İdealizm (Düşüncecilik) 1

(Doğal Hukukun Şekillenmesi-Immanuel Kant)2

Idealism

(The Formation of Natural Law-I. Kant)

“İnsan bireylerinin her zaman amaç olduğunu bilin ve onları kendi amacınıza ulaşmak için araç olarak kullanmayın”.
Immanuel Kant

Hukukun nasıl olması gerektiği veya hukukun neyi başarması gerektiği konusunda bir fikre sahip olmak, hukuk projesi için bir ideal belirlemektir. İdealler, insanın sosyal yaşamının önemli bir parçasıdır. Hukuk felsefecilerinin tanımladığı üzere, bir ideal, bir kişi veya bir grup kişi tarafından arzu edilir ve arzulanmaya değer bir şey olarak sunulan bir durumdur. Hangi felsefi geleneğin izlendiğine bağlı olarak, idealler doğası gereği aşkın veya içkin olarak düşünülebilir.

İdealistler, hukuki proje için uygun idealin veya ideallerin tam olarak ne olarak görülmesi gerektiği konusunda bölünmüş durumdadırlar. Hukuk idealizmi için, hukuk kavramına ilişkin bir soruşturma, insanların ve kurumların hukukun emrettiği gibi hareket etme ahlaki yükümlülüğüne ilişkin sorularla ilişkilendirilmediği sürece anlamsız kalmaktadır. Bir idealist hukukun içeriği hakkında sorular sorduğunda, bilmek istediği şey insanların ve kurumların hukuka uyma yükümlülüğü olup olmadığı ve yargısal karar vericilerinin bunu uygulamak için bir görevi olup olmadığıdır. Bu nedenle, bir idealistin hukuk anlayışı perspektifinden, hukuk pozitivizminin sistematik ve ahlaki olarak geçerli hukuk arasında yaptığı ayrım mantıklı değildir. Bir hukuk kuralının geçerli olduğunu söylemek, buna uyulması gerektiğini söylemekle eşdeğerdir- gerektirdiği yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesi gerektiği anlamına gelir.

Hukuki idealizm, tüm görünümleriyle, olgu ve değer arasındaki ilişkinin çok daha geniş felsefi sorusuyla karşı karşıya gelir. İdealist teoriler, hangi yöne doğru hareket ediyor görünürlerse görünsünler, ikisi arasındaki boşluğu kapatmada veya kapatılacak böyle bir boşluk olmadığını göstermede başarısız oldukları için eleştirilirler. Hukuki bağlamda, idealist teoriler bu eleştirileri aşmaya çalışırken farklı yollar izlerler. Olguların ve değerlerin farklı bir düzende olduğunu kabul ederken, çeşitli şekillerde yasal normların olgu dünyasının bir parçası olabileceğini veya bir şekilde olgular tarafından nasıl gerekli kılındığını veya olgulardan nasıl türetilebileceğini göstermeye çalışabilirler. Alternatif olarak, yasal normların, en azından doğal hukuku oluşturanların, ahlaki bir olgu meselesi olarak var olduğunu savunarak ayrımı etkili bir şekilde reddedebilirler. Normları toplumsal olguya dayandırmaya yönelik en ilginç ve daha yeni girişimlerden biri MacCormick ve Weinberger'in “kurumsal hukuk teorisi”dir. Habermas’ın “iletişimsel eylem teorisi”, modern toplumların yetenekli üyelerinin sezgisel bilgisine dayanan aşkın bir argüman sunarak aynı soruna farklı bir yaklaşım getirmekte ve hukuk teorisi için de aynı ölçüde önem taşımaktadır.

“Hukuki idealizm” teriminin çeşitli anlamları vardır. Yasaların ve verdikleri hak ve görevlerin gerçekten var olduğu fikrinde hukuki idealizm hukuki gerçekçiliğe karşıdır; hukukun ahlaki veya toplumsal değerlerle sıkı bir şekilde bağlantılı olduğu fikrinde hukuki idealizm hukuki pozitivizme karşıdır. Hukuki idealizm bazen hukukun sorunları çözme kapasitesine aşırı inanç olduğunu ima etmek için de kullanılır. Hukuki idealizmin kalıcı sorunları, hukuki gelişim ve karar alma için sistematik ilkeler oluşturmakla ilgilidir.

Aşkın ve mutlak yasal idealizmin başlangıç ​​noktası Kant'ın insan aklının teorik veya spekülatif ve pratik kullanımları arasındaki ayrımıdır. Her ikisi de prensipler veya yasalar formüle etmekle ilgilenir, teorik akıl olanla ve pratik akıl olması gerekenle. Her ikisi de saf olabilir, çünkü söz konusu prensiplere deneyime bakarak değil, bu deneyimi anlaşılır kılan koşullara bakarak ulaşılabilir. Saf pratik akıl, ahlaki eylemin koşullarını keşfetmeye yöneliktir. Bunlar, insanların özgür olmak, yani kendi iradelerini tamamen rasyonel bir temelde belirlemek için koymaları gereken yasalarda bulunur. Bu tür yasalar altında gerçekleştirilmesi gereken eylemler görevlerdir. Ancak gerçek insan davranışına gelince, görevler iki farklı türde nedene göre gerçekleştirilebilir. İlk tür içseldir, burada görevin varlığı eylemin nedenidir, bu durumda yasa etik bir yasadır ve görev bir erdem meselesidir. İkinci tür dışsaldır, hukuki veya yasal anlamda yasadan türemiştir, burada uyum başka tür zorlamalarla sağlanabilir ve görev bir hak meselesidir. Ancak Kant'a göre, bir yasa koyucunun iradesinden kaynaklanan pozitif veya yasal hak biçimindeki hukuki yasa, mükemmel görevleri uygulamaya koymakla sınırlı olmalıdır. Bu tür görevler öncelikle başkalarına karşı, özgürlüklerine müdahale etme biçiminde haksızlık yapmaktan kaçınmakla ilgilidir. Adalet, böylece bireysel iradelerin evrensel bir özgürlük yasasına uygun olarak bir araya gelebileceği koşulların toplamı olarak görülmektedir.

Könisberg’te (Kaliningrad) doğan ve yaşamının büyük bölümünü burada geçiren I.Kant (1724-1804), aklın egemenliğine verdiği üstün önem nedeniyle, tüm alemleri kendi kafası içerisinde inşa etmiş, ‘bilgi teorisi’ bakımından David Hume’un (1711-1776)-bilimin temeli gibi görünen her şeyin(bilimsel yasalar, nedensel bağlantılar, mutlak uzay, mutlak mekan) hem deneysel hem de mantıksal olarak doğrulanamayacağını öğrendi-siyasi görüşleri itibariyle de J.J.Rousseau’nun(1712-1778) “Sosyal Sözleşme” adlı eseri etkisi altında kalmış; ve Voltaire’in (1694-1778) zevkine varmıştır. Tümüyle kendi çağının sorunlarıyla ilgilenen Kant, bu sorunlara kendi çözüm önerilerini getirmeye çalışmış ve yaşadığı çağa tanıklık etmiş; felsefesinin güncel ve somut sorunlara ne ölçüde yanıt getirebildiğini sürekli olarak sorgulamış, felsefesini bu yönde geliştirmeye çalışmıştır. Bu anlamda, meşruiyetini gelenekselde aramayan, kendini sürekli yeniden tanımlamak durumunda olan ve dolayısıyla risk içeren, günün gerçekliğini esas alan modernité anlayışı örneğini sergilemiştir.

O’nun en büyük başarısı, kendisinin “eleştirici” diye adlandırdığı felsefesidir. Salt Aklın Eleştirisi (1781) adlı eseri ile her şey ortak aklın “hür ve açık sorgulamasına” tabi tutuluyordu.3 Aklın doğası yanıtlayamayacağı sorular sormaktır. Örneğin, insanlar özgür iradeye sahip mi veya bizler kontrolümüz dışındaki nedenlerle mi kayıtlıyız? Şu sorular da gündeme gelmiştir: 1) Deneyimden bağımsız akıl ne bilebilir? 2) Metafizik bilgi mümkün müdür? 3) Yalnız akılla bilginin sınırları nedir?

Pratik Aklın Eleştirisi’nde (1788) ise, Kant, insan davranışları ve isteklerinin ahlaki boyutunu inceliyordu. “İnsanın kendi ahlak anlayışı” tüm dış etkilere karşı kendi gücü ve kudretiyle karşı durabilmeliydi. Dolayısıyla ahlaklı olmak, daima bir mücadele gerektirmektedir. Zafer, bizi kendi yararına görevimizi yapmaya yönlendiren ahlak yasasının yüceltilmesi dışında tüm isteklerin baskı altında tutulmasıyla kazanılmalıdır. Kant’ın teorik ve pratik amacı uygarlığın içeriğini yararcılık ve kuşkuculuğun tahribatından kurtarmaktır. Nitekim, “Pratik buyuru” olarak isimlendirilen ilkesi de hiçbir insan diğer bir şeyin sonucu için sadece vasıta olarak düşünülmemeli veya kullanılmamalı, ama ona, bizatihi kendisi bir erek olarak davranılmalıdır.4 İşte bu Kant’ın “amaçlar krallığı”dır: Bunu somutlaştıran en güzel örnek karşılıklılık olgusudur. Bu dünyada rasyonel insanlar birbiriyle karşılıklı olarak rızaya dayalı eşit ilişkiler kurar, birbirini sömürme girişiminde bulunmazlar. Bu ilke “bedel-yarar analizi” veya “sonuç vasıtayı meşru yapar” önermesine karşı bir antidot olarak da çalışabilir. İşte Kant, “insanlığın iyiliği” veya herhangi bir nedenle insanların tıbbı amaçla bir vasıta (kobay) olarak kullanılmasına karşı çıkacak ve böyle bir araştırmayı gayri ahlaki bulacaktı. O’na göre, bir suçlunun genel önleme amaçlı olarak cezalandırılması da gayri ahlaki idi. Aristotle gibi Kant için de insan onuruna saygı vatandaş olmanın gerekli bir koşuludur. Bu nitelik anayasal demokrasinin de temel sorunlarından biridir.

Kant'a göre ahlaki düzen, Kant'ın değer ve motivasyon kaynağı olarak gördüğü akıl yoluyla içimizde keşfedilebilir. Bundan, Kant ve diğer düşünürleri için normatif, "olması gereken" kelime dağarcığının deneysel olarak (ne "olur" ile) değil, yalnızca rasyonel olarak (ne "olması gereken" ile) tanımlanabileceği sonucu çıkmaktadır.

Kant, doğanın değerlerden yoksun olması nedeniyle değerlerin kaynağı olarak doğayı gösteren doğal hukuk teorilerini reddetmektedir.

“Görünürde, yalnızca doğa yoluna (course) sahip olsak, “ought”’un
hiçbir anlamı yoktur. Doğa aleminde ne olması gerektiğini sormak,

bir çemberin hangi niteliklere sahip olması gerektiğini sormak
kadar saçmadır. Sorgulamada tümden haklı görülebilecek soru,
doğada neyin olduğudur? Çemberin öğeleri nedir?”
(Kant. Critique of Pure Reason, 1976 A547/B575).

Kanun yapmak, Bentham ve Austin için en büyük mutluluk olan bir amaca ilişkin amaçlı bir faaliyet iken Kant için bu amaç, bir toplumda yaşayan vatandaşlar için izin verilen en büyük özgürlük olan medeni durumdur.

Kant'a göre, pozitif hukuk, hukuk bilimiyle ilişkilidir ve görevi ''doğru olarak belirlenen şeyi” (quid sit iuris), yani belirli bir yerde ve belirli bir zamanda yasaların ne söylediğini veya söylemiş olduğunu belirtmektir. Diğer bir anlatımla, Kant pozitif hukuku tıpkı doğa olayı gibi algılar ve toplumsal ilişkilerin ürünü sayar. ''Bu yasaların öngördüğü şeyin de doğru olup olmadığı ve doğruyu ve yanlışı ayırt edebileceğimiz evrensel ölçütün ne olduğu''nun aksine (Kant [1797]1996: 6:229). Kant bu nedenle, hukukun ne olduğu ve ne olması gerektiği arasındaki ayrımı benimsemiştir.

Kant, insanların akıl sahibi varlıklar olduğu önermesiyle işe başlar. İnsanların matematik ve mantık gibi karmaşık beyinsel görevleri yerine getirmelerini sağlayan “teorik aklı” vardır. Aynı zamanda “iyi niyetleri” ifade etmelerini sağlayan “pratik akılları” da vardır. İyi insan olma güdüsü “iyi niyettir”, iyi insan olmamızı sağlayan ise pratik akıldır. Kant’a göre, ahlaki düzen, akılla içimizde keşfedilebilir. Kant, aklı, değer ve saik kaynağı olarak görmektedir.

Yinelersek, Kant’a egemen olan “yi niyet”tir (good will). Tipik olan, iyi olan her şey niyeti kötü olan insanın ellerinde kötüye dönebilir. Bizler zengin diktatörler/kötü insanlar istemiyoruz. Örneğin cesaretin iyi olması için arkasındaki niyetin iyi olması gerek. Özetle, her iyi düşünce iyilik için iyi niyete dayalı olmalıdır. İyi niyet, akli olup, arzu yerine göreve dayalı olmaktır. İyi niyet her zaman özgür iradedir. Ahlakla özgürlük arasındaki ilişkinin varlığı söz konusudur. Kant’a göre, ahlaki kurallara uyarak özgürlük belirmektedir. Ahlaken yapılacak şey her zaman akli olarak yapılacak şeydir. Gölde boğulmak üzere olan bir bayanı kurtarmak toplumda meşhur olmak yerine görev gereği olduğu için yerine getirmek. Görev bilinciyle yapılan eylemlerin ahlaki bir değeri vardır.

Kant’ın yararcılık veya ahlaka kendi dışında bir amaç izafe eden hiçbir öğretiyle ilgisi yoktur. İnsanlar rasyonel/otonom varlıklar olarak aklını kullanma yetisi ile özgürce davranır ve seçim yaparlar. Kant, “ahlaki bir eylem nedir?” sorusuyla ilgileniyordu. Kant, ahlakın, kesin buyuruların bir sistemi olduğunu düşünür: Belirli bir biçimde eylemi emreden buyruklar. Bu Kant etiğinin en ayırt edici yönlerinden biridir. Elbise giymenin, kapı açmanın ya da rüzgâr esmesinin ahlaki veya manevi çağrışımları yoktur. Maddi dünyada gerçekleşir ve hiçbir araştırmacı bu olgularda manevi bir yan aramaz. Maddi ve manevi dünya arasındaki bağlantı yalnızca düşünce dünyasında var olur.

Kant’ın ahlak sisteminin başlıca amacı insan iradesinin herkes için geçerli olarak kabul edilmesi gereken zorunlu ve evrensel nesneleri olarak ahlak yasaları formüle etmekti. Kant kesin buyuru (KB) olarak betimlediği ahlak yasalarının bulundukları ve bunların karşı karşıya kalınan tikel durumlara bakılmaksızın herkesin boyun eğmekle yükümlü olduğu ahlaksal buyruklar oluşturdukları yargısına ulaşıyordu. Birey, hiçbir gerekçe olmaksızın ahlak yasasına boyun eğmeyi istemelidir. Kant’ın düşüncesine göre, ancak ahlaki açıdan ortak kabul edilen bir paydanın çizdiği sınırların aşılmaması halinde tek tek bireylerin bir arada, bir toplum içinde yaşayabilmesi mümkündü. Bu modern insanın toplumsal ilişkilerinde anahtar olacak “mesafeli yakınlık” için gerekli amir bir hükümdü. O’na göre, ahlak yasaları yalnızca var olandır ve fikri uğraşlarımız onların keşfedilmesine yöneliktir; yoksa onlar yaratılmamaktadır.5

O’nun yararcılık veya ahlaka kendi dışında bir amaç izafe eden hiçbir öğretiyle ilgisi yoktur. İnsanlar rasyonel/otonom varlıklar olarak aklını kullanma yetisi ile özgürce davranır ve seçim yaparlar. Doğal istemlere örneğin susuzluk halinde insan davranışı, insanın bir seçimi olmayıp isteme bir boyun eğmedir. Özgürlük ise gerekliliğin (necessity) karşıtıdır. Görev(duty) ve özgürlük/otonomluk birlikte olabilmektedir: Siz kendi seçiminizle ahlaki yasayı kendinize dayattığınız için özgürce hareket etmiş oluyorsunuz.

Kendisi, “teoloji/fizik/fizik ötesi ile karışmamış, tamamen soyutlanmış bir ahlâk metafiziği” istiyor. Tüm ahlaki kavramların yeri ve kaynağı tümden a priori (önsel) olarak akıldır (Vernunft). Burada akıl yürütme, matematik ve mantıkta tartışmasız kabul edilen “2+2=4”, “hiçbir daire kare değildir” ve “tüm üçgenler üç kenarlıdır” hakikatlerini saptamanın aynısıdır. Mutlak ahlaki buyuru için ilk koşul, mantıken tutarlı olması; ikincisi, evrenselliği ve ayrıksız her şeye uygulanabilir bulunmasıdır. Kuşkusuz, bazı kişiler bu buyurulara karşı geldiklerinde kendileri ahlaksız damgasını yiyeceklerdir. Ahlaki değer yalnızca insanın bir “görev duygusuyla” (sense of duty) hareket etmesi halinde vardır. Tek güdü bu olmalıdır. Kant’ın normatif teorisi “görevi” merkeze almaktadır.

Ahlakın esası yasa kavramından vücut bulmaktadır. Her ne kadar doğada her şey yasalara göre davranmakta ise de yalnızca rasyonel bir varlığın bir yasa fikrine göre iradesiyle davranma gücü vardır (otonom). Nesnel bir ilke fikri, iradeyi zorladığında aklın bir emri, bu emrin formülü de bir buyuru olarak adlandırılmaktadır.

O’na göre, hak haktır ve en güç koşullar altında bile yerine getirilmelidir. Gökler çökse bile,bırak hukuk yerini bulsun. Çözülmekte olan bir toplumda hükümetin son eylemi cezaevindeki en son hükümlü katilin asıldığını görmek olmalıdır-retributive justice. Aksi takdirde, adaletin kamusal ihlali olarak herkes adam öldürme suçuna iştirakçi olarak görülebilir.6

Mahkemece yalnızca suçlunun kendisi ve toplumun bir diğer iyiliğini geliştirme vasıtası olarak cezaya asla hükmedilemez. Ceza her zaman yalnızca bir suç karşılığı olmalıdır. İnsan hiçbir zaman diğer amaçlara vasıta olarak veya şeylere ilişkin hak objeleri arasında yer alamaz: Hükümle sivil kişiliğinin yitirilebilmesine karşın onun doğal kişiliği kendisini bundan korumaktadır. Ona verilen cezadan kendisi veya vatandaşlardan herhangi biri için yarar çıkarılması öncesi ilk önce suçlu ve cezalandırılır bulunmalıdır.

Adalet ve haklılığın buharlaştığı bir dünyada yaşamanın bir değeri kalmayacaktır. O zaman idam hükümlüsü birinin tehlikeli bir deneyde kobay olarak kullanılması halinde bu deney sonrası mutlu olarak kurtulabileceği önerisi hakkında ne söylenebilir sorusu karşısında, Tıp Fakültesinden gelecek bu türden her öneri Adaleti ret olacaktır: Adalet artık adalet olmaktan çıkacak; ne türden düşünce ile olursa olsun adalet yara alacaktır.” (Kant)

Kant ahlaki haklar fikrini bir adalet teorisinin öğeleri olarak irdelemekte ve sorduğu, “Hakların görev referansı olmasına karşın ahlaki öğretinin genelde neden bir görevler öğretisi olarak isimlendirilmekle kalıp, neden haklar öğretisi de olmadığı” sorusuna verdiği yanıt şöyledir:

Bizler kendi özgürlüğümüzü (tüm ahlak yasaları ve sonuçta tüm
haklar ve görevlerin onunla belirdiği) yalnızca görev emreden bir
önerme olan ahlak buyurusu ile bilmekteyiz. Sonraları bundan
diğerlerini yükümlülük altına sokma kapasitesi olan bir hak kavramı
açıklık kazanabilir.”

Buyuru

Buyuru iki türdendir: 1) Şartlı (hipotetik) buyuru: “Şöyle bir sonuç elde etmek istiyorsan şöyle davranmalısın/sınavı başarmak istiyorsan, çalışmalısın” şeklindedir. Amaçsal bir içeriği vardır. Ahlaksal değer ve düzey açısından ise yalnızca bir öğütten ibarettir. 2) Kesin buyuru ise, belli tür- den davranışın, sonuca bakılmaksızın, nesnel açıdan gerekli olduğunu söylemektedir (enstrümental olmayan ilke). Öğüt değil, evrensel bir yasadır. Sonucuna bakılmaksızın iyi ve geçerli olanı öngörmektedir. Kesin buyuru inşa edici(sentetik) ve a priori’dir.7 Deneyimden bağımsız olsa da deneyime yapılan bu önermeye örnek olarak 5+7=12 verilebilir. Onun her zaman doğru olacağını biliyoruz. Öte yandan “tüm kargalar siyahtır” önermesi a posteriori bir yargıdır ve beyaz bir karganın bulunması ile yanlışlanabilir.

Yinelersek, ahlaksal yasa neyi istediğimize, beğendiğimize ya da sevdiğimize (inclinations)bağlı değildir. İstememiz gerekenin (görevin/duty) bir bildirimidir. Ahlaki yoğunluk O’nun niteliğidir. Cinsel birlikteliğin gerekli koşulu evlilik akdidir: Özgür bir ortamda iki keyfi iradenin hukuka göre birleşmesi ve hukukça belirlenen ilişkilere girmesi söz konusudur.

Kant, hukukun kaynağına göre tanımlanabileceği yönündeki yasal pozitivist tezini kabul etti, ancak hukukun normatifliğini egemenin emrinde değil, pratik aklın “kategorik zorunluluğunda'' konumlandırdı ve amacını en büyük mutluluğu güvence altına almak değil, en büyük özgürlüğü sağlamak olarak belirledi.

Kant, değerlerin kaynağını doğada veya şeyin sebebinde konumlandıran hakim doğal hukuk teorilerini reddeder, çünkü doğa değerlerden yoksundur.

Yalnızca doğanın gidişatını göz önünde bulundurduğumuzda, ‘‘olması gereken’’ hiçbir anlam

ifade etmez. Doğal dünyada ne olması gerektiğini sormak, bir dairenin hangi özelliklere sahip
olması gerektiğini sormak kadar saçmadır. Sormakta haklı olduğumuz tek şey şudur: doğada ne
olur? Dairenin özellikleri nelerdir?” Kant [1787]1976: A547/B575.

Şimdi iki temel soruyu sergileyelim: 1) Ne kadar ahlak yasası vardır? 2) Kesin buyuru nasıl mümkün olabilmektedir? Birinci sorunun yanıtı insanların özgürce seçim yaparak, saf aklın iradeyi belirlemesi sonucu tek bir ahlak yasası olduğudur. İkinci soru için farklı iki açı belirmekte, sensible dünya ile intelligible dünyadır. Birincisinde sebep sonuç ilişkileri içinde doğa yasaları ve davranışlar yer alırken, ikincisinde kendi yasamama göre davranışım söz konusu olacaktır (otonom/irade özgürlüğü).8 İnsanların davranışlarına zevk-acı ilkesi egemen olsaydı özgürlükten söz edilemeyecek ve tüm seçimler heteronom olacaktı. Çıkarım olarak bilim ahlaki sorunları çözemez; hakikatleri ortaya koyamaz.

Doğru/adil hukuk gerçekte koşullar topluluğudur. O’na göre, “bir hak, evrensel bir özgürlük yasasına göre bireyin seçimini, diğer bireylerin seçimleriyle uzlaştırabilecek koşullar toplamıdır”9. İşte yadgerekirci bir yaklaşım sergileyen Kant, insanın akıl ve vicdan sahibi bir varlık olarak seçim yapmasını dile getirmektedir. Kant eti’ğinde görev ile özgürlük arasında kopmaz bir bağ olduğu belirmektedir. Kant’ın bu konudaki ilkesi kesin bir buyuru biçimindedir: “Öyle davran ki, seçimin, genel bir yasaya göre, herkesin özgürlüğü ile bağdaşabilsin”. Kant’ın burada “davranmakla” kastettiği rasyonel olanı istemekti. Kesin buyurunun ifade ettiği şey, yalnızca herkes için rasyonel olarak geçerli olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemektir. Bu ilke evrenselleştiril ilkesi olarak bilinir. Anayasa’nın 12. maddesinde temel hak ve özgürlük tanımı nazari bakımdan bu buyuruya uymaktadır:

Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve
hürriyetlere sahiptir.

Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev
ve sorumluluklarını da ihtiva ed
er”.

Bu tanımın öğeleri göz önüne alındığında, özgürlüğün/temel hakkın kaynağı olan ahlaki bilinç ile sosyal düzenin en önemli öğesi olan hukuku, kolaylıkla birleştirmek olanağı doğmaktadır. İşte herkes özgürlüğünü/ temel hakkını, akıl ve vicdanın emrine uyma biçiminde algılarsa, hukukun ahlaka aykırı olmayan dileğine tabi olmak, yalnız olanaklı olmakla kalmaz, aynı zamanda hür dileğin isteye isteye yerine getirilebileceği ahlaki bir görev olur. Böylece özgürlüğün sınırları ahlaki bilinç ile çerçe- velenmiş bulunmaktadır.

O’nun ahlaki buyurusu, yinelersek, evrenseldir, öyle ki, bir kişi için yapılması ahlaksal olarak doğru olan her şey, başka herkes için de doğrudur ve onun için ahlaksal olarak yanlış olan herkes için de yanlıştır. Örneğin evli bir çiftin boşanmalarını önlemek için yalan söyleyen kişi, Kant’a göre, ahlaka uygun davranmamıştır. “Her durumda herkesin yalan söylemesi” bir ilke olarak kabul edilemez. Gerçeğin bildirimi üzerinde ısrarla durularak; her durumda, A’nın silah tehdidi ile B’den arkadaşının nerede olduğu sorması veya çocuğun ebeveynini ihbar etmesi örneklerinde olduğu gibi gerçek söylenmelidir10 (Kant sonra da ekler: Zavallı kurbanın bu arada kaçmış olduğunu da umarak). Ahlak buyurusuna uyma ödevini yerine getirmemektense, bir insanın ölmesi evladır. Bu konuda pek az Kant’çı kendisini izlemiştir.

Yinelersek, kesin buyuru bir kişi için doğru olanın tüm insanlık için de doğru olması anlamında herkesi bağlayan ahlaksal bir yasadır: “Uğruna davrandığın ilke, iraden yoluyla evrensel bir doğa yasası olacakmış gibi davran.” Diğer bir anlatımla, davranış biçimin, dünyaya örnek olsun.10 Yahut davranış biçimiyle, var olan değil, olması gereken dünyanın yaratılmasına etkili olmalısın. Bu buyuru sonucuna bakılmaksızın iyi ve geçerli olan bir buyurudur. Bu anlatım bağlamında her seferinde ahlaki bir karar alma durumunda kalan insan ilk önce “Yapacağım şu eylemin dayanağı olan kural nedir?” ve ikinci olarak, “tüm insanlar için takip edilecek evrensel bir kural olabilir mi?” sorusunu sormalıdır. Örneğin tembel bir insan bu kadar zor çalışmak yerine neden yaşamımı hırsızlık yaparak kazanmayayım diye düşündüğünde, Kant’ın buyurusu bilinciyle, ilk olarak tasarlanan bu eylem için kuralın ne olduğunu soracaktır. Kural, “hiç çalışmayacağım, fakat gereksinme duyduğum şeyleri başka insanlardan çalacağım” biçiminde olacaktır. Kişi bu kuralı evrenselleştirmek istediğinde kuralın okunuşu şöyle olacaktır: “Hiçbir insan asla çalışmamalı; ihtiyaç duyduklarını diğerinden çalmalıdır”. Yalnız, kimse çalışmadığında, çalınacak bir şey olmayacaktır. O zaman insanlar nasıl yaşayabilecektir? Kimden hırsızlık yapılabilecektir? Bazı kişilerin diğerlerinden hırsızlık yapması belirgin ise de tüm insanlar bunu yapamayacaktır. Bu nedenle, Kant’a göre, bu kural tüm insanlara uygulanamaya- cağından hırsızlık gayri ahlakidir.11

Kant, insanı, yerine getirmek zorunda olduğu ahlak yasasına saygı duyan özerk bir varlık olarak görüyordu. O’na göre, insanı doğa üstüne yükselten ve şahsiyet haline koyan haslet, onun özgürlüğüdür. “Özgürlük olmasaydı, içimizde karşılayabileceğimiz bir ahlak yasası hiç bulunmazdı.” Kant, özgürlükten, doğal halin, sınırsız davranış özgürlüğünü değil, manevi alemin ahlaki işlevini anlıyor. O, özgürlüğün desteği ve kaynağı olarak, doğa yerine hissi eğilimlere karşı dayanıklı ahlaki görev idesini koyuyor. Özgürlük, insan doğasının hissi saiklerine tabi olmayıp, aklın gereklerine göre davranmada, “sensible”in etkisinden kurtulup saf akla (“intelligible”) uymakta ortaya çıkar. İşte Kant’ın özgürlük anlayışı içerdiği mükellefiyetle, yalnız ahlaki değil, dolayısıyla sosyal bir anlam da kazanmaktadır. Yalnız somut durumlarda hangi karar veya davranışın, sensible’den kurtulup intelligible’e uyma sayılabileceği daima ihtilaflı ve tereddütlü bir sonuç doğurabilir. Gerçekte şekli formüller üzerinde anlaşma kolaylığına karşın değişik içerikler konusunda uzlaşma güçlüğü, bu tür sorunlarda şekli formüllerle yetinmeyi zorunlu yapmaktadır. O’nun şekli yönden yetkinliği, kuşkusuz, olan özgürlük düşüncesi, her tür içerikten yoksunluğu nedeniyle yalnız nazari bir değer ifade etmekte, pratik bir davranış düsturu olmaktan uzak kalmaktadır.

O’na göre, eğer insan yanılır ya da günah işlerse, gene de içindeki ahlaksal yasa ve ahlaksal değerin pınarı olarak kişiliği, kutsal görülmelidir.

Mütevazı bir hayat süren bu büyük düşünür Kant, biraz da esprili bir dille “ünlü insanların yalnızca uzaktan büyük göründüğünü” söylerdi: “Koca krallar, hizmetçilerinin yanında büyüklüklerinden çok şey kaybediyorlar”; herkesin bildiği gibi ‘hiçbir insan aslında ‘büyük’ değildir”. Copernicus, dünyanın merkez olmayıp, güneşin merkez olduğu söylevi ile nasıl bir çığır açmış ise, Kant’ta öylesine bir çığır açmış ve merkeze insanı almıştır.12

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

---------------------

1 “Biz bu ad altında, var olan her şeyin, ya da hiç değilse var olduklarını bilebileceğimiz her şeyin, herhangi bir anlamda ruhi, mental olması gerektiğini kabul eden öğretiyi anlıyoruz.” (B. Russel). İdealizm’de “maddecilik” gibi yalnızca bir öz vardır ve o da akli olanıdır (ideaizm). Bilgimizin konusu “şeyin kendisi” değil, düşüncedir. Christopher Yeomans.The Politics of German Idealism Law and Social Change at the Turn of the 19th Century, Öxford, 2023. Sean Coyle. From Positivism to Idealism- A Study of the Moral Dimensions of Legality, Ashgate, 2007. Tadahiro Oota. Confronting the German Idealist Tradition, Routledge, 2023

2 Mütevazı bir hayat süren büyük düşünür, biraz da esprili bir dille “ünlü insanların yalnızca uzaktan büyük göründüğünü” söylerdi: ‘Koca krallar, hizmetçilerinin yanında büyüklüklerinden çok şey kaybediyorlar’; herkesin bildiği gibi ‘hiçbir insan aslında ‘büyük’ değildir”.

Bir evrenselci Kant, modern biçimciliğin kurucusudur. Hukuk açısından usul hukuku biçimseldir. Deneyim açısından, biçim dışında deneyimin içeriğine ilişkin a priori bir kesinlik sahibi olamayız. Zaman ve mekân boyutunda bizim deneyimiz örneğin bir makarna makinesine ait sezgilerimizin temel biçimleri bakımından, sonuçta elde edilecek makarnanın niteliği hakkında (noumenon) önceden çok şey söylenemezse de biçimi belirtilebilir. En azından bu sonuç kesindir. Kant’ın bilgi teorisi aklın kategorilerine büyük önem veriyordu, dış dünyaya ait algılarımızı ‘programlayan’ bu kategoriler şunlardır: Nicelik (birlik, çoğulculuk ve toplam)-sayısal, nitelik (gerçek, yadsıma ve sınırlama)-yoğunluk derecesi, ilişkisellik (madde, nedensellik ve karşılıklılık), biçimsellik (olasılık, varlık ve zorunluluk). Bunlar bilgimiz için zorunlu kavramlardır. Kant’a göre, algılamalar bu kategorilerle anlaşılır olmaktadır ve sahip olduğumuz yegâne hakikat (truth) biçimsel hakikattir. Örneğin, algılanan objeler arasındaki ilişkiyi nedensellik (birinin diğerini takip etmesi) bağlamında düşünebilmeliyiz. S.Körner. Kant, A Pelican Book, 1960, pp.73-74; P.Sedwick.Descartes to Derrida-An Introduction to European Philosophy Blackwell Publishers, 2001, pp.40-41;B.Akarsu.Çağdaş Felsefe İnkilâp, 1994,s.35. Kant hakkındaki uluslararası site linkleri: www.uni-marburg.de/kant/

3 Bkz. J.V.Buroke.Kant’s Critique of Pure Reason-An Introduction, Cambridge, 2006; The Cambridge Companion to Kant and Modern Philosophy (ed. P.Guyer) Cambridge University Press, 2006. Ayrıca bkz. O. Hançerlioğlu. Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 1977, ss.78-82.

4 B.Akarsu.Immanuel Kant’ın Ahlak Felsefesi,Inkilap Kitapevi,İst.,1999,s.109. I. Kant. On the foundation of morality:A modern version of the Grundlegung Bloomington: Indiana University Press, 1970 para.428 at 156ff. “Yalnız, Kant’ın görüşü iki insanın menfaat çatışması halinde karara varılması için bir vasıta sağlamamaktadır. Her biri kendi başına ereksel bir son ise, hangisinin göz ardı edilmesini belirleyecek bir ilkeye nasıl ulaşılacaktır? Böyle bir ilke kişiden çok topluma ilişkin olmalıdır. Kelimenin geniş anlamında bu bir ‘adalet’ ilkesi olmalıdır” (s.183).

“Zorluklar özellikle çoğunluk tercihi gibi bazı ilkeleri gerektiren siyaset felsefesi için geçerlidir. Bununla bazılarının menfaati diğerlerine feda edilmektedir. Hükümetin bir etiği olacaksa, hükümetin amacı toplumun iyiliği olan adaletle uyumlu tek bir son olmalıdır. Yalnız Kant’ın ilkesini, her insanın mutlak bir son olması değil de çoğunun etkilendiği eylemleri belirlerken tüm insanların eşit sayılması şeklinde algılamak daha yerinde olacaktır. Böyle yorumlandığında, bu ilkenin demokrasi için etik bir temel sağladığı düşünülebilir” (ss.711-712). B. Russel. A History of Western Philosophy (An Essandess Paperback) New York, 1945. Amaçlı(nefret/menfaat) adam öldürme ahlaki olmadığı gibi intihar da (korkakça bir adam öldürme) ahlaki değildir. Her ikisinde de insanlık vasıta olarak kullanılmaktadır. Özel bir saik olarak tek bir ahlak yasasına saygınlık söz konusudur (Yazarın notudur).

5 Ayrıca bkz. T.W. Adorno. Ahlak Felsefesinin Sorunları, Metis, Ekim 2012, s.82 vd. “mesafeli yakınlık”(relational distance) için bkz. M.T.Yücel. Hukuk Sosyolojisi.

6 I. Kant. Philosophy of Law (Trans. by W.Hastie), Edinburg, 1887, p.198; The Meta- physics of Morals:Essays in the Legal Philosophy and Moral Pyschology (M.Gregor ed.&trans) Cambridge University Press, 1996, (333), ss. 140-41. Kant’a göre, lex talionis ahlaki bir mecburiyettir.

7 Kant a priori önermeler/doğruların iki tür olduğunu savunuyor ve onları “analitik” ve “sentetik” önermeler olarak adlandırıyordu. Analitik önermede (örneğin bir karenin dört kenarı/bir bisikletin iki tekerleği olduğu ya da her cisim üç boyutludur/bekarlar evli değildir) yüklem öznede saklı, öznenin tanımında yer alan bir kısım iken, sentetik önermede yüklem öznenin kavramı dışında ve özneye de bir şey katmaktadır. Örneğin, “bu yük ağırdır” önermesinde yük öznesine ağırlık yükletilmektedir. Böyle önermeler deneyimden bağımsız olmalı ve fakat deneyime de yollama yapmalıdır. Aynı zamanda a prioridir; deneyimle değil, yalnızca akılla bilinebilir. Bkz. Y.Işıktaç. Hukuk Normunun Mantıksal Analiz ve Uygulaması Filiz Kitabevi, İst.,1999 s.21; S. Körner. Kant, A Pelican Book, 1960, p.75; O. Hançerlioğlu. Felsefe Ansiklopedisi Cilt 1 (A-D) Remzi Kitabevi İst., 1976, s.180; B. Akarsu. age. s.31.

8 Otonominin iki bileşeni var:

1. Ahlakın taleplerinden bilgilenmek veya onu oluşturmak için bizlerin dışında bir otoriteye gereksinmemiz olmayışıdır. Ahlakın gerekliliklerini bizler kendimize dayatmaktayız.

2. Öz yönetimle(self-government) kendimizi etkili bir biçimde kontrol edebiliriz. Kendimize empoze ettiğimiz yükümlülükler, eylem için öteki çağrıları geçersiz kılmakta ve ekseriyetle isteklerimize karşıt gelmektedir.

9 I. Kant. The Metaphysics of Morals(M.Gregor ed.&trans) Cambridge University Press, 1996, para.377. Hukuk, Kant’ın savladığı gibi bir “koşullar” bütünü değil, bir normlar bütünüdür. Bir “koşul” yalnızca teorik olarak vardır; hukuk, aksine uygulamada var olmalıdır-o etkin olmalı; gelenek ve ahlaktan farklı biçimde, eğer gerektiriyorsa zorlayıcı olmalıdır. Hukuk kavramı zor kavramının hazırlayıcısı ve önkoşuludur. Ayrıca bkz. R. Billington. “Amaçlar ve Araçlar I: Kant” Felsefeyi Yaşamak-Ahlak Düşüncesine Giriş, Ayrıntı, 2011, ss.153-178.

10 Bu durumda, yalan söylemenin bir yolu yok mudur? “Nerede olduğunu bilmiyorum” diyebilirsiniz (yanıltıcı hakikat/misleading truth). Başka bir örnekle, hediye edilen bir kravatı beğendiniz mi diye sorulduğunda “kötü bir kravat” demek varken “güzel” dersem beyaz bir yalan (white lie) söylemiş olacakken, “hiç böyle bir kravat görmemiştim” dersem yanıltıcı hakikat söylemiş olacağım. Nitekim, ABD cumhurbaşkanı B. Clinton, Levinskiyi cinsel istismar etmesi nedeniyle impeachment duruşmasında bu yolu yeğleyerek, “Levinski ile cinsel ilişkide bulunmadım” demiştir. Genel tercih, koşullara uyarlanmış şu tür deontolojik argümanlar olmuştur: Katile “sizin bunu bilmeye hakkınız yok” demek veya başka bir insanın hayatını kurtarmanın dürüst olmaya göre öncelikli olduğu görevler hiyerarşisi yaratmaktır. Potansiyel katillere yalan söylenmesi istinası bencil duygularla yapılmadığından, insanların ahlaken yalan söylememesi kuralını ihlal etmeye zorlandıklarını hissetmektedirler. Masum bir insanı kurtarmak üzere potansiyel bir katile yalan söylemek, ahlaki bir karar olarak altında yatan zımni kuralı evrensel olarak kabullenmeye istekli olabiliriz ve bu yaklaşım evrensel bir kural olarak da istisna olmaktan çıkar. H. Bielefeldt. Symbolic Representation in Kant’s Practical Philosophy, Cambridge, ss. 70-78. Kapıdaki katil zanlısı için bkz. I.Leslie, Doğuştan Yalancı, NTV, 2014, ss.256-265.

10 İ. Kant. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (Çev. I.Kuçuradi) Hacettepe Üniv. Yayını, Ank., 1982, s.38; A. Heper. “Hukuk Felsefesi Açısından Biyoetiğin Temel Sorunları” Sağlık Alanında Etik ve Hukuk (Sempozyum 17-19/04/ 2008) Yeditepe Univ. s.251 vd.; T. Cathcart ve D. Klein. Platon Kolunda Bir Ornitorenkla Bara Girer Aylak Kitap, 2010, ss.81-83. “Herkesin, başkalarının kendisine yapmasını istediği şey haz/keyif ve istemediği şey acı/azap vermesidir. Bu nedenle altın kural şu norma eşittir: ‘Başkalarına haz ver, acı/elem verme.’ Ancak, başkasına acı vermenin, birinin zevki olduğu sıklıkla vuku bulmaktadır. Eğer bu altın kuralın ihlali ise, o halde şu soru belirmektedir: ‘Böyle bir ihlali mümkün olduğu ölçüde önlemek için, ihlal edene ne yapılmalıdır?’ Bu, adalete ilişkin bir sorudur. Eğer, hiç kimse başkasına acı vermeyecek olsaydı, adalet diye bir sorun da olmazdı. Eğer ihlal durumlarına uygulanacak olursa altın kuralın abes bir sonuca götürmesi gerektiği açıktır: çünkü hiç kimse, bir suç bile işlese, cezalandırılmak istemez. Bundan ötürü, altın kurala göre, hiç kimse suç işlememelidir. Bir kimse, diğerleri kendine yalan söylediğinde hiç de umursamayabilir, zira o, doğru ya da yanlış, kendini, doğruyu bulacak ve kendini yalancıdan koruyacak kadar akıllı sanmaktadır. O zaman, altın kurala göre bu kimse, yalan söyleyebilecektir. Lafzıyla ele alındığında altın kural, ahlakın ve hukukun ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanır. Ancak onun amacının, toplumsal düzenin sürdürülmesinin ortadan kaldırılması değil, tersine sürdürülmesi olduğu açıktır. Eğer amacına uygun olarak yorumlanırsa altın kural, bu kuralın sözcüklerinin iddia ettiği gibi, doğru davranışın (insanların doğru davranışı, diğerlerinden beklediği davranış) sadece öznel kriterini belirlememelidir; böyle bir kıstas, herhangi bir toplumsal düzenle bağdaşmaz. Altın kural nesnel bir kıstas belirlemeli/göstermelidir. Onun doğru anlamı: ‘Diğerlerine, diğerlerinin sana davranması gerektiği gibi davran.’ Ancak onlar nasıl davranmalı? Bu, adalete ilişkin bir sorudur. Bu soruya yanıt altın kural tarafından verilmez, fakat varsayılır; yanıt, adil veya gayri adil, kurulu bir toplumsal düzen tarafından verilir.” Bu formülün eleştirisi için bkz. H. Kelsen. “What is Justice?” Justice, Law, and Politics in the Mirror of Science Collected Essays by Hans Kelsen, University of California Press: Berkeley and Los Angeles,1960, pp. 1-24; H.Kelsen “Adalet Nedir?” (Ter.A.Acar) TBBD Y.26, S.107, 2013, ss.431-454.

Altın kuralın sözcüklerinde ima edilen doğru davranışın öznel kriteri yerine, nesnel kriter getirilirse, eğer altın kuralın anlamı, her bir birey, diğerlerine, diğerlerinin kendine davranması gerektiği gibi davranmalı, olursa, o halde bu kural şu ilkeye eşittir: “Toplumsal düzenin genel normlarına uygun davran.” Bu şekilde yorumlanan altın kuralın, Alman filozof I. Kant’ın, ahlak felsefesinin zorunlu sonucu ve adalet sorununa onun çözümü olan kategorik emperatif formülün esin kaynağı olduğu açıktır. Bu şu şekilde belirtilebilir: “Sadece, aynı zamanda evrensel olmasını istediğin kanun doğrultusunda davran.” Bunun anlamı; birinin davranışlarının sadece, o kişinin herkesi bağlamasını istemesi gereken ilkelerle belirlenmesi gerektiğidir. Ancak, herkesi bağlamasını istememiz gereken bu ilkeler nelerdir? Bu soruya, kategorik emperatifin, tıpkı model aldığı altın kuralın olduğu gibi, bir yanıtı yoktur.

11 Kant’ın verdiği bir borç verme örneği var. Geri vermemek niyetiyle birisinden borç para alıyorum. Karşımdaki bunu bilmediği için bana borç veriyor. Şimdi ben kendisine dayandığım öznel ilkenin herkesin ilkesi olmasını isteyebilir miyim? Herkes böyle davranırsa ne olur? Kimse borç vermeyeceği için “borç verme” ortadan kalkar. İşte tenakuzu (contradiction) içeren irrasyonel bir durum oluşmaktadır. Ayrıca bkz. R. Audi, Practical Reasoning and Ethical Decision, Routledge, 2006, ss.45-61.

12 The Blackwell Guide to the Philosophy of Law and Legal Theory Edited by Martin P. Golding and William A. Edmundson, Blackwell Publishing, 2005.