Her yargıcın önüne her davada çoğu kez iki taraf gelir.

Her yargıç, her davada çabucak bir karar vermek zorundadır.

“Geciken adalet, adaletsizliktir”; bir işlemin, bir eylemin haklı ya da haksız olduğunun askıda bırakılmasıdır.

“Yargılamanın çabukluğu ilkesi”ni en çarpıcı biçimde dile getiren özdeyiş şudur: “Çabuk karar verin. Doğru karar verirseniz, on sevap; yanlış karar verirseniz, bir sevap kazanırsınız.” (Hz. Muhammet).

Burada dikkati çeken iki nokta var.

Birincisi, karar doğru olmalıdır. Asıl olan budur. Bunun için yargıç çok özen gösterecektir.

İkincisi ise, yargıcın kararı yanlış olabilir. Ama yargıç, yanlış karar verse bile günah işlemiş olmaz. Yeter ki bilerek yanlış yapmasın. 

Elbette yargıç, hekim gibi, en az yanılması gereken insandır.

Ama insandır. İnsanın bir tanımı da “yanılan yaratıktır”.

Yargıç da yanılır. Dün de böyleydi, bugün de böyledir. Ne denli çok önlem alırsanız alın, yarın da böyle olacaktır.

Nitekim her hukuk düzeni yargının da yanılabileceğini önceden (a priori) benimser; bunu aşmanın yollarını gösterir.

Bütün bu çarelere karşın, yargı yine de yanılabilir; yanlış kararlar verebilir. Herkes bunu bilmeli, buna hazır olmalıdır.

Ama yanılma olasılığına karşın, hiçbir toplum, bir uyuşmazlığın sürüp gitmesine de asla katlanamaz.

Uyuşmazlığın bir an önce bitmesinde her zaman bireysel ve kamusal yarar vardır.

İşte yargının varlık nedeni budur: Toplumdaki uyuşmazlıkları olabildiğince çabuk bitirmek.

Hiçbir çağcıl hukuk dizgesi, “yargı kararı doğrudur” demez.

Eski Roma hukukundan bu yana “yargı kararı doğru sayılır” der.

Bu bir varsayımdır; herkes bilir.

Doğru ya da yanlış, yargı kararını verince uyuşmazlık biter; herkes onu doğru varsayar ve karara uyar.

Çünkü “hukukun kestiği parmak acımaz”; bu yüzden yanlış bile olsa, yanlışlığı hukuken saptanıncaya ve düzeltilinceye dek, yargının kararına tartışmasız olarak, kesinkes saygı duyulur.

Yine yanlış bile olsa yargı kararı hiç kimseyi ve hiçbir erki kuşat(a)maz. İşlemin ya da eylemin hukuk karşısında geçerliliğini belirler. Dolayısıyla yetkili kişilerin ve kurumların işlemlerini, eylemlerini hukuk süzgecinden geçirerek hem kişileri ve kurumları, hem de işlemleri ve eylemleri arı duru kılarak sağlamlaştırır; kısaca öbür erkleri ve işlemlerini meşrulaştırır. Bu yüzden uygar dünyada yargı erkine ve kararlarına karşı hep saygı duyulur.

Demokratik erginliğe ve hukuk bilincine erişmemiş toplumlarda ise, yargı sürgit ayak bağı olarak görülür.

Şimdi gelelim bu beriki toplumlarda yargıçlar karar verince başlarına gelenlere.

Her yargı kararının bir kazananı, bir yitireni vardır.

Kazanan taraf sevinir; çoğu kez sessizce köşesine çekilir.

Yitiren taraf ise çığlıklar atmaya başlar; yakıştırmalarla kendisini avutur, aşağılamalarla öfkesini yenmeye çabalar. 

Neler söylemez ki?...

Yitirene göre yargıç ya yemiştir ya da karşı tarafın yakınıdır.

Yitiren, yanılgı kaftanını giymeye hiç yanaşmaz; kendini sorgulamaz; nerede yanlış yaptığını sormaz bile.

Hele bir de kamuoyunun ilgilendiği bir dava ise aşağılamalar, sövgüler hazırdır; tekil değil, çoğuldur; bireysel değil, yığınsaldır.

Yargıç ister hükümlülük ister aklanma, ister tutuklama ister salıverme kararı versin.

Birilerine göre, karar siyasaldır, yanlıdır. Karşı tarafa göre âdildir.

Şunları anımsatırsınız: Hukuk, kural olarak, insanların iç dünyaları ile uğraşmaz. Uğraşılmasına da izin vermez. Hiç kimse inancını, kanısını, görüşünü açıklamaya zorlanamaz (Anayasa, m. 24, 25). 

“Karar siyasaldır, yanlıdır” diyenlere “yargıçların iç dünyalarını yargılamayın” dersiniz. Yanıtları hazırdır: “Bizdeki izlenim öyle.” Ama hiçbir kanıtları yoktur. Olamaz da. Çünkü yargıcın hangi dürtüyle karar verdiğini sadece Tanrı bilir. Ama onlar inatla sürdürürler iddialarını. Tanrı’yla aynı katta yarışmaya kalkışırlar. Tanrı’nın bilebileceği bu alana girmek belki de düşünsel bir doyumdur, kim bilir?

Lütfen, sevgili dostlar, insaflı olalım. Bu tutum, baştan sona hukuka aykırıdır; vicdanı da yaralayıcıdır. 

Yine anımsatırsınız. Her yargı kararı bir görüştür (mütalaa). Her görüş gibi doğru ya da yanlış olabilir. Bu nedenle bir yargıç, bir başka yargıcın kararı karşısında da bağımsızdır. Onu değerlendirir; benimser ya da benimsemez. Yargı(ç) bağımsızlığının bir boyutu da budur.

Bir daha anımsatırsınız, küresel ilkeyi: Herkes, düşünce ve kanı özgürlüğüne; düşünce ve kanılarını söz, yazı, resim ya da başka yollarla açıklama, yayma haklarına ve özgürlüğüne sahiptir. Görüşler, inançlar eleştirilebilir, ama asla kınanamaz, küçümsenemez, hiçbir biçimde aşağılanamaz (Anayasa, m. 24, 25, 26).

Bütün çağcıl demokrasilerde böyledir, bu.

Ama yalnızca bir görüş olan yargı kararı karşısında yazılanlara, söylenenlere, havada uçuşanlara dikkat ediniz: Yanlılık, rezillik, hukuk katliamı, utanç sayfası, yargı partisi ya da şu partiye yakın yargı vb...

Son günlerde, aylarda bunları eski bir yargı insanı olarak üzüntüyle ve kaygıyla izliyorum.

Üzüntüyle izliyorum. Çünkü biliyorum ki, hiçbir yargıç kararının eleştirilmesinden yakınmaz, gocunmaz. Hatta ilgi gördüğü için sevinir, övünür de. Esasen eleştiri, hukukun gelişmesinin kaçınılamaz koşuludur. 

Ama verdiği kararı dolayısıyla bir yargıcın yanlı ya da bir tarafa yakın olduğunu, rezilce davrandığını, utanması gerektiğini, hukuka kıydığını söylemek kadar ağır bir suçlama yoktur; olamaz da.  

Yargıç için en yıkıcı sözlerdir, bunlar.

Lütfen insaflı olalım.

Geçen yazımda kimi meslektaşlarımın duyarlılıklarını aktardım.

Bu duyarlılığın onların ömürlerini nasıl kısalttığını, hatta tükettiğini örnekleriyle gösterdim.

Özellikle bilim sanını taşıyanlara bu tür suçlamalar, aşağılamalar, küçümsemeler hiç yakışmıyor. 

Bunlardan çok kaygı da duyuyorum.

Yargı kararlarını tartışma değil, aşağılamadır, bunlar.

Kararlarından yola çıkarak yargıçları küçültmedir; kararların nedenlerini, gerekçelerini tartarak tartışmak, bilimsel olarak eleştirmek değil, düpedüz kararlara, yargıçlara sövmektir.

Eleştiri öncesi çağda mı yaşıyoruz yoksa sonrası çağda mı?

Uygar bir toplumda mı yaşıyoruz yoksa uygarlık öncesi çağı yaşayan bir toplumda mı? 

İlkin bu konularda bir karar verelim. 

Herkes yargının verdiği bir kararın kurbanı olabilir.

Yargısal yanılgı, bir yargılama gerçeğidir. Lanetlenesi bir gerçek. Ama gerçek.

Yargı bunlardan elbette ders almalı. Almıştır da.


YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ. Star