Bu ülkede söylenen yalanlar değişmez hakikatlerimiz oldu!

Hukuk devleti olduğumuz bir yalan, demokratik bir ülke olduğumuz yalan, hatta bu son olaylardan sonra devlet olduğumuz bile bir yalan!

Olmuyor! Yapamıyoruz! Devlet olmayı beceremiyoruz! 

Bana kalırsa eski göçebe kültürümüze geri dönelim, çadırlarımızı kuralım ve yeniden başlayalım!

Her şeye sıfırdan başlayalım.

Bildiğimiz her şeyi unutalım, tecrübelerimizi bile!

Zira bilmek ve tecrübe etmenin de işe yaramadığını görüyoruz.

Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, artık bu şekilde devam edemeyeceğimiz ortada. 

Yeni bir “Toplum Sözleşmesine” ihtiyacımız var!

Zira kendilerine yetki verilen idareciler sözleşmeyi ihlal ettiler!

İktidar gücünü kullananlar, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını araştıran yargı için “Bu yargıyı tanımıyoruz biz” diyorlar!?

İktidar gücünü kullananlar Yargıyı gayrimeşru ilan ederse halka her ikisini birden gayri meşru ilan etme hakkı doğmaz mı?

Vatandaşlar da birer ikişer, üçer beşer, derken yüzer biner, milyonlar meydanlara çıkıp “madem sözleşme ile kendilerine yetki verilenler sözleşmeyi ihlal ettiler, o halde biz de bu sözleşmeyi haklı sebeplere dayanarak feshediyoruz, artık ne  iktidar olarak sizi ne de yargı olarak mahkemeleri tanımıyoruz!” derlerse bu işin sonu nereye çıkar anlamak çok mu zor? İşte o zaman halka “kalabalık”, askere “eşkıya”, mahkemelere “çete”, Başbakana da “çete reisi” denilecektir!

Tek taraflı bir “Toplum sözleşmesi” olmaz! Devlet aygıtını kullananların bunu bilerek aklı başında hareket etmesi gerekmektedir!

Bireylerin devlete olan bağlılıkları koşulsuz değildir.

“Hem Yasama hem Yürütme” olduğunu ifade eden ve fakat bununla da yetinmeyen Yargı da olmak isteyen, denetimden kaçan(Meclisteki Sayıştay denetimi tartışmalarını hatırlayınız), hesap vermek istemeyen, bunun için “çılgınca” denilebilecek yollara başvurmaktan çekinmeyen bir iktidarın yegâne meşru güç olarak kendisini göstermesi/görmesi kabul edilecek bir şey değildir!

Bu söylemler devam ettiği sürece hiç kimse halkın böyle bir devlete itaat etmesini bekleyemez..!

Yargısı tarafından zulme uğrayan, Yürütmesi tarafından sömürülen bir halk, sonunda “halk” olmaktan çıkıp birer “kalabalık” haline gelir! Bir kez “kalabalık” haline gelen bir toplumun ise tekrar “halk” olabilmesi kolay olmaz!

Bu nedenle Tayyip Erdoğan hükümeti Yargıya karşı bu tehlikeli direnişten derhal vazgeçmelidir, Adli Kolluk Yönetmeliği değişikliği gibi, Yargıyı tümüyle kendi emri ve denetimi altına sokmak gibi maceralardan vazgeçmelidir, hem Sayıştay’ın hem Yargı’nın kendilerini denetlemelerine fırsat vermelidir!

Zira bu yolun başka çıkışı yok!

Peki bu Yargı’dan, Yargılama sisteminden, Avukat-Hakim-Savcı denkleminden memnun muyuz?

Hayır, kesinlikle!

Nasıl kendisini “hem yasama hem yürütme ve hem de yargı” olarak görmek isteyen bir iktidarla devam edilemez ise aynı şekilde Avukatların silahsız bir er,  Savcıların emrinde orduların olduğu bir vezir, Hakimlerin sorumsuz bir kral olduğu sistem ile yola devam etmek artık mümkün değildir! Bu denklemi yeniden kurmalıyız! Avukat-Savcı eşitliği sağlanırken Hakimin gerekçesiz, evrensel hukuk normlarına açıkça aykırı kararlar verebilmesinin önüne geçmek gerekiyor!

Yargıçları ve Savcıları görevleri bakımından denetleyecek etkili bir sistem kurmak gerekiyor. Bunu tartışmalıyız. HSYK’daki, Yargıtay ve Danıştay’daki disiplin daireleri ile bu denetimin sağlanamayacağını artık herkes görüyor. Ancak bunu söylerken elbette siyasi bir iradeyi işaret etmiyorum. Adalet Bakanlığı, atama, tayin, yer değiştirme, disiplin işlemleri gibi konuların elbette dışında olmalı ve en küçük bir dahli olmamalıdır.

Yürütmenin denetim ve kontrolü ne kadar hayati ve önemliyse Yargı’nın da denetim ve kontrolü aynı şekilde hayati ve önemlidir.

Yürütmedeki usulsüzlükleri ve yolsuzluklara odaklanırken, sıradan vatandaşların dahi büyük oranda güvenmediği Yargıyı gözden kaçıramayız.

Ancak daha iyisini yapıncaya kadar bu yargıyla yola devam etmek mecburiyetindeyiz.

Evet, Yargıdan hepimiz şikâyetçiyiz, bunu her fırsatta söylüyoruz ama bir ülkenin Başbakanı “ben bu yargıyı tanımıyorum, sen kimin savcısısın” diye meydanlarda bağırmaya devam ederse, bu işin iki muhtemel sonucu olacaktır; ya eski göçebe kültürüne geri döneceğiz ve “ileri çadır devleti” olacağız ya da tüm bunların hesabı Yüce Divan’da  sorulacak!

Bence şimdiden savunmalarını hazırlamaya başlasalar iyi ederler!

Hani ne derler; “ya devlet başa ya kuzgun leşe”… Durum budur!


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)