Türk Ceza Kanunu m.125’de tanımlanan hakaret suçu, “Kişilere Karşı Suçlar” ana başlığı altında yer alan “Şerefe Karşı Suçlar” kapsamında düzenlenmiştir.

“Hakaret” başlıklı TCK m.125’e göre; “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, üçte biri oranında artırılır.

(5) Kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi halinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır”.

Bu suçla korunan hukuki yarar; kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içinde sahip olduğu itibarı, diğer fertler nezdinde saygınlığının korunmasıdır. Şeref kavramından ne anlaşılması gerektiği, korunan hukuki değerin ne olduğunu anlamak bakımından önemlidir. Bu kavram; öğretide iç ve dış şeref olarak ayrılmakta, iç şeref, bireyin kendi nitelikleri, özellikleri ve meziyetleri hakkında yapmış olduğu değerlendirme ve düşüncesi, dış şeref ise başkalarının o kişi hakkındaki düşünceleri, değerlendirmeleri ve bireyin toplumda sağladığı itibardır[1]. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda iki kavramı da kapsayan karma görüş benimsenmiştir.

“Hakaret” kelimesi; Türk Dil Kurumu tarafından onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranış olarak tanımlanmıştır. Madde incelendiğinde, suçun gerçekleşmesi için iki seçimlik hareket öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu seçimlik hareketlerden birisi; somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi, diğeri ise soyut yakıştırmalarda bulunmak, sövmek suretiyle kişinin manevi şahsiyetine saldırılmasıdır. İki seçimlik hareketin, ceza yaptırımı bakımından farkı bulunmamaktadır. Ancak suçun somut olgu veya fiil isnadı suretiyle işlenmesi durumunda; isnadın ispatı (TCK m.127), iddia ve savunma dokunulmazlığı (TCK m.128) hukuka uygunluk nedenlerinden yararlanma olasılığı varken, suçun sövmek suretiyle işlendiği durumda bu müesseseler gözetilmez.

Hakaret suçunun somut olgu veya fiil isnadı biçiminde gerçekleşmesi halinde; yer, zaman ve konu olarak belirli, geçmişte veya şimdi meydana gelen, aksi ispatlanabilir bir olay isnadı bulunması gerekir. Suça konu ifade; kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek kudrette olmalıdır. İsnadın suç oluşturup oluşturmayacağı konusunda; isnat konusu kişinin, toplumdaki konumu, medeni durumu, sosyal yaşantısı gibi kişiye özel hususlar gözönünde bulundurulmalıdır.

Diğer seçimlik hareket sövmek suretiyle onur, şeref ve haysiyete saldırıdır. Sövmek fiilinin tanımı; somut bir fiil isnadı ihtiva etmeyen, herhangi bir olayla ilişkilendirilemeyen, şeref ve haysiyeti rencide eden, aşağılayan, hor gören her türlü yakıştırma olarak yapılabilir[2]. Sövme yoluyla hakaret suçunu oluşturduğu konusunda tereddüde düşülen sözcüklerin; bu suçu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesinde, bölgesel özellikler, fiilin icra edildiği bölgede o kelimelere verilen anlam, örf ve adet, fiilin işlenmesi sırasında hal ve şartlar gibi hususların dikkate alınması gerekir[3].

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 29.11.2016 tarihli, 2015/2550 E. ve 2016/18260 K. sayılı kararına göre; “hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir”.

Yargıtay 2.Ceza Dairesi 18.06.2013 tarihli, 2011/ 29991 E. ve 2013/16457 K. sayılı kararında, “yalancı köpek, şerefsiz biçimindeki sözler” hakaret olarak kabul edilmiştir.

Yine Yargıtay 23. Ceza Dairesi 12.05.2016 tarihli, 2015/15670 E. ve 2016/6288 K. sayılı kararında; asker olan sanığın karıştığı maddi hasarlı bir trafik kazasına müdahale eden polis memurlarına ‘…ben askerim, ben komandoyum, (…) ibneler, piçler’ şeklinde sarf edilen sözleri hakaret olarak değerlendirmiştir.

Yeri gelmişken belirtmek isteriz ki; “Allah belanı versin” ifadesi, gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve gerekse Yargıtay ceza dairelerince hakaret değil, beddua olarak kabul edilmektedir.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 01.04.2019 tarihli, 2017/5584 E. ve 2019/4626 sayılı kararına göre; “Olay günü sanığın, müştekilere hakaret ettiğine dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gibi sanığın müştekiye söylediğini kabul ettiği ‘Allah belanızı versin, benim çoluğumun çocuğumun ekmeğini yediniz sizin de çoluğunuzdan çıksın’ şeklindeki beddua nitelikli sözlerin, muhatapların (…) şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olduğu ve hakaret suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı gözetilmeden beraatı yerine yazılı şekilde mahkumiyetine hükmedilmesi” Kanuna aykırıdır.

Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 31.01.2017 tarihli, 2014/4-785 E. ve 2017/34 K. sayılı kararına göre; “(…) Uyuşmazlık; hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir. ... tarafından yapılan infaz koruma memurluğu mülakat sınavına katılan oğlunun mülakatı geçememesi üzerine sanığın, Adalet Bakanlığı'na hitaben yazdığı dilekçedeki ‘... mülakat imtihanında yapılan haksızlığı yapanın Allah belasını versin, çoluk çocuğu hayır görmesin, ömür boyu sürünsün, ... adalet bu ise adalet olmaz olsun, adaleti böyle kullananın Allah belasını versin, haksızlık yapanları kahretsin, ömür boyu sürüm sürüm sürünsün, mazlumların haklarını ondan alsın, ... çocuğumun hakkını yiyenlerin en büyük musibetler başına ve çocuklarına gelsin, ...’ şeklindeki ifadeleri, beddua niteliğinde, nezaket dışı, kaba ve rahatsız edici sözler ise de, komisyon üyelerinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması sebebiyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir”.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 12.04.2010 tarihli, 2008/10995 E. ve 2010/4198 K. sayılı kararında ise, Sanığın, mahkeme hakimine hitaben ‘Allah belanı versin, adalet mülkün temeli değildir’ şeklinde söz söylemekten ibaret eyleminin bir bütün halinde kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturacağı değerlendirmesinde bulunmuştur.

Ancak belirtmeliyiz ki; yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 12.04.2010 tarihli kararı, konu hakkında yerleşik içtihat dikkate alındığında istisnai bir özellik taşımaktadır. Yargıtay; “Allah belanı versin” gibi beddua içeren sözleri hakaret değil, kaba söz, tanrısal ceza dileme anlamı taşıdığını kabul etmektedir.

Kullanılan ifadenin hakaret suçunu oluşturup oluşturmayacağı, her bir somut olayda durum, yer ve zaman, mağdurun kişiliği, toplumdaki saygınlığı gibi kriterlere göre değerlendirildiği ileri sürülebilir. Nitekim Yargıtay’ın “kaba söz” ve “hakaret” ayırımına bakıldığında; yukarıda bahsedilen unsurların bir bütün olarak, suça konu eylemin, somut olayın özellikleri göz önünde bulundurularak, mağduru rencide edebilecek boyutta olup olmadığı, toplum değerleri, örf-adet ve yerleşik kabullere göre ele alındığı görülmektedir.

İsnadın mağdura yöneltilmiş olması gerekmektedir. TCK m.126’ya göre; Mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem isim belirtilmiş, hem de hakaret açıklanmış sayılır”. Fail; hakaret ettiği kişiyi doğrudan belirtmese dahi, suçun mağduru tereddüde yer vermeyecek şekilde tespit edildiği takdirde suç oluşmuş sayılacaktır. Bu hüküm uyarınca; suçun oluşması için mağdura yönelik belirleme ve sınırlama yeterlidir, ayrıca failin, mağduru veya mağdurları tanımasına gerek yoktur. Suçun bir topluluğa karşı işlenerek gündeme geldiği halde ise; mağdurun kim olduğu, suçun gerçekleşip gerçekleşmediği konularında belirsizlik olabilir.

Bu konuda hakaret suçunun muhatabı kişi topluluğu ne kadar geniş olursa olsun, mağdur belirlenebilmekte ise, hakaret suçu oluşur ve topluluğun her üyesi de mağdur sıfatı taşıyacağından, şikayet hakkını kullanabilir ki, bu durumda TCK m.43/2 tatbik edilecektir. Örneğin; belirli bir okulun öğretmenlerini hedef alan hakaret fiillerinde mağdur belirlenmiş sayılır[4]. Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; TCK 125/1’in son cümlesi uyarınca, mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılması için, fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek, yani birlikte veya dağınık şekilde üç kişiye hakaret içeren sözün aktarılması gerekir.

Kanaatimizce; sövme teşkil eden sözün, o kişinin performansını etkilemesi, kişinin işine engel olması hakaret suçunun gerçekleşip gerçekleşmediğine bir etkisi yoktur. Sözün muhatabının bu sözden ne kadar etkilendiği, iş performansının veya çevresinde bulunan kişilerin iş performansının etkilenip etkilenmediği suçun oluşumunda önemli değildir. Sövme fiili kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır. Aksi yorum TCK m.2’de düzenlenen “suçta ve cezada kanunilik” kuralının ihlaline yol açacağı gibi, hükmün ruhuna ve kanun koyucunun amacına da aykırıdır.

Bununla birlikte; Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin yukarıda yer verdiğimiz 01.04.2019 tarihli kararında, “AİHM, kamu görevlilerine karşı yapılmış hakaret içerikli ifadelerle ilgili bir başvuruda, başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun sözkonusu görevlinin performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike meydana getirip getirmediğini incelemektedir.” tespitine yer vererek, hakaret içerdiği iddia edilen sözün mağdurun iş performansını etkileyip etkilemediği konusunda, bunun kamuoyu nezdinde güven kaybına yol açıp açmadığına bakılması gerektiğini, yoksa o somut olayda mağdurun performansının etkilenmesinin doğrudan hakaret suçunun kabulü için yeterli olmayacağına işaret edilmektedir. Esas itibariyle, performans ile söylenen bir sözün hakaret oluşturmadığının doğrudan bir ilgisi yoktur. Ancak hakaret içeren sözün muhatabı kamu görevlisi olduğunda; kamu görevlisi olmayan bir mağdura göre kamu görevlisi olan mağdurun daha az gözetileceği (koruma göreceği), yani söylenen sözün hakaret oluşturması, mağdur aleyhine daha az tolerans gösterilmesi gerektiği konusunda “performans” kriterinin benimsendiği anlaşılmaktadır.

Hakaret suçunun; prensip olarak neticesi harekete bitişik olduğu ani suç karakteri taşıması nedeniyle, suça teşebbüse elverişli olmadığı ileri sürülebilir ki, icra hareketlerinin kısımlara bölündüğü durumlarda teşebbüsten bahsedilebilir. Örneğin; hakaret içeren bir mektubun muhatabına ulaşmadan kaybolmuşsa veya bir başkası tarafından bulunup muhatabına ulaşmasının engellenmesi durumunda hakaret suçuna teşebbüs ettiği düşünülebilir.

Hakaret fiilinde suçun manevi unsuru failin suç işleme kastının varlığıdır. Failin hangi saikle hakaret ettiği önemli olmayıp, hakaret suçunun işlenmesinde özel kast aranmaz. Önemli olan, söylenen sözün somut olayda taşıdığı anlam ve mağdurun kişilik haklarına rencide etme sınırına ulaşıp ulaşmadığıdır. Buna da; hakaret içerdiği ileri sürülen yazı veya sözün söylendiği yere, zamana ve somut olayın özelliklerine göre, TCK m.125/1’de gösterilen iki seçimlik hareketten birisi ile örtüşmesi şartıyla, tipe uygun fiilin gerçekleştiğine, bu kabulün de “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine uygun olduğuna tespiti yapacak olan yargı mercii karar verecektir.

Hukuka aykırılığı kaldıran, hakaret suçuna özgü ve bu suçla ilgili incelenmesi gereken haller; TCK m.128’de düzenlenen; uluslararası sözleşmeler, Anayasa m.36 ve m.74’de yer alan hak arama, savunma ve dilekçe hakları kapsamında koruma altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı, bu suça özgü olarak Anayasa m.39’da ve TCK m.127’de düzenlenen isnadın ispatı, kaynağını Anayasa m.26’dan alan eleştiri hakkı, İHAS m.10’da ve Anayasa m.26’da koruma altına alınan ifade hürriyeti ve yine Anayasa m.26 ila 32’de düzenlenen haber verme ve alma hakkıdır.

İddia ve savunma dokunulmazlığı; somut olgu veya fiil isnadının, yalnızca mahkemelere yapılan başvurularda değil, aynı zamanda idari mercilere yapılan başvurularda da hakaret suçunun hukuka aykırılığını kaldırır. Ancak bu durumda dahi, iddiaların gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir. Özellikle ihbar ve şikayet hakkının kullanılmasında; belirli kimselere, suç oluşturan bir fiilin yüklenmesi şikayetin doğal bir sonucudur. Mahkemede kullanılan ifadeler, dilekçelerde bulunan sözcükler, olayla ilgili olması ve hakimi ve mahkemeyi tahkir edici olmaması koşuluyla iddia, savunma ve hak arama hürriyetlerinin koruması altındadır. Ancak kullanılan ifadelerin gerçek olaylarla bağlantılı ve en azından görünüşte doğru olması gerekir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.10.1998 tarihli ve 4225/316 K. sayılı kararına göre; Sanık avukatın temyiz dilekçesinde, müvekkilin mahkumiyetine karar veren hakimi kastederek, ‘…mahkeme beraat kararı vermesi gerekirken 10 günlük tazyik hapis cezası verdi. İnsan hukukçuluğundan utanıyor. Şu karar yurtdışında basına verilse bizi Afrika kanunları ile idare ediliyoruz zannederler. Hayret…! İstanbul vilayetindeki bir mahkeme hukukun inceliğini nasıl bilemez, bunu anlamak mümkün değil ve yine eyvah…,’ demek suretiyle katılanı küçük düşürdüğü açıktır. Dilekçede yer alan bu sözlerin dava ile ilgisi ve yararı yoktur. Savunma hududu aşıldığından, hakareti oluşturan bu sözler nedeniyle sanığın savunma dokunulmazlığından yararlanması olanaklı değildir”. 20.10.1998 tarihli YCGK kararına katılmadığımızı belirtmek isteriz. Kararda; eleştiri ve düşünceyi açıklama hakkının kapsamında bulunan iddia ve savunma dokunulmazlığının sınırı fail aleyhine fazlaca daraltılmış, Mahkemenin kararına karşı sızlanma ve ağır eleştiri niteliğindeki kişisel değer yargısı, hakaret suçu olarak değerlendirilmiştir. YCGK kararı şu an için güncelliğini yitirmiştir. Nitekim Yargıtay güncel kararlarında; kişisel değerlendirmelerin, açıkça sövme veya somut olgu isnadı taşımadığı sürece, ne kadar sarsıcı olursa olsun hakaret suçunu gündeme getirmeyeceğine, bu tür ifadelerin ağır eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 4.4.2019 tarihli, 2018/5959 E. ve 2019/6788 K. sayılı kararına göre; “Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nisbi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kişilere yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir”.

Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 03.04.2019 tarihli, 2017/3071 E. ve 2019/6713 K. sayılı kararına göre; "Sanığın, hastanede bulunduğu sırada ‘İnsan değil misiniz, görmüyor musunuz, beni zorla tutuyorlar, Allah'ınız kitabınız yok mu sizin’ biçimindeki sözlerin, kendisine yapılan muameleye ilişkin neden çözüm getirilmediğinin irdelemesi amacına yönelik nezaket dışı kaba hitap tarzı olup, sövme, somut bir fiil ya da olgu isnadı olarak kabul edilemeyeceği, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurları oluşmadığından, sanığın beraati yerine hükümlülük kararı verilmesi, Kanuna aykırıdır”.

İsnadın ispatı, hakaret suçuna özgü olarak düzenlenmiş bir hukuka uygunluk nedenidir. Anayasa m.39’da, kamu görevinde bulunan kişilerin görevleriyle ilgili yapılan isnatlarda, isnatta bulunan kişinin isnadı ispat etme hakkı düzenlenmiştir. TCK m.127’de bu hak; hakaret suçu için özel olarak, herkes için düzenlenmiş, ancak bu hakkın kullanılması isnadın doğruluğunun ispatında kamu yararı bulunması ve hakaret edilenin ispata rıza göstermesi şartlarına bağlanmıştır.

Yine haber verme hakkı; hakaret suçuyla gündeme gelmesi muhtemel diğer bir hukuka uygunluk nedenidir. Bu hak Anayasanın m.28/2’de korunmuştur ve esasında düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin devamıdır. Haber verme hakkı basın özgürlüğünün unsurları arasında yer alır. Bu hakla ilgili önemli bir husus; haberin doğru veya gerçek olmasıdır. Gazetecilerin; cumhuriyet savcının veya kolluğun yapması gerektiği ölçüde araştırma yükümlülüğü olmasa dahi, yaptıkları haberin somut verilere dayanması ve hakkında gerekli araştırmaların yapılmış olması gerekir. Bu konuda diğer bir unsur haberin güncel olmasıdır. Son olarak, haberin içeriğinde kamu yararı bulunmalıdır. Bu unsurları taşımayan hakaret suçunu oluşturduğu tartışılan bir haberin, haber verme hakkından dolayısıyla bu hukuka uygunluk nedeninden yararlanması düşünülemez. Bu suçla ilgili özellik gösteren bir diğer husus; hukuka uygunluk nedenlerinden ilgilinin rızasıdır. Kişinin mutlak surette tasarruf edebileceği bir hak konusunda verdiği rıza kural olarak geçerlidir. Kamu görevlileri bakımından; kamu görevlisinin, kamu idaresini temsil etmesi nedeniyle, bu sıfatıyla ilgili durumlarda hakaret suçuna ilişkin rızasının geçerli olmayacağı açıktır. Kaynağını Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde yer alan eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü, bu suçun sınırlarını çizmesi bakımından oldukça önemlidir.

İfade ve düşünceyi açıklama hürriyetlerinin; kamu görevlilerine karşı kabul edilebilir sınırlarının ortaya konulmasında, eleştiri hakkı ve ifade hürriyetinin, hakaret suçu ile sınırlarının, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Yargıtay kararları ışığında iyi belirlenmesi, ikisinin birbirinin alanını fazlaca daraltmamasına dikkat edilmesi gerekir.

Bu konuyla ilgili, Yargıtay 4.Ceza Dairesinin, 04.02.2014 tarihli, 2013/3926 E. 2014/3253 K. sayılı kararına göre; (…)Suçu oluşturan eylem bakımından failin ifade hürriyeti, mağdur yönünden ise onur, şeref ve saygınlığı ile din, vicdan ve kanaat hürriyetine ilişkin temel kişilik hakları çatışmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü, sözü edilen karşılıklı hakların dengelenmesini gerektirmektedir. Ancak, ileri sürülen bir düşünceyle bağlantısı bulunmayan, esasında düşünce açıklaması vasfında da görülemeyen sövme niteliğindeki fiillerin ifade özgürlüğünden yararlanamayacağı açıktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), içtihatlarında Sözleşme bağlamında ulusal üstü insan hakları hukukunu yorumlarken, kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmalarının zorunlu olduğunu (AİHM Busuioç-Moldova kararı, 2004, prg. 64), bununla birlikte görevlerini yerine getirirken icra ettikleri eylem ve sözlerine yönelik eleştirilere karşı daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiğini (bkz; AİHM Steur-Hollanda kararı, 2003, prg. 39) belirtmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ayrıca, fiil isnadına dayanmayan ve ispat gerektirmeyen değer yargılarından ibaret sözlerin sarsıcı olsa bile eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceğini kabul etmektedir (bkz; AİHM Hriko- Slovakya kararı, 2004, prg. 40, 45; Jeruselam-Avusturya kararı, 2001, prg. 44; Sokolowski-Polonya kararı, 2005, prg. 47; Paturel-Fransa kararı, 2005, prg. 37; Harris/Boyle/Bates/Buckley, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Ankara 2013, sy.518-520)”.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.07.2001 tarihli, 2001/9 E. ve 2001/312 K. sayılı kararına göre; “Bir eylemin hukuk düzeni tarafın cezalandırılması ancak onu hukuka uygun kılan, diğer bir anlatımla, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmayan bir nedeninin bulunmasına bağlıdır. Bu bağlamda hakaret ve sövme suçlarında hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan ve düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün vasıtalarından olan eleştiri hakkının üzerinde durulmalıdır(…) Demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, yaptıkları faaliyetleri değerlendirmek ve eleştirmek kaynağını Anayasadan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur”. Anayasada korunan ifade ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinin, kamu görevlilerini yaptıkları iş dolayısıyla eleştirme hakkını da kapsadığı şüphesiz olmakla beraber suça konu ifadelerin aşağılayıcı, rencide edici, toplum nezdinde saygınlıklarına zarar verici, küçük düşürücü nitelikte olması kabul edilemez.

Diğer yandan Yargıtay 2.Ceza Dairesi 05.06.2013 tarihli, 2011/277796 E. ve 2013/14826 K. sayılı kararına göre; (…)bunun üzerine katılanlara bağırdığının kabul edildiği olayda, sanığın davranışlarının nezaket sınırlarını aşsa bile yapılan uygulamaya yönelik bir sızlanma niteliğinde olduğu, suç işleme bilinç ve iradesi ile söylendiğinin kabul edilemeyeceği, bu nedenle atılı suçun unsurlarının oluşmadığı nazara alınarak sanığın beraatına karar verilmesi gerekirken(…)” ifadenin kamu görevlisini rencide edici, küçük düşürücü ve tahkir edici boyutlara ulaşmadığı durumlarda, kişilerin belli bir ölçüde kamu görevlilerini eleştirme hakkı kabul edilmektedir.

İHAM ve AYM; kamu görevlilerinin kabul edilebilir eleştiri sınırını, sade vatandaşlar gibi görmese de, siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş olmadığını, kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerektiğini, bunun ise kamu görevlilerini asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabileceğini vurgulamaktadır.

Aşağıda emsallerine yer verdiğimiz kararlarda; siyasi kimliğinden bahisle, sade vatandaşa göre tahammül sınırı daha geniş olan ve katlanma yükümlülüğü daha fazla olan politikacılar için öngörülen içtihadın, “kamu görevlisi” sayılanlar için aynı derecede geçerli olmadığı kabul edilmiş olup, başvuru konusu kararlarda ifade hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

İHAM’ın 21.01.1999 tarihli ve 25716/94 sayılı Janowski/Polonya kararında; memurların söz ve davranışını, politikacılar kadar geniş bir şekilde kamu denetimine açmadığı kabul edilmiş, memurların görevlerinde başarılı olmaları için, görevlerini yaptıkları sırada sözlü saldırılara karşı korunmaları gerektiği belirtilerek, emsal yargı kararıyla “kamu görevlisi” sayılan Belediye Başkanı müşteki bakımından, politikacılar kadar geniş bir tahammül sınırının öngörülemeyeceği ve katlanma yükümlülüğünün arttırılamayacağı kabul edilmiştir.

“Kamusal yetki kullanan görevliler” bakımından inceleme yapan AYM’nin 16.07.2014 tarihli ve 2012/1184 başvuru numaralı Nilgün Halloran kararında;

Bireyin (somut olayda Üniversitede profesör olan kişinin) manevi varlığının korunması hakkından faydalanabilmesi için; itibarına yönelen saldırının, belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkından şahsen yararlanmasına zarar verici nitelikte olması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucunun tazminat davasına konu sözlerinde geçen “aşağılık” kelimesinin ise; günümüzde “bayağılık”, “adilik” gibi “düşük nitelikli olma” anlamlarında kullanıldığını kabul ederek, kamusal yetki kullanan görevliye karşı söylenen bu ibarenin, ifade hürriyetinin sağladığı korumadan faydalanamayacağına, başvurucunun ifade hürriyetinin ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

Emsal kararlarla desteklediğimiz üzere; politikacılar için öngörülen geniş tahammül sınırı, katlanma yükümlülüğü ve kabul edilebilir eleştiri sınırı, kamu görevlileri için öngörülmemiştir. Kamu görevlileri; söz ve davranışlarını politikacılar kadar geniş bir şekilde kamu denetimine açmadığı gibi, görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için, görevlerini yaptıkları sırada sözlü saldırılara karşı korunmaları gerekir.

Bu suç için düzenlenen ağırlaştırıcı nedenler TCK m.125/3-4 e göre;

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, üçte biri oranında artırılır.

TCK 125/4 e göre; hakaretin alenen işlenmesi durumunda ceza altıda bir oranında artırılacaktır. TCK bağlamında aleniyetin tanımıyla alakalı bir takım tartışmalar olmakla beraber, Yargıtay CGK. 05.12.1966 gün 276/456 kararında; “Hakaretin herkesin girip çıkması nedeniyle herhangi bir kimsenin duyup işitebileceği yerde yapılması halinde” aleniyetin bulunduğunu belirtmektedir. TCK 125/3-a ya göre suçun kamu görevlisine karşı işlendiği durumda öncelikle kamu görevlisinin tanımına bakıldığında; TCK m.6’da bulunan tanımıyla; “kamu görevlisi deyiminden, kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi” anlaşılır. Burada dikkat edilmesi gereken; hakaretin kamu görevlisine, görevinden dolayı edilmesi gerektiği, görevinden dolayı kavramından da Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 23.09.2008, 4-180/205 sayılı kararına göre; “yapılan kamu görevi ile hakaret arasında nedensellik bağının bulunması gerektiği” anlaşıldığıdır. Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret edilmesi nitelikli haldir; ancak bu durum, kamu görevlisine hitaben söylenen ve ağır eleştiri niteliği taşıyan her sözün hakaret suçunu oluşturacağı şeklinde anlaşılmamalıdır. Nitelikli hal; suçun kamu görevlisine karşı daha kolay işlenebileceğine değil, cezanın alt sınırının en az bir yıl olacağına işaret etmektedir (TCK m.125/3-a). Bir başka ifadeyle; suçun unsurları bakımından kamu görevlisine veya bir başka kişiye karşı işlenmesi bakımından fark bulunmamaktadır. Hatta hakaret suçunun kamu görevlisine karşı işlenmesi sıradan insanlara göre daha zordur, yani kamu görevi ifa edenin tahammül sınırı daha fazla olmalıdır. Nitelikli hal olarak kabul edilen kamu görevlisine karşı işlenen hakaret suçu, faile uygulanacak ceza miktarının alt sınırını etkileyecektir.

Yukarıda anlatılanlardan hareketle örneğin; bir kamu kurumunda çıkan tartışmada, çalışan kamu görevlilerinin hepsini kapsayacak bir şekilde “mal” ifadesinin sarf edilmesinin, örneğin, “hepiniz malsınız” veya “mal mal ne bakıyorsunuz?” sözlerinin hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığı, “mal” kelimesinin cümle içinde ifade ediliş tarzına göre, bu kelime soyut olarak kullanıldığında sövme ve bir olgu isnadını içerdiğinde de hakaret olarak nitelendirilebilecektir. Ayrıca, fiilin suç teşkil edebilmesi için kişinin şeref ve saygınlığını rencide edebilecek kudrette ve bu bakımdan elverişli olması gerekmektedir. “Mal” kelimesinin kullanıldığı yere, zamana ve duruma göre sövme sayılıp sayılmayacağı belirlenmeli, bu noktada somut olayın özellikleri gözönünde bulundurulmalıdır. “Mal” kelimesinin örnekte; TDK’da yer alan; bayağı, aşağılık, kötü kimse anlamıyla kullanıldığı tartışmadan uzaktır. Her bir kelimenin kullanıldığı bağlamda hakaret suçunu oluşturup oluşturmadığının, somut olaya göre incelenmesi gerektiğinin kabulü göz önünde bulundurulmakla beraber, Yargıtay 4.Ceza Dairesi’nin 26.02.2008 tarihli, 2006/9708 E. ve2008/1877 K. sayılı kararı göre; “sanığın katılan Belediye başkanına yönelik olarak(…)’utanmadan başkasının yaptığını kendisine mal adam’ sözcüklerinin yer aldığı ve ‘mal’ ile ‘adam’ kelimeleri arasında belirgin bir boşluk bulunduğu, sanık tarafından dosyaya sunulan belge aslında ise bu boşluğa ‘eden’ ibaresinin sıkıştırılmış olduğunun anlaşılması karşısında, iletinin, muhatabı ve başkaları tarafından okunduğunda ‘mal adam’ vurgusunu içerdiği gözetilmeden (…) beraata hükmolunmuştur”. Görüldüğü üzere mal kelimesinin bir kamu görevlisine sarf edildiği olayda, Yargıtay bu ifadenin hakaret suçunu meydana getirebileceği yönünde karar vermiştir.

Örnekte; “mal” kelimesinin sövmek anlamında kullanıldığı ve ifade hürriyeti çerçevesinde değerlendirilemeyeceği, değer yargısı bağlamında düşünüldüğünde ise sözkonusu ifadenin somut bir davranış veya söze karşı gösterilen tepki olarak ifade edildiğinin kabul edildiği takdirde dahi; kişisel değer yargısı olarak, kamu görevlerinin eylem ve sözlerine karşı gösterilen tepki, sızlanma, minvalinde olmadığının açık olduğu, hakaret kastının bulunduğu, bu nedenlerle somut olayda sarf edilen sözlerin ne ifade hürriyeti ne de düşünceyi açıklama hürriyetinin kapsamında olan eleştiri hakkı kapsamında değerlendirilebileceği açıktır.

Failin “mal gibi ne bakıyorsun?” veya “aptal aptal bakma” dediğinde sövme, yapılan bir iş veya hazırlanan bir dilekçe üzerinden “mal gibi iş yapmışsın” dediğinde ise somut olgu isnadı gündeme gelecektir. Bu tartışma sırasında açıklanan; kaba olmakla birlikte kişisel bir değerlendirme olduğunda, ifadenin sert/ağır eleştiri kapsamında değerlendirilmesi gündeme gelebilir.

Diğer bir görüşe göre; sarf edilen ifadenin kişisel bir değer yargısı olması, alınan hizmetten duyulan memnuniyetsizliği göstermesi ve bu ikisi arasında illiyet bağı olması halinde, söylenen sözlerin eleştiri sınırı içinde kaldığı söylenebilir. Örneğin; bir raporun değerlendirilmesi amacıyla yapılan tartışmalı toplantıda veya derste sorulan soruya verilen cevapta, “öyle aptal aptal konuşma” veya “sen aptal mısın ya” denilmesi, somut olgu veya fiil isnadı değil, kişisel değerlendirme olarak kabul edilip, hakaret suçu sayılmayabilecektir.

Bir duruşmada, avukata hitaben “açıkça sahtekarlık yapmaya çalışıyorlar” ifadesi hakaret suçunu oluşturur mu? Burada; “açıkça sahtekarlık yapmaya çalışıyorlar” ifadesi genel nitelikte olup, doğrudan avukatı değil de, “karşı taraf” sıfatı ile söylendiğinden, ortaya koyulan iddiayı veya savunmayı desteklemesi şartıyla, iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığından, hakaret suçunu oluşturmayacak, bir hukuka uygunluk sebebi veya kaba hitap tarzı veya ağır eleştiri sayılacaktır. Ancak söylenen söz “açıkça sahtekarlık yapıyor” veya “sen sahtekarsın” şeklinde söylenip de doğrudan avukatı hedef almışsa, bunun iddia ve savunma dokunulmazlığı korunması kapsamında görülmesi zorlaşabilir ki, bu konuda somut olayın özelliklerine bakılması isabetli olacaktır.

Sanığın duruşma salonunda savcılara hitaben “sahtekarlık yapmış bu savcılar” şeklinde söylediği söz, sövme veya somut olgu isnadı kapsamında gerçekleşmediği, örneğin dosyada bulunan bir belgede veya delilde tahrifat yapıldığı takdirde, hakaret olarak değerlendirilmeyecektir. Ancak görevini ifa eden bir kişiye söylenen “sen sahtekarsın”, veya “sahtekarlık yapıyor” ifadesi, Anayasa m.39 ve TCK m.127’de öngörülen şartlar gerçekleşmediği halde, hakaret suçunu gündeme getirebilecektir.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 25.06.2013 tarihli, 2013/4514 E. ve 2013/20257 K. sayılı kararına göre; “(…) Sanığın, davacı vekili olarak katıldığı boşanma davasının duruşması öncesinde mahkeme hakimine müvekkili ile görüşüp görüşmediğini sorduğu, ‘görüştüm, bana bir babalık yap diye ricada bulundu, ben de tamam dedim’ cevabı verilince sanığın da katılan hakime; ‘siz benim müvekkilimle kapalı kapılar ardında görüşmüşsünüz. Bu şekilde görüşemezsiniz. Mahkeme hakimi olarak sizin duygularınız hakimliğin önüne geçmiştir, siz her çalıştığınız yerde şaibeli olarak çalışmışsınız, sizi Adalet Bakanlığına şikayet edeceğim’ dediği şeklinde kabul edilen eylemin yargı otoritesini sarsmayı veya tarafsızlığı bertaraf etmeyi hedef almayıp, katılanın müvekkili ile kendisi olmadan görüşmesini meslek etiğine aykırı olarak değerlendirerek, katılanın önceki çalıştığı yerde geçirdiği soruşturmayı hatırlatma şeklinde eleştiri ve şikayet hakkı kapsamında görülmesi gerektiği nedenleriyle atılı hakaret suçu öğelerinin oluşmadığı gözetilmeden, mahkumiyet hükmü kurulması, Yasaya aykırıdır”.

Belirtmeliyiz ki; bir sözün veya yazının hakaret içerip içermediği, somut olayın özelliklerine, söyleyen şahıs ile mağdur arasında irtibata, mağdurun sıfatına, söylendiği yere, sırf sövme maksatlı olup olmamasına göre değişkenlik gösterebilecektir. Bu konuda net kriterler koyulamaz, somut bir olayla ilgili kişisel değerlendirme veya somut olgu isnadı sayılan hakaret ile soyut küfür denilebilecek sövme fiilleri, bu Ceza Kanunu döneminde aynı maddede ele alınmıştır. Elbette sövmenin hakaretten farklı olarak, bir kaba söz veya ağır eleştiri olarak kabulü zordur. İlgisiz bir biçimde söylenen “sen malsın”, “öküz gibi ne bakıyorsun”, “hıyar mısın oğlum sen” gibi sözler, eğer somut bir olayla ilişkilendirilip kişisel değerlendirme veya somut olgu isnadı biçiminde söylenmemişse, bu durumda kaba söz veya ağır eleştiriyi aşan sövmeden bahsedilebilir. Çünkü TCK m.125’in kabul biçimi ile sövme yalnızca küfür içerikli sözlerden ibaret değildir. Söylendiği yere ve somut olayın özelliklerine göre “kaba söz” veya “ağır eleştiri” olarak kabul edilebilecek bir kelime veya cümle pekala TCK m.125/1’de unsurları gösterilen sövme suçunun gerçekleşmesine sebebiyet verebilecektir.

Örneğin; bir ders veya konferans veya toplantı sırasında tümü ile şahsi etkileşimden kaynaklanan veya hiçbir tartışmanın yaşanmadığı bir durumda sırf hal ve hareketlerinden veya duruşundan duyduğu rahatsızlıkla söylenen çirkin sözler, hakaret değil, bir maddi mahsusu içeren hakaret değil, soyut hakaret, yani sövme olacaktır.

Yine örneğin; bir illiyet bağı içerecek biçimde amirin çalışanını hırsızlıkla suçlaması, hakaret olmayabileceği gibi, bir denetim veya görülen iş sırasında çalışanına duyduğu kızgınlıkla söylenen “hırsız”, “öküz” veya “hıyar” ibareleri sövme suçunu oluşturabilecektir. Hakarette söylenen söz ile mağdur arasında bir illiyet bağı vardır, fail bir sebebe dayalı o sözü söylemişse, ancak söylenen sözde ağır eleştiriyi içeren kişisel değerlendirmenin ötesine geçilmişse, somut olgu isnadında bulunulmuşsa ve bu noktada da failin hakaret kastı varsa, TCK m.125/1’de düzenlenen hakaret suçu oluşur. Sövmede ise durum nettir; hakaret içerdiği iddia edilen söz ile mağdur veya bir hadiseden kaynaklanan tartışma arasında veya gereklilik olmaksızın, durup dururken veya söylenmemesi gerektiği halde fail mağdura küfreder veya kötü söz söyler. Maalesef; Türk Ceza Hukuku’nda hakaretin ve sövmenin suç sayılması, bunların yalnızca maddi ve manevi tazminatla Özel Hukuk kapsamında değerlendirilmemesi, ifade hürriyeti kullanıldığından bahisle hakaret veya sövme içerebilecek sözlerin suç kapsamından çıkarılma çabası işleri zorlaştırmaktadır. Bu da, neticede birbirini etkilememesi gereken ceza ve tazminat dosyalarının sonuçlarına tesir edebilmektedir. Bir başka ifadeyle; hakaret suçundan verilen bir kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya beraat kararı, bu sözle ilgili açılan tazminat davasını etkilememesi gerekirken, etkileyip suçun oluşmadığı yönünde temel delil sayılabilmektedir. Bu yanlıştır, çünkü her suç hukuka aykırı olduğu halde, her hukuka aykırılık suç değildir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------------------------

[1] Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Özel Kısım, 2005, sf.99.

[2] Artuk-Gökçen-Yenidünya, Türk Ceza Hukuku Şerhi, Adalet Yayınevi 2.Baskı, sf.4353, Dipnot 872.

[3] Artuk-Gökçen-Yenidünya, Türk Ceza Hukuku Şerhi, Adalet Yayınevi 2.Baskı, sf.4354, Dipnot 878.

[4] Artuk-Gökçen-Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi 2.Baskı, s.243