Devletin başı, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanının, Anayasa m.104’de tanımlanan görev ve yetkilerinden dolayı sorumlu olmayacağı Ceza Hukukunda kabul görmüş bir esastır. Bu dokunulmazlık; Cumhurbaşkanlığı sırasında bu sıfatla icra edilen işlem, eylem ve tasarrufları kapsamakta olup, Cumhurbaşkanı sıfatı sona erdiğinde de devam eder. Bu dokunulmazlık mutlaktır. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanının sorumluluğu vatana ihanet halinde kabul edilmiş ve bu gibi durumlarda gerek Cumhurbaşkanının suçlanması ve gerekse yargılayacak makam bakımından farklı bir yöntem izlenmiştir.
 
Cumhurbaşkanının dokunulmazlığını ve sorumluluğunu iki noktada incelemek gerekir; ilki, görevinden doğan sorumluluk ve ikincisi de, görevi dışında kalan fiillerinden meydana gelebilecek sorumluluktur. Cumhurbaşkanının, görev ve yetkilerinden dolayı sorumlu olmadığını ifade etmeliyiz.
 
Anayasa m.105/1-2’ye göre, “Cumhurbaşkanının Anayasa ve diğer kanunlarda Başbakan ve ilgili bakanın imzalarına gerek olmaksızın tek başına yapabileceği belirtilen işlemleri dışındaki bütün kararları, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanır; bu kararlardan Başbakan ve ilgili bakan sorumludur.
 
Cumhurbaşkanının re’sen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz.”
 
Görüleceği üzere Anayasa, Cumhurbaşkanının görevi ile ilgili fiillerinden sorumlu olmayacağını, Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanan kararlarından dolayı tüm sorumluluğun Başbakan ve ilgili bakana ait bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca Anayasa, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, verdiği emirler ve aldığı kararlar hakkında da sorumluluğunun bulunmayacağını ortaya koymuştur.
 
Cumhurbaşkanının görevden kaynaklanan sorumluluğu sınırsız değildir. Bir başka ifadeyle, Cumhurbaşkanının görevinden kaynaklanan fiillerine ceza normlarının hiç uygulanmayacağını söylemek yanlış olur. Anayasa m.105/3’e göre, “Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tam sayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır”. Vatana ihanetten dolayı hakkında ithamda bulunulan Cumhurbaşkanı, Anayasa m.148/6 uyarınca Anayasa Mahkemesi tarafından “Yüce Divan” sıfatı ile yargılanacaktır. Yargılama sırasında, suçsuzluk/masumiyet karinesi gereğince Cumhurbaşkanı sıfatı korunur ve mahkumiyet kararıyla bu sıfat son bulur.
 
Anayasada öngörülen “vatana ihanet” kavramının Anayasa veya yapacağı atıfla kanunda tanımlanması gerekirdi. Ancak bu tanımlamanın yapılmadığı durumda da, hangi suçun “vatana ihanet” olarak nitelendirileceği suçla korunan hukuki yarardan çıkarılabilir. Aşağıda bu konu açıklanacaktır.
 
“Vatana ihanet” kavramının tanımı, Anayasa ve kanunlarda yer almamaktadır. 07.02.1921 tarihli 1 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2 sayılı Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 12.04.1991 tarihinde yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.23/a bendi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
 
12.04.1991 tarihinde yürürlükten kaldırılan 2 sayılı Kanunun 1. maddesinde “vatana ihanet” tanımlanmıştır. Bu maddeye göre, “Yüce Hilafet Makamı ile Saltanatı ve Ülkeyi, yedi yabancı devlet gücünden kurtarmak ve saldırıları önlemek amacıyla kurulan Büyük Millet Meclisi’ne karşı sözle, fiille veya yazıyla muhalefet ve bozgunculuk eden ‘vatan haini’ olarak kabul edilir”. Kanunun 2. maddesine göre, “Bilfiil vatan hainliği yapanlar asılarak idam edilir. Bu hainliğe katılanlar ile teşebbüs edenler, Ceza Kanunu’nun 45 ve 46. maddelerine göre cezalandırılırlar”.
 
Hiyanet-i Vataniye Kanunu’na göre esas olan, egemenliğin kayıtsız ve şartsız Millete ait olduğunu kabul eden 1921 Anayasası ile kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin korunmasıdır.
 
 13.03.1926 tarihinde yürürlüğe girip, 1 Haziran 2005 tarihine kadar yürürlükte kalan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinde de, Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya vazifesini yapmayı engellemeye cebren teşebbüs edenlerin idam cezasına mahkum edilecekleri, bu suça fer’i olarak iştirak edenlerin de hukuki durumlarına göre idam veya ağır hapis cezası ile cezalandırılacakları ifade edilmiştir.
 
Görüleceği üzere kanun koyucu, egemenliğin kayıtsız şartsız Millete ait olduğunun net bir göstergesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin her ne şekilde olursa olsun varlığını korumayı hedeflemiştir.
 
Kanun koyucu; mülga TCK m.146 ve yerine yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK m.311’de cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs edenlerin cezalandırılmalarını öngörürken, 2 sayılı Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı cebir ve şiddete başvurmayan, fakat sözle, fiille veya yazıyla muhalefet ve bozgunculuk edenlerin dahi en ağır şekilde cezalandırılacaklarını ifade etmiştir. Hıyanet-i Vataniye Kanunu, kabul edildiği dönemin özelliklerini, sertliğini ve tavizsiz bir şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı olabilecek her türlü müdahaleyi ne pahasına olursa olsun önlemeyi amaçlamıştır.
 
1921 yılında kabul edilen Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda tanımlanan “vatana ihanet” kavramı ile Anayasa m.105/3’de yer alan “vatana ihanet” kavramını aynı nitelikte görmek, Hıyanet-i Vataniye Kanunu yürürlükten kaldırıldığı için “vatana ihanet” kavramının tanımsız kaldığını ve bu tür bir suçun olmadığını ileri sürmek isabetli değildir. Mevcut şartlarda, 2 sayılı Kanunda öngörülen “vatana ihanet” kavramı ile Türk Milleti’nin benimsediği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı yapılacak sözlü, fiili veya yazılı muhalefet ve bozgunculuk içeren eylemleri, ifade hürriyetinin geldiği aşama da dikkate alındığında Ceza Hukuku açısından “vatana ihanet” kabul etmek isabetli olmayacaktır. Sonuç olarak, Anayasa m.105/3’de yer alan “vatana ihanet” kavramı Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesinden lafzı, ruhu ve amacı itibariyle farklıdır.
 
İsabetli olan, hangi eylemin “vatana ihanet” kabul edileceği konusunda bir tanımlamanın Anayasada veya kanunda yer almasıdır. Kanaatimizce, “vatana ihanet” kavramı Anayasada yer aldığından ve tanımının kanunla yapılacağına dair bir atıf da Anayasada yer almadığından, bu kavram Anayasada tanımlanmalıdır. Anayasanın Başlangıç, Genel Esaslar ile 14. maddesini dikkate almak suretiyle “vatana ihanet” tanımlamasını yapmak da doğru değildir.
 
“Suçta ve cezada kanunilik” prensibine göre, işlendiği sırada suç olarak tanımlanmayan ve karşılığında ceza öngörülmeyen bir eylemden dolayı kimse cezalandırılamaz.
 
 
Mevcut durumda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Cumhurbaşkanını vatana ihanetten dolayı suçladığı fiillerin “vatana ihanet” kavramını oluşturacağı söylenebilir. Bu düşünceye katılmamaktayız. Bizce, hangi fiillerin ve dolayısıyla suçların “vatana ihanet” sayılacağını ceza normları ile tespit etmek gerekir. TCK m.302 ile 339. maddeleri arasında sayılan suçlardan bazılarını “vatana ihanet” kapsamında değerlendirilebilir. “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, “Anayasal Düzen ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”, “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” ve “Devletin Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” başlıkları altında düzenlenen bir kısım suçlarda “vatana ihanet” kavramı temel alınmıştır. Belirtmeliyiz ki, “vatana ihanet” sayılabilecek her suçun ağırlığına göre ceza belirlenmiştir. Bazı suçlarda ağırlaştırılmış müebbet hapis, bazılarında da fiilin ağırlığına göre hapis cezaları öngörülmüştür.
 
Devletin birliğini ve Ülke bütünlüğünü bozmak (TCK m.302), düşmanla işbirliği yapmak (TCK m.303), Devlete karşı savaşa tahrik (TCK m.304), temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama (TCK m.305), yabancı devlet aleyhine asker toplama (TCK m.306), askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma (TCK m.307), düşman devlete maddi ve mali yardım (TCK m.308), Anayasayı ihlal (TCK m.309), Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı (TCK m.310), yasama organına karşı suç (TCK m.311), Hükümete karşı suç (TCK m.312), Türkiye Cumhuriyetine karşı silahlı isyan (TCK m.313), silahlı örgüt (TCK m.314), silah sağlama (TCK m.315), suç için anlaşma (TCK m.316), askeri komutanlıkların gasbı (TCK m.317), yabancı hizmetine asker yazma, yazılma (TCK m.320), savaş zamanında emirlere uymama (TCK m.321), savaş zamanında yükümlülükler (TCK m.322), savaşta yalan haber yayma (TCK m.323), seferberlikle ilgili görevin ihmali (TCK m.324), düşmandan unvan ve benzeri payeler kabulü (TCK m.325), TCK m.326 ila 339’da sayılan Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarının “vatana ihanet” kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
 
Bu maddeler dışında bir fiilden dolayı Meclisin Cumhurbaşkanını suçlaması halinde Yüce Divan, Cumhurbaşkanı hakkında itham olunan suçun “vatana ihanet” kavramına girmediğine ve Cumhurbaşkanının dokunulmazlığının devam ettiğine karar vermelidir. Bu durumda, takip şartı kapsamına girmeyen ve kesin dokunulmazlık alanında kalan bir fiil sözkonusu olacak ve Cumhurbaşkanı hakkındaki davanın düşmesine karar verilecektir. Farklı bir fikir olarak, Meclisin hakkında suçlamada bulunduğu Cumhurbaşkanının suçlandığı fiil ne olursa olsun artık “vatana ihanet” sayılması gerektiği iddia edilebilir. Bu iddiayı kabul etmek mümkün değildir, çünkü sadece Meclisin bir fiili “vatana ihanet” sayması, o fiilin Yüce Divan tarafından da “vatana ihanet” sayılacağı anlamına gelmez. Yüce Divan, somut olayda Cumhurbaşkanı hakkında isnat olunan suçun “vatana ihanet” teşkil edip etmeyeceğine suçun niteliği bakımından öncelikle karar vermeli ve ancak suça konu eylemi “vatana ihanet” kapsamında görmesi halinde yargılamaya devam etmelidir.
 
Cumhurbaşkanının görevi dışında kalan adi suçlarından dolayı sorumlu olup olmayacağı ve dolayısıyla dokunulmazlık kapsamına girip girmeyeceği meselesini de kısaca açıklamak gerekir. Bu konuda iki düşünce olabilir; bunlardan ilki, adi suçlardan dolayı, örneğin hırsızlık veya müessir fiil ya da güveni kötüye kullanma gibi suçlardan dolayı Cumhurbaşkanı hakkında ithamda bulunulamayacağı, çünkü dokunulmazlığın sınırsız bir şekilde Cumhurbaşkanı tarafından işlendiği iddia olunan adi suçları da kapsadığını kabul etmektedir.
 
Diğer düşünceye göre ise, Anayasa m.105 Cumhurbaşkanının sorumluluğunu ve dokunulmazlığını açık bir şekilde düzenlemiş ve adi suçlardan hiç bahsetmemiştir. Adi suçlar konusunda hiç düzenleme yapılmadığına ve bunların da dokunulmazlıktan faydalanacağı belirtilmediğine göre, Cumhurbaşkanının adi suçlardan sorumluluğunun herkes gibi tam olduğunu ifade etmek gerekir. Belki Cumhurbaşkanı seçilen kişinin adi suç işlemeyeceği ve Cumhurbaşkanından adi suç işlemesinin beklenemeyeceği düşünülebilir, ancak Cumhurbaşkanı da insan olduğuna göre, kendisinin eylemlerinden doğan ve ceza normlarını ihlal eden fiilleri cezai sorumluluk kapsamında kalacaktır.



(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)