I.GENEL OLARAK  

Hukukumuzdaki farklı kanuni düzenlemeler uyarınca onlarca dava çeşidi ihdas edilmiş ve özel hukuk bağlamında uyuşmazlıkların çözümü yoluna gidilirken Türk Medeni Kanunu ile uyumlu olacak şekilde Türk Borçlar Kanununda borç ilişkisinin kaynaklarının değerlendirildiği kanuni düzenlemeler uyarınca, T.M.K m.2 ile düzenleme altına alınarak “hukuki ilişkilerin kapsamı” başlığı altında düzenlenen “Dürüst Davranma” hükmü incelendiğinde açıkça görülecektir ki; herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda olup bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı düzenlenmiştir.  

Cari mevzuat hükümlerimizin tamamı incelendiğinde görülecektir ki aslında bütün hukuk dünyamızda hak arama iradesi kullanırken yahut borçlar yerine getirilirken dürüst olunmak zorundadır.  

Türk Medeni Kanunu m.2 düzenlemesinin bizi ilgilendiren kısmıyla ilgili bir örnek verecek olursak, emanet olarak alınan bir saatin sahibi tarafından geri istenmesinden sonra çalındığının söylenmesi yahut geri ödenmek üzere borç olarak alınan paranın aslında başkaca bir ilişkiye dayanılarak geri verilmemesinin hukuk düzeni tarafından korunmayacağı çok açıktır.  

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunundan doğan davalar saklı kalmak kaydıyla borç ilişkisinden doğan birtakım davalarda borç ilişkilerinin düzenlendiği Türk Borçlar Kanunu hükümlerine gitmek gerekmiştir. Bu kapsamda Türk Medeni Kanun’un bir parçası olan Türk Borçlar Kanunu’nda açıkça bir hakkın kötüye kullanılması halinde hukuk düzeninin istemediği ve bir tarafın mağduriyetine neden olacak sonuçları peşinen korumayacağını düzenleme altına almıştır.  

Yapılan bu çalışmada T.M.K m.2’den hareketle kendisine hukuk aleminde yaşama imkânı bulan ve uygulamada muvazaa davası olarak bilenen T.B.K m.19 yani, “bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” düzenlemesi ile kanunu koyucunun neyi koruduğunu, perdenin kaldırılmasına hangi şartlar altında gidilebileceğini bu kapsamda tüzel kişilik perdesi kaldırılması davasında verilecek kararın takip hukukuna etkisini ve muvazaa davası ile tasarrufun iptali davalarının aynı amaca hizmet ediyor gibi görünse de aslında birbirinden tamamen farklı davalar olduğu hususları ele alınmaya çalışılacaktır.  

Bu kapsamda çalışmada dikkate alınacak dava türlerinin kısaca açıklanmasının adından söz konusu dava türlerinin karşılaştırılması yoluna gidilmeye çalışılacaktır.  

II. MUVAZAA DAVASI  

İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 19. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. 

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. 

İrade ile beyan arasında istenerek meydana getirilen uyumsuzluk hâli olan muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerini yansıtmayan bir beyanla kendi aralarında geçerli olmayacağı konusunda anlaştıkları hukukî bir görünüş meydana getirmelerine denir. Yargıtay bu durumu "dilin ikrar ettiğini kalbin tasdik etmemesi" şeklinde veciz bir ifade ile belirtmiştir. (ÇETİNEL, T. (2020). Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarruflar Bağlamında Tasarrufun İptali ve Muvazaa Davaları, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı, 103. Sayfa)  

Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar. 

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır. 

Muvazaa davası ile davacı aslında hukuk aleminde herhangi bir şekilde hüküm ve sonuç doğurmayan davalının yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. 

İsviçre ve Türk hukukunda kabul edilen sebebe bağlılık ilkesi gereğince taahhüt işlemindeki geçersizlik tasarruf işlemini etkilemektedir. Buna göre tasarruf işleminin hukuki sebebi taahhüt işlemidir. Taahhüt işleminin geçersiz olması, tasarruf işlemini de geçersiz hale getirmektedir. Dolayısıyla, geçersizliğin taahhüt işleminde ya da tasarruf işleminde olması arasında, tasarrufun iptali davası bakımdan fark bulunmamaktadır. Türk Hukukunda muvazaa kurumu incelenirken, taahhüt ve tasarruf işlemi ayırımı yapılmaması sebebe bağlılık ilkesinin kabul edilmesinin bir sonucudur. (ÇETİNEL, T. (2020). Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarruflar Bağlamında Tasarrufun İptali ve Muvazaa Davaları, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı, 105. Sayfa)  

Yargıtay uygulamasına göre ise danışıklı (muvazaalı) işlem nedeniyle hakları zarara uğratılan kişiler o hukuki işlemin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü, muvazaalı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak üçüncü kişilerin muvazaalı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların muvazaalı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve muvazaalı işlemin o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunması gerekir. 

Muvazaanın Hüküm ve Sonuçları  

Muvazaalı işlemin hukukî yaptırımı kesin hükümsüzlüktür. Bu sebeple, kural olarak kesin hükümsüzlük yaptırımı ile geçersiz olan hukukî işlemler için öngörülen sonuçlar muvazaalı işlemler için de geçerlidir. Kesin hükümsüzlük yaptırımı ile geçersiz olan işlemler bakımından meydana gelen ilk sonuç, hukukî işlemin baştan beri hukukî sonuç doğurmamasıdır. Kesin hükümsüz olan muvazaalı işlem hukuk dünyasında meydana gelmiştir. Fakat baştan itibaren hukukî sonuç doğurmamaktadır. Bunun bir sonucu olarak da taraflar arasında herhangi bir alacak ve borç da bulunmaz. 

Muvazaada görünürdeki işlem geçersizdir. Tarafların iradeleri ile yaptıkları işlem uygun değildir. Tarafların irade ile beyan arasında uygunsuzluk olduğu için işlem hüküm ve sonuç doğurmaz. Butlan yaptırımına tabidir. Sözleşme baştan itibaren geçersizdir. Taraflar karşılaştığı zarar için zararının ödenmesini talep edemezler. Çünkü bu işlemi kendi isteği ile yapmıştır. İşlemin kesin hükümsüz olduğu her zaman ileri sürülebilir ve hâkim de kendiliğinden nazara alır. 

Muvazaalı işlemlerin kesin hükümsüz olmasının başka bir sonucu da zamanla sıhhat kazanamamalarıdır. Yani baştan itibaren geçersiz olan muvazaalı işlem sonradan geçerli hâle getirilemez. Bunun bir sonucu olarak muvazaa iddiası zamanaşımına tabi olmadan her zaman ileri sürülebilmektedir. Yargıtay da birçok kararında muvazaa sebebinin ortadan kalkmasıyla muvazaalı işlemin geçerli olamayacağını belirtmiştir. Muvazaalı işleme dayanarak taraflar birbirlerine ifada bulunmuşlarsa dahi bu muvazaalı işlemin geçerli olmasına yol açmamaktadır. (ÇETİNEL, T. (2020). Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarruflar Bağlamında Tasarrufun İptali ve Muvazaa Davaları, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı, 125-126. Sayfa)  

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/12146 Esas ve 2019/4685 Karar 

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 27.12.2010 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tecsil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 11.12.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: 

K A R A R 

Dava, yükleniciden temlik alınan şahsi hakka ve muvazaa iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. 

Davacı vekili; müvekkilinin 183 ada 1 parsel sayılı taşınmazda C Blok 5 numaralı bağımsız bölümü davalı yükleniciden harici olarak satın aldığını, ancak muvazaalı şekilde davalı ...'a devredildiğini tapu iptali ve tescil talebinde bulunmuştur. 

Davalı ... cevap dilekçesi sunmamış aşamalardaki beyanlarında; yüklenici şirketten aslında bu daireyi değil başka daireyi satın aldığını tapudan bu dairenin devrinin yapıldığını, muvazaa iddiasının doğru olmadığını dairenin bedelini ödediğini buna ilişkin makbuzlarını da sunduğunu, davanın reddini savunmuştur. 

Mahkemece muvazaa iddiası kanıtlanamadığından davanın reddine karar verilmiştir. 

Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir. 

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yükleniciye bırakılan bağımsız bölüm yüklenici tarafından (somut olayda davalı şirket yap-satçı konumundadır.) temlik ettiği kişi dışında üçüncü bir kişiye tapudan devredilebilir. Tapu kaydını devralan üçüncü kişinin hukuki durumu TMK'nin 1023 ve 1024. maddeleri gereği değerlendirilmesi gerekir. Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişesi taşımamaları dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, satın alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyiniyetten maksat “hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir." Belirtilen ilke, TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur." hükmü yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki TMK'nin 1024. maddesinde de "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki, tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. 

Gerçekten, kayıt malikinin mülkiyeti kötüniyetle kazandığı ileri sürülmüşse, üçüncü kişinin ayni hakkın yolsuz olarak tescil edildiğini bilen veya bilmesi gereken şahıs olup olmadığına bakılması gerekir. Çünkü, TMK'nin 1024. maddesi uyarınca bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmişse bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişilerin yolsuz olan bu tescile dayanma olanakları yoktur ve yasa ve uygulamadaki deyimiyle bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan ve hukuki sebepten yoksun bulunan tesciller yolsuz tescil sayılacağından, hakkı zedelenen üçüncü kişinin iyiniyetli olmayan malike karşı doğrudan doğruya şahsi hakkına dayanması mümkündür. 

Somut olayda; davacı, davalı yüklenici şirket ile imzaladığı adi yazılı satış sözleşmesi ile kura çekimi sonucu 5 numaralı bağımsız bölümü satın aldığını, 2004 yılından bu yana da zilyedi olduğunu belirterek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur. Ne var ki dava konusu bağımsız bölümün davalı şirket tarafından 31.12.2008 tarihinde davalı ...'a satılarak tapudan devredildiği anlaşılmaktadır. Davacı, muvazaa nedeniyle davalı ... adına olan tapu kaydının iptali ile adına tescilini talep etmiştir. 

Uyuşmazlık davalının TMK’nin 1023. maddesi uyarınca iyiniyetli olup olmadığı, TMK’nin 3. maddesi karşısında yararına geçerli bir tescilin sonuçları meydana gelip gelmeyeceğine ilişkindir. Taşınmazın mülkiyetinin kötüniyetle kazanıldığının kural olarak davacı tarafından kanıtlanması gerekir. Davalı ...'un görevsiz ... Sulh Hukuk Mahkemesinin 02.03.2012 tarihli celsesinde; ''2004 yılında davalı Özer inşaat bana bir daire verecekti ancak onu başkasına satmışlar, banada bu daireyi vermek istediler, bende vekalet verdim, ancak bana ilk taahhüt edilen dairenin verileceğini düşünüyordum, ancak davacıya ait dairenin tapusunu bana verdiler.'' şeklindeki beyanı ile eldeki dava dosyasının duruşmalarındaki beyanlarına göre kendisine dava konusu dairenin değil başka bir dairenin satışının vaadedildiği ancak tapuda davaya konu dairenin devredildiği anlaşılmaktadır. Yine görevsiz mahkemece dinlenen davacı tanıklarının beyanları da bu doğrultuda olduğu gibi dosya içerisinde yer alan ...Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/161 soruşturma nolu dosyasında davacının şikayeti nedeniyle yüklenici şirket yetkilisi Yusuf Özer'in nitelikli dolandırıcılık suçundan şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde de davacıya eldeki davaya konu daireyi sattığını beyan etmiştir. Kaldı ki dava konusu bağımsız bölümün davacının zilyetliğinde bulunduğu, davalının tapudan taşınmazı devraldığı tarihten bu yana davacının kullanımına karşı herhangi bir hukuki yola başvurmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının muvazaa iddiası kanıtlandığından tapu iptali ve tescile ilişkin talebinin kabulü gerekirken davalı ...'un beyanları ve açıklanan hususlar gözardı edilerek hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir. 

III. PERDENİN KALDIRILMASI DAVASI  

Ülkemizde ne yazık ki borçluların borcunu ödememe yönündeki eğilimleri alacaklılarına karşı kanunu dolanmak suretiyle girişilen birtakım eylemler neticesinde borçların tahsil edilememesine sebebiyet vermektedirler. 

Özellikle sermaye şirketleri bağlamında şirket tüzel kişiliğinin başlı başına bağımsız bir kurum olması nedeniyle sınırlı sorumluluk ilkesi bağlamında şirket ortaklarının şirketin borçlarından sorumlu tutulamayacağı aynı zamanda şirket ortaklarının şahsi borcu nedeniyle de şirket tüzel kişiliğinin borçlu olarak kabul edilmesinin önüne geçebilmek istenmesi kötü niyetli borçlulara adeta bir zırh kazandırmıştır.  

6102 Sayılı T.T.K m.1 düzenlemesine göre; Türk Ticaret Kanunu, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ayrılmaz bir parçası olarak sayılmıştır. Kanunun bu düzenlemesinden hareket ile Türk Medeni Kanunu’nda hukuki ilişkilerin düzenleme altına alındığı “dürüst davranma” kuralı gereğince şirketler ve şirket tüzel kişiliği yönetiminde fiilen bulunan gerçek kişiler haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadırlar.  

Tüzel kişilik kavramının ardına gizlenerek kanuna karşı hile yapılması ya da tüzel kişilik kavramını sığınarak onun ardında yer alan gerçek kişilerin taraf oldukları sözleşmelerden doğan yükümlülükleri ihlal etmeleri veya üçüncü kişilere zarar verme amacı gitmeleri durumunda tüzel kişilik perdesi aralandı malı ve tüzel kişinin ardından yer alanlara el atılmalıdır. Yani TMK2/f.2 anlamında hakkın kötüye kullanılması söz konusu olduğunda tüzel kişinin perdesi aralandı malı ve tüzel kişi vasıtasıyla elde edilmek istenen amaç engellenmelidir. (SAĞLAM, İ. (2008). Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir Bakış. (İstanbul) Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 155. Sayfa) 

Bu kapsamda hiçbir tüzel kişi şirket, şirket ortağı yahut gerçek kişiler kanunu dolanmak suretiyle kendilerine bir alan açarak ticari münasebette bulundukları kişilere zarar verme eğiliminde olmaları halinde içinde bulundukları pozisyonun koruyucu etkisi ardına sığınarak mal varlıklarında bir artışa başka bir deyişle ticari ilişki içinde bulundukları alacaklılarını zarara uğratmak amacıyla içine girdikleri ticari münasebetler nedeniyle bu durumdan korunmamaları gerekmektedir.  

Hukukumuzda doğrudan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması davasının düzenleme altına alındığı bir kanun kurumu yoktur. Ancak hem T.M.K m.2 düzenlemesi hem T.T.K m.1 düzenlemesi hem de Türk Borçlar Kanunu’nda borç ilişkisinin düzenleme altına alındığı bölümler çerçevesinde bu kanunun Türk Medeni Kanunu ile olan ilişkisi kapsamında hâkim tarafından yapılacak yargılama ile perdenin kaldırılması teorisine gidilerek alacağın tahsil edilmesi mümkün kılınmaktadır.  

Tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi uyarınca adalete ve hakkaniyete aykırı sonuçların ortaya çıkacağı hallerde mahkemeler tüzel kişi ve onu oluşturan kişiler arasındaki perdeyi aralayarak tüzel kişinin ardındaki asıl sorumlu kişilere uzanmaktadır. Daha açık bir ifadeyle tüzel kişi ve onun ardında saklanmış kötü niyetli kişiler ayrılık ilkesi gereğince ayrı bir yer hukuk süjesi olarak değil de tek bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Böylece tüzel kişilik perdesinin ardına sığınmış gerçek veya tüzel kişilere gidilerek onun bu perdeden haksız yere faydalanması ve takipten kaçması engellenmiş olacaktır. Möllers’e göre ise tüzel kişilik perdesinin aralanmasının amacı ödeme güçlüğü çeken asıl borçlunun yanına ödeme gücü yerinde olan yeni bir borçlu kazandırmaktır. (GÖGER, Y.E (2020). Sermaye Şirketlerinde Sınırlı Sorumluluk İlkesi ve Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı, 73. Sayfa)  

Tüzel kişi perdenin aralanması teorisinin en önemli özelliği tüzel kişi ortaklarının borçtan sorumlu tutulabileceği gibi şirket tüzel kişiliğinin de şirket ortaklarının borcundan sorumlu tutulabilmesi bakımından önemlidir.  

Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması sermaye ortaklıklarında sınırlı sorumluluk ilkesinin istisnasını teşkil etmektedir zira tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasıyla tüzel kişiyle ortakları arasındaki ayrım ilkesi alacaklılar lehine görmezden gelmekte ihmal edilmektedir buna göre tüzel kişilik perdesi kaldırılarak sınırlı sorumluluk kalkanı bir kenara itilmek ette ve ortaklığın borçlarından dolayı ortakların şahsen sorumlu olmalarının yolu açılmaktadır. (ÖZTEK, S. – MEMİŞ, T. (2008). Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hâkim Ortağa Karşı Korunması, İstanbul, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 196. Sayfa)  

Perdenin Kaldırılması Davasının Hüküm ve Sonuçları 

Genel mahkemede yapılacak yargılama sonucunda hâkim borçlu ile hareket ederek alacaklıları zarara uğratmak amacıyla kasten hareket eden tüzel kişi yahut gerçek kişinin mal varlığı ile borcun görünürdeki gerçek borçlusu gibi verilen kararla borçtan sorumlu tutulacaktır. Bu kapsamda mahkemece verilecek karar eda hükmünde olduğundan alacaklının alacağı ödeninceye kadar bu davanın davalıları tüm mal varlıkları ile borçtan sorumlu tutulacaktır.     

Tüzel kişilik perdesinin aralanması talepli alacak veya tazminat davalarında zamanaşımı süresi, talep edilen alacağın veya tazminatın tabi olduğu zamanaşımı süresine bağlıdır. Borcun kaynağını hangi sözleşme türü oluşturuyor ise bu sözleşme için kanunda öngörülmüş zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Eğer kanunda hüküm yoksa TBK'nın 146. maddesi uyarınca 10 yıllık genel zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Haksız fiilden doğan tazminat alacaklarında için ise TBK'nın 73. maddesine göre 1 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri uygulanacaktır. (GÖGER, Y.E (2020). Sermaye Şirketlerinde Sınırlı Sorumluluk İlkesi ve Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı, 152. Sayfa)  

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/94 Esas ve 2020/358 Karar 

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: 

I. YARGILAMA SÜRECİ 

Davacı İstemi: 

4. Davacı vekili 11.01.2010 harç tarihli dava dilekçesinde; davalılardan SC Dış Ticaret Ltd. Şti. ile imzalanan 22.01.2009 tarihli satış sözleşmesine istinaden sözleşmeye konu malların teslim edilip, mal karşılığı düzenlenen iki adet faturanın kargo aracılığıyla gönderilerek kesinleştirildiğini, satış sözleşmesinin 6. maddesi uyarınca SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’den teminat alındığını, ancak adı geçen şirketin bu teminatı ifadan acze düştüğünü, dosyaya sunulan akreditif temlikine ilişkin belgelerden akreditif tahtında herhangi bir tarafın sahip olduğu bir güvence ve ödeme garantisinin bulunmadığını, SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’nin 541.667 USD ve 153.301.77 USD ödeme dışında herhangi bir ödeme yapmadığını, SC Dış Ticaret Ltd. Şti. ile yapılan toplantı ile bunun 13.10.2009 tarihinde tutanağa bağlanıp, SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’nin borç miktarını ikrar ettiğini, SC Dış Ticaret Ltd. Şti. aleyhine Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinde 2009/674 E. sayılı dosyasında açılan davanın derdest olduğunu, Ankara 32. İcra Dairesinin 2009/17070 E. sayılı dosyası üzerinden yapılan takibe SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’nin itiraz etmediğini ve takibin kesinleştiğini, davalı şirketlerin tüzel kişilik perdelerinin çapraz olarak kaldırılmasının tüm koşullarının oluştuğunu, zira davalı şirketlerin unvanlarının ve faaliyet alanlarının aynı olup, her iki şirket ortaklarından... ve...’ın evli olduklarını, SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’nin adresinde yapılan haciz esnasında bilgisayarda SC Endüstri Tesisleri Elektro Mekn. İml. Montaj ve Sanayi Ticaret A.Ş.’ye ait antetin kullanıldığı, yine icra takibi nedeniyle Antalya Limanında bulunan “MV Arbalist” gemisine yüklenen çimentoların haczi sonrasında SC… A.Ş.’nin istihkak iddiasında bulunduğu, Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/1244 E. sayılı dosyasında SC… A.Ş. ile SC… Ltd. Şti. arasında hukuki ve fiili bağlantı olduğu hususunda hüküm tesis edildiğini, sözü edilen çimentoların sevk irsaliyeleri ve kantar fişlerinde “SC Ltd. Şti.” ibaresinin çizilerek “SC A.Ş.” olarak düzeltildiğinin mahkemece tespit edildiğini, yapılan haciz sonrasında SC Export (Ltd.) olarak web sayfasında SC…A.Ş.’ye ait bilgilerin kaldırıldığını, borçlu SC… Ltd. Şti.’nin, SC…A.Ş. tüzel kişiliği adı altında mal kaçırma girişimleri olduğunu ileri sürerek tüzel kişilik perdelerinin kaldırılması suretiyle, SC Dış Ticaret Ltd. Şti.’nin ikrar ile sabit olan borcundan diğer davalı ... Endüstri Tesisleri Elektro. Mekn. İml. Montaj ve San. ve Tic. A.Ş.’ninde aynen sorumlu olduğunun tespitine, dava konusu 2.454.565.13 USD alacağın fatura tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte SC End. Tesisleri Elektro. Mekn. İml. Montaj San.ve Tic. A.Ş.’den tahsilini talep etmiş iken ıslah dilekçesiyle dava konusu alacağın faizi ile birlikte SC Dış Ticaret Ltd. Şti. ve SC End. Tesisleri Elektro. Mekn. İml. Montaj ve San. Tic. A.Ş.’den müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. 

Davalı Cevabı: 

5. Dava dilekçesi usulüne uygun olarak taraflara tebliğ edilmiştir. 

5.1. Davalı ... Endüstri Tesisleri Elektro. Mekn. İml. Montaj ve San. ve Tic. A.Ş. vekili 13.04.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; müvekkilinin, davacı ile diğer davalı ... Tic. Ltd. Şti. arasındaki 22.01.2009 tarihli satış sözleşmesinin tarafı olmadığını, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, diğer davalı ... Ltd. Şti.’nin, davacıdan ihraç kaydı ile satın aldığı malların yurtdışındaki alıcı firmalardan kaynaklanan tahsilat gecikmesi nedeniyle davacıya diğer davalı tarafından 695.000 USD ödeme yapıldığını, davalı ... Ltd. Şti. ile davacının 13.10.2009 tarihinde bir araya gelerek 2.017.500.00 USD karşılığında borcun 31.12.2009 tarihinde ödenmesi kaydıyla borcun tasfiyesine karar verildiğini, davalı şirketlerin tamamen farklı tüzel kişilikler olduğunu, şirketlerin faaliyet alanlarının farklı olup, iki şirket arasında organik bir bağ bulunmadığını, davacı iddialarının asılsız olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. 

5.2. Davalı ... Tic. Ltd. Şti. vekili 13.04.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; davacı yanın müvekkili şirket aleyhine Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2009/674 E. sayılı dosyasıyla alacak davası açtığını, davanın derdest olup, iş bu dava ile konularının aynı olduğunu, ayrıca müvekkili aleyhine icra takibi yaptığını, itiraz üzerine takibin durduğunu, davacının müvekkili şirket ile sözleşme imzaladığını, müvekkili şirketin borçlarından diğer davalı şirketin sorumluluğuna gidilecek dayanakların mevcut olmadığını, davacının tüzel kişilik perdesinin aralamasına ilişkin iddiasının yeterli olmadığını, her iki şirketin faaliyet alanlarının farklı olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. 

Mahkeme Kararı: 

6. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2010/500 E., 2013/647 K. sayılı kararı ile; özellikle benimsenen bilirkişi kurulu raporuna göre davalı şirketler arasında tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını gerektirir koşullar bulunmadığı, davalılardan SC End. Tes. A.Ş. ile davalı şirket arasında herhangi bir akdi ilişki bulunmadığı gibi, ıslah dilekçesinde talep edilen alacağın bu şirketten tahsilini gerektirir haklı bir neden ortaya konulmadığı, davalı ... Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan davada ıslah dilekçesi ile talep edilen 2.454.565.13 USD alacak ile ilgili mevcut davanın açıldığı tarih itibariyle mahkemenin 2009/674 E. sayılı dosyasında aynı taraflar arasında ve yine aynı sözleşme ilişkisine dayalı olarak bir alacak davası mevcut olup, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/1-ı maddesi uyarınca anılan dava, mevcut dava için derdestlik oluşturmakla mevcut ikinci davanın bu davalı şirket yönünden dava şartı yokluğundan reddinin gerektiği gerekçesiyle SC End. Tes. Elekt. Mak. İml. Mont. San. A.Ş. aleyhine açılan davanın esastan, diğer davalı ... Tic. Ltd. Şti. hakkındaki davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir. 

Özel Daire Bozma Kararı: 

7. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 

8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 24.03.2015 tarihli ve 2014/7187 E., 2015/4144 K. sayılı kararı ile; davalılardan SC Dış Tic. Ltd. Şti. ile ilgili temyiz itirazlarının reddine karar verilmiş, davalı ... Endüstri Tesisleri Elektro ...İml.Mon.ve San.veTic A.Ş. hakkındaki temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede ise; 

“…Görüldüğü gibi her iki bilirkişi raporunda da davalı şirketlerin aralarındaki organik bağ, yönetsel özdeşlik, dışa karşı yaratılan algı nedeniyle tek bir ekonomik ünite olarak değerlendirilmesi gerektiği konusunda birlik mevcuttur. Raporlar arasındaki farklılık, maddi vaka olarak tespit edilen hususların hukuki değerlendirilmesi noktasındadır. Hukuki değerlendirme ise, hâkimin görevine giren bir husustur… Maddi vakaların tespiti yönünden birbirini doğrulayan bilirkişi raporlarında yer alan veriler birlikte değerlendirildiğinde, somut olayda davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK’nın 2.maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı ve olayda tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisini uygulama koşullarının gerçekleşmiş olması nedeniyle davalı ... Ltd. Şti.’nin, davacıya olan borcundan dolayı diğer davalı ... A.Ş’.nin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerekirken, delillerin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur. 

Direnme Kararı: 

9. Ankara 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 19.10.2016 tarihli ve 2016/287 E., 2016/478 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ilave olarak tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi açıklandıktan sonra yargılama sırasında alınan uzman bilirkişi heyetinin raporunda da tespit edildiği gibi davalı ... Limited Şirketinin borcundan kurtulmak amacıyla hileye başvurduğunun ve hakkını kötüye kullandığının somut olarak ispatlanamadığı, yapılan satışın büyük hacimli bir ticaret satışı olduğunu, satış sözleşmesinin taraflarının tacir olduğu bu nedenle basiretli tacir gibi davranmaları gerektiği, dava dosyasındaki davalı şirketlerin hâkim ortakları olan... ...ile...'ın ihraç edilen çimento bedelini şahsi mal varlıklarına aktardıklarına ilişkin dosyada sunulan herhangi bir delilin bulunmadığı, şirket tüzel kişiliğinin arkasına saklanarak ayrılık ilkesinin sağladığı güvenceden yararlandıkları, haklarını kötüye kullandıklarına dair yeterli delil bulunmadığı gibi SC Dış Ticaret Limited Şirketinin tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak SC Anonim Şirketi müteselsil sorumluluğunu gerektirecek koşulların oluşmadığı ayrıca SC Limited Şirketinin tüzel kişilik perdesinin kaldırılması durumunda başvurulacak kişilerin... ...ile... olduğu, bu durumda sadece bu kişilerin mal varlıklarında ve diğer şirket SC Anonim Şirketindeki pay ve hisselerinden alacak tahsili için dava açmanın söz konusu olabileceği, SC Anonim Şirketinin tüzel kişiliğinin kaldırılması hâlinde... ...ve... dışındaki ortakların ve alacaklıların haklarının ihlal edileceği belirtilerek karşı oyda belirtilen gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. 

Direnme Kararının Temyizi: 

10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

II. UYUŞMAZLIK 

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak kaldırılması koşullarının somut olay bakımından gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır. 

III. ÖN SORUN 

12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; direnme adı altında verilen kararın gerekçesinde önceki gerekçeye ilave olarak Özel Daire bozma kararında yer alan karşı oy gerekçesine de yer verilmiş olması ve bu hususun açık temyiz nedeni yapılmış olması karşısında kararın yeni bir gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı husus ön sorun olarak tartışılmış, yapılan görüşmelerde; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozma kararından esinlenerek, yeni bir delil toplamadan, önceki deliller çerçevesinde karar verilmesi gerektiği; gerekçenin önceki karara göre genişletilebilirse de değiştirilemeyeceği, mahkemece bozma kararını karşılamak adına gerekçe genişletildiğinden ön sorun bulunmadığı hususu oy birliğiyle kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir. 

IV. GEREKÇE 

13. Dava, alacağın varlığının tespiti ve tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak kaldırılması suretiyle tahsili istemine ilişkindir. 

14. Genel anlamıyla borç; bir kişinin, diğerine karşı bir edimi yerine getirme, bir şey verme, bir şey yapma veya yapmama yükümlülüğü altına sokan hukuki bağ anlamına gelmektedir. Borçlunun sorumluluğu ilkesi gereğince; bir edimi yerine getirmekle yükümlü olan borçlu borcunu ifa etmediği takdirde, alacaklı, Devlet zoruyla alacağını veya alacağının yerine geçecek olan bir miktar parayı elde edebilecektir. Borç ilişkisi ise daha geniş bir anlam olan; taraflar arasındaki çeşitli borçların kaynağını oluşturan hukuki ilişkiyi ifade etmektedir (Oğuzman, M.K./Öz, M.T.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2018, s. 3 vd.; Reisoğlu, S: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2004, s. 33 vd.; Eren, F: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2018, s. 21vd.). 

15. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “dürüst davranma” başlıklı 2. maddesine göre; herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır ve bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Aynı Kanun’un “iyiniyet” başlığını taşıyan 3. maddesinde; Kanun’un iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, aslolanın iyiniyetin varlığı olduğu belirtilmiş; ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı da açıkça vurgulanmıştır. TMK’nın 5. maddesinde ise; TMK ve Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) genel nitelikli hükümlerinin, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanacağı kuralı getirilmiştir. 

16. Borçlar hukuku ile ticaret hukuku ve TMK arasındaki ilişki uyuşmazlığın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 1. maddesinde düzenlenmiştir. Aynı kural, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) “ticari hükümler” başlıklı 1. maddesinde de daha sade bir dil kullanılarak yer almıştır: Madde aynen; 

“(1) Türk Ticaret Kanunu, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu Kanundaki hükümlerle, bir ticari işletmeyi ilgilendiren işlem ve fiillere ilişkin diğer kanunlarda yazılı özel hükümler, ticari hükümlerdir. (2) Mahkeme, hakkında ticari bir hüküm bulunmayan ticari işlerde, ticari örf ve âdete, bu da yoksa genel hükümlere göre karar verir.” şeklindedir. 

17. Hukukumuzda kişiler; gerçek kişiler ve tüzel kişiler olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur. Başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar. Amacı hukuka veya ahlâka aykırı olan kişi ve mal toplulukları ise tüzel kişilik kazanamaz (TMK m. 47). Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler (TMK m. 48) ve kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar (TMK m 49). 

18. Türk hukuku ticaret ortaklıklarında sınırlı sayı ilkesini kabul etmiştir. Ticaret şirketleri tüzel kişiliğe haiz olup kanuni istisnalar haricinde TMK’nın 48. maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler (6762 sayılı TTK m. 137, 6102 sayılı TTK m. 125). Ticaret ortaklıkları tüzel kişiliğe sahip olduklarına göre, istisnalar hariç olmak üzere ortaklık malvarlığının sahibi, aktif ve pasif malvarlığına sahip olan kişi tüzel kişidir (Poroy, R/ Tekinalp, Ü/Çamoğlu, E: Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2019, s.105). 

19. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır. Organlar, hukukî işlemleri ve diğer bütün fiilleriyle tüzel kişiyi borç altına sokar ve kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar (TMKm. 50). 

20. TMK’nın 50. maddesinde kullanılan organ kavramının özel hukuk tüzel kişileri için ne şekilde uygulanacağı ise yine 6762 sayılı TTK’nın 1/2 ve 138. maddelerinde (6102 sayılı TTK’nın 1 ve 126. maddeleri) hüküm altına alınmıştır. 6762 sayılı TTK’daki 138. maddenin dili güncelleştirilerek alınan 6102 sayılı TTK’nın 126. maddesinde“Her şirket türüne özgü hükümler saklı kalmak şartıyla, Türk Medenî Kanununun tüzel kişilere ilişkin genel hükümleri ile bu Kısımda hüküm bulunmayan hususlarda Türk Borçlar Kanununun adi şirkete dair hükümleri her şirket türünün niteliğine uygun olduğu oranda, ticaret şirketleri hakkında da uygulanır.” kuralına yer verilmiştir. 

21. O hâlde tüzel kişiliğin söz konusu olabilmesi için, oluşturulacak kişiliğin kendine özgü bir malvarlığı olmalı ve bu malvarlığı bir amaç içinde ve bağımsız olarak ortaya konmalıdır. Onu oluşturan ve koyan üyelerin, ortaklarının malvarlığından da bağımsız olması gerektiğini belirten bu temel prensibe “malvarlığının bağımsızlığı” veya “mal ayrılığı” prensibi denilmektedir [Antalya, G: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s.143 vd.)]. Ayrılık ilkesi gereği tüzel kişilik; tüzel kişiliği meydana getirenler ile üçüncü kişiler arasına sanki bir perde olarak çekilmektedir. Üçüncü kişiler muhatap oldukları tüzel kişilik bir perde olarak kullanıldığında, perdenin arkasındaki üye ya da ortaklara ulaşamamaktadır [Ulusoy, E.: Şirketler ve Bankacılık Hukukunda Kapsama Alma ve Sorumlu Kılma Amacıyla Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 352 vd). Ancak tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu ayrılık prensibinin mutlak olarak her durum ve koşulda uygulanması bazı haksız durumların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Hukuk kuralları dolanılmak suretiyle kanuna karşı hile yapılması, ayrı tüzel kişilik kavramına sığınarak onun ardında yer alan gerçek kişilerin taraf oldukları sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini ihlal etmeleri ya da üçüncü kişilere zarar vermeleri, sonra da tüzel kişilik kavramının ardına gizlenilmesi dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı ilkelerine açıkça aykırı olup hukuk düzenince de korunamaz. Bu gibi durumda tüzel kişilik perdesi aralanmalı ve perdenin ardında yer alanlar gerektiğinde sorumlu tutulmalıdır [Sağlam, İ: Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir BakışTüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu ( Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 154 vd.)]. 

22. Eş söyleyişle tüzel kişiye hukuk hayatında ayrı bir hukuki varlık tanınması ve sermaye şirketlerinde ortakların sınırlı sorumlu olması gibi sonuçlar, ancak TMK 2. madde çerçevesinde kurallara uygun hareket edilmesi ve tüzel kişiliğin ortakları veya yöneticileri tarafından kötüye kullanılmaması hâlinde söz konusu olabilir. "İyiniyet kurallarına riayet edilmemesi, tüzel kişiliğin kötüye kullanılması (abus de la personnalite morale) hâllerinde tüzel kişilik perdesinin kaldırılması veya delinmesi (liftingpiercing of theveil) veya yok sayılması (disregard of thecorporateent-tiy) ve tüzel kişilik perdesinin arkasındaki gerçek duruma göre bir sonuca varılması gerekmektedir. Özel hukuk alanında çok geniş bir uygulaması olan tüzel kişiliğin yok sayılması, bu topluluklara yasalarla kişilik tanımanın amaçlarıyla ters düşen uygulamalar dolayısıyla ortaya çıkmıştır (Battal, A.:Bir Alan Araştırması Işığında Sermaye Şirketlerinin Sorumluluğu Konusundaki Hukuki Bilgi Eksikliğinin Olumsuz Sonuçları Ve Perdenin Kaldırılması Teorisi Yardımıyla Giderilmesi, Yargıtay Dergisi, Ekim 1998, C24, s 659 vd.). 

23. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması, bazı şartların varlığı hâlinde, tüzel kişilik dikkate alınmadan, mevcut kişiliğin arkasına saklanan kimsenin borçtan sorumlu tutulması veya çiğnediği yasağın sonuçlarına katlanmasıdır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasından, tüzel kişinin kişiliğine ve mal varlığına ilişkin ayrılık ilkesinin uygulanmaması ve onun hukuki bağımsızlığının bir nevi dikkate alınmayıp onun bertaraf edilmesini anlayabiliriz. Bu kavram hukukumuzda ve yabancı hukuklarda düzenlenmemiş olup; mahkemeler hukuku (caselaw) ve öğreti ile özellikle de bankacılık sektörü ve sermaye piyasasındaki yolsuzlukların önlenmesi gayesiyle ortaya çıkmıştır. Türk Hukukuna ise ilk defa 1963 yılında giren tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi öğretide kimi zaman tülün kaldırılması, tüzel kişilik perdesinin aralanması, örtünün delinmesi ya da ışıldak gibi değişik terimlerle ifade edilmiştir (Antalya –s. 152; Poroy/ Tekinalp/Çamoğlu-s.106; Çamoğlu, E.: Ticaret Ortaklıkları Bakımından Perdenin Kaldırılması Kuramı ve Yargıtay Uygulaması, BATİDER, C.32, S.2, Haziran 2016; Memiş, T./ Öztek, S: Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hakim Ortağa Karşı Korunması (Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı, İstanbul, 2008, s. 197 vd.) Akıncı, Ş: Alacaklılardan Mal Kaçırmak İçin Kurulan Yeni Şirkete Müracaat İmkânı Bakımından; Muvazaa, Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması ile Organik Bağ Kavramlarının Elverişliliği ve Yargıtay Uygulamaları, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.27, S.3, 2019, s.652 vd.; Yüksel, K.: Şirketler Hukukunda Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması Örtünün Aralanması, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu (Editör: Ulusoy, E: T Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sempozyum Kitabı), İstanbul,2008,263 vd. ). 

24. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması kuralı yalnızca ticaret hukukunda değil iş hukuku, vergi hukuku, icra ve iflas hukuku ve diğer hukuk dallarında da uygulama alanı bulmuş; hatta 6183 sayılı Kanun, Çek Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu gibi kanunlarda kamu yararı gibi özel menfaatlerin korunması amacı güdülerek gerektiğinde bu teorinin uygulanması ve sorumluluğa karar verilebilmesi için birtakım düzenlemeler yapılmıştır. Elbette, kanundan kaynaklanan bu gibi durumlarda tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Yine muvazaa, kanuna karşı hile gibi durumlarda ise bazen perdenin kaldırılması teorisi uygulanmadan da sorumluluğa hükmedilebilmektedir. 

25. Yargıtay içtihatlarında benimsenerek öğretide de vurgulandığı gibi; malvarlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu kurala ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir kural olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedenlemesi durumuyla karşı karşıya kalınılabilir. Belirtmekte yarar vardır ki, mahkeme kararıyla kaldırılmasına hükmedilen şey tüzel kişilik değil, tüzel kişiliğin perdesidir (Akıncı, s. 661; Çamoğlu, s. 12; Antalya, s.152; Tekinalp, G./Tekinalp, Ü.: Perdeyi Kaldırma Teorisi, Reha Poroy’a Armağan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1995, s.395 vd.; Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu s. 107 vd.). 

26. Tüzel kişi ile ortaklarının faaliyet alanlarının ve malvarlıklarının iç içe geçmesi birbirine karışması, bir şirketin ticari defterlerinin ya da ticari sır kabul edilen belgelerinin diğer şirkete ait iş yerinde bulunması, ikisinde de aynı ticari defterlerin kullanılması ve ortak hesap yapılması (tek merkezden idare edilmesi), ortaklığın faaliyet konusunu sürdürebilmesi için yeterli sermayesi bulunmadığı hâlde alacaklıları ya da üçüncü kişileri zarara uğratmak niyetiyle bilinçli olarak faaliyet göstermeye devam edilmesi, şirket ortaklarının kendi kişisel malvarlıkları ile şirketin malvarlığı özdeş-tekmiş gibi hareket etmeleri, şirketlerin ya da ortağın üçüncü kişileri aldatacak şekilde kendi kişilikleri ile tüzel kişiliğin aynı olduğu izlenimini vermeleri, bu kapsamda birbirlerinin tanıtımlarını yapmaları, aynı tüzel kişilikmiş gibi anlaşılacak benzer isimleri ve logoları kullanmaları, yani dışarıya karşı tek bir tüzel kişilikmiş gibi intiba yaratmaları, şirketlerin aynı konuda faaliyet göstermeleri ve (tek başına bu hususa dayanılmamak koşuluyla) hâkim ortaklarının ya da yöneticilerinin aynı kişiler olması, tüzel kişilik kavramının arkasına sığınılacak şekilde art niyetli davranışlarla zararlandırıcı faaliyetlerde bulunulması, işlemlerin diğer tarafınca sözleşmelerin kiminle yapıldığı dahi anlaşılamayacak şekilde karışıklığa yol açılması, şirketin kendi çıkarları gözetilmeksizin yürütülmesi veya yalnızca ve bilinçli olarak açıkça hâkim ortak korunacak şekilde diğerleri zarara uğrayacak şekilde işlemler yapılması hâlleri gösterilebilir. 

27. Öğretide tüzel kişilik perdesinin; düz perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, ters yönden perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, borçlunun perdenin kaldırılmasını talep etmesi, çapraz olarak perdeyi kaldırma olarak tabir edilen dört farklı biçimde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir. İlkinde doğrudan perde kaldırılarak arkadaki kişi ya da ana ortaklık sorumlu tutulmaktadır. İkincisinde ise; ana ortaklığın borcu ya da yükümlülüğü için yavru ortağın ya da pay sahibinin sorumlu tutulması anlaşılmaktadır. Öğretide şüphe ile yaklaşılması gerektiği belirtilen üçüncü türde ise borçlu ya da yükümlü kişi perdenin arkasına sığınmak yerine bizzat kendisi perdenin kaldırılmasını talep etmektedir. Somut uyuşmazlığımız bakımından tartışılması gereken dördüncü hâlde ise sadece ana ve yavru ortaklık değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş ortaklıklar arasında perdenin çapraz olarak kaldırılması durumu söz konusu olmaktadır (Tekinalp/Tekinalp, s.399). 

28. Tüzel kişi ile ortakların alanlarının, organizasyon ve malvarlıklarının birbirine karışması, ortağın kendi fiil ve işlemleriyle üçüncü kişilere karşı sanki tüzel kişilik ile kendisi arasında bir ayrım yokmuşçasına işlemler yapması ya da ortağın kendi malvarlığı ile şirketin malvarlığı birmiş gibi davranması, yetersiz sermaye ile faaliyete devam edilmesi özellikle şirket tüzel kişiliğinin bilinçli (kötü niyetli) olarak üçüncü kişileri zarara uğratması hâllerinde perdenin aralanması gerektiğinden bahsedilmiş idi. Tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak kaldırılması genellikle kardeş şirketler arasında söz konusu olduğundan, esas (ana) şirket ile bağlı şirket ve ortaklar arasındaki karmaşık ilişkiler zinciri net bir şekilde ortaya konulmalıdır. 

Bu noktada bu şirketlerin ekonomik anlamda bağımsız şirket vasfında olup olmadığının araştırılması büyük önem taşımaktadır. Çünkü kardeş şirketler arasında perdenin kaldırılması teorisine başvurabilmek için tek bir iktisadi işletmenin yürütüldüğü farklı faaliyetler için birbirinden bağımsız tüzel kişiliklerin kurulmuş olması gerekmektedir. Hukuken iki farklı tüzel kişilik gibi görünen şirketler aslında özdeştir, alacaklılardan mal kaçırmak ya da sorumluluktan kurtulmak amacıyla kötü niyetli olarak iki farklı tüzel kişilik gibi kurulmuş iseler de bunların üretim, pazarlama ve ihracat faaliyetleri birbirini tamamlayıcı nitelikte olup, şirketler aslında tek ve aynı iktisadi işletmeye vücut vermektedir (Öztek/Memiş, s:209). 

29. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisinde çoğu zaman perdenin tarafları arasındaki güçlü organik bağa ve yapılan muvazaalı işlemlere rastlanılmaktadır. Bu kavramlar bazen aynı olayda karşımıza çıkabilir; ancak sadece birinin oluşması diğerini engellemeyecektir. Bir hukuki işlemin her iki tarafının da irade ile beyanı arasında bilerek uygunsuzluk yaratması durumu muvazaanın şartları her olayda gerçekleşmeyebilir. Sorumluluğun genişletilebilmesi için yine içtihatlarla geliştirilmiş olan organik bağ kavramının da tartışılması gerekmektedir. Zira, organik bağ kavramı da kaynağı TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağından almaktadır. Organik bağ, iki tüzel kişi (veya bunların ortakları arasındaki ilişki) olarak nitelendirilebilir. Organik bağ, perdenin saklanmasına göre daha geniş bir anlamı ifade eder; bu bağın varlığı tanıkla bile ispat edilebilir. Organik bağ, tek başına tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasını sağlayacak güçte değildir. Şirketlerin kuruluş tarihlerinin aynı olması, hissedarların aynı soyadını taşımaları organik bağın varlığını göstermez. Şirketlerin aynı kişi tarafından yönetilmesi, aynı ortaklara sahip olması ya da benzer iş kolunda faaliyet göstermeleri somut olayın niteliğine göre başka delillerle desteklendiğinde organik bağın varlığı için yeterli ise de; bu husus tek başına tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için yeterli değildir. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılması ve alacağın perdenin arkasındakinden de istenebilmesi için sırf alacaklıdan mal kaçırmak ve onu zarara uğratmak amacıyla kötü niyetli işlemler yapıldığının da somut verilerle ispatlanması gerekmektedir. Organik bağ şirketlerin adreslerinin, faaliyet alanlarının, ortaklarının veya temsilcilerinin aynı olmasından ve aradaki hukuki ilişkiden tespit edilebilir. Tüzel kişiliğin kaldırılmasında her iki şirketin faaliyet alanı, ortaklık yapısı, ortakları gibi konularda öyle büyük ve derin bir kesişme vardır ki; bu şirketlerle iş yapan kişiler nezdinde tek bir şirketle iş yapılıyor algısı oluşmaktadır. Örneğin; üçüncü kişiler nezdinde uyandırılan bu algı neticesinde, ticaret yaparken güçlü bir yapıya sahip görüntüsü oluşturularak, şirketlerden birinin borca batırılması ya da içinin boşaltılıp iş alanının diğerine kaydırılması işlemleri tipik bir hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. 

30. Öğretide yer alan görüşler ve Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları yukarıdaki şekilde olmakla birlikte konunun aydınlanması için dosya kapsamında yer alan ve esasen her iki bilirkişi raporunda aynı şekilde özetlenen maddi vakıaların yeniden gözden geçirilmesinde fayda bulunmaktadır: 

30.1. Davacı şirket ile davalı ... Ltd. Şti. arasındaki 22.01.2009 tarihli ihraç kaydıyla çimento satışına ilişkin sözleşme düzenlendiği, davacıya kısmi ödemede bulunulduğu, ithalatçı tarafından kendi lehine düzenlenen akreditif haklarının davacıya temlik edildiği, akreditif uyarınca temlik eden SC Ltd. Şti.’ye ödeme yapılması durumunda alacak tutarının davacı şirketin Akbank Antalya Şubesi Ticari hesabına gönderileceğinin bildirildiği, ihbar bankası tarafından davacı şirkete hitaben yazılan yazıda, "...İnceleme sırasında akreditifin 47A alanına ilişkin uyumsuzluklar tespit edildiği, bu hususların SC Dış Tic. Ltd. Şti.'ne 03.03.2009 tarihinde bildirildiği, bir yüklemenin akreditifin kendilerine devrinden önce gerçekleştirildiği, 02.03.2009 tarihinde ibraz edilen vesaike ilişkin yüklemenin Amir Bankanın değişikliğinin beklenmeden yapıldığı..." gerekçeleriyle 02.03.2009 tarihli vesaik ve daha sonra ibraz edilecek vesaikin akreditif koruyuculuğu altında olmadığının bildirildiği, tarafların 13.10.2009 tarihinde borç miktarına yönelik anlaşma yaptıkları, kayıtlara göre, davacının bu satıştan kaynaklanan alacağını tam olarak tahsil edemediği anlaşılmaktadır. SC A.Ş. ile SC Ltd. Şti.’nin aslında tek tüzel kişilik olduğu iddia edilmiştir. 

30.2. Her iki şirketin unvanının asıl unsurunun (SC) olduğu, ticaret sicil kayıtlarına göre iki şirketin hâkim ortakları (Nurgün ve...) aynı olup bu kişilerin evli oldukları, hâkim ortakların yönetim kurulu başkan ve başkan yardımcısı oldukları ve SC…AŞ’nin temsil ve ilzam yetkilisinin..., SC …Ltd. Şti.’nin temsil ve ilzam yetkilisinin... ...olduğu, davalı şirketlerin faaliyet alanlarının büyük oranda kesiştiği, hatta dosya kapsamında bulunan 25.11.2009 tarihli SC Export (LTD) olarak yayınlanan Web sayfasında, SC..AŞ’ye yönelik bilgilere ve referanslara yer verildiği ticaret sicili kayıtlarından ve internet çıktılarından görülmüştür. Sitenin “Hakkımızda” başlıklı bölümünde "SC A Ş. Yönetim Kurulu üyelerimiz tarafından 1996 yılında Ankara'da kurulmuştur." ibarelerine yer verilerek faaliyet alanları gösterilmiş ve akabinde "SCExport birikmiş tecrübesi ve profesyonel ekip desteği ile SC A Ş.'ye uluslararası alanda iş geliştirme misyonunu üstlenmiştir.", "SC Export'un misyonunun Türkiye'deki malların ihracatıyla sınırlı olmadığı, ithalat, ihracat, uluslararası ticaret, hedef pazarlarda dağıtım kanallarının yapılandırılması, ortak girişimlerde yer alma..." gibi ibarelere yer verilmiştir. 

30.3. Antalya 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 23.10.2009 tarihli ve 2009/674 E. sayılı dosyasında alacaklı Göltaş… A.Ş. tarafından borçlu SC…Ltd. aleyhine alınan ihtiyati haciz kararı sonrası alacaklı vekilinin talebi üzerine (ihtiyati haciz kararı ve ihracat beyannamesi de eklenmek suretiyle) alacaklı vekili tarafından gösterilecek tüm adreslerinden, ayrıca 09070100 EX 012660 beyanname numarası ile MV ARBALIST adlı gemi içinde bulunan menkul malların borç kadarını ihtiyaten haczine ayrıca geminin limanda haciz işlemleri bitene kadar bekletilmesine karar verilmiştir. İhracat beyannamesi SC A.Ş. adına düzenlenmiştir. Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2009/1244 E. sayılı dosyasında davacı ... A.Ş.’nin söz konusu malların kendisine ait olduğu, borçlu şirketle ilgisi bulunmadığı, yapılan haciz isteminin haksız olduğundan bahisle yapmış olduğu şikayet mahkemece; borçlu şirket adına vekâlet veren Nurgül Çalbıyık’ın aynı zamanda davacı şirket yönetim kurulu üyesi olduğu ve davacı şirket ile borçlu şirket arasında fiili ve organik bağ bulunduğu belirtilerek reddedilmiştir. Davacı A.Ş. tarafından açılan istihkak davaları haczin kaldırılması sonucu konusuz kalmıştır. 

30.4. Davacı Göltaş… A.Ş.; dava dışı çimento şirketince SC Ltd’ye sevkiyatı yapılan çimento mallarının SC…A.Ş.’ye yapılmış gibi gösterildiğini iddia ederek sevk irsaliyeleri ve kantar fişlerinin tespitini talep etmiş; Bucak Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/333 D.İş. Dosyasında alınan tespit raporuna göre birçok sevk irsaliyesi ve kantar fişinin üzerinde bulunan SC LTD ibarelerinin üzerinin tükenmez kalemle çizildiği ve SC A.Ş. olarak değiştirildiği belirlenmiştir. 

30.5. Bankalardan gelen yazı cevaplarında SC…A.Ş.’nin kullandığı 23.07.2007 tarihli genel kredi sözleşmesinde, müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla...’ın imzasının bulunduğu, SC …AŞ tarafından kullanılan 22.08.2008 tarihli krediye ilişkin ödeme planında SC Ltd. Şti’nin kaşe ve imzasının bulunduğu, genel kredi sözleşmesinin ise, SC A.Ş. ile müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla... ve... ...tarafından imzalandığı görülmüştür. Yine Akbank T.A.Ş.’nin yazısında Global Alliance isimli firmadan SC Ltd. Şti. hesabına gönderilen 629.335 USD’nin... ...tarafından çekildiği, gerek bu hesap gerekse SC Ltd. Şti’nin başka hesaplarından SC A.Ş.’nin hesabına 2009 yılında bir para aktarımının yapılmadığı belirtilmiştir. Davacı şirket ile aralarında protokole bağlanmış bir borç bulunmasına rağmen davacıya ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır. 

30.6. Davacı şirkete protokole bağlanan bir borç bulunduğu sabittir. Her iki raporda da; şirketlerin yönetim kurulu başkan ve başkan yardımcısı olan hâkim ortaklarının aynı olduğu, evli olan bu ortaklardan birinin limited şirkette diğerinin ise anonim şirkette, şirketleri temsil ve ilzama yetkili oldukları, her iki şirketin faaliyet alanının büyük oranda (özellikle çimento konusunda) kesiştiği, şirketlerin internet sitesinde birbirlerinin tanıtımına yer vererek birbirlerine referans oldukları, ancak sonradan bu bilgilerin çıkartıldığı, üçüncü kişiler nezdinde sanki tek bir şirketle işlem yapılıyor algısı yaratıldığı, Antalya 1. İcra Mahkemesinin 2009/1244 sayılı dosyasında da davalı şirketler arasında güçlü bir organik ve fiili bağlantının bulunduğunun saptandığı, Bucak Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/333 D. işler sayılı dosyası üzerinden yapılan tespitte de her iki şirket arasındaki organik bağ, iktisadi bütünlük ve yönetsel özdeşliğin tespit edildiği, şirketin birbirlerinin kredi borçlarına kefil oldukları, malvarlıklarının özdeşleştiği, yurtdışından gönderilen 629.335 USD’nin davalı şirketlerden SC Ltd. Şti. yetkilisi... ...tarafından çekildiği, davacı şirket ile aralarında protokole bağlanmış bir borç bulunmasına rağmen davacıya ödeme yapılmadığı tespit edilmiştir. 

30.7. Her iki bilirkişi raporunda davalı şirketlerin arasındaki güçlü organik bağ, yönetsel özdeşlik, dışa karşı yaratılan algı nedeniyle tek bir ekonomik ünite olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bir davada maddi olayı anlatmak taraflara ait ise de anlatılan olaylara ilişkin hukuki nitelendirmeyi yapmak ise hâkimin görevidir. 6100 sayılı Kanun’un 266. maddesine göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verebilir; ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemezler. Bu hükme paralel olarak; 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu'nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkralarında "(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz."; 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği'nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, "(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz." şeklinde düzenlemeler getirilmiştir. Yerel mahkemece benimsenen bilirkişi raporuna dayanılarak tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir. Maddi olgu ve teknik incelemeler bakımından her iki rapor arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasının gerekip gerekmediği, dürüstlük kuralına aykırı davranılıp davranılmadığı ve kötüniyet olgusu hukuki nitelendirmedir. Ancak hâkim tarafından değerlendirilebilir. Bilirkişilerce yalnızca teknik hususlarda inceleme yapılabileceği, bilirkişinin hukuki değerlendirme yapmasının yasak olduğu gibi hâkimin hukuki nitelendirme yapma görevini bilirkişiye devredemeyeceği, böyle bir intibanın oluşmasına dahi izin veremeyeceği hususu tartışmasızdır. 

31. Somut olay bakımından birbirini doğrulayan bilirkişi raporları ve yukarıdaki açıklamalar dikkate alındığında tüzel kişilik perdesinin çapraz olarak kaldırılması koşullarının oluştuğu, artık hukuki bakımdan mevcut olan duruma göre değil de fiili duruma göre karar vermek gerektiği, davalı şirketlerin farklı tüzel kişiliklere sahip olduğu yolundaki savunmaların hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, TMK’nın 2. maddesinde öngörüldüğü gibi yasaca korunamayacağı, davalı ... LTD. ŞTİ. nin, davacıya olan borcundan dolayı diğer davalı ... A.Ş. nin de müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunun kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır. 

32. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

33. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

V. SONUÇ: 

Açıklanan nedenlerle; 

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA.  

IV. TASARRUFUN İPTALİ DAVASI  

Borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla mal varlığının bir kısmını bağışlar yahut şüpheli birtakım tasarruflarda bulunursa alacaklılara, borçlu tarafından yapılan bu tasarrufların iptali için kanun tarafından verilen dava açma hakkına iptal davası denilmektedir.  

Hacizde borçlunun mallarının haczedilmesinden (ve iflasta borçlunun iflâsına karar verilmesinden) önce, borçlunun mal ve hakları üzerindeki tasarruf yetkisinde herhangi bir kısıtlama yoktur. Bu nedenle, yakında mallarına haciz konulması ihtimali bulunan (veya iflas etmek üzere olan) kişilerin (borçluların), mallarını alacaklılardan kaçırmak için, bazı şüpheli (hileli) tasarruflarda bulunduklarına çok rastlanır. Meselâ, borçlu, mallarını karısına, çocuklarına veya bir arkadaşına bağışlar veya mallarını onlara satıp devretmiş gibi işlem yapar veya alacaklılarından birini korumak için bazı mallarını (mesela otomobilini) borcuna karşılık olmak üzere o alacaklıya devreder. Bu gibi şüpheli (hileli) tasarruflardan sonra, borçlunun alacaklıları, onun mallarını haczettirmek istedikleri zaman hiç mal bulamazlar veya çok az mal bulurlar ve bu nedenle alacaklarını tam olarak alamazlar veya borçlu iflas edince, borçlunun iflâs masasına çok az bir mal girer ve bu malların bedeli alacaklıların alacağını karşılamaya yetmez. Oysa, borçlunun iflâs veya hacizden önce yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarruflar ile elinden çıkarmış olduğu mallar borçlunun mülkiyetinde olsa idi, alacaklılar bunların satılmasından elde edilen para ile tatmin edilecekler veya ellerine daha fazla para geçecek idi. (KURU, B. (2013) İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Adalet Yayın Evi, Ankara, 2.Baskı, 1396. Sayfa)  

Haciz yoluyla takiplerde hacizden, iflas yoluyla takiplerde ise iflasın açılmasından önce borçlunun mal ve hakları üzerinde bir sınırlama bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, uygulamada da rastlandığı üzere bazen borçlular, mallarına haciz konulması veya iflas kararı verilmesi ihtimali bulunan durumlarda, çoğu kez alacaklılarından mal kaçırmak için veya bu niyet olmasa bile şüpheli birtakım işlemlerle tasarruflarda bulunurlar. Örneğin, borçlunun, eşine veya çocuklarına ya da yakınlarına bağışlamalarda bulunması, satışlar yapması gibi. (PEKCANITEZ, H. , ATALAY, O. , ÖZKAN, S. , ÖZEKES, M. (2023) İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, İstanbul, On iki Levha Yayıncılık, 10. Baskı, 593. Sayfa) 

Bu davanın amacı, borçluların henüz tasarruf yetkilerinin kısıtlanmamış olduğu dönemde (yani; «haciz>>den ve «iflâs kararı» ndan önce) alacaklılarından mal kaçırmak kasdı ile, kötü niyetle yapmış oldukları hukukî işlemleri, davacı alacaklı bakımından hükümsüz sayarak, borçlunun malvarlığından uzaklaştırdığı (çıkardığı) dava konusu mal üzerinde, alacaklının -sanki, bu mal halâ borçluya aitmiş gibi- cebri icra yolu ile alacağını elde etmesini -bu malın haciz ve satışını isteyerek- sağlamaktır. (UYAR, T. (2023) Tasarrufun İptali Davaları, Ankara, Bilge Yayınevi, 6. Baskı, 11. Sayfa)  

Tasarrufun iptali davası açılabilmesi için alacaklılara zarar veren hukuki bir tasarrufun varlığı da gereklidir. Zarar, bu davanın objektif unsurunu teşkil eder. İptal davası tasarrufun olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için ikame edilir. Doktrinde ve Federal Mahkeme kararlarında, tasarrufun olumsuz etkisinden ne anlaşılması gerektiği sorusuna, “bir tasarruf nedeniyle alacaklının cebri icra neticesinde eline geçecek miktar veya ona düşecek pay azalmışsa iptal için gerekli objektif şart (zarar) gerçekleşmiştir” şeklinde cevap verilmektedir. Yapılan tasarruf nedeniyle alacaklılar zarara uğramadıkları takdirde ise iptal davası açılamayacaktır. Bütün bu bilgiler ışığında, araya giren şahıs (nam-ı müstear) kullanmak suretiyle tasarruf yapıldığında iptal davasının objektif unsurunun da gerçekleştiği ve nam-ı müstear ile üçüncü kişi arasındaki tasarrufun alacaklıları zarara uğrattığı sonucuna ulaşılabilecektir. Çünkü, borçlu burada karşılığında hiçbir şey almaksızın elindeki parayı nam-ı müsteara vermekte; böylece, aktifini azaltarak alacaklıların zarara uğramalarına neden olmaktadır. (ERDÖNMEZ, G. (2006), Nam-ı Müstear ve Tasarrufun İptali Davaları, Türkiye Bankalar Birliği tarafından 25-26 Kasım 2006 Tarihinde “İcra ve İflas Hukukunda Güncel Sorunlar” konulu konferansta yazar tarafından sunulan tebliğ, İstanbul, Bankacılar Dergisi, 59.Sayı, 97. Sayfa) 

2004 Sayılı İcra ve İflas Kanununda düzenleme altına alınan iptal davası T.B.K m.19 hükmünde bahsedildiği gibi bir hükümsüzlüğü kapsamamaktadır. Bu manada İ.İ.K 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen iptal davasının kabulü halinde tasarruf tamamen iptal edilmez.  

Bu durumu bir örnekle açıklayacak olursak, iptal davasını kazanan davacı/alacaklı davaya konu malı sanki borçlu üzerindeymiş gibi sırasıyla haciz koydurur, kıymet takdirini ister, satışı icra marifetiyle gerçekleştirir ve satış bedelinden alacağını alır. Bu durumda geriye para artması halinde söz konusu para borçluya değil tasarrufu iptal olunan üçüncü kişiye iade edilir. Burada T.B.K 19 kapsamında bir tasarrufun iptaline karar verilmiş olsaydı “malın mülkiyeti yeniden borçlu üzerine geçeceğinden” satıştan artan para üçüncü kişiye değil bizzat borçlunun kendisine gönderilmesi gerekirdi.  

İptal davası hakkında bilinmesi gereken bir diğer önemli husus ise iptale konu malın mülkiyeti davalıdan alınıp takip borçlusu üzerine geçmesine karar verilmemekte, sadece davacı alacaklıya malın bedelinden alma imkânı sunmaktadır. (İ.İ.K 283/1 Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, bu davaya konu teşkil eden mal üzerinde cebri icra yolu ile, hakkını almak yetkisini elde eder ve davanın konusu taşınmazsa, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın tashihine mahal olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir.) Yine bir başka deyişle takip dışı tasarrufu iptal olunan üçüncü kişinin şahsi sorumluluğu söz konusu malın icra dosyasından satılması ile son bulacaktır.  

Ancak bu durum T.B.K m.19 kapsamında bir muvazaa davası kapsamında görülmüş olsa idi söz konusu satışa konu olan taşınmaz hakkında evvelce yapılan tasarruf işlemi iptal edilerek tapu eski sahibi adına yeniden tescil edilerek gerekli iş ve işlemlerin yapılması sağlanacaktı.  

Bir diğer yönden mukayese edebilmek adına perdenin kaldırılması davasının görülerek karar bağlanmış olduğu ve borçlu ile üçüncü şahsın birlikte alacaklılarına zarar verme kastıyla hareket ettiklerinin anlaşıldığı durumlarda yine üçüncü şahıs dosya borçlusu ile borcun tamamından yani alacağın tüm ferilerinden tıpkı dosya borçlusu gibi sorumlu tutulacak olması söz konusu davaları birbirinden ayıran en temel özellikler olarak kendilerini göstermektedir.  

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2018/3611 Esas ve 2020/4065 Karar 

Davacı vekili; davacının karşı taraflardan muris ... mirasçıları küçük ...'a velayeten kendisine asaleten ... hakkında Sarıgöl İcra Müdürlüğünün 2011/651 sayılı dosyası ile takip çıktısı 219.585,48 TL'den icra takibi başlatıldığını, takibin kesinleşmesinden sonra 04.01.2012 tarihinde menkul haczi yapıldığını, haczedilen menkullerin borcu karşılaması mümkün olmadığını, davalıların murisi borçlu ...’ın adına kayıtlı dava konusu taşınmazı 27/04/2011 tarihinde eşi ...’ın yeğeni ...’e devrettiğini belirterek İİK 277-278 ve devamı maddeleri gereğince batıl olması sebebiyle bu taşınmazlara ilişkin yapılan satışların iptali ile müvekkil yönünden cebri icra yoluyla alacağın tahsiline yetki vermek üzere iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 

Davalılar vekili; davanın reddini savunmuştur. 

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; Açılan davanın kabulü ile, ... ili ... ilçesi ... mevkii 6186 parsel ve 6187 parsel sayılı davalı ...'e 27.04.2011 tarihinde yapılan tasarruf işleminin iptali ile cebri icranın devamına, cebri icra yoluyla satıldıktan sonra kalan bedelin davalı ...'e verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. 

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 

2-Dava İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. 

Tasarrufun iptali davalarında davanın kabulüne karar verilmesi halinde alacaklının icra dosyasındaki alacak ve ferilerine şamil olmak üzere tasarrufun iptali ile davacıya haciz ve satış yetkisi verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Ne var ki bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden 6100 sayılı HMK.'nın geçici 3/2 maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK'nun 438/7 maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanması gerekmiştir. 

SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün 1. bendindeki “cebri icranın devamına, cebri icra yoluyla satıldıktan sonra kalan bedelin davalı ...'e verilmesine” ibaresinin çıkarılarak yerine “davacıya taşınmaz üzerinde Sarıgöl İcra Müdürlüğünün 2011/651 sayılı icra dosyasındaki alacak ve ferileriyle sınırlı olarak cebri icra yapma yetkisi tanınmasına” ibaresinin yazılmak suretiyle hükmün res’en DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine 29/06/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi. 

MUVAZAA, PERDENİN KALDIRILMASI VE TASARRUFUN İPTALİ DAVASININ KARŞILAŞTIRMASI 

MUVAZAA 

PERDENİN KALDIRILMASI 

TASARRUFUN İPTALİ 

Hükümsüz işlemler baştan beri geçersiz olduğu için, muvazaa davalarının açılması herhangi bir hak düşürücü süreye tabi değildir.  

Genel 10 yıllık zamanaşımı mevcut 

Zamanaşımı İİK 280 5 YIL, İİK 279 1 YIL, İİK 278 2 YIL 

Bununla birlikte iptal davası İİK m. 284 hükmüne göre beş yıllık hak düşürücü süreye tabiidir.  

İcra takibi yok 

İcra takibi yok 

İcra takibi var 

Mutlak niteliktedir. 

Nisbi niteliktedir. 

Nisbi niteliktedir. 

Muvazaa davası ivazlı ve ivazsız her türlü muvazaalı işlemler aleyhine açılabilir 

TMK 2’ye dayalı olan tüzel kişiliğin kaldırılması teorisi ile tüzel kişiliğin bütünlüğüne zarar verilmeden yalnızca somut olaya yönelik olarak üyelere sorumluluk yüklenir. Başka bir deyişle alacaklılarını zarara uğratmaya çalışan borçlunun saklanmış olduğu tüzel kişiliğin, perdesinin aralanarak borçtan adeta sözleşmenin bir tarafı gibi sorumlu tutulmasıdır. 

İptal davası ile sadece İİK m. 278-280’de belirtilen tasarruf işlemleri iptal edilebilir. 

Hukuki yararı olan tüm 3. kişiler muvazaa iddiasında bulunabilir. 

Yalnızca borçlunun alacaklıları ve dava açmakta hukuki yararı olanlar TMK 2 hükümlerine dayanarak bu yolu tercih edebilir. 

İptal davasını sadece, tasarrufta bulunan borçlunun alacaklıları açabilir. Başka bir ifadeyle iptal davasını açacak kişiler sınırlı sayı ilkesine tabidir 

Muvazaaya konu olan işlemin hükümsüzlüğüne karar verilir.  

Tüzel kişiliğin arkasına saklanan borçlu, borçtan sorumlu tutulur. Tüzel kişiliğin hukuki statüsünde değişiklik olmaz. 

İptal davasında, tarafların gerçek iradeleri ile yaptıkları hukuki işlem uyuşsa da uyuşmasa da her koşulda iptal edilir. 

Muvazaa davasında davalı sıfatı, görünüşteki sözleşmenin tarafına/taraflarına yöneltilir. 

Tüzel kişiliğin arkasına mal kaçırma amacıyla saklanan üyelerine karşı yöneltilir. 

 İptal davasında ise davalı sıfatı, borçlu ve borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişilere, kötü niyetli sonraki kişilere ve bunların mirasçılarına yöneltilir. 

KAYNAKÇA 

KİTAPLAR 

- ÇETİNEL, T. (2020). Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarruflar Bağlamında Tasarrufun İptali ve Muvazaa Davaları, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı.  

- GÖGER, Y.E (2020). Sermaye Şirketlerinde Sınırlı Sorumluluk İlkesi ve Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, Ankara, Yetkin Yayıncılık, 1. Baskı. 

- KURU, B. (2013) İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Adalet Yayın Evi, Ankara, 2.Baskı. 

- PEKCANITEZ, H. , ATALAY, O. , ÖZKAN, S. , ÖZEKES, M. (2023) İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, İstanbul, On iki Levha Yayıncılık, 10. Baskı. 

- UYAR, T. (2023) Tasarrufun İptali Davaları, Ankara, Bilge Yayınevi, 6. Baskı.   

MAKALELER 

- SAĞLAM, İ. (2008). Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanmasına Genel Bir Bakış. (İstanbul) Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması, I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını. 

- ÖZTEK, S. – MEMİŞ, T. (2008). Şirketler Hukuku ve İcra İflas Hukuku İlkeleri Karşısında Borçlu Şirketin Alacaklılarının Hâkim Ortağa Karşı Korunması, İstanbul, Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması I. Uluslararası Ticaret Hukuku Sempozyumu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını. 

- ERDÖNMEZ, G. (2006), Nam-ı Müstear ve Tasarrufun İptali Davaları, Türkiye Bankalar Birliği tarafından 25-26 Kasım 2006 Tarihinde “İcra ve İflas Hukukunda Güncel Sorunlar” konulu konferansta yazar tarafından sunulan tebliğ, İstanbul, Bankacılar Dergisi.  

YARGI KARARLARI  

- Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/12146 Esas ve 2019/4685 Karar  

- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/94 Esas ve 2020/358 Karar 

- Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2018/3611 Esas ve 2020/4065 Karar