Babam anlatırdı, Çankırı’da Hasan Efendi diye birinin hikayelerini. Halk arasında bu tür yaygın hikayelerin örneklerini eminim sizler de duymuşsunuzdur. İşte onlardan biriyle başlayacağım bu yazıma.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Türkiye Cumhuriyetine geçişte, tapu kütükleri de yenilenmektedir. Osmanlı dönemindeki temessüklerini ibraz eden ve arkasına da mülkiyetin kendilerine ait olduğuna yemin edenler adına yeni tapu kayıtları çıkarılmaktadır ve taraflar arasındaki ihtilaflar da aynı usulle çözülmektedir. Bir ihtilafta Hasan Efendi, tarlanın kendisine ait olduğunu iddia eden karşısında temessük belgesini çıkarır, ‘benim’ der. Ancak kendisinden bir de yemin istenir. Hasan Efendi, elindeki bütün vesaiki atar ve ‘ben dünya malı için asla yemin etmem’ der, bırakır gider bütün malı mülkü. Derler ki o gün karşı hasmına bırakmıştır tarlalarını.

Hasan Efendiyi ben tanımadım. Benden çok önce gerçek dünyaya göç etmiş, ama babamdan dinledim hep hikayelerini.... Ve elbette sevdim.

Erzincan’a gidenler ve yolu Terzi Babanın kabrine düşenler bilirler orda asılı duran Terzi Babanın sözünü: ‘Vallahi ben dünya için hiç Allah demedim’. Terzi Baba, dünya malı için zaten değerlerini hiç terketmemiş ama daha da ötesi dualarında dahi, helalinden dünya malı için bile bir cümle yer almamış. Bütün değerleri sürekli metalaştıran sapkın düşünceye karşı ne güçlü direnimlerdir bu insanların hayatları.

Bunları anlatmamın sebebi, sınandığımız zamanlarda bu güzel yaşanmışlıklara sığınmamız içindi elbette. Gerektiğinde  derviş gönüllü olabilmeyi, bir lokma, bir hırkaya rıza gösterebilmeyi ve bunu yapabilenleri hatırlamalıyız.

Yılmadan çalışmayı denerken ücrette geri kalabilmeyi öğrenmeliyiz. İnsanlığımıza ve kalbimize dokundurmamalıyız.

Çalışıp çabalamak gerek, kazanmak gerek anlıyorum elbette. Ama söylemek istediğim, -az ya da çok, hepimizin yiyeceği bir lokma da başımızı sokacağımız bir çatı da var- o halde minnet etmemek gerek bu dünyaya. Anlamadığım ve kınadığım, sadece daha fazla kazanmak için insanın kendinden ve değerlerinden feda etmesi.

Her şeyi metalaştıran sapkın düşünce, insanlığı, arkadaşlığı, aşkı, sevgiyi ve dini de metalaştırdı. Her şeyin bir değerini bir ücretini belirlediler bu dünyada. Bazılarının az bazılarının çok. İyiliklerin de değeri var affetmenin de.

İlginçtir ki, bu pazarda aşklar alınıp satılıyor...  dindarlık da para ediyor dinsizlik de. İyiliklerin ve kötülüklerin bir ederi var. Ama ortak özellik, hepsinin para ile ölçülmesi.  

İnanın bu sapkın düşünce, etrafımızdaki her şeyi kirletiyor. İyilikleri anlamsızlaştırıyor, sevmeyi renksizleştiriyor. Devlet ve millet için, insanlar için yapılanları değersizleştiriyor.

Karşılıksız sevebilmenin ve karşılıksız verebilmenin erleri olmalıyız bizler. Bizim anlayışımızda iyiliğin bırakın bir karşılığının olmasını, diğer elden bile gizlenmesi gerek.

Yeniden Ömer Seyfettin’in İncili Kaftan’ını okumak lazım. Devlet ve millet için her şeyini feda eden, ölümü göze alıp, en sert lafları muhatabına söyleyen ve en sonunda üstüne oturduğu kaftanı almayacak kadar faziletli bir adamı hikaye eder Ömer Seyfettin. Sonrasında devletten de tazminatı reddeder. Basit ve sade bir hayatla bitirir ömür serüvenini.

Dünyanın ve paranın ne kadar anlamsız olduğunu belki en iyi çocuklar bilir. Dünyanın hiç bir şeyini değil de anne ve babasının kucağını seçen küçücük çocuklar işte... Bir tebessümü, bir başının okşanmasını dünyalara değişmeyen çocuklar...

Zira hHenüz kirlenmemiştir zihinleri. Yeni Türkü grubunun bir şarkısı vardı ya: Biz büyüdük ve kirlendi dünya diye... Sanırım bunu anlatır.

Dünyanın ve paranın ne kadar anlamsız olduğunu başka bilenler de vardır elbette. Kim mi bunlar? Elbette çok ama çok sevdiğini kaybedenler... Bilirler ki sevdiklerinin yeri hiç dolmayacaktır.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.

Bilirsiniz ki, para ayaklarımızın altındayken yükseltir bizi. Başımızın üstündeyse sadece küçültür.

Hayatın kirinin ve pasının arasından geçerken üstümüze bulaşanlar var elbette... arınmak gerekmez mi? Gözlerimizi paranın ışıltısı değil de insanlığın ve sevmenin pırıltıları kaplasın yine. Paranın ölçemeyeceği şeyler kalsın dünyamızda.

Gönlümüzün karşılığı bir tebessüm, kalbimizin anahtarı bir dua olsun. Dostluklardan örülü türküler kalsın bizden geriye. Hatıramız, kalplerde sıcaklık bıraksın, sözlerimizse sevgiye adanmış fısıltılar... 

Zor ve gönüllere dokunan bu sözü zorlanarak ve elim titreyerek yazıyorum: Paranın ve bütün bu dünyalığın önemsizliğini anlamak için bir sevdiğimizi mi kaybetmek zorunda kalalım ille de? Ve bir çocuk büyüdü diye kirlensin mi bu dünya?

Derim ki, Hasan Efendi gibi Terzi Baba gibi, dünya ve dünyalılıklar gözümüzü ve gönlümüzü bulandırmasın...

Erdemin ve aşkın neferi olmak için, kalp eri olmak için... Geriye kalan nefesler için, er kişi niyetine... 



(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.netsitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)