Mücbir Sebep

Mücbir kelimesi, cebir kelimesi ile aynı kökten gelmekte ve icbar eden, zorlayan, mecbur eden, zorlayıcı anlamlarına gelmektedir. Mücbir sebep, düzenin sürdürülmesini veya düzenlemelerin aynı şekilde devam ettirilmesini zorlaştırabilecek yahut imkânsız hale getirebilecek, şartların ani değişimi veya beklenmeyen olağanüstü gelişmeler sonucu ortaya çıkan çeşitli sebeplerdir.

“Mücbir sebep, hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk ve buna benzer hallerdir.”

Devam eden salgının gerçek ve tüzel kişilerin taraf olduğu sözleşmelere mücbir sebep olarak etkisi nedir?

Koronavirüs salgınından doğrudan etkilenen ve ana faaliyet alanı itibarıyla; alışveriş merkezleri dahil perakende, sağlık hizmetleri, mobilya imalatı, demir çelik ve metal sanayii, madencilik ve taş ocakçılığı, bina inşaat hizmetleri, endüstriyel mutfak imalatı, otomotiv imalatı ve ticareti ile otomotiv sanayii için parça ve aksesuar imalatı, araç kiralama, depolama faaliyetleri dahil lojistik ve ulaşım, sinema ve tiyatro gibi sanatsal hizmetler, matbaacılık dahil kitap, gazete, dergi ve benzeri basılı ürünlerin yayımcılık faaliyetleri, tur operatörleri ve seyahat acenteleri dahil konaklama faaliyetleri, lokanta, kıraathane dahil yiyecek ve içecek hizmetleri, tekstil ve konfeksiyon imalatı ve ticareti ile halkla ilişkiler dahil etkinlik ve organizasyon hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulunan işyerleri, mücbir sebep dolayısıyla zor durumdadır.

Bahsedilen ve örneklendirilen işletmelerin salgın öncesi yapmış olduğu, satım, hizmet ve kira sözleşmeleri başta olmak üzere çeşitli hukuki muamelelerinde aşırı ifa güçlüğü durumu ortaya çıkabilir.

Kira Sözleşmeleri

Kira Sözleşmesi 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu ile ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Kira sözleşmesinin farklı türleri bulunmakla birlikte genel olarak kira sözleşmesi, kiraya verenin, bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte bu şeyden yararlanılmasını bir bedel karşılığında kiracıya bıraktığı isimli bir sözleşmedir. Kira sözleşmesi, konut ve çatılı işyeri kirası sözleşmesi ve ürün kirası sözleşmesi olmak üzere iki türe ayrılmıştır. TBK’nın 299-338.maddeleri ile kira sözleşmelerinin tüm türlerine uygulanabilecek genel nitelikte hükümler düzenlenmiştir.

Kiracının asli edimi olan bedel ödeme borcu, sözleşme süresince devam eder. Tarafların yükümlülükleri zamana yayılmış olduğu için, kira sözleşmesi niteliği itibariyle sürekli bir sözleşmedir. Kiracının sürekli ücret ödeme borcu ve mücbir sebep dolayısıyla aşırı ifa güçlüğüne uğraması mümkündür. Özellikle işyeri kiracılarının bu dönemde yararlanması gereken hukuki imkâna değinilecektir.

İşyeri Kiraları

AVM, dükkân ve her türlü işyerinin, devlet tarafından alınan önlemlerle tedbiren yahut korku, panik haliyle kendiliğinden boşalması hali mücbir (olağanüstü) sebeptir. Alınan tedbirler ve salgın sebebiyle işyerlerinin geliri azalmış; işyerleri giderlerini karşılayamaz olmuştur. Dolayısıyla kiracıların normal dönemde ödediği kira bedelinin, salgının ortaya çıkışı sonrası aynı şekilde ödenmesi aşırı zor veya duruma göre imkânsız kabul edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken, devam eden sözleşme uyarınca işyeri kira borçlarının ödenmesi halinde, hakları saklı tutacak şekilde ihtirazı kayıt düşülmesidir. Bu durumda, sözleşmenin yapıldığı andaki şekliyle korunması aşırı zorluk oluşturabilir. Sözleşmelerin yapıldığı andaki şekliyle uygulanması, sözleşmeye bağlılık ilkesi gereği olmakla birlikte; mücbir sebebin ortaya çıkışı ile uygulanabilecek farklı bir yol vardır.

Sözleşmeye Bağlılık

Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Diğer bir deyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Sözleşmeye bağlılık ve saygı esastır. Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak mümkün değildir. Aksi halde, özel hukuk sistemimizde geçerli olan “irade özgürlüğü”, “sözleşme serbestliği” ve “sözleşmeye bağlılık” ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Ancak bu ilke, özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Türk hukukunda İşlem Temelinin Çökmesi Kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlama davalarının görülebilir olduğu benimsenmiştir. Buna göre öncelikle borçlunun aşırı ifa güçlüğü yaşaması ve uyarlama talep etmesi gerekir.

Aşırı İfa Güçlüğü

Aşırı ifa güçlüğü, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmünün yabancı para borçlarında da uygulanacağı düzenlenmiştir. Aşırı ifa güçlüğünün ortaya çıkması için, sözleşme taraflarınca öngörülemeyen, sözleşme taraflarının sebep olmadığı olağanüstü bir durum gereklidir. Aşırı ifa güçlüğü, tam veya kısmi imkânsızlık durumundan farklıdır. İfa imkânsızlığı[1] durumunda borçlunun borcu kısmen veya tamamen sona ermektedir; ancak aşırı ifa güçlüğü durumunda borçlunun borcu devam etmektedir. Aşırı ifa güçlüğü durumunda, sözleşmenin yeni koşullar sebebiyle hakkaniyete ve dürüstlük kuralına göre uyarlanmasının istenmesi mümkündür. Yargıtay tarafından benimsenen ve sözleşmeye bağlılık ilkesinin istinasını oluşturan uyarlama davasının açılması ve uyarlama kararı verilebilmesi için çeşitli şartlar bulunmaktadır.

Uyarlama Davası

Uyarlama davası, 6098 Sayılı TBK’nın yasalaştırılması sırasında da benimsenerek, “Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı 138. maddenin altında düzenlemiştir. Maddenin gerekçesinde:

“Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, "işlem temelinin çökmesi"ne ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır. Ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılması, şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlıdır:

a. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.

b. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.

c. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır.

d. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.

Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır.” denilerek uygulamada kabul edilen uyarlama davası, yasa maddesi haline getirilmiştir. Buna göre yukarıda belirtilen şartların gerçekleşmesi ile borçlu, hâkimden sözleşmenin uyarlanmasını isteyebilir. Uyarlamanın mümkün olmaması halinde, sözleşmeden dönme; sürekli borç doğuran sözleşmelerde örneğin kira sözleşmelerinde fesih hakkı kullanılabilir.

Sözleşmeye müdahale için gerekli olan esaslara gelince: Sözleşme kurulduktan sonra sözleşmenin ifası sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Değişen hal ve şartlar taraflar bakımından önceden öngörülebilir, beklenebilir, olağan ve hesaba katılabilir nitelikte olmamalı veya olaylar öngörülebilir olmakla beraber bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir. Sözleşmeye bağlılık esas olduğundan, uyarlama daima yardımcı bir çözüm olarak düşünülmelidir. Sözleşmeye yazılan özel hükümler yorumlanıp, bunların taraflara sağladığı hak ve yararlar ile ekonomik değişikliklerin etkileri, kiralananın nitelikleri gibi somut olayın özelliği ile belirlenecek tüm objektif ve sübjektif hal ve koşullar değerlendirilmeli, uyarlama yapılması kanaatine varılırsa, sözleşmedeki intibak boşluğu, dürüstlük kuralı ışığında, yasa boşluğunda olduğu gibi hâkim tarafından doldurulmalıdır.

Uyarlama Davası Sonucu

Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması için önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak (uyarlama) hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde, sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği mahkemece incelenir. Bazı durumlarda da sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak (uyarlama) kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep etmek dürüstlük kuralı anlamında hakkın kötüye kullanılması manasına gelebilir.

Böyle bir durumda, sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir isabetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak TMK’nın 1, 2 ve 4.maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla, durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur.

Uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun ve sürekli borç ilişkilerinde söz konusu olur. Uygulamada önemli bir yer tutan ve sürekli borç ilişkisi oluşturan kira sözleşmelerinde uyarlama talebi mümkündür. Kira sözleşmelerinde talep edilen uyarlama için davada araştırılması gereken veriler vardır. Kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgedeki kira parasını da etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticaret değişiklikleri, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar, döviz kurlarındaki ani ve aşırı iniş ve çıkışlar ile ülkeyi sarsan ciddi ekonomik kriz veya doğal afetlere bağlı ödeme esaslarının yeniden düzenlenmesini gerektirecek olayların varlığı araştırılıp değerlendirilmek suretiyle bir rapor alınmalıdır. Yargıtay, tüm bu verilerin toplanması ile inceleme yapılmasını aramakta, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğini belirtmektedir. Uyarlama davası sonucunda sözleşmedeki kira bedelinin, tarafların amacına uygun objektif iyiniyet, dürüstlük kurallarının elverdiği ölçü ve düzeyde brüt olarak belirlenmesi mümkündür. Sözleşmenin değişen hal ve şartlara intibakını öngören veya görmeyen her türlü karar yukarıda açıklanan esasların, toplanan delillerin ret ve kabul edilen yönlerini, dayanaklarını içerir şekilde gerekçeli ve Yargıtay denetimine uygun olmalıdır. Burada önemle belirtilmesi gereken husus, uyarlama davalarına özgü temel kurallar gözetilmeksizin salt kira parasının tespitine ilişkin davalarda izlenen yöntemlerle, örneğin sadece taşınmazın cinsi, yüzölçümü, bulunduğu mevki, emsal taşınmazların kira bedelleri gibi verilerle intibak boşluğu doldurulup, sözleşme düzeltilemez. Değerlendirmede bunlar ancak yardımcı kaynak olarak gözetilebilir.

Diğer bir anlatımla, sözleşmede yüklenilen edimleri tamamen başka bir anlam verilecek hale getirmek suretiyle bir tarafa beklenmedik şekilde olağanüstü yararlar sağlanamaz, sözleşme yeni bir hale dönüştürülemez. Yine sözleşmenin kurulması sırasında tarafların sözleşmeyi uzun süreli yapmalarına ilişkin birleşen amaç ve iradeleri hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken vazgeçilmez bir olgudur.

İşlem Temelinin Çökmesi

Mahkemenin uyarlama sonucuna varması için, sözleşmedeki işlem temelinin çöktüğü sonucuna varılmalıdır. İşlem temelinin çökmesi, sözleşme hükümleri ve dürüstlük kuralı göz önüne alınarak belirlenir. Zorlayıcı sebeplerin ortaya çıktığı her durumda, işlem temelinin çöktüğü gerekçesiyle uyarlama istenemez. Örneğin, bir alışveriş merkezinde bulunan işyeri, açılıştan bu yana istediği satış hedefine ulaşamadığını, markanın AVM’deki mevcut marka karması nedeniyle zarar gördüğünü, AVM’nin kusurlu yönetim şekli ve AVM’deki mağaza karmasının değişmesi, kusurlu yapılanma, vaat edilen hususların yerine getirilmemesi gibi sözleşmenin imzalandığı sırada önceden öngörülmeyen değişiklikler nedeniyle işlemin temelinden çöktüğünü, sözleşmede edimler arasındaki dengenin kiracı aleyhine bozulduğunu belirterek kira bedelinin uyarlanarak indirilmesini talep etmiştir; ancak kira sözleşmesinde, davalı kiraya verenin alışveriş merkezinde yer alacak markalara yönelik bir taahhüdünün bulunmadığı, alışveriş merkezinin durumunda değişiklikler olabileceğinin tacir olan davacı yönünden öngörülebilir bir durum olduğu ve diğer hususlar birlikte değerlendirildiğinde, kira sözleşmesinde işlem temelinin çöktüğünden bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır[2].

SONUÇ

Mücbir sebep olarak değerlendirilen Korona virüsün etkileri sürmekte ve işyerlerinin salgın öncesinde yapmış olduğu hukuki muameleler salgın sebebiyle olumsuz etkilenmiştir. Özellikle işyeri kiralarının ödenmesi noktasında, kiracılar zor durumda olup aşırı ifa güçlüğü yaşamaktadır. Bu durumda, Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesinde düzenlenen Aşırı İfa Güçlüğü uyarınca sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması veya sürekli sözleşmelerde sözleşmenin feshi hakkının kullanılması gündeme gelmektedir. Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık ve ahde vefa ilkelerinin istisnası niteliğinde olan uyarlama davasının dinlenebilmesi için koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ve işlem temelinin çökmesi incelenmelidir. Her sözleşme özelinde şartların varlığı ayrıntısıyla incelenmeli ve ortaya konulmalıdır. Özellikle, kapsamlı sözleşmelerde, sözleşmenin uyarlanması veya feshi süreçlerinin hukuki danışmanlık ile yürütülmesi önem arz etmektedir.

Av. Betül GÜVEN-Ankara Barosu

---------------------------

[1] Bkz. TBK m.136: İfa imkânsızlığı: “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”

TBK m.137 Kısmi ifa imkânsızlığı: “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.”

[2] Y. 3. Hukuk Dairesi, 2017/261 E., 2017/781 K.; Yargıtay Karar Arama Motoru; “… Davalının kira sözleşmesinin düzenlendiği dönemde avmnin ünlü yerli-yabancı markaya ev sahipliği yapacağını vaat ettiğini, bu şekilde tanıtım ve kampanyalar yaptığını, müvekkilinin davalının sözleşme öncesi vaatlerine güven duyarak kira sözleşmesini imzaladığını, açılmasına müteakip vaat edilen seviyeye ve doluluk oranına erişemediğini, seçkin yabancı markaların birer birer avmyi terk ettiğini, avmnin açılıştan önce yaratılan itibarının yok edildiğini, …, gibi sözleşmenin imzalandığı sırada önceden öngörülmeyen değişiklikler nedeniyle işlemin temelinden çöktüğünü, sözleşmede edimler arasındaki dengenin kiracı konumundaki müvekkili aleyhine bozulduğunu belirterek müvekkilinin ödemekte olduğu kira bedelinin uyarlanarak indirilmesini talep etmiştir…

Davalı vekili, müvekkilinin, basiretli bir tacir olarak gereken tüm özen ve itinayı göstererek birçok mağaza ve restaurantla anlaştığını ancak küresel ekonomik krizden en çok perakende sektörünün etkilendiğini, bu kriz nedeniyle kiracıların bir kısmının kendi isteği ile ayrıldığını, bir kısmının da sözleşmesinin müvekkili tarafından feshedildiğini, bu kiracılar yerine yeni kiracılar ile faaliyetin devam ettiğini, doluluk oranının % 94 olduğunu, müvekkilinin kiracılara yönelik hiçbir yazılı, sözlü taahhüdü veya vaadi olmadığını, davacının tacir olduğunu, basiretli davranması gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur… Somut olayda, davaya dayanak yapılan 04/.../2007 tarihli, ... yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmenin …maddesinde "Alışveriş merkezindeki bazı işyerlerinin işletilmeden ve ne isim olursa olsun boş kalması halinde kiracı, kiralayana karşı hiçbir şikayette, hak ve alacak talebinde bulunamaz." ve ...maddesinde "Kiralanan yerin iş yapması/yapmaması, iş potansiyelinin kiracının tasavvur ettiği ciroya ulaşamaması sebebiyle, kiracı tarafından kiralayana bir sorumluluk yüklenemez, bu sebeple akdin çekilmez olduğu iddiası ileri sürülemez." hükümleri yer almaktadır. Mahkemece, her ne kadar alışveriş merkezinde kuruluş aşamasındaki şartların değiştiği, sözleşme kuruluş aşamasında vaat edilen üst gelir grubuna yönelik alışveriş merkezi, moda merkezi yapıldığına ilişkin durumlarda değişiklik mevcut olduğu, davacı kiracı yönünden edimde dengesizlik yapıldığı, alışveriş merkezinin açılışındaki değerini kaybettiği, kiracının alışveriş merkezi müşteri portföyü alım değerlerinin düştüğü, taşınmaz yerin kullanım değerinin olumsuz anlamda değiştiği, değerin düştüğü gerekçesiyle uyarlama talebinin kabulüne karar verilmiş ise de; kira sözleşmesinde, davalı kiraya verenin alışveriş merkezinde yer alacak markalara yönelik bir taahhüdünün bulunmadığı, alışveriş merkezinin durumunda değişiklikler olabileceğinin tacir olan davacı yönünden öngörülebilir bir durum olduğu ayrıca tarafların 2009 yılında kira bedelini yeniden belirledikleri hususları birlikte değerlendirildiğinde, kira sözleşmesinde işlem temelinin çöktüğünden bahsedilemeyeceğinden bu nedenle mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı görülmüş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.”