığın iradesi dışında tehdit veya tazyik yöntemleriyle elde edilmiş delillere başvurmadan sanığa karşı iddiasını kanıtlamaya çalışmasını öngörür. Bu bağlamda söz konusu hak, Sözleşmenin 6. Maddesi’nin 2. fıkrası kapsamında bulunan masumiyet karinesiyle yakından bağlantılıdır” ifadelerine yer vermiş olup susma hakkına ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede masumiyet karinesi ile de bağlantı kurmuştur.

Ceza muhakemesinde maddi sorunun çözümünde şüphe varsa bu şüpheden sanık yararlanır. Şüpheden sanığın yararlanması ilkesi de kaynağını masumiyet karinesinden almış olup ceza yargılamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlenip işlenmediği veya suçun gece mi gündüz mü işlendiği gibi hususlarda şüphe yüzde yüz yok edilemediği sürece bu şüpheden sanığın yararlanması zorunludur. Aksi takdirde masumiyet karinesi ihlal edilmiş olacaktır.[12]

Şüpheli/sanık masumiyet karinesi ışığında suçlu kabul edilmediği gibi masum olduğu da net değildir. Bu kapsamda şüpheli/sanık ceza muhakemesinin gereklerinden olan koruma tedbirlerine tabi olacaktır. Arama, el koyma, iletişimin tespiti gibi tedbirlerinin yanında yakalama, gözaltı ve tutuklama gibi temel haklara daha fazla müdahale teşkil eden tedbirler de uygulanabilir.[13] Söz konusu tedbirlerden en ağır olan tutukluluk tedbirinin uygulanması makul süreyi aştığı takdirde masumiyet karinesi de etkilenmeye başlayacaktır. CMK m. 100 ve devamında düzenlenen tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için kuvvetli suç şüphesinin yanı sıra isnat edilen suçun muhtemel cezası ile de orantılı/ölçülü olması gerekir. Bu noktada ülkemizdeki genel uygulamada, maalesef CMK 100’de yer alan koşulların masumiyet karinesi nazara alınarak değerlendirilmediğini ve çoğunlukla Cumhuriyet Savcılığının sevk görüşü ile paralel karar verildiğini gözlemlediğimizi belirtmek isteriz.

Temel hak ve hürriyetlere bu denli müdahale içeren tutuklama tedbirinin keyfi olarak uzun süreli uygulanmaması amacıyla CMK m. 102’de azami tutukluluk süreleri belirlenmiştir. Maddede yer alan azami sürelerin kişinin tutuklu kalabileceği en yüksek süre olduğu, aslolanın hüküm kesinleşinceye kadar tutuksuz yargılanma kuralı olduğu, makul sürenin CMK m. 102’ de yer alan azami süreler nazara alınarak değil somut olaya göre belirlenebileceği unutulmamalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre de[14] tutuklulukta makul süre; hürriyetin kısıtlandığı sürenin ne kadar olduğu, isnad konusu suçun niteliği ve mahkûmiyet halinde verilmesi muhtemel cezanın ne olduğu, hürriyeti kısıtlamasının, sanık üzerindeki maddi, manevi ve diğer etkilerinin neler olduğu, sanığın davranışları, soruşturmanın yürütülme şekli ve üslubu, ilgili adli makamların işlemlerinin neler olduğu gibi ölçütler nazara alarak belirlenebilir.[15]

Mahkûmiyet kararı kesinleştiğinde, kişi artık “hakkında suç isnadı bulunan” biri olmaktan çıkarak, doğrudan “suçlu” sıfatını kazandığından, kişi hakkında masumiyet karinesi uygulanmasından bahsedilemeyecektir.[16] [17]Ancak hakkında kesinleşen bir karar olmasından yola çıkılarak hiçbir kimseye suç isnadında bulunulamaz. Yani suç isnat edilen şüpheli/sanığın adli sicil kaydında aynı suçtan kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün bulunması suçu işlediğinin delili olarak gösterildiğinde masumiyet karinesi zedeleneceğini düşünmekteyiz.

Herkesin yaşamı boyunca istisnasız olarak adil yargılanma hakkının özünü oluşturan masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada her ne kadar 5237 Sayılı TCK m. 285 ve m. 286 maddeleri, 6112 Sayılı Kanun m. 8 ve m. 32’de bulunan düzenlemelerin basın için masumiyet karinesi ihlali yönünden caydırıcı nitelikte olduğu söylense de günümüzde teknolojinin gelişmesi ile beraber masumiyet hakkının yalnızca adli makamlar tarafından değil, basın organları tarafından da sıklıkla ihlal edildiğini görmekteyiz. Ceza yargılamasında suç isnad eden makamların suçu ispatlaması gerekirken, şüpheli/sanıkların masumiyetlerini ispat etme mecburiyetinde bırakılması halinde masumiyet karinesinin ihlal edeceği şüphesizdir. Özellikle iddia makamının dosyayı tutukluluk talebi ile sevk ettiği hallerde Sulh Ceza Hakimliklerinin, masumiyet karinesini göz ardı etmemesi gerektiği ve dosyada bulunan delilleri masumiyet karinesini nazara alarak değerlendirmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

----------------------------

[1] Bahri Öztürk, Veli Özer Özbek ve Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Baskı, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2001, s.31.

[2] Schmid, §2, kn.7; Beulke, kn.3.

[3] Dönmezer, Sulhi, Suçsuzluk Karinesi Üzerine Düşünceler, Prof. Dr. Nurullah Kunter’e Armağan, İstanbul 1998, s. 67; Kunter - Yenisey, kn: 241.

[4] Memiş, P. , Adil Yargılanma Hakkının Unsuru Olarak Masumiyet Karinesi, 2003, s.5.

[5] Üzülmez, İlhan, Türk Hukukunda Suçsuzluk.., s. 44.

[6] 1789 Fransız Yurttaş ve İnsan Hakları Bildirgesi Madde 9: Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayıldığı için; tutuklanması kaçınılmaz olduğunda, yani suçlu olduğu karar verildiğinde göreceği sertlik yasa tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmalıdır.”

[7] Doğru, Osman / Nalbant, Atilla; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, 2012, s. 615.

[8] Anayurt, “Adil Yargılanma İlkesi Olarak Masumiyet Karinesi,” s. 185

[9] AIHM, Minelli v. İsviçre Kararı, 25.3.1983, AIHM Lutz v. Federal Almanya Kararı, 25.8.1987, Gölcüklü - Gözübüyük, s. 268; Schroeder - Yenisey - Peukert, s. 29-30.

[10] AYM, Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013.

[11] 5271 Sayılı CMK Madde 160/2: “Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”

[12] Feyzioğlu, Metin, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Hakkında Bazı Tespit ve Değerlendirmeler, 2006, s. 36.

[13] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/159949 (Son Erişim Tarihi: 30.01.2021)

[14] AİHM, Remzi Aydın v. Türkiye Kararı, B.N.:30911/04, 20.02.2007.

[15] Feyzioğlu, Metin; Suçsuzluk Karinesi., s. 155.

[16] AİHM, Engel ve diğerleri v. Hollanda, B.N.: 5100/71, 08.06.1976, AİHM, Konstas v. Greece, B.N.: 53466/07, 24.05.2011.

[17] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/909221 (Son Erişim Tarihi: 30.01.2021)