Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 23 ila 25. maddelerinde, ceza muhakemesinde seri ve basit yargılama usullerinin düzenleneceği anlaşılmaktadır. Seri muhakeme usulü soruşturma aşaması ile ilgili iken, basit yargılama usulü kovuşturma için öngörülmektedir. Aşağıda, eleştirel bir gözle bu muhakeme usullerinin yol açabileceği sakıncalardan bahsedilecektir. Bu usuller ilk derece mahkemeleri için öngörülmüş olup, istinaf ve temyiz kanun yollarında tatbik edilemeyecektir. Çünkü Teklifin ilgili hükümleri incelediğinde, istinaf kanun yolunda seri ve basit yargılama usullerinin uygulanabileceğine dair bir hükme yer verilmediği görülmektedir. Bu usullerin tatbik edilmesinin gerektiği durumlarda, dosyanın bölge adliye mahkemesi ilgili ceza dairesi tarafından yerel mahkemeye gönderilmesi gerekir. Esasen bölge adliye mahkemesinin; bu usullerin tatbikini gerekli gördüğü durumda, dosya üzerinden sonuçlandırması isabetli olacaktır.

Esas itibariyle Ceza Yargılaması Hukukunda reform; delil toplamada ve değerlendirmede cumhuriyet başsavcılıklarına bağlı adli kolluk ve kriminal inceleme bürolarının kurulması, hakimlere ve savcılara “coğrafi teminat” adıyla da bilinen yer ve yetki güvencesinin yasa ile öngörülmesi, yani yasal teminata bağlanması ve Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısının yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirecek şekilde yeniden düzenlenmesi ile sağlanabilir.

Seri Muhakeme Usulü;

Teklifte yer alan 23. madde ile CMK m.250’ye “Seri muhakeme usulü” başlıklı maddesi ile soruşturma aşamasında kamu davasının açılmasına karar verilmeyen suçlar bakımından seri muhakeme usulünün getirilmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Maddede gösterilen suçlar yönünden kabul edilecek seri muhakeme usulü, cumhuriyet savcısı tarafından müdafii huzurunda şüpheliye anlatılacak ve ancak şüphelinin teklifi kabul etmesi halinde uygulanacaktır.

Seri muhakeme usulü soruşturma aşaması ile ilgili olup, bu yargılama usulünün tatbiki soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı ile şüphelinin anlaşmasına bağlıdır. Soruşturma aşamasının sonunda cumhuriyet savcısı, Kanunda gösterilecek suçlarla ilgili kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar vermediği takdirde, şüphelinin de kabul etmesi şartıyla seri muhakeme usulünü uygulamak zorundadır. Bu suçlar arasında yer alan, örneğin parada sahtecilik suçu ile ormana karşı işlenen suçlar dikkat çekmektedir. Cumhuriyet savcısı; cezanın bireyselleştirilmesini gözönünde bulundurarak, yarı oranında indirim uygulamak suretiyle yaptırımı belirleyecektir. CMK m.231’de düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının şartları varsa, cumhuriyet savcısı bu müesseseyi de kıyasen uygulayabilecektir. Belirtmeliyiz ki Teklifte; TCK m.50, 51 ve 61’in uygulanacağı söylenirken, takdiri indirim nedenlerini öngören TCK. m.62 ‘den bahsedilmemiş, CMK m.231’in hangi şekilde uygulanacağı ve HAGB’nin uygulanıp uygulanamayacağı açıkça gösterilmemişse de, maddenin gerekçesinde bu müesseselerin tatbik edilebileceğine dair bir açıklamaya yer verildiği görülmektedir. Cumhuriyet savcısı kanunda gösterilen alt ve üst sınır arasında belirlediği cezadan yarı oranında indirim yapacak, HAGB’nin şartlarının oluştuğu durumda, bunu müdafii hazır olmak kaydıyla kabul eden şüpheli hakkında tatbik ederek görevli ve yetkili mahkemeye sunacak, mahkeme şüpheliyi yine müdafii huzurunda dinledikten sonra cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda ve şüpheli vazgeçmediği takdirde, şartlarının oluştuğunu tespit ettiği hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verecektir. HAGB’nin şartları oluşsa da mahkemenin yine de HAGB kararı vermeyebileceği görüşü ileri sürülebilir ki, bu husus seri yargılamanın kabulü mantığına aykırıdır. Mahkeme, ancak fiil ve fail için aranan şartların oluşmadığı durumda HAGB’ye karar vermeyebilir.

Bununla birlikte, Teklifte yasal düzenleme sistematiğinin hatalı olduğu görülmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlara çevrilmesinden veya hapis cezasının ertelenmesinden önce yer alması gerekirdi.

Cumhuriyet savcısı tarafından şüpheli hakkında seri muhakeme usulünün tatbikinin yazılı olarak mahkemeden talep edilmesinden sonra mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinleyecek ve fiilin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu kanaatine varması halinde talepte gösterilen yaptırıma göre hüküm kuracaktır. Aksi halde mahkeme talebi reddedecek ve soruşturmanın genel hükümlere göre tamamlanması amacıyla dosyayı cumhuriyet başsavcılığına gönderecektir. Mazeretsiz olarak mahkemeye gelmeyen şüpheli, seri muhakeme usulünden vazgeçmiş sayılacaktır. Esas itibariyle dosyanın mahkeme tarafından cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi hatalıdır. Bizce, seri muhakeme usulünün tatbiki talebiyle mahkemeye gelen ve fiilin bu usul kapsamına girmediğinden bahisle reddedilen dosya başsavcılığa iade edilmemeli ve ilk talep iddianame yerine kabul edilerek kovuşturma aşamasına geçilebilmelidir.

Seri muhakeme usulü; suç ve cezanın caydırıcılığına zarar vereceği, adli kolluğun kurulmamasından dolayı delil toplama ve değerlendirmede zayıflamayı hızlandıracağı, seri muhakeme usulü kapsamına alınan suçların işlenmesini artıracağı ve savcılık makamının iş yükünü fazlalaştıracağı gibi gerekçelerle eleştiriye açıktır. Bir eleştiri de Anayasa m.9 gereğince yapılabilir. Bu maddeye göre; “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır”. Seri muhakeme usulü yürüten bir cumhuriyet savcısının, “hakim” gibi şüpheli hakkında ceza tayin etmesinin Anayasa m.9’a aykırı olacağı ileri sürülebilir. Bizce bu görüşte isabet yoktur. Çünkü CMK m.250/8-9’a göre; şüpheli hakkında hükmü mahkeme kuracak, yani Türk Milleti adına kararı yargı verecektir.

İştirak halinde işlenen suçlarda seri yargılama usulünün tatbiki için, tüm şüphelilerin bu usulün uygulanmasını kabul etmesi şarttır.

Basit Yargılama Usulü;

Teklifin 24. maddesi ile CMK m.251’e; “Basit yargılama usulü” başlığı altında, bir maddenin getirileceği ve burada asliye ceza mahkemesi tarafından iddianamenin kabulünden sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit ceza yargılaması usulünün tatbik edilebileceği görülmektedir. Bu usule göre; mahkemece iddianame, sanık, mağdur ve şikayetçiye tebliğ edilerek, beyan ve savunmalarını 15 gün içinde yazılı olarak bildirmeleri istenecektir. Kararın mahkumiyet olması durumunda, sonuç ceza dörtte bir oranında azaltılacaktır. CMK m.252’de ise, basit yargılama usulü ile ilgili itiraz kanun yolu öngörülmüştür. Maddeye göre; basit yargılama usulü uyarınca verilen karara itiraz edilebilecek, itiraz üzerine duruşma açılacak ve bu yolla verilecek karara karşı genel hükümlere göre kanun yoluna başvurulabilecektir. İlk bakışta 15 günlük beyan ve savunma süresinin; yargılamanın süjelerinin adil/dürüst yargılanma hakkına, özellikle sanığın savunma hakkı bakımından, İHAS m.6/3-b’de koruma altına alınan, savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylığa sahip olma hakkına zarar vereceği düşünülebilirse de, hükme itiraz yolunun açık olması ve itiraz sonucu duruşma açılması, ayrıca hükme karşı kanun yoluna gidilebilmesinin, savunma süresinin kısalığının getireceği sakıncaları gidereceği görülmektedir. Bizce, sanık bakımından 15 günlük savunma süresi yeterlidir.

Basit yargılama usulünde; asliye ceza mahkemesinin iddianameyi kabul ettikten sonra adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarda basit yargılama usulünün hangi hallerde tatbikine karar verip veremeyeceği gösterilmemiş, bu husus tümüyle asliye ceza mahkemesinin takdir ve değerlendirilmesine bırakılmıştır. Bu takdiri durum; konusu aynı veya benzer olaylar bakımından farklı uygulamaların ortaya çıkmasına ve yeknesaklığın sağlanamamasına, bu şekilde de farklı cezaların tatbikinin gündeme gelmesi suretiyle “eşitlik” ve “adalet” ilkelerine aykırılığı gündeme getirebilecektir.

Asliye ceza mahkemesi basit yargılama usulünün tatbikine karar verirken sanığın kabulünü de aramayacaktır. Esasen bu usulün tatbiki de sanığın kabulüne bağlı olmalıdır. Dosya üzerinden inceleme yapan mahkeme, sanık hakkında mahkumiyet kararı verdiği takdirde sonuç cezayı dörtte biri oranında indirecektir. Takdiri indirim nedenlerini öngören TCK m.62, hakimin duruşma açıp sanığı dinleyip görmediğinden bahisle uygulanmayacağı anlaşılmaktadır. Bu husus sanık aleyhinedir. Yine dürüst yargılanma hakkının bir gereği olarak tanığa soru sorulamaması, delillerin yüz yüze tartışılamaması, sanığın kabulünün dahi aranmadığı basit yargılama usulünün hukuki sakıncaları arasında yer almaktadır.

“Basit yargılama usulünde itiraz” başlıklı CMK m.252/3’ün ikinci cümlesinde ilginç bir hüküm bulunmaktadır. Bu hükme göre; “Mahkeme, ikinci fıkra uyarınca hüküm verirken, 251 inci madde kapsamında basit yargılama usulüne göre verdiği hükümle bağlı değildir. Ancak, itirazın sanık dışındaki kişiler tarafından yapıldığı hallerde 251 inci maddenin üçüncü fıkrası uyarınca yapılan indirim korunur”. Bu hükümde; itirazın sanık tarafından yapılması durumunda 251. maddenin üçüncü fıkrası uyarınca yapılan indirimin korunmayacağı, sanık dışında kalan kişilerin itiraz etmesi durumunda bu indirimin korunacağı, m.252’nin üçüncü fıkrasının ilk cümlesinde de, basit yargılama usulü ile verilen karara itiraz edilmesi halinde, mahkemece yeni hüküm verilirken basit yargılama usulü ile verilen kararla bağlı kalmayacağı ifade edilmiştir. Bu hükümde; itiraz edenin sanık olması halinde indirimin uygulanmayacağı ve itiraza bağlı olarak verilecek yeni kararda eski hükümde değişikliğe gidilebileceği kabul edilerek, sanık yönünden müktesep/kazanılmış hak prosedürünün uygulanmayabileceği anlaşılmaktadır.

Yeri gelmişken, Teklifte yasal düzenleme sistematiğinin hatalı olduğu görülmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlara çevrilmesinden veya hapis cezasının ertelenmesinden önce yer alması gerekirdi. Basit yargılama usulünde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi, sanığın yazılı olarak karşı çıkmaması şartına bağlandığı halde, bu şartın seri muhakeme usulünde aranmadığı ve seri muhakeme usulünün tatbikinin şüpheli tarafından kabulünün HAGB’nin tatbikinde de yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak bu husus

Tüm bunlara ek olarak; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikle basit ve seri yargılama usullerinin getirilmesinin hedeflendiği, bu yolla adaletin hızlandırılacağı, usul ekonomisi politikasının izleneceği, maddi hakikate ulaşma ve dolayısıyla adalet hedefine varılma hususunda hız kazanılacağı düşünülüyor. Elbette bu tür yargılama yöntemleri isabetli sonuçlar verebilir, ancak bu tür yolları kullanırken özellikle sanığın dürüst yargılanma hakkı ki; bu soruşturma aşamasında da CMK m.160/2 gereğince gözetilmesi gereken bir ilkedir, çünkü soruşturma usulü kovuşturma aşamasını etkiler. Diğer yandan mağdurun ve müştekinin haklarının iyi gözetilmesi gerekir ki; bu bir Özel Hukuk meselesi olmayıp, ceza yargılaması ile ilgilidir. Dürüst yargılanma hakkının şüpheli ve sanık bakımından gözetilmesi ve aynı zamanda müşteki ile mağdurun da korunması lüzumludur. Örneğin; tanıklar nasıl dinlenecek, sanığın ve müdafiinin tanığa soru sorma hakkı olacak mı, tüm bunlar iyi düşünülmelidir.

Seri ve basit yargılama usullerinin yürürlük zamanı;

Teklifin 31. maddesi ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na eklenen geçici 5. maddenin 1. fıkrasının (c) bendine göre; “250. maddede düzenlenen seri muhakeme usulü ile 251 ve 252. maddelerde düzenlenen basit yargılama usulüne ilişkin hükümler, bu maddenin yayımlandığı tarihten itibaren altı ay sonra uygulanır”.

Ceza mahkemeleri, devam eden kovuşturmalarda seri veya basit yargılama usulüne tabi davaları cumhuriyet başsavcılıklarına gönderecek mi? Geçici 5. maddenin 1. fıkrasının (c) bendinin gerekçesine göre; “Maddenin birinci fıkrasının (c) bendiyle; Ceza Muhakemesi Kanunu m.250, 251 ve 252’de ilk defa düzenlenen yargılama usullerine ilişkin hükümlerle ilgili olarak uygulamacı hakim ve savcıların eğitimlerinin tamamlanabilmesine imkan tanımak amacıyla sözkonusu hükümlerin uygulama tarihi altı ay sonraya bırakılmaktadır. Aynı süre içinde m.250’ye göre çıkarılması öngörülen yönetmeliğin de hazırlanması gerekmektedir. Diğer yandan, bu usullerin uygulanmaya başlandığı tarihten önce genel hükümlere göre kovuşturulmasına başlanarak duruşma açılan veya karar verilen dosyaların yine genel hükümlere göre sonuçlandırılması gerekmektedir. Tüketilmiş evreler bakımından bu usullerin uygulanması sözkonusu olmayacaktır. Bu nedenle, belirtilen hususa ilişkin geçici bir düzenleme yapılmamıştır”.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)