GİRİŞ

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenen zilyetlik, bir kişinin herhangi bir şeyi fiili hâkimiyetinde bulundurmasıdır. Bir şey üzerinde kurulan fiili hâkimiyet veya kudret alanı içinde bulundurmak yeterlidir. Bazı durumlarda bazı kişiler zilyetliği haksız şekilde elde bulundurmakta ve gerçek hak sahibi bu duruma ilişkin mağduriyet yaşamaktadır. Bu çalışmadaki alanımız haksız zilyetliğin iadesine ilişkindir. Çalışmanın ilk bölümüne zilyetliğin iadesine ilişkin durumların ne şekilde olduğu açıklanmıştır. Bu başlık altında hem iade yükümlüsü açısından hem de iade talebinde bulunan açısından getirilen düzenlemelere ilişkin açıklamalarda bulunulmuştur. Çalışmanın ikinci bölümünde ise haksız zilyedin ne şekilde sorumluluğu olduğu üzerinde durulmuştur. Haksız zilyet kavramı altında iyiniyetli zilyedin nasıl olduğu, özelliklerinin neler olduğu ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra kötü niyetli zilyedin de tanımına yer verilmiş olup, bu niteliklerinden bahsedilmiştir. Sebepsiz zenginleşmeye ilişkin durumlar da bu bölümde değerlendirilerek ele alınmıştır. Bunun yanı sıra çalışmamızın son bölümünde malikin gider sorumluluğunun üzerinde durulmuştur. Giderin nelerden oluştuğu ve giderlerden kaynaklı malikin hangi haklarının olduğundan da bu bölümde bahsedilmiştir.

BİRİNCİ BÖLÜM

ZİLYETLİĞİN İADESİNE İLİŞKİN DURUMLAR

I. ZİLYETLİĞİN İADESİNE İLİŞKİN DURUMLAR

Zilyetliğin iadesine ilişkin mevcut düzenleme Medeni Kanun’un 993-995. maddelerinde düzenlenmiş olup, yer alan bu düzenlemenin uygulanması için hukuksal olgunun mevcut olması gerekir. Bu duruma ilişkin iki şartın gerçekleşmesi gerekir: Zilyetliğe konu olan nesnenin olması ve iade talebinde bulunulmasıdır. Söz konusu iade talebi ayni hak neticesinde ya da tercih edilmesi sonucunda üstün bir hakkın varlığı neticesinde meydana gelir[1]. Bu taleple birlikte iadeye konu olan objeye ilişkin talep hak sahipliğini iddia eden kişi tarafından öne sürülecektir. İade talebinin karşı tarafı da nesne üzerinde zilyetliği devam ettiren fakat bu zilyetliği herhangi bir nedene dayanmayan kişidir. Böyle durumlarda zilyetliği elinde bulunduran kişi hak sahibi olmadığı için haksız zilyet olarak adlandırılır[2] ve zilyedi olduğu şeyi iade etmesi gerekir.

Taraflar arasında görülen hukuki ilişki uyarınca tarafların maddi menfaatleri de göz önünde bulundurulmuştur. Bu durumda iade talebine neden olan objenin iadesi ve zilyetlik nedeniyle hak talebinde bulunan ve zilyetliği elinde bulunduran arasında iade talebinin yanı sıra diğer yan taleplerin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu yan talepler neticesinde, zilyetliğin haksız şekilde söz konusu olması nedeniyle tarafların değişen ekonomik dengelerinin de eşitlenmesi sağlanacaktır. Bu şekilde, taleplerin TMK’da yer alan düzenleme doğrultusunda talep edilebileceği ve yan taleplerin de zilyetlikle birlikte öne sürülebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin amacı, zilyetliğin hak sahibi olmayan kişide bulunması nedeniyle ortaya çıkan zararların telafi edilmesine yöneliktir[3].

Taraflar arasında ortaya çıkan bu duruma ilişkin bozulan menfaat dengesini sağlamak amacıyla bu şekilde bir düzenlemeye sahip olan TMK, zilyetliğin asıl sahibine devredilmesi ve gerekli tasfiyenin yapılarak bu durum sonucunda meydana gelen zararı karşılamaya yönelik hükümler içerir. TMK’nın bu duruma yönelik hükümlerinin gerçekleştirilmesi amacıyla her iki olgunun da göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması gerekir. İade talebini kimin hangi gerekçeyle yaptığı ve bu duruma ilişkin hukuki temelin ne olduğuna ve bu temelin kime karşı ileri sürülebileceğine yönelik gerekli durumun belirlenmesi yerinde olacaktır[4]. Bu durumun belirlenmesinde esas olarak zilyetliğin haksız zilyetlik nedeniyle mi yoksa iyi niyete dayanan bir düşünceden dolayı mı ileri sürüldüğünün ortaya konması esastır.

1. İade Yükümlüsü Açısından

Zilyetliği iade edecek kişiye ilişkin göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, zilyetliğin bir hakka dayanmamasıdır. TMK 993-995. maddelerinde yer verilen düzenleme uyarınca, söz konusu yapılacak tasfiyede zilyetliği elinde bulunduran kişinin bu zilyetliği herhangi bir hakka dayanmaksızın elinde bulundurması gerekir. Bu durumun sonucu olarak hak sahibine zilyetliğin iadesinin sağlanmasıyla birlikte yan edimlerin de asıl hak sahibine sağlanması gerekir.

İade talebinin hukuksal dayanağına bakıldığında talebin taşınır nesnelere ilişkin olacağı ve bunun neticesinde de taşınır davasının söz konusu olacağı bilinir. Bu durum, karineye dayanarak zilyet yönünden hak karinesinin ortadan kalkmasıyla ilişkili olarak belirlenebilir.

İfade etmek gerekir ki, kendine karşı taşınır bir nesneden dolayı taşınır davası açılan kişi, bu durumda hak sahibi olduğunu iddia etmesi gerekir. Hak sahibi olduğunu ispatladığı zaman davanın reddedilmesi gerekir ve bu kişi hak sahibi olduğu iddia ettiği eşyayı kullanmaya devam eder. TMK 987. maddede yer verildiği üzere, taşınıra zilyetlik eden kimse, kendine yöneltilen iade talebine ilişkin tercih hakkına sahip olduğunu belirterek iade talebinden kaçınması da mümkündür. Bunun yanı sıra iadeye ilişkin talep taşınmazları da kapsamaktadır. İleri sürülme nedeni bir ayni hak nedeniyle ise TMK 683’de yer verilen hükme dayanarak bir talepte bulunuluyorsa, zilyedin iade talebinde bulunana karşı hakka dayanmasıyla söz konusu talebin zilyetliğin karşısında her ne kadar bir hakka dayandırılsa da yine de sonuçsuz kalmasına neden olur.

Zilyetliğin iadesine bağlı olan yan edimlerin geçerliliğini kazanabilmesi için zilyetliğin iadesinin mümkün olması ve aynı zamanda da bir gerekçeye dayanarak hukuksal açıdan talebin öne sürülmesi gerekir. Bu durum, iadesi talep edilen zilyetlikte haklı bir neden olmaması sebebiyle TMK 993-995’te yer verilen düzenlemelerin uygulanması için hukuksal olgunun belirleyicilik unsuru önem taşır[5].

Zilyetliğe ilişkin, objeyi fiilen hâkimiyet alanında bulunduran kişinin bu duruma yönelik zilyetliğinin haklı olduğunu göstermesi yani zilyetliğin şahsi ya da ayni bir hak nedeniyle ortaya çıktığını belirtmesi gerekmektedir. Haksız zilyetlikte iadeye ilişkin hükümler, zilyetliğe ilişkin taraflar arasındaki hukuk kurallarının ne şekilde uygulanacağıyla da ilgilidir. Bu duruma ilişkin hükümler yedek hukuk kuralları şeklinde anıldığından dolayı zilyetliğin hakka dayanması nedeniyle kanunda ifade edilen kuralların ortaya çıkaracağı sonuçlar nedeniyle olumsuz bir etkiye sahiptir. Tasfiyeye ilişkin hükümler ortaya konduğunda söz konusu gerçekleşmesi gereken hukuksa olgunun meydana gelmemesi de olası sonuçlardan biridir[6].

Malikin sahip olduğu obje, bir sözleşmenin kurulmasıyla birlikte başka birine teslim edildiği durumlarda mülkiyete ilişkin iade talebi meydana gelmektedir fakat bu durum sözleşme ilişkisinin devam ettiği esnada öne sürülemeyeceği[7] ifade edilir. Kanaatimizce, sözleşme ilişkisine dayanarak zilyedin sahip olduğu nesneye ilişkin kişisel olarak bulundurma durumuna yönelik davranışta bulunanan malik, sözleşme ilişkisinin kurulmasının ardından devam eden süreçte mülkiyet hakkına davranarak iade talep etmesi gerekir.

Sözleşme ilişkisine dayanarak kurulan borç ilişkisinde sözleşmenin konusu nesne başkasına teslim edildiğinde, malikin sahip olduğu mülkiyet hakkı da bunun sonucunda bu haktan yaralanması sebebiyle ortaya çıkan diğer haklardan kaynaklanan yetkiye ilişkin bir müdahelesi olmamaktadır. Bu durum, borç ilişkilerinin ayni haklar üzerinde direkt olarak etkisi olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, malikin sahip olduğu mülkiyete ilişkin haklar, sözleşme ilişkisinin devam ettiği süre boyunca etkisini gösterir ve bu yetkiye dayaranmak suretiyle iade talebinde bulunur. Kurulan borç ilişkisi nedeniyle bu yetkinin kullanılamaması, mülkiyet hakkına ilişkin iadenin gerçekleşmemesine sebebiyet verir. Ancak bu halde, malike tanınan bu hakka uygun davranılmamış olur ve bu bağlamda da hakka ilişkin aykırılıklar teşkil eder. Zilyetliğe konu olan nesneye ilişkin bu hak TMK’da düzenlendiği gibi, bunun yanı sıra yan edimler de mevzuatta yer almaktadır.

Malikle kurulan sözleşme ilişkisi nedeniyle zilyetliği kazanan, sözleşmenin sağladığı birtakım haklara da sahip olur. Ancak bu hakka ilişkin sınır aşıldığı zaman malik dilerse sözleşmeye aykırılığa gidebilir, dilerse de hakkının sınırlarını aşan haksız zilyedi bu durumdan sorumlu tutabilir. Bu durumda, birbiriyle yarışan haklar söz konusu olur. Bu yarışan haklar arasında herhangi bir çelişkinin olmadığı söylenebilir. Hakkın sınırlarını aşan kişinin, bu davranışından haberdar ise ya da bilmesi gerekiyorsa ve bu duruma ilişkin en hafif özensizliği bile varsa, kötü niyetli haksız zilyet olduğu söylenebilir[8]. Malikin, sözleşmeye aykırı davranılmasından dolayı birbiriyle yarışan haklarını kullanma hakkı ortaya çıkar.

2. İade Talebinde Bulunan Açısından

Türk Medeni Kanununda yer verilen zilyetlik hükümlerinde zilyetliğin iadesine ilşikin ortaya çıkan taleplerde meydana gelen durumlardan biri de zilyetliğin iadesine yönelik ne şekilde ve ne şartlarda talepte bulunulacağıdır. TMK’nın 993-995 hükümlerince uygulamaya yönelik bir hakka sahip olan, ilk koşulda zilyetliğe konu olan nesneye ilişkin mülkieyet hakkına sahip kişidir. İadeye ilişkin durumlarda da yine aynı şekilde TMK 993-995 hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Fakat belirtmek gerekir ki mülkiyet hakkına dayanarak talep edilen iade istemi yalnızca iadeye yönelik değildir. Ancak bu duruma ilişkin gerekli düzenlemeler mülkiyet nedeniyle ortaya çıkan hususlara ilişkin kanunda düzenlenmemiştir. Bunun yanı sıra zilyetliğin iadesine ilişkin istemde bulunan, zilyede karşı sahip olduğu hakka yönelik zilyet olabildiği gibi, önceki zilyedin de aynı talepte bulunma hakkı vardır. Bu gibi durumlarda sonraki zilyet, önceki zilyede nesneyi iade etmesi gerekir ve bu durumda da TMK 993-995 hükümleri uygulama alanı bulur.

TMK 683. maddesinin ikinci fıkrasında yer verilen hüküm uyarınca, “Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabilir.” Şeklinde ifade edilmiştir. Yer verilen bu düzenleme uyarınca mülkiyet hakkını elinde bulunduran malik, tasarruf hakkını da elinde bulundurmaktadır. Bu duruma ilişkin malikte ayni hak bulunmaktadır ve herkese karşı ileri sürme hakkına sahiptir. Malik dışında başka bir kişi bu hakkı kullanmaya çalışır ve şey üzerinde fiili hâkimiyet kurmaya çalışırsa, bu durumda malik nesnenin iadesini talep etme imkânına sahip olur. Talep neticesinde ortaya çıkan bu durum istihkak olarak adlandırılır[9].

İstihkak talebinde bulunan malik, bu talebe dayanarak mülkiyet hakkının vermiş olduğu yetkilerden faydalanma imkânı bulur. Malikin bu talebi karşısında mülkiyet hakkından faydalanarak talepte bulunabilmesi için zilyetliğinin bulunması gereklidir. Bu durumda, zilyetliği tekrar sağlayabilmek için gerçekleştirdiği edimde TMK 683’te yer alan düzenleme mülkiyet hakkının yerine getirilmesi için gereklidir ve önem arz eder.

Malikin zilyetlik talebinde bulunabilmesi, zilyetliği elinde bulunduran kişinin zilyetliğinde bulundurduğu nesne üzerinde hak sahibi olmamasıyla ilgilidir. Eğer ki zilyet, zilyetliğinde bulundurduğu nesne üzerinde hak sahibi olmuşsa ya da hak kazanmaya ilişkin bir hukuksal düzenlemeye tabi ise bu durumun malik dışında bir kişiden mi kazanıldığı yoksa doğrudan malik tarafından mı kazanıldığına ilişkin ayrım yapılması gerekir[10]. Bu durumun sonucuna ilişkin iki farklı sonuç elde edilebilir. Eğer ki zilyedin, zilyetliği kazanımı doğrudan malik tarafından kurulan hukuki ilişkiden kaynaklanıyorsa ve aynı zamanda da hukuki ilişkin geçerli olarak yapılmışsa, bu durumda nesne üzerinde kurulan zilyetliğin hakka dayandığını söylemek mümkündür. Zilyedin sahip olduğu bu durum hukuki ilişkiden kaynaklanmaktadır ve elde edilen hak ayni hak olduğundan dolayı yalnızca malike karşı ileri sürülebilir ve elde edilen bu hak kişisel bir niteliği vardır. Eğer ki zilyet, malikten bir alacağı bulunuyorsa, bu duruma dayanarak iade talebinde bulunabilmesi söz konusu olamaz[11].

İKİNCİ BÖLÜM

HAKSIZ ZİLYET SORUMLULUĞU

II. HAKSIZ ZİLYET SORUMLULUĞU

Haksız zilyedin sorumluluğunu belirleyebilmek için öncelikle iyiniyetli ve kötü niyetli olmaya ilişkin duruma yönelik tespitte bulunulması gerekir. Bu durum, haksız zilyedin nelerden ne şekilde sorumlu olduğunu belirleyecek bir unsurdur. İfade etmek gerekir ki, nesnenin iadesi açısından herhangi bir değişikliğe neden olmayacaktır. Ortaya çıkan durum nesnenin iadesiyle birlikte yan edimlerin ne şekilde gerçekleştirileceğine yöneliktir. Zilyedin iyiniyetli olduğu varsayılırsa, TMK 993’te ifade edilen hükümler uygulanacaktır. Eğer zilyedin haksız olduğu tespit edilirse, bu durumda TMK 995’te yer alan hükümler uygulanacak ve sorumluluğun durumu daha da ağır olacaktır. Bu nedenle dikkat edilmesi gereken husus iyi niyet ve kötü niyete ilişkin ayrımın yapılmasıdır.

1. İyi Niyetli ve Kötü Niyetli Zilyedin Belirlenmesi

İyi niyetlik zilyedin belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken ilk husus iyi niyete yönelik konunun içeriğine yöneliktir. İfade etmek gerekir ki, zilyedi haksız bir şekilde elinde bulunduranın iyiniyetli olması, yanılma olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Eğer ki haksız zilyedin yanılma durumu bilemeyeceği bir durumdan kaynaklıysa ya da bilebileceği bir duruma dayanmaksızın gerçekleşmişse, bu halde iyi niyetten söz etmek gerekir[12]. Bu yanılmanın fiili bir olay ya da olgudan kaynaklanması da mümkündür.

Hukuki yanılma, ancak belirli bir seviyeye kadar kötü niyet sayılmayacağı açıktır ki bu durumun nelere ilişkin bir düzenleme sağladığının da tespiti gerekir. Haksız zilyet, hukuki olarak yanılmaya düştüğü zamanlarda hukuki sonucun yanlış nitelendirilmesinden dolayı yanlış bir sonuca varılmasına da sebebiyet verebilir. Bu durumda hukuki açıdan yanılmanın görüldüğü durumlarda haksız zilyedin kötü niyetli olduğunu söylemek doğru olmaz. İyi niyetin belirlenmesinde bu duruma ilişkin sonuçların bilinmiyor olması ve nitelendirilmesine ilişkin hususlar değerlendirilmeye alınmaz. Zilyetliği devreden, malik olmadığına yönelik ya da tasarruf yetkisine haiz olduğunu bilmeme durumu vardır. Bu halde tasarruf yetkisine sahip olunmadığı da durumun mahiyetinden anlaşılabilir.

Haksız zilyet, duruma ilişkin şartların ortaya koyduğu olguları bilmiyor, gereken tüm önlemleri almasına karşın bilebilecek durumda da değilse, bu halde haksız zilyet olmasına neden bu yanılgı nedeniyle kötü niyetli olduğundan söz edilemez ve iyiniyetli olarak değerlendirilmesi gerekir[13]. Bu hususta dikkat edilmesi gereken durum, haksız zilyedin sahip olduğu dikkat ve özen sorumluluğunu ne derece yerine getirdiğine ilişkindir[14].

Zilyedin iyiniyetli olduğunu söyleyebilmek için, iyiniyetli olmanın ne derecede dikkate alınması gerektiğini saptamak gerekir. Haksız zilyet, hukuksal konumuna ilişkin yanılgıya düşmesinin ne şekilde olduğunu ortaya koymak için yine TMK’ya bakılarak iyi niyet tanımının göz önünde bulundurulması gerekir[15]. TMK 3’te yer verilen düzenleme uyarınca, iyi niyetin tanımı yapılmıştır. Düzenlenen bu hüküm uyarınca, gereken tüm özenin gösterilmesiyle birlikte söz konusu yanılgının olmayacağı tespit edilmişse hak sahibi olduğuna yönelik doğru olmayan bir düşünce içinde bulunmamışsa, bu halde iyiniyetli olmaktan bahsedilemeyecektir.

İyi niyetin tespitine ilişkin somut olaya bakılması gerektiğini ifade eden Medeni Kanun, somut olaya ilişkin değerlendirme yapılması gerektiğini ortaya koyar[16]. Haksız zilyet, TMK 3/2’de yer verilen hüküm neticesinde göstermesi gereken davranışı sergilediği takdirde haksız zilyedin iyi niyet iddiasında bulunması mümkün hale gelir. Gösterilmesi gereken özen, somut olaya göre değerlendirilir. Haksız zilyet, özen göstermesi gereken dacvranışı göstermediğini anlayabilmek için, herhangi bir şekilde özensiz davranması yeterlidir, özensizliğin miktarı bu hususta önem arz etmez[17].

Zilyetlik, birden fazla kişi arasında gelişmiş ve ortaya çıkmışsa, bu durumda her zilyet nesneyi kendi fiili hakimiyetinde bulundurduğu zamandan sorumlu tutulacaktır. Kendinden önceki kötü niyetli zilyedin nesneye verdiği zarardan sorumluluğu, bir sonraki zilyede geçmediği gibi bir sorumluluğunun da oluşmadığı söz konusudur. Böyle bir durumda malikin, uğradığı zararların tazmini için zilyetlikten mahrum kaldığı zamanlar için yalnızca son zilyede başvurması söz konusu olamaz[18].

TMK 3. maddede yer verilen düzenlemeye ilişkin ispat kuralı getirilmiş olup iyi niyetin belirlenmesi için bu durumun ispat edilmesine bağlanmıştır[19]. Bu durumda iade talebinde bulunan malik, haksız zilyedi ve aynı zamanda eğer varsa kötü niyetli zilyede ilişkin kötü niyetli olduğunu iddia ettiği kişinin içinde bulunduğu bu durumu ispat etmesi gerekir. Bundan dolayıdır ki TMK 3/2’de düzenlenen hüküm, haksız nedenle zilyet olan kişinin bu durumunu ispat etmeye yöneliktir. Haksız zilyedin iyiniyetli olmasına ilişkin kötü niyetin ispat edilmediğinde ise zilyedi iyiniyetli varsaymak gerekir.

Haksız zilyedin iyiniyetli ya da kötü niyetli olduğuna yönelik tespitlerde bulunurken bazı durumları değerlendirmek gerekir. Haksız zilyet olduğu düşünülen kimsenin göstermesi gerektiği özen ölçütünün göz önünde bulundurulması gerekir. Durumu bir örnekle açıklamak gerekirse, haksız zilyedin aslında nesneye ilişkin hak öne süremediği durumlarda taşınırı fiili hakimiyetinde bulunduran kişinin zilyetliğini haksız biçimde elinde bulunduran her ne kadar devir sırasında malikin sahip olduğu haklara sahip olmamasına rağmen zilyetliğin vermiş olduğu yetkiyle birlikte tasarruf yetkisine sahip olduğu görülür[20]. Nesneye sahip olan zilyet, taşınırlarla ilişkin bu hakka sahip olduğu karinesine ulaşılabilir. Taşınırın zilyetliğini elinde bulunduran kişinin o taşınır üzerinde söz sahibi olduğu göz önünde bulundurulabilir.

İyi niyetin ön plana çıktığı durumlarda haksız zilyedin gerçekleştirdiği durumların da koşulun değerlendirilmesinde önem taşır. Haksız şekilde zilyetliği elinde bulunduran zilyet, iktisabı ne şekilde sağladığına yönelik herhangi bir açıklamda bulunamıyorsa, böyle bir durumda da kötü niyetli varsayılır. Bunun dışında zilyetlik, iktisap edildiği hallerde iktisaba ilişkin verilerin yetersiz oldu hallerde ya da bu bilgilerin doğru olmadığına yönelik bir tespit söz konusu ise böyle bir durumda da zilyedin kötü niyetli olduğundan söz etmek mümkündür[21].

İyi niyetin tespit edilmesine ilişkin hususlarda dikkat edilmesi gereken durumlardan biri dereceye ilişkin zilyetliğe dikkat etmek gerekir. Dereceli zilyetlikte, taraflar arasında yapılan sözleşmeye ilişkin zilyetliğin dolaylı yoldan elde edilerek malik olunduğu hallerde, bu durumun malik olunabileceğine ilişkin geçerli emarler taşıyan bir sözleşme ve karşılıklı beyanlar söz konusu olduğunda, bu durumda zilyetliğin iyi niyetle ve haklı bir nedene dayanarak geçtiğinden bahsetmek mümkün olur. bu konuda dikkat etmek gerekir ki, bir kişinin haklı olmayan bir nedene dayanarak zilyetliğinde olan ve aynı zamanda yetkisiz olduğu nesneye ilişkin taraflar arasında kurulan kira sözleşmesi gereğince zilyetlik sağlandığında derecelendirilmiş zilyetlik yapısının olduğu görülür.

Kiraya veren dolaylı zilyet için durum bu şekilde olduğu gibi, dolaysız zilyet için de benzer bir durum söz konusudur. Kiracı olan dolaysız zilyet olarak adlandırılan kiracı, kira sözleşmesi uyarınca taraflar arasında sağlanan geçerli bir sözleşme gereğince sahip olduğu kiraya ilişkin haklarını malike karşı öne sürmesi mümkün olmamakla birlikte kiracı olarak sahip olduğu yetkileri aştığında ise haksız zilyede dönüşecek[22] ve bu duruma ilişkin hükümler söz konusu olacaktır. Haksız zilyede dönüşen kiracı, durumun gerekli koşullarını bilip bilmediği, bilmesi gerekmediği ya da sınırı zilyetliğin kendisine tanımış olduğu yetkileri ne şekilde ne kadar aştığı da bu durumu tespit etmek gerekli olacaktır.

Diğer yandan dikkat edilmesi gereken husus ise iyi niyetin hangi aşamada ortaya çıktığıdır. Bazı durumlarda iyi niyet sonradan ortaya çıkmaktadır. Zilyetliği elinde bulunduran, başta kötü niyetli olarak hareket etmesine rağmen sonradan iyiniyetli olarak hareket etmesi de mümkündür. Bu durumu tam tersinden düşündüğümüzde ise başta iyiniyetli hareket eden zilyet, sonradan kötü niyetli şekilde hareket etmesi de mümkündür. Her iki durumda da haksız zilyedin içinde bulunduğu durumdan ötürü iadede bulunması gerekir.

Haksız ve kötü niyetli zilyedin içinde bulunduğu duruma yönelik sonuçları ortadan kaldırabilmek için iyiniyetli olma hali aranır. Zilyetliği haksız şekilde elde eden zilyet, mülkiyeti kazandığı zaman ya da zilyetliği haklı nedenler göstererek sahip olduğunda mevcut hukuki durumun sonradan meydana geldiğini de kanıtlayabilir. Ancak dikkat etmek gerekir ki, zilyetliğin haklı nedene dayanarak meydana geldiği durumlar haklı nedene dayaranak bu duruma ilişkin açıklamada bulunmak önem arz eder[23]. Zamanaşımını öne sürmek ya da zilyedin muhtabının zaman içinde değiştiğine yönelik bulunduğu beyanlar bu durumu açıklayabilmek ve zilyedi haksız zilyet olarak nitelendirilmesini durumunu değiştirmez.

Muhtabın değişmesine ilişkin somut olaylarda en sık karşılaşılabilecek durum miras yoluyla mülkiyetin değişmesidir. Mirasın iyiniyetli mirasçılara geçtiği hallerde mirasın hangi nitelikte kimlere geçtiğini belirleyen hallerde zilyetliğin hangi şekilde geçtiğinin de belirlenmesi gerekir[24]. Zilyetliği elinde bulunduran kişinin haklı nedene dayaranak iyiniyetli bir şekilde mirası elinde bulundurduğunu varsayımında, her ne kadar mirasçılar iyiniyetli olduğunu ispat etmesi gerekiyorsa, aynı durum zilyetliği elinde bulunduran için de aynı koşullar altında gerekli bir durumdur.

Mirasçılar, murisin hukuken geçerli nedenlere dayanarak miras bıraktığını ispat ederlerken, aynı süreç içinde zilyetliğe ilişkin durumdan bilgi sahibi oldukları süreç içinde zilyetliği elinde bulunduran kişinin bu hakkın geçerli bir nedene dayanıp dayanmadığına ilişkin hususu değerlendirmeleri gerekir. Zilyetliğe ilişkin durumun öğrenildiği andan itibaren kazanıma ve hakkın kullanımına ilişkin gereken araştırmayı yapmaları gerekir. Mirasçının mirası bıraktığın zamandan, zilyetliğin öğrenildiği ana kadar arada geçen süre içinde zilyedin doğrudan kötü niyetli olarak değerlendirilmesinin söz konusu olmaması gerekir[25].

Mirasçılar açısından değerlendirme yapıldığında tebbirli ve dürüst olarak adlandırılabilecek bir mirasıçı, mursiten nelerin kaldığını araştırmada bulunması ve bu durumu ertelememesi gerekir. Eğer ki bu duruma ilişkin gerekli tedbirleri almaz ve gereken önceliği göstermezse, bu durumda mirasçının iyi niyetinden bahsetmenin zor olacağı bilinmelidir[26].

Bu duruma ilişkin değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise sınırlı ehliyetsizlere ilişkindir. Yasal temsilci aracılığıyla işlem yapan sınırlı ehliyetsizler temsil aracılığıyla zilyetliği elinde bulundururlar. Zilyetliği temsilci aracılığıyla elinde bulunduran sınırlı ehliyetsiz, zilyetliğin devam ettiği süre boyunca söz konusu zilyetliğin hakka dayalı olduğu ya da olmadığına dikkat etmesi önem taşıır. Hakka dayanmayan zilyetlik nedeniyle iktisapta bulunan sınırlı ehliyetsiz, bu durumu öğrendiği veya öğrenmesinin gerekli olduğu zamanlarda, bu durumun yasal temsilci tarafından dikkate alınması gerekir.

Bu duruma ilişkin farklı görüşler mevcut[27] olsa da yaygın görüş sınırlı ehliyetsizin duruma ilişkin ayırt etme gücüne sahip olduğu ölçüde kusurlu sayılması gerektiğine yöneliktir. Kötü niyetin bu konuda dikkate alınması gerektiğini söylemek vekaletsiz iş gören yasal temsilci için de geçerlidir. Sınırlı ehliyetsizin haksız zilyet olması nedeniyle ortaya çıkan sorumluluğunda kötü niyetli zilyedin katlanması gereken durumlara katlanması gerekir. Bu hususa ilişkin bir ayrımda bulunmak gerekirse, sınırlı ehliyetsizin sahip olduğu zilyetlik geçerli olmayan bir sözleşmeden kaynaklanıyorsa sınırlı ehliyetsize durumun sonuçlarının yansıtılmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle, haksız zilyetlik sözleşme ilişkisine dayaranak meydana gelmişse burada kanuni temsilcinin sorumluıluğundan bahsetmek daha uygun olacaktır[28].

Sınırlı ehliyetsizin oluşturduğu sözleşme ilişkisi uyarınca sorumlu tutulabilmesi, oluşturulan sözleşme neticesinde haksız bir nedene dayanarak hak iktisap edildiğini bilmesi gereken bir duruma rağmen olması yapılmış olması gerekir. Bu durumun neticesinde sınırlı ehliyetsizin tek başına sorumluluk altında tutulması isabetli ve doğru olmayacaktır.

İyi niyetli ve kötü niyetli zilyedin belirlenmesinde dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise davanın açılmış olup olmamasına göre değişiklik gösterir. Türk Medeni Kanunu’nda yer alan düzenleme uyarınca, davanın açıldığı ve zilyetliğe ilişkin durumda haksız zilyede ilişkin herhangi bir açıklama getirilmemiştir. İyi niyete dayanan haksız zilyedin sahip olduğu duruma ilişkin iyi niyete ilişkin doğrudan etkisi olmamaktadır.

İyi niyete dayaranak nesne üzerinde fiili hakimiyet kuran haksız zilyedin sonuçları ortadan kaldırıcı bir etkiye sahip olduğu durumlar karşısında davalı zilyedin farklı bir değerlendirmeye tabi tutulacağı söylenemez. İspat yükü bakımından ikisinin de ispatlaması gereken hususlar mevcut olacaktır[29]. Haksız zilyedin somuıt olaya ilişkin koşullara yönelik kendisinden beklenen davranışları ortaya koyduğu durumda kötü niyetli olmadığını ve iyiniyetli ortadan kaldıran dış etmenler varsa bunları da ortaya koyması gerekir. Haksız zilyede karşı açılan bir davada, davanın hangi gerekçelere dayaranılarak açıldığı ve ileri sürülen iddiaların ne şekilde olduğuna ve delillerin nasıl sunulduğuna yönelik durumların değerlendirilmesi gerekir.

Davanın açılmasıyla birlikte iyi niyete ilişkin durumun ortadan kalkması söz konusu olabilir. Zilyede karşı açılan dava neticesinde davanın kabulüne yönelik bir beyanın olacağı öncesinde bilinebiliyor ya da bilinebilecek bir durumda ise, bu halde zilyetlik kurduğu nesneyi iade edeceği bilinir ve zilyedin iyiniyetli olduğundan bahsedilebilir. Bunun aksine, eğer zilyedin dava açılacağını daha önceden bilmesine rağmen nesnenin iadesin yaklaşmıyorsa, bu halde de zilyedin iyiniyetli olacağından bahsetmek mümkün olmaz. Açılan dava neticesinde zilyedin nesneye üzerinde sahip olduğu zilyetliği ortadan kaldırma hali bir zorunluluk halini alır[30]. Haksız zilyede karşı açılan davada zilyet, bu duruma ilişkin araştırma yükümlülüğünde bulunması söz konusu olabilir. Böyle bir durumda da zilyedin göstermesi gereken sorumluluğunu göstermemesi halinde de iyiniyetli olduğundan bahsetmek pek mümkün olmayacaktır[31].

Dikkat edilmesi gereken bir husus da zilyetliğin bir hakka ilişkin olduğu hallerde bu hakka esas hukusal işlemin geçerliliğini göz önünde bulundurmaktır. Tasarruf işlemi sebepten mücerret sayıldığı durumlarda dahi sonuç değişmez ve borçlanma işlemine ilişkin zilyedin haksız olduğundan söz edilir[32].

Haksız zilyedin sorumluluğunu meydana getiren durumlardan biri de haksız zilyedin haksız bir şekilde nesneyi elinde bulundurduğu için malikin sahip olması gereken nesneden yoksun kalması üzerine uğradığı zararlara yöneliktir. Bu duruma ilişkin değerlendirmede bulunurken zilyedin iyiniyetli ya da kötü niyetli mi olduğunun tespit edilmesi gerekir. İyi niyetli haksız zilyede ilişkin düzenleme TMK 993’de yer almaktadır. Bu durumda zilyet, iyiniyetli bir şekilde hak iddia ettiği nesne üzeirnde elde bulundurma durumuna ilişkin malike karşı sorumlu olmaz[33].

TMK 993’de yer verilen düzenleme uyarınca, “İyiniyetle zilyedi bulunduğu şeyi, karineyle mevcut hakkına uygun şekilde kullanan ve ondan yararlanan” şeklinde ifade edilen düzenlemede, zilyedin sorumlu olmayacağından bahsedilmiştir. Zilyedin iyi niyete dayanarak edindiği hak sonucunda nesne üzerinde kullanımda bulunması sonucu sorumlu tutulmaması gerekir. Ancak, böyle bir durumda iade yükümlülüğünü bilen zilyedin iade yükümlülüğü vardır zilyetliği haklı bir nedene dayanmaksızın elde ettiğini öğrendiği andan itibaren nesneyi malike iade etmesi gerekir. TMK 993’te yer alan düzenleme, iyiniyetli zilyedin kullanma ve yararlanma hakkına ilişkindir. İyi niyetli zilyedin kötü niyetli zilyetten bu noktadaki ayrımı, kötü niyetli zilyedin kullandığı süreç için maliki nesneden ayrı bıraktığı için malikin nesneden yoksun kaldığı durum boyunca bu durumu telafi etme yükümlülüğü vardır[34].

Bazı hallerde iyi niyet mülkiyet hakkına karşı gösterilebilir. İyi niyete dayaranak zilyetliğinde bulundurduğu nesneyi kullanan zilyedi bu süreç içinde zilyedin uğradığı zarardan sorumlu tutulamaz. Söz konusu zararlara ortaya çıkmasında kendi kusuru söz konusu olsa da sorumluluğa ilişkin durumda sonuç değişmez ve bu durumun değerlendirilmesi, kendisine karşı yapmış olduğu kusurlu davranışın olduğunu gösterir[35]. Malik olan kişi, TMK 683’te yer verilen düzenleme uyarınca mülkiyet hakkının yasal sınırlamalarına tabi olur. Haksız zilyet, nesnenin gerçek sahibi olarak değerlendirilir ve sorumluluğu da bu şekilde göz önünde bulundurulur[36].

İyi niyetli zilyedin hakka dayanmak suretiyle tasarrufta bulunduğu hallerde malik tarafından sorumlu tutulabilir. Eğer ki iyi niyet sonradan ortaya çıkarsa, bu takdirde haksız zilyedin sorumluluğu iyi niyetten önceki zamandan sorumlu olmasına sebebiyet verir. Mülkiyet hakkı dışında başka bir nedene dayanan mülkiyet hakkının olduğu durumlarda haksız zilyedin bulunduğu statü feri zilyedlik olarak nitelendirilir[37].

Haksız zilyetliğin oluşmasına yönelik ortaya çıkan durumlardan biri de nesnenin iktisabının üçüncü kişiden kazanılmasına ilişkindir. Bu ihtimalde ise haksız zilyet feri zilyet olarak değerlendirilir ve hak iktisabını malikten yani hak sahibinden sağlamamıştır aksine, tasarruf yetkisi bulunmayan –­örneğin intifa hakkı sahibinden- bu hakkı edinmiştir. Bu durumda bağımsız zilyet olarak değerlendirilemez ve hak sahibi olduğunu iddia ettiği nesneye ilişkin nasıl sorumlu olacağı ortadadır[38]. Bu sorumluluk doğrudan malike karşı olur ve malikin nesne üzerinde sahip olduğu zilyetlik hakkından mahrum bıraktığı için kendisine bu durumun telafi edilmesinin sağlanması istenebilir.

TMK 993’te yer verilen düzenleme şu şekildedir: “İyi niyetle zilyedi bulunduğu zilyedi bulunduğu şeyi, karineyle mevcut hakkına (kendisine bulunduğuna iyi niyetle inandığı hakkına) uygun şekilde kullanan veya ondan yararlanan zilyet, o şeyi geri vermekle yükümlü olduğu kimseye karşı bu yüzden herhangi bir tazminat ödemek zorunda (sorumlu) değildir.” Bu hüküm uyarınca, zilyedin iyi niyete dayanarak edindiği hakka dayanarak nesneye ilişkin hukuki ilişki kurduğunda zilyetliğe dayanarak bu hakkın sınırlarında işlem gerçekleştirdiği de görülür. Ancak belirtmek gerekir ki, bu hakkın sınırlarına çıkıldığında ve bu duruma ilişkin bilgisi olduğunda veya bilebilecek durumda olduğu varsayılırsa hak sahibine olmayan kişiye karşı da sorumluluğun olduğundan söz etmek gerekir.

İyi niyetli haksız zilyedin sorumluluğunda esas olarak dikkat edilmesi gereken durum, yapmış olduğu sözleşme ilişkisi uyarınca değerlendirme yapılması gerekir. İyi niyetli haksız zilyedin üçüncü kişiyle gerçekleştirdiği hukuki işlem ile birlikte kendisine tanınan hak neticesinde bu hakkın sınırları içinde davranışta bulunduysa, o halde malike karşı sorumlu olmayacaktır. Aksi durum düşünüldüğünde sözleşme hakkını ihlal eder ve hakkın sınırlarını aştığını bilir ve bilebilecek bir durumda olduğu değerlendirilise, bu halde malike karşı sorumluluğundan da bahsetmek gerekir[39]. Haksız zilyetle hak sahibi olmayan arasında gerçekleşen hukuki ilişki sözleşme kapsamında sorumluluğun sınırlarını, sözleşmenin muhteviyatı ortaya koyaacaktır.

Haksız zilyedin üçüncü kişiyle oluşturduğu sözleşmeye dayanarak sorumluluk altına girmiş ve bu sözleşme uyarınca genişletici kayıtların oluşturulmasına yönelik karşılıklı beyanlar ortaya konmuşsa, bu durumda malik mülkiyet hakkının sınırlarının ne derece ihlal edildiğini de göz önünde bulundurarak talepte bulunma hakkına sahip olacaktır. Bu duruma ilişkin haksız zilyedin sorumlu tutulabilmesi için kusura bakılmaksızın, yalnızca iyi niyet veya kötü niyet kavramlarının göz önünde bulundurularak hak talebinin sınırlarının ne şekilde belirleneceği düzenlenir.

Uğranılan zararlardan dolayı üçüncü kişi de bu duruma yönelik sorumluluğu kabul ederse, iyiniyetli zilyedin de sorumlu olacağı ortadadır. Bu durumu tersinden değerlendirmek gerekirse, feri zilyet olan iyiniyetli haksız zilyet, hak sahibi olmaksızın üçüncü kişiyle hukuki bir ilişki içine girdiyse, bu halde de sorumluluk rejimini kabul ettiği söylenir[40]. Bunun yanı sıra sözleşme ilişkisine dayanarak üçüncü kişiyle hukuki işlem gerçekleştiren haksız zilyet, TMK 993’te düzenlenen hükümler gereğince haksız fiil hükümleri uyarınca iyiniyetli zilyedin sorumlu tutulmasını engellemektedir.

Süreklilik arz eden sözleşmelere dayanarak taraflar arasında gerçekleştirilen sözleşmelerde tarafların sorumluluklarına ilişkin ifa etmeleri gereken sözleşme uyarınca, sözleşmenin taraflarının bulunduğu konumun değerlendirilmesi gerekir. Taraflara yönelik ağırlaştırıcı maddelere yer verilmiş ya da yer verilmemiş olması da önem arz eden durumlardandır. Kendine tanınan hakkın sınırlarını ihlal eden haksız zilyet, bu durumda malike karşı sorumluluğu oluşacaktır. Sözleşmenin taraflarının iyiniyetli olduğu varsayımında, ağırlaştırıcı sonuçların düzenlenmiş olması halinde haksız zilyet, sözleşmede yer alan hükümlerin yeniden düzenlenmesini veya söz konusu ağırlaştırıcı maddelerin yeniden gözden geçirilmesini talep hakkı vardır[41].

Bazı durumlarda ise zilyetlik doğrudan doğruya hak sahibi tarafından kazanılır. Bu gibi durumlarda ise malik tarafından sorumlu tutulabilmesine ilişkin durumlar, zilyedin haksız olmasına yol açan nesneye ilişkin sözleşmenin diğer tarafı olan malikle yapıldığında tasarruf yetkisi malikte olmaya devam edecektir. Diğer bir ifadeyle, iyiniyetli haksız zilyedin bulunduğu durum itibariyle geçersiz olduğu öne sürülen sözleşme ilişkisi uyarınca, kazandırılan hak çerçevesinde sorumluluğunun olduğu söylenemez. Eğer ki sahip olunan hakkın sınırları içinde kalınırsa, bu halde zilyedin sorumluluğundan söz edilemez[42]. Haksız iyi niyetli zilyet, kendisine tanınan bu hakkın sınırları dışına çıktığında, bu takdirde sorumluluğundan söz edilir ki böyle bir durumda da iyiniyetli olduğundan söz edilmesi mümkün olmaz.

2. Sebepsiz Zenginleşmeye İlişkin Durumlar

Sebepsiz zenginleşmeye ilişkin dikkat edilmesi gereken husus, TMK 993’te düzenlendiği üzere sorumluluğu olmayacağı söylenen hak sahibinin sebebpsiz zenginleşme hükümlerine başvurup başvuramayacağına ilişkindir. Bu duruma ilişkin değerlendirme de zilyedin iyiniyetli ya da kötü niyetli olmasına göre ayrım gözetilip gözetilmeyeceğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Değerlendirmeye ilişkin dikkat edilmesi gereken diğer bir durum ise, nesne üzerinde zilyetlik sağlayan haksız zilyedin, iktisap anında veya sonrasında hakkın sınırlarını aşıp aşmadığına ilişkindir.

TMK’da getirilen hükümlerle rağmen, bu hükümlerin sebepsiz zenginleşme hükümlerine uygulanıp uygulanmayacağı konusu da üzerinde durulması gereken hususlardandır. TMK 993’te düzenlenen hükmün muuhtevası haksız zilyede yöneliktir ve aynı zamanda da haksız zilyedin iyiniyetli kaldığı ölçüde göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. Diğer bir anlatımla haksız zilyedin iyi niyete dayanarak işlem yapması ve hakkın sınırları içinde hukuki işlemler gerçekleştirmesi durumunda TMK 993 hükmünce zilyetliğinde bulundurduğu malı kullanma ve yararlanma imkanı tanınmıştır. Sahip olduğu bu durum hukukun kendisine tanıdığı işlemlerden kaynaklanır. Bu nedenle, iyiniyetli haksız zilyedin bu koşullar altında gerçekleştirdiği eylemler neticesinde sebepsiz zenginleşmenin olduğundan bahsmetmek mümkün olmaz. Bu nedenle, bu durumun uygulanmasına ilişkin gerekli durumların göz önünde bulundurulması ve dikkat edilmesi gerekir.

Malikle gerçekleştirilen hukuki ilişki çerçevesinde, uygulamaya ilişkin hususların sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemede TMK 993 hükmünün göz önünde bulundurulması gerekir. İyi niyetli haksız zilyedin nesneyi kullanmış olmasından ve aynı zamanda da nesne üzerinde değişiklik yapmış olması neticesinde bazı gerekli masraflardan kaçınması da söz konusu olabilir. Bu durumda, kaçınılan bu masraflar neticesinde zenginleşmenin oluştuğundan söz edilebilir[43]. Hukukumuzda yer alan genel kanaate göre, taraflar arasındaki ilişkinin nedeni olan işlemin geçerlilik sonucuna göre sebepsiz zenginleşme halinin de incelenmesi gerekecektir.

Zilyedin bulundurduğu nesneye ilişkin haksız iktisap olduğu söylenebiliyorsa ve aynı zamanda sebepsiz zenginleştiği iddia edilen kişi iyiniyetli dahi olsa, bu durum doğrultusunda iadeye zorlanabilir. Taraflar arasında gerçekleşen borçlandırıcı ve tasarruf işleminin geçersiz olduğu durumlarda ise bu işlemler hukuki olarak gerekçeli nedenlere dayanılmadığından dolayı zilyetliği devralan kişinin nesne üzerinde hak iktisap etmesi de mümkün olmayacaktır.

Talep sahibinin bazı durumlarda seçim hakkına sahip olduğu görülür. Bu gibi hallerde sebepsiz zenginleşme hükümlerine de başvurulabilir. Bu seçimle birlikte yenilik doğurucu hak meydana gelir ve bu husus şarta bağlanmaz ve aynı zamanda vazgeçilemez. Bu nedenle malik, sebepsiz zenginleşme hükümleri açısından iadeye yönelik dilediği talebe başvurma imkânı vardır. Malik tarafından yapılan bu seçim sonucunda da talebin sonucuna ilişkin değiştirici bir rol belirleyecek zilyedin edim yükümlülüğü üzeride etkisi olacaktır[44]. Talebin seçimininin neticesiyle birlikte ortaya çıkan sonuç malikin ediminin ne şekilde olacağını da etkiler. Bu nedenle haksız zilyetlik için hangi hükümlerin uygulanacağının belirlenmesi önem arz edecektir[45].

Kötü niyetli haksız zilyedin kötü niyete dayanarak haksız olduğu durumlarda sorumluluğunun daha yüksek olduğu görülür. Gereken özen ve sorumluluğu yerine getirmemesinden kaynaklı olduğundan dolayı haksız zilyetliğin sonuçlarına daha ağır şekilde katlanması gerekecek. Eğer ki malik, haksız zilyedin kötü niyetine dayanarak talepte bulunursa ve yargılama sonucunda zilyedin iyiniyetli olduğu olduğu çıkarsa, bu halde malik sonuca yönelik hataya düşmüş olur. Ancak malik, bu şekilde bir ayrım gözetmeksizin doğrudan doğruya sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanarak talepte bulunursa, bu halde zilyedin iyiniyetli ya da kötü niyetli olduğuna bakılmaksızın doğrudan doğruya haksız zilyede karşı talepte bulunması mümkün hale gelecektir. Haksız zilyetlikte sebepsiz zenginleşme hükümlerinin haksız fiile dayandığı görüş[46] de bu hususta değerlendirilir.

Haksız zilyetliğin iade hükümleri ve sebepsiz zenginleşme arasında benzerlikler görülmektedir. Şöyle ki, sebepsiz zenginleşme, mülkiyet hakkının sona ermesinden sonra talep edilir ve söz konusu olur. Bu hak istihkak hakkından kaynaklanır ve mülkiyete dayalı bir haktır. Edimin alınması yoluyla meydana gelen zenginleşmelerde, zenginleşmenin hukuksal durumu edim zenginleşmesi şeklinde meydana çıkar. Bunun yanı sıra müdahale zenginleşmesi olarak görülen durumda ise taraflar arasında gerçekleştirilen bir edim olmamasıyla birlikte zenginleşme hükümlerinin göz önünde bulundurlması gerektiği hallerde değerlendirilir.

Müdahale zenginleşmesi olarak adlandırılan durumda, taraflar arasında herhangi bir edim gerçekleştirilmeden mülkiyet hakkının taraflar arasında geçiş göstermesiyle meydana gelir. Yalnızca mülkiyet hakkı olarak değil, mülkiyet hakkının yanı sıra mutlak haklara ilişkin tasarruf yetkisinin geçtiğinden de bahsetmek mükün olabilir. Bu gibi durumlar neticesinde haksız olarak kişinin sahip olduğu yararlanmalar ve kazandırmalar da bu zenginleşme kapsamında ortaya konur. Edim nedeniyle ortaya çıkan zenginleşmelerde borç ilişkisinin temelsiz olduğu ve bu nedenle geçersizlik hükümlerine tabi olması gerektiği ortadadır[47].

Taraflar arasında sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanmasını gerektiren durumlar birçok nedenden dolayı meydana gelmiş olabilir. Esas itibariyle mülkiyet hakkının geçersiz bir nedene dayanarak oluşmasına neden olan hataya düşme nedeniyle olmuş olabilir. Bunun yanı sıra aldatma, korkutma gibi nedenler ya da temyiz gücünden yoksunluk da sebepsiz zenginleşmeyi esas itibariyle ortaya koyan nedenlerden sayılabilir. Ahlaka aykırı bir işlemle taraflar arasında gerçekleştirilen edim ya da kişilik haklarının ihlal edilerek taraflar arasında söz k