Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi AİHS'nin güvenlik güçlerini mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. AİHM ayrıca AİHS'nin 15. maddesinde ifade edilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediğini içtihatlarında hatırlatmaktadır.

Bunun yanında Anayasa'nın 17. maddesi ve AİHS’in 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak, bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hale gelmedikçe, bu neviden fiiller, prensip olarak, kötü muamele yasağını ihlal eder.

Bununla birlikte sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hallerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir. Örnek olarak polisin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan biber gazının kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığı incelenmelidir. Her somut olayda ayrıca müdahalenin barışçıl biçimde toplanma özgürlüğünü kullanan kimselere yönelik olup olmadığının da müdahalinin ihlal niteliğinde olup olmadığının tespitinde göz önüne alındığı belirtilmelidir.

İlgili Kararlar:

♦ (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015)
♦ (Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016)
♦ (Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018)
♦ (Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12/6/2018)
♦ (Doğukan Bilir, B. No: 2014/15736, 29/5/2019)
♦ (Güven Boğa, B. No: 2014/17222, 3/7/2019)
♦ (Erdal İmrek, B. No: 2015/4206, 17/7/2019)
♦ (İbrahim Süleymanoğlu, B. No: 2015/6557, 17/7/2019)

♦ (Hıdır Kanak, B. No: 2015/12002, 23/10/2019)
♦ (Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019)
♦ (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019)
♦ (Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç, B. No: 2016/12937, 10/12/2019)
♦ (Bülent Teoman Özkan ve diğerleri, B. No: 2016/557, 29/1/2020)
♦ (Egemen Budak, B. No: 2016/14870, 9/6/2020)
♦ (Akın Can, B. No: 2016/13469, 10/6/2020)
♦ (Alper Can Aykaç ve diğerleri, B. No: 2015/16563, 23/6/2020)
♦ (Bülent Barmaksız (2), B. No: 2018/1562, 15/12/2020)
♦ (İbrahim Akan (2), B. No: 2017/32078, 25/2/2021)
♦ (Hüseyin Gökhan Biçici, B. No: 2016/10643, 8/6/2021)
♦ (Veli Saçılık (2), B. No: 2018/24614, 18/10/2022)
♦ (Belkis Yurtsever ve diğerleri, B. No: 2016/7537, 11/5/2022)
♦ (Ali Ocak ve Saime Sebla Arcan Tatlav, B. No: 2019/18583, 19/10/2022)
♦ (Keziban Saçılık ve Veli Saçılık, B. No: 2018/5552, 11/7/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ALİ RIZA ÖZER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3924)

 

Karar Tarihi: 6/1/2015

R.G. Tarih-Sayı: 13/5/2015-29354

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkanvekili

:

Serruh KALELİ

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Zühtü ARSLAN

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucular

:

1- Ali Rıza ÖZER

 

 

2- Özcan ÇETİN

 

 

3- Orhan BAYRAM

 

 

4- Veli İMRAK

 

 

5- Tunay ÖZAYDIN

 

 

6- Deniz DOĞAN

Vekili

:

Av. Nedim DEĞİRMENCİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, eğitim sisteminde değişiklikler getiren kanun teklifine karşı kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’da yapılacak toplantıya katılmalarının polis tarafından engellenmesinin ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüşe geçtikleri esnada kolluğun izin vermemesi nedeniyle çıkan olaylarda kolluğun orantısız güç kullanarak yaralanmalarına neden olmasının kötü muamele yasağı, ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 31/5/2013 tarihinde İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 19/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvuru konusu olay ve olgular 13/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

5. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucular vekiline 27/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, Adalet Bakanlığının görüşlerine karşı cevaplarını 9/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.

6. İkinci Bölümün 16/10/2014 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular Özcan Çetin, Orhan Bayram, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan öğretmen, Ali Rıza Özer ise eğitim müfettişidir. Başvurucular, eğitim alanında görev yapan kamu çalışanlarının örgütlendiği Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının (Eğitim-Sen) İzmir Şubesi üyesidirler. Eğitim-Sen, diğer alanlarda çalışan kamu görevlilerinin oluşturduğu sendikaların üyesi olduğu Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonunun (KESK) bileşenlerindendir.

9. KESK ve Eğitim-Sen, kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin” (kanun teklifi) Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) görüşmelerinin başlaması üzerine itirazlarını duyurmak için 28-29 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da kitlesel basın açıklaması ile kanun teklifini protesto edeceklerini açıklamışlardır. Bu açıklama, çok sayıda siyasi parti, sendika, dernek ve platform adı altındaki çeşitli gruplar ile öğrenci grupları tarafından da destek görmüştür.

10. Bu açıklama üzerine Ankara Valiliği, 26/3/2012 tarihli yazısıyla, yapılacak protesto gösterilerinde provokatif amaçlarla güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışma ortamı oluşturulacağını, eylemlerin hayatın normal akışını bozarak genel asayiş, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokacağını değerlendirerek kamu güvenliği ve düzeninin bozulmasının engellenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla Ankara ilinde 28-29 Mart 2012 tarihlerinde her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır.

11. Anılan yasak uyarınca İçişleri Bakanlığı, basın açıklaması ve protestoya katılmak isteyen grupların illerden çıkışlarına izin verilmemesi yönünde tüm il valiliklerine yazı yazmıştır. İzmir Valiliği de anılan yazı kapsamında 27/3/2012 tarihinde Eğitim-Sen İzmir Şubelerine durumu bildirmiş, Ankara’da gerçekleştirilmek istenen eyleme katılmak isteyen grupların gidişlerine izin verilmeyeceğini ve bu kapsamda yapılan organizasyonlar iptal edilmediği takdirde yasal işlem yapılacağını tebliğ etmiştir.

12. Ankara’da yapılacak eyleme katılacak sendika ve diğer sivil toplum kuruluşları mensupları 27/3/2012 tarihinde saat 22:00 sıralarında bir araya gelerek otobüslerle İzmir’den Ankara’ya gitmek istemişlerdir. Ancak daha önce tedbir alan polis, otobüslerde yasal olarak bulundurulması gereken evrakların eksik olduğundan bahisle başvurucular ve diğer katılımcıların İzmir’den çıkmalarını engellemiştir.

13. Başvurucuların ve diğer katılımcıların başka otobüslerle gitme teşebbüsleri de yine polis tarafından aynı gerekçelerle engellenmiştir. Bunun üzerine olay yerinde bulunan başvurucular ve diğer katılımcılar otobüslerin Ankara’ya gitmesinin engellenmesini protesto etmek için bulundukları yerdeki yolu trafiğe kapatmışlardır. Bir süre ayakta bekledikten sonra oturarak eylemlerine devam etmişlerdir.

14. Polis, yolun tekrar trafiğe açılması için megafonla ikazda bulunmuştur. Bir süre sonra saat 23:15 sıralarında göstericiler ikna edilmiş ve yolun bir şeridi trafiğe açılmıştır. Yol yaklaşık 20 dakika trafiğe kapalı kalmıştır. Daha sonra saat 1:30 sıralarında başvurucular ve diğer katılımcılar, güvenlik güçlerinin engellemesini aşmak için yürüyerek Ankara’ya gitme kararı almışlar ve yol üzerinden Konak Meydanı’na doğru yürüyüşe başlamışlardır.

15. 28/3/2012 tarihli olay tutanağına göre güvenlik güçleri defalarca, yapılan yürüyüşün yasadışı olduğu ikazında bulunmuşlardır. İkaza rağmen yürüyüşün devam etmesi üzerine çevik kuvvet polisi yolu keserek göstericilerin yürüyüşüne engel olmak istemiştir. Bu sırada göstericilerin yürüyüşü durdurmaması üzerine polis ile göstericiler arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve bu sırada polis biber gazı ve cop ile göstericilere müdahalede bulunmuştur. Bunun üzerine eylemciler yürüyüşlerini durdurmuşlardır. Bu sırada bir polis memuru bileği kırılacak şekilde yaralanmıştır.

16. Bir sendika yöneticisi tarafından eylemin iki gün daha devam edeceğinin duyurulması üzerine topluluk bir süre daha bekledikten sonra SGK İl Müdürlüğü binasının önüne gelerek oturma eylemine devam etmiş ve saat 4:30 sıralarında ertesi gün (28/3/2012 tarihinde) saat:12:00’da buluşmak üzere dağılmıştır (birinci eylem).

17. Birinci eylem ile ilgili olarak başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram ile diğer bazı katılımcıların, 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından şüpheli sıfatıyla beyanları alınmıştır.

18. 28/3/2013 tarihinde başvurucular ve sendika üyeleri, hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için Konak Meydanında Eski Sümerbank binası önünde toplanmışlardır. Aynı gösteriye katılmak için başka bir grup da toplanarak başka yönden Valilik binasına yürümek istemiştir. Eylemden daha önceden haberdar olan güvenlik güçleri de gerekli güvenlik tedbirlerini almışlardır.

19. Değişik sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla oluşan yaklaşık 800 kişilik grup, yürüyüş düzeni alarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiştir.

20. Grup, Büyükşehir Belediye binası önündeki polis bariyerlerine kadar yürüyüşüne devam etmiştir. Burada polis, grubun Valilik binasına yürümesine izin verilmeyeceği ve yürüyüşün durdurulması gerektiği yönünde ikazlarda bulunmuştur. Polis tarafından hazırlanan 28/3/2012 tarihli olay tutanağına göre grup ikazları dinlememiş ve görevli personeli itekleyerek ellerindeki sopalarla bariyerleri yıkmaya başlamıştır. Çevik kuvvet polisi önce kalkanlar ile barikat oluşturarak grubu engellemeye çalışmış, ancak gruptan bazı kişilerin cam parçaları, parke taşları ve su dolu şişeler atması üzerine, saldıran gruba müdahaleye başlamıştır. Polis tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) ile göstericilere müdahale etmiştir. Bu esnada bir polis memuru ayağından yaralanmıştır.

21. Polis bariyerini aşmaya çalışan grupla eş zamanlı olarak başka bir grup da başka bir yoldan Valilik binası önüne geçmeye çalışmıştır. Ancak grubun Valilik binası önüne geçişine karşı önlem alan polis alternatif güzergâh göstererek diğer grubun da bulunduğu SGK binası önüne gitmelerini istemiştir. Bunun üzerine grup polisin kapadığı yoldan geçmek için yürüyüşe başlamış, bu sırada polis ile grup arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve polis gaz kullanarak yürüyüşü engellemiştir. Daha sonra güzergâh değiştiren grup sahil yolu üzerinden SGK binası önüne doğru yürüyüş yapmış ve burada diğer grupla birleşmiştir.

22. İki bin kişiye ulaşan grup SGK binası önünde oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyen sendika temsilcileri ile güvenlik güçleri arasında yapılan müzakere sonucunda polis barikatı 50 metre geri çekilerek göstericilerin basın açıklaması yapmasına izin verilmiştir. Saat 16:30 sıralarında gösteriye katılanlar kendiliğinden dağılmıştır.

23. 28/3/2012 tarihinde gerçekleşen gösteri yürüyüşü (ikinci eylem) ile ilgili olarak başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram ile diğer bazı katılımcıların, 2911 sayılı Kanun’a muhalefet ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından şüpheli sıfatıyla beyanları alınmıştır.

24. Olaylara müdahale esnasında başvurucular yaralanmış veya biber gazına maruz kalmıştır. Başvurucuların sağlık raporları şöyledir:

 i. Başvurucu Ali Rıza Özer’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda burun sırtında hiperimi, hassasiyet, ödem şekil bozukluğu, ciltte 2 cm.lik kesi, ayrıca burunda kemik kırığı, alt dudak iç yüzünde 2 cm.lik kesi, üst dudakta ekimoz, sol kulak zarında yeni bir yırtık olduğu, odyolojik incelemede sol kulakta işitme kaybının mevcut olduğu, hayati tehlikesinin olmadığı ve yüzde sabit iz ve eser yönünden altı ay sonra kontrolünün uygun olduğu belirtilmiştir. Ayrıca başvurucuya toplam dokuz günlük iş göremezlik raporu verilmiştir.

 ii. Başvurucu Özcan Çetin’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda gözüne biber gazı geldiği, gözde yanma ve batma olduğu, gözde kızarıklık olduğu ve ilaç verildiği belirtilmiştir.

 iii. Başvurucu Orhan Bayram’a 28/3/2012 tarihinde düşme sonucu sağ omuzda ağrı şikayeti üzerine iki günlük işgöremezlik raporu verilmiştir. Başvurucunun daha sonraki muayenelerinde sağ omzunda minimal deplase avülsiyon fraktürü tespit edilmiştir.

 iv. Başvurucu Veli İmrak’ın 28/3/2012 tarihli geçici adli muayene raporunda başının solunda saçlı bölgede 2-3 cm.lik kesi olduğu, hayati tehlikesi olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı belirtilmiştir.

 v. Başvurucu Tunay Özaydın’ın 28/3/2012 tarihli tek hekim raporunda sağ el bileğinde travma olduğu ve üç gün istirahat etmesinin uygun olduğu belirtilmiştir.

 vi. Başvurucu Deniz Doğan’ın 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda burun sırtının sol tarafında 0,5 cm.lik cilt kesisi, ekimoz ve yumuşak doku şişliği olduğu belirtilmiştir

25. Başvurucular, 2/4/2012 havale tarihli dilekçeleri ile 27-28 Mart 2012 günü meydana gelen iki ayrı olay için demokratik haklarının engellenmesi, orantısız güç kullanarak görevi kötüye kullanma ve kasten yaralama suçlarından şikâyetçi olmuşlardır.

26. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucuların şikâyetine ilişkin olarak zor kullanma yetkisinin sınırlarının aşılması ve görevi kötüye kullanma suçlarından iki ayrı soruşturma yürütülmüştür.

27. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2012/31529 sayılı soruşturma dosyasında, başvurucuların Ankara’ya gitme girişimlerinin engellenmesi ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüş yapmalarının engellenmesi nedeniyle İzmir İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Müdürlüğünün diğer görevlileri hakkında görevi kötüye kullanma suçundan 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni talep edilmiştir.

28. İzmir Valiliği, 4/7/2012 tarihli yazısı ile İzmir Valisi, İzmir İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Müdürlüğü diğer görevlileri hakkında yapılan şikâyete ilişkin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22/5/2012 tarihli kararı ile şikâyetlerin işleme konulmaması kararı verildiğini hatırlatarak, bu karar ışığında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde “iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı” belirtilmiştir.

29. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 16/10/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı, 26/11/2012 tarihinde usulüne uygun soruşturma izni bulunmadığından ve soruşturma şartı gerçekleşmediğinden şikayet edilenler hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

30. Başvurucular, polisin uyguladığı orantısız güçten kaynaklanan yaralanmalarına ilişkin (bkz. § 24) İzmir İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında zor kullanma yetkisinin sınırların aşılması suretiyle yaralama suçundan şikâyette bulunmuşlardır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı 2012/43793 sayılı soruşturma kapsamında hazırlanan 11/12/2012 tarihli bilirkişi raporunda 27-28/3/2012 tarihindeki KESK ve Eğitim-Sen yönetici ve üyelerinin yaptığı yürüyüş sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığının kabulü ile 1/3/2013 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

31. 11/12/2012 tarihli bilirkişi raporu şöyledir:

“(1 no.lu eylem) Kamera kayıtlarının 22:51 itibariyle başladığı, grubun ilk olarak incelenmek üzere evrakları alınan otobüsün hareket etmesini engellediği, ardından saat 23:00 ‘de yola çıkarak yolu trafiğe kapadıkları, devamında 23:07’de yolda oturmak suretiyle eylemlerine devam ettikleri bu eylemi 23:17’ye kadar sürdürdükleri, daha sonra yolu trafiğe açarak saat 01:23’e kadar İzmir Büyükşehir Belediyesinin yanında beklemeye başladıkları, saat 01:23’de şüphelilerden M.B.’nin “Eğer araçlı olarak Ankara’ya gitmemize izin vermiyorlarsa bizde yürüyerek Ankara’ya gideceğiz. Uygun bir şekilde kortejimizi oluşturarak Ankara’ya gidiyoruz” söylemi üzere grubun Fevzipaşa Bulvarı istikametine doğru yürüyüşe geçtiği, ilk aşamada yolun tamamen ardından bir şeridi açık olacak şekilde Fevzipaşa Bulvarı girişine geldikleri, bu noktada Çevik Kuvvet ekiplerince kalkanlarla barikat oluşturulduğu, grubun barikatı açma girişimi esnasında kısa süreli bir arbedenin (kamera çekimlerinin sağlıksız olması nedeniyle arbede dışında bir algı oluşmadığı gibi teşhis yapılamamasına neden olmuştur) yaşandığı, güvenlik güçlerinin yürüyüşün devamına izin vermemesi nedeniyle bir bekleyişin yaşandığı, bu esnada sık sık ses sistemi aracılığıyla grubun dağılması konusunda uyarıldıkları ancak grubun dağılmadığı, saat 02:00 civarında grubun SGK il binasını bulunduğu istikamete geri döndüğü, görüntülerin başlaması ile bitişi arasında “Faşizmi döktüğü kanda boğacağız”, “Kahrolsun faşist diktatörlük”, “Gerici faşist halk düşmanı AKP”, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Her yer Ankara her yer direniş”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Kahrolsun AKP diktatörlüğü”, “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır”, “Direne direne kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Seyahat hakkımız engellenemez” ve “Yaşasın örgütlü mücadelemiz” sloganlarının atıldığı tespit edilmiştir.

(2 Nolu Eylem) Kamyonet kasası üzerinde bulunan ses sistemi ile konuşmalar yapıldığı ve sloganlar atıldığı, grubun içinde yer alan kişilerce üzerinde “Gerici faşist halk düşmanı AKP”, “Kindar gençliğe hayır” yazılı dövizlerin taşındığı, “Tayyip istifa”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Karanlığa teslim olmayacağız”, “Yaşasın sınıf dayanışması”, “Yaşasın devrimci dayanışma”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “AKP’den hesabı emekçiler soracak”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır”, “Yüklen emekçi barikatı dağıt”, “Polis terörü geri çekilsin”, “Kahrolsun AKP diktatörlüğü”, “Polis defol bu sokaklar bizim”, “İşte AKP işte faşizm”, “Eğitimciye değil çetelere barikat”, sloganlarının atıldığı, Konak Metro istikametinden gelen Eğitim Sen İzmir 4 Nolu Şubesi pankartı taşıyan grubun önü konak meydanı girişinde güvenlik güçlerince kesildiği, istikamet olarak Mustafa Kemal sahil bulvarını takiben Cumhuriyet Bulvarı girişindeki üst geçitten geçerek İzmir Büyükşehir Belediyesi önüne gidebilecekleri konusunda ikaz yapıldığı, grupta bulunan bazı kişilerce mesafenin bulundukları noktaya daha yakın olduğu yönünde söylemlerde bulunulduğu, grup ile barikat oluşturan güvenlik güçlerince konuşmaların gerçekleştiği, grubun yönünü değiştirerek konak iskele istikametine yöneldiği bu esnada Eğitim Sen İzmir 2 Nolu Şubesi pankartı taşıyan grubunda aynı noktaya geldiği, tekrar barikatın bulunduğu noktaya doğru harekete geçildiği, sendika yöneticileri ile güvenlik güçleri arasında görüşmeler olduğu ancak sonuç vermediği ve grubun barikata yönelik toplu halde yüklenme eylemine güvenlik güçlerinin de karşılık verdiği, gruptaki bazı kişilerin tekme ve yumruklarla güvenlik güçlerine vurdukları, barikatın kısmi olarak açıldığı ancak toparlanarak barikatın oluşturulduğu, grubun barikata yönelik tekrar açma girişiminde bulunduğu esnada orantılı bir şekilde biber gazı ile müdahale yapıldığı, grubun belirtilen güzergaha doğru yöneldiği, ancak bu seferde araç yolundan hareketle belirtilen istikamete doğru yöneldikleri için dört şeritli yolun iki şeridini trafiğe kapattıkları, ancak bu eylemin sadece grubun önünde yürüyenler tarafından gerçekleştirildiği, devamında grubun SGK binası önünde diğer gruplarla birleştiği, bu olayların yaşandığı esnada SGK il binası önünde kurulan barikatlardan bir kaçının gruplar tarafından açıldığı, bu esnada aralarında şüphelilerinde yer aldığı bazı şahısların tespit edildiği, güvenlik güçlerinin Toma araçlarından tazyikli su sıkmak suretiyle şahısları dağıtmaya çalıştığı, aynı eylemin kısa bir süre sonra tekrar edildiği ve aynı şekilde güvenlik güçlerinin Toma araçlarından tazyikli su ve gazlı su (dosya içeriğinden edinilen bilgi doğrultusunda) sıkmak suretiyle şahısları dağıtmaya çalıştığı,

Tüm grupların toplanmasıyla birlikte sendika temsilcilerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde oturma eylemi yapacaklarının bu nedenle barikatın geriye çekilmesini talep ettikleri, bu isteklerinin daha sonra kabul edildiği ve grubun oturma eylemini gerçekleştirerek dağıldıkları tespit edilmiştir.”

32. Bilirkişi raporunda başvuruculardan Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan hakkında bir tespit yapılmamıştır. Ancak Özcan Çetin’in birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde grubu yönlendirdiği, Ali Rıza Özer’in birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde bariyeri zorladığı, Orhan Bayram’ın birinci eylemde trafiğin aksamasına neden olduğu, ikinci eylemde elinde bulunan bayrak sopasıyla çevik kuvvet personeline vurduğu ve daha sonra sopayı polise fırlattığı tespit edilmiştir. Bilirkişi raporunda ve anılan Cumhuriyet Başsavcılığının kararında başvurucuların yaralanmasının nasıl olduğuna dair bir değerlendirme yapılmamış, raporda ve kararda polisin orantılı güç kullandığı belirtilmiştir.

33. Anılan karara yapılan itiraz Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/4/2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Başvurucular, karardan 6/5/2013 tarihinde haberdar olmuşlardır.

34. Polisin hazırladığı fezleke kapsamında başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin ve Orhan Bayram’ın da aralarında bulunduğu 68 kişi hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2/4/2013 tarih ve 2012/43840 soruşturma numaralı iddianamesi ile 28/3/2013 tarihinde saat 12:00 sıralarında başlayan ikinci eylemleri kapsamında “Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Kendiliğinden Dağılmama” suçundan cezalandırılmaları talebiyle İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. İddianamede birinci eylemden bahsedilmemiştir.

35. Mahkeme 9/12/2013 tarihli kararı ile 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi gereğince ceza verilmesine yer olmadığına,

“… her ne kadar sanıklar haklarında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası'na aykırı davranışta bulunduklarından dolayı cezalandırılmaları istemiyle mahkememize kamu davası açılmışsa da, yürütülen yargılama, alınan savunma ve beyanlar ile dosya içerisindeki tutanak ve belgeler ile özellikle olaya ilişkin olay yeri görüntülerinin çözümüne dair bilirkişi raporları içeriğine göre kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen yasaya yönelik olarak basın açıklaması yapmak amacıyla toplanan sanıkların da aralarında bulunduğu kalabalığın açıklamanın yapılacağı İzmir Büyükşehir Belediyesi önündeki alana grubun Valilik binasına yürüyeceği gerekçesiyle İzsu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi binası arasında kalan bölümden güvenlik görevlilerince geçilmesine engel olunacak şekilde barikat kurulması ve buradan grubun geçişine izin verilmemesi sonrası tutanaklara kısmen yansıyan, kısmen de CD çözümleriyle tespit edilen eylemlerin gerçekleşmiş olması nedeniyle 2911 Sayılı Yasanın 32.maddesinin 3.fıkrasının son cümlesi yollamasıyla CMK'nun 223/4/d-son cümlesi gereğince sanıklara ceza verilmesine yer olmadığı”

şeklindeki gerekçe ile karar verdiği anlaşılmaktadır.

36. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 9/8/2012 tarih ve 2012/56697 soruşturma no.lu iddianamesi ile başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de aralarında bulunduğu 35 kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnmek suçundan cezalandırılmaları için İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açılmıştır.

37. Mahkeme, 18/7/2013 tarihli kararı ile “sanıkların müsnet suçu işlediklerine dair kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği” gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

38. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

39. Aynı Kanun’un 6. maddesinin 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali şöyledir:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.

Şehir ve kasabalarda ve gerekli görülen diğer yerlerde hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış araçlarla önceden duyrulur. Bu yerler hakkında sonradan yapılacak değişiklikler duyurudan onbeş gün sonra geçerli olur. Toplantı yerlerinin tespitinde gidiş gelişi, güvenliği bozmayacak ve pazarların kurulmasına engel olmayacak biçimde, toplantıların genel olarak yapıldığı, elektrik tesisatı olan yerler tercih edilir.”

40. Aynı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:

“Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.”

41. Aynı Kanun’un 23. maddesi şöyledir:

“a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;

b) (Değişik bent: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,

c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,

d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,

e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,

f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,

g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,

h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,

i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,

j) (Değişik bent: 2/3/2014-6529 S.K./9. md) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,

k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,

l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”

42. Aynı Kanun’un 24. maddesinin 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hali şöyledir:

“Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:

a) Hükümet komiseri toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki amirine bildirir.

b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.

Bu gelişmeler hükümet komiserince tutanaklarla tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine tevdi edilir.”

43. Aynı Kanun’un 32. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 22/7/2010-6008 S.K/1.md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.

İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.

23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

44. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.

45. İçişleri Bakanlığının yayınladığı 25/8/2011 tarihli “Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge”de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında göz önünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.

46. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/2/2008 tarih ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelgesi çerçevesinde hazırlanan “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı” ile toplumsal olaylara müdahale esnasında göz yaşartıcı maddelerin nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

2. Uluslararası Belgeler

47. 13/1/1993 tarihli, Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası İle İlgili Sözleşme’ye (“KSS”) göre, göz yaşartıcı gaz, kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür gazların, iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere, asayişin sağlanması amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS, Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

48. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:

“3. Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol edilmelidir.

(...)

5. Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:

(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile orantılı biçimde tasarrufta bulunur;

(b) Zarar ve yaralanmaları en aza indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;

(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere, mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını temin eder;

(d) Yaralananların veya müdahalelerden etkilenenlerin akrabaları veya yakın arkadaşlarının, mümkün olan en kısa sürede durumdan haberdar edilmelerini sağlar;

(…)

9. Kolluk görevlileri; ölüm veya ağır yaralanmaya sebebiyet verecek yakın bir tehlikeye karsı kendilerini veya başkalarını savunma, yaşamı ciddi şekilde tehdit eden özellikle ağır nitelikli bir suçun islenmesini önleme, bu tür bir tehlike yaratan ve emirlere karsı gelen bir kimseyi yakalama veya bu tür bir kimsenin kaçmasını önleme amaçları dışında ve söz konusu amaçları gerçekleştirmede daha hafif yöntemler yetersiz kalmadığı sürece başkalarına karsı ateşli silah kullanamaz. Her halükarda, ateşli silahlara, ancak yaşamı koruma açısından büsbütün kaçınılmaz olduğu hallerde başvurulmalıdır.

(...)

12. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nde yer alan ilkeler uyarınca herkesin kanuna uygun ve barışçıl nitelikli toplantılara katılmasına izin verildiğinden, Hükümetler ve kolluk gücü birimleri ve görevlileri, güç ve ateşli silahların sadece 13 ve 14. ilke hükümleri uyarınca kullanılabileceğini kabul edeceklerdir.

13. Yasadışı olmakla birlikte şiddet unsuru içermeyen toplantıların dağıtılmasında, kolluk görevlileri güç kullanımına başvurmaktan kaçınacaklardır, veya bunun uygulanmasının mümkün olmadığı hallerde, söz konusu gücü gereken asgari ölçüyle sınırlı tutarlar.

14. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, sadece daha az tehlikeli araçların kullanılmasının mümkün olmadığı hallerde ve sadece gereken asgari ölçüde kullanabilirler. Kolluk görevlileri, ateşli silahları, 9. ilke kapsamında belirtilen durumlar dışında kullanamaz.”

49. BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü tarafından hazırlanan Raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesi şöyledir:

“35. Özel Raportör, göz yaşartıcı gaz kullanılırken, göstericiler ile gösterici olmayanlar, sağlıklı kişiler ile sağlık sorunları olanlar arasında fark gözetilmediğini hatırlatmaktadır. Ayrıca Raportör, protestoculara ve dolaylı olarak, olayla ilgisi olmayan kişilere sadece daha fazla acı vermek maksadıyla gazın kimyasal bileşiminde yapılabilecek değişikliklere karsı da uyarıda bulunmaktadır.”

50. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (“CPT”), kanunların uygulanmasında bu tür gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü şöyledir:

“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf (2009) 25).

51. CPT, Avrupa Konseyi’nin bazı Üye Devletlerine yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında, aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:

“(…) [A] Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları içermelidir:

-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda kullanılabileceğine dair açık talimatlar;

-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına dair hakları;

-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;

-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması (…)” (ayrıca bkz. CPT/Inf (2009) 8).

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

52. Mahkemenin 6/1/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 31/5/2013 tarih ve 2013/3924 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

53. Başvurucular, “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Daire Kanun Teklifinin” TBMM’de görüşmelerinin başlaması üzerine 28-29 Mart 2012 tarihlerinde Ankara’da kitlesel basın açıklaması yapmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak hareket etmek istediklerini, ancak Ankara Valiliğinin kitlesel basın açıklaması ve gösteri yürüyüşü yapılmasını yasaklaması üzerine İzmir’de görevli güvenlik güçlerinin otobüslerin kalkmasına izin vermediklerini, bunu protesto etmek için yürüyüşe geçen grubun ise orantısız güç kullanılarak dağıtıldığını belirtmişlerdir.

54. Diğer taraftan başvurucular, Ankara’ya gitmelerinin engellenmesini ve anılan kanun teklifi görüşmelerini protesto etmek için ertesi gün toplandıklarını, ancak önceden hazırlık yapmış güvenlik güçleri tarafından gruba orantısız bir şekilde müdahale edildiğini ve bunun sonucunda başvuruculardan Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Orhan Bayram ve Veli İmrak’ın müdahale sırasında yaralandığını belirtmişlerdir.

55. Başvurucular, meydana gelen iki eylemde de gösteri yapılmasının engellenmesi ve yapılan gösterilerde polisin orantısız güç kullanması ve sorumlular hakkında etkin bir soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 25., 26. ve 34. maddelerinde tanımlanan kişinin maddi ve manevi bütünlüğünün korunması, düşünce ve kanaat hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

56. Başvurucular, eğitim sisteminde değişiklikler getiren kanun teklifine karşı kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’da yapılacak toplantıya katılmalarının polis tarafından engellenmesinin ve bu engellemeye karşı aynı gün İzmir Konak Meydanında ve ertesi gün İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmak için yürüyüşe geçtikleri esnada polisin müdahalesinin Anayasa’nın 25., 26. ve 34. maddelerinde tanımlanan düşünce ve kanaat hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca polisin fiziksel müdahalesinin orantısızlığı sebebiyle yaralanmalarının da Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince kötü muamele olduğunu iddia etmişlerdir.

57. Başvurucuların Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde düşünce ve kanaat hürriyetinin de ihlal edildiğine dair iddiaları başvurunun niteliği gözetildiğinde Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve polisin müdahalesi ile yaralanmalarına ilişkin iddiaları da Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Bakanlık görüşünde, bireysel başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

59. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvurunun, başvuru yollarının tüketildiği tarihten; başvuru yolu öngörülmemişse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir…”

60. Bireysel başvuru konusu birinci eylem ve ikinci eyleme yönelik olarak başvurucular bir bütün halinde eylemleri ayırmadan İzmir İl Emniyet Müdürü ile ilgili şube müdürleri ve polis memurları hakkında “demokratik haklarının kullanılmasını engellemek, iştirak halinde, orantısız güç kullanarak görevini kötüye kullanmak, kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama” suçlarından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına 2/4/2012 tarihinde şikâyette bulunmuşlardır. Başvurucular şikâyet dilekçesinde birinci eyleme ilişkin olarak Ankara’ya gitmelerinin engellenmesinden ve daha sonra polisin fiziksel müdahale yapmasından, ikinci eyleme ilişkin olarak gösteri yürüyüşü esnasında polisin sert müdahalesinden bahsetmişlerdir.

61. Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan şikâyet dilekçesi üzerine 9/5/2012 tarih ve K.2012/848 sayılı kararı ile birinci ve ikinci eyleme ilişkin olarak başvurucuların şikâyetlerini belirterek her iki eylemi bir bütün halinde değerlendirerek ve görevi kötüye kullanma suçunun soruşturma usulü farklı olduğundan, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması yönünden dosyanın tefrikine karar vermiştir. Kararda eylemler açısından bir ayrım yapılmayarak bir bütün olarak görevi kötüye kullanma suçu değerlendirilmiştir. Nitekim görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin olarak Cumhuriyet savcılığının 26/11/2012 tarihli incelemeye yer olmadığına dair kararında (bkz. §§ 27- 29) her iki eylem bir bütün halinde değerlendirilerek iki gün içinde meydana gelen tüm olaylar açısından görevi kötüye kullanma suçundan soruşturma izni verilmediği belirtilmiştir.

62. Diğer taraftan Cumhuriyet savcılığı zor kullanma yetkisi konusundaki sınırın aşılması suçuna ilişkin soruşturmada yine bir bütün olarak her iki eylemde meydana gelen müdahaleleri belirterek soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (bkz. § 29). Karara yapılan itiraz Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 16/4/2013 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucular, karardan 6/5/2013 tarihinde haberdar olmuşlar ve 31/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Dolayısıyla birinci ve ikinci eylem, başvurucular ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir bütün olarak kabul edilmiştir. Bu durumda bireysel başvuruya dair sağlıklı bir değerlendirmenin, birinci ve ikinci eylemin bir bütün olarak kabul edilmesine bağlı olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında meydana gelen müdahalelere ve sonucunda yaralanmalara ilişin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün halinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin bir başvuru olarak kabul edilerek (benzer yönde AİHM kararları için bkz. Pekaslan/Türkiye, B.No. 4572/06 ve 5684/06, 20/3/2012; Özalp Ulusoy/Türkiye, B.No: 9049/06, 4/6/2013; Oya Ataman/Türkiye, B.No: 74552/01, 5/12/2006, Gazioğlu ve diğerleri/Türkiye, B.No: 29835/05, 17/5/2011; Biçici/Türkiye, B.No: 30357/05, 27/5/2010; Balçık ve diğerleri/Türkiye, B.No: 25/02, 29/11/2007) başvuru yollarının Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kararı ile tüketildiği değerlendirilmiştir. Bu kapsamda somut olayda, başvuru, başvuru yolları tüketildikten sonra süresinde yapılmıştır.

63. Başvuruculardan Tunay Özaydın ve Deniz Doğan müdahale sırasında yaralanmalarına ilişkin olarak (bkz. § 24) İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuşlar ise de başvuru formu ve daha sonraki eksiklik bildirimine verilen cevapta başvurucular Tunay Özaydın ve Deniz Doğan’ın yaralanmalarına ilişkin herhangi bir iddiada bulunulmadığından bu kişilerin yaralanmalarına neden olan olaylara ilişkin kötü muamele yasağı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.

64. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tanımlanan kötü muamele yasağının ve Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurusunun, açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Anayasa’nın 34. maddesi yönünden bu görüşe katılmamıştır.

2. Esas Yönünden

a. Kötü Muamele Yasağının İhlali İddiası

65. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

66. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “İşkence Yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

67. Başvurucular, 28/3/2012 tarihinde düzenledikleri ikinci eylemde kanun teklifine ve Ankara’ya gitmelerine izin verilmemesine karşı ifade ve tepki haklarını demokratik olarak kullanmak istediklerini, ancak önceden hazırlık yapmış güvenlik güçlerinin gruba sert müdahalesi esnasında yaralandıklarını (bkz. § 24) ve buna ilişkin olarak yaptıkları şikâyette İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca etkili soruşturma yürütülmeden, failleri dahi tespit edilmeden takipsizlik kararı verildiğini ileri sürmüşlerdir.

68. Bakanlık görüşünde, başvurucuların yaralanmasına ilişkin olarak esas ve usul yönünden olmak üzere iki ayrı değerlendirme yapılmıştır. Esas yönünden yapılan değerlendirmede olaya ilişkin görüntüler ve bilirkişi raporu incelendiğinde müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesinin daha sağlıklı yapılabileceği belirtilmiştir. Usul yönünden yapılan değerlendirmede başvuruculara müdahale eden güvenlik güçleri hakkında gerekli soruşturmaların yürütüldüğü ve neticesinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği belirtilmiştir.

69. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı verdikleri 9/4/2014 havale tarihli beyanlarında, yapılan protestonun kanun teklifine karşı kamuoyunun dikkatini barışçıl olarak çekme amacında olduğunu, bu sebeple aşırı güç kullanımının kabul edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Ayrıca kötü muamele iddialarına ilişkin olarak soruşturma yapıldığına dair Bakanlık görüşlerinin inandırıcı olmadığı belirtilmiştir.

70. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında devletin maddi ve usuli yükümlülükleri açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir.

i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

71. Başvurucular, kanun teklifine ve Ankara’ya gitmelerine izin verilmemesine karşı yapılan gösteri yürüyüşünün barışçıl nitelikte olduğunu ve güvenlik güçlerinin yaptığı müdahalenin yersiz, sert ve orantısız olduğunu belirtmişlerdir.

72. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmiştir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

73. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin vücut ve ruh sağlığını korumadan kaynaklanan negatif ödevidir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

74. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme’nin 3. maddesi sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B.No 25803/94, 28/7/1999, § 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).

75. Öte yandan, bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B.No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

76. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 84).

77. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22).

78. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B.No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B.No: 5310/71, 18/1/1978; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B.No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B.No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B.No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

79. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Benzer yöndeki bir karar için bkz. B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (B.No: 2013/293, 17/7/2014, .§ 89).

80. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B.No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B.No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).

81. Diğer taraftan Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak, bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Bkz. Ivan Vasilev/Bulgaristan, B.No. 48130/99, 12/4/2007, § 63). Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hale gelmedikçe, bu neviden fiiller, prensip olarak, Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda, AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların, bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (bkz. Ribitsch/Avıısturya, B.No: 18896/91, 4/12/1995, § 38).

82. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hallerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir.

83. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B.No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir (bkz. Tepe/Türkiye, B.No: 31247/96, 21 Aralık 2004, § 48). Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, § 161; Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6 Nisan 2000, § 121).

84. Somut olayda, başvurucular, doktor raporu ile tespit edilen (bkz. § 24) ve güvenlik güçlerinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmaya konu olan müdahalesinden kaynaklanan (bkz. § 30) bazı yaralanmalara maruz kalmışlardır. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma sonucunda güvenlik güçlerinin müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisinin kullanılması kapsamında kaldığının kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir (bkz. § 30). Bahse konu kararda, başvurucuların yaralanmasının müdahale dışında başka bir olaydan kaynakladığına dair herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucuların yaralanmalarının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği kabul edilmiştir.

85. İkinci eylem açısından güvenlik güçlerinin müdahalesinin kaçınılmaz ve aşırı olup olmadığına ilişkin olarak 2911 sayılı Kanun kapsamında usulüne uygun bildirim yapılmamış olsa dahi polisin gerekli önlemleri aldığı açıktır. Basın açıklaması yapılması planlanan bölgeye giden yollar birçok polis tarafından güvenlik altına alınmıştır. Sonuç olarak, başvuru konusu olayın özel şartları altında güvenlik güçlerinin hazırlık yapmadan müdahale ettiğini söylemek mümkün değildir (bkz. Rehbock/Slovenya, B.No: 29462/95, 28/11/2000, § 72). Başka bir ifade ile güvenlik güçlerinin beklenmedik bir şekilde gerçekleşen bir gösteri yürüyüşünün kamu düzenini tehlikeye sokması üzerine gerekli güvenlik önlemlerinin alınması için ani bir müdahale yapmasının gerekliliğine dair bir bulguya rastlanmamıştır. Güvenlik güçlerinin muhtemel risklere karşı alınabilecek gerekli önlemleri planlamak için yeterli zamana sahip oldukları anlaşılmaktadır.

86. Basın açıklaması yapmak için Valilik binasının önüne gitmek isteyen iki ayrı grup iki ayrı polis barikatının olduğu yerde durdurulmuştur. Grupların Valilik binası önünde basın açıklaması yapma talebi polis tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine birinci grup içerisinde bulunan kişilerden bazıları bariyerleri yıkıp güvenlik önlemlerini aşmaya çalışmışlardır (bkz. § 20). Diğer grup da aynı şekilde polisin aldığı güvenlik önlemlerini geçmek istemiştir (bkz. § 21). Her iki olaya ilişkin olarak sadece başvuruculardan Orhan Bayram’ın polis bariyerlerini yıkmaya çalışıp polise saldırdığı kamera kayıtlarından izlenmiştir. Başvurucu Ali Rıza Özer’in de barikatları yıkmaya çalıştığı, ancak polis müdahalesinden sonra geri çekildiği, polise saldırmadığı ve bu esnada herhangi bir darbe almadığı gözlemlenmiştir. Diğer başvurucuların aktif olarak polis barikatını veya güvenlik önlemlerini aşmaya çalıştıkları kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporundan tespit edilememiştir.

87. Diğer taraftan başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de bulunduğu ve yürüyüşe devam etmek isteyen kişilere görevli memura karşı görevi yaptırmamak için direnme suçundan açılan davada İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesince beraat kararı verilmiştir (bkz. §§ 37-38). Ayrıca İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlatılan bilirkişi raporunda da Orhan Bayram dışındaki başvurucuların müdahaleyi gerektirecek herhangi bir eylemde bulundukları tespit edilememiştir. Başvurucuların yakalanması veya gözaltına alınması da söz konusu değildir.

88. Başvuruculardan Orhan Bayram’ın ikinci eylemde polis barikatını aşmak için elindeki bayrak sopasıyla görevli çevik kuvvet polislerine vurduğu ve daha sonra flama sopasını polise karşı fırlattığı bilirkişi raporu (bkz. § 31) ve izlenen kamera kayıtlarından tespit edilmiştir. Bu durumda, kendisine karşı şiddet uygulayan kişilere karşı polisin müdahale etmesi kabul edilebilir. Ancak her halükarda müdahalenin ölçülü olması ve aşırı olmaması gerekir.

89. Başvurucu Orhan Bayram’ın yaralanmasına dair 28/3/2012 tarihli raporda düşme sonucu sağ omuzda ağrı şikayeti üzerine iki günlük işgöremezlik raporu verilmiştir. Başvurucunun daha sonraki muayenelerinde sağ omzunda minimal deplase avülsiyon fraktürü tespit edilmiştir. Ancak diğer başvurucular açısından olduğu gibi Orhan Bayram’ın yaralanmasına neden olan polis müdahalesinin nerede olduğu başvuru formunda ve yapılan Cumhuriyet savcılığının soruşturmasında açık olarak belirtilmemiştir. İzlenen kamera kayıtlarında polisin Orhan Bayram’a müdahalesinin TOMA araçlarından tazyikli su sıkılması sonucu meydana gelebileceği tespit edilmiştir. Bu kapsamda bariyerleri aşmaya çalışan ve polise karşı sopa ile saldıran başvurucu Orhan Bayram’ın yaralanmasına neden olan müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.

90. Başvuruculardan Özcan Çetin’in 28/3/2012 tarihli adli muayene raporunda gözüne biber gazı geldiği, gözde yanma ve batma olduğu, gözde kızarıklık olduğu ve ilaç verildiği belirtilmiştir. Başvurucunun, doktor raporuna esas yaralarının nerede, nasıl olduğu başvuru formunda veya soruşturma evrakında belirtilmemiştir. Diğer taraftan kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporlarından başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğu tespit edilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun, güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında biber gazından etkilendiği kabul edilmelidir.

91. Biber gazının kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceği açıktır. Türkiye Tabipler Birliğinin yayınladığı “Toplumsal Olaylarda Kullanılan Kimyasal Silahlara İlişkin Bilgi Notu”nda Türkiye’de kullanılan gazın solunum darlığı, bulantı kusma, tahriş gibi sonuçlarının olabileceği, hatta küçük çocuklarda, yaşlılarda, gebelerde ve kronik rahatsızlıkları olanlarda ölüme varabilecek daha vahim sonuçlar doğurabileceği belirtilmiştir (http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/kimyasal-3838.html).

92. Polisin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan biber gazının kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığının denetlenmesi gerekir. Başvuru konusu olayda izlenen kamera kayıtları ve başvuru formunda güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğu tespit edilmemiştir. Ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmamış ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporu veya kamera kaydına rastlanmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun biber gazından etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığı söylenemez (Benzer bir karar için Oya Ataman/Türkiye, § 25-26).

93. Başvurucu Veli İmrak’ın 28/3/2012 tarihli geçici adli muayene raporunda başının solunda saçlı bölgede 2-3 cm.lik kesi olduğu, hayati tehlikesi olmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı belirtilmiştir. Başvurucunun, doktor raporuna esas yarasının nerede, nasıl olduğu başvuru formunda veya soruşturma evrakında belirtilmemiştir. Diğer taraftan kamera kayıtlarından ve bilirkişi raporlarından başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırıda bulunmadığı da açıktır. Dolayısıyla başvurucunun, güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında yaralandığı kabul edilmelidir.

94. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir. Başvurucunun katıldığı gösteride polisin sadece barikatları aşmaya çalışan kişilere müdahale ettiği (bkz. §§ 141-145), başvurucunun bu esnada yaralanmış olabileceği ve yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu gözetildiğinde başvurucunun yaralanmasının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığı söylenemez.

95. Diğer başvurucu Ali Rıza Özer’in yaralanmasına ilişkin rapor değerlendirildiğinde, başvurucunun polise saldırdığının saptanamadığı, hakkında yakalama ve gözaltı işlemleri yapılmadığı ve yaralarının burun kırığı ve işitme kaybı gibi ağır nitelikte olduğu gözetildiğinde asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı anlaşılmıştır. Bu tespitten sonra polis tarafından yapılan eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde güvenlik önlemlerini aşmaya çalıştığına ilişkin bir eylemi tespit olunmayan ve toplanma özgürlüğünü barışçıl şekilde kullanan başvurucunun raporunda belirtilen hususlar gözetildiğinde ve polisin müdahalesinin başvurucuya fiziksel saldırı ve darp şeklinde meydana geldiği dikkate alındığında “eziyet” olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür (bkz., §§ 79-81).

96. Açıklanan nedenlerle, başvurucu Orhan Bayram’a yapılan müdahale ölçülü olduğundan ve başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın yaralanmaları asgari ağırlık eşiğini aşmadığından, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

97. Diğer taraftan başvurucu Ali Rıza Özer’in güvenlik güçlerinin müdahalesi ile maruz kaldığı eylemden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası Yönünden

98. Başvurucular, güvenlik güçlerinin haksız müdahalesi sonucu yaralanmalarına ve böylelikle kötü muameleye maruz kalmaları üzerine yaptıkları şikâyet üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının etkin bir soruşturma yürütmeden, faillerin kimliklerini dahi belirlemeden kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini ileri sürmüşlerdir.

99. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

100. Devletin, bu yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usuli boyutu da içermektedir. Usuli yükümlülükler, Anayasa’da düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen, uygulamada etkisiz kalacaktır ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, B.No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136). Bu çerçevede devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B.No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B.No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

101. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B.No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B.No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

102. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, §§ 133, 134).

103. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 113; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B.No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. B.No: 2013/293, 17/7/2014, § 113; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B.No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B.No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

104. Başvuru konusu olayda, başvurucu Ali Rıza Özer, polisin müdahalesi ile meydana gelen yaralanmasına ilişkin olarak ilgili sağlık kuruluşuna başvurmuş ve bu raporla birlikte polisin haksız ve aşırı müdahale ettiği iddiası ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyetlere ilişkin olarak, başvurucunun ayrıntılı beyanını almadığı gibi faillerin tespitine ilişkin herhangi bir çalışma yürütmeden, yapılan müdahalenin kaçınılmaz olup olmadığını ve başvurucunun polis müdahalesini gerektirecek bir eyleminin olup olmadığını araştırmadan ve bilirkişi raporunda başvurucuların polise saldırdıklarına dair bir tespit olmadan, dolayısıyla yaralanmanın nasıl meydana geldiği tespit edilmeden sadece dosya üzerinden orantılılık incelemesi yaparak takipsizlik kararı vermiştir. Dolayısıyla başvurucu Ali Rıza Özer’in kötü muamele iddialarına yönelik etkin bir soruşturma yürütülmeden polislerin zor kullanma yetkilerini aştıklarına dair inandırıcı delil ve emare elde edilemediği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı karar verilşmişitir.

105. Diğer başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın iddialarına ilişkin olarak polisin yaptığı müdahalenin doğrudan kendilerine yönelik olmayıp gerekli bir müdahalenin istenmeyen sonuçları olarak ortaya çıktığı ve bu kapsamda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında gerekli asgari eşiği aşmadığı kabul edilmiştir (bkz., §§ 91-95). Bu durumda başvurucuların şikâyetlerinin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası veya Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında kalıp kalmayacağı değerlendirilmelidir (B.No:2012/969, 18/9/2013, § 24). Bu bağlamda toplanma hakkının kullanılması esnasında maruz kalınan ve asgari eşiği aşmayan gazdan etkilenme hususunda kişinin maddi ve manevi bütünlüğü çerçevesinde değerlendirilmesini gerektirecek herhangi bir konuya rastlanmamıştır. Dolayısıyla başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın iddialarının Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrasının usuli boyutu bakımından ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

106. Başvurucu Orhan Bayram’ın iddialarına ilişkin olarak, başvurucunun polise karşı saldırısının kamera kayıtlarına açık bir şekilde yansıdığı ve bilirkişi raporu ile tespit edildiği, ayrıca başvurucuya yapılan müdahalenin sonuçlarının doktor raporu ile tespit edilebildiği, bu kapsamda yapılan soruşturmanın başvurucu Orhan Bayram’ın iddiaları için yeterli olduğu değerlendirilmiştir.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucu Orhan Bayram’ın iddialarına ilişkin soruşturma etkin olduğundan, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, usul boyutu bakımından ihlal bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

108. Başvurucular Özcan Çetin ve Veli İmrak’ın yaralanmaları asgari ağırlık eşiğini aşmadığından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrasının usul boyutu bakımından ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

109. Diğer taraftan başvurucu Ali Rıza Özer’in güvenlik güçlerinin müdahalesi ile maruz kaldığı eylemden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının, usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

b. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlali İddiası

110. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

111. Sözleşme’nin 11. maddesi şöyledir:

“1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.

2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”

112. Başvurucular, ilköğretimde uygulanan eğitime ilişkin yeni düzenlemeler getiren kanun teklifini protesto etmek için Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak gitmelerinin engellenmesinin ve bunu protesto etmek için yürüyüşe geçtiklerinde polisin orantısız güç kullanmasının (birinci eylem), diğer taraftan ertesi gün meydana gelen olayları protesto etmek için toplandıklarında polis tarafından orantısız bir şekilde müdahale edilmesinin (ikinci eylem) toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

113. Bakanlık, AİHM’in, Sözleşme’nin 11. maddesi kapsamındaki içtihatlarına atıfta bulunmuş ve polisin zor kullanarak müdahale etmesinin orantılı olup olmadığına ilişkin değerlendirmede bu içtihatların gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

114. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı 9/4/2014 havale tarihli beyanlarında, yapılan protestonun kanun teklifine karşı kamuoyunun dikkatini barışçıl olarak çekme amacında olduğunu, bu sebeple aşırı güç kullanımının kabul edilmesinin mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.

i. Genel İlkeler

115. Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu hak, Anayasa’nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda, kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olduğunun düşünülmesi ve bu niteliğin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmesi gerekir (bkz. Öllinger/Avusturya, B.No: 76900/01, 29/6/2006, § 38; Ezelin/Fransa, B.No: 11800/85, 26/4/1991, § 37). Bu sebeple demokratik bir toplumda temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (bkz. G./ Federal Almanya, B.No: 13079/87, 6/3/1989, § 256; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre, B.No: 8191/78, 10/10/1979, § 93).

116. Öte yandan, çoğulculuk, hoşgörü ve başkalarının düşünce ve inançlarına saygı duymak demokratik toplumun vazgeçilmez özelliklerindendir. Çoğulcu demokrasilerde, çoğunluğun fikrinin her durumda üstünlüğünün olduğu ileri sürülemeyeceği gibi azınlık veya muhalif fikirlerin korunması ve bunların ifade edilmesinin güvence altına alınması demokratik ilkelere saygının bir göstergesidir. Muhalif ve azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluğun fikirleri nazarında kışkırtıcı veya rahatsız edici olması durumunda dahi korunarak güvence altına alınması çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün ve demokratik bir toplumun gerekliliğidir (bkz. Handyside v. Birleşik Krallık, B.No: 5493/72, 24/9/1976, § 49).

117. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve ifade özgürlüğü, demokratik toplumun en temel değerleri arasındadır. Demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasadışı olduğu durumlarda dahi, demokrasiye zarar vermektedir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin, toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır (bkz. Gün ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 8029/07, 18/6/2013, § 70; Güneri ve diğerleri/Türkiye, B.No: 42853/98, 43609/98 ve 44291/98, 12/7/2005, § 76).

118. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşünceleri açıklama imkânı vermektedir. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışında kalmaktadır (bkz. Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B.No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B.No: 44079/98, 20/10/2005, § 99). Bu kapsamda toplanma hakkının amacı şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Bunun dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur. Diğer taraftan, düzenleme sadece barışçıl toplantı hakkını korumakla kalmamakta aynı zamanda bu hakka dolaylı olarak usulsüz sınırlamalar getirilmesinden kaçınılması yükümlülüğünü de ortaya koymaktadır. Bireyin, güvence altına alınan toplanma hakkını kullanırken kamu güçlerinin keyfi müdahalelerine karşı koruma hedefi, bu hakkın etkin şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla pozitif yükümlülükler de doğurabilmektedir (bkz. Djavit An/Türkiye, B.No: 20652/92, 20/2/2003, § 57). Özellikle, devletin toplantı ve gösteri yürüyüşünün barış ve güven içinde yapılmasını temin etmek amacıyla uygun önlemleri alma görevi bulunmaktadır (bkz. Oya Ataman/Türkiye, § 35).

119. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün halinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında, toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurmaları diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (bkz. Ezelin/Fransa, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (bkz. Oya Ataman/Türkiye, § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (bkz. Achouguian/Ermenistan, B.No. 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir ve diğerleri/Rusya, B.No. 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B.No. 38676/08, , 27/11/2012, § 29).

120. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, bazı durumlarda toplanma hakkının sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında da sınırlama nedenleri öngörülmüştür. Bu kapsamda toplantı hakkına getirilecek her türlü sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ön şarttır. Kanunun öngördüğü durumlarda dahi bu hakka müdahalenin meşru amaçlar çerçevesinde olması gerekmektedir. Meşru amaçlar, 34. maddede “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” olarak belirtilmiştir. Sözleşme’de de benzer bir şekilde düzenleme yapılmıştır. Meşru amaçlar çerçevesinde kanun ile yapılacak sınırlamalar dahi Anayasa’nın 13. maddesi gereğince “Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine” aykırı olamaz. Dolayısıyla toplantı hakkına müdahale demokratik toplum için gereklilik arz etmelidir. En son olarak da müdahale meşru amaçları gerçekleştirmek için ölçülü olmak zorundadır.

121. Anayasa’nın 34. maddesinin üçüncü fıkrasında toplantı hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği düzenlenmiştir. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinde toplantı hakkının izin almaksızın kullanılabileceği kabul edilmiş ise de aynı Kanun’un 10. maddesinde toplantının yapılabilmesi için kırk sekiz saat öncesinden mülki amire bildirim usulü öngörülmüştür.

122. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin izin veya bildirim usulüne bağlanması, bu usullerin amacının, her türlü toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkanı sağlamak olduğu sürece, genel olarak hakkın özüne dokunmaz (bkz. Bukta ve diğerleri/Macaristan, B.No: 25691/04, 17/10/2007, § 35; Oya Ataman/Türkiye, § 39; Rassemblement Jurassien Unité/İsviçre, § 119; Platform “Ärzte für das Leben”/Avusturya, B.No: 10126/82, 21/6/1988, §§ 32-34). Bu kapsamda, izin ve bildirim usullerinin uygulanması toplanma hakkının etkin kullanılması imkânını sağlamak içindir. Derhal tepki verilmesinin haklı olduğu özel durumlarda ve protesto barışçıl yöntemlerle yapıldığında, bu tür bir eylemin, sadece bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir (bkz. Bukta ve diğerleri/Macaristan, § 36; Oya Ataman, §§ 38-39, Balçık ve diğerleri/Türkiye, B.No: 25/02, 26/2/2008, § 49, Samüt Karabulut/Türkiye, B.No: 16999/01, 27/1/2009, §§ 34-35).

123. Diğer taraftan, toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil, hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (bkz. Ezelin/Fransa, § 39). Dolayısıyla barışçıl bir gösteri sırasında yapılanlar veya gösteri sonrasında katılımcılara yönelik soruşturma ve cezalandırmalar da toplantı hakkının kullanılmasını sınırlayan davranışlar olarak kabul edilebilir.

124. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.

ii. Genel İlkelerin Uygulanması

125. Başvurucular, ilköğretimde uygulanan eğitime ilişkin yeni düzenlemeler getiren kanun teklifini protesto etmek için Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılmak amacıyla İzmir’den Ankara’ya toplu olarak gitmek istemişlerdir. Ancak Ankara Valiliği, yapılacak protesto gösterilerinde provokatif amaçlarla güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışma ortamı oluşturulacağı ve eylemlerin hayatın normal akışını bozarak genel asayiş, kamu düzeni ve güvenliğini tehlikeye sokacağını değerlendirerek kamu güvenliği ve düzeninin bozulmasının engellenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla Ankara’da her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır. İçişleri Bakanlığı da anılan yasak üzerine tüm il valiliklerine resmi yazı yazarak toplantıya katılacak grupların illerden çıkışının engellenmesi talimatını vermiştir. Bunun üzerine İzmir Emniyet Müdürlüğündeki görevliler, başvurucuların Ankara’ya gitmelerini engellemek için otobüslerin evrak eksikliğini bahane etmişlerdir. Engellemelere karşı başvurucular geceleyin oturma eylemi ve yürüyüş yaparak durumu protesto etmişlerdir. Yürüyüş esnasında çevik kuvvet polisi barikat oluşturmuş ve bu esnada göstericiler ve polis arasında kısa süren bir arbede yaşanmış ve daha sonra polis cop ve biber gazı ile gruba müdahale etmiştir. Sendika yöneticisinin grubu ikna etmesi üzerine grup, sendika binası önüne giderek dağılmıştır (birinci eylem).

126. Diğer taraftan başvurucular ertesi gün hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için tekrar toplanmışlardır. Eylemden daha önceden haberdar olan polis gerekli güvenlik tedbirlerini almıştır. Başvurucuların da içinde bulunduğu grup yürüyüş korteji oluşturarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiş ve polis bariyerlerinin önüne kadar yürüyüşüne devam etmiştir. Burada polis, grubun Valilik binasına yürümesine izin verilmeyeceğini belirterek yürüyüşün durdurulması yönünde ikazlarda bulunmuştur. Grubun yürüyüşüne devam etmesi ve bariyerleri zorlaması üzerine tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) ile göstericilere müdahale edilmiştir. Daha sonra polisi geçemeyen grup oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyenler ile güvenlik güçleri arasında yapılan müzakere sonucunda polis barikatı geri çekilerek göstericilerin basın açıklaması yapmasına izin verilmiştir (ikinci eylem).

ii.1. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında

127. Birinci eylem ile ilgili olarak başvurucuların Ankara’ya gitmelerinin Ankara Valiliğinin kararı temelinde ancak değişik yasal gerekçelerle engellenmesinin toplantı hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır. Diğer taraftan başvurucuların, beklenmedik bir şekilde engellenmeleri üzerine durumu protesto etmek amacıyla trafiği kapatarak oturma eylemi ve gösteri yürüyüşü yapmalarının polis tarafından dağıtılması da barışçıl toplanma hakkına müdahaledir. İkinci eyleme ilişkin olarak başvurucuların içinde bulunduğu grubun Valilik binası önünde basın açıklaması yapmasının engellenmesi de toplanma hakkına müdahale olarak değerlendirilmelidir.

ii.2. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

128. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca toplantı hakkına, “kanunla öngörülmedikçe” ve madde metninde belirtilen meşru amaçlar dışında müdahale edilemez. Aynı zamanda toplanma hakkına yapılacak bir sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

ii.2.a. Müdahalenin Kanuniliği

129. Başvuru konusu her iki eylemde de müdahalenin yasal dayanağı 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 7., 22. ve 24. maddeleridir. 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah kullanabileceği ve bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması hallinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen kişilere karşı bedeni kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir. Diğer taraftan Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı genelge ve talimatname ile (bkz. §§ 46-47) toplumsal olaylara müdahalede gözetilecek hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde izlenecek hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple birinci eylem ve ikinci eylem açısından toplanma hakkına müdahalenin “kanunilik” unsuru mevcuttur.

ii.2.b. Meşru Amaç

130. Başvurucular, her iki eylem açısından, polis tarafından yapılan müdahalenin amacının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının engellenmesi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

131. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” amaçlarına yönelik olması gerekir.

132. Her iki eyleme yönelik müdahalenin hangi amaçla yapıldığına yönelik kamera kayıtlarındaki anonslar ve polis tarafından tutulan tutanaklar incelendiğinde amacın kamu düzeninin bozulmasını engellemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle, her iki eylem açısından Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı kabul edilmelidir.

ii.2.c. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

133. Birinci eylem açısından, başvurucuların toplanma hakkını kullanmasına müdahale edilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığı hususunda öncelikle belirtilmesi gereken, sivil toplum kuruluşları, sendikalar gibi örgütlü yapıların ve kişilerin yasama meclisinde görüşülen herhangi bir konuya ilişkin olarak tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliğidir (bkz. §§ 116-118). Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin kendini ifade edebilmesine imkân tanınması devletlerin pozitif yükümlülüğüdür (bkz. § 119). Devletin, barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir.

134. Birinci eylemde başvurucuların TBMM’de görüşülecek bir kanun teklifine karşı endişelerini veya muhalif fikirlerini toplu olarak ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Dolayısıyla bu gibi durumlarda devletin daha sabırlı ve hoşgörülü bir tutum takınması beklenmelidir. Çeşitli yöntemlerle kişilerin Ankara’da yapılacak protestolara katılmasının engellenmesi çoğulcu demokratik bir toplumda makul kabul edilemez.

135. Diğer taraftan, Ankara Valiliği güvenlik gerekçeleri ile Ankara'da belirli tarihte her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ile benzeri eylemleri yasaklamıştır (bkz. § 10). Protesto gösterilerinin yapılmasında güvenlik riskinin olup olmadığının değerlendirilmesi 2911 sayılı Kanun'da belirlenen devlet yetkililerine aittir. Bununla birlikte bir yasa teklifine karşı Meclis görüşmelerinin yapılacağı tarihte toplantı veya gösteri yürüyüşü düzenlenmesi demokratik bir toplumda korunmalıdır. Özellikle düzenleme kanunlaştıktan sonra yapılacak protestoların Meclis nezdinde beklenen etkiyi doğurmayabileceği de gözetildiğinde güvenlik riskleri de değerlendirilerek gösteri yapacak gruplara uygun yer gösterilmesi yerine toptan yasaklayıcı karar alınması ve bu kararın da başka yasal gerekçeler ile dolaylı olarak uygulanması demokratik bir toplumda mazur görülmemelidir.

136. Başvurucuların, Ankara’ya gitmelerinin engellenmesi üzerine bunu protesto etmek amacıyla geceleyin oturma eylemi yaparak trafiği kapatmaları ve 2911 sayılı Kanun kapsamında yasak kabul edilen yerlerde gösteri yürüyüşü yapmaları hususunda bildirimde bulunmamaları, eylemi yasadışı hale getirse de bu sebeple ani gelişen olaylar karşında yapılan barışçıl amaçlı eyleme müdahale ölçülü olarak değerlendirilmemelidir (bkz. § 120). Özellikle grubun oturma eylemi sırasında trafiğin aksaması üzerine yolun bir kısmını açması, daha sonra yürüyüşe başlamaları sırasında taşkınlık yapmamaları, polisin müdahalesi sırasında saldırgan tutum takınmamaları eylemin barışçıl amaçlarla yapıldığının bir göstergesidir. Bu durumda yasadışı olsa dahi barışçıl amaçlarla yapılan bir protestoda grubun dağıtılması yönünde polisin daha sabırlı ve hoşgörülü olması beklenir (bkz. § 34).

137. Birinci eyleme ilişkin olarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının herhangi bir kamu davası açmaması (bkz. § 34) toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının barışçıl bir şekilde gerçekleştirildiğini de ortaya koymaktadır. Dolayısıyla birinci eylem açısından başvurucuların kitlesel basın açıklaması yapmak için Ankara’ya gitmelerinin engellenmesi ve daha sonra bu durumu protesto edenlerin dağıtılması demokratik bir toplum düzeninin gerekleri açısından haklı bir müdahale olarak değerlendirilmez.

138. İkinci eylemde başvurucular ve sendika üyeleri, hem anılan kanun teklifini hem de bir önceki gece meydana gelen olayları protesto etmek için polisin gerekli güvenlik önlemlerini aldığı Konak Meydanında eski Sümerbank binası önünde toplanmışlardır. Polis, toplanma ve protesto gösterileri sırasında güvenlik riski oluşturduğu veya başkalarının haklarına müdahalede bulunulacağını değerlendirdiği alana geçişleri engellemek için iki yerde göstericilere müdahale etmiştir.

139. Grup, yürüyüş korteji oluşturarak ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmak üzere Valilik binasına doğru yürüyüşe geçmiştir. Grup, Büyükşehir Belediye binası önüne geldiğinde polis, Valilik binasına yürümelerine izin verilmeyeceği, yürüyüşün durdurulması yönünde ikazlarda bulunmuştur. Başvuruculardan Orhan Bayram'ın da içinde bulunduğu küçük bir grup, ikazları dinlemeyip görevli personeli itekleyip, ellerindeki sopalarla bariyerleri yıkmaya başlamışlar ve polis tazyikli su, boyalı su, biber gazı ve TOMA ile göstericilere müdahale etmiştir. Bu esnada göstericilerin tamamına değil sadece bariyerleri aşmaya çalışan gruba karşı müdahale olmuştur. Daha sonra güvenlik önlemlerini aşamayan grup oturma eylemi başlatmıştır. Gösteriyi düzenleyen sendika temsilcileri ile polis arasında yapılan müzakere sonucunda barikat geri çekilerek göstericilerin İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapmasına izin verilmiş ve açıklamanın bitiminden sonra gösteriye katılanlar kendiliğinden dağılmıştır. Dolayısıyla bariyerleri aşmaya çalışanlar dışındaki gösteriye katılanlar ve çoğunluğu oluşturanlar barışçıl bir şekilde toplanma hakkını kullanmışlardır.

140. İkinci eylem açısından müdahalenin, demokratik toplum düzeni içinde gerekli olup olmadığı ve gerekli ise ölçülülüğünün değerlendirilmesi gerekir. İkinci eylemde başvurucular ve diğer göstericiler kanun teklifini ve Ankara’ya gitmelerinin engellenmesini protesto etmek için bir araya gelmişlerdir. Bu protesto öncesi 2911 sayılı Kanun kapsamında herhangi bir bildirimde bulunulmamıştır. Bununla birlikte yapılacak gösteriden haberdar olan polis, kamu düzeni açısından gösteri yürüyüşü yapılmasının risk oluşturacağı tespit edilen yollar ve alanlara geçilmesinin engellenmesi için gerekli güvenlik önlemlerini almıştır.

141. İlk müdahalede polis, Valilik binası önüne gitmek isteyen grubun geçişini göstericilere model-5 olarak tabir edilen biber gazı sıkmak suretiyle engellemiştir (bkz. § 21). Ayrıca grubun tamamen dağıtılmasına yönelik müdahalede bulunulmamış ve gruba alternatif güzergâh gösterilerek eylemlerine devam etmeleri sağlanmıştır. İkinci müdahalede sayıca daha kalabalık ve bariyerleri geçmekte kararlı olan grubun geçişlerini engellemek için sırasıyla copla ve daha sonra TOMA ile müdahale edilmiştir. Bu müdahalede de grubun tamamına yönelik değil sadece güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba müdahale edildiği izlenen kamera kayıtlarından tespit edilmiştir.

142. Kamera kayıtlarında göstericilere yönelik müdahalede polisin genel olarak grubun tamamının dağıtılmasına yönelik hareket ettiğine dair bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca polisin, grubun toplanması, yürüyüş korteji olarak yürüyüşe başlaması esnasında bildirim gibi bazı yasal yükümlülükleri gerekçe göstererek protesto gösterisini bir bütün olarak engelleme çabası içinde olmadığı değerlendirilmiştir. Polis, eylem süresince güvenlik önlemleri aldığı bazı yolları kapatarak buradan geçişleri engellemiş ve eylemcilere de alternatif güzergâh göstermiştir. Valilik binası önüne gitmek için polis bariyerlerini aşmaya çalışan grup müdahalesi bastırıldıktan sonra da göstericilere basın açıklaması yapma fırsatı verilmiştir. Göstericiler basın açıklamasını, Valilik Binasına çok yakın, şehrin merkezinde kabul edilebilecek ve toplanma amacını etkisiz kılacağı değerlendirilmeyen İzmir Büyükşehir Belediyesi binası önünde yapmışlardır. Dolayısıyla, başvurucuların içinde bulunduğu grubun Anayasa’nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanamadıkları ya da yapılan müdahalelerle etkisiz olabilecek şekilde sınırlandığı söylenemez.

143. Gösteriye katılanlara yönelik aralarında başvuruculardan Orhan Bayram ve Ali Rıza Özer’in de bulunduğu bazı kişilere karşı 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesinin birinci fıkrası kapsamında ihtara rağmen dağılmamaları nedeniyle cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır (bkz. § 34). Mahkeme tüm sanıklar hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Dolayısıyla, başvurucular hakkında barışçıl bir amaçla ve şekilde düzenledikleri toplantıya katılmalarından dolayı açılan kamu davasında ceza verilmediğinden toplanma hakkının bu şekilde sınırlandığı da söylenemez (bkz. § 124). Dolayısıyla polisin yaptığı müdahale, demokratik toplumun gereklilikleri açısından mazur görülebilecek bir müdahaledir.

144. Diğer taraftan, polisin, göstericilerin güvenlik önlemlerine gösterdikleri tepkilere yaptığı müdahalenin orantılılığı değerlendirilmelidir. Kamera kayıtlarından göstericilerden bir grubun bariyerleri yıkarak yolu açmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bunun sonucunda, bariyerlerin arkasında bulunan çevik kuvvet polisi bariyerleri yıkmaya çalışanları engellemek için müdahalede bulunmuştur. Polisin, savunma amaçlı müdahalede bulunduğu gözlemlenmiştir. Daha sonra polis geri çekilerek TOMA üzerinden tazyikli su ile kendilerine doğru yürüyen gruba müdahalede bulunmuştur. Bu sırada göstericilerin büyük bir kısmı slogan atarak barışçıl bir şekilde protestolarına devam etmiştir. Tazyikli su ile dağılmayan göstericilere de gazlı ve boyalı su ile müdahale edilmiştir. Kamera kayıtlarında polisin müdahale esnasında barışçıl olarak eylemlerini sürdüren diğer göstericilere müdahale ettiğine veya grubun tamamının dağıtılmasına yönelik olarak hareket ettiğine dair bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca müdahalenin sertliğinin kademeli olarak artırıldığı ve polisin genel olarak güvenlik önlemi alınan alandan göstericileri geçirmemek için çaba gösterdiği gözlemlenmiştir. Daha sonra da göstericilerle uzlaşılmış bariyerler geri çekilerek basın açıklaması yapmaları sağlanmıştır.

145. Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

146. Başvuruculardan Orhan Bayram’ın bariyerleri yıkarak güvenlik önlemlerini aşmaya çalışması üzerine polisin yaptığı müdahale orantılı kabul edilmelidir. Zira başvurucu elinde sopa ile polise saldırmış ve polis tazyikli su ile başvurucunun saldırısını bertaraf etmeye çalışmıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı barışçıl amaçlarla ve şekilde yapılan eylemleri güvence altına almıştır. Bu hak şiddet içeren ve saldırı gibi cezai yaptırım gerektiren faaliyetleri korumamaktadır. Dolayısıyla başvurucu Orhan Bayram’ın şiddet içeren hareketlerine karşı yapılan müdahalenin doktor raporu da gözetilerek toplanma hakkını ihlal edecek şekilde orantısız olduğu söylenemez.

147. Diğer taraftan, başvurucular Ali Rıza Özer, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan’ın, kamera kayıtları ve bilirkişi raporu kapsamında polis barikatlarını aşmaya çalıştıklarına ve müdahaleyi gerektirir bir eylemleri olduğuna dair herhangi bir emare tespit edilememesine rağmen vücutlarında yaralanmalarının oluşması ve Cumhuriyet savcılığının kararlarında bu yaraların polis müdahalesi sonucunda gerçekleştiğinin kabul edilmesi karşısında müdahalenin orantılı olmadığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu başvurucuların barışçıl bir şekilde ve amaçla katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları ihlal edilmiştir.

148. Başvurucu Özcan Çetin’in iddiaları açısından değerlendirilmesi gereken diğer bir konu ise polisin toplumsal olaylara müdahalede “biber gazını” kullanması meselesidir. Avrupa Konseyine üye devletlerce toplumsal olayları kontrol altına almak ve dağıtmak için kullanılan gaz, zehirli gaz listesinde bulunmamaktadır (bkz. § 48). Bu nedenle biber gazı ile toplumsal olaylara müdahale tek başına toplanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmemelidir. Diğer taraftan kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açtığı saptanan biber gazının hangi durumlarda kullanılması gerektiğinin mevzuatla tespit edilmesi önemlidir.

149. Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı 15/2/2008 tarihli 19 No.lu Genelge kapsamında göz yaşartıcı gaz silahları ve mühimmatları kullanım talimatnamesi kapsamında biber gazının fizyolojik etkileri belirtilmiş ve buna ilişkin olarak yapılacak ilk yardım esasları da açıklığa kavuşturulmuştur. Diğer taraftan göz yaşartıcı gazların kullanım taktikleri başlığı altında gaz kullanılmadan önce gerekli tıbbi tedbirlerin alınması ve topluluğun duyabileceği şekilde gazın kullanılacağı ve dağılmaları yönünde ikazda bulunulması öngörülmüştür. Ayrıca göz yaşartıcı maddelerin dozunun da kademeli olarak arttırılacağı belirtilmiştir.

150. Yaş, gebelik veya kronik rahatsızlıkları nedeniyle biber gazından beklenenden daha fazla etkilenebilecek kişilerin gazın kullanımından önce ikaz edilmeleri önemlidir. Ülkemizde yaşanan bazı toplumsal olaylara biber gazı ile yapılan müdahalelerde can kaybı olduğu da gözetildiğinde Emniyet Genel Müdürlüğünün talimatnamesinin uygulanması ayrıca önemlidir.

151. Somut olayda, bilirkişi ve kamera kayıtlarından, gazlı su kullanacağı veya biber gazı kullanılacağının önceden göstericilere bildirildiği tespit edilememiştir. Kişilerin özel durumları sebebiyle ölüme varacak şekilde vahim sonuçları olabilecek gazlı su ve biber gazının kullanımında önceden ihtar yapılmalıdır. Her ne kadar başvurucu maruz kaldığı ve ölçülü kabul edilebilecek dozdaki biber gazı nedeniyle ciddi sağlık sıkıntılarına uğramamışsa da ihtar yapılmadan gaz kullanılması barışçıl amaçlarla ve şekilde toplantıya katılmış başvurucunun toplanma hakkını ihlal etmiştir.

152. Açıklanan gerekçelerle, birinci eylem açısından başvurucuların genel yasaklayıcı emir ile Ankara’da yapılacak basın açıklamasına katılımlarının ve bu tutuma karşı yaptıkları gösteri yürüyüşünün engellenmesinden dolayı Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının tüm başvurucular açısından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

153. Diğer taraftan, ikinci eylem açısından başvurucu Orhan Bayram’ın Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

154. Diğer başvurucular açısından Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Üye Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

155. Başvurucular, tazminat talebinde bulunmamışlardır.

156. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

157. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderlerinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

158. Başvuruya konu iddialara ilişkin olarak başvurucu Ali Rıza Özer yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen “kötü muamele yasağının” maddi ve usul yönünden ihlal edildiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, ihlalin devam etmesinin önlenmesi amacıyla kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvuruculardan,

1. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak ve Orhan Bayram tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,

2. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak, Orhan Bayram, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 34. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

B. Başvuruculardan,

1. Ali Rıza Özer yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi ve usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

2. Orhan Bayram, Veli İmrak ve Özcan Çetin yönünden Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi ve usul yönünden İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,

3. Başvurucuların katıldığı birinci eylem açısından başvurucuların tamamının Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

4. Başvurucuların katıldığı ikinci eylem açısından;

a. Orhan Bayram yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OY BİRLİĞİYLE,

b. Ali Rıza Özer, Özcan Çetin, Veli İmrak, Tunay Özaydın ve Deniz Doğan yönünden Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, üye Serdar ÖZGÜLDÜR’ün karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, OY BİRLİĞİYLE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,

E. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, Adalet Bakanlığına ve İçişleri Bakanlığına gönderilmesine, OY BİRLİĞİYLE,

6/1/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. 31.5.2015 tarihinde kayda geçen başvuru formunda olayın genel olarak açıklamasında bulunulduğu ve somut olarak da yaşam hakkına (Anayasa Md. 17) yönelik ihlâl iddiasında bulunulduğu, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına (Anayasa Md. 34) ilişkin herhangi bir ihlâl iddiasında bulunulmadığı görülmektedir. Her ne kadar 3.7.2013 tarihinde kayda geçen “Ek beyan dilekçesi”nde bu konuda talepte bulunulduğu anlaşılmaktaysa da; 6216 sayılı Kanun’un 47/3. maddesinin açık hükmü karşısında, başvuru formunda beyan edilmeyen bir hak ihlâli iddiasının, 47/6. maddesi kapsamında “başvuru evrakında eksiklik” şeklinde nitelendirilerek, ek bir beyanla ikmal edilebilmesine imkân olmadığından, bu yeni ihlâl iddiasının incelenebilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan, Anayasa’nın 34. maddesine ilişkin iddialar konusunda kabul edilemezlik kararı verilmesi gerekmektedir.

 Bu konudaki ihlâl iddiasının özü yönünden de; Anayasa’nın 34/2. ve AİHS’nin 11/2. maddelerinin bu hakkın kullanımı yönünden sınırlama getirilebileceği hususunu düzenlediği, davanın somutunda, çoğunluk kararında da benimsendiği üzere toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılan müdahalenin “kanunilik” unsurunu taşıdığı, keza “meşru bir amaçla” müdahalede bulunulduğunda kuşku bulunmadığı, “demokratik bir toplumda gerekli olma ve ölçülülük” unsuru yönünden yapılan değerlendirmede ise dosyada mevcut bilirkişi raporları ve görüntü CD’leri gibi delillerin birarada incelenmesinden, bu unsur bakımından da bir ihlâl nedeninin bulunmadığı ve başvurunun reddi gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.

2. Anayasa’nın 17. maddesi yönünden yapılan değerlendirme de aşağıdaki nedenlerle ihlâl olmadığına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır:

4.7.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde polisin zor kullanma yetkisi düzenlenmekte ve bu yetkinin bedeni ve maddi güç (basınçlı su ve göz yaşartıcı gaz kullanma halleri dahil) kullanma şeklinde olabileceği, zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarının yapılacağı, ancak direnmenin mahiyeti ve derecesi gözönünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabileceği hüküm altına alınmaktadır. Dosyada yer alan bilirkişi raporları ve Cumhuriyet Savcılığı Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının incelenmesinden güvenlik kuvvetlerinin göstericilere vaki müdahalesinin yasal zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı, bu yetkinin orantısız biçimde aşılmak suretiyle yaşam hakkının ihlâl edildiği yolundaki soyut iddiayı destekleyici somut bir bulgu ve kanıtın bulunmadığı, mevcut sağlık raporlarında somutlaşan arıza ve darp izlerinin zor kullanma yetkisinin orantısız biçimde güvenlik kuvvetlerince meydana getirildiğine ilişkin, beyan dışında somut bir emarenin mevcut olmadığı, kalabalık ve kargaşa halinde meydana geldiği muhakkak olmakla beraber doğrudan güvenlik kuvvetlerine matufiyeti konusunda ciddi bir verinin bulunmadığı (somutlaştırılmış iddia, görüntü kaydı v.b.), bu konudaki vaki şikâyet üzerine yapılan hazırlık soruşturmasında da usuli yönden herhangi bir noksanlığın sözkonusu olmadığı, dolayısiyle olaya bir bütün olarak bakıldığında Anayasa’nın 17. maddesinin maddi ve usuli bakımlardan ihlâl edildiğine ilişkin bir sonuca ulaşmanın farazi bir kabule dayanabileceği kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; her iki ihlâl iddiası bakımından “ihlâl bulunmadığı” kararı verilmesi gerektiğini değerlendirdiğimden; çoğunluğun aksi yönündeki kararına katılamadım.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZLEM KIR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5097)

 

Karar Tarihi: 28/9/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 26/10/2016 - 29869

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Özlem KIR

Vekili

:

Av. Gökçen ZORCU

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; başvurucunun, kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan gaz fişeğinin yüzüne isabet etmesi sonucu yaralanması ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla 14/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/10/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) 25/3/2016 tarihinde gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu 1990 doğumlu olup olayın gerçekleştiği 8/9/2013 tarihinde Ankara'nın Mamak ilçesi Tuzluçayır semtinde bulunan bir markette kasa ve reyon görevlisi olarak çalışmaktadır.

8. Olay günü başvurucunun çalıştığı marketin yakınında bulunan bir meydanda kalabalık bir grup, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak için toplanmış, akabinde kolluk görevlileri tarafından bu gruba göz yaşartıcı gaz da kullanılmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur.

9. Kolluk tarafından 6/10/2013 tarihinde çözümü yapılan markete ait güvenlik kamera kayıtlarına ve olaydan sonra kolluğa teslim edilen gaz kapsülüne göre kolluğun toplumsal olaylara müdahalesi sırasında başvurucunun çalıştığı market içerisine bir adet gaz kapsülü isabet etmiştir.

10. Akabinde kapsülden çıkan gazdan dolayı markette bir kargaşa ve panik yaşanmıştır.

11. Başvurucu, bu olay sonrasında bir ambulansla Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.

12. Söz konusu Hastane tarafından 8/9/2013 tarihinde düzenlenen başvurucuya ilişkin geçici adli raporun "muayene edilen kişinin şikâyetleri" bölümünde "biber gazı kapsülü çarpması" ibaresine yer verilmiştir. Raporda, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı ve kesin raporun adli tabiplikçe verileceği belirtilmiştir. Tedavi için başka bir hastaneye sevk edilmesine gerek görülmeyen başvurucu, tıbbi müdahalede bulunulmasının ardından aynı gün taburcu edilmiştir.

13. Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından 25/9/2013 tarihinde düzenlenen ve kesin olup olmadığı belirtilmeyen adli raporda, başvurucunun sol kaşının üstünde (Y) harfi şeklinde 6 cm'lik bir kesinin bulunduğu, bu kesinin sütüre edildiği (dikildiği); yaralanmasının, yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu belirtilmiştir. Raporda, yaralanmanın başvurucunun yüzünde sabit iz bırakıp bırakmadığına veya bu hususun tespiti için başvurucunun ileriki bir tarihte muayene edilmesi gerektiğine ilişkin bir değerlendirme bulunmamaktadır.

14. Olay hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı)tarafından derhal soruşturma başlatılmış ve kolluk tarafından aynı tarihte başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucunun söz konusu ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

" ... A... markette kasiyer olarak çalışmaktayım. 08.09.2013 günü, iş yerimin yakını olan Tuzluçayır kavşakta eylem vardı. Eylem artarak çoğaldı, benim iş yerimin önüne kadar geldi, eylemciler polise taş attılar, eylemciler benim çalıştığım markete kaçtılar. Polislere ait olan akrep diye tabir edilen araçtan, bizim markete kaçan eylemcilere doğru gaz atıldı, marketin sadece giriş kapısı açıktı, tüm kepenkler kapalı idi. Gaz kapsülü içeriye nasıl girdi bilmiyorum. Sol üst kaşıma denk geldi, kaşımdan kanama geldi. Bunun üzerine ben de hastaneye giderek tedavimi yaptırdım. Ben mağazanın içerisinde olduğum için eylemcileri görsem de tanımam. Gaz kapsülünü atan polislerden şikâyetçiğim. Uzlaşmak istemiyorum. Marketin içini gösteren kamera vardır. Dışarısını gösteren kamera yoktur.

..."

15. Market çalışanlarından S.B. nin de aynı tarihte kolluk tarafından tanık sıfatıyla ifadesi alınmış olup ifadesi şöyledir:

"08.09.2013 günü çalışmış olduğum A... markette idim. İş yerimin yakını olan Tuzluçayır kavşakta eylem vardı. Saat 14.00 sıralarında kasiyer olarak çalıştığım iş yeri içerisinde müşteriler vardı, giren çıkan oluyordu. Birden gözümün önünden bir şey geçtiğini gördüm. Yanımda benim gibi kasiyer olarak çalışan Özlem Kır birden bağırdı. Kendisine baktığımda kaşı yarılmıştı. İş yerinin içerisinde biber gazı kokusu vardı. Bu esnada iş yerinin içerisinde kokudan dolayı kaçışma oldu. Ben bu gazı kim attı ve nasıl attı görmedim. Benim bu olayla ilgili bildiğim bundan ibarettir."

16. Kolluk tarafından, başvurucunun çalıştığı mağazanın sorumlusu olan M.P.nin tanık sıfatıyla ifadesi 9/9/2013 tarihinde alınmıştır. İfadesi şöyledir:

"Ben ... mağaza sorumlusu olarak çalışırım. 08/09/2013 günü saat 14.00 sıralarında Tuzluçayır meydan bölgesinde eylem vardı. Ben de bu sırada mağaza içerisinde idim. Eylemciler Tuzlaçayır meydanında Natoyolu caddesi istikametine doğru koşarak dağılıyorlardı. Bir kısım eylemci bizim mağazanın çıkış kapısına doğru yöneldi. Bu esnada yoğun bir gaz vardı, bir çığlık sesi duydum. Bu esnada ben mağazanın giriş kapısının önünde idim. Çığlık sesine doğru gittim. Mağazamızda çalışan Özlem Kır isimli kasiyerin sol kaşının üzerinden yaralandığını gördüm. Yaralanmaya polisin attığı gaz fişeğinin sebep olduğunu söylediler. Ambulansla hastaneye gönderdik. Bu olay esnasında mağazamızda herhangi bir zarar ziyan olmadı. Bu olayla ilgili kimseden davam ve şikâyetim yoktur. Daha sonra mağazamızın içerisine gelen CONDOR ibareli 1 adet gaz kapsülünü aldım ve polis merkezine ilettim. Bu olayla ilgili söyleyeceklerim bundan ibarettir."

17. Başvurucunun çalıştığı markette bulunan kameranın olay anına ilişkin kayıtlarının çözümü, kolluk tarafından 6/10/2013 tarihinde yapılmış ve buna ilişkin bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili bölümü şöyledir:

" ... ses kaydının olmadığı, görüntünün 05:59 dakikadan ibaret olduğu, içeride bulunan kişilerin dışarıya doğru baktığı, görüntünün 01:20. dakikasında içeriye doğru hızlı bir şekilde 15 ibaresinin alt kısmından parlak bir cismin girdiği, kişilerin içeriye doğru kaçtığı, dışarıdan içeriye doğru kalabalık bir şekilde kaçışın olduğu, 01.38 dakikasında dışarıya doğru duman çıkartan gaz kapsülünün tekme ile dışarıya atıldığı, ortamın duman tabakası ile kaplandığı, belli aralıklarla şahısların ağızları kapalı vaziyette dışarıya ve içeriye doğru kaçıştıkları, yaralanma anını gösterir herhangi bir kaydın mevcut olmadığı,

... Ses kaydının olmadığı, görüntünün 04:06 dakikadan ibaret olduğu, kasa uzantısı üzerinde küçük bir kız çocuğunun oturduğu ve genç bir kızın onunla ilgilendiği, giriş kapısının önünde toplanma olduğu, görüntünün 55. saniyesinde herkesin irkildiği ve yüzünü korumaya çalıştığı, ortalarından hızlı bir şekilde parlak bir cismin geçtiği, kapı ağzında bulunan bayanların birden geriye döndüğü, en baştaki bayanın yere düştüğü, herkesin koşarak mağazanın arka tarafına doğru kaçtığı, dışarıdan içeriye doğru kalabalığın girdiği, 01.07 dakikasında kişilerin ayakları ile duman çıkartan gaz kapsülünü dışarı doğru attığı ve içerisinin duman tabakası ile kaplandığı, 14:55:58 de görüntünün son bulduğu..."

18. Tanık M.P.nin kolluğa teslim ettiği gaz kapsülüne el konulmuş ve Cumhuriyet Başsavcılığının adli emanetine alınmıştır.

19. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/11/2013 tarihinde, anılan gösterilere müdahale eden ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli olan tüm polis memurları (kolluk görevlileri) hakkında, -herhangi birinin ismini ve/veya görevini belirtmeksizin- kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Müşteki 08/09/2013 tarihinde A... Polis Merkezinde alınan ifadesinde özetle, ... adresinde faaliyet gösteren A... isimli markette kasiyer olarak çalıştığını, 08/09/2013 günü işyerinin yakınındaki Tuzluçayır Kavşağında gösteri eylemi olduğunu, eyleme katılanların gittikçe çoğaldığını, eyleme katılanların işyerinin önüne kadar gelip polise taş attıklarını, bir kısım eylemcinin çalıştığı markete girdiğini, bu sırada polis aracından eylemcilere gaz fişeği atıldığını, bu gaz fişeğinin kaşının üst tarafına gelmesi sonucu yaralandığını, gaz fişeğini atan polislerden şikayetçi olduğunu belirtmiş,

Adli Tıp Kurumu Şube Müdürlüğü'nden alınan kesin raporunda, sol kaş üstünde Y harfi şeklindeki yaralanmasından dolayı hayati tehlikesinin bulunmadığı, yaralanmasının basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu görülmüş,

Şikayet içeriğinden de anlaşılacağı üzere, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının toplumsal olaya müdahale esnasında müştekinin yaralandığı, ona karşı kasten yaralama fiilinin işlendiğine dair delil bulunmadığı gibi oluş gözönüne alındığında rapordaki yaralanmanın niteliğinin polisin zor kullanma sınırları içerisinde kaldığı kanaatine varıldığından,

Şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına (karar verilmiştir)."

20. Başvurucunun bu karara, Cumhuriyet Başsavcılığının karar gerekçesinde, fiilin kasten işlendiğine dair delil bulunmadığı belirtilmiş ise de dosyada bu kanıya vardıracak herhangi bir delilin bulunmadığını, şüphelilerin tespit edilip savunmalarının alınmaması nedeniyle, eylemin hangi saikle gerçekleştirildiğinin belirlenemeyeceğini ve suçun taksirle işlenebileceğinin gözardı edildiğini; kolluğun, birçok kişinin bulunduğu kapalı bir mekânagaz fişeği atması sonucu olayla ilgisi bulunmadığı hâlde yaralandığı olayda, zor kullanma yetkisi sınırları içinde hareket edildiğinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, yaralanma nedeniyle yüzünde sabit iz kaldığını, olaya ilişkin etkili bir soruşturma yapılmadığını ve bu şekilde yürütülen soruşturmaların suçluları cesaretlendirici sonuçlar doğurduğunu ileri sürerek gerçekleştirdiği itiraz, Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2014 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

" ... Verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu, gösterilen gerekçelerin dosya içeriğine uygun olduğu, ileri sürülen itiraz nedenlerinin ise yerinde olmadığı anlaşılmakla itirazın reddine (karar verilmiştir)."

21. Nihai karar başvurucuya 14/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu otuz günlük yasal süresi içinde 14/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

22. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

...”

23. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı İkinci Bölümünde yer alan “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

“(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur."

24. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluklarını kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadar indirilerek hükmolunur."

25. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 "(3) Kasten yaralama suçunun;

 (...)

 (c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

 (...)

 İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

26. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 "(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

 (...)

 (c) Yüzünde sabit ize,

 (...)

 Neden olmuşsa yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz. "

27. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır.

(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;

 (...)

(c) Yüzünde sabit ize,

 (...)

Neden olmuşsa birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır."

28. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli “Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge”de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.

29. 30/12/1982 tarihli Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliğinin 25. maddesinde gösteri sırasında uygulanacak izleme, kontrol ve müdahalelere ilişkin prensipler belirtilmektedir.

30. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/12/2008 tarihli ve 19 sayılı “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları” konulu Genelgesi, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tüm kolluk birimlerine gönderilmiştir. Bu Genelge, Aralık 2008 tarihinde hazırlanan “Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı”na atıf yapmaktadır. Bu talimat göz yaşartıcı gaz silahlarının özelliklerini, kullanım yöntemlerini ve gazın etkilerini açıklamaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen bu Talimatın ilgili bölümü şöyledir:

"(…)

2. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarını Kullanma Taktikleri

...

- Göz yaşartıcı maddeler gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde, vereceği taktik doğrultusunda ve belirttiği dozda kullanılır.

- Kadrosunda göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanımı kursu almış personel bulunmayan birimlerimizce, olaylarda kullanılmak üzere göz yaşartıcı gaz silahı ve mühimmatı talebinde bulunulmaz.

- Göz yaşartıcı maddelerin dozu topluluğun veya kişinin direncine ve karşı koymasına orantılı olarak kademeli bir şekilde arttırılır.

Göz yaşartıcı gaz fişekleri doğrudan insan vücudunu hedef alacak sekilde atılmaz.

 . - Göz yaşartıcı maddeler direniş ve saldırısına son vermiş kişilere karşı asla kullanılmaz.

- Göz yaşartıcı gaz mühimmatı kullanan veya kullanacak her personel, mühimmatı üreten firmanın belirttiği kullanma talimatı ve uyarılar hakkında bilgilendirilir.

3. Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatlarının Açık ve Kapalı Alanlarda Kullanım Taktikleri

a) Açık Alanlarda

- Toplumsal olaylarda kalabalığı daha küçük parçalara bölerek dağıtmak, aralarındaki etkileşimi zayıflatarak tahrikçilerin etkilerinden diğerlerini kurtarmak için Göz Yaşartıcı Maddeler kullanılabilir.

- Toplumsal olaylarda göz yaşartıcı madde kullanımında aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır.

 ...

Gazdan etkilenen şahısların kaçış yolları açık tutulmalıdır. Kaçış yolu açık tutulmazsa kalabalığı dağıtmak mümkün olmadığı gibi sıkıştırılan insanlar da daha fazla saldırganlaşırlar. Ayrıca, kaçış yolunun iyi tayin edilmesi gereklidir. Kalabalığın tahribat yapabileceği, iş merkezlerinin ve yerleşim merkezlerinin bulunduğu bölgelere geçiş kapatılmalı, grubun zarar verme ihtimali en düşük olan ve küçük parçalara ayırma imkânı bulunabilen bölgelere geçiş açık tutulmalıdır.

- Kullanılacak olan mühimmatların menzilinin ne kadar olduğunun bilinmesi ve buna göre hedeflenen noktaya ulaşıp ulaşamayacağının düşünülerek, uygun mesafeden atılması gerekir. Ayrıca, mühimmatın geri atılabileceği ve etki alanı da düşünülerek, toplumsal olayın durumuna uygun mühimmatların kullanılması gereklidir.

- Kalabalığın özellikleri ve büyüklüğü dikkate alınmalıdır. Çok büyük bir topluluğun ortasına gaz mühimmatları atıldığında içeriden dışarıya doğru bir kaçış olacağı düşünüldüğünde, bu büyük topluluğun dış kısmındakilerin gazdan etkilenmedikleri için açılmayabilecekleri ve ezilmelerin olabileceği düşünülmelidir.

b) Kapalı alanlarda

- Kapalı yerlerde gaz kullanımından amaç, içerideki şahısları dışarıya çıkmaya zorlamak ve göz altına almaktır.

4. Göz Yaşartıcı Gazla Müdahale Kademeleri

- Topluluk ile polis arasındaki mesafeye göre tercih edilmesi gereken göz yaşartıcı gaz mühimmatlarına iliskin esaslar asağıda belirtilmiştir.

a) 1. Kademe: Yakın mesafe (1–15 metre) Gaz Spreyi ve Model 5 Gaz Tüpü ile yapılan müdahale şeklidir. Kalkan hattına yüklenen grubu, gazın fiziksel ve psikolojik etkisi vasıtasıyla minimum 15 metre etki altına alabilir.

b) 2. Kademe: Orta mesafe (15–30 metre) Gaz El Bombaları ile yapılan müdahale şeklidir. 1. Kademe Müdahale sonunda dağılmamakta ısrar eden ve saldırgan özelliğini koruyan gruplara karşı kullanılır. Meteorolojik şartlara göre değismekle birlikte bir adet gaz el bombası 50 metre karealanı etkisi altına alabilir.

c) 3. Kademe: Uzak Mesafe (30–150 metre) 37/38 mm. Gaz Tüfeği ile yapılan müdahale şeklidir. 2. Kademe Müdahaleye müteakip toplanmaları engellemek ve grubu dağılım güzergâhlarına yönlendirmek amacıyla kullanılır. Kullanıcının vücuduna 45 derece açı ve ideal hava şartlarında yapılan atış ile 150 m mesafe ötesi etki altına alınabilir."

2. Uluslararası Belgeler

31. 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye (KSS) göre göz yaşartıcı gaz, kimyasal silah sayılmamakta ve bu tür gazların, iç ayaklanmaların kontrolü de dâhil olmak üzere, asayişin sağlanması amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir (Madde II § 7, 9 (d)). KSS, Türkiye'de 11/6/1997 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

32. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkeler’in (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990 - 7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümleri şöyledir:

“ Öldürücü nitelikte olmayan etkisizleştirici silahların geliştirilmesi ve dağıtılması hususu, olaylarla ilgisi bulunmayan kişilerin zarar görme riskini en aza indirebilmek amacıyla dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir ve bu tür silahların kullanımı titizlikle kontrol edilmelidir.

(...)

.Güç ve ateşli silahların, kanuna uygun olarak kullanımı kaçınılmaz hale geldiğinde, kolluk görevlileri:

(a) Bu tür araçların kullanımına sınırlı olarak başvurur ve suçun ağırlığı ve gerçekleştirilmesi hedeflenen meşru amaç ile orantılı biçimde tasarrufta bulunur;

(b) Zarar ve yaralanmaları en aza indireceklerdir ve insan yaşamına saygı gösterir ve onu korur;

(c) Yaralananlara veya müdahalelerden etkilenenlere, mümkün olan en kısa sürede yardım ulaştırılmasını ve tıbbi yardım sağlanmasını temin eder; (…)”

33. BM Barışçıl Toplanma ve Gösteri Yapma Özgürlüğü Özel Raportörü tarafından hazırlanan Raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesi şöyledir:

“Özel Raportör, göz yaşartıcı gaz kullanılırken, göstericiler ile gösterici olmayanlar, sağlıklı kişiler ile sağlık sorunları olanlar arasında fark gözetilmediğini hatırlatmaktadır. Ayrıca Raportör, protestoculara ve dolaylı olarak, olayla ilgisi olmayan kişilere sadece daha fazla acı vermek maksadıyla gazın kimyasal bileşiminde yapılabilecek değişikliklere karsı da uyarıda bulunmaktadır.”

34. Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT), kanunların uygulanmasında bu tür gazların kullanımına ilişkin endişelerini ifade etmiştir. CPT’nin görüşü şöyledir:

“(…) Biber gazı, potansiyel olarak tehlikeli bir maddedir ve kapalı alanlarda kullanılmamalıdır. Açık havada kullanılması halinde bile, CPT’nin ciddi çekinceleri bulunmaktadır; istisnai olarak kullanılması gerektiğinde, bölgede belirli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişiler derhal bir doktora ulaştırılmalı ve bu kişilere panzehir sağlanmalıdır. Biber gazı, halihazırda kontrol altına alınmış bir tutukluya karsı asla kullanılmamalıdır.” (CPT/Inf (2009) 25).

35. CPT, Avrupa Konseyi’nin bazı üye devletlerine yaptığı ziyaretlerle ilgili raporlarında, aşağıdaki tavsiyelerde bulunmuştur:

“(…) [A] Biber gazı kullanımının kontrolüne ilişkin olarak düzenlenecek açık bir yönerge, en azından şu hususları içermelidir:

-biber gazının kapalı alanlarda kullanılmaması gerektiğinin açıkça belirtildiği, biber gazının hangi durumlarda kullanılabileceğine dair açık talimatlar;

-biber gazına maruz kalan tutukluların derhal doktora ulaştırılmalarına ve kendilerine rahatlatıcı tedbirlerin sunulmasına dair hakları;

-biber gazı kullanma yetkisi verilmiş personelin nitelikleri, eğitimleri ve yeteneklerine ilişkin bilgiler;

-biber gazının kullanımına ilişkin yeterli bir raporlama ve denetim mekanizması (…)” (ayrıca bkz. CPT/Inf (2009) 8).

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 28/9/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahaleleri sırasında araçlarından marketin içerisine gaz fişeklerinin atılması ve bu fişeklerden bir tanesinin yüzüne isabet etmesi sonucu yaralandığını; bu yaralanma nedeniyle göz bölgesinin çevresine dokuz dikiş atıldığını, yüzünde sabit iz kaldığını ve psikolojisinin olumsuz etkilendiğini, ancak olaya ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmediğini belirterek Anayasa'nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

38. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

39. Diğer taraftan, kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usule ilişkin boyutlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki devletin maddi ve usule ilişkin yükümlülükleri açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir.

.

.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Başvuruda iddiaların kabul edilebilirliği değerlendirilirken başvuru yollarının tüketilmesi açısından ayrı bir değerlendirme yapılması gerekir. Bu değerlendirmede somut olayda etkili bir ceza soruşturması yürütme zorunluluğunun mutlak surette bulunup bulunmadığı incelenecektir.

41. Öncelikle usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasıtlı fiiller, saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

42. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin kararlarında vurguladığı üzere başvuru konusu olaydaki gibi doğrudan güvenlik güçlerinin güç kullanımı ile bağlantılı olan bir ölümün ya da vücut bütünlüğüne yönelik eylemin gerçekleşme koşullarının ve olası cezai sorumlulukların tereddüde mahal vermeyecek şekilde ortaya konması, soruşturma yükümlülüğünün ayrılmaz bir gereğidir. Bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, bu tür eylemleriyle insanların yaşamını yitirmesine veya vücut bütünlüklerinin zarar görmesine yol açtığı ileri sürülen kamu görevlileri aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması, Anayasa'nın 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 47). Bu nedenle bu tür bir olayda başvuruculara belli bir miktarda tazminat ödenmesi, başvurucuların mağduriyetlerini ortadan kaldırmamaktadır (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 48).

43. Dolayısıyla başvuruda, idari soruşturma ya da idari ve hukuki tazmin başvuru yolları tüketilmediğinden bahisle kabul edilemezlik kararı verilmesi mümkün değildir.

44. Bu itibarla başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin başvurusunun, açıkça dayanaktan yoksun olmadığından ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de görülmediğinden kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası i. Genel ilkeler

45. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

47. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

48. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme’nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Selmouni/Fransa [BD], B. No 25803/94, 28/7/1999, § 95; Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 93).

49. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

50. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

51. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

52. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B.No: 5310/71, 18/1/1978 § 167; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B.No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B.No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B.No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

53. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten farklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir, § 89).

54. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B.No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B.No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir, § 90).

55. Diğer taraftan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83; Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD]B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) .

56. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak, bu tür bir güç sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (bkz. Ivan Vasilev/Bulgaristan, B.No: 48130/99, 12/4/2007, § 63). Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe, bu neviden fiiller, prensip olarak, Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda, AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların, bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ribitsch/Avıısturya, B.No: 18896/91, 4/12/1995, § 38).

57. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri,[GK]B.No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82)

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Somut olayda incelenen bilgi ve belgelerden, kolluk görevlilerinin bir gösteriye müdahalesi sırasında başvurucunun çalıştığı marketin kasa bölümünde bulunduğu ve söz konusu olayla ilgisinin olmadığı anlaşılmıştır.

59. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kolluk görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşada, gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen veya katılmayıp gösteri ya da müdahale alanının yakınında bulunan kişilerin de müdahaleden etkilenmesi olasıdır. Bu durumda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (benzer karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

60. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna vurgu yapmıştır. Mahkeme, Türkiye Tabipler Birliğinin yayınladığı “Toplumsal Olaylarda Kullanılan Kimyasal Silahlara İlişkin Bilgi Notu”nda Türkiye’de kullanılan gazın solunum darlığı, bulantı, kusma, tahriş gibi sonuçlarının olabileceğinin, hatta küçük çocuklarda, yaşlılarda, gebelerde ve kronik rahatsızlıkları olanlarda ölüme varabilecek daha vahim sonuçlar doğurabileceğinin belirtildiğine vurgu yapmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri,§ 91).

61. Ancak Mahkeme bu kararında, kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda, başvurucunun bu gazdan etkilenmesinin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığının söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 92).

62. Somut olayda ise başvurucu, göz yaşartıcı gazın doğal etkilerinden veya aşırı kullanılmasından şikâyet etmemekte ve adli raporlarda da buna ilişkin bir bulguya yer verilmemektedir. Başvuru, göstericilere müdahale sırasında göz yaşartıcı gazın kullanılması veya miktarına ilişkin olmayıp gazın kullanım yöntemine ilişkindir. Bu nedenle başvuru, göz yaşartıcı gazın göstericilere veya kolluk tarafından durdurulup yakalanmak istenen kişilere karşı kullanımının etkilerinin incelendiği diğer başvurulardan belirgin bir şekilde ayrılmaktadır. Başvuruda incelenmesi gereken sorun, gaz yaşartıcı gazın kullanımı ve miktarı olmayıp gazın kullanılma yönteminin somut olay bakımından uygun olup olmadığıdır.

63. Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara, hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (benzer karar için bkz. Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, B. No: 44827/08, 16/7/2013,§ 42).

64. Göz yaşartıcı gaz silahlarının, müdahale edilen kişilere, doğrudan ve dik (yere paralel ya da 45 derecelik açının daha da aşağısında bir eğimle) bir açıyla tutularak ateşlenmemesi, bunun yerine silahın menzili dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla hedeflenen noktaya ulaşabilecek bir atışın yapılması gerekmektedir. Böylelikle ciddi ve ölümcül yaralanmaların yaşanmasına engel olunabilecektir (benzer karar için bkz. Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60. Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, § 48). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) benzer olaya ilişkin bir kararında, fişeğin çan şeklinde (hafif yukarıya doğru) atılmasının, -çarpması hâlinde kişilerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet vermesini engellediği ölçüde- uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebileceği belirtilmiştir (bkz. Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, §§ 42, 43).

65. Öte yandan kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil, söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57). Bu ilke sadece müdahalelerde ölümün ya da ölümcül yaralanmaların meydana geldiği ve yaşam hakkının incelenmesinin söz konusu olduğu başvurularda değil kullanılan göz yaşartıcı gaz silahlarının tehlikeliliği (bkz. §§ 63,64) dikkate alınarak uygun düştüğü ölçüde kötü muameleye ilişkin şikâyetlerde de kıyasen uygulanmalıdır (Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, §§ 42, 43).

66. Nitekim Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarakkabul ettiği ilkelerin, uygun düştüğü ölçüde bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir (bkz. Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 59).

67. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, §§ 42, 43).

68. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının, Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu bir durumda” ve “ölçülü” bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir. Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadıklarının ve olası riskleri önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60. Benzer AİHM kararı için bkz. Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, § 46).

69. Başvuru konusu olayda başvurucunun yüzüne gaz kapsülü isabet etmesi sonucu yaralandığı sabittir. Bununla birlikte etkili soruşturma açısından inceleme yapılan bölümdeaçıklandığı üzere Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmanın, bu konuda yapılacak incelemelerde değerlendirme unsuru olarak kullanılması gerektiği ortaya konulan hususlardan (bkz. §§ 65-68) silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim almış olup olmadığı ile operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu konularında içerdiği eksiklikler nedeniyle gerek bu hususlar ve gerekse kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın, bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediği hususu, bu aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenememiştir.

70. Bu nedenle somut olay bakımından işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay sırasında gaz fişeğini kullanan kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı olarak yapılacaktır. Kolluk görevlilerinin eğitimi, operasyonun planlama ve kontrolü ve gaz silahlarının kullanılmasını düzenleyen mevzuatın keyfî kullanmalara ve kişileri istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediği hususları ise bu aşamada inceleme kapsamı dışında tutulmuştur.

71. Somut olay bu bağlamda değerlendirildiğinde, öncelikle başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde, kolluk görevlilerine ait toplumsal olaylara müdahale aracından (TOMA) çalıştığı markete kaçan göstericilere doğru bir gaz fişeğinin atıldığını ve bu fişeğin marketin içine girerek kendisini yaraladığını söylediği görülmüştür (bkz. § 14).

72. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kolluğa çözümü yaptırılan markete ait olaya ilişkin kamera kayıtlarında, gaz fişeğinin ne şekilde atıldığının açık olarak görülme olanağı bulunmasa da aynı çözüm tutanağına göre kamera kayıtlarına yansıdığı ve tanık anlatımında (bkz. §§ 15-16) belirtildiği gibi dışarıdan fırlatılan ve akabinde yere paralel ve düz bir hat üzerinde marketin içine girip süratle ilerleyen bir kapsülün, başvurucunun baş bölgesine isabet ettiği anlaşılmaktadır.

73. Dolayısıyla somut olayda bahis konusu kamera kaydı, gaz kapsülünün havada süratli ve düz bir hat üzerindeki seyri,tanık anlatımı, başvurucunun yüzünden yaralanması ve olaydan sonra kolluğa teslim edilen kapsülün niteliği gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde gaz fişeği atımının; bir gaz silahıyla, doğrudan, yere paralel (atana göre 45 derecelik bir açının daha aşağısında) ve başvurucunun çalıştığı markete doğru tutularak gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır. Gerçekleştirilen atışın, yaralanmaların ve hatta ölümlerin yaşanmasına engel olunması açısından silahın menzili ve özellikle kapsülün isabeti halinde kişilerin fiziksel bütünlüklerine etkisi dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla yapılmadığı gibi gaz silahının kalabalığın bulunduğu kapalı bir mekân olan markete doğru tutulması suretiyle yapıldığı anlaşılmıştır.

74. Yukarıda ilgili mevzuat bölümünde belirtildiği üzere (bkz. § 30) tüm kolluk birimlerine gönderilen konuya ilişkin Talimatta, topluluk ile polis arasındaki mesafeye göreen son kademe olan 3. kademe (30-150 metre) için ve 2. kademe müdahaleyi müteakip gerçekleştirilmesi gereken silahla gaz fişeği atımının, kullanıcının vücuduna göre 45 derece açıyla yapılması gerekmektedir (göz yaşartıcı fişeğin havada patlaması ve göstericilere isabet etmesi halinde yaralanmayı önleyecek şekilde yere düşmeden önce parçalanması amacıyla gaz silahının 45 derecelik açıyla yukarıya doğru kaldırılarak ateşlenmesi önem arz etmektedir (bu konudaki AİHM kararı için bkz. Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye, § 22).

75. Somut olayda atışın anılan Talimata aykırı bir şekilde havaya doğru ve uygun bir açıyla yapılmadığı anlaşılabilmektedir. Soruşturma aşamasında araştırılarak kesin olarak belirlenmemiş ise de atışın, marketin önündeki yoldan geçen bir araçtan yapıldığının ileri sürüldüğü görüldüğünden atış mesafesinin, Talimatta yer verilenden (30-150 metre) daha kısa olması muhtemeldir.

76. Ayrıca, olayın gerçekleştiği sırada markette dışarıdan içeriye yönelen göstericilerin dışında kişilerin de bulunduğu anlaşılmıştır (bkz. § 16). AİHM benzer bir olaya ilişkin kararında göstericileri takip eden kolluk görevlileri tarafından bir hastane sınırları içerisine gaz bombası atılmasını, kaygı verici bir durum olarak nitelendirmiş ve mevcut dava şartları altında bu durumun gerekli ya da orantılı olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir (DİSK ve KESK/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 34)

77. Somut olayda, kolluk görevlileri tarafından gösteriye müdahale edildiği ve bu müdahale nedeniyle, Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmasında açıklığa kavuşturulamamış olmakla birlikte, mevcut bilgi ve belgelerden olay sırasında bir kargaşanın yaşandığı anlaşılmakta ise de yaşanan bu kargaşa ortamı, kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülüklerini ortadan kaldırmamaktadır.

78. Müdahale sırasında oluşan kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin mutlak olarak uygulanmasının zorluklarının bulunduğu kabul edilmekle birlikte (bkz. § 59), somut olayın; kolluk görevlilerinin, göz yaşartıcı gaz fişeğini potansiyel olarak yaralanmalara ve hatta ölümlere sebebiyet verecek tarzda doğrudan başvurucunun çalıştığı ve içerisinde birçok kimsenin bulunduğu marketin bulunduğu yöne doğru ateşlemeleri sonucunda gerçekleştiği dikkate alındığında başvurucunun yaralanmasının, kolluk görevlileri tarafından kullanılan gücün ve alınması gerekli tedbirlerin sonucu ile bağdaştığı söylenemez.

79. Kolluk görevlilerinin, gaz fişeğini atmaları sırasında doğrudan market içini değil, başvurucunun çalıştığı markete doğru kaçan göstericileri hedef aldıkları kabul edilse bile -bu husus aşağıda usul yükümlülüğünün incelendiği bölümde açıklanacağı üzere Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturma ile belirliliğe kavuşturulamamıştır- bu durum atışın, olay anında içinde birçok kişinin bulunduğu markete doğru yapılmış olduğu ve bu nedenle başvurucu da dâhil burada bulunan veya girip çıkmak için hareket eden kişilerin potansiyel olarak gaz fişeğinin hedefi konumunda kaldıkları gerçeğini değiştirmemektedir. Bunda atışın kişilerin potansiyel olarak yaralanmasına sebebiyet verecek tarzda yapılmış olmasının ana etken olduğu ortadadır.

80. Sonuç olarak kolluk görevlilerinin, müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri almadıkları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep oldukları kanaatine varılmıştır.

81. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri, başvurucunun yaralanmasının niteliği, özellikle bu yaralanma nedeniyle başvurucunun yüzüne dikiş atılması ve bu durumun kadın olan başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında, kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine sahip olduğu ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 54).

82. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir (bkz. §§ 49-53). Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

83. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

i. Genel ilkeler

84. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110. Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

85. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını ihlal etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25. Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

86. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

87. Soruşturma yükümlülüğünün; sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mikheyev/Rusya, B. No: 77617/01, 26/1/2006, § 107).

88. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

89. Yukarıda yer verilen ilkeler bağlamında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen işlemlere bakıldığında, olayın gerçekleştiğinin öğrenilmesi üzerine derhal ve resen soruşturmanın açıldığı, soruşturmada başvurucunun ve tanıkların ifadelerinin alındığı, olay yerini kısmen görüntüleyen kamera kayıtlarının çözümünün yapıldığı ve aşağıda açıklanacağı üzere kısmen eksiklikler bulunsa da başvurucuya ilişkin adli raporun alındığı görülmektedir.

90. Soruşturmada derhal ve resen harekete geçme bakımından herhangi bir eksiklik bulunmamakta ise de olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasına yarayabilecek bütün delillerin toplanması bakımından da bir değerlendirme yapılması gerekir.

91. Öncelikle soruşturmada, eylemi gerçekleştiren kolluk görevlilerinin ya da görevlisinin tespitine, eyleme katılmamakla birlikte ne şekilde gerçekleştirildiği konusunda bilgi sahibi olabilecek bir görevlinin bulunup bulunmadığına ve akabinde bu kişilerin ifadelerinin alınmasına yönelik bir girişimde bulunulmadığı görülmüştür. Bunların yanında, el konulan gaz kapsülüne ve kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi incelemesi ile gaz fişeğinin hangi mesafeden, ne şekilde ve mümkünse izlediği yön dikkate alınarak hangi bölge hedef alınarak ateşlenmiş olabileceği konusunda da bir araştırma yapılmamıştır.

92. Ayrıca eylemi gerçekleştiren görevlilerin, ilgili Talimatta belirtildiği üzere söz konusu gaz mühimmatının kullanımına ilişkin bir eğitim alıp almadıklarının, olayda kullandıkları gaz fişeğini, gaz ekibinden sorumlu amirin şartları değerlendirmesi neticesinde verdiği taktik doğrultusunda kullanıp kullanmadıklarının, özellikle gaz fişeğini içerisine doğru yöneldikleri belirtilen göstericilerin markete girmelerinin önüne geçmek amacıyla doğrudan market içerisini hedef alarak ateşleyip ateşlemediklerinin tereddütsüz bir şekilde açığa çıkarılması bakımından da bir araştırma yapıldığı anlaşılamamaktadır.

93. Kötü muamele yasağının maddi boyutunun incelendiği bölümde açıklandığı üzere başvurucunun yaralanmasının kolluk görevlilerinin müdahalesinden kaynaklandığı ve Cumhuriyet Başsavcılığının kararında da bu tespite yer verildiği anlaşılmıştır. Soruşturmada yukarıda ifade edildiği gibi delillerin toplanması bakımından birtakım soruşturma işlemleri gerçekleştirilmiş ise de bu işlemler, eylemi gerçekleştiren kolluk görevlisi ya da görevlilerinin saiklerinin ve sorumluluk düzeylerinin, özellikle de güç kullanımının Anayasa'nın 17. maddesine göre zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğinin, zor ve silah kullanmaya ilişkin kanun hükmünün yerine getirilmesinde sınırın kasten veya taksirle aşılması suretiyle toplantı ve gösteriye katılmayan başvurucunun yaralanmasına neden olup olunmadığının resen ortaya konulması bakımından yeterli olamamıştır (bkz. § 68).

94. Soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda,kolluk görevlilerinin başvurucuyu kasten yaraladıklarına ilişkin bir delil bulunmadığı gibi oluş gözönüne alındığında başvurucunun yaralanmasının niteliğinin kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisi sınırları içerisinde kaldığının kabul edildiği belirtilmiştir (bkz. § 19).

95. Öncelikle bahis konusu kararda, başkaca bir ölçüt dikkate alınmaksızın başvurucunun yaralanmasının niteliğinin kolluk görevlilerinin zor ve silah kullanma yetkilerinin sınırının belirlenmesinde tek bir bir ölçüt olarak değerlendirmeye tabi tutulduğu görülmektedir. Kararda, kolluk görevlilerinin müdahaleyi hangi koşullar altında gerçekleştirdikleri, göstericilere müdahale sırasında zor ve silah kullanmaya ilişkin kanun hükmünü yerine getirirken sınırı kasten veya taksirle aşıp aşmadıkları ve maddi olayın gerçekleşme şekline (oluş) ilişkin kabulün ne olduğu ise açıklanmamıştır. Kararda sadece, açıklanmayan oluşun gözönüne alınıp başvurucunun yaralanmasına ilişkin raporun niteliğine göre eylemin polisin zor kullanma sınırları içinde kaldığı belirtilmiştir.

96. Öte yandan ölçüt olarak alınan yaralanmanın niteliğinin belirlenmesinde eksikliklerin bulunduğunun nazara alınmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu, yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına itirazında (bkz. § 20) ve bireysel başvuru formunda yaralanma nedeniyle yüzünde sabit iz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucuya ilişkin rapor, olaydan 17 gün sonra alınmıştır (bkz. § 13). Yüzde meydana gelen yaralanmaların sabit iz bırakıp bırakmayacağı ancak olaydan belli bir süre geçmesinden sonra tespit edilebilmektedir (uygulamada olaydan en az 6 ay sonra yapılacak tıbbi muayeneler sonucunda bu hususun değerlendirilmesi gerektiğinin belirtildiği bilinmektedir). Bu hususun Cumhuriyet Başsavcılığınca nazara alınmadığı ve başvurucunun yüzünde sabit iz kalıp kalmadığına ilişkin bir tespit bulunmayan eksik rapora göre bir değerlendirme yapıldığı anlaşılmıştır.

97. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı üzere Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı, ayrıca soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı sonlandırmak için temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalıdır (bkz. §§ 87, 88).

98. Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü etkili ve uygun bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün temel amacı, devletin kontrolü altında meydana gelen olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, varsa sorumlu kişilerin tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlamaktır (Cemil Danışman, § 107). Her bir somut olayın koşullarına göre farklılık arz edebilecek olmakla birlikte, başvuru konusu olaydaki gibi doğrudan güvenlik güçlerinin silah kullanımı ile bağlantılı olan bir ölümün ya da yaralanmanın gerçekleşme koşullarının ve sorumluların olası cezai sorumlulukların tereddüde mahal vermeyecek şekilde ortaya konulması açısından; öncelikle olaya ilişkin bir ceza soruşturmasının başlatılması, ardından yürütülen soruşturmaların kapsamlı bir şekilde yürütülmesi ve gerektiğinde kovuşturma aşamasından geçmesi gerekmektedir. Bunlar olay hakkında kamuoyu nezdinde oluşabilecek soru işaretlerinin tamamen ortadan kalkması açısından büyük önem taşımaktadır. Aksi bir uygulama, bu tür olaylarda kamu gücünü kullanan güvenlik güçlerinin olası cezai sorumluluklarının ortaya çıkmasının engellenmek istendiği şüphesini doğurabilir (benzer karar için bkz. Cemil Danışman, § 110).

99. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesinin bu noktaya kadar yaptığı incelemenin herhangi bir kişinin cezai sorumluluğu açısından bir değerlendirme içermediğini teyit etmek için ifade etmek gerekir ki bir olaya karıştığı ileri sürülen kişilerin hangi suçlardan soruşturmaya ve kovuşturmaya tabi tutulacaklarını belirleyecek olanlar, olayı ilk elden inceleyen soruşturma ve yargılama makamlarıdır. Bireylere ait cezai sorumlulukların kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi, kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerinin görev ve yetkisindedir (Sadıka Şeker, B. No: 2013/1948, 23/1/2014, § 49).

100. Ancak soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen değerlendirmeler bir bütün hâlinde ele alındığında, gerçekleşme koşulları tam olarak açıklığa kavuşturulamamış olan başvuru konusu olayda, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin bulunup bulunmadığına ilişkin kapsamlı bir inceleme gerçekleştirilmemesinin yanında ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın aşılıp aşılmadığının da tereddüte yer vermeyecek şekilde ortaya konmaması nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediği ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

101. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

102. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

103. Mevcut başvuruda kötü muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir.

104. Başvurucu, ihlale adil karşılık olacak şekilde maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

105. Başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

106. Öte yandan kötü muamele yasağının usule ilişkin ihlalini ve sonuçları ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin, tespit edilen bu ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeterli bir giderim sağlayacağı kanaatine varılmıştır.

107. Kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlaline bağlı olarak maruz kaldığı manevi zarar nedeniyle ise başvurucuya takdiren net 25.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

108. Kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

109. Başvurucu, yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin kendisine ödenmesini talep etmiştir. Dosyadaki belgelerden tespit edilen toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Kötü muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlali nedeniyle net 25.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, maddi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/9/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖZGE ÖZGÜRENGİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5218)

 

Karar Tarihi: 19/4/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 4/7/2018-30468

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat ŞEN

Başvurucu

:

Özge ÖZGÜRENGİN

Vekili

:

Av. Duygu ARSLAN ERGÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında polisin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralamaya ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1992 doğumlu olan başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen süreçte protesto eylemlerine katılmıştır.

10. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı Olayları Raporu'nda yer alan bazı tespitler şöyledir:

a. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yürütülmüştür.

b. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.

c. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir:

i. 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının üç metrelik kısmının gece 22.00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık yirmi kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır.

 ii. 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır.

iii. 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 05.00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır.

iv. 31/5/2013: Saat 04.30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara Merkez'de birçok eylem yapılmıştır.

v. 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplara kolluk görevlilerince yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun İstanbul'da tedavilerinin devam ettiğini açıklamıştır.

vi. 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 1.730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır.

vii. 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir.

viii. 4/6/2013: İstanbul Adliyesinde, ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi avukatlar tarafından protesto edilmiş; İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve dağılma uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.

ix. 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır.

x. 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır.

xi. 9/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir.

xii. 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş ve meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.

xiii. 12/6/2013: Sabah saat 04.00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir.

xiv. 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.

xv. 15/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 16.00 civarında Taksim Dayanışması Platformuna ait olanlar haricindeki diğer flama ve bayraklar indirilmiş; ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmeleri üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış ve gaz sıkmış; saat 20.50’de göstericilere müdahale etmeye başlamıştır. Kolluk kuvvetleri kısa sürede Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.

xvi. 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.

xvii. 6/7/2013: Polis, Taksim Dayanışması Platformunun çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere müdahale etmiştir.

d. Kamuoyunda olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini, Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamunun ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur.

e. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi katılmış, olaylara ilişkin 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylarda gözaltına alınan 5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.

f. Gezi Parkı olayları sırasında bazı ölüm olayları da yaşanmıştır.

g. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.

11. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde İzmir Gündoğdu Meydanı'nda başlatılan protesto gösterilerine katıldığını belirtmiştir.

12. Anılan meydanda yapılan gösterilerde 31/5/2013, 1/6/2013, 2/6/2013 ve 3/6/2013 tarihlerinde meydan çevresinde bulunan birçok özel işyerinin, kamu binasının ve aracın yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı, göstericilerin bu hareketleri ile kanunsuz hâle gelen eylemlere polisin müdahale ettiği İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca tespit edilmiştir.

13. Başvurucu 3/6/2013 tarihindeki gösteriye katıldığını, barışçıl bir şekilde protesto eylemi yaparken gece saat 01.00 sıralarında polisin toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ile içinde bulunduğu gruba su sıktığını ve Çevik Kuvvet polisinin fiziki müdahalede bulunduğunu, bunun üzerine kendisinin kaçtığını ileri sürmüştür.

14. Polisten kaçarken bir işyerinin önünde yere düştüğünü belirten başvurucu; birçok polisin joplarla kendisine vurmaya başladığını, daha sonra bir polisin kendisini işyerinin içine atarak elindeki tahta sopa ile vurmaya devam ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca resmî kıyafetli polisin sinkaflı hakaret ettiğini iddia etmiştir. İşyeri sahiplerinin koruma çabalarının yetersiz olduğunu ifade eden başvurucu, daha sonra birçok polisin işyerine gelerek kendisini darbetmeye devam ettiğini ileri sürmüştür.

15. Başvurucu, biber gazına maruz kalmasına bağlı mide bulantısı ve darbedilme şikâyetiyle Nevvar Salih İşgören Alsancak Devlet Hastanesine başvurmuştur. 3/6/2013 tarihli ve 40384 sayılı Genel Adli Muayene Raporu'na göre başvurucuda sol kürek kemiği hizasında künt travmaya bağlı ekimoz (morluk, çürük), her iki omuz altı kürek kemiği hizasında kalçası üzerinde ve sol üst bacakta ekimoz tespit edilmiştir. Raporda, yaralamanın yumuşak doku travması (YDT) olduğu ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Raporda olayın öyküsü kısmında başvurucunun polisten darp gördüğü belirtilmiştir. Başvurucunun Anayasa Mahkemesine sunduğu fotoğraflar incelendiğinde anılan rapora uyumlu olarak kalçasında ve sol üst bacak üstünde yaygın ekimozlar olduğu görülmüştür.

16. Öte yandan başvurucu, olaya ilişkin olarak 16/7/2013 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliğine (TİHV) başvurmuştur. TİHV tarafından başvuru epikrizi hazırlanmıştır. Bu epikrizde başvurucuyla ilgili psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Sonuç olarak başvurucunun "insan eliyle oluşturulmuş travma"ya maruz kaldığı ve travmanın Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırmasında "işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele" kapsamında kaldığı değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucuya dejeneratif diskopati+minimal listezis, akut travma sonrası stres bozukluğu tanıları konmuştur.

17. Başvurucu, kendisine kötü muamelede bulunan ve buna muvafakat gösteren kamu görevlileri hakkında 9/12/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur.

18. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 13/12/2013 tarihinde İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne ve Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne talimat yazmıştır. Talimatta olay yerini gösterir MOBESE ile olay yeri çevresinde bulunan apartman, işyeri vb. yerlerden elde edilecek kamera görüntülerinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi istenmiştir. Ancak olaya ilişkin herhangi bir görüntü tespit edilememiştir.

19. Cumhuriyet Başsavcılığı, anılan talimat yazısı dışında herhangi bir soruşturma işlemi yapmaksızın 30/1/2014 tarihinde (Soruşturma No: 2013/114610) kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Gezi parkı olayları sebebiyle İzmir Gündoğdu meydanında yapılan gösterilerde 31.05.2013, 01.06.2013, 02.06.2013, 03.06.2013 günü İzmir Gündoğdu meydanı ve çevresinde bir çok özel iş yeri ve kamu binasının ve kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı, (örnek 2013/6178 soruşturma sayılı dosya) göstericilerin bu hakeretleri ile kanunsuz hale gelen protesto eylemlerinin önlenmesi için kamu görevlilerinin zor kullanma yetki ve sınırı çerçevesinde müdahale ettikleri, müşteki vekilininşikayet dilekçesinde de belirtildiği gibi, müşteki Özge ÇOLAK'ın [başvurucu olay tarihinde kızlık soyadını kullanmaktadır. Evlendikten sonra Özgürergin soyadını almıştır.] kanunsuz hale gelen gösteri sırasında TOMA araçlarından sıkılan su ile ıslandığı, bu sebeple müştekinin meydana gelen olaylardaki gibi kamu görevlilerine saldırmış olduğu kabul edilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan ... isimli iş yerinde güvenlik kamerası ve iş yeri güvenlik kamerası tespit edilememiştir, müşteki şikayet dilekçesi ve müşteki hakkında düzenlenen adli rapor 31.05-03.06.2013 tarihleri arasında meydana gelen gezi olayları protestolarının seyri birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Emniyet müdürlüğü görevlilerini zor kullanma sınır ve yetkileri içerisinde protestoları kanunsuz hale gelmiş olan müşteki Özge ÇOLAK'a karşı zor kullanma yetki ve sınırları içerisinde müdahale ettikleri anlaşıldığından, [kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verildi]"

20. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığının kararına yaptığı itiraz, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2014 tarihli kararıyla usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucu 24/3/2014 tarihinde kararı öğrenmiştir.

21. Başvurucu 15/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. maddesi şöyledir:

"Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur."

23. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesi şöyledir:

 " (Değişik fıkra: 02/03/2014-6529 S.K./10. md) Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü hâline dönüşürse:

a) Düzenleme kurulu veya kurul başkanı toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini topluluğa ilan eder ve durumu derhâl yetkili kolluk amirine bildirir.

b) Düzenleme kurulunun veya kurul başkanının bu görevi yerine getirmemesi hâlinde, durum yetkili kolluk amiri tarafından mahallin en büyük mülki amirine bildirilir. Mahallin en büyük mülki amiri tarafından toplantının sona erdirilip erdirilmeyeceğine dair karar alınır.

c) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hâllerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.

 Bu amir, topluluğa Kanuna uyularak dağılmalarını, dağılmazlarsa zor kullanılacağını ihtar eder. Topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır.(Mülga cümle: 02/03/2014-6529 S.K./10. md)

 Birinci fıkrada düzenlenen durumlarda güvenlik kuvvetlerine karşı fiili saldırı veya mukavemet veya korudukları yerlere ve kişilere karşı fiili saldırı hali mevcutsa, ihtara gerek olmaksızın zor kullanılır.

 Toplantı ve gösteri yürüyüşüne 23 üncü madde (b) bendinde yazılı silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların bulunması halinde bunlar güvenlik kuvvetlerince uzaklaştırılarak toplantı ve gösteri yürüyüşüne devam edilir. Ancak, bunların sayıları ve davranışları toplantı veya gösteri yürüyüşünü Kanuna aykırı addedilerek dağıtılmasını gerektirecek derecede ise yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.

 Toplantı ve gösteri yürüyüşüne silah, araç, alet veya maddeler veya sloganlarla katılanların tanınması ve uzaklaştırılmasında düzenleme kurulu güvenlik kuvvetlerine yardım etmekle yükümlüdür.

 Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vermekle beraber, mevcut imkanlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri, topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

“Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

25. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de; toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.

B. Uluslararası Hukuk

1. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağı Yönünden

26. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

27. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğu vurgulanmıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin güvenlik güçlerini, mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi kötü muamele yasağının hiçbir istisnasına yer verilmediği, içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

28. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiği"ni aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

29. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

30. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü, sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136).

31. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı Yönünden

32.Sözleşme’nin "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

“1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.

2.Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”

33. AİHM; Sözleşme'nin 11. maddesinde düzenlenen barışçıl toplanma özgürlüğünün geniş anlamda örgütlenmeyi, yürüyüş veya gösteriye katılmayı (Irkçılığa ve Faşizme Karşı Hristiyanlar/Birleşik Krallık, B. No: 8440/78, 16/7/1980), hareketsiz toplanmaları ve oturma eylemlerini (G./Almanya, B. No: 13079/87, 6/3/1989), resmî veya gayriresmî özel veya herkese açık organizasyonları kapsadığını kabul etmektedir.

34. Sözleşme'nin 11. maddesi "barışçıl" toplanmaları koruma altına almaktadır. 11. maddenin kapsamının bu temel sınırlaması, şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösterileri barışçıl toplanma kavramı dışında bırakmaktadır (Stankov ve Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden/Bulgaristan, B. No: 29221/95 ve 29225/95, 2/10/2001, § 77; Birleşik Makedonya Örgütü Ilinden ve Ivanov/Bulgaristan, B. No: 44079/98, 20/10/2005, § 99).

35. AİHM, 11. maddede korunan haklara keyfî müdahalenin engellenmesi için taraf devletlerin negatif yükümlülüğünün olduğunu belirtmiştir (Wilson, Gazeteciler Ulusal Birliği ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/7/2002, § 41). Bu müdahale etmeme yükümlülüğünün istisnası 11. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama sebepleridir.

36. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 41). Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi de tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz (Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/12/2006, § 39). Dolayısıyla halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği açıktır. Bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Achouguian/Ermenistan, B.No: 33268/03, 7/7/2008, § 90; Berladir vediğerleri/Rusya, B. No: 34202/06, 10/7/2012, §§ 38-43; Disk ve Kesk/Türkiye, B. No: 38676/08, 27/11/2012, § 29).

37. Diğer taraftan toplantı hakkındaki “sınırlama” kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar (Ezelin/Fransa, § 39).

38. AİHM, gösterileri engellemek amacıyla güvenlik güçleri tarafından yapılan sert müdahalenin şeklinin, kullanılan araçların ve bumüdahalenin orantılılığının barışçıl gösterilere meşru olarak katılmak isteyenler üzerinde caydırıcı etki yapacağını belirtmiştir (Süleyman Çelebi ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37273/10 vd., 24/5/2016, § 116).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 19/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu; Gezi Parkı olayları sırasında katıldığı eylem nedeniyle polisin güç kullandığını ve yaralandığını, buna karşın yaptığı şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçsuz kaldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

41. Bakanlık görüşünde; AİHM ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının negatif ve pozitif yükümlülük boyutlarına atıfta bulunulduktan sonra İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının değerlendirmeleri hatırlatılmıştır. Bakanlık, Cumhuriyet Başsavcılığının kararında başvurucunun da içinde bulunduğu katılımcıların şiddet içeren eylemleri nedeniyle kanuna aykırı hâle gelen gösterilere kamu görevlilerinin yetki ve sınırları çerçevesinde müdahale ettiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

45. Diğer taraftan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usule ilişkin boyutlar bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki devletin maddi ve usule ilişkin yükümlülükleri açısından ayrı ayrı değerlendirilecektir.

b. Esas Yönünden

i.İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel ilkeler

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

47. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

48. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

49. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

50. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele “işkence”, “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (Bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015,§§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

51. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele “eziyet”ten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

52. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

53. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

54. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82)

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

55. Somut olayda başvurucu; Gezi Parkı olarak bilinen olaylar esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde Gündoğdu Meydanı'nda başlatılan gösteriye katıldığını, protesto eylemi barışçıl bir şekilde yapılırken gece saat 01.00 sıralarında polisin TOMA'yla, içinde bulunduğu gruba su sıktığını ve fiziki müdahalede bulunduğunu, bunun üzerine kendisinin kaçtığını belirtmiştir. Başvurucu; polisten kaçarken yere düştüğünü, kendisine yetişen birçok polisin copla kendisine vurduğunu ve işyerine sığınmasına rağmen polisin fiziksel müdahalesinin devam ettiğini belirtmiştir.

56. Başvurucu aynı gün hastaneye başvurmuş, hastanede düzenlenen 3/6/2013 tarihli Adli Muayene Raporu ile TİHV tarafından hazırlanan raporu ve anılan iddialarını da ekleyerek 9/12/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir (bkz. §§ 15-17). İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma sonucunda güvenlik güçlerinin müdahalesininzor kullanma yetkisinin kullanılmasının yasal sınırları kapsamında kaldığının kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir (bkz. § 19). Bahse konu kararda, başvurucunun yaralanmasının müdahale dışındaki bir olaydan kaynaklandığına dair herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun yaralanmasının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Aynı şekilde polisin müdahalesi sonucunda başvurucu yakalanıp gözaltına alınmadığı gibi hakkında adli soruşturma açıldığına dair bir bulguya da rastlanmamıştır.

57. Cumhuriyet Başsavcılığının anılan kabulü karşısından insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu açısından Anayasa Mahkemesinin incelemesi gereken husus polisin müdahalesinin gerekli olup olmadığı, gerekli ise ölçülü olup olmadığıdır.

58. Polisin müdahalesinin gerekliliğinin değerlendirilmesinde Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak yukarıda belirtilen sürecin (bkz. § 10) dikkate alınması gerekmektedir. Gezi Parkı olayları 27/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında meydana gelen birçok eylemin ortak adı olarak kullanılmaktadır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre 27/5/2013 tarihinden başvurucunun İzmir'de katıldığı 3/6/2013 tarihindeki eyleme kadar ülke çapında birçok eylem gerçekleştirilmiştir.

59. Raporda belirtilen 1/6/2013 tarihli İçişleri Bakanı'nın açıklamalarına göre 48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapılmış, 939 kişi gözaltına alınmış, 53'ü sivil vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişi yaralanmıştır. 2/6/2013 tarihinde ise 67 ilde 235 eylem yapıldığı, 1.730 kişinin gözaltına alındığı, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığı, 58 kişinin tedavisinin devam ettiği ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğu açıklanmıştır. 3/6/2013 tarihinde İzmir Karşıyaka’da bulunan AK Parti ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş; polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermişlerdir.

60. Anılan olaylar daha sonraki günlerde de devam etmiş ve bu süreçte bir komiser şehit olmuş, dört sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir. Ayrıca birçok güvenlik görevlisi ve vatandaş da yaralanmıştır.

61. Somut olaya konu olan başvurucunun katıldığı gösteri 27/5/2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı olayları ile birlikte değerlendirildiğinde ülke genelinde yaygın bir şekilde bozulan kamu düzeninin İzmir'e yansıması olarak görülmektedir. Başvurucunun gösterilere katıldığı 3/6/2013 tarihinde İzmir'de meydana gelen gösterilerde bir siyasi parti binasının ateşe verildiği, Gündoğdu Meydanı ve çevresinde birçok özel işyerinin ve kamu binasının, kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı (bkz. § 19) gözetildiğinde polisin Gezi Parkı olayları çerçevesinde düzenlenen gösterilere karşı sıkı tedbirler alması kamu düzeni açısından kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda ülke çapına yayılmış olaylar karşısında kamu düzeninin tekrar sağlanmasına yönelik olarak İzmir'deki güvenlik güçlerinin hassas ve sıkı tedbirler alması makul ve olması gerekli bir tutum olarak değerlendirilmelidir.

62. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler kapsamında gösteriye müdahalenin gerekliliği değerlendirilirken gözetilmesi gereken en önemli husus gösterinin barışçıl olup olmadığının tespit edilmesidir. Gösterinin barışçıl olup olmadığı hususu; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında, güvenlik güçlerinin müdahalesinin gerekliliği için önemli bir kriter olmakla birlikte barışçıl toplanma hakkı kapsamında bir eylem olup olmadığının değerlendirilmesi açısından da gözetilmelidir. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile 34. maddesinin kesiştiği bu alanın belirlenmesi önemlidir.

63. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararında belirtilenler (bkz. § 19) ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu raporuna göre 3/6/2013 tarihinde İzmir'de düzenlenen eylemlerin şiddete evrildiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak eylemlerin genel olarak şiddete evrilmesi, şiddete başvurmayan katılımcılarla başvuranlar arasında ayrım gözetilmeksizin tüm katılımcılara aynı şekilde müdahaleyi haklı göstermez. Dolayısıyla somut olay açısından başvurucunun barışçıl amaçlarla eyleme katılıp katılmadığının ve takipsizlik kararında belirtilen şiddet eylemlerinin içinde bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

64. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken biri olması hâlinde dahi güvenlik görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinden kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

65. Başvurucunun barışçıl amaçla eyleme katılıp katılmadığının değerlendirilmesinde başvuru dosyasındaki ve Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgelerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun eylemdeki tutumuna ilişkin herhangi bir kişisel değerlendirme yapmadan olay günü birçok şiddet eyleminin olduğunu ve başvurucunun da TOMA'dan sıkılan su ile ıslandığını dikkate alarak kamu görevlilerine saldırdığını kabul etmiştir. Başvurucu hakkında herhangi bir adli soruşturma açılmaması anılan kabulün genelleme içerdiği ve eylem kişiselleştirilmeden sonuca ulaşıldığı algısı yaratmaktadır.

66. Güvenlik görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşadan başvurucunun TOMA'dan sıkılan su ile ıslanarak etkilenmesi kabul edilebilir bir durum olmasına rağmen bu müdahaleden kaçarken düşmesi sonrası polisin copla fiziksel müdahalede bulunmasının haklı olup olmadığının değerlendirilmemesi müdahalenin gerekliliğinin tespitinde özenli davranılmadığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamdabaşvurucunun sadece güç kullanımı ile kontrol edilebilecek nitelikte saldırgan bir tutum sergilediği tespit edilememiştir. Gösterinin kamusal düzenin sağlanması için dağıtılmasının tek başına başvurucunun maruz kaldığı müdahalenin şiddetini haklı göstermeye yetmeyeceği açıktır.

67. 3/6/2013 tarihli Adli Muayene Raporu'nda; başvurucunun sol kürek kemiği hizasında künt travmaya bağlı ekimoz, her iki omuz altı kürek kemiği hizasında, kalçası üzerinde ve sol üst bacakta ekimoz tespit edilmiştir.Başvurucunun polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir iddiada bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli soruşturma açıldığına dair bir bulgu olmadığı da dikkate alındığında yirmi bir yaşındaki bir insana yaygın ekimoz oluşturacak şekilde copla müdahale edilmesinin ölçülü olduğu söylenemez.

68. Başvuru konusu olay değerlendirildiğinde şiddete karıştığı tespit edilemeyen ve toplanma özgürlüğünü barışçıl şekilde kullanmadığına dair herhangi bir bulgu olmayan başvurucunun polisten kaçarken düşmesi üzerine fiziksel müdahaleye maruz kalması ve bunun sonucunda adli raporda belirtilen yaygın ekimozların oluşması gözetildiğinde durumun “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele” olarak nitelendirilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

(1) Genel ilkeler

70. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

71. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

72. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

73. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirti olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

74. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

75. Yukarıda belirtilen ilke kararlarında da vurgulandığı üzere Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği soruşturma, kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayacak nitelikte olmalı; ayrıca soruşturmada olay ve olgular ciddiyetle öğrenilmeye çalışılmalı ve soruşturmayı sonlandırmak için temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalıdır.

76. Başvuru konusu olayda başvurucu, polisin müdahalesi ile meydana gelen yaralanmasına ilişkin olarak 3/6/2013 tarihinde sağlık kuruluşuna başvurmuştur.İlgili sağlık kuruluşunun düzenlediği raporun öykü kısmında başvurucunun polisten darp gördüğü belirtilmiştir (bkz. § 15). Dolayısıyla polisin başvurucuya kötü muamelede bulunduğuna dair iddiadan kamu makamları ilk kez 3/6/2013 tarihinde haberdar olmuştur. İddianın adli soruşturmayı gerektirebilecek nitelikte olduğu değerlendirildiğinden genel adli muayene raporu düzenlenmiştir.

77. Anılan raporun düzenlendiği 3/6/2013 tarihinden başvurucunun İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olduğu 9/12/2013 tarihine kadar ilgili kamu makamları resen herhangi bir işlem yapmamışlardır. Dolayısıyla somut olayda soruşturmanın etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekliliğinin sağlandığı söylenemez. Anılan raporun içeriği gözetildiğinde kötü muamele iddiasını destekler yeterli belirtiler olmasına rağmen ilgili kamu makamları derhâlharekete geçmemiş ve başvurucunun şikâyet dilekçesini verdiği tarihe kadar soruşturma açmamışlardır.

78. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı, şikâyete ilişkin olarak başvurucunun ayrıntılı beyanını almamıştır. Aradan geçen yaklaşık altı aydan sonra kamera görüntüleri istenmiş ise de bir sonuç elde edilememiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığı; faillerin tespitine ilişkin herhangi bir çalışma yürütmeden, yapılan müdahalenin kaçınılmaz olup olmadığını ve başvurucunun polis müdahalesini gerektirecek bir eyleminin olup olmadığını titizlikle araştırmadan ve başvurucunun şiddet içeren eylemlere karıştığına dair bir tespit olmadan dosya üzerinden orantılılık incelemesi yaparak takipsizlik kararı vermiştir.

79. Soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen değerlendirmeler bir bütün hâlinde ele alındığında gerçekleşme koşulları tam olarak açıklığa kavuşturulamamış olan başvuru konusu olayda, polisin zor kullanma yetkisine dair ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin bulunup bulunmadığına ilişkin kapsamlı bir inceleme gerçekleştirilmemesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

80. Açıklanan gereçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

81. Başvurucu, Gezi Parkı olayları sırasında katıldığı barışçıl eylemin polisin ölçüsüz müdahalesi ile dağıtılmasının ve bu esnada kendisine fiziksel müdahalede bulunulmasının Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

82. Bakanlık kabul edilebilirlik açısından sunduğu görüşünde, AİHM'in toplanma hakkına ilişkin başvurularda hakkın kullanımına yönelik cezai bir takibatın söz konusu olmadığı durumlarda başvuru süresini eylem tarihinden başlattığını hatırlatmış; AİHM'in anılan görüşü doğrultusunda somut olayda süre aşımı kriterinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

83. Bakanlık esas açısından sunduğu görüşünde, AİHM içtihatlarında toplanma özgürlüğünün önemini vurguladıktan sonra somut olayda Cumhuriyet Savcılığının polis tarafından yapılan müdahalenin ölçülü olduğu ve zor kullanma yetkisinin sınırının aşılmadığı sonucuna ulaştığını ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

84. Anayasa’nın 34. maddesi şöyledir:

“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

85. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik iddialar açısından toplantıya yapılan müdahalelere ve müdahale sonucundaki yaralanmalara ilişkin olarak adli makamlara yapılacak şikâyetleri bir bütün hâlinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin başvuru olarak kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki bir karar için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Nitekim bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin müdahalesi ile meydana gelen sonuçlar açısından kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının aynı anda ihlal edilmesi mümkündür. Mevcut başvuru gibi şikâyetlerde kötü muamele yasağı ile toplantı hakkını birbirinden ayırmanın zorluğu, bireysel başvuruda bulunabilmek için her iki hak için ayrı ayrı başvuru yolu gösterilmesini anlamsız kılmaktadır. Nitekim başvurucu, kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yönelik yapılan müdahalelere dair şikâyetinde iki iddiayı birlikte ileri sürdüğünden Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı aynı temelde incelemektedir. Bu nedenle her iki hak için ayrı yargılama mercilerine başvurulmasını beklemek, hak ihlali iddiasına konu olayların aydınlatılmasında ve hakların özünün korunmasında yetersiz ve gereksiz bir sonuca yol açabilecektir (Onur Cingil, B. No: 2013/7836, 16/4/2015, § 61).

86. Bu nedenle mevcut başvuru gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile kötü muamele yasağının aynı müdahale kapsamında ihlal edildiğine ilişkin başvurularda, kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddia edilen müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyet, tüketilmesi gereken başvuru yolu olarak kabul edilmektedir (Onur Cingil, § 62). Dolayısıyla başvuru süresinin somut olayda başvuru yolu olan Cumhuriyet Başsavcılığına yapılan şikâyetin sonuçlanmasından veya bu yolun etkisizliğinin anlaşıldığı tarihten itibaren başlatılması kabul edilmelidir.

87. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

88. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla bu hak, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde elzem olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115).

89. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve ifade özgürlüğü, demokratik toplumunun en temel değerleri arasındadır. Demokrasinin özünde açık bir tartışma ortamıyla sorunları çözebilme gücü yer almaktadır. Şiddete teşvik ve demokrasinin ilkelerini ortadan kaldırma durumları dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını şaşırtıcı ve kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasa dışı olduğu durumlarda dahi demokrasiye zarar verir. Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117).

90. Anayasa'nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Kolektif bir şekilde kullanılan bu hak, düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı vermektedir. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışında kalmaktadır. Bu kapsamda toplanma hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 118).

91. Bir toplantı ve gösteri yürüyüşün yasa dışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlenmesi -tek başına- toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belli bir karışıklığa sebep olabileceği ve olumsuz tepkilere yol açabileceği açıktır. Ancak bu durumların varlığı toplantı hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119).

92. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, bazı durumlarda toplanma hakkının sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 11. maddesinin ikinci fıkrasında da sınırlama nedenleri öngörülmüştür. Bu kapsamda toplantı hakkına getirilecek her türlü sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca kanunla düzenlenmesi ön şarttır. Kanunun öngördüğü durumlarda dahi bu hakka müdahalenin meşru amaçlar çerçevesinde olması gerekmektedir. Meşru amaçlar, 34. maddede "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması" olarak belirtilmiştir. Sözleşme'de de benzer bir şekilde düzenleme yapılmıştır. Meşru amaçlar çerçevesinde kanun ile yapılacak sınırlamalar dahi Anayasa'nın 13. maddesi gereğince Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Dolayısıyla toplantı hakkına müdahale demokratik toplum için gereklilik arz etmelidir. Son olarak müdahale, meşru amaçları gerçekleştirmek için ölçülü olmak zorundadır.

93. Ölçülülük kriteri, Anayasa'nın 34. maddesinde belirtilen meşru amaçları gerçekleştirmek için gerekli görülen önlemler ile barışçıl toplanma hakkı arasındaki dengenin sağlanıp sağlanamadığını tespit etmek için kullanılmaktadır. Bu kriter, her somut olayın koşulları gözetilerek değerlendirilmelidir.

94. Diğer taraftan toplantı hakkı çerçevesindeki "sınırlama" kavramı, ifade özgürlüğünde olduğu gibi sadece hakkın kullanılmasından önceki bazı önleyici tedbirleri değil hakkın kullanılması sırasında veya kullanıldıktan sonra yapılan muameleleri de kapsar. Dolayısıyla barışçıl bir gösteri sırasında yapılanlar veya gösteri sonrasında katılımcılara yönelik soruşturma ve cezalandırmalar da toplantı hakkının kullanılmasını sınırlayan davranışlar olarak kabul edilebilir (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 70-72) .

95. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.

ii. Genel İlkelerin Uygulanması

(1) Müdahalenin Varlığı

96. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı olarak bilinen olaylar esnasında polisin aşırı güç kullanımına ve Hükûmetin bu duruma kayıtsız kalmasına tepki göstermek amacıyla 3/6/2013 tarihinde İzmir Gündoğdu Meydanı'nda başlatılan protesto gösterilerine katılmıştır.

97. Başvurucunun da içinde bulunduğu eylemcilere gece saat 01.00 sıralarında polis TOMA ile müdahale ederek su sıkmıştır. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığının takipsizlik kararına göre de Çevik Kuvvet polisi göstericilere ve başvurucuya fiziki müdahalede bulunmuştur.

98. Başvurucunun polise karşı bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir iddiada bulunulmadığı gibi şiddete karıştığından bahisle adli soruşturma açıldığına dair bir bulgunun da olmadığı gözetildiğinde barışçıl olmadığı söylenemeyecek eyleme karşı yaralanmasına neden olacak şekilde polisin fiziki müdahalede bulunması ve böylelikle gösteriye son vermesi toplanma hakkına yönelik bir müdahale olarak kabul edilmelidir.

(2) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

99. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa'nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(a) Kanunilik

100. Başvuru konusu eylemde müdahalenin yasal dayanağı 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesi ve 2911 sayılı Kanun’un 22. ve 24. maddeleridir. 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde polisin hangi durumlarda zor ve silah kullanabileceği, bunun hangi ölçüde olacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve ölçülü olarak zor kullanmaya yetkilidir. Bu yetki sadece polisin direnen kişilere karşı bedensel kuvvet kullanmasını değil maddi güç kapsamında kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fiziki engeller, polis köpekleri ve atları gibi bazı araçların da kullanılmasını içerir. Diğer taraftan Emniyet Genel Müdürlüğünün yayımladığı Yönerge ile (bkz. § 25) toplumsal olaylara müdahalede gözetilecek hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında toplanma hakkının sınırlandırılmasında ve müdahale usulünde izlenecek hususlarda gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu sebeple somut olayda toplanma hakkına müdahalenin “kanunilik” unsuru mevcuttur.

(b) Meşru Amaç

101. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması" amaçlarına yönelik olması gerekir.

102. Eyleme yönelik müdahalenin hangi amaçla yapıldığına ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığının kararı incelendiğinde amacın kamu düzeninin bozulmasını engellemeye yönelik olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru konusu olayda Anayasa’nın 34. maddesi gereğince polisin yaptığı müdahalenin meşru bir amaç taşıdığı kabul edilmelidir.

(c) Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

103. Başvurucunun toplanma hakkını kullanmasına müdahale edilmesinin “demokratik bir toplumda gerekli” olup olmadığı hususunda öncelikle belirtilmesi gereken, hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymalarının çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliği olduğudur. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin ifade edilebilmesine fırsat verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir.

104. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında belirli bir takdir marjına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir payının Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi, ilgili kamu otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp kullanmadıklarını değerlendirmektir. Ayrıca şikâyete konu müdahaleyi bir bütün olarak inceleyip meşru amacın gerçekleşmesine yönelik olarak müdahalenin amacın gerçekleştirilmesi için ölçülü olup olmadığını ve müdahale gerekçelerinin "ilgili ve yeterli" olup olmadığını belirlemektir. Böylelikle kamu otoritelerinin şikâyete konu olayda aldıkları kararların Anayasa'nın 34. maddesine uygun olup olmadığı tespit edilebilecektir.

105. Başvuru konusu olayda başvurucu, Gezi Parkı olaylarına ilişkin olarak tepkisini göstermek amacıyla İzmir Gündoğdu Meydanı'ndaki protesto gösterilerine katılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun Hükûmetin tutumuna yönelik olarak endişelerini veya muhalif fikirlerini toplu olarak ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Ancak Gezi Parkı olayları kapsamında başlatılan protesto gösterilerinin ülkede yaygınşiddet eylemlerine dönüşmesi güvenlik güçlerini sert önlemler almaya yönlendirmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi İzmir'de meydana gelen gösterilerde bir siyasi parti binasının ateşe verildiği, Gündoğdu Meydanı ve çevresinde birçok özel işyeri, kamu binası ve kamu araçlarının yağmalandığı, yakılıp yıkıldığı (bkz. § 19) gözetildiğinde sıkı tedbirler alınmasının kamu düzeni açısından kaçınılmaz bir durum olduğu açıktır.

106. Somut olay açısından başvurucunun eyleminin barışçıl olup olmadığının değerlendirilmesinde (bkz. §§ 63-66) başvurucu hakkında herhangi bir adli soruşturma açılmaması tek başına başvurucunun barışçıl eylemde bulunduğunu ortaya koymamakla birlikte polisin müdahalesinden kaçarken düşmesi sonrasında copla kendisine fiziksel müdahalede bulunulmasının haklı olup olmadığının Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından değerlendirilmemesi müdahalenin gerekliliğinin tespitinde özenli davranılmadığını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda başvurucunun sadece güç kullanımı ile kontrol edilebilecek nitelikte saldırgan bir tutum sergilediği tespit edilememiştir. Gösterinin kamu düzeninin sağlanması için dağıtılmasının tek başına başvurucunun maruz kaldığı müdahalenin şiddetini haklı göstermeye yetmeyeceği de açıktır.

107. 3/6/2013 tarihinde İzmir'de meydana gelen gösterilerin şiddete evrilmesi nedeniyle polisin müdahalesinin gerekli olduğu kabul edilebilir. Ülke geneline yayılan şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin sağlanmasının elzem olduğu da açıktır. Bu kapsamda müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekliliği kabul edilse dahi bu müdahalenin ölçülü olması da gerekmektedir.

108. Somut olayda başvurucunun polis müdahalesinden kaçarken coplarla vücudunda yaygın ekimozlar oluşacak şekilde müdahaleye maruz kalmasının ölçülü olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu şekilde tamamen hoşgörüsüz davranılmasının başvurucu açısından caydırıcı bir etki oluşturduğu ve bu müdahalenin temel bir sosyal ihtiyacı karşılama niteliğinden yoksun olduğu değerlendirilmiştir.

109. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

110. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

111. Başvurucu 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

112. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

113. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması içinyeniden soruşturma yapılmak üzere kararın bir örneğinin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

114. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/4/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF AYDIN DOST BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19954)

 

Karar Tarihi: 12/6/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 1/8/2018-30496

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Melek KARALİ SAUNDERS

Başvurucu

:

Elif AYDIN DOST

Vekili

:

Av. Alp Tekin OCAK

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, üniversite harçlarına yapılan zamları protesto etmek amacıyla düzenlenen toplantının dağıtılması sırasında kolluk görevlisinin müdahalesiyle yaralanma meydana gelmesi sonucunda yapılan şikâyet üzerine açılan kamu davasında fiilin sabit görülerek hapis cezasına hükmedilmesine rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle eylemin yaptırımsız kaldığı belirtilerek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Biyoloji Bölümünde eğitimini sürdürmekte iken 21/9/2006 tarihinde üniversite harçlarına yapılan zammı protesto etmek ve bu konuda Üniversite rektörü ile görüşmek için Rektörlük binası önünde diğer öğrencilerle birlikte toplanmıştır.

10. Özel güvenlik görevlilerinin topluluğun dağıtılması konusundaki girişimlerinin başarılı olmaması üzerine jandarmaya bilgi verilmiştir. Karadeniz Teknik Üniversitesi Jandarma Karakolu Komutanı olarak görev yapan A.Y. emrindeki erlerle birlikte olay yerine gelmiş ve duruma müdahale etmiştir. Başvurucunun anlatımına göre Karakol Komutanı gruba karşı güç kullanılması emrini vermiş, bu arada kendisine de copla vurmuş ve aldığı darbenin etkisiyle parmağı kırılmıştır.

11. Başvurucunun Trabzon Numune Hastanesinden aldığı 21/9/2006 tarihli rapora dayanarak düzenlenen Adli Tıp Kurumunun 27/9/2006 tarihli raporunda şu hususlara yer verilmiştir.

"Elif aydın'a ait Trabzon Numune Hastanesi'nin[.....]raporunun tektikinde;

Sağ el 4. parmak orta falanksta şişlik ve fraktür mevcut olduğu bildirildiğine göre;

SONUÇ:

1.Fiilin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, tarif edilen kırığın hayat fonksiyonlarına etkisinin hafif (1) derecede olduğu,

2.Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açmadığı..."

12. Başvurucu 22/9/2006 tarihli dilekçeyle Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) başvurarak A.Y. ve diğer görevliler hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucu; dilekçesinde, Üniversite rektörü ile görüşmek üzere diğer arkadaşları ile beklemekte iken A.Y.nin hukuka aykırı bir şekilde güç kullanma emri verdiğini, emir üzerine yapılan müdahaleler sırasında aldığı darbeler sonucu parmağının kırıldığını belirterek ilgililer hakkında işkence ve kötü muamelede bulunmaktan dolayı kamu davası açılmasını talep etmiştir.

13. Konu ile ilgili olarak Savcılıkça başlatılan soruşturma sonucunda 31/1/2007 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; başvurucunun eğitimini sürdürdüğü Üniversitenin harçlarının fazla belirlendiği kanaatiyle, bu hususu görüşmek üzere Rektörlük önünde diğer öğrencilerle birlikte toplandıkları, bu sırada taşkınlık yapılması üzerine olay yerine Jandarma Karakol Komutanı ile birlikte diğer jandarma görevlilerinin geldiği, slogan atan öğrencilerin dağılmaları konusunda uyarılmalarına rağmen bunun yerine getirilmemesi üzerine mevzuattan kaynaklanan yetkilerin kullanıldığı, bu sırada başvurucunun görevin ve şartların gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanılarak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif olmayacak ve sağ el parmağında kırık meydana gelecek şekilde yaralanmasına yol açıldığı iddiasına yer verilerek şüpheli A.Y.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 256. maddesinin yaptığı gönderme ile aynı Kanun'un 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası,87. maddesinin (3) numaralı fıkrası ve 53. maddesi uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir.

14. Aynı tarihli Ek Kovuşturmama Kararı ile Savcılık, olay günü Jandarma Karakolu Komutanı olan şüpheli A.Y.nin öğrencileri dağılmaları konusunda ikaz etmesine rağmen öğrencilerin bu uyarıya uymayarak slogan atmaları nedeniyle mevzuattan kaynaklanan zor kullanma yetkisini orantılı olarak kullandığı ve olayda kasten müessir fiil suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle atılı suçtan dolayı kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

15. Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 10/3/2007 tarihli kararıyla,sanık A.Y.nin zor kullanma yetkisinin sınırını aşmak suretiyle başvurucunun parmağında kırık meydana getirerek yaralanmasına sebep olduğu hususunun sabit görüldüğü gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un 256. maddesi delaleti ve 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 1 yıl hapsine, kırığın hayati fonksiyonlara etkisi gözetilerek takdiren cezanın 1/6 oranında artırılarak 1 yıl 2 ay hapsine, ilk defa suç işlediği ve duruşmalardaki iyi hâli gözönüne alınarak aynı Kanun'un 62. maddesi uyarınca cezanın takdiren 1/6 oranında indirilerek 11 ay 20 gün hapsine, Kanun'un 51. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca cezanın ertelenmesine, suçtan pişman olduğuna ilişkin herhangi bir söz ve davranışının bulunmaması, katılan başvurucunun maddi ve manevi zararlarının giderilmemiş olması ve cezanın ertelenmesi nedenleriyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ile ilgili 231. maddesinin (5) numaralı fıkrası hükmünün uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

16. Temyiz incelemesi sonucunda karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 6/3/2013 tarihli ilamıyla;

i. Sanığın ilgili mevzuat uyarınca, izinsiz gösteri yapan ve tüm uyarılara rağmen Rektörlük binasına girmeye çalışan grubu dağıtmak istediği sırada grupta yer alan başvurucunun yaralanmasına sebep olduğunun anlaşılması nedeniyle kasten hareket edip etmediğinin ve 5237 sayılı Kanun'un Birinci Kitap'ının İkinci Kısım'ının "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlıklı İkinci Bölüm'ünde yer alan "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükmünün uygulanabilirliği hususunun kararda değerlendirilmediği,

ii. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen zarar kavramının manevi zararı kapsamadığı, sanığa atılı suçun ne tür bir zarara yol açtığının kararda belirtilmediği,

iii. Buna göre HAGB koşullarının değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleriyle bozulmuştur.

17. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 19/11/2013 tarihli kararıyla sanık kolluk görevlisinin eyleminin sabit görüldüğü gerekçesiyle kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin(1) numaralı fıkrasında sayılan haklardan yoksun bırakılmasına, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmaması ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatinin oluşması sebebiyle 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca HAGB'ye karar vermiştir.

18. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/2/3009 tarihli ve E.2008/11-250, K.2009/13, E.2009/04-13, K.2009/12 sayılı kararlarına atfen itiraz incelemesinin yalnızca HAGB'nin şartlarının oluşup oluşmadığı hususuyla sınırlı olduğu, HAGB kapsamında kalacak şekilde cezanın yanlış hesaplanması, HAGB dışına çıkmayacak bir biçimde takdir yetkisinin yanlış kullanılması gibi hususların itiraz aşamasında yapılan incelemenin konusunu oluşturamayacağı, bu tür hukuka aykırılıkların ancak denetim süresi içinde veya sonunda, açıklanan veya verilen hükümle birlikte temyiz kanun yolunda incelenebileceği belirtilerek olayda HAGB şartlarının oluştuğu, bu yönüyle kararda hukuki isabetsizlik bulunmadığı gerekçeleriyle reddedilmiştir.

19. Karar 18/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı256. maddesi şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

21. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

22. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması"kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluklarını kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadar indirilerek hükmolunur.

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilemez."

23. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle eklenen (5) ve (6) numaralı fıkralar şöyledir:

“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, bir yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir.”

B. Uluslararası Hukuk

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

26. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

27. AİHM, işkence veya kötü muamele suçu işlendiğinin iddia edildiği durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 34).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu;

i.Öğrenim harçlarına yapılan zamları protesto etmek ve bu konudaki taleplerini Üniversite yönetimine iletmek isterken, diğer bir deyişle barışçıl bir şekilde toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanırken kolluğun müdahalesi ile karşılaştığını, hiçbir şekilde kolluğa mukavemet göstermediklerini, kolluk görevlilerinin amiri A.Y.nin "Şunların kafalarını kırın, dağıtın." şeklindeki talimatı üzerine kendisine copla vurulması sonucunda sağ el dördüncü parmağının kırıldığını,

ii. Kırılan parmağını kullanamadığını, parmağının işlevini yitirdiğini, dışarıdan bakıldığında bile eğriliğinin tespit edilebildiğini, dolayısıyla parmağında sabit eser ve iz meydana geldiğini,

iii. Bu hususun tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevkini talep etmişse de bu talebinin yerine getirilmediğini,

iv.Savcılığın eylemi yanlış nitelendirerek 5237 sayılı Kanun'un "İşkence ve Eziyet" ile ilgili Üçüncü Bölüm'de yer alan 95. maddesi ile bağlantılandırarak iddianame düzenlemek yerine "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. madde ile bağlantılandırarak düzenlediği iddianame ile kamu davası açtığını,

v. Bunun sonucunda fiil için öngörülen cezanın 5237 sayılı Kanun'un 95. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında ağırlaştırılarak uygulanması yerine HAGB kararı verilmek suretiyle eylemin cezasız kalmasına yol açıldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

30.Bakanlık görüş yazısında;

i. Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında incelenmesigerektiği,

ii. Derece mahkemelerinin yapılan yargılama sonucunda kolluk görevlisinin 5237 sayılı Kanun'un 256. maddesi kapsamında zor kullanma yetkisinin sınırını aşmak suretiyle başvurucunun parmağında hafif derecede kırık oluşacak şekilde yaralanmasına sebep olduğunu tespit ederek anılan madde hükmünün yaptığı gönderme ile aynı Kanun'un 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmadığı ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatiyle HAGB'ye karar verdiği,

iii. Anayasa'nın 17. maddesinin usul açısından öngördüğü yükümlülükler yönünden değerlendirildiğinde kolluk görevlisi hakkında açılan davada, adli makamların gerekli incelemeleri yaptıkları, eylem ile ilgili delilleri topladıkları, başvurucunun sürece katılımının da sağlandığı, işkence iddialarına ilişkin olarak Mahkemenin ayrı bir değerlendirme yapmayıp hükmünü zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan kurduğu,

iv. Modern ve demokratik ceza adaleti anlayışının cezayla suçluların uslandırılması fonksiyonu yönünden kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması esasına dayanan yaptırımların her zaman arzulanan sonuçları vermediği yönünde olduğu, bu nedenlehapis cezalarının en son çare olarak uygulanması gerektiği,

v. HAGB kurumunun bu anlayış doğrultusunda güncel ceza muhakemesi mevzuatında yer aldığı,

vi. İlgili düzenlemenin hâkime tam bir takdir yetkisi verdiği, bu bağlamda kurumun bir af ya da bağışlama öngörmediği yönünde değerlendirme yapılmıştır.

B. Değerlendirme

31. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

32. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucu, barışçıl bir şekilde yapılan toplantının dağıtılması sırasında kendisini darbeden kolluk görevlisinin etkin bir şekilde cezalandırılmaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

35. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

36. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası -mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun- kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin vermemektedir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).

37. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

38. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

39. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

40. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele işkencedir. Muamelenin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkencenin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

41. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 88).

42. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Eziyetten farklı olarak, uygulanan bu muamele kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

43. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

44. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91).

45. Öte yandan Anayasa'nın 17. maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı güç kullanımını yasaklamamaktadır. Sınırları belli bazı durumlarda, mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Olay tarihinde Karadeniz Teknik Üniversitesinde öğrenci olan başvurucu, üniversite harçlarına yapılan zamları protesto etmek ve bu hususta Üniversite rektörü ile görüşmek üzere Rektörlük binası önünde diğer öğrencilerle bir araya gelmiş; olay yerine emrindeki görevlilerle birlikte gelen Jandarma Karakolu Komutanı A.Y., dağılmaları yönünde yaptığı uyarıların sonuç vermemesi üzerine grup hâlindekiöğrencilerin güç kullanılarak dağıtılması hususunda emrindeki görevlilere emir vermiş; bu arada kendisi de copla öğrencileri dağıtmaya çalışırken başvurucunun parmağının kırılmasına yol açmıştır.

47. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedenleriyle aksi yönde bir veri bulunmadığı sürece derece mahkemelerinin olayın oluşu ile ilgili tespitlerinden ayrılmak için bir neden bulunmamaktadır. Bu itibarla başvurucunun demokratik bir hakkını kullanması sırasında kolluk görevlisi tarafından hafif olmayacak şekilde yaralandığı, dolayısıyla olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir. Öte yandan derece mahkemelerinin yaptığı tespite göre olayda başvurucunun kendisine karşı zor kullanılmasını gerektirecek herhangi bir eyleminin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

48. Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylem nedeniyle yapılan yargılama sonucunda sanık A.Y. hakkında kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası verilerek HAGB'ye karar verilmiştir. Mahkeme tarafından verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığının, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.

49. Olayda kendi eylemi bunu gerekli kılmadığı hâlde kolluk görevlisinin uyguladığı aşırı güç sonucunda başvurucunun parmağı kırılmıştır. Her ne kadar başvurucu vekili tarafından başvurucunun parmağını kullanamadığı iddia edilmişse de başvuru dosyasına sunulmuş bu yönde bir sağlık raporu bulunmadığından bu iddiaya itibar edilmesi mümkün olmamıştır. Başvurucunun katıldığı toplantının dağıtılması sırasında güç kullanımını zorunlu kılan bir durum olmaksızın uygulanan güç nedeniyle yaralanmasına yol açılmışsa dabelli bir amaçla, bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylemin işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımadığı sonucuna varılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin konu ile ilgili içtihadı kapsamında başvurucunun olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldığının kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.

50. Maruz kalınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen HAGB kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca A.Y.nin eyleminden dolayı hakkında disiplin yönünden işlem yapıldığına ilişkin başvuru dosyasına herhangi bir verinin yansımadığı dikkate alındığında olayda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun parmağının kırıldığı tespit edilmiş ise de sonuç olarak sanığın bu eylemi nedeniyle herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı anlaşıldığından başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

52. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

53. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu, olanaklı olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

54. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

55. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

56. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

57. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemli olmakla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi, kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

58. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvurucununmaruz kaldığı muamele nedeniyle kolluk görevlisi hakkında yapmış olduğu şikâyetle ilgili olarak Savcılığın olayın gerektirdiği süratle davranarak soruşturma başlattığı anlaşılmaktadır. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından 31/1/2007 tarihli iddianame ile kolluk görevlisi A.Y. hakkındazor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle yaralama suçundan kamu davası açılmış, kasten yaralama suçundan ise ek kovuşturmama kararı verilmiştir.

60. Yapılan yargılama sonucunda Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi 10/3/2009 tarihli kararı ile A.Y.nin fiilini sabit görmüş ve cezanın alt sınırından uygulanmasını uygun görerek neticeden 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanınertelenmesine, HAGB'ye ilişkin hükümlerin uygulanmasına yer olmadığına karar vermiştir. Bu kararın temyiz incelemesi sonucunda bozulması üzerine ilk derece mahkemesi Yargıtay bozma kararına uyarak sonucu itibarıyla eylem için daha hafif bir düzenlemeyi öngören HAGB ile ilgili hükümler çerçevesinde olayı değerlendirmiştir. Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına atfen mahkûmiyet hükmüne yönelik herhangi bir değerlendirmeyi içermeksizin yalnızca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşullarının olayda oluşup oluşmadığı yönünden inceleme yapmış ve yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Karar, bu şekilde 10/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.

61. Bu itibarla başvurucunun şikâyeti ile ilgili kovuşturmanın yaklaşık yedi yıl sürdüğü tespit edilmiştir. Karışık olmayan hukuki ve maddi unsurlar içeren uyuşmazlığın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarıyla da ilgili olduğu gözönünde bulundurulduğunda iki dereceli yargılama süresinin bu türdeki şikâyetlerin hızlı ve etkili bir biçimde sonuçlandırılması gerektiği yönünde yukarıda yer verilen ilkelere uygun olmadığı değerlendirilmiştir.

62. Öte yandan yürütülen yargılama sonucunda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele boyutunda bir yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği görülmekle birlikte soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan failin suç nedeniyle hesap vermesinin sağlanması ve fiiliyle orantılı bir ceza alması koşulunun yerine getirilmesinden uzak bir şekilde olayda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

63. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015).

64. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, § 102).

65. İlk derece mahkemesinin -eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında- sanık A.Y. hakkında verdiği 11 ay 20 gün hapis cezasına ilişkin HAGB kararı sonucunda sanığın deneme süresi içinde suç işlememesi hâlinde bu ceza hiç olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır. Ulaşılan bu sonucun bu tür olaylara karışan kamu görevlilerine hoşgörü ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve bu tür fillere eğilimi olan görevlileri cesaretlendirebileceği gibi bireylerin bu kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

66. Öte yandan ceza yargılamasının HAGB kararı ile sonuçlanmış olması, kolluk görevlisinin sabit görülen eyleminden dolayı disiplin yönünden de hiçbir soruşturmaya tabi kılınmadığı ve hiçbir disiplin yaptırımı ile karşılaşmadığı tespiti ile birlikte ele alındığında cezasızlığın etkisini ağırlaştırmaktadır. Hizmet cetveli incelendiğinde başvurucunun yaralanmasına yol açan kolluk görevlisinin yapılan ceza soruşturması ve kovuşturma sürecinde göreviyle ilişiğinin kesilmediği gibi başvurucuya yönelik insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında değerlendirilen eyleminin sabit görülmesine rağmen kariyerini kesintisiz bir şekilde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Disiplin yönünden de kolluk görevlisinin eylemi için herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış olması HAGB kararının bu tür eylemlerin hoşgörülemeyeceğine yönelik algının zayıflaması yönündeki etkisini pekiştirmektedir.

67. Sonuç olarak ceza yargılamasının makul sürede tamamlanmaması, sanık A.Y. hakkında HAGB'ye karar verilmesiyle bu tür eylemlerin hoşgörülmeyeceği yönündeki algının zayıflamasına yol açacak şekilde A.Y.nin disiplin yönünden de hiçbir yaptırımla karşılaşmamış olması nedenleriyle olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucu; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğinin tespitini, yargılamanın yenilenmesini, parmağında oluşan ve kalıcı olduğunu ileri sürdüğü hasar nedeniyle 30.000 TL tazminat talep etmektedir.

71. Yapılan inceleme sonucunda olayda, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

72. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutununihlali nedeniyle, yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuyaödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesine (E. 2013/165, K. 2013/550) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

F. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DOĞUKAN BİLİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/15736)

 

Karar Tarihi: 29/5/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 9/7/2019-30826

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Doğukan BİLİR

Vekili

:

Av. Ali ÇUVALCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 25/9/2014, 19/1/2015 ve 8/1/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. 2015/1091 ve 2016/926 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/15736 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/15736 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. 1990 doğumlu, üniversite öğrencisi olan ve ailesiyle birlikte Eskişehir’de yaşayan başvurucu, Gezi Parkı olayları kapsamında 2/6/2013 günü Eskişehir’de düzenlenen gösteriye katılmıştır.

11. Başvurucu, gösteriler sırasında polislerle sivil bir vatandaş tarafından sokak ortasında ağır şekilde darbedildiğini öne sürerek şikâyetçi olmuştur.

12. Polis, olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısına derhâl bilgi vermiş; Savcılık konunun araştırılması talimatını vermiştir.

13. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü 5/6/2013 tarihinde fezleke hazırlayarak Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) göndermiştir. Savcılığın 2013/15759 No.lu soruşturmasına kaydedilen dosyada Cumhuriyet savcısı 10/6/2013 tarihinde Eskişehir Asayiş Şube Müdürlüğüne müzekkere yazarak suç faillerinin kimliklerinin tespit edilmesini ve yakalanmasını, aksi takdirde arama çalışmaları hakkında 3/6/2014 tarihine kadar üç ayda bir olmak üzere bilgi verilmesini istemiştir. Bu soruşturma, Savcılığın Eskişehir’de Gezi Parkı olayları kapsamında yürütülen 2013/15785 sayılı soruşturmasıyla 12/6/2013 tarihinde birleştirilmiştir. 9/5/2014 tarihli kararla başvurucunun yaralandığı olayla ilgili dosya tefrik edilmiş, Savcılığın 2014/14299 sayılı soruşturması üzerinden tahkikat sürdürülmüştür.

14. 6/2/2014 gününe kadar bu müzekkereye cevap verilmemesi üzerine Savcılık, yazı gereğinin yerine getirilmesini Emniyet Müdürlüğünden istemiştir. Bu yazıya da cevap verilmeyince başvurucu vekili 8/5/2014 tarihinde soruşturmanın ilerlemesini engelleyen kolluk görevlileri hakkında suç ihbarında bulunmuştur. Bu konudaki soruşturma da aynı dosya üzerinden yürütülmüştür.

15. 2013/15785 No.lu soruşturmada 28/2/2014 tarihinde tanzim edilen tutanağa göre Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının 24/9/2013 tarihli tevdi raporunun sehven başka bir savcının uhdesinde bulunan 2013/24449 veya 2013/18122 No.lu soruşturma dosyalarından birinin içine girdiği tespit edilerek rapor, ilgili dosyaya eklenmiştir.

B. Başvurucunun Beyanları

16. Başvurucu 3/6/2013 tarihinde tedavi gördüğü hastanede polis memurlarına, 5/9/2013 tarihinde olayla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının yürüttüğü idari soruşturmada ve kovuşturmada olayla ilgili olarak şu iddiaları dile getirmiştir:

- Başvurucu, birkaç arkadaşıyla birlikte 2/6/2013 tarihinde Espark’ta düzenlenen Gezi Parkı eylemlerine katılmıştır. Saat 01.00 civarında eylemden ayrılmak üzereyken toplumsal olaylara müdahale araçlarından (TOMA) biri su sıkarak yaklaşmıştır. Bunun üzerine başvurucu ve arkadaşları olay yerinden kaçmak için koşmaya başlamıştır. Bu sırada arkadaşlarından ayrıldığını fark eden başvurucu, Asarcıklı Caddesi’ne yönelmiştir. Yunus Emre Caddesi’nde Çevik Kuvvet polisini görünce B… Otel’in bulunduğu sokağa girmiştir. Sokak başında kısa bir süre bekledikten sonra polisin hareketlendiğini görünce otele doğru koşmaya başlamıştır. Bu sırada elleri sopalı, ikisi gaz maskeli, dört beş kişi sopalarla başvurucuya saldırmıştır.

- Bu kişilerden kurtulmak için karşı tarafa yöneldiğinde orada da bir grubun beklediğini gören başvurucu, ani bir refleksle geri dönmüştür. Burada maskeli, sivil giyimli bir polisle onun arkasından gelen iki kişi başvurucuyu yaralamıştır. Yere düşen başvurucuya polisler copla vurmuştur. Başvurucu buradan da kaçınca bina arasında kuytu bir yere girmiş, burada tekrar yedi sekiz kişi tarafından dövülmüştür. Başvurucunun kimliğini polislerden biri almıştır. Polis gitmesine izin verince Asarcıklı Caddesi’ne yönelen başvurucuyu önüne çıkan sivil giyimli ve maskeli bir kişi coplamış, başvurucunun dişi çıkmıştır. Aldığı darbelerin tesiriyle yere düşen başvurucu araçların arasına sürünerek saklanmıştır. İki bina arasına sığınarak babasını arayan başvurucuyu bir müddet sonra gelen babası Eskişehir Asker Hastanesine götürmüştür. Başvurucu kendisini yaralayan kişilerin eşkâllerini hatırlayamadığını söylemiştir.

C. Sanıkların Savunmaları

1. Polis Memurlarının Savunmaları

17. Polis memuru sanıklar Ş.G., S.B. ve H.E.nin idari soruşturma, Savcılık soruşturması ve kovuşturmadaki savunmaları şöyle özetlenebilir:

- Resmî elbise giyilmesi yönünde bir emir verilmediği için Polis Memuru Ş.G. sivil kıyafetle olay yerine gitmiştir. Diğer polislerin üniforma giyip giymedikleri konusunda ifadelerinde bir açıklama bulunmamaktadır. Yunus Emre Caddesi üzerindeki eylemcilere Çevik Kuvvet defalarca müdahale etmiş, her müdahale sonrası eylemciler ara sokaklara kaçıp civardan temin ettikleri cisimleri caddeye fırlatmıştır. Birçok polis memuru bu cisimlerin isabet etmesi sonucunda yaralanmıştır.

- Çevik Kuvvetin son müdahalesinden sonra amirlerin sözlü talimatı üzerine eylemcilerin cisim atmalarını önlemek, esnaf ve sivil vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlanmak ve gruptan ayrılan eylemcilerin tekrar birleşmelerine engel olmak için polislerden bazıları Sanayi Sokak’a girmiştir. Polisler burada bir fırının önünde beklemişler; S.K. isimli, sivil vatandaş olduğunu olaydan sonra basında çıkan haberlerden öğrendikleri kişiyi görmüşlerdir. Bu sırada S.K. ile fırıncılar sohbet etmektedir.

- Çevik Kuvvet polislerine saldıran bir grup gösterici, Asarcıklı Caddesi girişinde bekleyip ellerinde bulunan maddeleri polise fırlatmaya devam etmiştir. Cadde sonunda bekleyen gruba Çevik Kuvvet müdahale edince yedi sekiz kişilik bir grup Sanayi Sokak'a girmeye çalışmıştır. Polisin göstericileri uyarması sonucu gurubun bir kısmı sokağa giremeden geri dönerek kaçmıştır. İsmini sonradan basından öğrendikleri Doğukan Bilir’in (başvurucu) de aralarında olduğu üç kişi sokağa girmiştir. Sokağın karşı tarafında görevli polisleri gören bu kişiler geri döndükleri esnada Doğukan Bilir’in elinde şişeye benzer bir cisim olduğunu düşünen Polis Memuru S.B., Doğukan Bilir’e omuz vurarak gözaltına almak üzere onu yakalamıştır. Guatr hastası olan ve iki ay önce apandisit ameliyatı geçirdiğinden hareket kabiliyeti kısıtlı olan Polis Memuru H.E. gazdan etkilenmiştir. H.E.nin gaz maskesi kullanmayı tam olarak bilmemesi de bu tesiri yoğunlaştırmıştır. Ş.G., diğer Polis Memuru S.B.ye yardım etmek üzere yanına gitmiştir. Doğukan Bilir daha iri ve uzun olduğu için S.B. onu yakalamakta zorlanmıştır. Yakalamaya direnen Doğukan Bilir’in mukavemetini kırmak için S.B. copla birkaç kez başvurucunun bacaklarına vurmuştur. S.B. ve Ş.G. Doğukan Bilir’in kolundan tutup onu kelepçeleyecekleri esnada sonradan adını basından öğrendikleri S.K. isimli sivil vatandaş polisin arkasından yaklaşarak Doğukan Bilir’e elindeki bir cisimle vurmak üzere hamle yapmıştır. S.K. polislerin arkasında olduğu için polisler onu fark edememiştir.

- Doğukan Bilir, S.K.nın elinde cisimle geldiğini görünce ani bir hamleyle polisin elinden kurtularak göstericilerin bulunduğu eski otogar istikametine doğru koşmaya başlamıştır. Doğukan Bilir'i S.B. kovalamış ancak sendeleyerek yere düştüğü için yakalayamamıştır. S.K. da Doğukan Bilir’in peşinden gitmiştir. Polisin sayıca az olması ve kaçan bu kişilerin diğer göstericilerin arasına karışması nedeniyle Doğukan Bilir yakalanamamıştır. Polisler, kamu görevlisi olmayan S.K.dan yardım istememiştir. İki ay önce ameliyat olan guatr hastası H.E.nin Doğukan Bilir’e yönelik bir müdahalesi olmamıştır.

- Doğukan Bilir’in ifadeleri incelendiğinde kendisi aynı gece farklı yerlerde, birkaç kez, birden fazla kişi tarafından darpbedilmiştir. Yakalama işlemi sırasında Doğukan Bilir’in direnmesi sebebiyle ilk etapta S.B. belden aşağısına kısa mesafede cop kullanmış ancak diğer iki polis bu kişiye karşı fiziki bir müdahalede bulunmamıştır.

2. Kamu Görevlisi Olmayan Sanık S.K.nın Savunmaları

18. Olay yerinde bulunan sivil şahıs S.K.nın idari soruşturma, soruşturma ve kovuşturmadaki savunmaları şöyle özetlenebilir:

- Doğukan Bilir’i önceden tanımamaktadır. Olaydan yarım saat önce Yunus Emre Halk Çarşısı ile pazar yeri yakınlarında, ara sokakta yaklaşık on gösterici S.K.yı darbetmiştir. Olay gecesi saat 00.30 civarında ismini bilmediği fırının köşesinde beklerken yakında bulunan aracını alıp eve gitme telaşı içindedir. Fırının bulunduğu yerden B… Otel'in köşesine gelerek sokakta gösterici olup olmadığını kontrol etmek istemiştir. Göstericilerin sokakta bulunmaları hâlinde ise o sokağa girmeyi düşünmemektedir. Sokağın başına geldiğinde iki kişi, sonradan Doğukan Bilir olduğunu öğrendiği göstericinin kollarından tutmuş beklemektedir. Doğukan Bilir’i tutan iki kişinin polis olduğunu düşünerek yanlarına yaklaşmıştır. Polislerin müştekiye (başvurucu) vurduğunu görmemiştir.

- Sivil polisler tarafından kollarından tutulan müştekiye elindeki sopayla yönelmesinin nedeni, bu kişinin kendisini darbeden göstericilerden biri olduğunu düşünmesidir. Müştekinin kendisini darbedenlerden biri olmadığını anlayınca ona vurmaktan vazgeçmiştir. Doğukan Bilir'e kimin vurduğunu görmemiştir.

D. Otel İşletmecisi Tanık E.G.nin Anlatımı

19. Olay yerindeki bir otelin işletmecisi olan tanık E.G.nin idari soruşturma, soruşturma ve kovuşturmadaki ifadeleri şöyledir:

- Olayı tüm ayrıntısıyla otelin penceresinden izlemiştir. Doğukan Bilir’i kaçarken otelin önünde gaz maskeli, sivil giyimli, elinde uzun bir cop veya sopa bulunan biri yakalamıştır. Hemen akabinde maskesiz ve elinde sopa veya cop bulunan bir başka kişi gelmiştir. Polis olduğunu düşündüğü ancak yüzlerini tam olarak göremediğinden teşhis edemeyeceği bu iki kişi, ellerindeki sopa veya copla yakaladıkları kişinin (başvurucu) bacaklarına doğru vurmaya başlamıştır. Tam bu sırada S.K. olduğunu sonradan öğrendiği sivil vatandaş polislerin elindeki Doğukan Bilir’e yaklaşarak kafasına elindeki meşe sopasıyla vurmuştur. Bu arada gaz maskeli ve eli sopalı dördüncü bir şahıs daha gelmiş fakat bu kişi müştekiye vurmamıştır. Doğukan Bilir bunların elinden kurtularak eski otogar istikametine doğru kaçmaya başlayınca S.K. onu takip etmiştir. Ertesi sabah Doğukan Bilir’in babası E.B. otele gelmiş ve polislerin çocuğunu dövdüğünü görüp görmediğini sormuştur. Başvurucunun babasına olayı baştan sona gördüğünü, çocuğunu S.K. isimli şahsın dövdüğünü söyleyerek kamera görüntülerini babasına izletmiştir. S.K.nın olay yerinde düşürdüğü ve kendisinin daha sonra bulduğu künyeyi E.B.ye vermiştir.

E. Doktor Raporları

20. Eskişehir Asker Hastanesinin 3/6/2013 tarihli kesin adli muayene raporundaki bulgular şöyledir: Sol kaş üzerinde lateralde (yan taraf) 2 cm çapında şişlik, sağ maksiller (üst çene) bölgede 1 cm uzunluğunda cilt erozyonu, burun yanında 1 cm cilt erozyonu, alt dudak solda 3 cm uzunluğunda şişlik ve 1 cm uzunluğunda laserasyon (yırtılma), sol dudak lateralinde 2 cm uzunluğunda yüzeysel cilt erozyonu, sırttasağ skapular (kürek kemiği) bölge üzerinde vertikal (dikey) 2 adet 20 cm, sol skapula üzerinde transvers (yatay) 3 adet 20 cm, solda kostolomber (bel kaburgası) ve lomber (bel) bölgede iki adet 20 cm uzunluğunda ekimoz, sağ kol lateralinde 2 adet 10 cm uzunluğunda transvers ekimoz, sol kol lateralinde 1 adet 20 cm uzunluğunda transvers ekimoz, sağ patella (diz kapağı) lateralinde 1 cm çapında laserasyon, sol bacak lateralinde 2 adet 10 cm uzunluğunda ekimoz, sol kaş lateralde 2 cm çapında şişlik mevcuttur. Mevcut yaraların kişiyi hayati tehlikeye sokmadığı, yüzde sabit iz bırakmayacağı, beş gün iş ve güce engel teşkil ettiği, basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği bildirilmiştir.

21. Aynı gün, aynı Hastanede diş hekiminin düzenlediği raporda şu bilgiler mevcuttur: Alt çene 41, 31 ve 32 No.lu dişlerde luksasyon (travmaya bağlı olarak dişin yuvasından ayrılması), alt ve üst çene labial mukozalarda (dudak iç kısmı) post travmatik ödem, mandibular (alt çene) labial mukozanın iç yüzeyinde alt kesici dişlerin kenarlarına uygun hizada yaklaşık 1 cm boyunda kesi, sol mandibular labio angular (alt çene dudak kenarı) bölgede travma sonrası ödem, sol mandibular simfiz (kaynaşma noktası) bölgesi yumuşak dokuda 1 cm uzunluğunda vertikal kesi saptanmıştır.

F. Görüntü İzleme ve Teşhis Tutanakları

22. İdari tahkikatı yapan müfettişler 12/9/2013 tarihinde başvurucu Doğukan Bilir’e otelin kamera görüntülerini izlettirmiştir. Bu hususta düzenlenen tutanaktaki bilgiler şöyledir:

 “…03/06/2013 günü (kamera saati ile) saat:00.15.40 zaman diliminde görünen ve sokağa doğru koşan toplam (4) kişiden en sağ ön taraftaki koyu renkli kapri şort, spor ayakkabı ve uzun gömlek bulunan şahsın kendisinin olduğunu, yine aynı sokakta kamera saati ile 00.15.58 ile 00.16.10 arasındaki görüntüde uzun saçlı ve saçlarının arkadan bağlı olan, üzerinde uzun kollu kareli gömlek bulunan şahsın kendisinin olduğunu teşhis etmiştir. Elindeki sopa veya coplarla kendisine vuran (3) kişiden sağ ve sol tarafında bulunan ve kendisini tutan kişilerin polis olduklarını düşündüğünü ancak kim oldukları hakkında herhangi bir fikrinin olmadığını, sonradan gelen ve direk kafasına vurmaya çalışan kişinin ise [otel sahibi E.G.den] öğrendiğine göre fırıncılardan [S.K.] isimli şahıs olduğunu beyan etmiştir.”

G. Polis Memurları Hakkında Yapılan Disiplin Soruşturması

23. Eskişehir İl Polis Disiplin Kurulunun 28/1/2014 tarihi kararıyla Polis Memuru Ş.G., S.B. ve H.E. hakkında Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün 7. maddesinin (B) fıkrasının (1) No.lu bendi uyarınca hizmet içinde resmî sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak eyleminden on altı ay süreyle kademe ilerlemesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Kararda Polis Memuru S.B.nin başvurucuyu yakalayarak bacağına copla vurduğu, daha sonra gelen Polis Memuru Ş.G.nin S.B.ye yardım ederek darp eylemine katıldığı, H.E.nin başvurucuya bir müdahalede bulunmadığı kabul edilmiş; her üç polisin de başvurucuyu yaralayan sivil vatandaş S.K.ya karşı herhangi bir müdahalesinin olmadığı tespiti yapılmıştır.

H. Soruşturma ve Kovuşturma Neticesinde Verilen Kararlar

1. Savcılığın Müzekkeresine Yanıt Vermeyen Kişiler Hakkında Yapılan Soruşturma

24. Savcılık, müzekkeresine yanıt vermeyen ve kimlikleri tespit edilmeyen Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü görevlileri hakkında adli görevi kötüye kullanma, başvurucuyu yaraladığı öne sürülen dört polis amir ve memuru hakkında 9/5/2014 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…polis baş müfettişlerince inceleme yapılmış, inceleme raporu, soruşturma evrakı içerisinde mevcut 28/02/2014 tarihli tutanak içeriğinde de anlaşılacağı üzere sehven [başka bir savcının baktığı] 2013/24469 veya 2013/18122 soruşturma sayılı dosyalardan birisi içerisine girmesi nedeniyle esasen ilişkili olduğu mevcut soruşturma dosyasına 28/02/2014 tarihinde konulmuş ise de, şüphelilerin tespit edilmiş olduğu, polis başmüfettişlerinin inceleme raporlarının soruşturma evrakına belirtilen tutanak gereğince gecikmeli olarak intikal ettirilmesinin dava zamanaşımı vs. yönünden hak kaybına neden olmadığı anlaşılmıştır.

Hâl böyle iken müşteki vekili Av. Ali Çuvalcı 08/05/2014 havale tarihli iki sayfadan ibaret dilekçesinin birinci sayfası açıklamalar bölümü 2 nolu bendinde 10/06/2013 tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü'ne şüphelilerin tespit edilmesi talep edilerek yazı yazıldığını, bu yazının 06/02/2014 tarihinde tekit edilmiş olmasına rağmen herhangi bir işlem yapılmamasının sebebinin taraflarına bildirilmesini, görevini yapmayan ve soruşturmayı engellemeye çalışan kolluk görevlilerin tespit edilerek haklarında soruşturma yürütülmesini iddia ve şikayet ettiği,

Yine müşteki vekili Av. Ali Çuvalcı 08/05/2014 havale tarihli iki sayfadan ibaret dilekçesinin birinci sayfası 3 nolu bendinde müvekkili müştekinin darp edilmesi olayının basit bir kasten yaralama olayı olmayıp TCK 94/1 maddesi kapsamında işkence suçunu oluşturduğunu iddia ettiği görülmüştür.

Buna göre,

Eskişehir C. Başsavcılığı'nın bilgisi dahilinde polis baş müfettişlerince müşteki Doğukan Bilir'in darp edilmesi olayının incelemesinin yapılması nedeniyle müştekiye yönelik darp eylemini gerçekleştiren ve tespit edilen (darp suçunu işleyen şüpheliler) kişiler yönünden evrakın gereğinin yerine getirildiği, soruşturma evrakı içerisinde mevcut 28/02/2014 tarihli tutanak içerisinde belirtilen gerekçeye istinaden müştekinin darp edilme olayının tahkikat evrakının gecikmeli olarak ilişkili olduğu soruşturma dosyasına konulması olayında Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü ve adliye personeli bakımından görevi kötüye kullanma kastının olmadığı, bu itibarla ortada tahkikatı gerektirir suç unsurunun bulunmadığı anlaşıldığından, müşteki vekilinin bu yöndeki şikayeti yönünden kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

Her ne kadar müşteki vekili müvekkili müştekiye yönelik darp eyleminin işkence suçunu oluşturduğunu iddia etmişse de, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı, müştekinin soruşturma evrakı içerisinde mevcut bilgi, belge ve beyanlara göre darp edilmesi olayının kasten yaralama eylemini oluşturduğu, bu nedenle şüpheliler hakkında işkence suçundan kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verilmiştir.]

25. Kovuşturmasızlık kararına başvurucunun yaptığı itiraz, Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 22/8/2014 tarihinde reddedilmiştir. Şüpheliler hakkında kasten yaralama suçundan dava açılması, işkence iddiasının kasten yaralama suçundan açılan davadaki eylemin nitelendirilmesini ilgilendirmesi ve kararda gösterilen diğer nedenlerin yerinde görülmesi ret kararının gerekçesini oluşturmaktadır.

26. 11/9/2014 tarihinde kendisine tebliğ edilen kovuşturmama kararına karşı başvurucu 25/9/2014 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

2. Üçü Polis Dört Sanık Hakkında Açılan Kamu Davası

27. Savcılığın 9/5/2014 tarihli iddianamesiyle üçü polis olmak üzere dört kişi hakkında 9/5/2014 tarihinde kasten yaralama suçundan (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Müştekinin müracaatı üzerine tahkikat başlatılmış olup, soruşturma evrakı içerisinde mevcut Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 24/09/2013 tarihli … sayılı tevdii raporu içeriğinden de anlaşılacağı üzere olaya ilişkin polis baş müfettişlerince inceleme yapılmış, inceleme raporu içeriğinden ve bu raporun atıfta bulunduğu adli emanette kayıtlı CD'ye ilişkin görüntü inceleme ve tespit tutanağı içeriğinden de anlaşılacağı üzere suç tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polis memuru olarak görev yapan şüpheliler [H.E., S.B. Ş.G.nin cop] ile orada bulunan sivil şahıs şüpheli [S.K.nın] ele geçirilemeyen ancak aşındırıcı ve bereleyici özelliği nedeniyle silahtan sayılan sopa ile vurmak suretiyle müştekiyi ‘basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek tarzda’ döverek yaraladıkları… [iddia edilmiştir.]

28. Asliye Ceza Mahkemesi 16/9/2014 tarihinde eylemin işkence suçunu oluşturabileceği değerlendirmesiyle dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

29. Sanıkların görevsizlik kararına yaptığı itiraz, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2014 tarihli kararıyla kabul edilerek dosya 9. Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir.

30. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanık Polis Memuru H.E.nin delil yetersizliğinden beraatine karar verilmiştir. Polis Memuru S.B. ve Ş.G. 3.000 TL adli para cezasına mahkûm edilerek haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Kamu görevlisi olmayan sanık S.K. ise 3.000 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Bu sanığın sabıkalı geçmişi yüzünden HAGB müessesesi uygulanmamıştır. Tüm sanıklara 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesindeki takdirî indirim nedeni uygulanarak cezaları 1/6 oranında indirilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Her ne kadar sanık [H.E.] hakkında yaralama suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de yapılan yargılamada sanığın katılana herhangi bir müdahalesi yönünde görüntü veya kayıt elde edilemediği gibi tanığın da sanığın müdahalesinden bahsetmediği, bu haliyle sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair iddiadan başkaca tüm şüphelerden uzak mahkumiyetine yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan beraatine karar verilmiştir.

Yapılan yargılama, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre olay günü, sanık [S.K.nın] silahtan sayılan sopa ile diğer sanıklar [S.B. ve Ş.G.nin] silahtan sayılan cop ile katılana vurarak onu basit tıbbı müdahale ile giderilebilir şekilde yaraladığı adli rapor formu, CD inceleme ve tespit tutanağı, tanık beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşılmakla sanıkların mahkumiyeti ile sanık [S.K.nın] geçmişi, suç işleme eğilimi, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine rağmen deneme süresinde yeniden suç işlemesi hususları nazara alınarak bir daha suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığından sanık hakkında TCK 51 ile CMK 231 maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, sanıklar [S.B. ve Ş.G.nin] sabıkasız oluşu, kişilik özellikleri, duruşmalardaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirildiğinden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar… [verilmiştir.]

31. Katılanın (başvurucu) HAGB kararlarına karşı yaptığı itiraz, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesince 7/1/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 19/1/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

32. Sanık S.K. hakkında verilen mahkûmiyet ve H.E. hakkında verilen beraat kararları başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28/10/2015 tarihinde kararı onamıştır.

33. Sanıklar S.K. ve H.E. hakkında verilen kararların onandığını 4/1/2016 tarihinde öğrendiğini belirten başvurucu, bu karara karşı da süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Ulusal Mevzuat

34. 5237 sayılı Kanun’un “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi”, “Cezanın belirlenmesi”, “Takdiri indirim nedenleri” kenar başlıklı 3., 61. ve 62. maddelerine A.S.Y. (B. No: 2015/4213, 15/11/2018, § 23); “Kasten yaralama”, “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması”, “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 86., 256. ve 265. maddelerine Vedat Şorli ve Bilal Şorli(B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64, 66, 67); “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesine Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/04/2016, § 51); 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri”, “Adlî kolluk ve görevi” kenar başlıklı 161. ve 164. maddelerine Nesrin Demir ve diğerleri (B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 80, 81); aynı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesine Hamdiye Aslan (B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 62); 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun “Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri”, “Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması” kenar başlıklı 23. ve 24., 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16., 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin “Olayların izlenmesi, kontrolü ve müdahale esasları” kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısımları Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-25) kararında açıklanmıştır.

2. Ulusal Raporlar

35. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014 tarihinde yayımlanan Gezi Parkı Olayları raporundaki tespitler Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında özetlenmiştir.

3. Yargıtay İçtihadı

36. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yaralama sonucunda diş kırığı veya kaybı meydana gelmişse ne şekilde uygulama yapılacağına dair üç kararının ilgili kısımları şöyledir:

 “…Katılan hakkında düzenlenen adli raporlarda yaralanmaların diş kaybı ve genel vücut travması yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması ve sonuçların da buna bağlı olarak farklı olması karşısında, katılanda mevcut yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilip giderilemeyeceğine dair yeniden rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi [gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.] (3. Ceza Dairesi, 25/2/2013 tarihli ve E.2011/42274, K.2013/7449 sayılı kararı)

 “…sanığın yargılamaya konu eylemi sonucu müştekinin diş kaybına uğradığı iddia edilmesine göre, adli tıp kriterlerine göre diş kaybına neden olan yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olamayacağı gözetilerek adli tıp kurumundan rapor aldırılması [gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.] (3. Ceza Dairesi, 26/2/2013 tarihli ve E.2011/40708, K.2013/7790 sayılı kararı)

 “…

Mağdur hakkında Sivas Numune Hastanesince düzenlenen 07.08.2012 tarihli raporda, 'alt sol 1 no. lu dişte aşırı lüksasyon, alt sol 1 no. lu diş ovulse' olduğunun ve meydana gelen yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığının diş hekimi tarafından belirtilmiş olması ve adli tıp uygulamalarına göre diş kırıklarının basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği gözetilerek mağdurun adli raporunun denetime ve hüküm kurmaya elverişli olduğu değerlendirilmiş ve tebliğnamenin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

…” (3. Ceza Dairesi, 7/6/2017 tarihli ve E.2016/15438, K.2017/8199 sayılı kararı)

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Mevzuat

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi, 27/8/1990 ila 7/9/1990 tarihlerinde Havana’da yapılan Suçların Önlenmesi ve Suçluların Islahı Üzerine Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı’nda kabul edilen “Kolluk Görevlilerinin Zor ve Silah Kullanmalarına Dair Temel Prensipler"in yasa dışı toplantılarda asayiş sağlama konusundaki 12., 13. ve 14. maddeleri Ali Ulvi Altunelli (aynı kararda bkz. §§ 29, 30) başvurusunda yer almaktadır.

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması

38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. ve 11. maddelerinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteriye yapılacak müdahalelerde riayet edilmesi gereken ilkeleri Ali Ulvi Altunelli (aynı kararda bkz. §§ 32-45) kararında açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 29/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu;

i. Kolluk görevlileri ve kolluk görevlisi olmayan bir kişi tarafından sokakta ağır şekilde yaralandığı olayla ilgili Savcılık soruşturması başladıktan sonra 10/6/2013 tarihinde faillerin kimliklerinin tespit edilerek yakalanmaları için Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye yanıt verilmediğini, 6/2/2014 tarihinde yazılan tekit müzekkeresine de cevap verilmemesi üzerine görevi kötüye kullanmaktan yaptığı suç ihbarı neticesinde kovuşturmasızlık kararı verildiğini, Emniyet Müdürlüğünden istenen bilgilere kayıtsız kalınmasının soruşturmayı etkisiz kıldığını,

ii. Faillerle aynı adli ve idari kolluk teşkilatında çalışan polisler tarafından soruşturma yürütülmesinin bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesine uymadığını, kamera görüntülerinin toplanmaması, tanıkların tespiti için çaba gösterilmemesi, olay yeri incelemesinin yapılmaması gibi özellikle delil toplanmasında gösterilen bazı kayıtsızlıkların bunu ortaya koyduğunu,

iii. Eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının bir neden gösterilmeden kaldırıldığını,

iv. Yargılama neticesinde tüm sanıklar hakkında alt sınırdan adli para cezası tayin edilmesi, polis memuru sanıklar hakkında bir de HAGB müessesesinin tatbik edilmesinin işkence yapan kişilerin korunması manası taşıyan, caydırıcılıktan uzak bir yaptırım teşkil ettiğini, bu yaptırımın insan haklarına dayalı hukuk düzeni ve kendisi açısından hayal kırıklığı olduğunu,

v. HAGB kararlarına yaptığı itiraz üzerine verilen kararın gerekçe içermediğini,

vi. Olay yerinde bulunan ancak hakkında beraat kararı verilen polis memurunun diğer sanıkların eylemini engellememesinin devletin koruma yükümlülüğüyle bağdaşmadığını, bu kişinin eyleminin en azından kamu görevlisinin suçu bildirmemesi ya da görevi kötüye kullanma fiillerine uyduğunu,

vii. İşkence suçunu oluşturduğu hâlde faillerin eylemlerinin basit bir yaralama suçu gibi değerlendirildiğini, bu değerlendirmeye karşı öne sürdüğü hukuki argümanlarının gerek itiraz gerekse temyiz merciince karşılanmadığını söyleyerek kötü muamele yasağının gerek maddi gerek usul boyutunun yanı sıra adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde; Savcılığın güvenlik kamerası kayıtlarını gecikmeksizin temin ettiği, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının polisler hakkında soruşturma açtığı, başvurucuyu darbettiği tespit edilen üç polis ve bir sivil vatandaş hakkında kamu davası açıldığı, soruşturmanın on bir ayda tamamlanarak sanık H.E.nin beraatine, ikisi polis memuru, biri sivil vatandaş olan diğer üç sanığın cezalandırıldığı, polis memurları hakkında HAGB’ye karar verildiği, sivil vatandaşın sabıkalı geçmişinden ötürü HAGB’nin tatbik edilmediği, soruşturmanın etkili ve yeterli olduğu bildirilmiştir.

B. Değerlendirme

42. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

"Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

43. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Savcılığın Müzekkeresine Yanıt Vermeyen Görevliler Hakkında Verilen Kovuşturmasızlık Kararı ile Beraat Kararı Verilen Polis Memuru Bakımından

44. Başvurucu; Gezi Parkı olayları kapsamında yaralanması ile ilgili yürütülen soruşturmada Savcılık tarafından 10/6/2013 tarihinde faillerin kimliklerinin tespit edilerek yakalanmaları için Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye yanıt verilmemesi üzerine yapılan soruşturmanın kovuşturmasızlık kararıyla sonuçlanmasının ve hakkında dava açılan Polis Memuru H.E.nin beraatine karar verilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

45. Kötü muamele yasağı kapsamında, devletin etkili soruşturma usul yükümlülüğü çerçevesinde bireyin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 110, 111).

46. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

47. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

48. Başvurucunun Gezi Parkı olayları kapsamında yapılan bir gösteriden evine dönerken vücudunun muhtelif yerlerinden yaralandığı, bunun üzerine derhâl resmî bir soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Bu soruşturmanın Gezi Parkı olaylarına ilişkin yapılan 2013/15785 No.lu soruşturmayla birleştirildiği, birleştirilen bu dosyada toplam yedi dosyanın soruşturmasının bir arada yürütüldüğü, şüpheli polis memurlarının tespiti için Savcılık tarafından girişimlerde bulunulduğu görülmüştür. Olay yerini gören Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kayıtları, taraflara ait telefon sinyal bilgisi kayıtları incelenmiş; şüphelilerin ve tanıkların beyanları alınmıştır. Savcılık, cevap verilmeyen müzekkere hakkında işlem yapılmasını istemiştir.

49. 28/2/2014 tarihinde tanzim edilen tutanakta; Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının tevdi raporunun sehven başka bir dosyaya girdiği, o dosyaya bakan savcı tarafından bu durumun fark edilerek raporun ilgili dosyaya eklendiği belirtilmiştir. Savcılık tarafından bu olayla ilgili yapılan soruşturmada bu hatanın zamanaşımı vb. yönden hak kaybına neden olmadığı, adliye ve emniyet görevlilerinin görevi kötüye kullanma kastlarının bulunmadığı değerlendirilmiştir.

50. Hakkında beraat kararı verilen Polis Memuru H.E.nin başvurucuyu darbettiği yönünde kameralara yansıyan bir görüntü bulunmadığı gibi olayın tek görgü tanığı olan Otel İşletmecisi E.G. de sonradan gelen üçüncü polisin başvurucuya karşı bir eyleminin olmadığını ifade etmiştir. Hakkında mahkûmiyet kararı verilen diğer iki polis memuru da H.E.nin başvurucuyu darbetmediğini ifade etmiştir.

51. Savcılığın kovuşturmasızlık ve Mahkemenin beraat kararlarında açıklanan bu gerekçelerin soruşturmadaki bilgi ve bulgularla bağdaşmadığını ortaya koyan bir hususun bulunmadığı, başvurucunun kendisini yaralayan kişilerin eşkâllerini veremeyeceğini ifade etmiş olması da dikkate alındığında ilk derece yargı mercilerinin vardıkları sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

52. Başvurucu, beraatine karar verilen Polis Memuru H.E.nin kötü muamele oluşturan bir fiili bulunmasa dahi diğer sanıkların fiilini engellememesinin devletin koruma yükümlülüğüyle bağdaşmadığını öne sürmüştür. Guatr hastası olan, yaklaşık iki ay önce apandisit ameliyatı geçiren, kullanmayı tam olarak bilmediği gaz maskesini takmakta zorlanan H.E.nin sağlık durumunun etkisiyle hareket etmekte zorlandığı, başvurucu darbedildikten sonra olay yerine geldiği tanık E.G.nin beyanlarından anlaşıldığından koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası temellendirilememiştir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkûmiyet Kararı Verilen Sanıklar Bakımından

54. Somut olayda yapılan kovuşturma neticesinde iki polis memuruna HAGB kurumunun uygulanmasının, bir sivil vatandaşa adli para cezası verilmesinin başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifadeyle mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir.

55. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere kabul edilen kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

56. Yukarıdaki paragrafta açıklanan bu ilke gereğince başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediği konusundaki kabul edilebilirlik değerlendirmesinin esas hakkındaki incelemeyle iç içe girmesinden dolayı bu incelemelerin birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

58. Toplantı ve gösteride yürüyüşünde güç kullanılması sırasında kötü muamele yasağına ilişkin Anayasa Mahkemesinin ilkeleri Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§46-54, 70-80) başvurusunda açıklanmıştır.

59. Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi sanıkların basit yaralama suçundan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu durum, başvurucunun ikisi kolluk mensubu üç kişi tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığının sabit görüldüğünü ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi, ilk derece yargı mercilerince kabul edilen kötü muamele vakasında farklı yönde bir tespitte bulunmasını gerektirecek bir unsur saptamamıştır.

60. Başvurucunun bu başlık altındaki diğer iddialarıysa soruşturmanın aynı idari yapı içindeki bağımsız ve tarafsız olmayan kolluk görevlilerine yaptırılmasının kamera kayıtlarının toplanmaması, tanıkların tespiti için çaba sarf edilmemesi, olay yeri incelemesi yapılmaması gibi delil toplama işlemlerinde hareketsiz kalınmasına yol açtığıdır. Başvurucunun iddialarının son kısmı ise fiilin işkence suçunu oluşturduğu hâlde kasten yaralama suçundan seçenek yaptırım olarak altı sınırdan adli para cezası tercih edilmesinin yaptırımın caydırıcılığı bakımından sorun oluşturduğu noktasında yoğunlaşmıştır.

61. Dolayısıyla incelemenin kapsamı, faillere uygulanan yaptırımın yeterli olup olmadığına bağlı olarak kötü muamele yasağı kapsamındaki esas ve usulü ilgilendiren yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğiyle sınırlandırılmıştır.

62. Somut başvuruda Gezi Parkı olayları kapsamında Eskişehir’de düzenlenen gösteriye katıldıktan sonra evine dönmek üzere yola çıkan başvurucu, bazı kolluk görevlileri ve vatandaşlarca darbedildiğini öne sürmüştür. Başvurucunun vücudunun pek çok bölgesinde darp ve cebir izi, üç dişinde luksasyon bulunduğunu gösteren doktor raporları ve kamera görüntüleri başvurucunun iddialarının savunulabilir düzeye eriştiğini ortaya koymaktadır. Kaldı ki Savcılık tarafından bu konuda soruşturma başlatılarak kamu davasının açılması da bu durumu teyit etmektedir.

63. Başvuru konusu olaydan hemen sonra tedavi gördüğü hastanede polis memurları başvurucunun ifadesini almıştır. Bu durum olay hakkında resen ve derhâl soruşturma başlatıldığını ortaya koymaktadır.

64. Şüpheli kolluk görevlileriyle aynı idari birimde çalışmakta olan polislerin soruşturma işlemlerinde yer aldığı, ifadelerin polis tarafından alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, polis hakkında yürütülen soruşturmanın yine polise yaptırılmasının delillerin eksik toplanmasına yol açtığını ileri sürmesine karşın olay yerini gören MOBESE kayıtları ile bir otel ve fırının güvenlik kamerası görüntüleri temin edilmiştir. Başvurucunun hangi tanıkların tespit edilmediğini ortaya koyan bir açıklaması bulunmadığı, ileri sürdüğü eksikliklerin Savcılığın tespit ettiği diğer kişilerin ifadesine başvurularak giderildiği anlaşıldığından soruşturmanın eksik icra edildiği yönündeki iddiasının soyut kaldığı değerlendirilmiştir.

65. Başvurucunun soruşturmaya etkili biçimde katılamadığını ortaya koyan bir durum gözlenmemiştir.

66. Başvurucu, maruz kaldığı eylemin 5237 sayılı Kanun’a göre işkence suçunu oluşturmasına karşın ceza miktarı çok daha hafif olan kasten yaralama suçundan faillerin cezalandırılmalarının kötü muamele vakasına hoşgörüyle yaklaşıldığını gösterdiğini öne sürmüştür.

67. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96) Dolayısıyla insan hakları bağlamında kötü muamele oluşturduğu kabul edilen eylemin ceza hukukunda hangi suçu oluşturduğu Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgi alanına girmemektedir.

68. Derece mahkemelerinin bulgu ve uygulamaları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96). İlgili ulusal hukuk başlığında yer verilen Yargıtay içtihadına göre başvurucunun diş kaybına yol açan eylemin nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu anlaşılmaktadır. Başvurucudaki bu yaranın hangi failin eylemi neticesinde oluştuğunun tespiti; ceza miktarını, dolayısıyla HAGB ve erteleme sınırını doğrudan etkileyebilecek önemli bir noktadır.

69. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların -önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre de suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir (Tahir Canan, § 36).

70. İşlediği suçtan dolayı kişinin tekrar topluma kazandırılması amacıyla kanun koyucunun getirdiği HAGB kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilirken her olayın somut koşulları çerçevesinde suçun niteliği ve mağdurun söz konusu suçtan etkilenme derecesiyle orantılı olarak yaptırımın caydırıcılığı ve kötü muamele mağdurunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususu da göz ardı edilmeden yorumlanmalıdır.

71. Vücudunun yirmiden fazla yerinden yaralanan ve üç dişi çıkan başvurucunun maruz kaldığı eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tasnif edilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramlarından hangisi kapsamında kaldığı tespit edilmelidir. Bu tespit sonucunda derece mahkemesince hükmolunan müeyyidenin kötü muamele fiiliyle orantılı olup olmadığı ele alınmalıdır.

72. Başvurucunun dişindeki yaralar hariç diğer yaralar her ne kadar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olsa da eylemin gece vakti silahtan sayılan sopa ve copla birden fazla kişi tarafından sokak ortasında işlendiği, dişteki kırık ve çıkıkların ise tek başına, yaralamayı basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek niteliğe büründürdüğü, bu durumun başvurucunun onurunu daha fazla zedeleyebileceği değerlendirildiğinden eylem eziyet yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

73. Faillerin üçü hakkında seçenek yaptırımlardan olan hapis ve adli para cezaları arasında hangi nedenden ötürü asgari hadden adli para cezasının tercih edildiği konusunda kararda bir gerekçe bulunmamaktadır. Ayrıca tercih edilen gün para cezasının miktarı da asgari had olan 20 TL dikkate alınarak tespit edilmiştir. Takdirî indirim nedeni de uygulanarak bulunan 3.000 TL para cezası, polis memuru olan sanıklar yönünden HAGB uygulamasıyla sonuçlanmıştır. Kamu görevlisi olmayan sanığın ise adli sicil kayıtlarına işaret edilerek hakkında HAGB uygulanmamıştır.

74. Katıldığı gösteri yürüyüşünden ayrıldığı sırada gösterinin barışçıl niteliğini bozduğu yönünde bir tespit bulunmayan, bu nedenle hakkında soruşturma da yürütülmeyen başvurucuyu gece vakti asayişi sağlamakla görevli ve devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluk görevlilerinin gereksiz biçimde darbetmesi neticesinde yasadaki gerekçeler soyut biçimde tekrarlanarak kolluk görevlileri hakkında adli para cezası ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının eziyet yasağıyla ölçüsüz bir müeyyide olduğu değerlendirilmiştir.

75. İşlenen suçla verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki yaratmaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır.

76. Buna göre somut olayda uygulanan yaptırımın kötü muamele oluşturan eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde, orantısız bir şekilde adli para cezası öngörüldüğü ve HAGB'ye karar verildiği anlaşıldığından eziyet yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmiştir.

77. İki polis memuru hakkında verilen HAGB kararının ve sivil fail S.K. hakkında tayin edilen adli para cezasının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı dikkate alındığında başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun yaralandığı tespit edilmiş ise de sanıkların eylemleri nedeniyle yetersiz bir yaptırımla karşılaştıkları, böylelikle başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiği anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun da ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

79. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

80. Başvurucu, kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

81. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

82. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

83. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

84. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin sanıklar S.B., Ş.G. ve S.K. hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2014/805, K.2014/737) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. Başvuruda, kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varıldığından yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen toplam 672,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.147,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Savcılığın müzekkeresine yanıt vermeyen görevliler hakkında verilen kovuşturmasızlık kararı ile beraat kararı verilen polis memuru yönünden eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mahkûmiyet kararı verilen sanıklar yönünden eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanıklar bakımından eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2014/805, K.2014/737) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 672,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.147,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜVEN BOĞA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/17222)

 

Karar Tarihi: 3/7/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportörler

:

Melek KARALİ SAUNDERS

 

 

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Güven BOĞA

Vekili

:

Av. Sevil ARACI BEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluğun orantısız güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesiyle ilgili olarak yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Adana Tabip Odası gibi sendika ve meslek odalarından oluşan bazı sivil toplum kuruluşlarının çağrısıyla 26/12/2013 günü saat 18.00'de Adana İnönü Parkı'ndan Hükûmeti protesto amaçlı basın açıklamasının yapılacağı Atatürk Parkı'na kadar sloganlar eşliğinde bir yürüyüş planlanmıştır.

10. Çağrı üzerine İnönü Parkı'nda buluşan -başvurucunun da aralarında bulunduğu- bir topluluk, parkta sloganlar atıp bazı açıklamalarda bulunduktan sonra Atatürk Parkı'na gitmek üzere parktan çıkma girişiminde bulunmuştur.

11. Başvuru dosyasına sunulan, kolluk görevlileri tarafından olay anında çekilen kamera görüntülerinden, etkinlikten bilgi sahibi olduğu anlaşılan Adana Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğü ile Çevik Kuvvetler Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerin park etrafında güvenlik tedbirleri aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim görüntülere göre grubun park dışına çıkma talebinde bulunması üzerine kolluk görevlileri 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ilgili hükümleri uyarınca gece yürüyüşünün yasak olduğunu, park içinde basın açıklaması yapılması ile yetinilmesi gerektiğini göstericilere hatırlatmaktadır. Bu sırada başvurucu, göstericileri yönlendiren diğer kişilerle birlikte kolluk amirleri ile görüşme yaparak yürüyüşe izin verilmesi konusunda onları ikna etmeye çalışmaktadır.

12. Kamera görüntülerinde bir kısmı net duyulmayan bu müzakereler, soruşturma dosyasında bulunan 3/1/2014 tarihli Görüntü İnceleme Tutanağı'na yansıtılmıştır. Bu belgeye göre müzakere sırasında başvurucu; yürüyüşün barışçıl amaçlı olduğunu, katılımcıların çoğunluğunun memur olması nedeniyle gündüz düzenlenen bir toplantıya katılamayacaklarını, daha önce de aynı güzergâhta benzer gösterilerin yapıldığını, bunlar için hiçbir yaptırımla karşılaşılmadığı gibi yapılan eylemlerin hiçbirinde bir çatışmanın yaşanmadığını dile getirmiştir.

13. Buna karşılık güvenlik şube müdürü; mevzuatın gece yürüyüşü yapmaya izin vermediğini, yürümekte ısrar etmeleri hâlinde gösterinin yasa dışı olacağını ve bu durumda müdahale etmelerinin zorunlu hâle geleceğini başvurucu ve onunla birlikte hareket eden diğer kişilere bildirmiştir.

14. Kolluk görevlilerinin göstericileri ikna etme çalışmalarının sonuç vermemesi üzerine megafonla göstericilere şu hatırlatma yapılmıştır:

"Yapacağınız bu yürüyüş havanın kararmış olması sebebiyle 2911 sayılı Kanuna muhalefettir, burada basın açıklaması yapabilirsiniz. Basın açıklamanızı İnönü Parkında yapabilirsiniz. Güvenlik Şube Müdürlüğünden uyarıdır; yapacağınız bu yürüyüş 2911 sayılı Kanuna muhalefettir. Havanın kararması sebebiyle kamu güvenliği suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla kanuna aykırıdır. Lütfen dağılalım."

15. Görüntülere göre gösteri yapan grubun bu uyarıya rağmen parkın kapatılmayan kısımlarından ana caddeye çıkarak yürüyüşe geçmesi üzerine park etrafında bulunan güvenlik güçleri, toplumsal olaylara müdahale aracından (TOMA) su sıkmak suretiyle topluluğa müdahale etmiştir. Grubun yürüyüşe geçmesi ile sulu müdahale arasında yaklaşık bir buçuk dakikalık bir süre bulunmaktadır. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerin çok yakına gelmesi nedeniyle TOMA'lardan sıkılan suyun menzili dışında kaldıkları alanda başvurucunun da içinde bulunduğu öncü gruba, kalkanlarla iteklenip biber gazı sıkmak suretiyle müdahale edildiği görülmektedir.

16. Öncü gruptakiler, suyla yapılan müdahale nedeniyle yere düşmelerine rağmen ellerinde bulunan dövizi kendilerini koruma amacıyla kullanarak bir müddet yürüyüşe devam etmeye çalışmış fakat cadde üzerindeki polis barikatını geçememişlerdir. Kamera kaydının sonuna doğru başvurucu, birlikte hareket ettiği gruptan ayrılmış ve tümüyle ıslanmış bir şekilde kaldırımda yürürken görüntülenmiştir.

17. Yine katılımcıların büyük bir kısmının ıslanmış bir şekilde cadde üzerinde bulunan mağazalara sığınması üzerine göstericilerin büyük oranda dağıtıldığı bu kayıttan anlaşılmaktadır.

18. Başvurucunun özel bir hastanede yapılan tıbbi muayenesi sonucunda hakkında düzenlenen geçici raporda şu hususlar kayıtlıdır:

"OLAYIN OLUŞ ŞEKLİ, TARİH VE SAATİ: 18.00 (18.30 da olabilir) sularında İnönü Parkında TOMA'dan gelen suya maruz kalmış. Çevik kuvvet tarafından kalkan ve copla darba maruz kalmış.

ŞİKAYETLERİ : Gözde kızarıklık, tüm vücutta yanma, göğüs ve sağ kolda ağrı

FİZİKSEL MUAYENE BULGULARI : Genel durumu iyi, bilinci açık, koopere, oryante, konjuktiva hiperemik, cilt hiperemik, kol ve sağ dirsekte ekimotik alan (2x2 cm)

SONUÇ : Genel muayenesi yapıldı. Palyatif tedavi yapıldı. Müşahade altına alındı."

19. Ayrıca Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık/Savcılık) yaptığı şikâyet üzerine açılan soruşturmanın dosyasında yer alan ve özel hastane tarafından düzenlenen rapordaki bulguların dikkate alınması sonucunda düzenlendiği anlaşılan Adana Adli Tıp Kurumunun 30/12/2013 tarihli raporunda; başvurucunun fiziki muayenesi sonucunda sağ kol iç kısımda 10 cm çapta ekimoz, sağ bacak iç kısımda 3 cm çaplı, uyluk iç kısımda yaklaşık 20 cm çaplı, menekşe renkli ekimozların saptandığı, meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olduğu, hayati tehlike oluşturmadığı hususları kayıtlıdır.

20. Başvurucu 30/12/2013 tarihli dilekçesiyle, göstericilere karşı aşırı güç kullandığını ileri sürdüğü kolluk görevlileri hakkında yaralama, görevi kötüye kullanma, barışçıl gösteriye müdahale ve mala zarar verme suçlarından Başsavcılığa suç duyurusunda bulunmuştur.

21. Başsavcılık 14/2/2014 tarihli kararıyla, olay dolayısıyla şüpheli vasfıyla Adana Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında basit yaralama suçu nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Yukarıda kimliği yazılı müşteki Güven Boğa C. Başsavcılığımıza yaptığı başvuruda, Adana'da 26/12/2013 perşembe günü saat 18:00 da Kesk, Disk, TMMOB ve Adana Tabip Odasının çağrısıyla İnönü parkında bir araya gelen binlerce yurttaşın 'hırsızlığa ve yolsuzluğa hayır, hükümet istifa' sloganı ile Atatürk parkına yürümek ve basın açıklamasını orada gerçekleştirmek istediğini, inönü parkından çıkılarak trafiği aksatmadan yapılmak istenen yürüyüşe polisin çok aşırı güç ve şiddet kullandığını, tomalardan sıkılan ilaçlı su, gaz bombaları ve coplarla saldıran polisin ortamı savaş alanına çevirdiğini, göstericilerin yanı sıra çevreden geçen bir çok insanını da bu olumsuz durumdan etkilendiğini, polisin tamamen barışçıl şekilde düzenlenen böyle bir gösteriye şiddetle müdahale etmesinin doğru olmadığını, aşırı derecede şiddet uygulayarak yetkisini aştığını, bu uygulamanın hukuka aykırı olduğunu,

Kendisinin de orada bulunduğu esnada toma aracından sıkılan ilaçlı suya ve polis coplarına maruz kalarak yaralandığını, olayın ardından gittiği hastane tarafından raporla rahatsızlıklarının tespit edildiğini, uygulanan şiddet sırasında Samsung marka cep telefonunun parçalandığını, polisin uygulamaları nedeniyle oluşan yaralanmalardan şikayetçi olduğunu bildirdiği,

Müşteki hakkında Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 30/12/2013 tarih ve 2013/7258 sayılı raporunun düzenlendiği, müştekinin BTM ile giderilebilecek şekilde yaralandığının bildirildiği,

Adana Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye verilen [5/2/2014 tarihli] cevapta,

Kesk Adana Şubeler Platformu, Disk, TMMOB ve Adana Tabip Odası organizesinde 26 Aralık 2013perşembe günü saat 18: 00 de çeşitli sivil toplum kuruluşları ile ilimizde polise taşlı saldırıda bulunan marjinal gurupların katılımı ile yaklaşık 250 kişinin toplandığı, gurubun yürüyüşe geçmesi üzerine hava karardıktan sonra izinsiz gösteri yürüyüşü yapılmasının yasak olması, kamu düzeninin genel sağlık ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve hüviyetlerinin korunması etkinliklerin demokratik çerçevede yapılabilmesi ve etkinliğe katılanların can güvenliğini sağlamak amacıyla uyarı ve ikazlarda bulunularak gece yürüyüşüne izin verilmeyeceği, park içerisinde basın açıklaması yapılabileceğinin söylendiği, gurubun yürümekte ısrar edip yola inerek trafiği aksatması üzerine ses yükselten araçla basın açıklamasının inönü parkında yapabilecekleri, dağılmaları yapmış oldukları yürüyüşün kanuna aykırı olduğu, dağılmadıkları takdirde haklarında yasal işlem yapılacağı konusunda çok defa uyarı ve ikazlar yapıldığının, yapılan bu uyarı ve ikazlara rağmen göstericilerin çakmak caddesinde Atatürk parkına doğru yürüyüşe geçmeleri ve yolu trafiğe kapatmaları üzerine guruba tekrar uyarı ve ikazların yapıldığı, bu uyarı ve ikaza rağmen gurubun yürüyüşünü sürdürmesi üzerine göstericilere toma aracıyla dağılmalarını sağlamak amacıyla su sıkıldığı, gurubun bir kısmının dağıldığı, ancak göstericiler arasında bulunan marjinal gurupların ara sokaklara kaçarak buradan cadde üzerinde bulunan polis ve vatandaşlara taşlı saldırıda bulundukları, taşlı saldırıların devam etmesi üzerine ara sokaktan polis ve vatandaşlara rastgele taş atan göstericileri dağıtmak amacıyla toma ile su sıkılarak müdahale edilip gurupların dağıtıldığı,

Müşteki Güven Boğa ile güvenlik kuvvetleri gurubun yürüyüş yapmaması amacıyla müzakere yaptığı, yapılan bu müzakereye rağmen Güven Boğa'nın guruba slogan attırarak yürüyüşe geçirdiği, polis tarafından yaşadışı yürüyüş yapan guruba dağılmaları amacıyla toma aracından su sıkılarak müdahale yapıldığı, yapılan müdahaleye rağmen dağılmamak için direndikleri,

Polisin yürüyüş yapmakta ısrar eden göstericilere orantılılık ilkesine göre su sıkarak müdahale ettiği, yapılan müdahaleye rağmen dağılmayarak yürüyüş yapan eylemcilere biber gazı sıkıldığı, yapılan bu müdahaleye rağmen dağılmayarak yürüyüşe ısrar eden ve çevik kuvvet tarafından oluşturulan barikatı aşmaya çalışan eylemcilerin kalkanlarla geriye doğru gitmelerinin sağlandığı,

Müşteki Güven Boğa'nın gurubun önünde pankart ile yürüyüş yaptığı, toma aracından su sıkılarak yapılan 8 müdahaleye rağmen dağılmadığı, yapılan bu müdahaleler sırasında sıkılan su ile yere düştüğü, kalkarak yürüyüşüne devam ettiği, guruba ve Güven Boğa'ya copla müdahalede bulunulmadığı,

2911 sayılı kanununa göre yürüyüş yapılacak yerin Adana Valiliği tarafından belirlenen açık hava toplantı alanlarından ve yürüyüş güzergahlarından olmadığı, düzenlenen yürüyüşle ilgili olarak valilik makamına da herhangi bir bildirimde bulunulmadığı,

Müşteki Güven Boğa'nın yasadışı eylemi organize etmesi guruba yasadışı yürüyüşe davet ederek yürümelerini sağlaması, toma araçları, biber gazı ve kalkanla yapılan müdahaleye rağmen dağılmamak için direnmesi nedeniyle 2911 sayılı kanununa muhalefet suçundan işlem yapıldığının bildirildiği,

Evrak içerisinde bulunan CD ve fotoğraf izleme tutanağına göre, müştekinin kasten dövüldüğüne dair delil bulunmadığı, sıkılan suyun etkisiyle yere düştüğü, evrak kapsamına göre, şüpheli emniyet görevlilerinin zor kullanma yetkisini aştıklarına dair delil bulunmadığından, şüpheli emniyet görevlileri hakkında,

KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,"

22. Karara karşı başvurucunun Adana Sulh Ceza Hâkimliğine yaptığı itiraz -usul ve yasaya uygun olan kararda belirtilen gerekçelerin yerinde olduğu gerekçesiyle- 5/9/2014 tarihinde reddolunmuştur.

23. 1/10/2014 tarihinde kararın başvurucuya tebliği üzerine 3/11/2014 tarihinde başvurucu, bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. 2911 sayılı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

25. 2911 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 2/3/2014 tarihli ve 6529 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmadan önceki hâli şöyledir:

 “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il veya ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.

Şehir ve kasabalarda ve gerekli görülen diğer yerlerde hangi meydan ve açık yerlerde veya yollarda toplantı veya yürüyüş yapılabileceği ve bu toplantı ve yürüyüş için toplanma ve dağılma yerleri ile izlenecek yol ve yönler vali ve kaymakamlarca kararlaştırılarak alışılmış araçlarla önceden duyrulur. Bu yerler hakkında sonradan yapılacak değişiklikler duyurudan onbeş gün sonra geçerli olur. Toplantı yerlerinin tespitinde gidiş gelişi, güvenliği bozmayacak ve pazarların kurulmasına engel olmayacak biçimde, toplantıların genel olarak yapıldığı, elektrik tesisatı olan yerler tercih edilir.”

26. 2911 sayılı Kanun’un olay tarihinde yürürlükte olan "Toplantı ve gösteri yürüyüşü zamanı" kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

"Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneşin batışından bir saat önceye, kapalı yerlerdeki toplantılar saat 23.00'e kadar sürebilir."

27. 2911 sayılı Kanun’un 22. maddesi şöyledir:

 “Genel yollar ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

Genel meydanlardaki toplantılarda, halkın ve ulaşım araçlarının gelip geçmesini sağlamak üzere valilik ve kaymakamlıklarca yapılacak düzenlemelere uyulması zorunludur.”

28. 2911 sayılı Kanun’un 23. maddesi şöyledir:

 “a) 9 ve 10 uncu madde hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden veya toplantı veya yürüyüş için belirtilen gün ve saatten önce veya sonra;

b) (Değişik bent: 30/7/1998 - 4378/1 md.) Ateşli silahlar veya patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler ile yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak,

c) 7 nci madde hükümleri gözetilmeksizin,

d) 6 ve 10 uncu maddeler gereğince belirtilen yerler dışında,

e) 20 nci maddedeki yöntem ve şartlara ve 22 nci maddedeki yasak ve önlemlere uyulmaksızın,

f) 4 üncü madde ile Kanun kapsamı dışında bırakılan konularda kendi amaç, kural ve sınırları dışına çıkılarak,

g) Kanunların suç saydığı maksatlar için,

h) Bildirimde belirtilen amaç dışına çıkılarak,

i) Toplantı ve yürüyüşün 14, 15, 16, 17 ve 19 uncu maddelere dayanılarak yasaklanması veya ertelenmesi halinde tespit edilen erteleme veya yasaklama süresi sona ermeden,

j) (Değişik bent: 2/3/2014-6529 S.K./9. md) 12 nci madde gereğince toplantının dağılmasına karar verilmesi hâlinde,

k) 21 inci madde hükmüne aykırı olarak,

l) 3 üncü maddenin 2 nci fıkrası hükmüne uyulmadan, Yapılan toplantılar veya gösteri yürüyüşleri Kanuna aykırı sayılır.”

29. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesinin 6529 sayılı Kanun'la değişiklik yapılmadan önceki hâli şöyledir:

 “Kanuna uygun olarak başlayan bir toplantı veya gösteri yürüyüşü, daha sonra 23 üncü maddede belirtilen kanuna aykırı durumlardan bir veya birkaçının vuku bulması sebebiyle, Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü haline dönüşürse:

a) Hükümet komiseri toplantı veya gösteri yürüyüşünün sona erdiğini bizzat veya düzenleme kurulu aracılığı ile topluluğa ilan eder ve durumu en seri vasıta ile mahallin en büyük mülki amirine bildirir.

b) Mahallin en büyük mülki amiri, yazılı veya acele hallerde sonradan yazı ile teyit edilmek kaydıyla sözlü emirle, mahallin güvenlik amirlerini veya bunlardan birini görevlendirerek olay yerine gönderir.

Bu gelişmeler hükümet komiserince tutanaklarla tespit edilerek en kısa zamanda mahallin en büyük mülki amirine tevdi edilir.”

30. 2911 sayılı Kanun’un 32. maddesi şöyledir:

 “(Değişik madde: 22/7/2010-6008 S.K/1.md.) Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur.

İhtara ve zor kullanmaya rağmen kolluk görevlilerine karşı cebir veya tehdit kullanılarak direnilmesi halinde, ayrıca 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 265 inci maddesinde tanımlanan suçtan dolayı da cezaya hükmolunur.

23 üncü maddede yazılı hallerden biri gerçekleşmeden veya 24 üncü madde hükmü yerine getirilmeden yetki sınırı aşılarak toplantı veya gösteri yürüyüşlerinin dağıtılması halinde, yukarıdaki fıkralarda yazılı fiilleri işleyenlere verilecek cezalar, dörtte bire kadar indirilerek uygulanabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.”

31. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

 “Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.

32. 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

33. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirtilmiştir.

34. Emniyet Genel Müdürlüğünün 15/2/2008 tarihli ve 19 sayılı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Konulu Genelgesi çerçevesinde hazırlanan Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nda toplumsal olaylara müdahale esnasında göz yaşartıcı maddelerin nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak belirlenmiştir.

35. 2911 sayılı Kanun'un 7. maddesinin ikinci fıkrası 6529 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle "Açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşler güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantılar ise saat 24.00'e kadar yapılabilir." şeklinde değiştirilmiş; madde metninde yer alan "...güneş batmadan örce dağılacak şekilde..." ibaresi, Anayasa Mahkemesinin 28/9/2017 tarihli ve E.2014/101, K.2017/142 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...

2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

72. Kanun’un 7. maddesinin birinci fıkrasında, toplantı ve yürüyüşlere ve bu amaçla toplanmalara güneş doğmadan başlanamayacağı; ikinci fıkrasında açık yerlerdeki toplantılar ile yürüyüşlerin güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantıların ise saat 24.00’e kadar yapılabileceği hükme bağlanmıştır. 7. maddenin ikinci fıkrasında yer alan “…güneş batmadan önce dağılacak şekilde…” ibaresi, itiraz konusu kuralı oluşturmaktadır. İtiraz konusu kuralla açık alanlardaki toplantı veya yürüyüşlerin güneşin batmasından sonra devam etmesi yasaklanmaktadır.

73. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin açık alanlarda güneşin batışıyla sınırlandırılmasının, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale niteliği taşıdığı açıktır. Açık alanlardaki toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin batışıyla sınırlandırılması suretiyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılan müdahalenin kamu düzeninin ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacına dayandığı anlaşılmaktadır. Ancak meşru bir amaca dayanan bu sınırlamanın ayrıca Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olması gerekir.

74. Gece vaktinde toplantı veya gösteri yürüyüşü düzenlenmesi, evlerinde istirahat eden insanların huzur ve sükûnet içinde dinlenmelerine engel teşkil edebilir. Bu risk özellikle gecenin ilerleyen saatlerinde daha da artabilmektedir. Aynı şekilde gece saatlerinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının devlete yüklediği pozitif ödevlerin yerine getirilmesinde ve dolayısıyla kamu düzeninin korunması için gereken önlemlerin alınmasında güçlükler yaşanabilir. Dolayısıyla gerek başkalarının gece vaktinde rahatsız edilmesini önlemek gerekse kamu düzeninin bozulmasını engellemek amacıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sınırlanması gerekli hâle gelebilir.

75. Bununla birlikte kamu düzeni bakımından tehdit oluşturmayan ve barışçıl niteliğini koruyan toplantıların sırf güneşin batışından sonraki döneme sarkmış olması nedeniyle dağılmasının demokratik bir toplumda gerekli olduğu söylenemez. Bu tür toplantılarda da toplantıya katılanların şiddet içermeyen yöntemlerle düşünce ve kanaatlerini açıklama fırsatı bulmasının demokratik bir toplumda hoşgörüyle karşılanması gerekir. İtiraz konusu kural ise güneşin batmasından önce başlamış olan toplantıların da iletilmek istenen mesajın verilip verilmediğine bakılmaksızın güneşin batış saati itibarıyla dağılmasını zorunlu kılmaktadır.

76. Öte yandan kanun koyucunun başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunması ödeviyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı arasında makul bir denge kurması ve her iki değeri de gözetmesi gerekmektedir. Bu bağlamda başkalarının haklarının ve kamu düzeninin korunması amacı için toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının gereğinden fazla sınırlandırılması, sınırlama için seçilen aracı orantısız kılar.

77. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının mahiyeti ve demokratik toplum bakımından önemi gözetildiğinde havanın kararmasından sonra toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenmesinin kategorik olarak yasaklanması, hakkın gereğinden fazla sınırlandırılması sonucunu doğurabilecek niteliktedir. Katılanların sayısı ve yöntemi itibarıyla diğer insanların dinlenmesini engelleyecek nitelik taşıyan ve özellikle gecenin ilerleyen saatlerine denk gelen toplantıların yasaklanması ölçülü görülebilirse de başkalarını aşırı derecede rahatsız etmeyen ve kamu düzeni yönünden ciddi bir tehlike yaratmayan toplantıların güneşin batmasından sonra devam etmesinin yasaklanması, haklar arasında kurulması gereken adil dengenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aleyhine bozulmasına yol açabilir.

78. İtiraz konusu kuralda, bu yönüyle bir değerlendirme yapılmasına imkân tanınmaksızın, gün içinde açık alanlarda başlayan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin batmasından sonra devam etmesi mutlak olarak yasaklanmaktadır. Toplantının türü, mahiyeti, kapsamı, amacı, biçimi, katılanların sayısı, yapıldığı zaman dilimi gibi etkenler göz önünde bulundurulmak suretiyle toplantının güneş battıktan sonra devam etmesinin kamu düzenini etkileyip etkilemediği, başkalarının hak ve özgürlüklerini zedeleyip zedelemediği değerlendirildikten sonra yasaklama kararı verilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin değerlendirme yapılmasına imkân tanınmadan açık alanlardaki toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin güneşin batmasından sonra devam etmesinin mutlak olarak yasaklanması, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahaleyi orantısız kılmaktadır. Bu şekildeki kategorik bir yasağın özellikle insanların nispeten günlük aktivitelerine devam ettiği akşam saatleri bakımından daha da sorunlu hâle geldiği ifade edilmelidir.

79. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı bulunmamaktadır.

80. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 26. ve 34. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 3/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

37. Başvurucu; basın açıklaması yapmaya yönelik olarak düzenlenen gösterinin tamamen barışçıl amaçlı olduğunu, kolluk görevlilerinin gereksiz ve aşırı güç kullanarak yetkilerini aştığını, gösterinin dağıtılması sırasında tazyikli ve ilaçlı su ile gaza maruz bırakıldığını, coplarla dövüldüğünü ileri sürmektedir. Başvurucu; bu hususta yaptığı şikâyet hakkında Savcılığın eksik inceleme yaparak kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini ve şikâyetleri ile ilgili hiçbir delil toplamadığını, incelemenin olaya taraf olan kolluk görevlilerinin bağlı olduğu Adana Emniyet Müdürlüğünün yazısındaki tespitlerden ibaret olduğunu belirtmektedir. Karara karşı yaptığı itirazı inceleyen Sulh Ceza Hâkimliğinin de matbu gerekçelerle itirazını reddettiğini dile getiren başvurucu; olay sırasında cep telefonunun kırıldığını da belirterek kötü muamele yasağının, kişi özgürlüğü ve güvenliği, mülkiyet, adil yargılanma haklarının ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

38. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin 34. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 11. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması dolayısıyla başvurucu hakkında herhangi bir adli veya idari işlem tesis edilmediğine dikkat çekilerek müdahalenin gösteri yürüyüşü ve basın açıklamasının yapıldığı 26/12/2013 tarihinde gerçekleştiği, bu nedenle başvuru süresinin bu tarihe göre hesaplanması gerektiği, bu durumda başvurunun yapılabileceği en son tarih olan 25/1/2014 tarihinin geçirilmesinden sonra 31/10/2014 tarihinde yapılan başvuruda süre aşımı bulunduğu iddia edilmektedir. Bakanlık başvurunun esası hakkında ise 2911 sayılı Kanun'un hava karardıktan sonra izinsiz gösteri yürüyüşü yapılmasını yasakladığını, kamu düzeninin sağlanması amacıyla kolluk güçleri tarafından gösteriye yapılan müdahale sırasında ölçülü ve orantılı kuvvet kullanıldığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.

B. Değerlendirme

39. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü ile üçüncü fıkrası şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile ilgili olduğu görüldüğünden bu haklar yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmamıştır. Öte yandan başvurucunun olay nedeniyle telefonunun zarar gördüğünü ileri sürerek mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiası -tüketilen kanun yolunun niteliği dikkate alınarak- başvurucunun maddi tazminat talebi içinde değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Anayasa Mahkemesince başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında görülen şikâyetlerinin bu konuda etkili kanun yolu olan, ceza soruşturması sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz kanun yolunun tüketilmesinin ardından otuz günlük yasal süresi içinde yapıldığı anlaşılan başvuruda süre aşımı bulunmadığı tespit edilmektedir.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

43. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

44. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

45. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

46. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası sınırlama öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

47. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

48. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi, belirli bir yasal muamele kapsamında bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81,82).

49. Görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde kolluk görevlileri, bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine de sahiptirler. Ancak zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51).

50. Aktif/etken direnme kolluk görevlisine karşı fiilî bir saldırı, güç kullanımı sonucu kolluk görevlisinin görevini yapmasına engel olmak şeklinde gerçekleşirken pasif/edilgen direnme evrak göstermeme, araca binmeme, araçtan inmeme gibi kolluk görevlisinin talimatlarına uymama şeklinde gerçekleşmekte ve fiilî bir güç kullanımını içermemektedir. Direnmenin türüne göre görevin ifası için gerekli kuvvet kullanımı değişebileceği gibi kuvvet kullanımının meşru bir zemine oturması için direnmenin sona ermemiş olması, güç kullanımının görevin ifası için zorunlu olması ve yerine getirilmek istenen amaç ile orantılı olması gerekmektedir (Arif Haldun Soygür, § 52).

51. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir (Arif Haldun Soygür, § 54).

52. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

53. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

54. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. AİHM fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri insanlık dışı muameleler olarak nitelendirmiştir. Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

55. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

56. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

57. Bunlarla birlikte Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği şikâyetlerini konu alan bireysel başvurularla ilgili Anayasa Mahkemesi muhtelif kararlarında; anılan maddenin fikirlerin barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesini güvence altına aldığını, bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanunda öngörülen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmiş olmasının tek başına toplantı ve yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldıran bir sebep olmadığını kabul etmiştir (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 49; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Umut Şimşek ve diğerleri, B. No: 2015/14310, 12/6/2018, § 58 ).

ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Somut olayda gösteri sırasında kolluk güçlerince kaydedilmiş görüntülerin incelenmesi neticesinde başvurucu ve onunla birlikte hareket eden öncü grubun gösterinin barışçıl amacına gönderme yaparak basın açıklamalarını duyurmak amacıyla bulundukları İnönü Parkı'ndan Atatürk Parkı'na doğru yürüyüşlerine engel olunmaması yönündeki taleplerini güvenlik kuvvetlerinin amirlerine ilettiği görülmektedir. Bu talebe karşılık güvenlik şube müdürünün hava karardığı için yürüyüş talebinin 2911 sayılı Kanun'a aykırı olduğunu, bu nedenle yürüyüş önündeki barikatları kaldıramayacaklarını ancak basın açıklamasını bulundukları parkta yapabileceklerini belirtmesi üzerine uzunca süren ikna görüşmesinin başarısız olduğu anlaşılmaktadır. Bundan sonraki görüntülerde, ellerinde taşıdıkları pankartın arkasına geçen öncü grubun diğer katılımcıların da eşliğinde yürüyüşü gerçekleştirme kararlılığıyla parkın kollukça kapatılmayan kısımlarından ana cadde üzerine çıktığı görülmektedir.

59. Gruptakilerin yürüyüşe geçerek ana caddeye çıkması ve kolluk görevlilerinin 2911 sayılı Kanun'un gece yürüyüşüne izin vermediği, kamu güvenliği ve suç işlenmesinin önlenmesi amacına aykırı yürüyüşün yasa dışı olduğu yönündeki sesli uyarılarını dikkate almamaları sonrasında TOMA'lardan göstericilere tazyikli su sıkılmıştır.

60. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil, söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir. Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57).

61. Anayasa Mahkemesinin 6529 sayılı Kanun'un 2911 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle değiştirilen 7. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "...güneş batmadan önce dağılacak şeklinde..." ibaresiyle ilgili iptal gerekçesinde (bkz. § 35) toplantının güneş battıktan sonra devam etmesinin kamu düzenini etkileyip etkilemediği, başkalarının hak ve özgürlüklerini zedeleyip zedelemediği tartışıldıktan sonra yasaklama kararı verilmesinin gerekip gerekmediği konusunda bir değerlendirme yapılmaksızın güneşin batışından sonra toplantının mutlak olarak yasaklanması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan orantısız bir müdahale olarak değerlendirilmiştir. Somut olayda havanın kararmasında sonra başlayan toplantıya sırf bu nedene dayalı olarak bir müdahale yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kolluk görevlilerinin sesli uyarılarında kamu düzeninin sağlanması amacına vurgu yapılarak istendiği takdirde park içinde basın açıklaması yapılmasının bir sorun doğurmayacağı gösterici gruba hatırlatılmıştır.

62. TOMA araçlarından tazyikli suyla yapılan müdahale sonrasında adli birimlerden temin edilerek izlenen görüntülerde -ve bu kayıtlara ilişkin kolluk tarafından düzenlenen 23/1/2014 tarihli CD ve Fotoğraf İzleme Tutanağı'nda- müdahale alanı civarında yüzleri kapalı kişiler ile yine kolluğa ve kolluk araçlarına taş atan kişilerin tespit edildiği görülmektedir. Her ne kadar yüzleri kapalı ve taş atan kişiler emniyet görevlileriyle müzakereleri yürüten grup üyeleri dışındaki kişiler olsa da ve yürüyen grubun müdahale ile dağıtılması sonrasında bu kişilerin varlığı tespit edilmiş ise de bu durum havanın kararmasından sonra yaklaşık 250 kişilik bir grubun akan bir trafikte şehrin ana caddesinde yürüyüş yapmak istemesinin hem gösterici grubun hem de çevredeki halkın güvenliğinin sağlanması adına potansiyel riskler içerdiğinin gözardı edilmesini gerektirmemektedir. Kamu otoritelerinin somut olayın koşulları çerçevesinde gece vaktinde yapılacak yürüyüşün neden olacağı güvenlik riskine yönelik kaygıları temelsiz değildir. Öte yandan kolluk güçlerinin, başvurucunun dahil olduğu grubun bulunduğu parkta basın açıklaması yapmasını ve düşüncelerini burada duyurmasını engellemediğinin de altı çizilmelidir. Dolayısıyla kolluk güçlerinin yürüyüş yapmaya başlayan gruba tazyikli su sıkma şeklindeki aracı tercih ederek müdahale etmesinin gereksiz olduğundan bahsedilemez.

63. Müdahalenin gerekli olduğu ortaya konduktan sonra ikinci aşamada olayın niteliğine göre müdahalenin göstericileri etkisiz hâle getirmek için ölçülü olup olmadığı ele alınmalıdır. Kolluğun toplumsal olaylara müdahale sırasında gerektiğinde kuvvet kullanması bir hukuka uygunluk nedenidir. Bu durumda dahi göstericilerin uyguladığı şiddeti önleyecek yeterlilik ve mahiyette cebir kullanılmasına cevaz verilmiştir. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike bakımından gerekli olandan fazla olmamalı ve göstericilerin maddi bütünlüğüne zarar vermemelidir ( Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 76).

64. Öncelikle başvurucunun üzerine gazlı su sıkıldığı, olaya gaz bombaları ile müdahale edildiği ve coplarla dövüldüğü iddiaları bağlamında dosyadaki görüntü, bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde suyun kimyasal bileşimi konusunda hem kolluk tarafından sağlanan belgelerde hem de başvurucunun sunduğu belgelerde herhangi bir kaydın bulunmadığının belirtilmesi gerekir. Bu nedenle başvurucunun üzerine sıkılan suyun kimyasal bileşimi konusundaki iddialar hakkında ayrı bir değerlendirme yapılmayacaktır. Diğer taraftan olayda gaz bombası kullanıldığı yolunda da herhangi bir verinin başvuru dosyasına yansımadığı tespit edilmiştir. İzlenen görüntülerden başvurucunun bir noktada kolluk görevlileri ile yakın temasta bulunduğu görülmekle birlikte TOMA'dan sıkılan suyun menzili dışında kalınan bu alanlarda kolluğun başvurucu da dâhil yakına gelen kişileri kalkanlarla itekleyip tuttukları tanklardan üzerilerine gaz sıktığı görülmüş olup bunun dışında başvurucuya copla müdahalede bulunup bulunmadıkları anlaşılamamıştır. Bununla birlikte TOMA'nın ve polis barikatının çok yakınına gelinmiş olması nedeniyle araçtan sıkılan suyun etki alanı dışında kalınan noktada kolluk görevlilerince başvurucunun da içinde bulunduğu öncü gruba yakın mesafeden biber gazı sıkıldığı görülmektedir. İzlenen görüntülerden bu işlemin en az iki kez tekrarlandığı anlaşılmaktadır.

65. Tazyikli suyla yapılan müdahaleyi değerlendirmek gerektiğinde izlenen görüntüler, başvurucunun tazyikli su ile yapılan müdahale sonucu yere düşmesinin ardından yerden kalkarak yanındakilerle birlikte yürüyüşe devam etme çabasında olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu itibarla aksine bir delil dosyaya yansımadığından adli tıp raporu ile başvurucunun vücudunda oluştuğu tespit edilen arazların sıkılan tazyikli su ile bunun sonucunda yere düşmesinin ortak etkisiyle gerçekleştiği değerlendirilmiştir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun yere düşmesiyle yaralandığı zımni olarak kabul edilmiştir.

66. Başvurucuya tazyikli su sıkılmasına ilişkin görüntüler incelendiğinde başvurucunun yanındaki birkaç kişiyle birlikte tutmuş olduğu dövizi kendilerini korumak amacıyla kullanarak cadde üzerinde TOMA araçlarıyla önlem alan kalkanlı polislere doğru yürüyüşe geçtiklerinde birden fazla kez sadece başvurucu ve beraberindekileri hedef alan tazyikli su sıkıldığı görülmektedir. Bu anlarda yürüyüş yapmak isteyen topluluğun büyük oranda dağıldığı, dolayısıyla suyla yapılan müdahaleden beklenen amacın hasıl olduğu anlaşılmaktadır. Şu hâlde başvurucunun yanındaki birkaç kişiyle birlikte alanda önlem alan onlarca polisin üzerine doğru yürümesinin bir saldırı niteliği taşıdığı söylenemez. Zaten ilgili adli birimlerden temin edilerek izlenen görüntüler, kolluk tarafından düzenlenen 23/1/2014 tarihli CD ve Fotoğraf İzleme Tutanağı ile 3/1/2014 tarihli Görüntü İnceleme Tutanağı gösterinin hiçbir aşamasında başvurucunun görevlilere veya çevredeki kişilere karşı şiddet içeren bir eyleminin bulunmadığını ortaya koymaktadır. Buna rağmen -olayla ilgili olarak kolluk tarafından tutulmuş olan tutanakta, başvurucuya sekiz kez tazyikli su ile müdahale edildiği, buna rağmen başvurucunun ayağa kalkarak yürüyüşüne devam ettiği tespitinden hareketle- sıkılan suyun isabet ettiği kişiye dengesini kaybettirip onun yere düşmesine sebep olacak nitelikteki şiddeti, bu müdahalenin saldırı veya saldırı potansiyeli tehlike teşkil etmeyen bir aşamada birden çok tekrarlanması ve müdahaleler sonucunda meydana gelen yaralanmaların ağırlığı (bkz. §§ 18, 19) dikkate alındığı tazyikli suyla ve yine öncesinde gazla yapılan müdahalenin orantısız olduğu, ayrıca bu müdahale sonucunda basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede de olsa oluşan yaralanmaların insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

67. Açıklanan gerekçelerle olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA bu görüşe katılmamışlardır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

68. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110)

69. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

70. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

71. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

72. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

73. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, §§ 68,69)

74. Kamu görevlileri tarafından yapılan kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

75. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

76. Somut olayda başvurucu, bazı meslek kuruluşları ve sendikaların çağrısı üzerine toplanılan alandan sloganlar eşliğinde diğer bir alana yürümek ve orada basın açıklaması yapmaktan ibaret eyleme kolluk kuvvetlerinin yaptığı müdahalenin aşırı güç kullanımı içerdiğini, bunun sonucunda da yaralandığını ileri sürerek ilgili sağlık kuruluşundan aldığı raporu da eklemek suretiyle 30/12/2014 tarihli dilekçeyle Adana Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak sorumluların tutumundan şikâyetçi olmuştur. Savcılık bunun üzerine başvurucunun 2911 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçundan yürütülen soruşturmanın Adana Emniyet Müdürlüğünde bulunan bir örneğini isteyerek bunları dosyaya eklemiştir. Olaya ilişkin görüntülerin ve bu görüntülerin çözümüne ilişkin tutanakların artık dosya içinde bulunduğu anlaşıldığından şikâyeti değerlendirmek için soruşturma dosyasının yeterli muhteviyata ulaştığı söylenebilir.Dolayısıyla başvurucu soruşturma dosyasında -kolluğun olayla ilgili anlatımları dışında- bağımsız bir kaynaktan gelen hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığını ileri sürmüş ise de dosyadaki delil durumu itibarıyla soruşturmanın pratikte tarafsız koşullarda yürütülmediği söylenemeyecektir.

77. Adana Emniyet Müdürlüğünün olay hakkındaki 5/2/2014 tarihli cevap yazısı esas alınarak düzenlenen kovuşturmaya yer olmadığı kararında kolluğun müdahalesinin orantılı olup olmadığı yönünde herhangi bir değerlendirme yapılmamış, sadece zor kullanma yetkisinin aşıldığına ilişkin delil bulunmadığı belirtilmekle yetinilmiştir. Olayın gerçekleşme şeklini ortaya koyan görüntülere rağmen hangi verilerden hareketle bu sonuca ulaşıldığı anlaşılamadığı gibi varılan sonucun da -müdahalenin orantısız olduğu gerçeği karşısında (bkz. § 63)- nesnel ve tarafsız bir analizin ürünü olmadığı görülmektedir.

78. Sonuç itibarıyla Savcılık kötü muamele iddialarına yönelik olarak etkin bir soruşturma yürütmeden şikâyet hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

79. Somut olayda kolluk görevlilerinin müdahalesi ile maruz kalınan eylemden dolayı Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

81. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

82. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

83. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

84. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğinin tespiti ve kırılan telefonundan kaynaklanan zararlarını da içermek üzere tarafına ayrı ayrı 500.000 TL maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

85. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun da katıldığı gösteri yürüyüşüne kolluk tarafından yapılan müdahalenin insan haysiyetiyle bağdaşmayacak muamele niteliğinde olduğu ve bu olaya ilişkin etkin bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

86. Somut olayda Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı Başsavcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılarak yeniden bir soruşturma yapılmasını gerektirmektedir. Yapılacak soruşturma 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

87. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucunun yargılamanın uzunluğu nedeniyle uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespiti ve yeniden (soruşturma) yargılama yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

88. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda soyut iddiası dışında herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

89. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.681,10 TL tutarındaki yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Kadir ÖZKAYA'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu itibarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (verilen karar 2013/79811 numaralı soruşturma ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücreti olmak üzere toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/7/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Dosyada yer alan tespitlere göre, hava karardıktan sonra yapılan gösteri yürüyüşü sırasında, topluluk içerisinde ve yakın çevresinde ellerinde taş bulunan ve yüzü maskeli kişilerin varlığı açık olduğu gibi, bunların bölgede yaşayan kişiler ve kamu güvenliği yönünden açık bir tehlike oluşturduğu da kuşkusuzdur. Dolayısiyle anılan etkinliğe güvenlik kuvvetlerine müdahale edilmesinde “gereklilik” unsurunun gerçekleştiği, ayrıca anılan etkinliğin gece vakti yapılmasında ısrar edilmesi ve bu konuda yapılan her türlü uyarıya kayıtsız kalınması karşısında, güvenlik kuvvetlerinin tazyikli su sıkmaktan ibaret müdahalesi şeklinde kullanılan gücün orantılı bulunduğu, başvurucuda meydana gelen ve raporla kayıt altına alınan ekimozların bu müdahale sırasında sırasında sıkılan tazyikli suyun isabeti sonucu meydana geldiğinin olayın cereyan şekline göre kabulü gerektiği, dolayısiyle basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede oluşan yaralanmanın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak kabul edilemeyeceği ve Anayasa’nın 17 nci maddesinin 3. fıkrasının maddi boyutunun ihlâl edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Kadir ÖZKAYA

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERDAL İMREK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4206)

 

Karar Tarihi: 17/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 10/9/2019-30884 

 İKİNCİ BÖLÜM

KARAR 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportörler

:

Yunus HEPER

 

 

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Erdal İMREK

Vekili

:

Av. Yıldız İMREK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir gösteriyi izlemek isteyen basın mensuplarına kolluk görevlilerinin müdahalesi sırasında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın hürriyetlerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 6/3/2015 ve 29/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. 2017/28827 numaralı bireysel başvuru dosyasının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2015/4206 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/4206 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. 1981 doğumlu olan başvurucu, Evrensel gazetesi ile Hayat TV muhabiridir. Başvurucu, Taksim Dayanışma Platformunun Gezi Parkı olaylarının yıl dönümü nedeniyle 31/5/2014 tarihinde yapacağı basın açıklamasını ve gösteriyi izlemek için Taksim Meydanı’na gitmiştir.

11. Başvurucunun iddiasına göre polis, yapılacak gösteriyi izlemek için gösteri mahallinde bulunan basın mensuplarının görüntü almasına ve kayıt yapmasına engel olmaya çalışmış, bu sırada kendisi de kolluk tarafından darbedilmiş ve kendisine biber gazı sıkılmıştır.

12. Başvurucu 3/6/2014 tarihinde kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur.

13. Savcılık aynı gün İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünden başvurucu hakkında rapor aldırmıştır. Raporda daha önce tıbbi belgesi bulunmayan başvurucunun sol tibia (kaval kemiği) ön yüzde 2x2 cm’lik, üzeri kurumaya başlamış, etrafı hiperemik abrazyon, kafa arkada boyuna yakın bölgede 2x3 cm hiperemi olduğu, mevcut yaraların basit tıbbi müdahaleyle (BTM) giderilebileceği kayıtlıdır.

14. 2/7/2014 tarihinde Savcılık başvurucunun ifadesini almıştır. Şikâyet dilekçesinde ve ifadesinde başvurucu şu hususları dile getirmiştir:

31/5/2014 tarihinde Taksim Gezi Parkı olaylarının yıl dönümü sebebiyle Taksim Dayanışma Platformu tarafından İstiklal Caddesi’nde basın açıklaması yapılacaktır. Yaklaşık iki yüz kişilik bir grup saat 17.00 civarında Meşelik Sokak’ta bir araya gelmiştir. Çevik Kuvvet sokağın başını tutmuş, İstiklal Caddesi’ne giriş-çıkışı önlemiştir. Meşelik Sokak’ta bekleyen grubun basın açıklaması yapmasına polis izin vermemiştir. Bu sırada İstiklal Caddesi üzerinde başka bir gruba polisin müdahale ettiğini gören basın mensupları polisin müdahalede bulunduğu yere gelmiştir. Başvurucu elindeki fotoğraf makinesiyle polisle göstericiler arasındaki arbedenin fotoğrafını çekmiştir. Polis, cadde üzerindeki çeşitli grupları ara sokaklara ve Galatasaray Lisesine doğru kovalamıştır. İstiklal Caddesi’nde yalnızca polisler ve yaklaşık yirmi gazeteci kalmıştır. Rütbesini ve ismini bilmedikleri bir polis amirinin talimatıyla polis kalkanlı bir şekilde hat düzeni alarak gazetecileri aşağıya doğru yönlendirmeye çalışmıştır. Basın mensubu olduklarını, olayları izlemek için başka yere gideceklerini söylemelerine karşın polis geçiş izni vermemiştir. Galatasaray Lisesine varmadan polis gazetecileri tünele doğru sürüklemiştir. Tünele yakın bir noktada kadın bir gazeteci, polisin kolunu tutarak itiraz ettiğinden gözaltına alınmak istenmiştir. Diğer gazeteciler buna engel olmak istemiş, polisle kadın basın mensubunun arasına giren başvurucunun kollarından tutan birkaç polis onu duvara doğru itmiştir. Turuncu yelekli (başvurucu bu kıyafetin polisin ilk yardımda görevli olduğunun işareti olduğunu söylemektedir) bir polis başvurucuya tokat atmış, birkaç polis de başvurucuyu duvara çarpmıştır. Başvurucunun koluna plastik kelepçe takmak isteyen bir polis yaklaşırken arkadan gelen birkaç polis de başvurucuyu tekmelemiştir. Gaz tüpü taşıyan bir polis ise başvurucunun çenesine yumruk atıp 30 cm mesafeden yüzüne biber gazı sıkmıştır. Polis gazetecileri yaklaşık yarım saat olay yerinde tutmuştur. Başvurucunun gözü diğer basın mensuplarının yardımıyla antiasitli solüsyonla yıkanmıştır. Başvurucunun gözünün solüsyonla temizlenme görüntüleri bazı basın kurumlarınca haber yapılmıştır. Bu görüntüler başvurucu tarafından dosyaya ibraz edilmiştir.

15. Savcılık 2/7/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden olayla ilgili bilgi, belge ve kayıtları istemiştir. Bunlar arasında olaya ilişkin kamera görüntüleri, olay yeri tutanağı, başvurucunun gözaltına alınan gazeteci bir kadınla polis memuru arasına girdiğinde polise karşı herhangi bir direnmesinin olup olmadığı, varsa ne şekilde direndiği, darbederek ve biber gazı sıkarak müştekiyi yaralayan polislerin kimliğinin tespiti yer almaktadır.

16. Ancak bu yazıya uzun süre cevap verilmemiştir. Savcılık Emniyet Müdürlüğünden, yanıt verilmeyen müzekkere gereğinin yerine getirilmesini istemiştir.

17. Emniyet Müdürlüğü 20/10/2014 tarihinde Savcılığın isteğini yerine getirmiştir. Radyo TV ve Foto Film Şube Müdürlüğü ve Elektronik Şube Müdürlüğüyle yapılan yazışmalar neticesinde temin edilen görüntüler ve MOBESE kayıtları ile olay yerinde görevli polis ekibindeki tüm personel listesi gönderilmiştir.

18. Olaya müdahale eden polis memurlarının kimlikleri tespit edilince Savcılık 20/11/2014 tarihinde şüpheli sıfatıyla bu kişilerin ifadesini almıştır. Komiser Yardımcısı İ.H.Y., Polis Memuru T.B. ve S.K. birbiriyle örtüşen savunmalarında şunları dile getirmiştir:

Yaklaşık kırk kişilik polis ekibiyle olay yerine varılmış, akşam saatlerinde İstiklal Caddesi Galatasaray Meydanı’nda görev yapan Çevik Kuvvet grubu, Gezi Parkı olaylarının yıl dönümü sebebiyle toplanan eylemcileri İstiklal Caddesi’nin sonuna kadar süpürmüş, bu esnada arkadan gelen toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) polislere nezaret etmiştir. Gazetecilerin olay yerinden ayrılmaları için gösterilen ikna çabası sonuç vermemiştir. Emniyet Müdür Yardımcısı S.Y. ile gazeteci bir grup tartışmış, başvurucunun da aralarında bulunduğu gazeteciler S.Y.yi aralarına almıştır. Eylemcilerin arasında kalan Emniyet Müdürü S.Y.nin kolundan başvurucunun tuttuğunu gören polislerden biri, Model 5 isimli gaz mühimmatı kullanarak gruba müdahale etmiştir. Komiser Yardımcısı İ.H.Y. dağılan grupta yer alan başvurucuyu kollarından tutarak olay yerinden uzaklaştırmaları için diğer polislere emir vermiştir. Birkaç dakika sonra Emniyet Müdürü, başvurucunun serbest bırakılması talimatı vermiştir. Bunun üzerine başvurucu serbest bırakılmıştır. Bir süre sonra başvurucu, Tünel Meydanı’nın sonuna geçip diğer kameramanlara ve eylemcilere basın açıklaması yapmış; polis buna müdahale etmemiştir.

19. Savcılık kamera görüntüleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Üzerinde tarih bulunmayan bilirkişi raporunda; başvurucuyla polis memurları arasındaki münakaşa, polisin gazeteci gruba gazla müdahalesi, başvurucunun gözaltına alınmak istenmesi sırasındaki görüntülerin fotoğraf çıktıları ve polislerle gazeteciler arasında geçen konuşmaların dökümü yer almaktadır. Rapor şu şekildedir:

"Gazeteci grup ile polis memurları arasında geçen konuşma:

Gazeteci : Bana dokunmayın.

Polis memuru : Kimse bekleme yapmasın devam edin.

Gazeteci : Tamam bende gidiyorum zaten.

Polis memuru : Direnmeyin.

Gazeteci : Direnmiyorum zaten.

Polis memuru : Tamam beyler devam ediyoruz.

Gazeteci : Bir açıklama yapar mısınız lütfen halkın haber almasını engelliyorsunuz bizi engelleyemezsiniz.

Polis memuru : Tamam hakaret etmeyin lütfen.

Gazeteci : Hakaret etmiyorum ben hakaret mi bu ben hakkımı savunuyorum burada ben basınım ya beni nasıl engellersin sen.

Polis memuru : Hadi beyler devam edelim.

Gazeteci : Ne yapacaksınız Karaköy'e mi götürüyorsunuz bizi AKP halkın haber alma hakkını engelliyor.

Müdahale yapılıyor ve yuhlama sesleri geliyor.

Polis memuru : Süpürmeye devam.

Gazeteci : Dokunmayın bana.

Polis memuru : Tamam dokunmayım da yürü o zaman.

Gazeteci : Şuan da polisler halkın haber alma özgürlüğünü engelliyor.

Polis memuru : Hadi çabuk çabuk sola doğru beyler hemen boşaltın şurayı.

Gazeteci : Polisler orada yol kenarına sıkıştırıp tartaklayıp yüzüme de bir şey sıktılar ne olduğunu bilmiyorum ve bize gazeteci değilsiniz ..... ne farkınız var deyip durdular arka tarafta ne olduğunu bilmiyoruz halkın haber alma hakkını engelliyorlar gazetecilerin görüntü almasını engelliyorlar ne oluyor öbür tarafta ne yapılıyor insanlara.

Polis memuru : Çık çık geçemezsiniz buradan.

Gazeteci : Telefonumun şarjı yok lütfen çıkmak istiyorum Allah Allah böyle bir şey yok ya arkadaşım telefonumun şarjı bitti gazeteciyim ben lütfen çıkar mısın?

Polis memuru : Hanım efendi lütfen iteklemeyiniz.

Gazeteci : Ya çıkar mısın lavaboya gideceğim telefonumun şarjı yok çık hapis hane mi burası?

Polis memuru : Hanım efendi kalkanı iteklemeyiniz.

Gazeteci : Çıkın önümden fenalık getirmeyin bak gazeteciyim çıkmak istiyorum.

Polis memuru : Kimse geçmiyor hiç kimse ile münakaşa girmeyin beyler.

Gazeteci : Telefonumun şarjı bitti şarz edeceğim çıkmak istiyorum bak ben bir gazeteciyim eylemci değilim müsaade edin çıkmak istiyorum şuan suç işliyorsunuz anayasayı çiğniyorsunuz emirlere uyarak suç işliyorsunuz.

Polis memuru : Ne emri ya?

Gazeteci : Sizin amiriniz yok mu çıkmak istiyorum ya fenalık geldi

Polis memuru : Hanım efendi kalkanı itekleme.

Gazeteci : Biz gazeteciyiz buradan çıkmak istiyoruz protestocu değiliz böyle bir terbiyesizlik yok ya şuanda siz burada bütün gazetecileri abluka altında tutuyorsunuz bu bilinçli bir şey hepimizi buraya sürüklediniz neyi görmemizi istemiyorsunuz. Tekme atanlar kimi kolluyorsunuz neyin görünmesini istemiyorsunuz.

Tespit Edilen Hususlar ve Sonuç:

Dosya ekinde bulunan ve Bilirkişi Raporu ile çözümlenmesi istenilen tarih ve saati belli olmayan kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde; cadde boyunca ilerlemek isteyen bir grup gazeteciye çevik kuvvet polisinin engel olduğu, gazeteci grup ile polis memurları arasında sözlü tartışma yaşandığı, daha sonra çevik kuvvet polisinin grubu dağıtmak için biber, gazı kullandığı, gazeteci grup arasında yer alan şikayetçi Erdal İmrek'i üç polis memurunun tutarak götürdüğü, şikayetçiyi tutan polis memurlarından birinin B-14-07, B-04-05 kask numaralı polis memuru olduğu, şikayetçinin çevik kuvvet polisleri tarafından tutularak götürüldüğü sırada kamera görüntülerinde hiçbir tekme, darp vb durumun yaşanmadığı tarafımdan anlaşılmıştır."

B. Kolluk Görevlileri Hakkında Yapılan Ceza Soruşturması Sonucunda Verilen Karar

20. Başvurucunun iddiaları üzerine yapılan soruşturma sonucunda Savcılık 20/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun kollarından tutup onu kısa bir süre bekleten şüpheli polis memurlarının müştekiye karşı fiziki bir eyleminin olmadığı, şikâyet edilen polis memurlarının zor kullanma yetki sınırını aşmadıkları değerlendirmesi yapılmıştır.

21. Anılan karara başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/1/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

22. 4/2/2015 tarihinde tebliğ edilen bu karara karşı 6/3/2015 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımı bulunmamaktadır.

C. İdare Mahkemesine Açılan Tam Yargı Davası Sonucunda Verilen Karar

23. Başvurucu bu olayla ilgili olarak 14/11/2014 tarihinde İçişleri Bakanlığına karşı İstanbul 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. İdare Mahkemesi 31/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

Özetle; yukarıda da izah edildiği gibi; idarenin güvenlik kamu hizmetini yürütürken gerek güvenlik kamu hizmetinin muhatabı olan kişiye ve gerekse üçüncü kişilere vermiş olduğu zarardan sorumlu olup, kamu hizmetinin yürütümü ile ilgili olarak her türlü önlemi ve denetimi yapma sorumluluğu olduğu da açıktır. Ancak, yukarıda da izah edildiği gibi; idarenin kamu hizmetinin yürütümündeki denetim eksiklikleri veya kamu hizmeti sırasında personelin işlediği suç düzeyindeki eylemlerinden sorumlu olabilmesi için; ortada kusurlu bir eylemin varlığının yetmediği, idarenin kusurlu eylemi ile oluşan zarar arasında bir illiyet bağı olması gerektiği; yani idareye atfedilebilecek bir kusurlu davranışın bulunması gerektiği, idarenin davranışının aktif veya pasif nitelikte olması gerektiği aşikârdır.

…soruşturma dosyasına sunulan bilirkişi raporunda, kamera görüntülerinin incelenmesi neticesinde şikâyetçinin çevik kuvvet polisleri tarafından tutularak götürüldüğü sırada kamera görüntülerinde hiçbir tekme, darp vb. durumun yaşanmadığının anlaşıldığının belirtildiği, … şüpheli polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği … görülmektedir.

İdareleri tazminat sorumluluğu ile yükümlü kılabilmek için meydana gelen zarar ile idari davranış arasında açık, net ve şüpheden uzak bir bağlantının olması, meydana gelen zararın, ya idarenin doğrudan bir fiilinden kaynaklanması veya idarenin bu zararın meydana gelmesinde denetim görevini yerine getirmemekle dolaylı bir şekilde zarara sebebiyet vermesi gerekir. Somut olayda davacının vücudunda meydana gelen yaralanma sonucunda zarara uğradığı, maddi ve manevi yönden belli bir sıkıntı çektiği açık olmakla birlikte; davacıda meydana gelen bu zararın kaynağının idari bir eylem olduğuna yönelik olarak dosyada şüpheden uzak ve net bir delil olmadığından davacının manevi tazminat talebinin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

…”

24. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dokuzuncu İdare Dava Dairesi tarafından 17/11/2016 tarihinde, başvurucunun karar düzeltme talebi de 28/4/2017 tarihinde reddedilmiştir.

25. 30/5/2017 tarihinde tebliğ edilen bu karardan sonra 29/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kasten yaralama, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarının düzenlendiği 86., 256. ve 265. maddelerine Vedat Şorli ve Bilal Şorli(B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-67); kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun düzenlendiği 109. maddesine Süleyman Demir ( B. No: 2014/7307, 26/10/2016, § 35); 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesine Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 24); 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 161. ve 164. maddelerine ise Mehmet Baydan ([GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 25-26)başvurularında yer verilmiştir.

27. Emniyet Genel Müdürlüğünün 28/5/2016 tarihli Göz Yaşartıcı Gazlar, Gaz ve Savunma Tüfekleri ile Bunlara Ait Teçhizat ve Mühimmatın Kullanımı, Depolanması ve Kullanıcı Personelin Eğitimine Dair Yönerge’nin 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Genel kullanım esasları

Madde 6 - (1) Göz yaşartıcı gazlar ve savunma tüfekleri ile yapılan müdahalede amaç; yasadışı ve/veya yasadışı hale dönüşen tüm eylem ve etkinliklerde topluluğu dağıtmak, dağıtılanların tekrar toplanmasını önlemek, şüphelileri yakalayarak etkisiz hale getirmek, toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan şahıslar ile çevredeki vatandaşlara karşı olabilecek muhtemel saldırıları önlemektir.

 (5) Kamu düzeninin bozulmasına yönelik ciddi tehditler ile çevreye veya güvenlik güçlerine karşı fiili saldırı bulunmadıkça göz yaşartıcı gaz ile müdahaleden kaçınılır. Direniş ve saldırısına son vermiş kişi veya gruplara karşı kesinlikle göz yaşartıcı gaz kullanılmaz.

…”

B. Uluslararası Hukuk

28. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazının kullanımına ilişkin endişeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması Ali Ulvi Altunelli (aynı kararda bkz. §§ 29, 31-38) başvurusunda açıklanmıştır.

29. Eldeki başvuruya benzer bir davada AİHM bir gazetecinin kendisine kötü muamele yapıldığı, bilgi alma ve verme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarını incelemiştir (Najafli/ Azerbaycan, B. No: 2594/07, 2/10/2012). Bahsi geçen başvuruda olaylar şu şekilde meydana gelmiştir: Bir gazeteci olan başvurucu, muhalif guruplar tarafından politik amaçlarla icra edilen izinsiz bir gösteriyi muhabir olarak izlediği sırada polis tarafından coplanarak darbedilmiştir. Darp olayı başvurucunun polislere kendisinin muhabir olduğunu söylemesine rağmen gösterinin dağıtılması sırasında cereyan etmiştir. Söz konusu olayların ardından başvurucuda kapalı kranyo-serebral travma, sarsıntı ve başın üst kısmında yumuşak doku hasarı gibi kayda değer yaralanmalar olduğu rapor edilmiştir. Başvurucudaki söz konusu yaralanmaların nasıl meydana geldiğini tespit etmek için bir ceza soruşturması açılmış ancak soruşturma yaralanmaların sorumlusu olan polis görevlilerinin kimliklerinin tespit edilememesi nedeniyle ertelenmiştir (aynı kararda bkz. §§ 11-21).

30. AİHM ilk olarak kötü muamele iddiasını incelemiştir. AİHM'in olayın esasına ilişkin değerlendirmeleri şu şekildedir: Başvurucu, gösterinin dağıtılması sırasında polis görevlilerinin copları ile darbedildiğini varsaymak için yeterli derecede güçlü ve tutarlı deliller sunmuş, buna karşın hükûmet bu varsayımı çürütecek, ikna edici karineler ortaya koyamamıştır. Yaralanmaları gözönüne alındığında başvurucunun asgari şiddet seviyesine ulaşan bir dizi ciddi fiziksel ve ruhsal eziyete maruz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucuya yöneltilen şiddetin başvurucunun kendi davranışlarının sonucu ve kesinlikle gerekli olduğu gösterilememiştir. Başvurucu, polise karşı şiddet kullanmamış ya da başka bir tehdit oluşturmamıştır. Başvurucuya karşı güç kullanılmasına başka bir sebep de gösterilmemiştir. Bu yüzden başvurucuya karşı kullanılan gücün gereksiz, aşırı ve kabul edilemez olduğu ve 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 34-41).

31. AİHM daha sonra kötü muamele şikâyetinin usulî yönünü değerlendirmiştir. AİHM'e göre başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma 3. maddenin gerekliliklerini karşılamamaktadır. Örneğin soruşturma işlemlerinde ciddi gecikmeler meydana gelmiş ve soruşturma yeterli bir çaba ile ele alınmamıştır. Ayrıca başvurucuya soruşturmaya etkili erişim imkânı sağlanmamış ve başvurucu soruşturmaya ilişkin işlemlerden zamanından haberdar edilmemiştir. Daha problemli olan yön ise soruşturmanın tarafsızlığı ve bağımsızlığı sorunudur. Başvurucunun darbedilmesinin sorumlularının tespit edilmesi görevi, suçu işlediği iddia edilen polis görevlilerinin bağlı olduğu otoriteye verilmiştir. Soruşturma, ilgili polislerin kimliklerinin tespit edilememesi gibi yetersiz gerekçelerle askıya alınmıştır. Son olarak başvurucu, polis memurlarının kimlikleri bilinemediği için hukuk davaları yoluyla etkin bir şekilde tazminat alma olanağından da mahrum bırakılmıştır. Ceza soruşturması bağımsız olmadığı ve etkisiz kaldığı için sorumlu polislerin kimliklerinin belirlenmesi hedefine ulaşılamamıştır. Dolayısıyla bir hukuk davasında davanın yöneltileceği kişilerin belirlenmesi başvurucu için aşılmaz bir güçlük olarak ortaya çıkmış ve 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır(aynı kararda bkz. §§ 45-56).

32. Son olarak AİHM, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM ilk olarak basının kamusal meselelerle ilgili bilgi ve fikirleri yayma özgürlüğünün demokrasinin gelişimi için yaşamsal olan muhalif toplantıların ve gösterilerin haberleştirilmesi özgürlüğünü de içerdiğini ifade etmiştir. AİHM'e göre başvurucunun görevini yapması aşırı güç kullanımı ve fiziksel kötü muameleyle engellenmiştir. Başvurucu yaka kartı taktığı ve mesleğini açıkça söylediği için AİHM, polislerin başvurucunun muhabir olduğunu fark edemedikleri savunmasını kabul etmemiştir. Öte yandan hükûmet tarafından polislerin başvurucunun muhabirlik görevini yapmasını engelleme niyeti olmadığı iddiası da kabul edilmemiştir. AİHM'e göre burada önemli olan sadece işini yapmakta olan başvurucunun bir gazeteci olduğunu açıkça ortaya koymasına rağmen 3. maddede öngörülen muameleye maruz kalmış olmasıdır. Bu nedenle başvurucunun 10. maddede yer alan hakkına bir müdahalede bulunulmuştur. AİHM, hükûmet tarafından söz konusu müdahalenin meşru olduğunun da kanuni veya meşru bir amacı yerine getirmek için yapıldığının da ikna edici bir şekilde gösterilemediği sonucuna ulaşmıştır (aynı kararda bkz. §§ 64-70).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 17/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu;

i. Polisin gösteriye müdahale edilen yere gitmelerine mani olmak için gazeteci olduğunu bile bile kendisini darbettiğini ve biber gazı kullandığını,

ii. Özel işyerlerinden ve MOBESE kameralarından görüntü araştırması yapılmadığını,

iii. Tanık dinletme talebinin gözardı edildiğini,

iv. Basın mensuplarının bulunduğu gruptan alındıktan sonra polis kamerasının tekrar kalabalık basın mensuplarını çekmeye devam etmesi nedeniyle darp eylemlerinin kameralara yansımadığını,

v. Olaydan birkaç dakika sonra biber gazının etkisinin kaldırılması için yüzünün antiasit solüsyonla temizlendiğini ve bunun kayıtlarda geçtiğini,

vi. Bütün bu delillere rağmen kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu kararda yalnız yaralama suçu bakımından inceleme yapıldığını, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, işkence ve görevi kötüye kullanma suçlarının üzerinde durulmadığını,

vii. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın atanma usulleri yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından tartışmalı, doğal hâkim ilkesine aykırı olan sulh ceza hâkimliğince yapıldığını,

viii. Tam yargı davasında da idare mahkemesinin, Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına dayandığını, hâlbuki idare mahkemesinin bu kararla bağlı olmadığını belirterek kötü muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

35. Bakanlık görüşünde; başvurucunun bir gazetecinin gözaltına alınmasını engellemek için emniyet müdürünün kolundan çekmesinin görevliye karşı aktif direnme teşkil ettiği, polisin bu direnişi kırmak için müdahale ettiği, adli tıp raporuna göre başvurucunun dizinde ve boynunda tespit edilen ve basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralanmasının, yaralandıktan sonra da olay yerinde kalmayı sürdürmesinin fiziksel ve ruhsal bakımdan kötü muamele yasağındaki asgari eşik değerlendirmesinde nazara alınması gerektiği, iddiaya yönelik olarak Savcılıkça derhâl soruşturma açılarak objektif delillerin gecikmeden toplandığı, bu kapsamda kamera görüntülerinin getirtilerek bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, toplanan delillerin güç kullanımının orantılılığını ortaya koyduğunu tespit eden savcının kovuşturmasızlık kararı verdiği, soruşturmanın beş ay gibi makul bir sürede tamamlandığı belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik Yönünden

36. Bakanlık görüşünde adli raporda belirtilen yaranın niteliği, başvurucunun maddi ve manevi olarak hissettiği elemin kötü muamele yasağındaki asgari eşiğe ulaşmadığı ileri sürüldüğünden öncelikle bu hususun ele alınması gerekmektedir.

37. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

38. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunu göstermektedir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 51).

39. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

40. Olay ve olgular kısmında özetlendiği üzere; başvurucudaki yaralanmanın anlık gelişmediği, gösteri mahallinde bulunan basın mensuplarının görüntü alma ve haber yapmasının engellenmesi için polis tarafından yapılan müdahale sırasında kadın gazetecilerden birinin gözaltına alınmasını önlemek amacıyla emniyet müdürünün yanına giden başvurucuyu polisin duvara doğru ittiği, tokatladığı, tekmelediği ve nihayet yakın mesafeden yüzüne biber gazı sıkıldığı öne sürülmüştür.

41. Başvurucunun darbedildiğini öne sürdüğü yer, diğer gazeteciler ile göstericilerin de bulunduğu bir meydandır. Burada maruz kalınan bir muamelenin üçüncü kişilerin bulunmadığı yerde gerçekleştirilenlere oranla başvurucunun onur ve haysiyetinde meydana getirebileceği zedelenmenin yoğunluk ve derinliğinde belirli derecede farklılığın oluşabileceği muhakkaktır. Bu değerlendirmede diğer basın mensuplarının öne sürülen kötü muamele fiilini ulusal basında haberleştirmiş olmaları da gözden uzak tutulmaması gereken bir unsurdur.

42. Maruz kaldığı muamelenin fiziksel etkisinin mahiyetine gelince; başvurucu, kaval kemiğinden ve ensesinden basit tıbbi müdahale ile giderilecek biçimde yaralanmıştır. Anayasa Mahkemesi, basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde kolluk görevlileri tarafından bir yaralanmanın meydana geldiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli; Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018) başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir.

43. Başvurucu, aynı zaman diliminde birkaç polis tarafından darbedildiği iddiasında bulunmuştur. Biber gazının herhangi bir araz bırakmamakla birlikte kimyasal tesiri yüzünden başvurucuda oluşturduğu acı, meydana gelen yaralanmanın -basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile bundan bağımsız olarak- başvurucuda ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir.

44. Yukarıda sıralanan bu hususlar, başvurucunun maruz kaldığını öne sürdüğü fiziksel müdahale eyleminin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki asgari eşiği aştığının göstergesi olduğundan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

45. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında kaldığından bu çerçevede inceleme yapılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

47. Yakalama sırasında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağıyla ilgili genel ilkeler Anayasa Mahkemesinin Vedat Şorli ve Bilal Şorli (aynı kararda bkz. §§ 81-97, 117-129) başvurusunda açıklanmıştır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

48. Başvurucu, basın mensubu olarak gösteriyi izlerken kolluğun göstericilere yaptığı müdahaleyi haberleştirmesini önlemek için kendisini yaralamasının ve biber gazı kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiğini öne sürmektedir.

49. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte anılan ilke, yaklaşık yirmi gazeteci dışında başka kimsenin bulunmadığı ve güvenlik güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta meydana gelen bu vakada da geçerlidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87).

50. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

51. Başvurucunun yaralandığını gösteren adli muayene raporları ve fotoğraflar iddiaların soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde bu noktadan sonra yargısal makamlara düşen görev, başvurucunun maruz kaldığı fiillerin ne şekilde ve -polis memuru olsun ya da olmasın- kim tarafından meydana getirildiği, kolluğun müdahalesi sırasında oluşmuş ise bunun gerekli ve orantılı olup olmadığı konusunda makul bir açıklama getirmektir.

52. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda başvurucunun polisin müdahalesiyle olay yerinden uzaklaştırılıp tutulduğu, polisin zor kullanma yetkisinin sınırlarının aşılmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucunun devletin gözetimi altında olduğu bir zaman diliminde yaralandığı hususunda tereddüt bulunmayan bu olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına ait olmasına karşın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bu husus aydınlatılmamıştır.

53. Aşağıda etkili soruşturma yükümlülüğünün incelendiği bölümde ayrıntıları ile açıklandığı üzere adli muayene raporundaki yaralanma bulguları, faili belirlenemese bile -kovuşturmaya yer olmadığı kararında kendi kendini yaraladığı ya da diğer gazetecilerin darbettiği yönünde bir kabulün mevcut olmayışı da dikkate alınarak- başvurucunun mağduru olduğu bir suçun işlendiğine ve biber gazına maruz kaldığına işaret etmektedir. Adli muayenedeki bulguları teyit eden başvurucunun anlatımları ile biber gazının temizlenmeye çalışıldığını gösteren basına yansıyan fotoğraflar başvurucudaki yaranın polisin müdahalesi neticesinde oluştuğunu ortaya koymaktadır.

54. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, kullanılan gücün gerekli olduğu konusunda bir değerlendirme bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçundan açılmış bir soruşturmanın bulunmaması da güç kullanımının gerekli olmadığını ortaya koyan bir başka noktadır.

55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

56. Soruşturmanın etkililiği ele alınırken öncelikle soruşturmaya başlandığı anda başvurucunun iddialarının savunulabilir olup olmadığı ve soruşturmanın seyrinin buna uygun bir şekilde yönlendirilip yönlendirilmediği tespit edilmelidir.

57. Diğer basın mensupları ve polislerin bir gazetecinin gözaltına alınması yüzünden tartıştıkları sırada başvurucunun adli muayene raporunda belirtildiği üzere basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralandığı ve biber gazına maruz kaldığı konusunda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kötü muamele vakalarında fiziki bulgular bakımından doktor raporlarının anahtar role sahip olduğunun altı çizilmelidir.

58. Başvurucunun iddialarının karine hâline dönüşmesine yol açacak nitelikte olan adli muayene raporundaki bulgular, bunların savunulabilir düzeyde olduğunu sergilemektedir. Nitekim bu durum Savcılıkça da kabul edilerek başvurucunun ihbarı üzerine soruşturmaya başlanmıştır.

59. Delillerin toplanmasındaki noksanlık bakımından olay yerinde bulunan işyeri kamera görüntülerinin temin edilmesi için bir araştırma yapılmadığı ve tanık dinletme talebinin gözardı edildiği ileri sürülmüştür. Diğer iddialar daha ziyade mevcut kanıtların yorumlanmasında bazı noktalarda yapılan hata ve ihmallere hasredilmiştir. Bunların merkezinde sıkılan biber gazının temizlendiği sıradaki görüntülere ve adli rapordaki bulgulara itibar edilmemesi yer almaktadır.

60. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

61. Başvuru konusu olaydaki gibi olayın nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası kişilerin kısa süre içinde sorgulanması fiziksel şiddet olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması açısından büyük bir önem arz etmektedir Geçen zamanla birlikte delillerin kaçınılmaz bir şekilde kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, B. No: 2013/6574, 16/12/2015, §§ 61, 62).

62. Başvurucunun şikâyeti üzerine olay yerinde bulunan işyeri kameralarının elde edilmesi için Savcılık tarafından bir adım atılmamıştır. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda başvurucudaki yaranın hangi koşullar altında meydana geldiği tespit edilemediğinden o tarihte nesnel ve bilimsel nitelikteki bu delilin toplanmasından imtina edilmesi önemli bir eksiklik olarak görünmektedir.

63. Başvurucunun görüntülerde yer alan, ismini bildirdiği üç tanığın ve olay yerinde bulunan diğer kişilerin kötü muamelenin aydınlatılması noktasında bilgi ve görgü tanıklıklarının tespiti için bir çaba gösterilmemiştir.

64. Soruşturma başladıktan sonra Savcılık 2/7/2014 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden bazı bilgi ve belgeleri istemesine karşın bu yazıya dört aya yakın bir süre cevap vermekten kaçınılması, savcının kamera görüntüleri gibi saklanma süresinin geçecek olmasından dolayı kaybolma ihtimali bulunan delillerin toplanmasını tehlikeye atabilecek bu durum karşısında pasif bir tutum sergilemesi soruşturmaya yeterli hassasiyetle yaklaşılmadığı izlenimine yol açmıştır.

65. Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa yönünden inceleyerek, bu mercilerin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendisininkini ikame ederek cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevinin bulunmadığı, anılan mercilerin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerektiği Genel İlkeler kısmında açıklanmıştır.

66. Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir. Bu konuda yapılacak değerlendirmede somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl bir seyir izlediği de bir bütün olarak gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, §§ 57, 58).

67. Kötü muamele vakasıyla ilgili bir ceza soruşturmasında, olayı aydınlatma kapasitesine sahip önemli birtakım delillerin toplanmaması bile tek başına, ulaşılan neticenin tutarlılığına gölge düşürebilir.

68. Polis memurlarının müştekiye fiziki bir müdahalede bulunmadığı ve kolundan tutup götürmelerinin zor kullanma yetkisinin sınırının aşılması için yetersiz olduğu gerekçesiyle verilen karar, adli muayene raporları, fotoğraflar ve dosyadaki diğer delillerle bağdaşmadığından, kötü muamele olgusunun gerçekleşme koşullarının objektif bir şekilde analiz edilmediğini ortaya koymaktadır.

69. Öte yandan üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntü kayıtlarında polisin doğrudan fiziksel bir müdahalesinin bulunmadığının değerlendirilmesi, görüntü kayıtlarının olayın gerçekleştiği zaman diliminin bütününü kapsayan bir mekânda vuku bulduğu şeklinde bir varsayıma dayalıdır. Bu varsayım, buna dayanılarak varılan sonucun sağlam temellere dayandığının kabul edilmesini güçleştirmektedir.

70. Kötü muamele failinin tespiti için zamanında atılması gerekli adımların atılmaması, olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin elde edilmesi için çaba sarf edilmemesi, delillerin analizinin soruşturmadaki bulgularla bağdaşmaması, genel olarak soruşturmaya yaklaşımın yeterli duyarlılıkta olmadığını açığa vurmaktadır.

71. Kötü muamele iddialarında etkili başvuru yolunun ceza soruşturması olması, bu soruşturmanın sonucuyla sıkı sıkıya bağlı tam yargı davasının ceza soruşturmasındaki bilgi ve belgelerin izini sürmesinden dolayı ceza soruşturmasındaki verilerin ele alındığı yukarıda sıralanan ihlal nedenlerinin tam yargı davası açısından da geçerli olduğu kabul edilmiştir.

72. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

73. Başvurucu; basın mensuplarının polisler tarafından kordon altına alınarak yaklaşık yarım saat tutulduklarını, göstericilere yapılan müdahaleyi haberleştirmelerinin engellendiğini ifade etmiştir. Başvurucu gösterici sıfatıyla değil gazeteci olarak bulunduğu olay mahallinde kendisine yönelik olarak yakın mesafeden biber gazı kullanılmasının hukuken doğru olmadığını, göstericilere yapılan hukuka aykırı müdahalenin haberleştirilmesinin engellenmesi amacıyla gazetecilerin engellendiğini belirterek ifade ve basın hürriyeti ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

74. Bakanlık, ifade ve basın hürriyeti konusunda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

75. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun polis kordonu altında yarım saat tutularak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasının basın özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

76. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir."

77. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

79. Mevcut başvurunun koşullarında, yapılan bir gösteriyi haberleştirmek için olay yerinde bulunan başvurucunun polislerce engellenmesi ve üzerinde fiziksel güç kullanılması ile başvurucunun basın özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

80. Başvurucunun başvuruya konu olayın meydana geldiği sırada gerçekleştirilen izinsiz gösterinin katılımcılarından biri olmadığı konusunda taraflar arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Başvurucunun olayları haberleştirmek maksadı dışında bir maksatla gösterinin yapıldığı yerde bulunduğu da iddia edilmemiştir. Bundan başka kolluk raporlarından ve polis memurlarının alınan ifadelerden anlaşıldığı üzere iddia edilen darp olgusunun gerçekleştiği sırada başvurucunun gazeteci olduğu konusunda polislerde herhangi bir tereddüt de bulunmamaktadır. Kaldı ki dosya içinde bulunan fotoğraflardan başvurucunun gazeteci kartının görülecek şekilde boynunda asılı olduğu anlaşılmaktadır.

81. Dolayısıyla bundan sonra Anayasa Mahkemesinin görevi, polislerde başvurucunun gazetecilik faaliyetlerini engelleme ve gösterileri haberleştirmesini önleme niyetlerinin bulunup bulunmadığını tespit etmektir.

82. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

83. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36).

84. Basın özgürlüğünün halkın ilgilendiği konularla ilgili olarak kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63). Bu tür bilgi ve fikirlerin tanıtımına ek olarak halkın bu bilgi ve fikirleri alma hakkı vardır. Elbette bu, mevcut başvuruda olduğu gibi herhangi bir demokratik toplumun gelişimi için önemli olan muhalif gruplarca gerçekleştirilen toplantılar ve gösteriler hakkında bilgilendirilmesini de içerir. Bu olmazsa basın kamu denetleyicisi olarak hayati bir rol oynayamaz (Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 51; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).

85. Uzunca bir süre gazetecilere karşı tehdit, şiddet ve çeşitli kaynaklardan gelen engellemeler gibi kötü muameleler Türkiye'nin ifade özgürlüğü alanındaki meselelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu meseleler ile baş edilebilmesi için öncelikle başta yargı olmak üzere kamu gücünü kullanan organların gazetecilere yönelik muamelelerinde zihinsel ve kültürel değişiklikler yapılması gerektiği açıktır.

86. İncelenen başvuruda, sahada yer alan gazetecilerin görevlerini yaptıkları sırada şiddete uğramaktan korunmaları meselesine odaklanılması gerekmektedir. Bilhassa mesleki faaliyetlerinin icrası sırasında kamu görevlileri tarafından yapılacak kötü muameleler gazetecilerin bilgi alma ve bilgi verme kabiliyetini ciddi şekilde engeller. Devlet yetkililerinin gazetecilerin mesleki faaliyetlerini yerine getirmelerini engellemek için aldığı önlemlerin basın özgürlüğüyle ilgili sorunlara yol açabileceği açıktır.

87. Cumhuriyet savcılığına teslim edilen olay yeri görüntülerine ilişkin bilirkişi raporu ile ekindeki fotoğraflar incelendiğinde, raporda açıklandığı gibi söz konusu görüntülerde polis memurlarının başvurucuyu darbettikleri görülmemektedir. Bununla birlikte başvuruya konu polis müdahalesinin Gezi Parkı olaylarının yıl dönümünde basın açıklaması ve anma gösterisi yapmak isteyen grubun Taksim Meydanı'na çıkmasının polis tarafından engellenmek istendiği sırada meydana geldiği noktasında bir tereddüt bulunmamaktadır. Bilirkişi tarafından soruşturma makamlarına sunulan raporda yer alan fotoğraflarda polis memurlarının bir grup gazetecinin etrafını sardığı ve kalkanları ile onların hareket etmelerini engelledikleri, daha sonra süpürme adı verdikleri yöntemle gazetecileri göstericilerden uzaklaştırdıkları görülmektedir.

88. Söz konusu raporda gazeteciler ile polis görevlileri arasında geçen diyaloğun çözümü yapılmıştır (bkz. § 19). Buna göre gazeteciler, polis memurlarına kordona alma işlemine son verilmesi gerektiğini, gazetecilik görevlerinin yapılmasına engel olduklarını açıkça iletmişler, buna karşın polisler gazetecileri göstericilerden uzaklaştırmaya devam etmiş ve gazetecilerin polis kordonundan çıkmak istemesi üzerine gazetecilerin üzerine biber gazı sıkarak onları uzaklaştırmıştır. Kısa süre içinde başvurucunun gözaltına alındığı da sabittir.

89. Bu noktada kamu gücünü kullanan organlardan beklenen, başvurucunun da aralarında olduğu gazetecilerin görevlerini yapmalarına engel olunmasının makul sebeplerini göstermeleridir. Somut olayda mesleki faaliyetlerini yürüten ve o sırada göstericiler ile polis arasında meydana gelen olayları haberleştirmek için açık bir çaba sarf eden yirmi kadar gazetecinin kordon içine alınarak görüntü almalarının engellendiği ve başvurucuya fiziksel müdahalede bulunulduğu tespit edilmiştir. Buna karşın idare gazetecilerin haber yapmalarının engellenmesinin ve başvurucuya yapılan fiziksel müdahalenin kesinlikle gerekli olduğunu ispat eden, yeterli derecede güçlü ve tutarlı deliller sunamamıştır. Gazetecilik görevini yapan başvurucu, polisin o sırada devam etmekte olan gösteriye ilişkin görevlerini yapmalarını engellememiş veya bir gösterici gibi davranarak polise karşı şiddet kullanmamış yahut polis için herhangi bir tehdit de oluşturmamıştır.

90. Sonuç olarak bu başvuruda önemli olan, sadece işini yapmakta olan başvurucunun bir gazeteci olduğunu açıkça ortaya koymasına rağmen asıl niyetleri gazetecilerin faaliyetlerine müdahale etmek olduğu sonucuna ulaşılan polislerin yukarıda tespit edilen muamelelerine maruz kalmış olmasıdır.

91. Başvurucuya yapılan müdahalenin Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan meşru sebeplerden hiçbirine uymadığı, bu nedenle de haklı olmadığı tespit edilmiştir. İdare ve yargı makamları, gazetecilerin görevlerini yapmalarının engellenmesi şeklindeki başvuruya konu müdahalenin yasal olduğuna ya da meşru bir amaç taşıdığına dair güvenilir hiçbir kanıt sunmamıştır. Bununla birlikte mevcut başvuruda böyle bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilemeyeceği de açıktır.

92. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün ve 28. maddesinde korunan basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

94. Başvurucu, 3.000 TL (idare mahkemesinde avukatına ödediği vekâlet ücreti) maddi, 40.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

95. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesi gerekir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 54).

96. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir(Mehmet Doğan, § 55).

97. Mevcut başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan yasağının maddi ve usul boyutu ile ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

98. Somut başvuruda ihlalin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

99. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma ve yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yeniden soruşturma ve yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Savcılık ve derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma ve yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2014/2371, K.2016/696) ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2014/78208, K.2014/80717) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

100. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve basın özgürlüklerinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Başvurucu her ne kadar İstanbul 2. İdare Mahkemesi kararı uyarınca 1.000 TL vekâlet ücreti ödediğini gösteren makbuzu ibraz etmiş ise de ihlal kararı üzerine yapılacak yeniden yargılama sürecinde anılan miktarın iadesi mümkün olduğundan maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

102. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 484.40 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.959,40 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ve Anayasa'nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın hürriyetinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma ve yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2014/2371, K.2016/696) ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2014/78208, K.2014/80717) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 484.40 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.959,40 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İBRAHİM SÜLEYMANOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/6557)

 

Karar Tarihi: 17/7/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

İbrahim SÜLEYMANOĞLU

Vekilleri

:

Av. Tugay BEK

 

:

Av. Sevil ARACI BEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun bir siyasi parti mitinginde muhalif bir pankart açması sonrası kolluk görevlilerinin darp, hakaret ve tehdidine maruz kalması nedeniyle ifade hürriyeti ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının; gözaltında haksız olarak tutulma nedeniyle de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 6/2/1979 doğumlu olup Osmaniye'de mukimdir. Başvurucunun Alıcı olan soyadı 8/11/2018 tarihinde Süleymanoğlu şeklinde değiştirilmiştir.

10. 3/3/2014 tarihinde saat 18.00'de Osmaniye'de, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İl Teşkilatının organize ettiği ve o tarihte başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katılarak konuşma yaptığı bir miting düzenlenmiştir.

11. Başvurucu da anılan mitinge katılmış ve Başbakan'ın konuşma yaptığı esnada kazağını çıkararak altında bulunan, AK Parti amblemli ve "Dikkat İtina ile Yürütme Yapılır" yazılı kıyafetini teşhir etmiştir. Başvurucu ayrıca daha önceden hazırladığı üzerinde "HIRSIZ VAR" yazılı 90x75 cm ebadındaki bez pankartı havaya kaldırarak bir süre tutmuştur.

12. Başvurucuya olay yerinde bulunan vatandaşlar müdahale etmiş ve elindeki pankartı almaya çalışmışlardır. Bu esnada başvurucu ve bu kişiler arasında arbede yaşanmış, sivil bir kişi olan Y.K. tarafından başvurucunun yüzüne yumrukla vurulmuştur. Daha sonra olay yerine gelen miting güvenliğinde görevli kolluk görevlileri ve Başbakanlık koruma polisleri başvurucuyu miting alanından çıkarmıştır. Başvurucu buradan iki koruma polisi nezaretinde konuşma platformunun arkasında bulunan bir aracın içine alınmıştır. Burada bir süre bekletilen başvurucu daha sonra yerel güvenlik birimlerine teslim edilmiştir.

13. Başvurucu; bindirildiği araçta koruma polisleri tarafından kendisine ters kelepçe takıldığını, yumruk ve cop darbeleriyle vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığını, kendisine sövüldüğünü ve hakarete maruz kaldığını, kendisi ve yakınlarının ölümle tehdit edildiğini, kafasına dayanan boş tabancanın tetiği çekilerek korkutulduğunu ve cinsel saldırıya maruz bırakılacağı yönünde tehdit edildiğini iddia ederek ilgili kolluk görevlileri hakkında Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) 6/3/2014 tarihinde vekilleri aracılığıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu 20/3/2014 tarihinde ise bizzat Cumhuriyet Başsavcılığına dilekçe vererek miting alanında kendisine yumrukla vuran kişilerden şikâyetçi olmuştur.

14. Öte yandan başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret suçlaması nedeniyle olay tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca adli soruşturma açılmıştır. Başvurucunun vekilleri aracılığıyla yaptığı suç duyurusu üzerine ise 6/3/2014 tarihinde kolluk görevlileri hakkında kasten yaralama suçlamasıyla resmî soruşturma başlatılmıştır. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca olayın faklı yönleri ile ilgili olarak üç soruşturma dosyası daha açılmış, toplam beş farklı soruşturma dosyası 6/3/2014 tarihinde başlatılan soruşturmayla birleştirilmiştir. Birleşen soruşturmanın Cumhuriyet Başsavcılığınca üç temel yönde yürütüldüğü görülmektedir: İlki başvurucuyu yaralayan sivil kişiler hakkındaki soruşturma, ikincisi kolluk görevlileri hakkındaki soruşturma, üçüncüsü ise kamu görevlisine hakaret suçu ithamıyla başvurucu hakkında sürdürülen soruşturmadır. Yürütülen tüm soruşturmalar kapsamında başvurucunun Cumhuriyet savcısı huzurunda ve adli kollukta ikişer kez ifadesi alınmıştır. Başvurucunun verdiği ifade zabıtlarında avukat yardımından faydalanmak istemediğini belirterek avukatı olmaksızın ifade verdiği görülmektedir.

15. Başvurucu 20/3/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında müşteki sıfatıyla verdiği ifadede, mitingde pankart açması sonrası AK Parti Osmaniye İl Teşkilatı görevlilerinin ve soyismini verdiği bir partilinin kendisini darbettiğini iddia ederek bu kişiler hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 7/5/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde ise yaşadığı olaylar nedeniyle görevlerinde ihmal gösterdiğini iddia ettiği AK Parti Genel Başkanı, Osmaniye Valisi, Emniyet Müdürü ve İl Başsavcısından şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

16. Başvurucu olay tarihi olan 3/3/2014 tarihinde kollukta şüpheli sıfatıyla verdiği ifadede; dinleyici olarak miting alanına gittiğini, önceden hazırladığı tişörtle ve beline sararak gizlediği pankartla alana girdiğini, konuşma esnasında kazağını çıkarıp tişörtünü görünür hâle getirdiğini, pankartı da açarak havada tuttuğunu belirtmiştir. Başvurucu bu esnada partili vatandaşların tepki göstermesi üzerine Başbakanlık koruma polislerinin kendisini miting alanından çıkararak konuşma platformunun arkasındaki bir minibüse bindirdiklerini, burada 45 dakika boyunca yumrukla ve copla kendisini darbettiklerini, bu olayları çevrede bulunan kameraların kaydettiğini iddia etmiştir. Kendisini darbeden koruma polislerinin yüzünü göremediğini belirten başvurucu, seslerinden bu kişileri teşhis edebileceğini ve bu konuda ayrıntılı ifadesini savcılıkta vereceğini belirtmiştir. Başvurucu gerçekleştirdiği eylemin maksadının Başbakan'a ulaşarak işsizlik konusundaki sıkıntılarını dile getirmek olduğunu ifade etmiş ve Başbakanlık koruma polislerinden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca olay anı ve sonrası ile polis merkezi binasının içini kaydeden kamera kaydı araştırması yapılmış ve temin edilen kayıtlar dosyaya alınmıştır. Başvurucu tarafından internetten elde edildiği belirtilerek 19/6/2014 tarihinde soruşturma dosyasına sunulan görüntüler de dosya içine alınmıştır. Bunun dışında başvurucu tarafından bir işyeri güvenlik kamerasının da olaya dair görüntü içerdiğine ilişkin dilekçe verilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa müzekkere yazılarak ilgili kaydın da temini sağlanmıştır. Ayrıca başvurucunun şikâyetçi olduğu Başbakanlık koruma polislerinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri ile teşhise elverişli fotoğraf ve ses kayıtlarının temin edilmesi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına talimat evrakı gönderilmiştir. Bu kapsamda toplam beş kolluk görevlisinin şüpheli sıfatıyla ifadeleri ile fotoğraf ve ses kayıtları dosyaya alınmıştır.

18. Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadelerinde Başbakanlık koruma polisleri; olay günü amirlerinin kendilerini konuşma platformunun arkasında görevlendirdiğini, miting alanında bir kişinin hakaret içerikli pankart açtığı anonsunun geldiğini, platformun ön kısmında görevli koruma ekibinden bir emniyet amiri ve bir polis memurunun kalabalık tarafından darbedilen başvurucuyu miting alanından çıkararak yanlarına getirip teslim ettiklerini belirtmişlerdir. Koruma polisleri savunmalarında ayrıca başvurucunun fiziki direnmede bulunması nedeniyle kendisine kademeli olarak güç kullanıp kelepçe taktıklarını da kabul etmişlerdir. İfadelerde, başvurucuya yardım eden başka kimse olup olmadığının araştırılması maksadıyla emniyet amirinin emri ile başvurucunun polis aracında yirmi dakika kadar bekletildiği ve yardım eden kimsenin olmadığının anlaşılmasının ardından başvurucunun yerel güvenlik birimlerine teslim edildiği, başvurucuya karşı herhangi bir şekilde darp, tehdit ya da hakarette bulunulmadığı belirtilmiştir. Ayrıca koruma polislerince düzenlenen Olay ve Teslim Tutanağında; başvurucunun miting alanından güçlükle çıkarıldığı ve direnmesi nedeniyle kendisine artan şiddetle kuvvet uygulandığı, kelepçe takılarak etkisiz hâle getirildiği bilgilerine yer verilmiştir. Söz konusu tutanağa göre hakkında sağlık raporu alınan başvurucu, Osmaniye Güvenlik Şube Müdürlüğü görevlilerine saat 19.55'te teslim edilmiştir.

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa müzekkere yazılarak koruma polislerine ait fotoğraf ve ses kayıtları üzerinden kendisini darbeden kişiler hakkında başvurucuya teşhis işlemi yaptırılması istenmiştir. Başvurucuya bu kapsamda yaptırılan teşhis işleminde başvurucu dört kişi hakkında herhangi bir teşhiste bulunamazken bir kişi hakkında hem fotoğraftan hem de sesten yaptığı teşhiste kendisine kötü muamelede bulunan koruma polisinin bu kişi olduğunu belirtmiştir.

20. Öte yandan başvurucunun soyadını belirterek kendisini darbettiğini iddia ettiği AK Parti Osmaniye İl Teşkilatında görevli kişinin şüpheli sıfatıyla kollukta ifadesi alınmıştır. Bu kişinin çekilen fotoğrafı beş farklı fotoğrafla birlikte üç kez fotoğrafların yerleri değiştirilmek ve kendisini darbeden kişinin bu fotoğraflar arasında bulunmayabileceği de hatırlatılmak suretiyle başvurucuya teşhis işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu ilk iki işlemde teşhis yapamamış, üçüncü işlemde kendisini darbettiğini iddia ettiği kişiyi soyadını vererek gösterip bu kişinin olabileceğini belirtmiştir. Söz konusu kişinin şüpheli olarak kollukta alınan ifadesinden başvurucuyu darbettiğine yönelik iddiaları kabul etmediği anlaşılmaktadır.

21. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun dosyaya sunduğu olay anına dair görüntüler ve başvurucunun talebi üzerine temin edilen işyeri güvenlik kamera kaydı ile kolluğun ilgili birimi tarafından kaydedilen olay anına ilişkin görüntüler üzerinde adli kolluğa inceleme yaptırmış ve buna dair düzenlenen tutanakları dosyaya almıştır. Bu tutanaklara göre başvurucu, miting alanında pankart açmış ve on saniye kadar bu pankartı havada tutmuştur. Daha sonra kalabalıktan birkaç kişi başvurucunun kolundan çekerek pankartı aşağı indirmiştir. Kalabalık içindeki bazı kişiler başvurucuya vurmaya çalışırken bazı kişilerin de buna mani olmaya çalıştığı ve bir kargaşa yaşandığı gözlemlenmiştir. Olay yerinde bulunan bir komiser yardımcısının da başvurucuya vurmak isteyenleri sakinleştirmeye çalıştığı ve vurmaya çalışanları engellediği görülmektedir. Daha sonra (koruma polisi ve emniyet amiri olduğu değerlendirilen) takım elbiseli iki kişinin başvurucuyu yakalayarak bariyerlerin üzerinden atlatıp miting alanından uzaklaştırdığı görülmektedir. Uzaklaştırma işlemine birkaç komiser yardımcısının da yardım ettiği, başvurucuya karşı herhangi bir kolluk personelinin şiddet uygulamadığı ve bu şekilde kamera kaydının sonlandığı anlaşılmıştır. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilen bir güvenlik kamera kaydında başvurucunun miting alanına girişine ilişkin olarak düzenlenen İzleme Tutanağında olağan dışı bir husustan bahsedilmemiştir. Polis merkezinin içini gösteren kamera kaydına ilişkin olarak kolluk tarafından düzenlenen tutanakta ise başvurucunun elleri arkada, dört kişi arasında binaya geldiği ve yürürken sağ ayağında aksama olduğunun gözlemlendiği belirtilmiştir.

22. Olayın ardından gözaltı giriş ve çıkışında başvurucu hakkında iki adli rapor ve alkol raporu düzenlenmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen alkol raporuna göre başvurucunun 0,2 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir.

i. Gözaltı girişinde saat 19.34'te düzenlenen sağlık raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"Sol omuz arkası, sırtta, sağ kol arkası, sağ omuz üst tarafında yüzeysel ekimotik lezyonlar, sol kalçadan bacağa doğru, sol baldır arkasında yüzeysel şişlik, kızarık lezyonlar, sağ bacak ve sol bacakta eski yara izleri mevcut, BTM ile düzelir, hayati tehlikesi yoktur, etanol sonucu ektedir."

ii. Gözaltı çıkışında saat 23.15'te düzenlenen sağlık raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"Sol omuz arkasından sırtta, sol kol arkası, sağ omuz üst tarafında yüzeysel ekimotik lezyonlar ve şişlikler, sol kalçadan bacağa uzanan, sol baldır arkasında yüzeysel şişlik ve kızarıklar izlendi. Sağ ve sol bacakta eski yara izleri ve şişlikleri mevcut. Hayati tehlikesi yoktur. BTM ile düzelir. Önceki muayenesinde belirtmeyip yeni ifade ettiği yabancı cisimle livata şikâyeti mevcut. Ancak fiziki muayenesinde buna ait herhangi bir bulguya rastlanmadı."

23. Başvurucunun -başvuru formu ekinde de sunduğu- Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği tarafından Doktor M.Ö. imzasıyla 6/3/2014 tarihinde düzenlenen raporda; kollar, omuz, sırt ve bacaklarda yeşil ve mor renklerde ekimotik ve hemorajik (kanlanma) alanlar bulunduğuna ilişkin tespitler yapılarak yumuşak doku travması oluştuğu değerlendirilmiştir. Raporda ayrıca psikolojik konsültasyonda da bulunulmuş, yaşadığı olay nedeniyle başvurucuda akut stres bozukluğu oluştuğu sonucuna varılmıştır. Fiziki ve psikolojik muayene sonucuna ilişkin raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Hastanın bu süreçte insan eliyle oluşturulmuş travmaya maruz kaldığı ve Dünya Sağlık Örgütü'nün Uluslararası Hastalık Sınıflandırması, ICD 10 kapsamında Y07.3 kodu ile belirtilen 'işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele' kapsamı içinde değerlendirmesi gerektiği kanaatini bildirir değerlendirme raporudur.

..."

24. Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucunun AK Parti Genel Başkanı, Osmaniye Valisi, Emniyet Müdürü ve Başsavcısı hakkında yapmış olduğu şikâyete ilişkin iddiaların genel ve soyut olduğu gerekçesiyle 13/1/2015 tarihinde işleme koymama kararı verilmiştir. Başvuru formunda bu karara ilişkin bir şikâyet ileri sürülmemiştir.

25. Başvurucunun kolluk görevlileri ve soyadını verdiği sivil kişi hakkındaki şikâyetine ilişkin olarak ise Cumhuriyet Başsavcılığı 13/1/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

Müştekinin, kendisine vurduğunu iddia ettiği şüpheli V.E.yi tam olarak teşhis edemediği ve bu itibarla müştekinin iddia ettiği suçun şüpheli V. tarafından işlendiğine dair,müştekinin, sair deliller ve tanık anlatımları ile doğrulanmayan soyut iddiasından başka kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte yeterli delil elde edilemediği

...[Bu bölümde başbakanlık koruma polislerinin ifadelerine yer verilmiştir.]

Müştekinin [Başvurucu] 31/03/2014 tarihli dilekçesi ile minibüse bindirilişi ve araç içerisinde bulunduğu süreleri gösterir görüntülerin .. [iş yeri ismi] iş yerinde mevcut olduğunun belirtmesi üzerine 03/04/2014 tarihinde anılaniş yerine ait görüntülerin alınarak izlendiği, CAM 12 ve CAM 14 numaralı güvenlik kameralarından İbrahim ALICI'ya [Başvurucu] ait görüntülerin olmadığının, CAM 13 güvenlik kamarasında ise 19:03:47'de beyaz tişörtlü şahsın görüntüsün olduğu, sağında solunda birer kişi ve arkasında yaklaşık 10 kişi olduğu halde yürüyerek görüş alanına girdiğinin, 19:03:49'da grubun görüntü alanından çıktığının belirlendiği, İbrahim ALICI tarafından verilen 31/03/2014 tarihli dilekçede güvenlik kamerası görüntülerinin 1 saat ileri olduğunun belirtildiği,

Müşteki İbrahim ALICI’nın kendisini darp eden ve joplayan şahsı görmediğini ancak sesinden tanıyacağını söylemesi nedeniyle düzenlenen, ancak müşteki İbrahim ALICI’nın tahkikat evraklarının ve şahısların isimlerinin tarafına verilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle imzalamaktan imtina ettiği 28/05/2014 tarihli CD İnceleme ve Teşhis Tutanağında, 'müştekinin, F.B., Ö.U., B.Ç., Ö.H.T.nin fotoğraf, ses ve görüntü kayıtlarını tamamen izlediğinin, ancak kendisini darp eden şahıslar arasında bu şahısların olup olmadığını bilmediğinin, kendisini joplayan şahsın, bu şahıslar olmadığını beyan ettiğinin; müştekinin S.H.ye ait görüntü ve kayıtları tamamen izlediğinin, görüntüdeki şahsın olay günü kendisini jopla darp edip, işkence eden şahıs olduğunu, kendisini hem görüntüden teşhis ettiğini hem de ses kaydından şahsın kendisini darp eden ve hakaretlerde bulunan şahıs olduğunu kesin olarak tanıyıp teşhis ettiğinin' belirtildiği, müştekinin 03/03/2014 tarihinde kolluk tarafından alınan ifadesinde, kendisini darp eden başbakanlık koruma polislerinin yüzlerini görmediğini, şahısların seslerinden tanıyabileceğini söylemesine rağmen 28/05/2014 tarihli teşhis tutanağında S.H.yi görüntüsünden teşhis ettiğini söylediği,

Müşteki tarafından verilen ve ekinde İnternetten elde edilmiş 2 adet görüntüyü içerir CD bulunan 19/06/2014 tarihli dilekçe ile 'görüntülerde seyircilerin içinde olan rozetli koruma polisi ve kendisini arka tarafa götüren polislerin kendisini darp ve minibüste işkence ettiklerini, hakaret ve cinsel istismarda bulunduklarını' belirttiği, ancak dosya içinde mevcut bilgi ve belgeler ile CD ve çözümlerinden müştekiyi vatandaşların arasından Y.F.A ve A.K.nin alarak platformun arkasına getirip F.B., Ö.Ç., B.Ç., Ö.H.T. ve Y.H. [S.H. olduğu sehven Y.H yazıldığı değerlendirilmiştir.] adlı polislere teslim ettikleri yani müştekiyi vatandaşların arasından çıkaran polisler ile minibüsteki polislerin aynı olmadığı şüphelinin iddialarının ispatlanamadığı,

Müşteki tarafından 19/06/2014 tarihli dilekçe ile sunulan CD’de yer alan görüntüler üzerinden yaptırılan tahkikat neticesinde düzenlenen 06.08.2014 tarihli CD İzleme ve İnceleme Tutanağında 'müşteki tarafından pankart kaldırdığında ve kalabalık tarafından kolundan tutularak indirildiğinde, kalabalık içerisinde meydana gelen kargaşa sırasında ve sonrasında, şahsın götürülmesi esnasında Osmaniye Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli C.K., O.K. ve Z.H.nin görüntülerde bulunduğu, ancak bu görevlilerin İbrahim ALICI’ya karşı herhangi bir fiziki müdahalede bulunmadıklarının, CD görüntülerinde görülen diğer şahısların Osmaniye Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görevli olmadıklarından açık kimlik bilgilerinin tespit edilemediğinin' belirtildiği,

İbrahim ALICI’nın Osmaniye Devlet Hastanesinde 03/03/2014 tarihinde saat 19.34 itibarıyla yapılan muayenesinde 'sol omuz arkası, sırtta, sol kol arkası, sağ omuz üst tarafında yüzeysel ekimotik lezyonlar, sol kalçadan bacağa doğru, sol baldır arkasında yüzeysel şişlik, kızarık lezyonlar, sağ bacak ve sol bacakta eski yara izleri mevcut olduğu, hayati tehlikesinin olmadığı, basit tıbbi müdahale ile düzeleceğinin' belirlendiği,

Osmaniye Devlet Hastanesi tarafından 03/03/2014 günü saat 19.35’te alınan numunesinden 0,2 oranında alkollü olduğunun tespit edildiği,

İbrahim ALICI’nın Osmaniye Devlet Hastanesinde 03/03/2014 tarihinde saat 19.34 itibarıyla yapılan muayenesinde 'sol omuz arkasında, sırtta, sol kol arkası, sağ omuz üst tarafında yüzeysel ekimotik lezyonlar ve şişlikler, sol kalçadan bacağa uzanan, sol baldır arkasında yüzeysel şişlik ve kızarıklıklar izlendiği, sağ ve sol bacakta eski yara izleri ve şişliklerinin mevcut olduğu, hayati tehlikesinin olmadığı, basit tıbbi müdahale ile düzeleceği, önceki muayenesinde belirtilmeyip yeni ifade ettiği yabancı cisimle livata şikayetinin mevcut olduğunun, ancak fiziki muayenesinde buna ait herhangi bir bulguya rastlanılmadığının' belirlendiği

Müştekinin işkence iddiasına dayanak olarak Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliğine yaptığı başvuruya istinaden 06.03.2014 tarihinde yapılan konsültasyona ve müştekinin beyanlarına göre Dr. M.Ö. tarafından düzenlenen 28.03.2014 tarihli değerlendirme raporunda 'işkence gördüğü iddiası ile başvuran İbrahim ALICI'nın taraflarından koordine edilen muayene, değerlendirme ve konsültasyonları sonucunda yumuşak doku travması ve akut stres bozukluğu tanılarının konulduğunun' belirtildiği, şüphelinin şahsi başvurusu üzerine düzenlenen bu raporun resmi niteliğinin bulunmadığı ve davacının iddiasının ispatlanmadığı, şüphelinin Osmaniye Devlet Hastanesi tarafından 03.03.2014 tarih ve saat 19:34 ile 23:15 saatlerinde alınan adli muayene raporlarında işkence bulgusuna rastlanmadığının belirtildiği, keza 23:15'te alınan raporda 'önceki muayenesinde belirtilmeyip yeni ifade ettiği yabancı cisimle livata şikayetinin mevcut olduğunun, ancak fiziki muayenesinde buna ait herhangi bir bulguya rastlanılmadığının' belirlendiği,

Her ne kadar müştekinin hayati tehlike geçirmeyecek ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığına dair adli muayene raporu var ise de, müştekinin miting alanında pankart açması nedeniyle alanda bulunan vatandaşlar tarafından darp edildiği, bu yaralamanın müşteki tarafından da beyan edildiği, koruma polisleri tarafından miting alanı dışına çıkarılarak araca bindirilen müştekinin zorluk çıkardığı, bu nedenle koruma polislerinin şahsa kademeli olarak zor kullandıkları ve kelepçe taktıkları, koruma polislerinin bu yetkilerinin 2559 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen zor kullanma yetkisi kapsamında olduğu ve bu yetki kapsamında kullanılan bedenî kuvvet ve polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını ifade eden maddi güç kullanımının hukuka uygunluk sınırları içinde kaldığı, alkol aldığı tespit edilen müştekinin adli muayene raporuna yansıyan basit tıbbi müdahale ile giderilebilir yaralanmasının miting alanındaki vatandaşların darp etmelerinden kaynaklanmadığına dair bir delil bulunmadığı gibi, 2559 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen yetkinin de aşılmadığı, Osmaniye İl Müdürlüğü kadrosunda görevli polislerin ise müştekiye hiç fiziki olarak dokunmadıkları,

Bu itibarla müştekinin işkence, kötü muamele, cinsel taciz ve tecavüz, hakaret ve tehdit suçlarının işlendiğine dair müştekinin soyut iddiası dışında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturur net ve inandırıcı delil elde edilemediği, düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleme suçunun unsurları itibarı ile oluşmadığı, Osmaniye Emniyet Müdürlüğü kadrosunda bulunan polisler yönünden ortada suç veya suçlu bulunmadığı, Başbakanlık koruma polislerinin eylemlerinin hukuka uygunluk sınırında kaldığı tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır.

..."

26. Anılan karara başvurucu itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Osmaniye 1. Sulh Ceza Hâkimliği 23/2/2015 tarihinde itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 9/3/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

27. Başvurucu 7/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

28. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda başvurucuyu yaraladığı belirtilen üçüncü kişiler yönünden 13/1/2015 tarihinde soruşturma dosyasında tefrik kararı verilmiştir. Ayrılan soruşturma kapsamında başvurucuyu yaraladığı iddiasıyla Y.K. hakkında 6/3/2015 tarihinde iddianame tanzim edilmiştir. Y.K. hakkında yürütülen kovuşturma sonucunda Osmaniye 5. Asliye Ceza Mahkemesince 20/11/2015 tarihinde mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiştir.

29. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/1/2015 tarihinde ise başvurucu hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlamasıyla iddianame tanzim etmiş, ancak bu iddianame Osmaniye 6. Asliye Ceza Mahkemesince (Mahkeme) reddedilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı 25/3/2015 tarihinde tekrar başvurucu hakkında aynı suçlamayla iddianame düzenlemiştir. Bu defa Mahkeme tarafından kabul edilen iddianame sonrası yapılan yargılama sonucunda 14/1/2015 tarihinde başvurucu hakkında atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiştir. Karar, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 18. Ceza Dairesinin (Daire) 7/1/2019 tarihli ilamında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade hürriyeti alanında verdiği kararlardaki bazı tespitlere de değinilerek ifade hürriyetinin mutlak ve sınırsız bir hak olmadığı belirtilmiş, bu hakkın kötüye kullanılmasının uluslararası bazı sözleşmeler ve Anayasa'nın 14. maddesi bağlamında korunmayacağının altı çizilmiştir. Yapılan bu tespitlere devamla ilamda, başvurucunun üzerine atılı hakaret suçunu işlediği sabit görülmüş ve başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi gerekirken beraat kararı verilmesi bozma nedeni yapılmıştır. Bozma kararı sonrası derece mahkemesinde yargılama derdesttir. Başvurucu bu yargılamaya ilişkin herhangi bir şikâyet ileri sürmemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

31. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

32. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.

...

Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.

...

Yakalananlardan,

...

B) Zor kullanılarak yakalananların,

...

Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir.

..."

33. 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

34. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

B. Uluslararası Hukuk

35. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 17/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

38. Başvurucu, siyasi miting alanında muhalif bir pankart açması sonucu Başbakanlık koruma polisleri tarafından hukuka aykırı şekilde bir saat minibüsün içinde tutulduğunu, bu nedenle Sözleşme'nin 5. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu hakkında uygulanan gözaltı işleminin hukuka aykırı olduğu iddiası Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bağlamında incelenmelidir.

40. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"…Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

41.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

42.Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması, aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve diğerleri, B. No: 2012/403, 26/3/2013§ 17).

43. Anayasa Mahkemesi, kanunda öngörülen gözaltı süresinin aşıldığı veya yakalama ve gözaltına alınmanın hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 64-72; Hidayet Karaca [GK], B. No: 2015/144, 14/7/2015, §§ 53-64; Günay Dağ ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1631, 17/12/2015, §§ 141-150; İbrahim Sönmez ve Nazmiye Kaya, B. No: 2013/3193, 15/10/2015, §§ 34-47).

44. Somut olayda başvurucunun yakalanarak gözaltına alınması ve sonrasında serbest bırakılmasına ilişkin iddialarla ilgili olarak anılan kararlarda varılan sonuçlardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

46. Başvurucu; Osmaniye'de yapılan AK Parti mitinginde muhalif pankart açması ve giydiği tişörtteki yazı nedeniyle Başbakanlık koruma polisleri tarafından bir minibüse kapatıldığını, burada ellerinin arkadan kelepçelendiğini, yaklaşık bir saat boyunca yumruk ve cop darbeleriyle yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca hakaret ve tehdide maruz kaldığından, kafasına dayanan boş tabancanın tetiği çekilmek suretiyle korkutulduğundan, cinsel dokunulmazlığının ihlal edilmesiyle tehdit edildiğinden yakınmıştır. Bu konuda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmanın da etkili olmadığını ve kolluk personelinin orantısız güç kullanımını görmezden gelen bir kovuşturmasızlık kararı ile sonuçlandırıldığını, bu karara yapılan itirazın ise duruşma dahi yapmayan etkisiz bir merci tarafından reddedildiğini iddia etmektedir. Başvurucu belirtilen şikâyetleri kapsamında Sözleşme'nin 3. ve 13. maddelerinde düzenlenen kötü muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca yürütülen soruşturmaya etkin şekilde katılımının sağlanmadığını, soruşturmada kolluk görevlilerinin korunduğunu, öne sürdüğü delillerinin kabul edilmediğini ve kendisine iddialarını kanıtlama imkânının tanınmadığını belirterek Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmüştür.

47. Bakanlık tarafından sunulan görüşte; başvuru konusu olaya ve buna ilişkin yargılama sürecine özet olarak yer verildikten sonra başvurucunun çevredeki kişiler tarafından darbedilmesinin önlenmesi, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi meşru amaçlarına dayalı olarak gözaltına alınmasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Bakanlığa göre başvurucu, kolluk görevlilerine direndiği için 2559 sayılı Kanun uyarınca kendisine karşı kademeli güç kullanılmıştır ve kullanılan güç orantılıdır. Bakanlık belirtilen nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilmediği kanaatindedir.

48. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu; miting sırasındaki gerçekleştirdiği eylem nedeniyle kolluk görevlilerinin sadece kendisini miting alanından uzaklaştırmakla yetinmediklerini, ayrıca uzunca bir süre kolluk aracı içinde kendisini tutarak darbedip tehdit ve hakarette bulunduklarını iddia etmiştir. Başvurucuya göre müdahale, gözaltından salıverilmesinden sonra da hakkında kamu görevlisine hakaret suçlamasıyla açılan dava ile devam etmiştir ve bu yönleriyle Bakanlık görüşü eksiktir, hatalıdır. Sonuç olarak başvurucu Bakanlık görüşünde belirtilen hususları kabul etmediğini belirterek hak ihlali iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun Sözleşme'nin 3. maddesi kapsamında ileri sürdüğü şikâyetinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı incelemesinde ele alınacak olup bu konuda etkili başvuru hakkı kapsamında ayrıca bir inceleme yapılmayacaktır. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddiaları ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı çerçevesinde ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığına ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

51. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

52. Başvurucu; kolluk görevlilerinin darp, tehdit ve hakaretine maruz kaldığını, bu konuda yapılan ceza soruşturmasının ise etkisiz olduğunu belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

53. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

54. Başvurucunun şikâyetine konu darp, tehdit ve hakaret eylemlerinin devlet görevlilerinden sâdır olduğu iddia edildiği için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılacaktır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

55. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

56. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

57. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

58. AİHM kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı, ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

59. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

60. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

61. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

62. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

63. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

64. Kolluk görevlilerinin görevleri nedeniyle karşılaştıkları adli ya da idari kapsamdaki bir olaya nasıl müdahale etmeleri gerektiği kanun ile düzenlenmiş durumdadır (bkz. § 32). Buna göre kolluk görevlilerinin miting alanında meydana gelen kargaşa ve kavgayı önlemek için olaya müdahale etmesi ve kamu düzeni açısından ilk anda alınması gereken tedbirleri almaya çalışması olağandır. Ancak bu tedbirler alınırken devletin negatif yükümlülükleri kapsamında bireylerin temel hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi konusunda anayasal bir zorunluluğun bulunduğu da gözardı edilmemelidir.

65. Başvurucunun olayın meydana gelme şekliyle ilgili olarak internetten elde ettiği ve Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu kamera kaydının izlenmesine ilişkin olarak kolluk tarafından düzenlenen tutanakta (bkz. § 21) başvurucuya karşı kolluk personelinin herhangi bir fiziki şiddette bulunmadığı belirtilmektedir. Tutanakta; miting alanındaki bazı sivil kişilerin başvurucuya vurmaya çalıştığı, bazılarının ise engellemeye çalıştığı esnada başvurucunun kolluk görevlileri tarafından alandan çıkarıldığı ifade edilmektedir. Bu kayıttan başvurucunun yüzüne yumruk atan sivil kişinin Y.K. olduğunun tespit edildiği ve bununla ilgili ayrı bir yargılama sonucunda Y.K. hakkında mahkûmiyet kararı verildiği de görülmektedir (bkz. § 28). Dolayısıyla başvurucunun yüzündeki yaralanmaya sebep olan Y.K. dışında olay nedeniyle herhangi bir sivil kişinin yargı makamlarınca itham edilmediği anlaşılmaktadır.

66. Başvurucunun miting alanı yakınında bulunan ve Başbakanlık koruma polislerinin kullanımlarına tahsis edildiği anlaşılan minibüs içinde ne kadar süreyle tutulduğu hususunda ihtilaf bulunduğu görülse de başvurucunun olayın hemen ardından koruma polislerince gözaltına alındığı hususunda şüphe bulunmamaktadır. Ayrıca kolluk tarafından izlenerek tutanağa bağlanan olay anı ve sonrasına ilişkin kamera kayıtlarında başvurucunun polis memurlarına karşı aktif bir direnmesinden bahsedilmediği de görülmektedir. Ancak Başbakanlık koruma polisleri tarafından olaya ilişkin olarak düzenlenen tutanakta (bkz. § 18) başvurucunun kolluk görevlilerine direndiği, bu nedenle kademeli güç kullanmak ve başvurucuya kelepçe takmak durumunda kalındığı, bu şekilde başvurucunun etkisiz hâle getirildiği belirtilmektedir. Gözaltı girişinde düzenlenen sağlık raporuna göre başvurucunun kol, omuz, sırt ve bacak bölgelerinde ekimotik ve hemorajik yaralanmalar ile şişlikler bulunduğunun tespit edildiği görülmüştür (bkz. § 22). Ayrıca polis merkezine ait kamera kaydının izlenmesine dair düzenlenen tutanakta (bkz. § 21) başvurucunun polis merkezine koruma polisleri tarafından getirildiği esnada yürürken sağ ayağında bir aksama olduğunun da gözlemlendiği belirtilmiştir. Başvurucu, koruma polislerinin kendisini teslim ettiği yerel kolluk görevlileri tarafından kendisine kötü muamelede bulunulduğu yönünde bir şikâyet ileri sürmemiştir.

67. Bu doğrultuda başvurucudaki söz konusu yaralanmaların koruma polisleri tarafından gözaltına alınması ile yerel kolluk görevlilerine teslim edildiği zaman aralığında meydana geldiği hususunda şüphe bulunmamaktadır. Yukarıda belirtilen genel ilke (bkz. § 58) uyarınca başvurucuda meydana gelen yaralanmalar konusunda tatmin edici açıklamanın kamu otoritelerince yapılması gerekmektedir. Bu kapsamda kolluk görevlilerinin verdikleri ifadelerde ve düzenledikleri tutanakta, kademeli olarak başvurucuya güç uyguladıklarını kabul ettikleri, Cumhuriyet Başsavcılığının da verdiği kovuşturmasızlık kararında (bkz. § 25) kullanılan gücün gerekli ve orantılı olduğuna dair yargısal değerlendirmede bulunduğu görülmektedir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi, yapacağı incelemede başvurucuya karşı -kolluk kuvvetince bir güç uygulanıp uygulanmadığının tartışılmasına gerek olmaksızın- kolluk personeli tarafından uygulanan gücün yasal bir dayanağının bulunup bulunmadığına, güç kullanılmasının gerekli olup olmadığına ve son olarak kullanılan gücün orantılı olup olmadığına bakacaktır.

68. Yukarıda belirtilen mevzuat (bkz. § 33) uyarınca kolluk görevlilerinin kendilerine karşı bir direnme sergilendiği durumlarda kademeli olarak güç kullanabilmesinin yasal dayanağı bulunduğu görülmektedir. Her ne kadar kamera kayıtlarından tespit edilemese de olay sonrası başvurucunun koruma polislerine direndiğine ilişkin olarak düzenlenen tutanak gereğince başvurucuya karşı güç kullanılmasının gerekli olduğu da söylenebilecektir. Düzenlenen tutanak ve alınan savunmalara göre koruma polisleri kelepçe takmak suretiyle başvurucuyu etkisiz hâle getirmiştir. Toplam beş kişi olduğu anlaşılan koruma polislerinin başvurucuya göre sayısal bir avantaja sahip oldukları hususu da gözetildiğinde başvurucuya kelepçe takılması için bedenî kuvvet dışında maddi bir kuvvete ihtiyaç duydukları söylenemeyecektir. Nitekim kolluk görevlileri de ifadelerinde başvurucuya karşı göz yaşartıcı gaz ya da cop gibi maddi güç kapsamında kalan bir alet kullandıklarını belirtmemişlerdir.

69. Başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora bakıldığında başvurucunun vücudunun birçok yerinde meydana gelen yaralanma ve şişliklerin beş polis memuru tarafından sadece başvurucuya kelepçe takılması eylemi sırasında oluşmuş olabileceğinin söylenmesi zordur. Ayrıca kamera izleme tutanağında başvurucunun yürürken sağ ayağında aksama olduğu gözlemlendiğinden başvurucuya karşı uygulanan gücün basit bir kelepçe takma eylemi için gerekli olanın ötesinde olduğu açıktır. Dolayısıyla belirtilen olgular ışığında koruma polisleri tarafından başvurucuya karşı uygulanan kuvvetin orantılı olmadığı sonucuna varılmıştır.

70. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince orantısız şekilde uygulanan bu gücün özellikle bilgi alma, cezalandırma veya yıldırma amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

71. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerçekleştirilen darp eylemi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda başvurucunun kötü muamele kapsamında ileri sürdüğü -darp iddiası dışındaki tehdit ve hakaret eylemleri gibi- diğer iddialar yönünden daha ileri bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

72. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

73. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

74. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

75. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

76. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

77. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

78. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Miting alanında muhalif bir pankart açması nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret suçundan aynı gün soruşturma açıldığı, başvurucunun şikâyet dilekçesi vermesi üzerine 6/3/2014 tarihinde (olaydan üç gün sonra) kolluk personeli hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma başlatıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığınca makul bir süre içinde kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak resmî bir soruşturma başlatıldığı açıktır.

80. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen farklı soruşturmalar kapsamında başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesinin iki kez alındığı, iki kez ise adli kollukta müşteki ve şüpheli sıfatlarıyla ifadesine başvurulduğu görülmektedir. Başvurucu olay sonrasında TİHV'de bir doktor tarafından hakkında düzenlenen sağlık raporunu soruşturma dosyasına sunmuş, bu rapor hakkında da kovuşturmasızlık kararında yargısal bir değerlendirme yapılmıştır. Ayrıca başvurucunun birçok kez soruşturma dosyasına dilekçe ve ekinde kamera kaydı gibi deliller sunabildiği ya da bir işyeri güvenlik kamera kaydının temini gibi çeşitli taleplerde bulunabildiği de anlaşılmaktadır. Söz konusu bu talep ve delillerle ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca gereken özenin gösterilerek inceleme ve delil toplama çabasının sarf edildiği de soruşturma dosyasından tespit edilebilmektedir (bkz. § 21).Bu kapsamda istediği delilleri sunabilen ve makul talepleri karşılanan başvurucunun soruşturmaya etkin şekilde katılımının sağlanmadığı söylenemeyecektir.

81. Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca olay anını gösterme ihtimali olan güvenlik kamera kayıtları araştırılmış, polis merkezinin içini ve dışını gösteren kayıtlar dâhil olmak üzere bazı kayıtlar temin edilmiştir. Başvurucu hakkında hem gözaltına alınmasından kısa bir süre sonra hem de gözaltından çıktığında sağlık raporları düzenlenmesi sağlanmış ve bu raporlar dosyaya alınmıştır. Başvurucunun şikâyetçi olduğu Başbakanlık koruma polislerinin ifadeleri ile teşhise elverişli fotoğraf ve ses kayıtlarının Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edildiği, bu kayıtlar üzerinden başvurucuya teşhis işlemi yaptırıldığı da anlaşılmaktadır (bkz. §§ 18, 19). Bu kapsamda söz konusu dosyada delillerin özenle toplanması ile derinlikli bir soruşturma yürütülmesi çabasının Cumhuriyet Başsavcılığınca sarf edildiği görülmektedir.

82. Öte yandan başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında yapılan tespitlerin netliği başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılılığı değerlendirmesinde oldukça önem arz etmektedir. Ancak söz konusu sağlık raporlarında yapılan tespitlerde başvurucunun vücudunun çeşitli yerlerindeki yaralanmalardan bahsedilmesine karşın yaralanmaların -özellikle de şişlik olarak ifade edilenlerin- ebadı ve şekli konusunda bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Başvurucunun copla darbedildiğini iddia etmesi karşısında sağlık raporlarındaki eksiklerin söz konusu iddianın doğrulanması ya da çürütülmesi açısından oldukça önemli olduğuna kuşku yoktur. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca bu eksikliğin giderilmesi yönünde ek bir sağlık raporu alınması ya da Adli Tıp Kurumundan daha detaylı bir sağlık raporu temini noktasında herhangi bir girişimde bulunulmadığı görülmektedir.

83. Koruma polislerine ilişkin ses ve fotoğraf üzerinde yaptırılan teşhis işleminde ise başvurucu, hem sesinden hem de görüntüsünden bir kolluk görevlisini kesin olarak teşhis ettiğini belirtmiştir. Ancak başvurucunun şüpheli sıfatıyla adli kollukta alınan ifadesinde kendisine kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerini görmediğini, yalnızca seslerini duyduğunu belirtmesi nedeniyle başvurucunun bu teşhisine Cumhuriyet Başsavcılığınca itibar edilmediği anlaşılmaktadır. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kolluk görevlilerinin sadece ses kayıtlarının değil aynı zamanda fotoğraflarının da temin edilmesine ihtiyaç duyulmuş ve bu kapsamda elde edilen fotoğraflar başvurucuya teşhis için sunulmuştur. Bu aşamadan sonra yapılan teşhis işleminin fotoğrafa dayanamayacağının söylenmesi soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ilkesi (bkz. § 78) ile bağdaşmamaktadır.

84. Belirtilen tespitler doğrultusunda başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor içeriği ve anılan teşhis işlemi ile kolluk görevlilerinin alınan savunmaları bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki pozitif yükümlülükleri açısından söz konusu eylem hakkındaki maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Cumhuriyet Başsavcılığınca ilgililer hakkında kamu davası açılmasının gerekli olduğu açıktır. Bu doğrultuda taraflar arasındaki gerekli çelişmenin sağlanabileceği bir kovuşturmanın yapılması sonucunda belirlenecek maddi gerçeğe uygun bir yargısal sonuca varılması kötü muamele yasağına ilişkin devletin pozitif yükümlülüğünün bir gereğidir.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. İfade Hürriyetinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

86. Başvurucu; bir siyasi bir mitingde muhalif bir pankart açması nedeniyle gözaltına alındığından ve gözaltında kaldığı bir süre boyunca kolluk görevlilerinin darp, tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığından yakınmakta, Anayasa'nın 26. ve 34. maddelerinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

87. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

89. Somut olayda, başvurucunun ifade açıklamasında bulunmasına iki farklı kamusal müdahalede bulunulduğu görülmektedir. Bunlardan ilki başvurucunun gözaltına alınması ve gözaltında darp edilmesidir ki bu müdahale başvurucu tarafından şikâyet edilen husustur. İkinci müdahale ise başvurucu hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçlamasıyla açılan kamu davası ve devam eden ceza yargılamasıdır. Ceza yargılamasına ilişkin ise başvurucunun bu başvuru özelinde bir şikâyet ileri sürmediği görülmektedir. Ancak başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan her iki müdahalenin bir bütün olarak incelenmesi gerektiği, başvurucu hakkında devam eden ceza yargılaması süreci sona ermeden ifade hürriyeti açısından yapılacak denetimin eksik kalabileceği değerlendirilmektedir. Keza Dairenin bozma kararının dayanağı olan anayasal hakkın kötüye kullanımı gerekçesi (bkz. § 29) konusunda derece mahkemesinin yapacağı yargısal değerlendirme ve varacağı sonuç bireysel başvuru incelemesi açısından da son derece önemli bir hâl almıştır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası hususunda bu aşamada bir değerlendirme yapma gereği duymamıştır.

90. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade hürriyetinin incelenmesine gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

91. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

92. Başvurucu, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yeniden soruşturma yapılması ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

93. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

94. Yapılan inceleme sonucunda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının (maddi ve usul boyutu itibarıyla) ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

95. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2014/2801) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

96. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

97. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasanın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İfade hürriyetinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Osmaniye Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 27.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701.90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HIDIR KANAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12002)

 

Karar Tarihi: 23/10/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Hıdır KANAK

Vekili

:

Av. Nil ÖZSOY DİNDAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk tarafından toplumsal olaylara yapılan müdahale sırasında başvurucunun yaralanması ve bu olayla ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Genel Bilgiler

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1985 doğumludur ve olay tarihinde Ataşehir Belediyesinde taşeron bir şirket bünyesinde temizlik işçisi olarak çalışmaktadır.

10. Çeşitli sendika ve meslek odaları birliklerinin 2014 yılındaki 1 Mayıs İşçi Bayramı'nı Taksim Meydanı'nda kutlama talebi İstanbul Valiliği tarafından kabul edilmemiş ve bu grupların söz konusu alanda toplantı yapmasına izin verilmemiştir. Bu kapsamda 1/5/2014 tarihinde İstanbul'un Şişli ilçesinde bir alışveriş merkezi yakınında zamanla sayısı artan gösterici grubun yürüyüşünü önlemek için kolluk tarafından birtakım tedbirler alınmıştır.

11. Kolluk tarafından düzenlenen 1/5/2014 tarihli tutanağa göre tedbir alınan alanda önce kırk kişilik bir grup toplanmış; daha sonra bunlara 50 kişilik, ellerinde Emek Partisi flamaları bulunan grup katılmıştır. Bu kişilerin slogan atmaya başlamasından sonra yüzleri maskeli, ellerinde üzerinde ESP yazılı flamalar bulunan yaklaşık 20 kişilik grup toplanan kalabalığa katılarak polis bariyerine doğru yürüyüşe geçmiştir. Üç kez yapılan "Dağılın." ikazına söz konusu gösterici grup taş, cam bilye ve havai fişek atarak karşılık vermiştir. Bunun üzerine kolluk, önlem aldığı alan çevresinde sayıları iki yüzü bulan kalabalığı dağıtmak amacıyla toplumsal olaylara müdahale aracından (TOMA) su sıkmak suretiyle topluluğa müdahale etmiştir. Kolluğun tespitine göre müdahale esnasında gösterici grup yoğun şekilde fiziki saldırılarını devam ettirmiş ve çöp konteynerlerini devirerek cadde üzerinde barikat kurmuştur. Müdahalenin devamında gösterici grup Zincirlikuyu istikametinde ara sokaklara kaçarak dağılmıştır. Tutanağa göre saat 09.30'da ilk grubun toplanmasıyla başlayan polis müdahalesi, saat 10.45'e kadar devam etmiştir.

12. Yaşanan olaylarda müdahalenin gerçekleştiği alanda bulunan başvurucu, kolluk tarafından yakalanmıştır. Yakalanan başvurucu, Çevik Kuvvet otobüsüne bindirilerek önce hakkında hastaneden adli rapor aldırılmış; daha sonra Kuştepe Polis Merkezine götürülmüştür.

13. Başvurucu hakkında düzenlenen Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 1/5/2014 tarihli (saat 15.41) raporuna göre aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır:

"Darp edilen hastanın sağ göz altında yaklaşık 1 cm lik kesi ve 4 cm abrazyon mevcut. Her iki hemitoraksta hassasiyeti mevcut. Solunum sesleri doğal. Geri kalan fiziki muayenesi rahat. Hayati tehlikesi olmayan hastanın durumunu bildirir geçici hekim raporudur."

14. Başvurucu adli muayene sonrası gözaltında tutulduğu polis merkezinde baş ağrısı şikâyeti nedeniyle yeniden aynı hastaneye götürülmüştür. Başvurucu hakkında 1/5/2014 tarihinde saat 22.09'da yeniden adli muayene raporu düzenlenmiştir. Rapor sonucu şu şekildedir:

"Geliş GKS 15 bilinç açık oryante koopere hastada yapılan muayenede sağ göz altı 1x2 cm ekimoz, sağ göz altında yaklaşık 1 cm kesi (suture edilmiş), sol femur anteriorda 1x1 cm kızarıklık mevcut. Hasta göz kliniğine konsulte edildi. Beyin BT çekildi. Fraktür yok, kanama yok, shift yok. Hastada başka patolojik bulguya rastlanmadı. Hayati tehlike yok. Durumu belirtir geçici hekim raporudur. "

B. Başvurucu Aleyhinde Yürütülen Adli Soruşturma Süreci

15. Başvurucuyla beraber toplamda yakalanan iki kişi hakkında genel güvenliğin kasten tehlike sokulması, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından adli soruşturma açılmıştır.

16. Başvurucunun gözaltına alınmasına ilişkin olayı anlatan 1/5/2014 tarihli Yakalama Tutanağı'nda; "Dağılın." şeklindeki ikaza riayet etmeyen başvurucunun polise ve sivillere ait araçlara taş atarak zarar vermesi üzerine direncini kıracak şekilde artan nispette zor kullanılarak yakalandığı, yakalama esnasında yüzünde sıyrıklar olduğunun görüldüğü, üst aramasında herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı belirtilmiştir. Ayrıca kolluk tarafından düzenlenen 1/5/2014 tarihli Savcı Görüşme Tutanağı'nda şu tespitlere yer verilmiştir:

"1.5.2014 günü saat:12.30 sıralarında P. Avm önünde meydana gelen 2911 sayılı kanuna muhalefet eden dağılmaları yönündeki ikazlara uymayan polise ve resmi ve sivil otolara taş atarak zarar veren S.Ç. ve Hıdır Kanak isimli şahıslar görevlilerce direnci kırılacak şekilde zor kullanarak yakalanmış, dağılan grup arkasından Büyükdere caddesi üzerinde yapılan kontrolde 52 adet cam bilye 17 adet metal civata (somun), üzerinde HELL yazılı 2 adet 16 lık kullanılmış havai fişek rampası, 1 adet üzerinde partizan yazılı ve İbrahim Kaypakkaya resmi bulunan flama, 1 adet HDP yazılı parti bayrağı ve 1 adet DİSK Genel-İş yazılı flama görevli ekiplerce muhafaza altına alınmış, yakalanan şahısların üst aramalarında herhangi bir suç unsuruna rastlanılmamış, gerekli işlemler için polis merkezimize teslim edilmesi ile tahkikata başlanılmıştır.

...."

17. Kolluk müdahalesinin gerçekleştiği yerde bulunan alışveriş merkezinin kamera görüntüleri izlenerek iki polis memuru tarafından kayıt altına alınmıştır. Buna ilişkin 3/5/2014 tarihli tutanakta; görüntü kalitesinin net olmaması, göstericilerin genelinin yüzlerini maske veya örtülerle gizlemiş olması sebebiyle kalabalık gösterici grubu içinde başvurucuya ve S.S. isimli kişiye rastlanmadığı belirtilmiştir.

18. Başvurucu, aleyhinde yürütülen soruşturma (2014/62799 soruşturma numaralı) kapsamında 1/5/2014 tarihinde emniyette susma hakkını kullanarak beyanda bulunmamıştır. 3/5/2014 tarihinde Cumhuriyet savcısına şüpheli sıfatıyla avukatının da katılımıyla ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; Ataşehir Belediyesinde temizlik görevlisi olarak çalıştığını, olay tarihinde teyzesine gitmek amacıyla otobüse bindiğini, Mecidiyeköy'de birtakım olaylar meydana geldiğini gördüğünü, aracın durduğunu, olay yerinden uzaklaşmak için araçtan indiğini, kesinlikle polis araçlarına ve sivil araçlara zarar verecek bir eylem yapmadığını bildirmiştir. Başvurucu ayrıca olay yerinde bulunduğu söylenen bilye, civata gibi şeylerle ilgisinin olmadığını, beraber yakalandığı S.S. isimli kişiyi tanımadığını, bu kişiyle bir ilgisi olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini söylemiştir. Başvurucu, ifadesinin ardından serbest bırakılmıştır.

19. Başvurucu vekili, Savcılığa hitaben yazdığı 3/5/2014 tarihli dilekçede başvurucunun ifadesine ek olarak gözaltına alındığı sırada polisler tarafından darbedildiğini ve gözüne darbe aldığını söylediğini belirterek sorumluların cezalandırılmasını istemiştir.

20. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu ve beraber yakalandığı S.S. hakkında 21/5/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şu şekildedir:

"01/05/2014 tarihinde Şişli ilçesi P. Avm önünde 1 Mayıs İşçi Bayramı Kutlamaları için biraraya gelerek 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet eden, kolluk güçlerine taş ve havai fişek atan gruba kolluk güçlerince yapılan müdahalelerden sonra şüphelilerin Şişli ilçesi Büyükdere Caddesi yakınlarında kolluk güçlerince yakalanarak,

Haklarında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşlerine Muhalefet, Görevi Yaptırmamak için Direnme, Genel Güvenliği Kasten Tehlikeye Sokmak suçlarından soruşturma evrakı düzenlenmiş ise de,

Kolluk memurları tarafından düzenlenen 03/05/2014 tarihli görüntü izleme tutanağı içeriğinden;

Şüphelilerin soruşturma konusu suçları işleyen grubun içinde olduklarının tespit edilemediği,

Şüphelilerden Hıdır Kanak'ın Mecidiyeköy'de olaylar nedeniyle trafiğin durmasından dolayı içinde bulunduğu toplu ulaşım aracından inmesinden sonra çıkan karışıklıktakolluk güçlerince yakalandığı yolundaki savunmasının aksine,

...

Atılı suçlar nedeniyle şüpheliler hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına... [karar verildi.]"

C. Başvurucunun Şikâyeti Nedeniyle Yürütülen Soruşturma Süreci

21. Başvurucu avukatı aracılığıyla 17/7/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) yakalanıp gözaltına alınmasıyla başlayan süreçle ilgili şikâyet dilekçesi vermiştir. Başvurucu dilekçesinde; bindiği otobüsün kolluk güçleri tarafından durdurulması üzerine araçtan indiğini, indikten sonra karışıklığın ortasında kaldığını, polisler tarafından tekme ve yumruk atılmak suretiyle gözaltına alındığını, götürüldüğü araç içinde de aynı eylemlerin kendisi bayılıncaya kadar devam ettiğini belirtmiştir. Bu eylemler nedeniyle hastanede gözünün altına beş dikiş atıldığını ifade eden başvurucu, konulduğu araç içinde bulunan S.S.nin olaya şahit olduğunu, götürüldüğü polis merkezindeki görevlilerin işkence suçunu ihbar etmediklerini hatta bu kişilerin de kendisine kötü muamelede bulunduğunu ve hakaret ettiğini iddia etmiştir. Nezarethaneye konulduktan sonra yaşadığı baş ve vücut ağrıları nedeniyle ailesi ve avukatının ısrarları üzerine aynı gün saat 21.30 sıralarında hastaneye sevk edildiğini söyleyen başvurucu sorumlu olan kişilerden şikâyetçi olmuştur.

22. Savcılık, şikâyet dilekçesi sonrasında başvurucunun önceki raporları üzerinden -muayene ettirmeksizin- Adli Tıp Kurumundan (ATK) yeniden sağlık raporu aldırmıştır. ATK'nın 8/5/2014 tarihli raporunda, tespit edilen yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve basit tıbbi bir müdahaleyle giderilebileceği belirtilmiştir.

23. Savcılık 2014/62799 numaralı soruşturma dosyasının bir örneğini isteyerek dosyaya eklemiştir. Ayrıca başvurucunun yakalama işlemini gerçekleştiren, polis merkezine götürüldüğü sırada kendisini teslim alan ve yine konulduğu araçta bulunan S.S.yi yakalayıp gözaltına alan polis memurları Cumhuriyet savcısına şüpheli sıfatıyla ifade vermişlerdir. Başvurucuyu yakalayan iki polis memurundan biri olan ve bu işleme ilişkin tutanakta imzası bulunan B.M. ifadesinde şunları söylemiştir:

"Ben Bayrampaşa çevik kuvvet şube müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmaktayım. Müşteki Hıdır Kanak'ın şikayet dilekçesini okudum. Hakkımdaki suçlamayı öğrendim. 1 mayıs 2014 günü şişli ilçesi büyükdere caddesi p. avm önünde müştekiyi yakaladık. Yakalarken mukavemette bulundu. Orantılı güç kullanıp yakaladık. yakalanmadan önce müşteki Hıdır Kanak bir grup gösterici ile birlikte çevredeki araçları ve bizleri taşladılar. Araçları zarar gören bir şahısla kavga etti. Bu kavga sırasında yaralandığını gözledik. Yakalama tutanağına da yazdık. Yakaladıktan sonra herhangi bir fiziki müdahalemiz olmadı. Darp etmedik. Yaralamadık. Suçlamayı kabul etmem. Yakalama tutanağında 3...9 sicil nolu imza bana aittir."

24. Başvurucuyu yakalayan diğer polis memuru B.B. benzer nitelikte ifade vermiştir. S.S. isimli kişiyi gözaltına alan polis memurları Y.E.Y ve Y.E.G. ifadelerinde başvurucuyla karşılaşmadıklarını, kendisine herhangi bir şekilde vurmadıklarını, kötü muamelede bulunmadıklarını beyan etmişlerdir. Başvurucuyu götürüldüğü polis merkezinde teslim alan ve ifadesine katılan polis memurları M.A.Ç. ve M.K. verdikleri ifadelerde; başvurucunun karakola getirildiği sırada hakkında adli muayene raporu düzenlendiğini, gözaltında bulunduğu süre içinde kendisine herhangi bir şekilde kötü muamele yapılmadığını, yanında sürekli ailesinin ve avukatlarının hazır olduğunu, böyle bir durum olsaydı karakolda kamera kaydı yapıldığından başvurucunun daha önce şikâyetçi olabileceğini, üzerinden süre geçtiği için bu kayıtların silindiğini söylemişlerdir.

25. Başvurucuyla birlikte gözaltına alınan S.S. isimli kişi de tanık sıfatıyla Cumhuriyet savcısına anlatımda bulunmuştur. İfadesi şu şekildedir:

"Bende 01/05/2014 tarihinde p. avm civarında çevik kuvvet görevlilerince yakalanıp polis otobüsüne konuldum. İlk ben otobüse alınmıştım. Polislerin bana yönelik herhangi bir kötü muamelesi olmamıştır. Benden sonra müşteki Hıdır kanak'ın otobüse getirdiler. Müşteki otobüse geldiğinde yüzünde darp izleri vardı. Otobüsün içerisinde bana ve müştekiye yönelik herhangi bir hakaret tehdit herhangi bir kötü muamelede bulunmadılar. Daha sonra bizi Kuştepe polis merkezine götürdüler. Polis merkezinde müşteki ile aynı nezarethane de kaldım. Bir üçüncü kişi daha vardı ancak onun ismini hatırlamıyorum. zaten müştekiyi daha önceden tanımıyordum. Otobüste tanıştık. Nezarethane de üç gün kadar kaldık. Kaldığımız süre boyunca polis memurları bize iyi davrandı. Müştekiye de herhangi bir hakaret tehdit ve kötü muamelede bulunulduğunu görmedim. ilk gözaltına alındğımı gün müşteki ağrılarının olduğunu söylemişti. Bunun üzerine polis memurları kendisini hastaneye götürdü. Daha sonra ben müştekinin herhangi bir şikayetinin duymadım. Belki ben uyurken ağrıları yükselmiş olabilir. Benim olay hakkındaki bilgim ve görgüm bundan ibarettir."

26. Başvurucunun talebi üzerine Savcılık ayrıca başvurucunun kayınvalidesi A.Y.yi ve polis merkezinde başka bir soruşturma için bekleyen avukat D.C.Ş.yi tanık olarak dinlemiştir. Bu kişiler Cumhuriyet savcısına verdikleri ifadelerde başvurucunun polis merkezinde darbedildiğini gördüklerine ilişkin bir beyanda bulunmamışlardır. Tanıklar beyanlarında; ısrar üzerine başvurucunun hastaneye götürüldüğünü, yemek ve temiz kıyafet verilmesi taleplerinin görevliler tarafından kabul edilmediğini söylemişlerdir.

27. Başvurucu, Cumhuriyet savcısına 16/9/2014 tarihinde müşteki sıfatıyla ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde özetle 1/5/2014 tarihinde teyzesine gitmek üzere bindiği otobüsten indikten sonra arbede ortasında kaldığını, çıkış yolu ararken polisler tarafından tekme tokat atılıp hakaretler edilerek ve ters kelepçe takılarak gözaltına alındığını, zorla Çevik Kuvvet otobüsüne bindirildiğini söylemiştir. Başına vurulduğu için baygınlık geçirdiğini belirten başvurucu; konulduğu otobüste diğer gözaltına alınanlarla birlikte gezdirilerek bekletildiğini, önce hastaneye, sonra Kuştepe Polis Merkezine götürüldüğünü ifade etmiştir. Polis merkezinde de hakarete uğradığını, akşam aşırı baş ağrısı nedeniyle yeniden hastaneye götürüldüğünü, sonrasında geri getirildiği nezarethanede üç gün boyunca kaldığını söyleyen başvurucu olaylar sebebiyle psikolojisinin bozulduğunu, konuşma güçlüğü ve unutkanlık yaşadığını iddia etmiş ve kolluk güçlerinden şikâyetçi olmuştur.

28. Başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda Savcılık, ifadesi alınan polis memurları (altı kişi) ve A.T. isimli bir polis -toplamda yedi şüpheli- hakkında 26/4/2015 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen kararın ilgili kısımları şu şekildedir:

"Müşteki Hıdır Kanak vekili Nil Özsoy Dindar 17/07/2014 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığımıza vermiş olduğu şikayet dilekçesi ve müşteki alınan ifadesi ile; müştekinin 1 Mayıs 2014 tarihinde tatil olması nedeniyle Profile AVM önünden akrabalarını ziyarete gitmek için belediye otobüsüne bindiğini, otobüsü durduran polis memurlarının müşteki ve yanında bulunan S.S. isimli şahsı otobüsten indirerek gözaltına aldıklarını, müştekinin polis aracında işkenceye maruz kaldığını, müştekinin polis merkezinde de işkenceye maruz kaldığını, müşteki hakkında 2911 sayılı Kanuna aykırılıktan adli tahkikat evrakı düzenlendiğini, ancak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini beyan ettiği,

Şüpheliler alınan savunmalarında, olay tarihinde P. AVM önünde,izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenip araçlara zarar verildiğini, kendilerinin göstericilere müdahale ettiğini, gözaltına almak istediklerinde dirençle karşılaştıklarını, müştekinin de dahil olduğu izinsiz gösteri yapan kişilerin dirençlerini kıracak ölçüde güç kullandıklarını, iddia edildiği gibi müştekiyi dövmediklerini,işkence etmediklerini, müştekinin gözaltına alınması aşamasında yaralanmış olduğunu belirterek suçlamayı kabul etmedikleri,

Müşteki ile birlikte gözaltına alınan S.S. de alınan ifadesinde, müştekinin polis aracında ve karakolda kötü muameleye maruz kalmadığını, gözaltına alınması aşamasında yaralandığını beyan ettiği,

Müştekinin Adli Tıp Kurumu İstanbul Şube Müdürlüğü'nden alınanraporuna göre,basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığının tespit edildiği,

Bir örneği evrak içerisine alınan Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2014/62799 Soruşturma,2014/37189 karar sayılı soruşturma evrakında, Hıdır Kanak ve S.S. hakkında 2918 sayılı Kanuna aykırılık ve kasten genel güvenliği tehlikeye sokmak suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, gerekçe olarak ta dağılın emri verildiğine ve şüphelilerin gözaltına alınan kalabalık içerisine,ortaya çıkan karışıklık sebebiyle karıştığı savunmasının aksine delil elde edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunun 16.maddesindeki;

...

Düzenlemeleri karşısında, şüpheli polis memurlarının üçüncü şahısların can ve mal güvenliğini tehlikeye atacak şekilde patlayıcı madde atarak yapılan gösteri yürüyüşü sırasında müştekiyi gözaltına aldıkları, gözaltına alma sırasında karşı konulan direnci kıracak ölçüde (basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte) güç kullanıldığı, şüphelilerin eylemlerinin, yasa ile verilmiş zor kullanma yetkisinin kullanılması şeklinde geliştiği, bu nedenle atılı suçun unsurları ile oluşmadığı evrak kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında atılı suçun unsurları ile oluşmadığından 5271 s.CMK.nun 223/2.c maddesi uyarınca kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına...," [karar verildi.]

29. Başvurucunun Savcılık kararına yaptığı itiraz, İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar 18/6/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

30.Başvurucu 13/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

32. 5237 sayılı Kanun'un 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."

33. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

34. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.

...

Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.

...

Yakalananlardan,

...

B) Zor kullanılarak yakalananların,

...

Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir.

..."

35. 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu; ortasında kaldığı toplumsal olaylar sırasında hiçbir yasa dışı eylemi olmamasına ve direnmemesine rağmen polisler tarafından yumruk ve tekme atılarak yakalanıp gözaltına alındığını, konulduğu araç içinde de aynı fiziki saldırıların kendisi bayılana kadar devam ettiğini, araç içinde dört saat bekletildiğini, götürüldüğü hastanede gözünün alt kısmına beş dikiş atıldığını belirtmiştir. Gözaltına alındığı polis karakolunda ailesinin temiz kıyafet ve yiyecek verme taleplerinin reddedilmesi, hakarete uğraması ve kendisinin baş ağrısı yaşamasına rağmen ancak ısrar üzerine hastaneye götürülmesi nedeniyle kötü muamele gördüğünü iddia etmiştir. Başvurucu; yaşadığı bu olaylar nedeniyle yürütülen adli soruşturmada polislerin birbirleriyle çelişen beyanlarına üstünlük tanındığını, eksik inceleme ve araştırma sonucu kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek gereksiz ve orantısız güç kullanan polislerin cezasız bırakıldığını, soruşturmanın iki yıldan uzun bir sürede tamamlandığını belirterek Anayasa'nın 17., 19. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde özetle olaya ilişkin yargılama süreçleri anlatıldıktan sonra kötü muamele yasağına dair etkili soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu hatırlatılarak başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ceza soruşturması yürütülüp gözaltına alındığı ve gözaltı işlemlerinin her aşamasında düzenli olarak sağlık muayenesinin yaptırıldığı belirtilmiştir. Muayenelere ilişkin adli raporların hiçbirinde başvurucunun kötü muameleye tabi tutulduğuna dair herhangi bir tıbbi tespite yer verilmediği, ayrıca savunma tanıklarından ikisinin beyanının iddia edilen yaralanmalar ve adli raporların içerikleriyle örtüşmediği vurgulanmıştır. Bakanlık tarafından Cumhuriyet Başsavcılığının ayrıntılı inceleme yaparak karar verdiğinin yapılacak incelemede gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Başvurucu tarafından dile getirilen şikâyetler inceleme yöntemi olarak belirli başlıklara ayırmayı zorunlu kılmaktadır. Başvurucu öncelikle gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanımına maruz kalarak yaralandığını, yakalanarak polis aracına konulmasına rağmen fiziki saldırının devam ettiğini ileri sürmektedir. Bunun dışında başvurucu, gerek araç içinde gerekse polis nezarethanesinde yaşadıklarının kötü muamele niteliğinde olduğunu iddia etmektedir. Kısaca özetlenen söz konusu şikâyetlerin her birinin özel olarak değerlendirilmesi, olayın sağlıklı bir şekilde ortaya konularak eksiksiz bir inceleme yapılmasının gereğidir.

a. Yakalama Sonrasında Darbın Devam Ettiği ve Nezarethanedeki Kötü Muamele İddiaları Yönünden

42. Başvurucu yakalanması sonrasında konulduğu araç içinde kolluğun kendisini darbetmeye devam ettiğini, gözaltına alınmasından sonra tutulduğu nezarethanede hakarete uğradığını, başındaki ve vücudundaki ağrılara rağmen ancak ısrar üzerine hastaneye götürüldüğünü, yakınları tarafından getirilen yiyeceklerin ve temiz kıyafetlerin kendisine verilmesine engel olunduğunu iddia etmektedir.

43. Başvurucu 1/5/2014 tarihinde konulduğu nezarethaneden 3/5/2014 tarihinde çıkarılarak ifade vermek üzere Savcılığa götürülmüştür. Başvurucu, aleyhindeki isnatlarla ilgili beyanda bulunmak üzere çağrılmış ise de avukatıyla verdiği ifade sırasında söz konusu iddiaları dile getirmemiş; şikâyet dilekçesi verdiği 17/7/2014 tarihine kadar beklemiştir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, yakalandıktan sonra polis aracında darba uğradığından, tutulduğu nezarethanede kendisine hakaret edildiğinden ve hastaneye ısrar üzerine götürüldüğünden bahsetmiş; diğer iddiaları konusunda ise net açıklama yapmamış; sadece kötü muamele gördüğünü söylemekle yetinmiştir. Başvurucuya yakınlarının getirdiği temiz kıyafet ve yiyeceklerin verilmesine engel olunması iddiaları ilk kez tanık beyanlarının alındığı sırada ortaya konmuştur.

44. Başvurucu yakalanması sırasında kolluk görevlileri tarafından yapılan fiziki saldırıların polis aracında da kendisi bayılıncaya kadar devam ettiğini iddia etmektedir. Yakalanmasından sonra konulduğu araç içinde S.S. isimli bir kişinin bulunduğu başvurucunun da kabulüdür. S.S. soruşturma aşamasında bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenmiş ve başvurucunun iddiaları konusunda net şekilde açıklamalar yapmıştır (bkz. § 25). Söz konusu tanığın beyanlarına göre başvurucuya araç içinde herhangi bir kötü muamelede bulunulmuş değildir. Başvurucu, yakalanması sırasındaki yaralanmasıyla araç içinde gerçekleştiğini iddia ettiği eylemler sonucunda vücudunda ne türden bir yaralanma oluştuğu yönünde bir beyanda bulunmamaktadır. Ayrıca götürüldüğü hastanede düzenlenen rapor üzerinden de aradaki farkın ortaya konularak anlaşılabilmesi mümkün görünmemektedir.

45. S.S. ifadesinde ayrıca başvurucuyla birlikte tutuldukları nezarethanede polis memurlarının kendilerine iyi davrandığını, herhangi bir şekilde hakaret ve tehditte bulunmadıklarını, ağrısı olduğunu söyleyince başvurucunun polislerce hastaneye götürüldüğünü söylemiştir. Olayla ilgili olarak şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan polis memurları M.A.Ç ve M.K.nın beyanlarından karakoldaki kamera kayıtlarının bir aydan fazla zaman geçtiği için silindiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu görüntülerin önemli bir delil olduğu kabul edilse dahi bunlara ulaşılamamasında hiçbir haklı gerekçesi yokken şikâyetini geç dile getiren başvurucunun bu kusurunun etkili olduğu görülmektedir.

46. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır. Burada kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren kişilerin -ispat külfetinin devlete geçtiği durumlar istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek gerekir(Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

47. Somut olayda kötü muamele iddiaları, tüm aşamalarda tutarlı ve birbiriyle uyumlu şekilde ileri sürülmemiş; ayrıca uygun ve yeterli delil ile desteklenmemiştir.Bununla birlikte başvurucunun iddialarını desteklemek için zamanında yetkili makamlara başvurmadığı da ortadadır. Başvurucunun söz konusu şikâyetleri kapsamında soruşturma dosyasında iddiaların gerçekliğini ortaya koyan ve Anayasa Mahkemesince inceleme yapılmasını gerektirir nitelikte bir veri bulunmamaktadır. Başvurucunun somut delillerle desteklenmeyen iddialarının savunulabilir olduğundan söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle söz konusu iddialarla ilgili bir ihlalin olmadığının açık olduğu sonucuna varılmıştır.

48. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yakalama Sırasında Kolluk Tarafından Gereksiz ve Orantısız Güç Kullanımı Nedeniyle Yaralanmaya ve Araçta Bekletilmeye İlişkin İddia Yönünden

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder(Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma, kişi hürriyeti ve güveliği haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

50. Ayrıca başvurucu, gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanımına maruz kalarak yaralandığını ve araçta uzun süre yaralı hâlde bekletildiğini ileri sürmektedir.

51. Başvuru formunun genelindeki şikâyetin kolluk tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen darp eylemleri olduğu ve Anayasa Mahkemesince değerlendirme yapmaya yarar yeterli bir veri bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun polis aracında bekletildiği şikâyetine ilişkin olarak bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

52. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan -kolluk tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin- iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

53. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

54. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

55. Anayasa Mahkemesi genel olarak kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerde -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları ayrı başlıklarda incelemektedir. Lakin kamu görevlisinin işlediği iddia edilen bu dosyadaki kötü muamele vakasında maddi ve usul boyutunda yapılacak incelemenin sonuçları birbirleriyle kesiştiğinden tüm ihlal iddiaları aynı başlık altında incelenmiştir. Keza yasağın maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığına bağlı olarak değişecektir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 59).

a. Genel İlkeler

56. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

57. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

58. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevi yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

59. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devlet, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

60. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

61. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

62. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

63. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

64. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

65. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018,§ 76).

66. Bireylerin kamu görevlilerinin eylemleri neticesinde kötü muameleye maruz kaldığının tespiti hâlinde yaralanmaya sebebiyet vermiş olan gücün kullanım zamanının tespit edilmesi gerekmektedir. Kişinin kontrol altına alınması tamamlandıktan sonra uygulandığı tespit edilen kuvvet kullanımı için kişinin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada uğradığını ileri sürdüğü kötü muamele iddialarına ilişkin ilkeler uygulanabilecektir. Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde ise yapılması gereken, kullanılan gücün orantılı olup olmadığının değerlendirilmesidir (Zeki Bingöl, B. No: 2013/6576, 18/11/2015, § 88).

67. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda yakalamayı gerektiren durumlarda ve şüphelilerin kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

68. Gücüne göre mukayese edildiğinde gösteri sırasında yapılan şiddeti bertaraf etmekte kullanılan müdahale araçları ve bunların bireyler üzerinde oluşturduğu etki, olması gereken sınırdan büyük bir sapma gösterdiği takdirde makul seviye aşılmış olacaktır (Ali Ulvi Altunelli, § 107)

69. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Anayasa’nın 17. maddesi "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili, resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

70. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma, cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

71. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

72. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;

- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

- Soruşturmadan sorumlu ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),

- Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekmektedir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvurucu, seyahat ettiği otobüsten indikten hemen sonra içinde kaldığı toplumsal bir olaya müdahale eden polislerin aniden fiziki saldırılarına maruz kaldığını belirtmektedir. Olay ve olgular kısmında zikredilen adli muayene raporlarındaki yaralanma bulguları başvurucunun darp iddialarını destekleyen mahiyette olduğu görülmektedir. Keza kötü muamelenin fiziki bulguları bakımından doktor raporları anahtar role sahiptir. Bu aşamadan sonra adli mercilere düşen görev, başvurucudaki yaranın nedeni hakkında makul bir açıklama getirmektir.

74. Başvurucu olaylar nedeniyle tıkanan yolda kalması nedeniyle göstericilerin arasında olduğunu belirtmiş ise de 2911 sayılı Kanunu'na muhalefet etme suçu isnadıyla hakkında soruşturma yürütülmüştür. Soruşturma sonucunda, savunmasının aksine suç konusu eylemleri işleyen gösterici grup içinde olduğu yönünde delil bulunmadığından başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir (bkz. § 20). Bu durumda başvurucunun gösterici grup içinden kolluğa birtakım cisimler atan kişilerden olduğunu kabul ederek bir değerlendirme yapmak mümkün görünmemektedir.

75. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemeleri için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Somut olayda başvurucu; Savcılık ifadesinde otobüsten indikten sonra arbedenin ortasında kaldığını, çıkış yolu ararken polislerin aniden tekme ve tokatla kendisini darbettiğini söylemiştir (bkz. § 27). Başvurucunun -iddiasının aksine- gösteriye katıldığı kabul edilerek hakkında bir yakalama işlemi yapıldığı durumda dahi güç kullanımının gerekli olduğunun ortaya konması gerekir. Kuvvet kullanımının kişinin tamamen kontrol altına girmesinden önce, bir başka ifade ile kişinin kontrol altına alınmaya çalışılması sırasında uygulandığının tespit edilmesi hâlinde kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmedir (Adil güzel ve Mühsin Güzel, B. No: 2014/11172, 12/6/2018,§ 90).

76. Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan ve yakalama işlemini yapan B.B. ve B.M. isimli polisler beyanlarında başvurucunun gösterici grup içindeki taş atan kişilerden biri olduğunu, yakalama sırasında kendilerine direndiğini, bu nedenle yakalama esnasında orantılı güç kullandıklarını söylemişlerdir. Ayrıca başvurucunun olaylar sırasında aracı zarar gören bir kişiyle kavga ettiğini ve kavga sırasında yaralandığını iddia etmişlerdir (bkz. §§ 23, 24). Savcılığın 26/4/2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında başvurucuda meydana gelen yaralanmanın polis müdahalesiyle oluştuğunun kabul edilmesi karşısında dinlenen polislerin iddialarında dile getirdikleri gibi üçüncü bir kişi tarafından yaralanmanın gerçekleştirildiğini söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir. Şu hâlde değerlendirme yapılması gereken ilk husus, hakkında adli işlem yapılmak üzere yakalanmak istenen başvurucuya fiziksel bir müdahalenin yani güç kullanımının gerekliliğidir.

77. Yukarıda belirtildiği gibi (bkz § 74) başvurucunun kolluğa taş atan grup içinde yer aldığını kabul etmek mümkün değilken başvurucunun ancak yakalama işlemine direnç göstermesi hâlinde polisin güç kullanma gerekliliği ortaya çıkabilecektir. Yakalamayı gerçekleştiren polisler başvurucunun yakalama esnasında direndiğini beyan etmişlerse de bu iddia tanık beyanları, görüntü kayıtları veya başkaca bir delille netleştirilmemiştir. Bununla birlikte başvurucunun yakalama sırasında direnç gösterdiği ve bu nedenle direnci kırmak amacıyla polislerin zor kullandığı yani müdahalenin gerekli olduğu durumda dahi kullanılan gücün orantılı olması gerekir.

78. Hangi direnç seviyesinde, ne tür bir kuvvet uygulanacağının kılavuzu olan 2559 sayılı Kanun’un 16. maddesinde yer verilen kademeli olarak artan zor kullanma araçları, ölçülülük incelemesindeki en önemli kıstaslardandır (Ali Ulvi Altunelli, § 110). Zor kullanma, müdahale sırasında karşılaşılan direnci ortadan kaldıracak oranda ve aşamalı biçimde artan bedensel kuvvet, maddi güç, değişik araçlar ile kanuni şartlar gerçekleştiğinde silah kullanmayı içerir. Başvurucunun gözünün alt kısmında yaralanma meydana geldiği ve yaranın 1 cm kesi ve 4 cm abrazyon şeklinde olduğu görülmektedir (bkz. § 13). Dinlenen polisler başvurucunun kendilerine direndiğini söylemişlerse de direnmenin ne şekilde gerçekleştiği, kendilerinin de bu dirence ne şekilde karşılık verdiği konusunda açık bir beyanda bulunmamışlardır. Bu husus kovuşturmasızlık kararında da açıklanmamış, direnci kıracak ölçüde güç kullanıldığının söylenmesiyle yetinilmiştir. Meydana gelen yaranın vücut bölgesindeki yeri ve dikiş atılmasını gerektirecek nitelikte olması nedeniyle direnci ortadan kaldırmayı amaçlayan ne tür bir müdahaleyle böyle bir sonucun ortaya çıktığının izaha muhtaç olduğu ortadayken bu konuyla ilgili olarak Savcılık kararında bir açıklama yer almamaktadır.

79. Başvurucunun aleyhine yürütülen soruşturmada bir alışveriş merkezine ait güvenlik kameraları izlenerek başvurucunun gösterici grup içerisinde bulunup bulunmadığı araştırılmış ise de yakalama anına ilişkin görüntü olup olmadığı konusunda bir tespit bulunmamaktadır. Başvurucunun şikâyetçi olduğu soruşturmada da görüntüler incelenerek bu yönde bir delil etme çabasına girilmemiştir. Dolayısıyla soruşturmanın etkisiz yapılması nedeniyle yaralanmanın ne şekilde gerçekleştirildiği belirliliğe kavuşturulmamış ise de kamu makamları tarafından fiziksel bir saldırıda bulunmadığı kabul edilen başvurucunun kamu görevlileri tarafından yaralandığı ve yaranın vücuttaki nahiyesi itibarıyla müdahalenin gerekli olduğu varsayılsa dahi orantısız olduğu anlaşılmaktadır.

80. Somut olayın gerçekleşme koşulları, başvurucunun yaralanmasının niteliği, özellikle bu yaralanma nedeniyle başvurucunun gözünün altına dikiş atılması ve bu durumun başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine sahip olduğu ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 58).

81. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir (bkz. §§ 60-63). Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkündür.

82. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kolluk tarafından yakalanması sırasında meydana gelen yaralanma nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

83. Bu tespitten sonra insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin bir değerlendirme de yapılmalıdır.

84. Başvurucunun şikâyetine ilişkin yürütülen soruşturmanın başvurucu vekilinin yazılı bir dilekçeyle Savcılığa şikâyette bulunmasıyla birlikte başladığı görülmektedir. Hâlbuki başvurucunun gözaltına alınması sonrası götürüldüğü hastanede, hakkında düzenlenen adli muayene raporunda darbedildiği bilgisi bulunduğu gibi (bkz. § 18) başvurucu vekilinin 3/5/2014 tarihinde başvurucu aleyhinde yürütülen soruşturmada da sorumlu polislerden şikâyetçi olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 19). Dolayısıyla başvurucunun kolluk tarafından yaralandığından şikâyet dilekçesi verilmesinden önce haberdar olan kamu makamlarının hareketsiz kaldığı ve sonuç itibarıyla yürütülen soruşturmada resen başlatılma ilkesine uygun davranıldığı söylenemeyecektir.

85. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68). Buna bağlı olarak soruşturmaya özgü değeri bulunan ilke ve araçların olayın aydınlatılmasını temin edecek şekilde yargısal mercilerce işlevselleştirilip işlevselleştirilmediği ortaya konmalıdır (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/01/2018, § 83).

86. Soruşturma tekelini elinde bulunduran adli mercilerin kötü muamele yasağının mahiyetiyle bağdaşan ve beklentileri karşılayabilecek ölçüde delil toplaması icap etmektedir. Yargılamanın sonucuna uzanan geçiş noktalarını doğrudan etkileyen delilerin toplanmasında gösterilen hassasiyet, aslında zihinsel bir ürün olan yorum farklılıklarının ve belirsizliklerin azaltılmasını sağlama bakımından da önemlidir (Muhterem Turantaylak, § 79).

87. Somut olayda başvurucu vekilinin şikâyet dilekçesi sunmasından sonra olayın faili olabilecek kamu görevlilerinin tespit edilerek bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı görülmektedir (bkz. §§ 23, 24). Ayrıca yine başvurucunun beyanları Cumhuriyet savcısı tarafından müşteki sıfatıyla alınmıştır. Bunun dışında başvurucunun talep ettiği tanıklar dinlenip başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak ATK'dan rapor düzenlettirilmiş ve aleyhinde yürütülen soruşturmanın bir örneği incelenmek üzere dosya arasına alınmıştır (bkz. §§ 22, 23 ve 26). Bunlarla birlikte kamusal alanda gerçekleştiği anlaşılan olaya ilişkin görüntü olup olmadığı yönünde bir araştırma yapılmamıştır. Başvurucu aleyhinde yürütülen soruşturmanın bir örneği dosya arasına konulmuş ise de buradaki bir alışveriş merkezine ait görüntü kayıtlarının başvurucu ile kolluk güçleri arasındaki yaşananları yansıtıp yansıtmadığı yapılan çözümlemeden anlaşılamamıştır. Zaten kovuşturmasızlık kararında bu kayıtlardan bahsedilmemektedir. Dolayısıyla olayın gerçekleştiği yerin çevresinde bulunan başkaca bina veya işyerinde kayıt yapan kamera bulunup bulunmadığı veya olaylara müdahale eden TOMA'ya ait kamera kayıtları olup olmadığı araştırılmamış ve istenmemiştir. Ayrıca olayın görgü tanığı olabilecek kişiler tespit edilip dinlenmemiştir. Bu eksiklikler Savcılığın gerçeği ciddiyetle öğrenme çabası içinde olduğu konusunda kuşku uyandırmaktadır.

88. Diğer taraftan yukarıda Genel İlkeler bölümünde ifade edildiği üzere soruşturmanın etkililiği adına aranan bir diğer husus da kötü muamele yasağına ilişkin soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesidir (bkz. § 72). Başvurucu soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığını ileri sürmüştür. Bu incelemede önemli olan husus, başvurucunun soruşturmanın süratle ve özenle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği dikkate alındığında başlı başına, özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından soruşturmada yeterli sürat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).

89. Soruşturmanın ve akabinde yürütülmüş ise kovuşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).

90. Somut olayda derhâl ve resen soruşturma başlatma ilkesine riayet edilmemiş ise de başvuru konusu olayın 1/5/2014 tarihinde meydana geldiği ve kovuşturmasızlık kararına yapılan itirazın 4/6/2015 tarihinde reddedilerek kesinleştiği dikkate alındığında olayın üzerinden yaklaşık 1 yıl 1 ay geçtikten sonra soruşturmanın tamamlandığı anlaşıldığından başvuruya konu olayın kendi koşullarına ve karmaşıklık derecesine göre makul bir süratle yürütüldüğü görülebilmektedir.

91. Sonuç itibarıyla belirtilenler ışığında başvurucunun yakalanması sırasında kamu görevlileri tarafından yaralanmasıyla ilgili ileri sürdüğü iddialar kapsamında makul süratle sonuçlandırılmış ise de etkili bir soruşturma yapıldığından söz etmek mümkün değildir.

92. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

94. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

95. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

96. Başvuruda, kolluğun orantısız müdahalesi sonucu gerçekleşen yaralama soruşturmasıyla ilgili olarak olayın aydınlanmasını sağlayacak yeterli delil toplanmadan karar verildiği kanaatine varıldığından Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

97. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun şekilde belirtilen deliller toplanıp incelemeler yapıldıktan sonra yeniden karar vermekten ibarettir.

98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yakalama işlemi sırasında kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. İleri sürülen diğer iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Yakalama işlemi sırasında kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen yaralama nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Verilen karar 2014/100098 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ENDER ERGÜN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1849)

 

Karar Tarihi: 19/11/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Ender ERGÜN

Vekilleri

:

1. Av. Deniz MUSLU

 

 

2. Av. Özlem AYATA LOKANOĞLU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanarak müdahalede bulunması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sonucunda meydana gelen yaralanma ile bu olaya ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ve göstericilere karşı bazı sivil kişilerin saldırılarına mani olunmamasından ötürü açılan tam yargı davasının reddi nedenleriyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1/1/1973 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.

A. Olayın Gelişimi

10. Başvurucu 6/7/2013 tarihinde Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılmıştır. Söz konusu eyleme kolluk görevlilerince göz yaşartıcı gazla müdahale edilmiş ve buradan kaçan gösterici grup ile sivil birkaç kişi arasında kavga yaşanmıştır. Sivil kişiler olay yeri yakınında bulunan bir lokantanın sahibi ile çalışanlarıdır. Yaşanan kavgada başvurucu kolundan kesici aletle hafif şekilde yaralanmıştır. Bu olaya ilişkin olarak başvurucu 28/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve ilgili sivil kişilerden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda iddianame tanzim edilmiş ve İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda başvurucuyu yaralayan sivil kişiye neticeten 9 ay hapis cezası verilmiştir. Erteleme ya da takdirî indirim uygulanmayan hapis cezası istinaf kanun yolunca da onanarak kesinleşmiştir. Ayrıca bu yargılamada, sivil kişilerin göstericilere karşı saldırılarını önlemeye çalışırken yaralanan bir kolluk görevlisi de bulunduğundan saldırıda bulunanlara bu eylemleri nedeniyle de ceza verilmiştir. Bireysel başvuru kapsamında bu yargılamaya ilişkin olarak bir şikâyet ileri sürülmemiştir.

B. Suç Duyurusu

11. Olaylar sırasında yaralanan başvurucu 28/11/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesi ile Başbakan, Başbakan Yardımcısı ile bazı bürokratlardan ve ilgili kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Kolluk görevlileri dışındaki kişiler hakkında -soruşturma usulünün farklı olması nedeniyle- Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrı soruşturmalar yürütülmüş ve bu soruşturmalara ilişkin olarak başvurucu herhangi bir şikâyet ileri sürmemiştir.

12. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde; olay tarihinde Taksim Meydanı'na protesto amacıyla gittiğini ancak Talimhane oteller bölgesinden Taksim Meydanı'na doğru geçmek istediği esnada hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluğun göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanarak göstericilere orantısız şekilde müdahale ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, plastik merminin hedef gözetilerek kafasına doğru atıldığını, bu nedenle kafasını korurken kolundan yaralandığını, bu müdahale nedeniyle kaçarken de göstericilere saldıran sivil kişiler tarafından kesici aletle yaralandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, kolluk görevlilerinin bilinçli olarak sivil kişileri engellemediğinden yakınmıştır.

C. Soruşturma Kapsamında Yapılan İşlemler

13. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa yazılan müzekkereyle başvurucunun yaralandığını iddia ettiği yerde olay tarihinde görevli kolluk görevlilerinin kimler olduğu sorulmuş, olay yerini gören trafik kamera kaydı (MOBESE) ve güvenlik kamerası kaydı araştırması yapılması ile varsa bu kayıtlarının temini istenmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta, olay anına ilişkin kolluk görevlilerince tutulan tutanak, 10/3/2014 tarihli kamera kaydı araştırma tutanağı, belirtilen yerde olay tarihinde görev yapan kolluk görevlilerinin listesi ve olay anına ilişkin kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera görüntülerinin gönderildiği belirtilmiştir.

i. Olay anına ilişkin olarak kolluk tarafından tutulan tutanakta, protesto eylemine destek vermek amacıyla Talimhane Caddesi tarafından Taksim Meydanı'na doğru gelen bir grubun sesli olarak dağılmaları yönünde ikaz edildiği, makul bir süre beklenmesine rağmen dağılmayan grubun tekrar sesli olarak ikaz edildiği ancak yine dağılmayan gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve kademeli olarak artan nispette zor kullanıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda müdahale sırasında üç kişinin yakalandığı ve haklarında adli işlem yapıldığı belirtilmiş ancak başvurucunun yakalandığından ya da hakkında adli bir işlem yapıldığından bahsedilmemiştir. Tutanakta ayrıca kesici aletle göstericilere saldıran bir sivil kişinin yakalanarak hakkındaki adli işlemlerin gerçekleştirilmesi için ilgili kolluk birimine teslim edildiği bilgisi de yer almaktadır.

ii. Olay yerinde bulunan dört otele ve bir avukatlık şirketine ait güvenlik kamerası olduğu, ancak söz konusu kameralar üç günden yirmi dört güne kadar değişik sürelerde kayıt tuttuğu için olay anına ait görüntü kaydının elde edilemediği belirtilmiştir.

iii. Olay tarihinde ve olay yerinde görevli tüm kolluk personeli ile gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen kolluk görevlilerinin kimlik bilgilerini içeren birden fazla liste düzenlenmiştir.

vi. Olay anına ilişkin olduğu ve ilgili kolluk birimi tarafından kayda alındığı belirtilen görüntüler gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı görüntülerin izlenmesi ve raporlanması için bilgisayar programcısı bir bilirkişi görevlendirmiş, bilirkişi raporunu sunmuştur. Söz konusu raporda, iki DVD içinde teslim edilen görüntülerin İstiklal Caddesi ve Galatasaray Lisesi önünde yapılan eyleme ilişkin olduğu, başvurucunun şikâyetine konu yere ait herhangi bir görüntüye rastlanmadığı, ayrıca görüntüde kolluk görevlilerinin biber gazı ya da plastik mermiyle bir müdahalesinin olmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/4/2014 tarihinde başvurucunun ifadesinin alınması amacıyla çağrı kâğıdı düzenlenmiş, ancak başvurucunun ifadesinin alındığına dair bir ifade zabtına ya da bu yönde bir zorla getirme kararına dosya kapsamından erişilememiştir. Gaz tüfeği kullanmaya yetkili olduğu belirtilen beş kolluk görevlisinin Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli olarak ifadesine başvurulmuştur. Bu ifadelerde, kolluk görevlilerinden üçü olay yerinde takviye kuvvet olarak bulunduğunu ve olaya müdahale etmediğini, ikisi ise olayda gaz ya da plastik mermi kullanmadığını belirterek müsnet suçlamaları reddetmiştir. Diğer yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kati adli rapor tanzim edilmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumuna (ATK) müzekkere yazılmış ve ATK tarafından tanzim edilen rapor dosya arasına alınmıştır. Başvurucu tarafından soruşturma dosyasına 27/3/2014 tarihinde ibraz edilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğince (Vakıf) düzenlenmiş başvurucu hakkındaki sağlık raporu da aynı tarihte dosyaya eklenmiştir.

D. Sağlık Raporları

15. Olayın akabinde 7/7/2013 tarihinde başvurucu hakkında Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda, olayın öyküsü "polis müdahalesi sırasında her iki dirsekte yaralanma plastik mermi isabet ettiği ifadesi ile gelen hasta" şeklinde belirtilmiştir. Raporun konsültasyon değerlendirmesinde ise "...sol dirsekte 2 adet abrazyon [sıyrık] mevcut. 1. abrazyon vertikal (dikey) seyirli sol dirsek posteriorda [arkası] yaklaşık 3 cm uzunluğunda, 2. abrazyon oblik (eğik) uzanımlı yaklaşık 1 cm uzunluğundadır..." şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Başvurucu 3 cm uzunluğundaki yaralanmanın sivil kişilerce yapılan saldırı sonucu, diğer 1 cm uzunluğundaki yaralanmanın ise kolluk görevlileri tarafından atılan plastik merminin isabet etmesi sonucu oluştuğunu iddia etmektedir.

16. ATK tarafından 13/12/2013 tarihinde, yukarıda (bkz. § 15) belirtilen rapor üzerinden bir değerlendirme yapılarak tekrar adli rapor tanzim edilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur."

17. Başvuru formu ekinde sunulan ve başvurucu hakkında Vakıf tarafından Doktor C.K.C. imzasıyla 8/1/2014 tarihinde düzenlenen sağlık raporu sonucunda olay nedeniyle başvurucuda akut stres bozukluğu oluştuğu, ayrıca başvurucunun yakınmalarının yoğun gaza maruz kalması ile uyumlu olduğu belirtilerek bu tespitlerin Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırması, ICD 10 kapsamında Y07.3 kodu ile belirtilen işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele kapsamı içinde kaldığı belirtilmiştir.

18. Başvurucu olaydan önce bir akciğer rahatsızlığı yaşadığını da belirterek buna dair sağlık raporunu başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Hikâyesi: 1991 yılında soldan spontan pnömotoraks [hava kaçağı] geçirmiş ve yapılan Cerrahi drenaj ile iyileşmiş. 1999 yılında pnömotoraks geçirmiş cerrahi operasyonla tedavi edilmiş. Hastanın hala ciddi eforlarda nefes darlığı mevcut.

Akciğer PA Grafi: Sağ üst alanda belirgin hava bülü [kist]

Solunum Fonksiyon testleri: ZVK: 4.26 (%95). ZVK1: 3.66 (%99), ZVK1/ZVK: %86.

Tanı: Sağ akciğerde hava bülü."

E. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda 8/11/2015 tarihinde ifadesine başvurulan beş kolluk görevlisi hakkında zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Müştekinin 7/7/2013 tarihinde hastaneyi müracaatla plastik mermiye maruz kaldığını belirterek rapor aldığı, alınan raporuna göre sol dirsekteki abrazyon nedeniyle basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığının tespit edildiği,

Yukarıda açık kimliği yazılı polis memurları [polis memurlarının isimleri] olay tarihi itibariyle gaz mühimmatı kullanmakla göreli polis memuru olduklarının bildirildiği, şüphelilerin alınan ifadelerinde müştekinin yaralanması ile sonuçlanan plastik mermi kullanmadıklarını beyan ettikleri,

Kamuoyunda Gezi olayları olarak bilinen olaylar sırasında, göstericiler tarafından birçok kamu ve özel kişilerearaç ve binalarının tahrip edildiği, bu olayları engellemek için bu olayları önlemek için kolluk görevlilerinin 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 24.maddesi,2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 16.maddesi ve 30/12/1982 tarih 17914 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe giren Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliğinin 19 ve 25.maddeleri uyarınca, uyarılara rağmen dağılmayan göstericilerin dağıtılması ve üçüncü kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması için göz yaşartıcı gaz ve kanunsuz gösteri yapan göstericileri dağıtmak için zor kullanıldığı,

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunun 16.maddesindeki;

...

Düzenlemeleri karşısında, müştekinin plastik mermi ile yaralandığına dair delil bulunmaması, müştekiye karşı basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte güç kullanan kolluk görevlilerinineylemlerinin, yasa ile verilmiş zor kullanma yetkisinin kullanılması şeklinde geliştiği, bu nedenle atılı suçun unsurları ile oluşmadığı evrak kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında atılı suçun unsurları ile oluşmadığından 5271 s.CMK.nun 223/2.c maddesi uyarınca kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına [karar verilmiştir]"

20. Karara başvurucunun itiraz etmesi sonrası İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğince 16/12/2015 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle ret kararı verilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

F. İdare Mahkemesi Kararı

21. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, olay tarihinde toplantı ve gösteri hakkını kullanmak maksadıyla Taksim Meydanı'na giderken herhangi bir ikaz anonsu yapılmaksızın kolluk görevlilerince atılan yoğun biber gazına maruz kaldığını, kronik akciğer hastalığı olduğu için nefes alamayarak 30-35 dakika acı çektiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca olay yerinde sivil bazı kişilerin kesici aletle yaptıkları saldırıya da maruz kaldığını ve sol kolundan yaralandığını, kolluk görevlilerince bilinçli olarak bu kişilere mani olunmadığını belirterek söz konusu olay nedeniyle devletin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürmüş ve 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

22. İdare tarafından Mahkemeye verilen savunmada, Talimhane Caddesi'nden gelen gruba iki kez sesli ikazda bulunulduğu, ancak dağılmamakta ısrar eden gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve artan kademeyle zor kullanıldığı belirtilmiştir. Ancak idareye göre başvurucunun yaralanması olayı ile idari eylem arasında bir illiyet bağı da bulunmamakta, bir an için bulunduğu düşünülse dahi hukuka uygunluk nedeniyle eyleme bağlı olarak ortaya çıkan zarardan tazminat yükümlülüğü doğmamaktadır.

23. Mahkeme 19/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının beyanında; 6/7/2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı eylemlerine katıldığını, bu eylemlere kolluk kuvvetlerince yapılan müdahale sonucunda yoğun biber gazına maruz kaldığını, ayrıca yakın mesafeden sıkılan bir plastik mermi ile sağ kolundan yaralandığını, bölgeden uzaklaşırken ellerindeki satırları sallayarak gelen 3-4 kişilik bir grubun arasında kaldığı ve bu kişilerin kullandığı satırın isabet etmesi suretiyle sol kolundan da yaralandığını, aynı günün akşamında 7/7/2013 tarihinde saat 00.06'da Şişli Etfal Hastanesine başvurduğu, gördüğü müdahalenin ardından hazırlanan raporda dirseklerde iki adet abrazyon tespit edildiği, davalı idarenin savunmasında; zarardoğuran eylemin davalı idareden kaynaklandığına ilişkin hiçbir bilgi veya belgebulunmadığı, zararla eylem arasında illiyet bağı olmadığını beyan ettiği anlaşılmıştır.

Somut olayda; davacının şahsında gerçekleşen zararın, idarenineylemi sonucunda oluştuğuna dairsomut bir delil veya belge bulunmamaktadır. Diğer bir anlatımla oluşan zarar ile davalının eylemi arasında illiyet bağı olduğuna dair her türlü şüpheden uzak, açık, net ve somut bir delil olmadığı; idareninsorumlu tutulabilmesiiçinmeydana gelen zarar ile idari davranış arasında açık, net ve şüpheden uzak bir bağlantının olması; meydana gelen zararın, ya idarenin direkt bir fiilinden kaynaklanması veya idarenin bu zararın meydana gelmesinde denetim görevini yerine getirmemekle dolaylı bir şekilde zarara sebebiyet vermesi gerekir. Somut olayda ise idareyi sorumlututabilmek için hiç bir somutdelil,bilgi, belge ve tanıkbeyanı bulunmadığı açıktır. Bu bağlamda, davacınınkolunda meydana gelenyaralanmasonucundadavacınınbir zarara uğradığı, maneviyöndenbelli bir süre veya geleceğe yönelik olarak sıkıntı çekeceği açık olmakla birlikte; davacıda meydana gelen bu zararın kaynağının idari bir eylem olduğuna yönelik dosyada somut, açık,şüpheden uzak ve net bir delil olmadığından davacının talep etmiş olduğu manevi tazminat talebinin reddi gerektiği sonucunaulaşılmıştır."

24. Karara başvurucu tarafından itiraz edilmiş, itirazı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 29/12/2015 tarihli kararı ile ret kararını onamıştır. Onama kararı 14/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

G. Başvurucu Tarafından Olaya İlişkin Olarak Sunulan Görüntüler

26. Başvurucu tarafından başvuru ekinde sunulan taşınabilir bellek içinde,toplam beş klasör bulunduğu, bir otele ait güvenlik kamerası olduğu belirtilen ilk klasör içinde bulunan yirmi dosyanın akan görüntü değil fotoğraf kareleri şeklinde olduğu, diğer dosyaların ise video şeklinde olup izlenebildiği anlaşılmıştır.

27. Kolluk görevlilerinin olaya müdahale anına ilişkin olduğu iddia edilen videonun yabancı bir medya kuruluşuna ait görüntüler olduğu, kayıtta tarih ve saat bilgisi bulunmamakla birlikte görüntünün ilk karelerinde yabancı bir dilde "İstanbul: Taksim Meydanı çevresinde olaylar" şeklinde anlık üst yazı belirmektedir. Kesik kesik bazı anların birleştirildiği anlaşılan videoda, kolluk görevlilerini yuhalayan göstericilere karşı tazyikli su ve biber gazı ile müdahalede bulunulduğu görülmektedir. Görüntünün devamında sivil bir kişinin elindeki büyük bir kesici aletle kolluk görevlilerinin arasından koşarak geçtiği, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamaya çalıştığı, sivil kişinin kafasında mavi baret bulunan bir göstericiye elindeki kesici aletle saldırdığı ve göstericiyi boynundan yaraladığı görülmektedir.

28. Bir diğer görüntüde ise elinde kesici alet bulunan sivil kişinin yoldan geçen insanlara saldırdığı, bir kadına önce elindeki aletin -kesici olmayan- yan yüzüyle sonra da tekme ile vurduğu, burada kesilen görüntünün daha sonra elinde kesici alet bulunan sivil kişi ve -birinin elinde sopa olan- iki kişinin beş kolluk görevlisi ile karşılaştığı görüntüyle devam ettiği görülmektedir. Kolluk görevlileri ile sivil saldırganlar arasında bir konuşma geçtiği ancak konuşmanın duyulamadığı, bir kolluk görevlisinin elinde kesici alet bulunan şahsı iterek oradan uzaklaştırmaya çalıştığı, bu esnada elinde sopa bulunan bir şahsın koştuğu ve elindeki sopayı kolluk görevlilerinin arkasında bulunanlara doğru fırlattığı, sivil kişilerin burada gözaltına alınmadığı görülmektedir.

29. Görüntülerin devamında kesici aletle saldırıda bulunan sivil kişi kolluk görevlileri tarafından elleri arkadan kelepçeli şekilde bir kolluk aracına bindirilmektedir. Diğer iki güvenlik kamera kaydında ise elinde kesici alet bulunan sivil kişi ile yanındaki iki kişinin yoldan geçenlere rastgele saldırıda bulunduğu ana ilişkin görüntülerinin bulunduğu anlaşılmıştır.

30. İzlenebilen tüm kayıtlarda, başvurucunun kolluk görevlilerinin müdahalesi ile ya da bahsi geçen sivil kişinin kesici alet saldırısıyla yaralanma anlarına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

32. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

33. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polisin genel emniyetle ilgili görevleri iki kısımdır.

A) Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, Hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmıyan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak,

B) İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak

...

Aşağıda yazılı hallerde:

...

VII – İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mani olmak için,

...

Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. ..."

34. 2559 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar."

35. 2559 sayılı Kanun'un"Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.

Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

..."

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 19/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

38. Başvurucu, gazeteci olduğunu ve Taksim Dayanışmasının çağrısına uyarak olay tarihinde hem bir vatandaş olarak basın açıklamasına katılmak hem de gazetecilik yapmak üzere Taksim Meydanı'na gittiğini belirtmiştir. Başvurucu meydana doğru yürüdüğü esnada Talimhane Caddesi'nde kolluğun önceden herhangi bir uyarı yapmaksızın attığı göz yaşartıcı gazdan kronik akciğer rahatsızlığı nedeniyle fazlaca etkilendiğini ve kafası hedef alınarak atılan plastik merminin -kafasını korurken- kolunu yaraladığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca bu müdahale sonrası kaçarken ellerinde kesici alet ve sopalar bulunan sivil bazı kişilerin saldırısına uğradığını, bu saldırıda kolundan kesici alet ile yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerinin bilinçli olarak bu kişilere mâni olmadığını öne sürmektedir. Başvurucuya göre yürütülen ceza soruşturmasında;

i. Sivil kişilerin saldırılarına mâni olmayan kolluk görevlileri hakkındaki iddialar tamamen görmezden gelinmiş,

ii. Savunması alınan kolluk görevlileri olay yerinde olmayan, rastgele seçilmiş birtakım polis memurları olduğundan ve ifadeleri basmakalıp şekilde alındığından iddia tam olarak açıklığa kavuşturulamamış,

iii. Soruşturma için önemli delillerden olan kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturma dosyasında bulunmasına rağmen dosya celbedilerek incelenmemiş,

vi. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının dayanağı olan bilirkişi raporu, şikâyete konu olay yerine ait görüntülere ilişkin değil başka bir yerde kayda alınan görüntülere ilişkin olmasına ve bu durum raporda belirtilmesine rağmen doğru kamera kaydı araştırması için kolluktan yeni bir talepte bulunulmadığı gibi olaya dair haber kanallarından da görüntü talep edilmemiş,

v. Hakkında düzenlenen adli raporda yaralanmanın kaynağının plastik mermi olup olmadığı yönünde bir açıklık bulunmamasına rağmen bu konuda detaylı araştırma yapılmamış,

vi. Mağdur sıfatıyla ifadesi alınmamış, soruşturma dosyasına sunulan Vakfın düzenlediği sağlık raporu dikkate alınmamıştır.

39. Başvurucu belirtilen nedenlerle etkili bir soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, itirazın da aynı şekilde reddedildiğini, manevi tazminat talebinin de Mahkemece reddedildiğini dile getirmiştir. Tüm bu nedenlerle başvurucu Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile bu güvenceyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz."

41. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş, etkili başvuru hakkına ilişkin ileri sürülen iddia anılan güvencenin usul boyutu kapsamında kaldığından bu açıdan ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

43. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyut ve usul boyutu bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu, pozitif yükümlülüğü ise hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile koruma yükümlülüğünü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

44. Başvurucunun şikâyetine konu yaralama eyleminin bir boyutunun devlet görevlilerinden sâdır olduğu iddia edildiği için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Başvurucunun kendisine saldıran sivil kişilere kolluk görevlilerince mâni olunmadığı ve bununla ilgili olarak açtığı tam yargı davasının haksız olarak reddedildiği iddiası ise koruma yükümlülüğü bağlamında ele alınmalıdır. Ayrıca başvurucunun etkili bir soruşturma yapılmayarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği iddiası da pozitif yükümlülükler kapsamında usul boyutu altında incelenmelidir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Kötü Muamale Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Negatif Yükümlülüğün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

47. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi istisna öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

48. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

49. Kötü muamele, Anayasa ve Sözleşme tarafından kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

50. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

51. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

52. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

53. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Başvurucu; katılmış olduğu protesto eylemine kolluk görevlilerince gereksiz ve orantısız şekilde kullanılan göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle müdahale edilmesi sonucu yaralandığını, daha önce yaşadığı akciğer rahatsızlığı nedeniyle de normal bir insana göre daha fazla acı ve ızdırap duyduğunu dile getirmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında, iddiasına konu ettiği şekilde göz yaşartıcı gaz nedeniyle meydana gelen bir yaralanmadan bahsedilmemekle birlikte kolundaki yaralanmanın tespit edildiği görülmektedir (bkz. §§ 15, 16). Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucuya karşı kolluk görevlilerinin zor kullanım yetkisi kapsamında göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğunun kabul edildiği de görülmektedir (bkz. § 19). Karar gerekçesinde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı kullanılan gücün yasal bir dayanağı olduğu ve orantılı şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Şu hâlde Anayasa Mahkemesi, başvurucunun yargı makamlarınca da kabul edilen kamusal güç kullanımı sonucu yaralanma iddiasını Anayasa'nın aradığı gereklilik ve orantılılık bağlamında ele alacaktır.

55. Başvurucunun da aralarında bulunduğu gösterici gruba karşı dağılmaları yönünde uyarıda bulunulduğu, makul bir süre beklendikten sonra göstericilere tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, olay hakkında düzenlenen kolluk tutanağında belirtilmiştir (bkz. § 13). Bu tutanakta bazı kişiler hakkında adli işlem yapılmak üzere yakalama işlemi yapıldığından bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalandığına ya da yakalanmaya çalışıldığına dair bir ifadeye yer verilmediği görülmektedir. Ayrıca başvurucu hakkında -katılmış olduğu toplantıda işlediği herhangi bir suç nedeniyle- adli bir işlem yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucuya karşı güç kullanılmasını gerekli kılan hususun ne olduğu, başvurucunun dağılmama yönünde nasıl bir direnç gösterdiği kolluk tarafından düzenlenen evrakta ve kovuşturmaya yer olmadığı kararında yeterli şekilde izah edilmiş değildir. Dolayısıyla başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemeyecektir.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının negatif yükümlülük bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (2) Koruma Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

57. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (benzer yöndeki bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

58. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin vücut bütünlüğünü kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle bireylerin vücut bütünlüğüne yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

59. İşkence ve kötü muamele yasağı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından Anayasa Mahkemesinin benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan yasal ve idari çerçevenin elindeki tüm imkânları kullanarak maddi ve manevi varlığı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını, buna ilave olarak işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 83).

60. Önleme yükümlülüğün ortaya çıkması için belirli bir kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun yetkililerce bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti gerekmektedir. Ancak bu konu, her davanın kendi koşulları altında değerlendirilmelidir (Z.C., § 85).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Başvurucunun katılmış olduğu gösteri sırasında sivil bir kişinin saldırısı sonucu kesici alet ile yaralandığı şikâyetiyle ilgili olarak yapılan ceza yargılaması sonucunda başvurucunun iddiaları doğrulanmış, saldırıda bulunduğu belirlenen sivil kişiye hapis cezası verilmiştir (bkz. § 10). Şu hâlde başvurucunun gösteri alanından kaçarken sivil bir kişinin saldırısı sonucu yaralandığı iddiası ilk derece ve istinaf yargı makamlarınca kabul edilmiştir.

62. Öte yandan başvurucunun katılmış olduğu gösteri ve çevrede bulunan diğer gösteriler nedeniyle kolluk görevlilerinin olay yeri ve çevresinde önceden tedbir aldığı anlaşılmaktadır. Şüphesiz alınan tedbirler kamu düzeninin bozulmamasına yönelik olduğu kadar aynı önem derecesinde göstericilerin güvenliğini temine yönelik de olmalıdır. Kaldı ki alınan tedbirler kapsamında, olay anına ilişkin kolluk tarafından tutulan tutanakta elinde kesici alet bulunan sivil bir kişinin göstericilere saldırdığına ilişkin bir bilgiye yer verilmiş olması kolluk görevlilerinin bu süreçte olaydan haberdar olduğunu da göstermektedir. Bu durum kamu makamlarının söz konusu olayı önleme noktasında -en azından olaydan haberdar oldukları andan sonra- olaya müdahale etmeleri sorumluluğunu doğurmaktadır.

63. Anayasa Mahkemesi koruma yükümlülüğünü incelediği benzer bir başvuruda (Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 98), devletin insan haklarının garantörü olmasından kaynaklanan koruma yükümlülüğü kapsamında hem hukuki hem de fiilî tedbirler alması gerektiği ilkesini vurgulamakla birlikte ani gelişen ve müdahale şansı tanımayacak kadar kısa süren bir olayda koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

64. Ancak başvurucunun başvuru formu ekinde sunduğu görüntülerin Anayasa Mahkemesince izlenmesi sonucunda saldırıda bulunan sivil kişilerin ani gelişen ve kısa bir sürede fiilî saldırıda bulunduklarının söylenmesi zordur. Zira ellerinde kesici ve bereleyici aletlerle kalabalığın arasına dalan sivil kişilerin azımsanmayacak bir süre devam eden eylemleri söz konusudur. Bazı görüntülerde ise elinde kesici alet bulunan şahsın kolluk görevlilerinin arasından geçerek çevrede bulunan kişilere saldırdığı, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamak ve kontrol altına almak noktasında gerekli özeni göstermediği açıktır (bkz. §§ 27, 28).

65. Mahkemece verilen ret kararında başvurucunun yaralanması olgusu ile devlet görevlilerinin denetim görevleri arasında uygun illiyet bağı kurulmasını sağlayacak somut bir delil bulunmadığından bahsedildiği görülmektedir (bkz. § 23). Oysa başvurucunun dava dilekçesinde olay anına ilişkin olduğunu belirttiği kamera görüntüleri konusunda Mahkemece bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, buna dair kanun yolu itiraz dilekçesindeki şikâyet hakkında da Bölge İdare Mahkemesince bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca, Mahkeme yapacağı değerlendirmede göz önüne alması gereken olayın gerçekleşme koşullarına dair bir kısım delile (kamera görüntüsü, bilirkişi raporu, tutanak vb. gibi) İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesine yazacağı bir müzekkere ile sorup erişme yoluna da gitmemiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının koruma yükümlülüğü bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Kötü Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

67. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

68. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

69. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

70. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

71. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

72. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

73. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Başvurucu, olayın gerçekleştiği günün gecesinde devlet hastanesine başvurmuş; kolluk görevlilerinin güç kullanmasına bağlı olarak yaralandığı iddiası ile muayene olmuş ve hakkında yaralanmanın tespit edildiği genel adli muayene raporu düzenlenmiştir (bkz. § 15). Ancak başvurucunun 28/11/2013 tarihinde yaptığı suç duyurusuna kadar resmî soruşturma açılmamış, başka bir ifadeyle olaydan yaklaşık beş ay sonra yapılan suç duyurusuyla ancak adli soruşturma başlatılmıştır. Oysa devlet görevlilerinin dahli olduğu savunulabilir şekilde iddia edilen olaylarda derhâl resmî bir soruşturma başlatılması, soruşturma açılmasının mağdurların inisiyatifine bırakılmaması devletin bu gibi olaylarda soruşturma açmada isteksiz olduğu intibasının yaratılmaması açısından önemlidir. Ayrıca delillerin zamanında ve gerekli titizlikle toplanabilmesi açısından da resmî soruşturmanın derhâl başlaması son derece önemlidir. Nitekim belirtilen gecikme nedeniyle soruşturma kapsamında bazı delillere erişilememiştir (bkz. § 13). Dolayısıyla somut olaydaki söz konusu durum devletin -adli rapor dâhilinde makul savunulabilir bir iddianın varlığı da gözetildiğinde- olaydan haberdar olmasına rağmen derhâl resmî bir soruşturma başlatması ilkesi açısından gerekli özenin gösterilmediğine işaret etmektedir.

75. Yapılan ceza soruşturması kapsamında ileri sürülen iddiaların sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi açısından somut olayda sağlık raporları ile olay anına ilişkin kamera görüntülerinin önemli olduğu açıktır. Cumhuriyet Başsavcılığınca olay anına ilişkin kamera kaydı araştırması yapılması kolluktan istenmiş, cevap olarak kolluğun ilgili birimi tarafından çekildiği belirtilen görüntüler gönderilmekle birlikte güvenlik kamera kayıtlarına aradan geçen süre nedeniyle erişilemediği belirtilmiştir (bkz. § 13). Ne var ki yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda gönderilen kaydın olay yerine ait görüntüler olmadığı bilirkişi raporunda açıkça belirtilmesine rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca tekrar doğru kaydın gönderilmesi kolluktan talep edilmemiştir. Ayrıca başvurucunun katılan sıfatıyla dâhil olduğu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama dosyasında güvenlik kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığı da sorulmamış ya da olay anına ilişkin medya kuruluşlarından görüntü istenmemiştir.

76. Başvurucunun sunduğu Vakıf tarafından düzenlenmiş sağlık raporunun soruşturma dosyasına alınması mağdurun soruşturmaya etkin şekilde katılımı açısından önemlidir. Her ne kadar başvurucu bu rapora kararda yer verilmediğinden bahsetse de -kararda başvurucunun yaralanma olgusunun reddedilmediği dikkate alındığında- söz konusu şikâyet hususunda daha ileri bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

77. Soruşturma kapsamında kolluk tarafından gönderilen görev listesindeki birçok isim arasından seçilerek ifadelerine başvurulan kolluk görevlilerinin olayın faili olarak nasıl ve ne şekilde belirlendiği hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Zira gaz kullanmakla yetkili birçok görevlinin ismi bu listelerde bulunmaktadır. Kaldı ki ifadelerde ayrıntılı sorular yöneltilmemiş ve sadece yaralanma eyleminin faili olup olmadıklarının sorulması ile yetinilmiştir.

78. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında; kamuoyunda gezi eylemleri olarak bilinen gösteriler sırasında genel olarak göstericilerin kamu mülküne ve özel mülke zarar verdiklerini, kolluğun dağılmaları yönündeki uyarılarını dikkate almadıklarını, bu nedenle 2911 sayılı Kanun ve 2559 sayılı Kanun uyarınca güç kullanılması gerektiği bilgilerine yer verilmiştir. Kararda devamla başvurucudaki yaralanmanın plastik mermi ile meydana geldiği hususunda delil bulunmadığı ve söz konusu yaralanmanın kolluğun zor kullanım yetkisi içinde meydana gelen basit bir yaralanmadan ibaret olduğu belirtilmektedir. Ne var ki başvurucunun veya diğer göstericilerin kendilerine yapılan müdahaleyi nasıl ve ne şekilde haklı kılacak eylemlerde bulunduğu şikâyete konu olay özelinde açıklanmamıştır.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

80. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

81. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

82. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

83. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile başvurucunun yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

84. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

85. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

86. 2559 sayılı Kanun'un 16. Maddesinin (bkz. § 35) kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

87. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

88. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

89. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

90. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

91. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce -polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde- gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinde kolluk görevlilerince göstericilere hitaben toplantının yasal olmadığı ve dağılmaları yönündeki iki ikaz sonrası göstericilerin direnmesi üzerine zor kullanıldığı kolluk görevlilerince düzenlenen tutanakta belirtilmektedir (bkz. § 13). Ancak ne tutanaktan ne de kovuşturmaya yer olmadığı kararından söz konusu toplantının neden dağıtılması gerektiği, başvurucunun toplantının dağıtılmasını haklı kılacak şekilde barışçıl olmayan bir tutum ve davranış içinde bulunup bulunmadığı anlaşılamamaktadır.

93. Söz konusu gösteriye katılması nedeniyle başvurucu hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılmadığı görülmektedir. Kolluk görevlilerinin alınan ifadelerinde veya diğer toplanan delillerde başvurucunun barışçıl olmayan bir tutum içinde olduğu yönünde bir iddia da bulunmamaktadır. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından söz konusu toplantıya kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği gösterilemeyen kamusal müdahalenin orantılılığı hususunda ise ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan ve zorunlu sosyal bir ihtiyacı karşılamayan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu da söylenemeyecektir.

94. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

95. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

96. Başvurucu; hak ihlali tespitinde bulunulmasını, yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesini ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

97. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

98. Kolluk kuvvetince başvurucuya karşı uygulanan gücün gerekli olmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

99. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67751) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

100. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu (hem negatif yükümlülük hem de koruma yükümlülüğü açısından) ile usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 5. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DURAN EREN ŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/11928)

 

Karar Tarihi: 20/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Duran Eren ŞAHİN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da üniversite öğrencisidir.

10. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda " ...sağ temporal lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır.

11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da talep etmiştir.

12. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir.

13. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir. Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı, başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir.

15. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE) ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013 tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere erişilemediği belirtilmiştir.

16. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından erişilememiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Darp nedeniyle geldiği;sağ saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde [kulak üstü kafatası çeperi] 2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde 2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve 58604142-6738.62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2.6.2013 Pazar günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununla birilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2.6.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2.6.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer olmadığına... [karar verildi.]"

20. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.

28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 20/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

30. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde barışçıl bir tutum içinde olmasına rağmen kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi ile hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesiyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği Anayasa'nın 17. maddesini ve Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal etmiştir.

32. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan müzekkereler ile alınan bilirkişi raporunun olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını bozduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kolluk amirleri ve Vali hakkında herhangi bir işlem yapılmamasından da yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 40. maddesi ile Sözleşme'nin 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

33. Başvurucu, kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını ve bu uygulamanın sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında başvuru formu ekinde 1/6/2013 tarihindeki başka bir protesto eylemine ait olduğunu belirttiği iki adet CD sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunduğu belirtilmiştir. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği ve olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki şikâyetleri ise anılan yasağın usul boyutu içerisinde inceleneceğinden bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

43. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

44. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

45. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

46. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

47. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

48. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

49. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü Hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır. Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.

51. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

52. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadıkları, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulundukları, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdikleri kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 13). Ayrıca olaya ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişi tarafından da benzer yönde tespitlerin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içerisinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi bilirkişi incelemesinde de başvurucuya karşı güç kullanılmasını meşrulaştıracak bir tespit yapılmamıştır. Dahası Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa başvurucu hakkında -gösteri sırasında işlediği bir suç nedeniyle- adli işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuş, kolluk tarafından yapılmadığı bildirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kolluğun güç kullandığı hususu kabul edilmekle birlikte bu gücün orantılı olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun yaralanmasının başkaca bir olaydan kaynaklandığı yönünde bir değerlendirme de yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından güç kullanıldığı ve bu güç kullanımının nedeninin bizatihi başvurucunun eyleminden kaynaklandığının ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.

53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Başvurucunun -başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile yaralanmış olduğu yönündeki savunulabilir iddiası karşısında- toplantı hakkını kullanırken barışçıl olmadığının kamu makamlarınca açıkça ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemez.Güç kullanımının gerekli olmadığı sonucuna varıldığından somut olay özelinde ayrıca orantılılık hususunda bir inceleme yapma gereği duyulmamıştır.

54. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 16). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir.

55. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmadan kullanılan gücünözellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

57. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

58. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

59. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

61. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvurucunun 2/6/2013 tarihinde katılmış olduğu toplantıda yaralanması üzerine Hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 10). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim soruşturmanın başlamasındaki anılan gecikme olay anına ilişkin MOBESE görüntüleri ile özel bir işletmeye ait görüntülerin elde edilememesine neden olmuştur (bkz. § 15). Dolayısıyla derhâl resmî soruşturma başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

63. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de derhâl resmî soruşturma başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve Yardımcısı ile Vali'nin sadece ismen zikredildiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olunduğunun belirtilmediği görülmektedir (bkz. § 11). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır.

64. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 14). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.

65. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkere ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun bir listeyi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrası şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmadığı, soruşturmanın, şüpheli bilgisi "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" şeklinde gösterilerek sonlandırıldığı görülmektedir. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilir. Bu açıdan da delillerin toplanmasında gerekli özenle hareket edildiği söylenemeyecektir.

66. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin barışçıl olmayan tutum ve davranışlarda bulunmaları nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak kararda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı da belirtilmesine karşın başvurucuya karşı güç kullanımının neden gerekli ve orantılı olduğu hususunda bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili olması için gerekli olan özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

68. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

69. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

71. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

72. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

74. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 24).

 (2) Meşru Amaç

75. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

77. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

78. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

79. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

80. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

81. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinin kolluk görevlilerinin yaptığı müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu baş bölgesinden yaralanmıştır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici tarafından kolluk görevlilerine taş, soda şişesi vb. cisimler atıldığı, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verildiği kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara ve bilirkişi raporuna yansımıştır (bkz. §§ 13, 14). Başka bir ifadeyle göstericiler arasında barışçıl olmayan birtakım kişilerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

82. Öte yandan başvurucu hakkında söz konusu gösteriye katılması ve/veya burada bir suç işlemesi nedeniyle herhangi bir adli/idari işlemin yapılmadığı görülmektedir. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda da aynı yönde bir tespitin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında da aksi bir iddia ileri sürülmemektedir. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Buna göre başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

84. Başvurucu kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

85. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

86. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

87. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bir kısım delilin toplanmayarak gerekli olan kamu davasının açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

88. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/91922) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

90. Anılan hakların ihlal edilmesi sonucu yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya -talebi de gözetilerek- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BETÜL ÖZTÜRK GÜLHAN VE SILA KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12937)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 16/1/2020-31010

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucular

:

1. Betül ÖZTÜRK GÜLHAN

 

 

2. Sıla KOÇ

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Soma maden kazasını protesto etmek için yapılan gösteriye polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Olarak

8. Sırasıyla 1987 ve 1977 doğumlu olan başvurucu Sıla Uzunpınar ve Betül Öztürk Gülhan, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için 14/5/2014 tarihinde Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kalabalığa katılmıştır. Polisin yaptığı müdahalede biber gazına maruz kalan başvurucular yaralanmıştır.

9. Olayla ilgili olarak Kızılay ve civarında yapılan gösterilerde yer alan 21 kişi hakkında soruşturma açılmıştır. Emniyet Müdürlüğü, başvurucular hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığını belirtmiştir.

10. Başvurucular vekilinin 5/9/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunması üzerine kolluk görevlileri hakkında 2014/119116 sayılı soruşturma başlatılmıştır.

11. Savcılık 23/1/2015 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne şu talimatları vermiştir:

 “14/05/2014 tarihinde Güvenpark civarında polis tarafından toplumsal bir olaya müdahale yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise uyarı yapılıp yapılmadığının tespiti ile buna ilişkin tutanakların onaylı suretinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahalline ilişkin kurumunuzda kamera kaydı var ise buna ilişkin örnek ile olay mahallini gösterir diğer kamu ve özel kuruluşlara ait kamera kayıtlarının temin edilerek CD ortamında Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK hakkında 2911 sayılı Yasa’ya muhalefet etmekten soruşturma yapılmış ise, buna ilişkin evrakın onaylı örneğinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahallinde müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK'e yakın mesafeden kimyasal gaz sıkan polis memurlarının tespit edilerek Başsavcılığımıza bildirilmesi tespit edilemediği takdirde, belirtilen bölgede gaz kapsülü sıkan tüm polis memurlarının tespit edilerek açık kimliklerinin Başsavcılığımıza bildirilmesi rica olunur.”

12. Olayla ilgili olarak 15/5/2014 günü saat 09.00’da birçok polis amir ve memuru tarafından tutanak tanzim edilmiştir. Başvuruculara özgü bir bilgi içermeyen tutanağın Güvenpark’taki göstericilere yapılan müdahaleye ilişkin "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmı şöyledir:

 “Saat 18.35’de Güvenpark Havuz başında toplanarak sabahın erken saatlerinden itibaren eylemlerine devam eden, aralarında KESK, Eğitim-Sen, ÖDP, DGH, BDSP, TKP, HKP, SODAP, KALDIRAÇ, DEVRİMCİ LİSESİLER, TES-İŞ SENDİKASI, ANKARA TABİP ODASI, PARTİZAN, ALINTERİ, GENÇ UMUT, CHP ÇANKAYA ve çeşitli sivil toplum örgütleri ile uç grupların bulunduğu, en önde üzerinde 'İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET / ÖLÜM HEP BİZE Mİ BİZE Mİ DÜŞER BE USTA / İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET'” ibaresi yazılı pankart, arkasında da çeşitli pankartlar arkasında gruplar olacak şekilde kortej oluşturan, sayıları da tüm katılımlarla yaklaşık (2500) kişiye ulaşan topluluk, Atatürk Bulvarı Akay Kavşağı istikametine doğru yolu araç trafiğine de kapatmak suretiyle 'BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM / HÜKÜMET İSTİFA / SOMANIN HESABI SORULACAK / KATİL DEVLET HESAP VERECEK / HIRSIZ KATİL AKP / İŞÇİ KATİLİ HIRSIZ AKP / SOMANIN ATEŞİ AKP'Yİ YAKACAK' şeklinde sloganlar atarak yürüyüşe geçmiştir.

Saat 18.50’da 'Hükümet İstifa / Katil Devlet Hesap Verecek' şeklinde sloganlar atarak ilimizin ana arterlerinden olan Atatürk Bulvarı üzerinden, araç trafiğini de kapatmak suretiyle kortej eşliğinde yürüyüşlerine devam eden topluluk, Olgunlar Sokak Madenci Anıtı önüne intikal etmiştir.

Bir süre sonra topluluğun Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde Atatürk Bulvarını da araç trafiğine kapatmak suretiyle eylemlerine devam ettiği esnada topluluk içerisinden üzerlerinde beyaz zemin üzerine siyah yazıyla “Kolektif’ ibaresi yazılı önlük giyili yaklaşık (25) kişi yanlarında getirmiş oldukları içinde kömür bulunan el arabası ile TBMM’ne yürümek üzere harekete geçmişlerdir. Ancak Atatürk Bulvarı üzerinde grubun TBMM’ne gitmesini engellemek ve istenmeyen olaylara sebebiyet vermemek amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar vasıtasıyla barikat kurmak suretiyle grubun önü kesilmiş ve görevlilerimiz tarafından grubun duyarak anlayabileceği şekilde gerekli ikazlar yapılmıştır.

Burada grup içerisinden [N.M.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru bağırmak suretiyle kışkırtıcı mahiyette çeşitli açıklamalar yapmış, [O.K.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından oluşturulan barikatın üzerine doğru gelerek emniyet mensuplarına doğru kafa atacakmış gibi abanarak ve bağırarak kışkırtıcı bir şekilde konuşmalar yapmış, ardından da emniyet mensuplarının üzerine doğru tükürmüş, yine grup içerisinden [D.K.] isimli şahıs da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru 'Katilsiniz Oğlum / Tayyibin Köpeklerisiniz' şeklinde hakaret içerikli beyanlarda bulunmuştur.

Akabinde grup, ellerinde bulunan flama sopaları ile Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline vurmak suretiyle saldırmaya başlamıştır. Bunun üzerine grubun gerilemesine yetecek ve saldırılarını sonlandıracak ölçüde kısa süreli gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından geriye doğru çekilen grup, bir süre sonra Olgunlar Sokak Atatürk Bulvarı kesişiminde eylemlerine devam etmekte olan topluluktan da katılımlarla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından Atatürk Bulvarı üzerinde kurulan barikata doğru tekrar yönelmeye başlamıştır.

Saat 18.55’de eylemci grubun tamamının duyarak anlayabileceği şekilde; 'Dikkat Dikkat Yolu Araç Trafiğine Kapatan Gruba Sesleniyorum. Yaptığınız Eylem 2911 Sayılı Kanuna Aykırıdır. Yolu Trafiğe Açınız. Aksi Takdirde Müdahale Edilerek Dağıtılacaksınız.' şeklinde gerekli ikaz anonsları yapılmıştır.

Saat 19.00’da topluluğun yapılan tüm ikaz anonslarına ve ikaz sonrası dağılmaları için beklenilmesine rağmen herhangi bir dağılma eğilimi göstermeyerek yolu araç trafiğine kapatarak eylemlerini devam ettirdikleri esnada topluluk içerisinden bazı şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru havai fişek ile saldırmaya başlamış, akabinde de topluluk içerisinden diğer bazı şahıslar da daha önceden saldırı amaçlı hazırladıkları taş, sopa, havai fişek, bilye ve soda şişesi gibi materyalleri emniyet mensuplarına doğru atmak suretiyle saldırılarını artırarak devam ettirmişlerdir.

Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından topluluğun saldırılarını sonlandırmak, topluluğun dağılmasını sağlayarak ilimizin ana arterlerinden Atatürk Bulvarı'nı araç trafiğine açmak amacıyla orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle topluluğa müdahale edilmeye başlanmıştır. Yapılan müdahalenin ardından topluluk bir miktar geriye çekilmesine rağmen dağılmamakta direnmeye devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden bazı şahıslar emniyet mensuplarına doğru taş, soda şişesi, bilye vb. maddeler ile havai fişek ile saldırılarına devam etmiştir. Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından müdahale edilmeye devam edilmiş, bir süre sonra da topluluğun ara sokaklara dağılması sağlanarak Atatürk Bulvarının araç trafiğine açılması sağlanabilmiştir.

Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde bulunan ve yapılan müdahale sonrası geriye çekilerek büyük oranda dağılan kitle içerisinden sayıları yaklaşık (800)’ü bulan ve aralarında SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi), Öğrenci Kolektifleri, Dev-Lis’in bulunduğu marjinal gruplardan oluşan topluluk Olgunlar Sokak'tan Meşrutiyet Caddesine zaman zaman saldırılarını devam ettirmek suretiyle intikal etmiştir. Burada “ÎŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET/SDP” ibareli bez pankart arkasında, çevreden topladıkları tahta perde, çöp kutusu vb. malzemelerle cadde üzerinde barikat kuran topluluk içerisinden yüzleri bez, gaz maskesi, motorcu kaskı, poşu vb. ile kapalı olan şahıslar, Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminde emniyet tedbiri alan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru sapan kullanarak veya doğrudan taş, soda şişesi ve bilye gibi malzemelerle saldırmaya devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden şahıslar tarafından çok sayıda havai fişek emniyet mensuplarına doğru atılmıştır.

Bunun üzerine yapılan saldırıları sonlandırarak Meşrutiyet Caddesi üzerindeki saldırgan grubun dağılımını sağlamak amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından saldırgan topluluk geriye doğru çekilmiş, saldırılarını da devam ettirmek suretiyle ara sokaklara kaçmıştır. Akabinde söz konusu gruplar, zaman zaman bina aralarından taş, bilye, havai fişek vb. cisimler atmak, ana arterler üzerinde tekrar toplandıktan sonra yapılan ikazları dinlemeyerek barikat kurmak suretiyle kanuna aykırı eylemlerini devam ettirmiş, ancak Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli marifetiyle orantılı olarak tazyikli su ve gaz kullanılarak dağılmaları sağlanmıştır.

Bu esnada ise Güvenpark havuz başında sabah saatlerinden itibaren gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemleri devam ettirmek amacıyla tekrar toplanan ve sayıları yaklaşık (200) kişiyi bulan grup, bir süre beklendikten sonra görevlilerimiz tarafından tüm grubun duyarak anlayabileceği şekilde 'Yaptıkları Eylemin Kanunsuz Olduğu, Eylemlerini Sonlandırarak Buradan Dağılmaları Gerekliği, Sabah Saatlerinden İtibaren Eylemlerim Yapmalarına Hoşgörü Gösterildiği, Ancak Aralarında Günün Anlam ve Önemini İstismar Etmek İsteyen Şahısların Olduğu, Bu Nedenle Artık Dağılmaları Gerektiği' yönünde peş peşe ikaz anonsları yapılmıştır,

Ancak yapılan ikazlara rağmen eylemci grubun dağılmamakta ısrar etmesi üzerine, şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar marifetiyle Kızılay AVM ve Ziya Gökalp Caddesi istikametine doğru süpürülmüştür. Kızılay AVM önünde sloganlar eşliğinde beklemeye devam eden grup, bir süre daha bekledikten sonra çeşitli yönlere dağılmıştır.

…”

13. Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliği 4/2/2015 tarihli yazıyla 14/5/2014 günü Güvenpark içini ve civarını gösteren ANK-0278, ANK-0279, ANK-0280 ve ANK-0281 No.lu hareketli ve sabit 1-2-3 No.lu Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) kameraları bulunmakla birlikte kayıtların yaklaşık bir ay merkez arşiv veri tabanında tutulmasından dolayı geçmişe dönük kayıt elde edilemediğini bildirmiştir.

14. Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü ise 3/2/2015 tarihli yazıyla ANK-281 No.lu hareketli kameraya ait görüntüleri iki CD olarak göndermiştir. Diğer hareketli ve sabit kameraların görüntülerinin gönderilememe nedeni açıklanmamıştır.

15. Güvenpark civarındaki bazı işyerleri ve apartmanların güvenlik kameralarından bir görüntü elde edilemediğine dair tutanaklar düzenlenmiştir.

16. Olay günü gaz kullanan 49 polis memurunun isim ve sicil numaralarının yazılı olduğu liste 9/2/2015 tarihinde Savcılığa sunulmuştur.

B. Başvurucuların Raporları

17. Başvurucular 14/5/2014 günü saat 20.00 civarında biber gazı sıkılması şikâyetiyle Ulucanlar Devlet Hastanesinde muayene olmuştur. Muayene bilgileri şöyledir:

i. Başvurucu Sıla Uzunpınar'la ilgili adli raporda kişinin görme düzeyinin tam ve göz basıncının 14/16 olduğu, biyomikroskobik muayenede epitelyal (organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası) değişikliklerin saptandığı belirtilmiştir.

ii. Başvurucu Betül Korkut’un adli raporunda göz kapaklarında hiperemikoruyonktrusta hiperemi ve korneada epitelyal değişiklikler saptandığı, görme düzeyleri tam/0,8 olarak değerlendirildiği, yüzünde de yaygın epitelyal değişiklikler olduğu ifade edilmiştir.

iii. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün kesin raporlarına göre başvuruculardaki bulgular, basit tıbbi müdahaleyle (BTM) giderilebilecek niteliktedir.

C. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

18. Dosyada bulunan dört DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 5/6/2016 tarihli bilirkişi raporunda yer alan görüntülerin Kızılay’ın farklı yerlerindeki gösterilere ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Dosyaya ne şekilde girdiği tespit edilemeyen görüntülerin yer aldığı bu DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir:

i. Üzerinde “STO SOMA PROTESTO EYLEMİ Güvenpark-Atatürk Bulvarı-Olgunlar Madenci Anıtı” yazılı DVD’nin Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kaydedilen 02.00.33 süreli videosu

ii.Üzerinde “14/5/2014 Fotofilm Şb. Soma Fotoğraflar” yazılı DVD’de beş klasör içinde 529 fotoğraf

iii. Üzerinde "2015/1373-1" yazılı DVD'de de Kızılay Meydanı’nı gösteren üç hareketli MOBESE ile çekilmiş 01.51.46 ve 01.53.31 süreli video kaydı

19. Raporda başvurucuların görüntü kayıtlarından bahsedilmemiştir. Bilirkişi raporunun tetkikinden şu tespitlere ulaşılmıştır:

i. İlk DVD’deki görüntülerin süreklilik arz etmediği, kesik kesik çekimlerden meydana geldiği, güvenlik güçlerinin eylemcileri uyardığı ancak göstericilerin protestoya devam ettiği, buna karşın görevlilerin biber gazı ve tazyikli su kullanarak göstericileri dağıtmaya çalıştığı açıklanmıştır. Bu DVD’deki diğer kayıtlar Güvenpark dışında meydana gelen olaylara ilişkindir.

ii. Fotoğraflar içinde Güvenpark’ta meydana gelen olaylarla ilgili bir fotoğraf bulunmamaktadır.

iii. Hareketli MOBESE kayıtlarında herhangi bir kriminal gelişmeye rastlanmamıştır.

iv. Bilirkişi raporunun sonuç kısmında ise Güvenpark civarında göstericilerin uzun süre slogan atıp oturma eylemi yaptıkları, vatandaşların bölgeden rahatça gelip geçtikleri, bu sürede herhangi bir müdahaleyle karşılaşmadıkları tespit edilmiştir. Raporun diğer kısımlarında ise polis ve göstericiler arasında meydana gelen şiddet olaylarının gelişimi açıklanmıştır.

D. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

20. Savcılık 6/4/2016 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 04/04/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK'ün kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün 23/02/2016 tarihli … cevabi yazısında: 14/05/2014 günü çeşitli sivil toplum örgütleri, siyasi parti, dernek, oda, sendika ve marjinal gruplar organizesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciası' ile ilgili olarak protesto amacıyla ilimiz Çankaya İlçesi Atatürk Bulvarı, Güvenpark Havuz önü, Meşrutiyet Caddesi, Olgunlar Sokak, Konur Sokak, Karanfil Sokak ile Ziya Gökalp Caddesi-Sağlık Sokak kesişiminde toplanan eylemci gruplar, çevreden topladıkları çöp kutusu, tahta ve demir parçaları vb. malzemeleri yığmak sureliyle yol üzerinde barikat kurduktan sonra barikatı ateşe vererek ana arterleri araç ve yaya trafiğine kapatarak ardından eylemci grubun içlerinden bazı şahıslar tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile gizledikten sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan, bilye, havai fişek vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. Bununla birlikte müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK isimli şahıslar hakkında olay tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek suçundan şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır." şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca müştekiler Sıla UZUNPINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK vekilinin iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikle değerlendirildiğinde 14/05/2014 tarihinde Kızılay bölgesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciasını protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak sureliyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 14/05/2014 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]

21. Bu karara başvurucular vekilince yapılan itiraz, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle 1/6/2016 tarihinde reddedilmiştir.

22. 17/6/206 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 14/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38) ve Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular;

i. Soma maden kazasında 301 madencinin ölümünü protesto etmek için Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kişilere polisin gereksiz bir şekilde kimyasal gaz, tazyikli su ve plastik mermiyle müdahale ettiğini, bir metreden daha yakın mesafeden sıkılan gaz nedeniyle yaralandıklarını,

ii. Savcılıkça alınan bilirkişi raporunda kendilerine yönelik bir eylem tespit edilemediği ifade edilmiş ise de CD’nin 1.27.45 ila 1.27.53 sekiz saniyelik zaman diliminde gaz nedeniyle yürümekte zorlandıkları için birbirlerinin koluna girerek yürüyebildiklerine ilişkin görüntünün göz ardı edildiğini,

iii. Savcılığın talebi üzerine gönderilen MOBESE kayıtlarının olay öncesine ilişkin olduğunu, olay anını gösteren kayıtların gönderilmediğini, Emniyet Müdürlüğünün delilleri gizleme amacıyla bunu yaptığını, kovuşturmasızlık kararının gerekçesine de eksik bilgilerin sirayet ettiğini,

iv. Kararda müdahalenin zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı bildirilmiş ise de merdivenlerde oturup beklediklerini, hiçbir şiddet eylemine karışmamalarına karşın polis saldırısına maruz kaldıklarını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

26. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesine esas alınacak olan 17. maddesinin ilgili kısımları ile 5. maddesi şöyledir:

 “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

27. Başvuru konusu olayda ele alınması gereken ilk husus incelemenin hangi hak kapsamında yapılacağıdır. Biber gazına maruz kalmalarından ötürü başvurucuların göz ve yüzünde epitelyal değişiklik oluşturan, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek yaralanmanın kötü muamele yasağının asgari eşiğini geçip geçmediği ele alınmalıdır.

28. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

29. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunun göstergesidir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 51).

30. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

31. Başvurucular yaralanmalarının gösterinin barışçıl niteliğini bozucu bir davranışta bulunmadan Güvenpark’taki merdivenlerde oturdukları sırada, takriben bir metre mesafeden yüzlerine sıkılan biber gazından kaynaklandığını öne sürmüştür.

32. Başvurucuların darbedildiklerini öne sürdüğü yer, göstericilerin ve gazetecilerin bulunduğu bir meydandır. Burada maruz kalınan bir muamelenin üçüncü kişilerin bulunmadığı yerde gerçekleştirilenlere oranla insan onur ve haysiyetinde meydana getirebileceği zedelenmenin yoğunluk ve derinliğinde belirli derecede farklılığın oluşabileceği muhakkaktır. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlileri tarafından basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde bir yaralanmanın meydana getirildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli, (B. No: 2014/10459, 13/7/2016), Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) ve Özge Özgürengin başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir.

33. Biber gazının herhangi bir araz bırakmamakla birlikte kimyasal tesiri yüzünden başvurucularda oluşturduğu acı -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile bundan bağımsız olarak- başvurucularda ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 43).

34. Yukarıda sıralanan bu hususlar, başvurucuların maruz kaldıklarını öne sürdükleri biber gazıyla yapılan müdahale Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki asgari eşiğin aşıldığının göstergesi olduğundan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

35. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında değerlendirildiğinden bu çerçevede inceleme yapılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Anayasa Mahkemesi, toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin ilkeleri Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§46-54) kararında açıklamıştır.

38. Başvurucular, Soma maden kazasını protesto etmek için katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini bozucu bir davranışları olmamasına karşın polisin gereksiz yere bir metre mesafeden biber gazıyla yaptığı müdahalenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiğini öne sürmektedir.

39. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

40. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği doktor raporları ve sekiz saniyelik video kaydı iddiaların soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığıdır.

41. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte anılan ilke, güvenlik güçleri tarafından kordon altına alınan Güvenpark’ta meydana gelen bu vakada da geçerlidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87; Ali Ulvi Altunelli, § 63).

42. Yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların kolluğun müdahalesi sonucunda yaralandığı kabul edilmekle birlikte bunun zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun yasal unsurlarının oluşumuna yeterli gelmediği değerlendirilerek kovuşturmasızlık kararı verilmiştir.

43. Başvurucular Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı’na çelenk bırakmak amacıyla olay günü Güvenpark’ta beklemediklerini ileri sürmüştür. Başvurucuların Güvenpark’ta yaralandıkları, ibraz ettikleri CD’deki sekiz saniyelik görüntüden anlaşılmaktadır. Bu durum Kızılay ve çevresinde şiddet hareketlerinin meydana geldiği yerlere henüz intikal etmediklerini ve gösterinin barışçıl niteliğini bozmadıklarını ortaya koymaktadır.

44. Her ne kadar kolluğun tanzim ettiği tutanaklarda göstericilerden kaynaklanan bir kısmı vahim nitelikte şiddet hareketinin meydana geldiği görülmekteyse de başvurucuların beklediği Güvenpark’ta meydana gelen şiddet hareketine ilişkin gerek kamera kayıtlarında gerekse tutanaklarda bir tespit bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Güvenpark’ta toplananlara yönelen kolluk müdahalesinin gerekliliği, ne idari ne de yargısal mercilerce ortaya konulabilmiştir. Başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan açılmış bir soruşturma da bulunmamaktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucular katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin biber gazıyla yaptığı müdahaleden ötürü yaralanmaları hususunda etkisiz ve özensiz biçimde yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadıklarını ileri sürmüştür.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirlediği ilkeler Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§ 70-80) başvurusunda açıklanmıştır.

48. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

49. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olmasına ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

50. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığı, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki kötü muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütmektir.

51. Kötü muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği "Genel İlkeler" kısmında açıklanmıştır.

52. Somut olayda biber gazı kullanılması sonucunda başvurucuların yararlandığının tespit edildiği adli raporların bir suretinin hekim tarafından kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma yapılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, §§ 119-121). Soruşturma, olaydan dört aya yakın bir süre sonra başvurucuların şikâyetleri üzerine ancak başlatılabilmiştir.

53. Yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, söz konusu olaylarla ilgili olarak bilirkişi incelemeleri gibi tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde, soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

54. Başvurucuların şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada Savcılık tarafından olay yeri civarındaki MOBESE kayıtları, kamu kurumları ve işyerlerinin güvenlik kamerası kayıtlarının bulunup bulunmadığı hususu araştırılmış olmakla birlikte toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ve diğer polis taşıtlarında kamera kaydı yapılıp yapılmadığı, basında yer alması kuvvetle muhtemel olaylara ilişkin olarak basın yayın kuruluşlarında görüntü olup olmadığının tespiti için girişimde bulunulmamıştır.

55. Savcılığın kamera görüntülerinin tespiti için verdiği talimat üzerine Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliğince, Güvenpark ve civarını gösteren dördü hareketli, üçü sabit KYGS kamerası bulunduğu ancak bunların bir aylık arşivde saklama süresi sona erdiğinden kayıtların elde edilemediği bildirilmiştir. Oysa Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü 281 No.lu hareketli kamera görüntülerini iki CD’ye kaydederek göndermiştir. Güvenpark’te bulunan yedi kameranın altısından herhangi bir kayıt elde edilememesinin nedeni Savcılıkça araştırılmamıştır. Soruşturmadaki bu özensizlik, ayrıca soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda başvurucularda kuşku oluşmasına ve başvuru formunda bunu dillendirmelerine yol açmıştır.

56. Öte yandan o gün Kızılay’da meydana gelen gösterilere katılan toplam yirmi bir kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmada temin edilen kamera kayıtları ve diğer delillerin incelenerek başvuruculara yapılan müdahalenin koşulları araştırılmamıştır.

57. Başvuruculardaki yaralanmaların polisin kullandığı cebirden kaynaklandığı somut olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, § 63). Kamu makamlarının bu yükümlülüğü olay yerini gören kamuya ve özel kişilere ait ev ve işyerleri, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'da bulunan video ve görüntü kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirleri almasını gerektirmektedir. Bundan imtina edilmesi toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin gerekli ve orantılılığını makul bir şekilde açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019, § 74).

58. Kovuşturmasızlık kararına dayanak yapılan tutanağın "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmında başvurucuların bulunduğu Güvenpark içinde vuku bulan, göstericilerden kaynaklanan bir şiddet hareketinden bahsedilmemektedir. Bahsedilen şiddet hareketleri daha çok Olgunlar Sokak ile Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği yerlerde meydana gelmiştir.

59. Başvuruculara hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin biber gazı sıktığı sorusunun cevabının bulunması için de yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmasızlık kararında şüphelilerin Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri biçiminde, anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

60. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsızlığının ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Kararın gerekçesinde yalnız olayın potansiyel şüphelileri tarafından düzenlenen olay tutanağına dayanılmıştır. Müştekilerin (başvurucular) iddialarıyla soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra özellikle değerlendirme kısmının çatısını oluşturan, doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen olay tutanağının tek başına karara esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66; Hasan Fırat, § 76).

61. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin isabetli biçimde analiz edilip edilmediği konusu ele alınacaktır.

62. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Kızılay civarında farklı yerlerdeki göstericilerin tamamının aynı düzeyde şiddet hareketinde bulunarak gösterinin barışçıl niteliğini zedelediği varsayımından yola çıkıldığı izlenimini verecek şekilde başvurucuların içinde bulunduğu öznel durumları dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde, farklı şüpheliler tarafından yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle ayrı bir değerlendirmede bulunulmadan kolluğun tek taraflı olarak tanzim ettiği olay tutanağında yapılan tespitlerden yola çıkılarak sonuca ulaşılmıştır.

63. Öte yandan üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntü kayıtlarında polisin doğrudan fiziksel bir müdahalesinin bulunmadığının değerlendirilmesi, görüntü kayıtlarının olayın gerçekleştiği zaman diliminin bütününü kapsayan bir mekânda vuku bulduğu şeklinde bir varsayıma dayalıdır. Bu varsayım, buna dayanılarak varılan sonucun sağlam temellere dayandığının kabul edilmesini güçleştirmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 69). Kamu makamlarının temin edip saklamakla yükümlü olduğu kamera görüntülerinin eksik toplanmasının başvurucuların aleyhine yorumlanarak bu yönde bir kayıt bulunmamasının kovuşturmasızlık kararına gerekçe yapılmasının rasyonel bir yöntem olduğu söylenemez.

64. Soruşturma mercii tarafından olayın sebebini aydınlatmak için atılması gerekli adımların eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, kötü muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

66. Başvurucular, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için katıldıkları gösterinin kolluk kuvvetlerince şiddet kullanılmak suretiyle dağıtılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

67. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34 - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

69. Başvurucuların katıldığı toplantının zor kullanılarak dağıtılmasının bu hakka yönelik bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

70. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları taşımadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 13 - Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

71. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

72. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

73. Başvuruculara yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi

74. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

75. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

76. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Barışçıl Toplanma Hakkı

77. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

78. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, Soma maden kazasını protesto etmek için Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde buluşmak üzere Güvenpark’ta bekleyen grup içinde yer alan başvuruculara kolluk güçleri tarafından biber gazı sıkılmak suretiyle gösterinin dağıtılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesidir.

80. Barışçıl toplantılara müdahalelerde yetkili merciler tarafından müdahalenin haklılığının kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerektiğinden (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46) dosya içeriğinde yer alan ve idarece düzenlenen tutanaklar, kolluk görevlilerinin ifadeleri ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar çerçevesinde değerlendirme yapılacaktır.

81. Hiçbir hak ve özgürlüğün sınırsız kullanılması düşünülemeyeceğinden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı için de kötüye kullanımları önlemek ve kamu düzenini sağlamak amacıyla sınırlamalar öngörülmesi kaçınılmazdır. Çizilen bu sınırlar, hem kolluk görevlilerini disiplin altına alıcı hem de bu sınırlara riayet etmeyen göstericileri dışlayıcı bir özellik taşımaktadır. Bir hakkın mevzuatta düzenlenmesi dahi başlı başına bu hakka bazı sınırların getirilmesi gerektiğini gösteren bir olgudur. Toplumsal olaylarda bireylerin kendilerini bu sınır karşısındaki konumlandırdıkları yerin tespit edilmesi de ölçülülük değerlendirmesinde dikkate alınmalıdır. Öte yandan bireylerin ifade hürriyetlerini kolektif olarak kullanmalarının farklı bir görünümü olan toplantı ve gösterilere yapılan müdahaleler, kamu otoritesinin baskısını derinleştirme düzeneğine dönüşerek temel hak ve özgürlükleri zedeleyici bir karakter sergilememelidir. Gösterilere orantısız olarak yapılan şiddetli müdahalelerin de hakların kullanılması konusunda caydırıcı potansiyele sahip olduğu ifade edilmelidir (Ali Ulvi Altunelli, § 103).

82. Başvurucuların da içinde bulunduğu değişik sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı gösteriyle bu kişilerin Soma maden kazasında işçilerin ölüm, yaralanma ve maden ocağında mahsur kalmalarını protesto etmek amacıyla muhalif fikirlerini kolektif biçimde ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Dolayısıyla kamuya açık alanda düzenlenen gösteriler, günlük yaşam düzenini belirli bir derecede bozmakla birlikte bu gibi durumlarda kamu makamlarından daha hoşgörülü bir tutum takınması beklenmektedir. Aynı zamanda devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluğun güç kullanımında özellikle daha dikkatli ve profesyonel davranması icap etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, § 51).

83. 13/5/2014 tarihinde Soma’da özel bir şirketin işlettiği maden ocağında 301 kişinin ölümü ve birçok madencinin de yaralanmasıyla neticelenen kazayla ilgili olarak Hükûmetin özelleştirme politikasını, maden ocaklarındaki elverişsiz çalışma koşullarını ve denetimlerdeki ihmalleri dile getirmek, bu konularda kamuoyu oluşturmak amacıyla sembolik önemi olan Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde toplanma kararı verilmiştir. Kazadan bir gün sonra, olay henüz gündemdeki sıcaklığını koruduğu sırada sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun değişik kesimlerinin kazanın bu kadar çok işçinin ölüm ve yaralanmasıyla sonuçlanmasını protesto etmek istemesi çoğulcu demokratik sistemde olağan kabul edilmelidir.

84. Emniyet Müdürlüğünün fezlekesinden anlaşılacağı üzere 14/5/2014 Çarşamba günü gece saatlerinden itibaren Manisa Soma Kömür İşletmelerinde meydana gelen patlamada birçok işçinin hayatını kaybetmesinin ve madende mahsur kalmasının sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılması ve basında haber yapılması üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşu mensupları ve vatandaşlar Güvenpark havuz önüne gelerek toplanmaya başlamıştır. Tutanaklar ve fezlekedeki bilgilere göre Akay Kavşağı, Olgunlar Sokak, Meşrutiyet Caddesi, Karanfil Sokak, Konur Sokak civarında toplanan gruplardan bazı kişilerin toplantının barışçıl niteliğini bozucu şekilde polise saldırması üzerine kolluk tarafından güç kullanılarak göstericiler dağıtılmıştır.

85. Ancak başvurucuların bulunduğu Güvenpark havuz başını gösteren KYGS kayıtlarında şiddet hareketlerinin orada meydana geldiğini gösteren bir unsur bulunmamaktadır. Polisin yine de buradaki gruba dağılmaları konusunda ihtar yaptığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Güvenpark’ın içinde toplanan göstericilerin kolluk kuvvetlerine, kamu binalarına ya da özel ev ve işyerlerine saldırdıklarını ortaya koyan bir görüntü tespit edilmemesine karşın olay yerindeki göstericiler arasında yer alan başvurucuların gösterileri biber gazı, basınçlı su ve süpürme yöntemi kullanılarak sonlandırılmıştır.

86. Başvurucuların ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandıkları, kendilerinin bizzat şiddete başvurdukları ya da bu haklarını barışçıl kullanmadıkları yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucuların eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 20.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

91. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

92. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan müdahaleden ötürü başvurucunun yaralanması ve bu konuda etkili bir soruşturma yürütülmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

93. İhlalin yargısal karardan kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedebilir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

94. Lakin olayın üzerinden geçen zaman da dikkate alındığında bu aşamadan sonra delillerin toplanması ve faillerin tespitindeki güçlük nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasında fayda görülmemiştir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat, § 90).

95. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT TEOMAN ÖZKAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/557)

 

Karar Tarihi: 29/1/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucular

:

1. Bülent Teoman ÖZKAN

 

 

2. Ömer Faruk KÖK

 

 

3. Özden KAYA

Vekili

:

Av. Saliha ŞAHİN DENİZER

 

 

4. Çisem ÖZOĞUL TEMUR

 

 

5. Kıymet KOÇYİĞİT

 

 

6. Melahat YURTTAŞ

 

 

7. Nazan SÜRÜ

 

 

8. Ozan GÜNDOĞDU

 

 

9. Ömür Çağdaş ERSOY

 

 

10. Sevgi SÖNMEZ

 

 

11. Soner TORLAK

 

 

12. Tuğçe ÇETİN ERTEKİN

 

 

13. Zeynep ATEŞ

 

 

14. Zeynep Cansu ELİFOĞLU

Vekili

:

Av. Deniz ÖZBİLGİN

 

 

15. Özkan BOĞAN

Vekili

:

Av. Candan DUMRUL KADIYORANOĞLU

 

 

16. Duygu DEMİREL

 

 

17. Hüseyin GÖLPUNAR

 

 

18. Osman BİÇER

Vekili

:

Av. Engin GÖKOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; bir protesto eylemine orantısız güç kullanımı ile yapılan kolluk müdahalesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının, gözaltına alma esnasında ve gözaltında gerçekleşen darp, tehdit, hakaret ve cinsel taciz nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 6/1/2016, 7/1/2016 ve 11/1/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Yapılan incelemede konu bakımından aralarında bağlantı bulunduğu anlaşılan 2016/716, 2016/720, 2016/722, 2016/723, 2016/728, 2016/732 ve 2016/966 numaralı başvurular 2016/557 numaralı başvuru üzerinde birleştirilmiş ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Olayın Arka Planı

9. Artvin'in Hopa ilçesinde 31/5/2011 tarihinde meydana gelen toplumsal olay sırasında hayatını kaybeden M.L.ye karşı kolluk görevlilerinin orantısız güç kullandığı iddiasıyla aynı gün Ankara'da saat 18.00 sıralarında bir protesto eylemi düzenlenmiştir. Sayıları yaklaşık sekiz yüzü bulan göstericiler Sakarya Caddesi'nde toplanıp en önde iki kişinin elinde siyah bir çelenk olacak şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Ankara İl Başkanlığı (İl Başkanlığı) binasına doğru yürüyüşe geçmişlerdir.

10. İl Başkanlığı önünde barikat kurarak güvenlik önlemi alan kolluk görevlileri ile göstericiler arasında birtakım olaylar yaşanmıştır.

11. Başvurucular, kolluk görevlilerince İl Başkanlığı önüne siyah çelenk koyarak basın açıklaması yapmak istemelerine izin verilmediğini ve herhangi bir ikaz yapılmaksızın göz yaşartıcı gaz ve copla doğrudan müdahalede bulunulduğunu, böylelikle toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtıldığını ileri sürmüşlerdir.

12. Kolluk görevlilerince olaya ilişkin olarak düzenlenen tutanakta ise olay şöyle anlatılmıştır: Göstericilerden bazıları yürüyüş esnasında kırdıkları kaldırım taşları ve ellerinde bulunan flama sopaları ile herhangi bir açıklama yapma girişiminde dahi bulunmaksızın doğrudan kolluk görevlilerine ve kurulan barikata doğru saldırıya geçmişlerdir. Göstericilerin saldırıda bulunduğu birçok sivil polis memuru yaralanmış ve linç edilmekten son anda kurtulmuştur. Yüzlerini bez parçaları ile örten göstericiler taş, soda şişesi ve sopalarla barikata saldırmaya devam etmiş; tüm ikazlara rağmen saldırılarına son vermemişlerdir. Olayla ilgili olarak talimatları alınmak üzere aranan Ankara Cumhuriyet savcısının şiddet eyleminde bulunan göstericilerin yakalanması emri vermesi üzerine önce sıvı göz yaşartıcı gaz, daha sonra tüfek marifeti ile atılan göz yaşartıcı gazla göstericilere müdahale edilmiştir. Müdahale sonrası Güven Park istikametine doğru kaçan göstericiler kendilerini takip eden kolluk görevlilerine taş atmaya devam etmiştir. Güven Park civarında tekrar toplanan daha az sayıdaki gösterici ikaz edilmelerine rağmen dağılmamış ve buradaki trafik polisleri ile kolluk araçlarına taş atarak saldırmıştır. Belirtilen nedenlerle haklarında adli işlem yapılmak üzere biri İl Başkanlığı önünde, altısı kaçıp saklandıkları Ç. Hastanesinde ve kırk yedisi de Güven Park civarında olmak üzere toplam elli dört gösterici olay yerinde gözaltına alınmıştır.

13. Ulusal basına da yansıyan olaya ilişkin görüntüler açık kaynaklardan görülmüştür. Buna göre İl Başkanlığı önüne gelen gösterici grup içindeki bazı göstericilerin yüzlerini bez parçaları ile kapattığı ve birçok göstericinin polis barikatına saldırdığı görülmektedir. Göstericilerden azımsanmayacak bir kısmının taş ve sopalarla barikat gerisinde bulunan kolluk görevlilerine ve kolluk araçlarına doğrudan saldırıda bulunduğu, bir göstericinin barikat gerisinde bulunan kolluk aracı üzerine çıkarak elindeki sopayla polis memurlarına vurmaya çalıştığı gözlenmiştir. Kolluk görevlileri tarafından barikat gerisinden birkaç kez sıvı göz yaşartıcı gaz kullanmak suretiyle saldırıda bulunan göstericiler uzaklaştırılmaya çalışılmış ancak tam olarak saldırı önlenememiştir. Görüntülerde barikatın önünde bulunan bazı sivil kişilere de göstericilerden bazılarının ellerindeki sopalarla saldırdığı görülmektedir. Polis barikatına yapılan saldırı bir müddet devam etmiş, ardından barikat önüne geçen kolluk görevlileri kalkanlarla koruma seti oluşturup göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericileri dağıtmıştır.

14. Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta; başvuruculardan Ozan Gündoğdu, Zeynep Ateş, Zeynep Cansu Elifoğlu, Kıymet Koçyiğit, Soner Torlak, Tuğçe Çetin Ertekin'in İl Başkanlığı önünde kolluk görevlilerine saldırıda bulunarak kaçan kişilerden olduğu ve takip edilmek suretiyle Ç. Hastanesinde zor kullanılarak yakalandıkları belirtilmiştir. Başvuruculardan Çisem Özoğul Temur, Hüseyin Gölpunar, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Ömer Faruk Kök, Ömür Çağdaş Ersoy, Özden Kaya Tekin, Özkan Boğan ve Sevgi Sönmez'in ise Güven Park civarında zor kullanılarak gözaltına alındığı bilgisi aynı tutanakta yer almaktadır. Kolluğa göre başvuruculardan Bülent Teoman Özkan ve Duygu Demirel Güven Park civarında yapılan gözaltı işlemlerini engellemeye çalışmış, bu nedenle gözaltına alınmak istendiklerinde avukat olduklarını söylemişlerdir. Ancak meslek kimliklerini ibraz etmemişler, gözaltına alınıp polis merkezine götürüldükten sonra avukat kimliklerini ibraz etmeleri üzerine Cumhuriyet savcısının talimatı ile haklarında düzenlenen adli raporlar temin edilerek serbest bırakılmışlardır. Ayrıca göstericilerin saldırıları nedeniyle olay sırasında toplam kırk yedi kolluk görevlisinin çeşitli şekillerde yaralandığı ve tedavi gördüğü, on bir kolluk aracı ile kolluğa ait bir kameranın hasar gördüğü de düzenlenen tutanakta yer almaktadır.

15. Başvuruculardan Ömür Çağdaş Ersoy, Soner Torlak, Ozan Gündoğdu ve Sevgi Sönmez üç gün gözaltında kalmıştır. Başvurucular Ömür Çağdaş Ersoy, Soner Torlak, Ozan Gündoğdu 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet ve kamu malına zarar verme suçlarından 3/6/2011 tarihinde tutuklanmış, 9/12/2011 tarihinde ise tahliye edilmişlerdir. Bu dört başvurucu açısından terör örgütü adına suç işleme isnadıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) iddianame tanzim edilmiş, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan kovuşturma sonucunda 25/2/2014 tarihinde delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı verilmiştir. Aynı kararda, terör örgütü propagandası yapma suçundan kovuşturmanın ertelenmesi, kamu malına zarar verme suçundan ise ayırma ve görevsizlik kararı verilmiştir. Görevsizlik kararı sonrası kovuşturmaya Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesince devam edilmekte olup dava henüz sonuçlanmamıştır.

16. Başvurucular Duygu Demirel, Özkan Boğan, Zeynep Ateş, Nazan Sürü, Özden Kaya Tekin, Hüseyin Gölpunar, Çisem Özoğul Temur, Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Tuğçe Çetin Ertekin, Bülent Teoman Özkan, Ömer Faruk Kök, Zeynep Cansu Elifoğlu hakkında ise Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu malına zarar vermek, kamu görevlisine hakaret, görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçlamaları ile iddianame tanzim edilmiştir. Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda verilen 5/4/2016 tarihli kararla anılan başvurucular yönünden 2911 sayılı Kanun'a muhalefet suçu açısından kovuşturmanın ertelenmesine, kamu malına zarar verme ve görevi yaptırmamak için direnme suçları açısından ise -yeterli delil elde edilememesi nedeniyle- beraat sonucuna hükmedilmiştir. Bu kısımda anılan başvuruculardan Duygu Demirel ve Bülent Teoman Özkan dışında kalanların kaç gün gözaltında kaldıkları hususunda bir bilgi ya da belgeye dosya içeriğinden ulaşılamamıştır.

17. Anayasa Mahkemesince 15/1/2016 ve 18/1/2016 tarihlerinde Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılarak soruşturma dosyasının onaylı bir sureti istenmiş, 11/2/2016 tarihinde istenen evrak fiziki olarak gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesince 9/5/2019 tarihinde ise Cumhuriyet Başsavcılığına yeni bir müzekkere yazılarak tüm başvurucular hakkında düzenlenen -bir kısım başvurucu açısından soruşturma dosyası içerisinde bulunamayan- gözaltı kararları ve yakalama tutanakları, gözaltı giriş ve çıkışında düzenlenen adli raporlar, ifadeler ve kovuşturmaya yer olmadığı kararına yapılan itirazın reddine ilişkin tebliğ evrakı istenmiştir. Gelen cevap yazısında istenen evrakın tamamına erişilemediği bildirilmiştir. Buna göre sadece başvurucu Tuğçe Çetin Ertekin hakkında düzenlenen Yakalama ve Gözaltına Alma Tutanağı ile başvurucular Kıymet Koçyiğit, Hüseyin Gölpunar, Ömer Faruk Kök, Ömür Çağdaş Ersoy, Ozan Gündoğdu, Çisem Özoğul Temur, Duygu Demirel, Bülent Teoman Özkan, Özden Kaya Tekin hakkında düzenlenen adli raporların evrak ekinde yer aldığı görülmüştür. Ayrıca başvurucular Hüseyin Gölpunar, Osman Biçer, Ömür Çağdaş Ersoy, Özkan Boğan, Duygu Demirel ve Bülent Teoman Özkan'a yapılan tebliğ evrakı ile bir kısım başvurucuya ait ifade zaptının da evrak ekinde yer aldığı görülmüştür. Buna göre başvurucu Özkan Boğan'ın ifadesi ile başvurucular Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Sevgi Sönmez, Soner Torlak ve Zeynep Cansu Elifoğlu hakkında düzenlenen adli raporlara erişilememiştir.

18. Başvurucuların aralarında olduğu toplam elli dört göstericinin gözaltına alınarak Ankara İl Emniyet Müdürlüğüne (Emniyet Müdürlüğü) götürülmesi sonrasında gözaltına alınanların yakınları, bazı sendika temsilcileri ve avukatlar Emniyet Müdürlüğü önünde toplanmıştır. Bir sendikanın genel başkanı olan başvurucu Osman Biçer de bu kişiler arasındadır. Emniyet Müdürlüğü binasına girmek isteyen kalabalık ile kolluk görevlileri arasında yaşanan arbede sırasında başvurucu Osman Biçer sol kulağından yaralandığını iddia etmiştir.

19. Kolluk tarafından Emniyet Müdürlüğü önünde yaşanan olaylar ile ilgili olarak düzenlenen tutanakta ise şu bilgilere yer verilmiştir: Olaylar sırasında gözaltına alınan toplam elli dört kişi aynı gün saat 20.00 sıralarında Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Saat 20.15 sıralarında gelen üç avukat güvenlik prosedürüne uygun şekilde binaya alınmıştır. Saat 20.30 sıralarında yaklaşık on beş kişi bina önünde toplanmış ve güvenlik prosedürüne uygun şekilde ziyaretçi girişinden kontrol edilmeksizin, araç girişinden nöbetçi kolluk görevlilerini de iteleyerek binaya zorla girmiş; sayıları yetersiz kalan kolluk görevlileri bu kişilere mani olamamıştır. Saat 21.20 sıralarında ise yaklaşık kırk kişilik bir grup Emniyet Müdürlüğü önünde toplanmış ve güvenlik prosedürüne uygun şekilde binaya giriş yapmak istemeyerek zorla bariyeri aşmaya çalışmıştır. Takviye kolluk görevlileri ile bu kişilere mani olunmaya çalışıldığı sırada bir arbede yaşanmıştır. Tutanakta ayrıca başvurucu Osman Biçer'in aralarında bulunduğu bazı sendika temsilcilerinin kolluk görevlilerine zorluk çıkardığı bilgisine de yer verilmiş ancak herhangi bir yaralanma durumundan bahsedilmemiştir. Gruptan bazı kişilerin bina önünde basına yaptığı açıklamalara da yer verilen tutanakta, avukat kimliğini ibraz eden herkesin binaya alındığı belirtilmiştir.

B. Suç Duyuruları ve Adli Raporlar

20. Başvurucu Osman Biçer Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde, Emniyet Müdürlüğü önünde yaşanan arbede sırasında sol kulağına darbe aldığını ancak bu durumu önemsemediğinden hastaneye müracaat etmediğini belirtmiştir. Beş gün sonra kulağında çınlama, işitme kaybı, baş dönmesi ve kusma şikâyetleri ile Ç. Hastanesine, Gülhane Askeri Tıp Akademisine (GATA) ve Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesine müracaat ederek tedavi gördüğünü belirten başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunarak kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun alınan ifadesinde Emniyet Amiri K.K.nın hakaretine ve bazı kolluk görevlilerinin darbına maruz kaldığından yakındığı, olaya dair iki kişiyi tanık gösterdiği görülmektedir. Başvurucunun tedavi gördüğünü belirttiği hastanelerden tedavi kayıtları Cumhuriyet Başsavcılığınca istenmiş ve bu evrakla birlikte Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından düzenlenen adli rapor temin edilmiştir. Adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"6/6/2011 tarihli GATA Ankara Hastanesinin KBB konsültasyonunda; beş gün önce sol kulağının darp hikayesi bulunduğu, sol kulağında çınlama ve bir gün sonra başdönmesi, dengesizlik, işitme azlığı şikayetlerinin başladığı, otoskopik muayenede [ışıklı aletle kulak içi gözlemi] her iki dış kulak yolunun açık, kulak zarlarının intakt [olağan] ve sağlıklı olduğu, rinoskopi muayenesinde [iltihap kontrolü] patoloji tespit edilmediği, çekilen temporal BT'de [bilgisayarlı tomografi] fraktür [kırık] izlenmediği, her iki mastoid [kulak içinde bir bölüm] hücrelerin tabii, kemikçik zincirinin intakt olduğu, orta kulağın tabii olarak değerlendirildiği, Ankara Odyoloji Merkezinin 6/6/2011 tarihli odyogramında; sol kulakta hafif orta derecede sensörinöral [tüy hücreler] tip işitme kaybı mevcut olduğu, 7/6/2011 tarihli GATA KBB kliniğinin ENG raporunda; fistül negatif olduğu,

Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 7/6/2011 tarihli KBB klinik raporunda; 31/5/2011 tarihinde darptan sonra ani işitme azlığı, kulak çınlaması, bulantı ve bir gün sonra baş dönmesi ve dengesizlik bulunduğu, weber testinin sağ kulakta sağ lateralize [sağa yatık] olduğu, her iki kulak muayenesinde aurikula dış kulak yolu ve timpanik membranın [kulak zarı] doğal olduğu, medikal tedavi ve intratimpanik [(kulak zarının geçilip direkt orta kulağa ulaşılması] steroid uygulaması yapıldığı, hiperbarik oksijen tedavisi için medikal tedavi ile taburcu edildiği, baş dönmesi (vertigo), ani idiopatik işitme kaybı tanıları aldığı,

Özel Çağ Hastanesinin 6/6/2011 tarihli raporunda; sağ kulağın doğal olup, sol kulakta adheziv retraksiyon poşu bulunduğu, kronik mukoid otitis media [orta kulak ve temporal kemiğin havalı boşlukları ile östakiyi kaplayan mukozanın enfeksiyon ve inflamasyonu] tanısı aldığı, reçete verilerek taburcu edildiği kaydedildiğine göre, mevcut kayıtlı bulgulara nazaran;

Vücudunda haricen yaşamını tehlikeye sokan ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek herhangi bir lezyon saptanmadığını bildirir rapordur."

21. Başvurucu Bülent Teoman Özkan tarafından 14/6/2011 tarihinde verilen şikâyet dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı görülmektedir. Başvurucunun aynı tarihte alınan ifadesinde 31/5/2011 tarihinde protesto eylemine gözlemci olarak katıldığını, avukat olduğunu bilmelerine rağmen kolluk görevlilerinin kendisini gözaltına aldıklarını, hakaret ve tehditte bulunarak darbettiklerini, çok sıkı şekilde plastik kelepçe taktıklarını iddia ettiği görülmektedir. Başvurucu hakkında düzenlenen adli raporun başka bir soruşturma dosyası içinde mevcut olduğunu da ifadesinde belirtmiştir. Şikâyet dilekçesinde ise bağlı bulunduğu meslek örgütünün görevlendirmesi ile gözlemci sıfatıyla protesto eylemine katıldığını ve Güven Park civarında kolluğun orantısız güç kullanarak gözaltı işlemi yapmasına mani olmak istemesi nedeniyle gözaltına alındığını ileri süren başvurucu; saçları çekilerek ve tekmelenerek gözaltına alınmasından, hakaret ve tehdide maruz kalmasından ve sıkı şekilde kelepçelenmesinden yakınmaktadır. Başvurucu 6/3/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, doktor muayenesi sırasında odadan kolluk görevlilerinin çıkmadığı ve doktorun şikâyetlerine ilişkin tüm hususları raporuna yansıtmadığı iddialarında bulunduğu görülmektedir. Aynı ifadede başvurucu gözaltına alınması anına ilişkin olarak bazı haber ajanslarının çok net çekimler yaptığını belirterek bu görüntülerin ham hâllerinin temin edilmesini istemiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Her iki el bileğinde kızarıklık, sağ el bileğinde hareketle ağrı, sol popliteal [dizin arka kısmı] bölgede eritem [kızarıklık] kaydedildiğine göre:

Vücudunda haricen yaşamını tehlikeye sokan ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek herhangi bir lezyon saptanmadığını bildirir rapordur."

22. Başvurucu Çisem Özoğul Temur tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına 9/4/2012 tarihinde verilen şikâyet dilekçesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Söz konusu şikâyet dilekçesinde; olay yerinde kolluk görevlileri tarafından atılan bir taşın başına isabet ettiği, gözaltına alındığı sırada başındaki yaranın yumruklandığı, ellerine çok sıkı plastik kelepçe takıldığı, polis otobüsünde hakaret, tehdit ve cinsel tacize maruz kaldığı iddialarının bulunduğu görülmektedir. Dilekçede ayrıca başvurucular Duygu Demirel ile Ömür Çağdaş Ersoy'un da polis otobüsü içinde kolluk görevlilerince darbedildiğine şahit olunduğu iddia edilmiştir. Başvurucunun 2/6/2011 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde kolluk görevlilerinin kendisini taciz ettiğini ve bu nedenle yasal haklarını kullanacağını belirttiği de görülmektedir. Başvurucu 8/5/2012 tarihinde müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde ise şikâyet dilekçesindeki iddialarını yinelemiş, kendisini taciz eden polis memurunu ortamın karanlık olması nedeniyle görse de tanıyamayacağını ancak diğer kolluk görevlilerinden bazılarını teşhis edebileceğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Skalpte [saçlı deri] 2 cm uzunluğunda deri bütünlüğünün bozulmuş olduğu, pıhtılaşmış kan olduğu, sol pariatel [çeper] kemik üzerinde olduğu, beyin cerrahi konsültasyonunda ve beyin BT'sinde ek patoloji ve bulgu bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

23. Başvurucu Duygu Demirel'in 10/6/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesi üzerine aynı tarihte soruşturma başlatıldığı görülmektedir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; bir avukat olarak kolluk görevlilerinin orantısız güç kullanarak gözaltı işlemi yapmasına itiraz ettiği için gözaltına alındığını, ellerinin plastik kelepçe ile çok sıkıldığını, saçı çekilerek tekmelendiğini ve polis otobüsü içinde tokat ve yumrukla darbedildiğini, ayrıca araç içinde bulunan başka kişilerin de darbedilmesine şahit olduğunu iddia etmiştir. Aynı tarihte müşteki sıfatıyla Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alınan başvurucu şikâyet dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Sağ omuzda hafif ödem ve kızarıklık, her iki bilekte kızarıklık mevcut olduğu, omuz grafisinin normal oduğu kaydedildiğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur. "

24. Başvurucu Hüseyin Gölpunar'ın 9/6/2011 tarihinde verdiği şikâyet dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, bağlı bulunduğu sendikanın çağrısı üzerine 31/5/2011 tarihinde gerçekleştirilen protesto eylemine katıldığını, kolluk görevlileri tarafından tekme, yumruk cop ve kalkanlarla darbedilerek saat 19.30 civarında gözaltına alındığını, kolluk aracında yaklaşık beş saat tutulduğunu, araçta hakaret, tehdit ve darba maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu ellerine takılan plastik kelepçenin çok sıkıldığını, araç içinde cop ve yumruk darbeleriyle yaralandığını, bu nedenle kafasının sağ kısmında şişlik ve vücudunun diğer yerlerinde morluklar oluştuğunu ileri sürmüştür. Dilekçede ayrıca başvurucu, ilk çıkarıldığı doktor muayenesinde bahsettiği yaralanmaların rapora işlenip işlenmediğinden kaygı duyduğunu, keza ikinci kez çıkarıldığı doktorun ilk doktora tepki gösterdiğini dile getirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun 30/6/2011 tarihinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınmış, başvurucu şikâyet dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporda "darp ve cebir izine rastlanmadığı ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek herhangi bir lezyon saptanmadığı" tespitlerine yer verilmiştir.

25. Başvurucu Kıymet Koçyiğit 9/6/2011 tarihinde verdiği şikâyet dilekçesi kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, arkadaşına refakat ettiği Ç. Hastanesinde gözaltına alındığı andan polis merkezine götürüldüğü ana kadar geçen yaklaşık altı saat boyunca fiziki ve psikolojik şiddete maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu; ellerinin arkadan kelepçeli olduğu hâlde hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz kaldığını, kelepçenin bilinçli şekilde sıkılarak bileklerinin yaralandığını ancak bu hususun adli rapora yansıtılmadığını iddia etmiştir. Başvurucu dilekçede ayrıca başvurucular Zeynep Cansu Elifoğlu ile Ömer Çağdaş Ersoy'un da darbedildiğine şahit olduğunu dile getirmektedir. Başvurucu Cumhuriyet savcısına verdiği ifade de aynı şikâyetlerini dile getirmiş ve hakkında adli rapor tanzim eden doktor hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporda, düzenlenen ilk sağlık raporunda darp ve cebir izine rastlanmadığı tespiti bulunduğuna dikkat çekilerek başvurucuda herhangi bir yaralanma bulunmadığı belirtilmiştir.

26. Başvurucu Melahat Yurttaş'ın Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğuna ilişkin bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyası kapsamından erişilemediği gibi başvuru formu ve/veya ekinde de bu yönde bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır. Başvurucunun Cumhuriyet savcısı tarafından şüpheli sıfatıyla 3/6/2011 tarihinde alınan ifadesinde; gözaltında darp ve hakarete maruz bırakıldığı, buna ilişkin doktor raporunun da mevcut olduğu müdafii tarafından belirtilmiş olmasına rağmen adli rapor başvuru ekinde sunulmadığı gibi soruşturma dosyasında da bulunamamıştır. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların tamamının şikâyetlerinin değerlendirildiği soruşturmada başvurucu müşteki olarak yer almaktadır. Anayasa Mahkemesi tarafından 10/7/2019 tarihinde Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılarak başvurucu hakkında düzenlenen adli raporun onaylı sureti istenmiştir. 16/7/2019 tarihli cevap yazısında UYAP'ta başvurucunun adli raporunun bulunmadığı, fiziki dosyanın ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu belirtilmiştir.

27. Başvurucu Nazan Sürü'nün UYAP ortamına 10/5/2012 tarihinde kaydedilen, Cumhuriyet savcısı havalesi bulunmayan 23/4/2012 tarihli şikâyet dilekçesini Cumhuriyet Başsavcılığına sunması üzerine soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucu dilekçesinde; yaklaşık beş saat boyunca gözaltında tutulduğu polis otobüsünde hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz kaldığını, yüzünde morluk oluştuğunu, ayrıca başvurucular Melahat Yurttaş, Özden Kaya Tekin ve Hüseyin Gölpunar'ın da darbedildiğine şahit olduğunu iddia etmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucunun vücudunda meydana gelen yaralanmaların müdafii tarafından da fark edilerek Müdafi Görüşme Tutanağı'na yazıldığı belirtilmiştir. Başvurucunun 21/6/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesinde de aynı şikâyetlerini tekrar ettiği görülmüştür. Başvurucu hakkında düzenlendiği belirtilen adli rapor ile Müdafi Görüşme Tutanağı başvuru formu ekinde sunulmadığı gibi soruşturma dosyasında da bulunamamıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından 10/7/2019 tarihinde Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılarak adli raporun onaylı sureti istenmiştir. 16/7/2019 tarihli cevap yazısında UYAP'ta başvurucunun adli raporunun bulunmadığı, fiziki dosyanın ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu belirtilmiştir.

28. Başvurucu Ozan Gündoğdu'nun 9/4/2012 tarihli şikâyet dilekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığına kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; İl Başkanlığı önünde kolluğun göstericilere müdahalesi sırasında bir cismin başına çarpması sonucu yaralandığını, bu nedenle arkadaşları (başvurucular) Zeynep Ateş, Tuğçe Çetin Ertekin, Kıymet Koçyiğit, Zeynep Cansu Elifoğlu ve Soner Torlak'ın kendisini Ç. Hastanesine götürdüklerini belirtmiştir. Başvurucu hastanede adli rapor tanzim edilmesini istemesi üzerine hastaneye gelen polis memurları tarafından arkadaşları ile birlikte gözaltına alındığını, gerekli olmadığı hâlde ellerinin arkadan kelepçelendiğini ve polis otobüsü içinde darp, tehdit ve hakarete maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu dilekçede, hastanede dikiş atılan yarasının özellikle yumruklanarak tekrar kanatılmasından ve uzun süre boyunca bu hâlde bekletilerek tedavi için hastaneye götürülmemesinden yakınmaktadır. Başvurucu ayrıca nezarethanede tutulduğu ilk gün yemek verilmediğini, tuvalete götürülmediğini veya geç götürüldüğünü, pansuman için doktora götürülme talebinin ancak müdafiinin çabalamasıyla yerine getirildiğini de iddia etmiştir. Müdafi Görüşme Tutanağı'nda maruz kaldığı darba ve pansuman için doktora götürülmediğine ilişkin tespitlerin bulunduğu da başvurucu tarafından dile getirilmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede İl Başkanlığı önünde görmediği bir cismin başına isabet ettiğini belirtmiş; sonrasında gözaltında hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz kaldığı iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Cumhuriyet Başsavcılığınızın 3/9/2012 tarih ve 2011/67924 sayılı yazısında Ozan Gündoğdu hakkında G.M.K. Devlet Hastanesi ve Ç. Hastanelerinden beyin cerrahi konsültasyon raporu sorulmuş ancak şahsın beyin cerrahi konsültasyonunu yaptırmadığı anlaşılmış olup kesin raporunun mevcut belgeler ışığında düzenlemesi istenildiğinden;

Şahsın 1/6/2011 tarihinde GMK Hastanesinde yapılan muayenesinde sağ kaş üzerinde sağ frontal bölgedeyeni stüre edilmiş yara mevcut olduğu (Ç. Hastanesinde stüre edilmiş) kayıtlı olduğuna göre, mevcut bulgulara nazaran;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

29. Başvurucu Ömer Faruk Kök 23/6/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesi ile kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuş, aynı tarihte soruşturma açılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; gözaltında hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz kaldığını, ellerinin arkadan plastik kelepçe ile bağlandığını ve kelepçenin bilinçli olarak çok fazla sıkıldığını, polis otobüsündeki gözaltına alınmış herkesin aynı muameleyi gördüğünü iddia etmiştir. Başvurucu 11/1/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesinde de aynı iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Her iki el bileğinde abrazyonlar [sıyrık], oksipital bölgede [kafa arka kısmı] 2x2 cm lik ekimoz saptandığı kayıtlı olup, ek patolojik bulgu bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

30. Başvurucu Ömür Çağdaş Ersoy'un 25/4/2012 tarihli ve UYAP ortamına 10/5/2012 tarihinde kaydedildiği anlaşılan Cumhuriyet savcısı havalesiz şikâyet dilekçesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 31/5/2011 tarihinde düzenlenen protesto eylemine katıldığını, İl Başkanlığı önünde göz yaşartıcı gaz kullanılması üzerine grubun dağıldığını, o esnada yere düştüğünü ve kolluk görevlilerince darbedildiğini gördüğü arkadaşına yardım etmek isterken kendisinin de kolluğun darbına maruz kaldığını iddia etmiştir. Başvurucu kolu bükülerek gözaltına alındıktan sonra polis otobüsünde de hakaret, tehdit ve kaba dayağın devam ettiğini, ellerine takılan plastik kelepçenin bilinçli olarak çok sıkıldığını, polis otobüsündeki gözaltına alınmış herkesin aynı şekilde şiddete maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu, maruz kaldığı darp sonucunda vücudunun çeşitli yerlerinde morluklar meydana geldiğini, bu durumun adli raporlar ve Müdafi Görüşme Tutanağı'na düşülen şerhlerle de tespit edildiğini dile getirmiş; nezarethanede tuvalet ihtiyacını gidermesine gecikmeli olarak müsaade edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, kendisini sokakta darbeden kişilerin polis olup olmadığından emin olamadığını ancak gözaltında kötü muamelede bulunan polis memurlarından üçünü fotoğrafından teşhis ettiğini belirtmiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Yüzde sol zigomatik kemik [elmacık kemiği] üzerinde ekimoz, ödem, sağ zigomatik kemik üzerinde ödem, ekimoz, sağ kol deltoid [omuz çevresi] kası üzerinde abrazyon, sol frontal kemik üzerinde ekimoz ve ödem mevcut olduğu, KBB konsültasyonunda sol zigomatik kemik üzerinde ekimoz ve ödem, sağ zigomatik kemik üzerinde ödem ve ekimoz, sol frontal kemik üzerinde ödem ve ekimoz, nazal dorsum [burun kemiği] palpasyonla [elle dokunularak yapılan muayene] hassas olduğu, beyin cerrahi beyin BT ve maksilla fasiyal [yüz estetiği] BT tetkiklerinde ek patoloji bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

31. Başvurucu Özden Kaya Tekin'in 23/6/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesiyle kolluk görevlileri hakkında aynı tarihte soruşturma açılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, gözaltına alınırken yerde sürüklendiğini ve tokat yediğini, polis otobüsünde hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz kaldığını, ellerinin plastik kelepçe ile bağlandığını ve kelepçenin bilinçli olarak çok fazla sıkıldığını, polis otobüsündeki gözaltına alınmış herkesin aynı muameleyi gördüğünü iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu dilekçesinde, kendisini muayene eden doktorun odasında sivil giyimli polis olduğundan şüphelendiği bir kişiden ve adli raporu polis memurlarının teslim almasından da bahsetmiştir. Başvurucu 8/2/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesinde de aynı iddialarını yinelemiş, doktor muayenesi sonrası bacaklarında da morluklar olduğunu farkettiğini ancak bu yaralanmalarının adli rapora yansımadığını belirtmiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Her iki el bileğinde kelepçeye bağlı ekimoz, sol gözde morarma, sol zigomatik kemik üzerinde 2x2 cm lik ekimoz ve ödem, sol frontal bölgede ödem ve ekimoz mevcut olduğu, yapılan beyin cerrahi konsültasyonunda nörolojik muayenenin doğal olduğu, çekilen BST ve servikal grafinin doğal olduğu kaydedildiğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

32. Başvurucu Özkan Boğan'ın UYAP ortamına 30/11/2011 tarihinde kaydedilen 28/11/2011 tarihli şikayet dilekçesi ile kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı görülmektedir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, tokat ve diz darbeleriyle gözaltına alındığını, ellerinin arkadan sıkı şekilde plastik kelepçe ile bağlandığını, polis otobüsündeki diğer gözaltına alınanlarla birlikte hakaret, tehdit ve kaba dayağa maruz bırakıldığını iddia etmiştir. Başvurucu şikâyetçi olduğu kolluk görevlilerinden bazılarının isimleri ile bir kolluk görevlisinin kask numarasını da şikâyet dilekçesinde belirtmiştir. Başvurucu hakkında Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde düzenlenen genel adli muayene raporunda "sağ ve sol şakaklarda hafif şişlik ve hassasiyet mevcut olduğu" belirtilmiştir. Başvurucu hakkında soruşturma dosyasında ya da başvuru formu ekinde ATK tarafından düzenlenen bir adli rapora rastlanmamıştır.

33. Başvurucu Sevgi Sönmez tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına verilen, Cumhuriyet savcısı havalesi olmayan, UYAP ortamına 18/5/2012 tarihinde kaydedilen 24/5/2012 tarihli şikâyet dilekçesi üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde; darbedilerek gözaltına alındığını, polis aracı içinde elleri arkadan kelepçeli şekilde yaklaşık dört saat boyunca cenin pozisyonunda tutulduğunu iddia etmiştir. Başvurucu polis aracında tutulduğu süre boyunca su, yemek, tuvalet gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını, sürekli darbedilmesi nedeniyle yüzünün tanınmayacak hâle geldiğini, yaralanmaların hem adli raporlarla hem de Müdafi Görüşme Tutanağı'na düşülen şerhlerle tespit edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu dilekçede ayrıca kolluk aracında erkek polis memurlarının vücuduna dokunmak suretiyle cinsel tacizde bulunduğundan da yakınmıştır. Başvurucu; Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, kendisine hakaret eden polis memurunu fotoğraftan teşhis ettiğini, elle cinsel tacizde bulunanları teşhis edemediğini ancak görse tanıyabileceğini, bir polis memurunu ise dışarıda görerek kendisinin resmini çektiğini, daha sonra bu fotoğrafı ibraz edeceğini belirtmiştir. Başvurucunun 3/6/2011 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde kolluk görevlileri tarafından sözlü ve fiziki şiddete maruz bırakıldığını belirterek şikâyetçi olduğunu ifade ettiği görülmektedir. Başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora başvuru formu ekinde yer verilmediğinden ve UYAP ortamında da anılan evraka ulaşılmadığından Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine müzekkere yazılarak adli raporun onaylı sureti istenmiştir. 8/11/2019 tarihli cevap yazısı ekinde gönderilen, gözaltı (31/5/2011) girişinde düzenlenen genel adli muayene raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"Sol alt göz kapağında ödem, ekimoz mevcut. Sol zeogma üzerine doğru yaklaşık 3 cm abrazyon mevcut. Sağ frontal bölge hafif eritem ödem sol frontalde abrazyon mevcut. Göz hastalıkları, KBB ve beyin cerrahi konsültasyonu uygundur."

34. Başvurucu Soner Torlak'ın 9/4/2012 tarihli şikâyet dilekçesi ile kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 31/5/2011 tarihinde düzenlenen gösteriye katıldığını, gösteride yaralanan arkadaşını ziyaret için gittiği Ç. Hastanesinde haksız şekilde gözaltına alındığını, gözaltında gereksiz yere ellerinin arkadan sıkı şekilde bağlandığını, hakaret, tehdit ve darba maruz kaldığını ileri sürmüştür. Yaklaşık dört saat boyunca polis aracı içinde elleri kelepçeli şekilde tutulduğunu ve kötü muameleye maruz kaldığını iddia eden başvurucu aldığı darbeler sonucu özellikle baş bölgesinde morluklar ve yara izleri oluştuğunu belirtmiştir. Başvurucu kelepçenin bilinçli olarak çok sıkılması nedeniyle ellerinde oluşan yara izlerinin Müdafi Görüşme Tutanağı'na da şerh düşüldüğünü dile getirmiştir. Başvurucu 17/5/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısına müşteki sıfatıyla verdiği ifadede iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen adli rapora başvuru formu ekinde yer verilmediğinden ve UYAP ortamında da anılan evraka ulaşılmadığından Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine müzekkere yazılarak adli raporun onaylı sureti istenmiştir. 8/11/2019 tarihli cevap yazısı ekinde gönderilen 1/6/2011 tarihli genel adli muayene raporunda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmektedir. Başvurucunun verdiği ifade ve suç duyurusu dilekçesinde, hakkında alınan adli raporun gerçeği yansıtmadığı yönünde bir iddiası bulunmamaktadır.

35. Başvurucu Tuğçe Çetin Ertekin'in 30/11/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği, kolluk görevlileri hakkındaki şikâyet dilekçesi üzerine aynı tarihte soruşturma başlatıldığı görülmektedir. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 31/5/2011 tarihinde düzenlenen protesto gösterisine katıldığını, gösteride bir arkadaşını yaralanması nedeniyle onu Ç. Hastanesine götürdüğünü, hastaneye gelen sivil polis memurları tarafından sebepsiz yere gözaltına alındığını, gözaltında hakaret, tehdit, cinsel taciz ve darba maruz kaldığını iddia etmiştir. Uzun süre polis aracı içinde elleri arkadan kelepçeli şekilde bekletildiğini, nezarethaneye konulduğu ana kadar geçen yaklaşık dokuz saat boyunca kötü muamelenin devam ettiğini ileri süren başvurucu ayrıca iki gün boyunca avukatı ile görüştürülmediğini de dile getirmektedir. Cumhuriyet savcısı tarafından 6/1/2012 tarihinde müşteki sıfatıyla alınan ifadesinde başvurucu, şikâyet dilekçesindeki iddialarını yinelemiş; kendisine cinsel amaçla dokunup taciz ettiğini iddia ettiği kolluk görevlisinin eşkâlini tarif etmiştir. Başvurucu ifadesinde ayrıca gözaltına alınan diğer kişilere karşı kötü muamelede bulunulduğuna tanık olduğunu belirtmiştir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporda, yapılan ilk muayenede "darp ya da cebir izi tespit edilemediği" belirtilerek herhangi bir yaralanma bulunmadığı açıklanmıştır.

36. Başvurucu Zeynep Ateş'in 30/11/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma açılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 31/5/2011 tarihinde düzenlenen protesto gösterisine katıldığını, gösteride bir arkadaşının yaralanması nedeniyle onu Ç. Hastanesine götürdüğünü, hastaneye gelen sivil polis memurları tarafından sebepsiz yere gözaltına alındığını, gözaltında hakaret, tehdit, cinsel taciz ve darba maruz kaldığını iddia etmiştir. Yaklaşık beş saat boyunca polis aracı içinde elleri arkadan kelepçeli şekilde bekletildiğini iddia eden başvurucu, kolluk görevlilerinin başvurucular Ozan Gündoğdu ve Soner Torlak'ı da araç içinde darbettiğini dile getirmiştir. Başvurucu ayrıca nezarethanede tuvalet ihtiyacını gidermesinin geciktirildiğini, boyun düzleşmesi rahatsızlığı nedeniyle sürekli kullandığı ilacının gecikmeli olarak kendisine teslim edildiğini iddia etmiştir. Başvurucunun Cumhuriyet savcısına 6/1/2012 tarihinde verdiği ifadede, şikâyet dilekçesindeki iddialarını yineleyerek kendisini cinsel yönden taciz ettiğini iddia ettiği polis memurunun eşkâlini verdiği görülmektedir. Başvurucu hakkında ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Her iki el bileğinde hafif abrazyon, sağ el bileğinde ağrı tariflediği, darp ve cebir izine rastlanmadığı kayıtlı olup,

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

37. Başvurucu Zeynep Cansu Elifoğlu'nun 11/8/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesiyle kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 31/5/2011 tarihinde düzenlenen protesto gösterisine katıldığını, gösteride bir kişinin yaralanması nedeniyle onu Ç. Hastanesine götürdüğünü, hastaneye gelen sivil polis memurları tarafından sebepsiz yere gözaltına alındığını, gözaltında hakaret, tehdit, cinsel taciz ve darba maruz kaldığını iddia etmiştir. Uzun süre polis aracı içinde elleri kelepçeli şekilde bekletildiğini belirten başvurucu, kolluk tarafından doktor muayene odasında yalnız bırakılmadıklarından da yakınmaktadır. Nezarethanede temel ihtiyaçlarının karşılanmadığını, tuvalet ihtiyacının bir saat geç karşılandığını, müdafi görüşme talebinin reddedildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu 22/6/2012 tarihinde Cumhuriyet savcısına müşteki sıfatıyla verdiği ifadede iddialarını yinelemiştir. Başvurucu hakkında düzenlendiği belirtilen adli rapor başvuru formu ekinde sunulmadığı gibi soruşturma dosyasında da bulunamamıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi10/7/2019 tarihinde Ankara 24. Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazarak adli raporun onaylı suretini istemiştir. 16/7/2019 tarihli cevap yazısında UYAP'ta başvurucunun adli raporunun bulunmadığı, fiziki dosyanın ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında olduğu belirtilmiştir.

C. Soruşturma Kapsamında Yapılan İşlemler

38. Başvurucuların da aralarında olduğu birçok gösterici tarafından kolluk görevlilerinin 31/5/2011 tarihindeki eylemleri nedeniyle yapılan suç duyuruları Cumhuriyet Başsavcılığınca tek bir soruşturma dosyası üzerinde birleştirilerek yürütülmüştür.

39. Soruşturma kapsamında başvurucuların tedavi evrakları ilgili hastanelerden istenmiş, birçok başvurucu hakkında ayrıca -yukarıda detayları verilen- ATK'dan tanzim edilen adli raporlar da dosya arasına alınmıştır.

40. Cumhuriyet Başsavcılığı olayların meydana geldiği yerlere ait Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kamera kayıtlarının temini için Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır. Olaya ilişkin kolluk tarafından kayda alınan video ve fotoğraflar ile olaya ilişkin kolluk fezlekesi de aynı şekilde Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden istenmiştir. MOBESE ve kolluğun ilgili birimi tarafından çekimi yapılan kamera kayıtları soruşturma dosyasına gönderilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünden başvurucuların gözaltı tutanakları ile varsa kamera kayıtları -her bir başvurucu yönünden işaretlenip fotoğraf şeklinde basılmak suretiyle- istenmiştir. Başvurucu Bülent Teoman Özkan ise başvuru formunda daha sonra sunacağını belirttiği bir kamera görüntüsünü 15/11/2019 tarihinde Anayasa Mahkemesine göndermiştir.

i. MOBESE görüntülerine ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca bilgisayar veri işletmeni bir bilirkişi görevlendirilmiştir. Bilirkişinin sunduğu raporda, Kızılay Meydanı'nı gösteren kamera kaydının zaman aralığı hususunda bir bilgi bulunmamaktadır. Görüntülerden alıntılanan fotoğraflarda, ellerinde sopalarla gelen göstericilerin polis araçlarına ve orada bulunan polis memuruna saldırdıkları, bazı göstericilerin yüzlerini bez parçaları ile kapattığı görülmektedir. Kolluk tarafından MOBESE kaydının bir kısmı izlenmek suretiyle tutanağa bağlanmıştır. Bu tutanakta başvurucu Ömür Çağdaş Ersoy'un yaralanma anına ilişkin görüntü ve buna ilişkin değerlendirme bulunmakta, başvurucuyu sivil vatandaşların darbettiği belirtilmektedir. Tutanakta ayrıca olayların gerçekleştiği diğer yerlere ait kamera kayıtlarının da izlenerek göstericilerin kolluk kuvvetlerine saldırı anlarına ilişkin fotoğraf alıntılarıyla raporlandığı görülmektedir.

ii. Bilirkişi incelemesi yapılan bir diğer görüntü ise medyadan temin edildiği anlaşılan (dosyaya müşteki taraftan sunulduğu değerlendirilen) gözaltı işlemi anına ilişkindir. Bilirkişi raporunda, görüntünün çok gürültülü olmakla birlikte sesli olduğu, toplam 6 dakika 48 saniye olduğu belirtilmiştir. Kolluk görevlileri ile gözaltına alınan başvurucular Duygu Demirel ve Bülent Teoman Özkan arasındaki diyaloğa da raporda yer verilmiştir. Buna göre gözaltına alınan kişilerin "Avukatım ben." dediği belirtilmektedir. Rapora göre başvurucular birden fazla kolluk görevlisi tarafından bedensel güç kapsamında zor kullanımla gözaltına alınmıştır. Başvurucu Bülent Teoman Özkan tarafından 15/11/2019 tarihinde sunulan dosyada, 6 dakika 48 saniyeden ibaret olan aynı görüntü kaydı ile anılan görüntü kaydından alıntılandığı anlaşılan on yedi adet fotoğrafın bulunduğu görülmüştür. Söz konusu görüntüde başvurucular Bülent Teoman Özkan ve Duygu Demirel'in birden fazla kolluk görevlisi tarafından bedeni güç kullanılarak yakalandığı, başvurucu Duygu Demirel'in "avukatım ben" diyerek yakalama işlemine karşı çıktığı, görüntünün sonraki kısmının çevredeki insanları ve konuşmaları içerdiği anlaşılmıştır.

iii. Kolluk tarafından kayda alınan görüntülerin Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerinde kolluğun Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından başvurucu Ömür Çağdaş Ersoy'un yaralandığı yere ilişkin olan kısmı izlenerek tutanağa bağlanmıştır. Bu tutanakta, kaçan göstericiler ile bazı göstericilerin yakalandığı an yer almakta; başvurucu Ömür Çağdaş Ersoy'un yaralanma anına ilişkin tespit bulunmamaktadır. Görüntülerin tamamı üzerinde yapılmış bir bilirkişi incelemesine soruşturma dosyası kapsamında erişilememiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığına 11/7/2019 tarihinde müzekkere yazılarak soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporları (özellikle UYAP'ta kayıtlı 18/6/2014 tarihli bilirkişi tutanağına konu rapor) sorulmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığının 17/7/2019 tarihli cevap yazısında dosyada iki adet bilirkişi raporu bulunduğu ancak her ne kadar UYAP üzerinde 18/6/2014 tarihli bir bilirkişi tutanağı bulunsa da buna dair raporun fiziken dosyada bulunmadığı bildirilmiştir.

iv. Olaya ilişkin tüm kaynaklardan elde edilen görüntü kayıtları üzerinde kolluk tarafından inceleme yapılarak düzenlenen tutanakta; başvuruculardan Bülent Teoman Özkan, Duygu Demirel, Hüseyin Gölpunar, Kıymet Koçyiğit, Osman Biçer, Ömer Faruk Kök, Özden Kaya Tekin, Özkan Boğan, Tuğçe Çetin, Zeynep Cansu Elifoğlu'na ait görüntülerden alıntılanan fotoğraflara yer verildiği ve başvurucuların eylemleri hakkında çeşitli tespitlerin yapıldığı görülmektedir. Bu tespitlerin başvurucuların işlediği iddia edilen suçlarına delil mahiyetinde sunulduğu da gözlemlenmiştir. Ayrıca bu tutanakta İl Emniyet Müdürlüğü önünde yaşanan olaya ilişkin görüntülerin de izlenerek raporlandığı anlaşılmaktadır.

41. Başvurucular Ömür Çağdaş Ersoy, Soner Torlak, Sevgi Sönmez ve Ozan Gündoğdu hakkında terör suçundan yapılan yargılama sırasında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (Kapatıldığı için kovuşturmayı Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi devralmıştır.) tarafından başvurucuların görüntülere yansıyan eylemlerine ilişkin olarak bilirkişi raporu alınmıştır. Bu raporda; başvurucuların kolluk görevlilerine taş atması ve sopayla vurması, yüzlerini bezle kapatmaları, kolluk araçlarına zarar vermeleri anına ilişkin fotoğraf alıntılı tespitler olduğu görülmektedir.

42. Başvuruculardan Melahat Yurttaş ve Özkan Boğan dışındakilerin müşteki sıfatıyla ifadeleri Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Başvurucu Melahat Yurttaş'ın şüpheli sıfatıyla ifadesi Cumhuriyet savcısı tarafından alınmış, ifadede müdafii tarafından başvurucunun gözaltında kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kaldığı belirtilmiştir. Özkan Boğan'ın müşteki sıfatıyla ifadesinin alınabilmesi amacıyla kolluğa müzekkere yazıldığı, ayrıca 5/4/2013 tarihinde zorla getirme kararı çıkarıldığı da görülmüştür. Başvuruculardan on ikisinin de aralarında olduğu toplam yirmi beş kişiye ise tanık sıfatıyla ifade vermek üzere 29/9/2014 tarihinde çağrı kâğıdı çıkarıldığı ancak toplam altı kişinin tanık sıfatıyla ifadesinin alınabildiği tespit edilmiştir.

43. İl Emniyet Müdürlüğünden olay tarihinde görevli olan tüm kolluk görevlilerinin isim listesi ile fotoğraf albümleri istenmiştir. Ayrıca Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünden olay tarihinde hangi personelin nerede ve hangi işle görevli olduğuna dair görev tanımı listesi de istenmiştir. Kolluk tarafından tüm görevli kolluk personelinin isim listeleri ile vesikalık fotoğraf albümü soruşturma dosyasına gönderilmiştir. Kolluk görevlilerinin fotoğrafları üzerinden başvuruculardan teşhis işlemi yapmaları istenmiş ve bir kısım başvurucu toplam otuz dört kolluk görevlisini teşhis etmiştir. Teşhis edilen kolluk görevlilerinden yirmi üçünün Cumhuriyet savcısı tarafından, ikisinin ise adli kolluk tarafından şüpheli ifadeleri alınmıştır. İfadeleri alınan tüm kolluk görevlileri, ya olay tarihinde izinli oldukları ya olay yerinde görevli olmadıkları ya da isnat edilen eylem içinde yer almadıkları savunmasını yaparak atılı suçlamaları kabul etmemiştir.

44. Cumhuriyet Başsavcılığınca, soruşturma kapsamında tespit edilen toplam altı kask numarasının hangi kolluk görevlilerine ait olduğu İl Emniyet Müdürlüğünden sorulmuştur. Ancak buna dair kolluk tarafından verilen bir cevaba rastlanmadığı gibi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da bu müzekkerenin akıbetinin araştırıldığına dair bir bilgi ya da belgeye soruşturma dosyasından erişilememiştir.

45. Ayrıca gözaltında alınan kişilerle görüşmek üzere Emniyet Müdürlüğü önüne gelen kişilerle kolluk görevlileri arasındaki olaya ilişkin olarak kolluk görevlileri hakkında idari bir tahkikat yürütülmüş, buna dair evrak Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyasına alınmıştır. İdari tahkikat raporunda, olay anına ilişkin güvenlik kamera kaydı ile kolluk tarafından ses de kaydedecek şekilde çekilen görüntülerinin ve kolluk görevlilerinin olaya ilişkin ifadelerinin delil olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Raporda, kolluk görevlilerinin kimseye hakaret etmediği, herhangi bir suç işlemeyip mevzuat gereği gerekli olan güvenlik prosedürünü işletmeye çalıştıkları kanaati ile ilgili kolluk görevlileri hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

46. Başvurucuların şikâyet ettikleri gözaltına alma anın ve sonrasına ilişkin olarak kolluk görevlilerinin kötü muamelede bulunduğu yönündeki iddialara yönelik idari bir tahkikat yürütülmüş, buna ilişkin evrak soruşturma dosyasına alınmıştır. Bu idari tahkikat sonucunda verilen karar gerekçesi şöyledir: Hopa'da hayatını kaybeden M.L. bahane edilerek Ankara'da 31/5/2011 tarihinde gerçekleştirilen eylem barışçıl değildir. Zira göstericiler herhangi bir basın açıklaması dahi yapmaksızın doğrudan taş, sopa ve soda şişesi gibi cisimlerle İl Başkanlığı önünde tedbir alan kolluk görevlilerine ve kolluk araçlarına saldırıda bulunmuş, çok sayıda kolluk görevlisinin çeşitli şekillerde yaralanmasına sebebiyet vermişlerdir. Ayrıca çok sayıda kolluk aracı da göstericilerin saldırısı sonucu hasar görmüştür. Bu nedenle İl Başkanlığı önünde orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullanılarak göstericilere müdahalede bulunulmuştur. Ancak dağılan grup içinden bir kısım gösterici cadde ve yollardaki trafiği keserek kolluk görevlilerine fiziki saldırılarına devam etmiştir. Cumhuriyet savcısının talimatı ile yakalama işlemi yapmaya çalışan kolluk görevlilerine göstericiler direnmiş; kolluk görevlileri, yakalama işlemi esnasında orantılı şekilde zor kullanılmıştır. Polis aracına alınan göstericilerin burada kötü muameleye maruz kaldıkları yönündeki söylemleri ise kolluk görevlilerini baskı altına almaya dönük gerçeği yansıtmayan iddialardır. Ayrıca göstericiler birbirlerine tanıklık ederek asılsız iddialarını güçlendirmeye çalışmaktadır. Göstericilerin uzun süre polis araçlarında bekletildikleri yönündeki iddiaları da doğru değildir. Gözaltı işlemi kapsamında polis aracına alınan göstericiler Emniyet Müdürlüğüne peyderpey yaklaşık iki saatte götürülmüştür. Toplam elli dört göstericinin zor kullanılarak göz altına alındığı bir olayda bu süre makuldür.

47. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/9/2015 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile soruşturma sonuçlandırılmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

Eylem sırasında yasadışı pankartlar açılıp sloganlar atıldığı, polisin dağılın uyarılarına rağmen grubun dağılmamakta ısrar ettikleri, ihtar ve zor kullanmaya rağmen kolluk kuvvetlerine yönelik cebir ve tehditte bulunulduğu, kamu malına zarar verildiği, dosyadaki 31/5/2011 tarihli 'Olaylı Yakalama Tutanağı' ndan da anlaşılacağı üzere grup içerisine karışan yasa dışı örgüt mensuplarının taş ve sopalarla polis memurlarına saldırdıkları, sivil polis memurlarının birçoğunun yaralandığı ve bazılarının linç edilmekten kaçarak zor kurtuldukları, yasa dışı bu gösterinin sona erdirilmesi için polis otosundan megafonla toplanan şahısların ikaz edilmesine rağmen dağılmadıkları gibi polise yönelik saldırılarını sürdürmeleri üzerine polisin yasadan kaynaklanan zor kullanma yetkisini kullanarak ileri çıkan göstericileri göz altına aldıkları, eylemcilerin polis otobüsü içerisinde de direnme, slogan atma ve polise hakaret fiillerini devam ettirdikleri,

Anlaşılmıştır.

Bu olaylar sonrası gözaltına alınan bir kısım şüpheliler hakkında 30/9/2011 tarih ve 2011/689 soruşturma numaralı dosya üzerinden CMK 250'nci Maddesi ile Yetkili ve Görevli Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na 2011/79 numaralı iddianame ile 'Silahlı terör örgütüne üye olmak, terör örgütünün propagandasını yapmak, görevli memuru kasten yaralamak, kamu malına zarar vermek, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet, kamu görevlisine karşı görevini yaptırmamak için direnmek ve 6136 sayılı yasaya muhalefet' suçlarından cezalandırılmaları için kamu davası açıldığı görülmüştür.

Haklarında bu suçlamalardan dolayı Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250'nci Maddesi ile Yetkili ve Görevli) kamu davası açılan [başvurucu] Soner TORLAK, [başvurucu] Sevgi SÖNMEZ, F.K., [başvurucu] Ozan GÜNDOĞDU ve [başvurucu] Ömer Çağdaş ERSOY ile işlem yapılan diğer bazı müştekilerin değişik tarihlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımıza müracaat ederek olaylar esnasında polisin kendilerini yaraladığını, hakaret, tehdit ve cinsel tacizde bulunduklarını belirterek şikayetçi olmuşlardır.

Aldırılan doktor raporlarında bir kısım müştekilerin vücudunda lezyon dahi bulunmadığı, çoğunun basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif şekilde, S.E. ile B.Ç.'nin ise basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek biçimde orta derecede yaralandıkları anlaşılmıştır.

Şikayet dilekçelerinde müştekilerin aynı zamanda birbirlerini de tanık gösterdikleri, tanıkların bir çoğunun bilgilerine başvurulmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızın davetine uymadıkları, gelenlerin bir kısmının da konu hakkında bilgi ve görgülerinin olmadıklarını belirttikleri görülmüştür.

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun;

...

Şeklindeki düzenlemelere göre polis, görevini yaparken gerektiği ölçüde kanun gereği zor kullanma yetkisine haizdir.

Olayımızda yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılarak ve tüm uyarılara rağmen dağılmayarak kamu düzenini bozan müştekilerin eylemlerine son verilmesi amacıyla polisin zor kullanma yetkisini kullandığı izlenmiştir.

Emniyet mensuplarının hakaret, tehdit ve cinsel taciz eylemini gerçekleştirdiklerine dair kamu davası açmaya yetecek derecede müştekilerin iddiaları ve birbirlerine olan tanıklıklarından başka delil de elde edilememiştir.

İzah olunan nedenlerle;

İşlenen bir suçu sonlandırmak ve failleri yakalamak amacıyla amirlerinin ve yasanın verdiği zor kullanma yetkisini kullanan güvenlik görevlileri hakkında isnadedilen suçlardan KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]"

48. Başvurucular, anılan kovuşturmasızlık kararına farklı tarihlerde itiraz etmişlerdir. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 30/11/2015 tarihli kararıyla itirazlar reddedilmiştir. Ret kararında; kovuşturmasızlık kararının usul ve yasaya uygun olduğu, karar gerekçesinin dosya içeriği ile uyumlu olduğu belirtilmiştir.

49. Farklı tarihlerde kararı tebellüğ eden başvurucular süresinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

50. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

51. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

52. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri,

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar.

...

Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir.

...

Yakalananlardan,

...

B) Zor kullanılarak yakalananların,

...

Yakalanma anındaki sağlık durumları tabip raporuyla tespit edilir.

..."

53. 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

54. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

B. Uluslararası Hukuk

1. Mevzuat

55. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

56. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

57. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarda hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

58. Bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

59. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

60. AİHM, bir kişinin sağlıklı hâlde gözaltına alınmasına rağmen salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğunu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağını ifade etmiştir (Selmouni/Fransa, § 87). Bu yükümlülük, sadece gözaltında değil aynı zamanda devlet yetkililerinin özel kontrolü altında bulunan bölgelerde gerçekleşen yaralama ve ölümleri de kapsamakta zira her iki durumda da söz konusu olayların tamamı ya da büyük kısmı yetkililerin özel bilgisi dâhilinde gerçekleşmektedir (Beker/Türkiye, B. No. 27866/03, 24/3/2009, § 42).

61. Öte yandan AİHM, Berliński/Polonya (B. No: 27715/95, 30209/96, 20/9/2002, §§ 62-65) kararında, kolluk görevlilerine karşı etkin bir fiziki direnme sergilenmesi ve şiddet eyleminde bulunulması sonrası kolluk görevlilerinin de orantılı bir güç kullanımına gitmesini Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı bulmamıştır. Karara konu olayda üyesi olmadıkları spor salonundan çıkmayan iki vücut geliştirme sporcusunun sayıca üstün altı kolluk görevlisinin yasal sözlü talimatına uymayarak spor salonundan çıkmayıp yakalama işlemine etkili şekilde direnmesi ve iki kolluk görevlisine tekme atması söz konusudur. Polis memurları bu durum karşısında cop ve göz yaşartıcı gaz kullanmış, başvurucuları silahla tehdit ederek kontrol altına alabilmişlerdir. Olay nedeniyle başvurucular ağır şekilde yaralanmış ve başvuruculardan biri dört gün hastanede yatmıştır. AİHM kolluk görevlilerinin uyguladığı gücün orantılı olduğu sonucuna varırken polis memurlarının sayısal üstünlüğünü gözetmiş ancak başvurucuların da vücut geliştirme sporcusu olmaları hasebiyle fiziki avantaja sahip olduklarına vurgu yapmıştır. AİHM Rehbock/Slovenya (B. No: 29462/95, 28/11/2000, §§ 72, 78) kararında ise önceden planlandığı için risklerin minimize edilebileceği bir operasyon kapsamında sayıca üstünlüğü bulunan on üç polis memurunun silah taşımayan ve fiziki saldırıda da bulunmayan üç şüpheliye karşı güç kullanmasını orantılı bulmamış ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

62. AİHM Özen ve diğerleri/Türkiye (B. No: 29272/08, 23/2/2016) kararında, bir adli vaka nedeniyle polis karakolunda bulunan yakınlarının yanına gelen ve toplam sayıları on kişiye ulaşan başvurucular ve arkadaşları ile polis memurları arasında yaşanan kavgada polislere karşı fiziki şiddete başvuran ve en az bir tabanca taşıdığı tespit edilen başvuruculara karşı kolluk kuvvetince uygulanan gücün orantılı olduğu ve olayda kötü muamele yasağının ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. AİHM bu kararda kolluk personelince uygulanan gücün orantılı olduğu sonucuna varırken polise karşı fiziki şiddete başvuran kişi sayısının fazlalığına -Rehbock/Slovenya kararına da atıf yaparak- olayın kolluk tarafından önceden planlanan bir operasyon kapsamında olmayıp ani gelişmesine ve başvuruculardaki yaralanmalarının hafif nitelikte olmasına dikkat çekmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

63. Mahkemenin 29/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

64. Başvurucular gözaltına alındıkları sırada ve gözaltı sırasında darbedildiklerini, hakarete ve tehdide maruz kaldıklarını, ayrıca başvuruculardan bir kısmı da cinsel tacize maruz kaldığını iddia etmektedir. Başvurucu Osman Biçer ise olaydan sonra Emniyet Müdürlüğü önünde yaşanan arbede sırasında kolluk görevlisi tarafından darbedildiğini iddia etmiştir. Başvuruculara göre Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma emniyet görevlilerinin adli kolluk vazifesi alması nedeniyle bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmemiş, kolluk görevlileri şüpheli olduğu için delillerin toplanmasında gerekli özen gösterilmemiş, toplanan bir kısım delil ise doğru değerlendirilmemiştir. Ayrıca tüm şikâyetçiler açısından gereksiz yere soruşturmaların birleştirilmesi etkili bir soruşturma yapılmasına engel olmuş, nitekim oldukça uzun bir süre boyunca soruşturma sonuçlandırılamamıştır. Kovuşturmasızlık kararında her bir şikâyetçi açısından özelleştirme içeren bir gerekçe bulunmaması da başvurucular tarafından dile getirilen bir diğer şikâyettir.

65. Başvurucular anılan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı ile Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuların bir kısmı ise soruşturmanın etkili yürütülmemesi gerekçesiyle etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini savunmuştur. Başvurucu Osman Biçer maruz kaldığı darp nedeniyle kötü muamele yasağı dışında ayrıca sendikal haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların gözaltına alınma sırasında ve gözaltında darp, tehdit, hakaret ve cinsel tacize maruz kaldığı, bu olaya ilişkin şikâyetlerinin etkili şekilde soruşturulmadığı yönündeki hak ihlali iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucuların bir kısmının ileri sürdüğü adil yargılanma ve etkili başvuru hakkına yönelik şikâyetlerin ise etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında kaldığı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu içinde ele alınması gerektiği anlaşıldığından belirtilen haklardan ayrıca bir inceleme yapılmamıştır. Olayın başvurucu Osman Biçer'in iddia ettiği gibi sendikal bir faaliyet kapsamında kalmadığı değerlendirildiğinden sendikal haktan da ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucular Osman Biçer, Soner Torlak ve Tuğçe Çetin Ertekin Yönünden

67. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 111).

68. Başvurucu Osman Biçer, Emniyet Müdürlüğü önünde çıkan arbede sırasında bir kolluk görevlisi tarafından kulağına aldığı darbe ile yaralandığını iddia etmekte ve buna dair adli rapor sunmaktadır. Ancak olay anına ilişkin kamera kaydı başvurucunun iddiasını doğrulayamamış, ayrıca başvurucu tarafından ibraz edilen adli rapor ise olaydan beş gün sonra yapılan bir muayene sonucu tanzim edilmiştir. Dahası söz konusu rapor başvurucunun kulağına aldığı bir darbe sonucu yaralandığını da tam olarak ortaya koymaktan uzaktır (bkz. § 20).

69. Başvurucular Soner Torlak ve Tuğçe Çetin Ertekin gözaltında darba maruz kaldıklarını iddia etmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucular hakkında düzenlenen ve herhangi bir yaralanma olmadığını belirten adli raporların sıhhati konusunda başvurucuların soruşturma kapsamında ya da bireysel başvuruda herhangi bir şikâyet ileri sürmediği görülmüştür. Başvurucuların darba maruz kaldığı yönündeki iddiaları, haklarında düzenlenen adli raporlarla temellendirilemediği gibi hakaret, tehdit ve cinsel taciz iddiaları da makulün ötesinde bazı kanıtlarla desteklenebilmiş değildir.

70. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Diğer Başvurucular Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

72. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

73. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

74. Başvurucuların şikâyetine konu darp, tehdit, hakaret ve cinsel taciz eylemlerinin devlet görevlilerinden sâdır olduğu iddia edildiği için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında etkili bir soruşturma yapılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamındaki etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılacaktır.

75. Bu doğrultuda başvurucular Çisem Özoğul Temur, Duygu Demirel, Ömer Faruk Kök, Ömür Çağdaş Ersoy, Özden Kaya, Özkan Boğan ve Sevgi Sönmez hakkında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının hem maddi boyutu hem de usul boyutu itibariyle bir inceleme yapılacaktır. Ancak başvurucular Bülent Teoman Özkan, Hüseyin Gölpunar, Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Ozan Gündoğdu, Zeynep Ateş ve Zeynep Cansu Elifoğlu hakkında maddi boyut incelemesi yapılabilmesi için Anayasa Mahkemesinin önünde yeterli bilgi ve belge bulunmadığından bu başvurucular yönünden sadece usul yükümlülüğü bağlamında bir inceleme yapılabilecektir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia (Çisem Özoğul Temur, Duygu Demirel, Ömer Faruk Kök, Ömür Çağdaş Ersoy, Özden Kaya, Özkan Boğan ve Sevgi Sönmez Yönünden)

 (1) Genel İlkeler

76. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

77. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

78. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

79. AİHM kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

80. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

81. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

82. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

83. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

84. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

85. Başvurucuların kolluk görevlilerince müdahale edilen bir protesto sonrası dağıtılan göstericiler oldukları ve bu kapsamda 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, kamu malına zarar verme gibi birtakım suçları işledikleri gerekçesi ile yakalanarak gözaltına alındıkları anlaşılmaktadır (bkz. §§ 15, 16).

86. Başvurucuların gözaltına alınma esnasında ve gözaltına alındıktan sonra darp, tehdit, hakaret ve cinsel tacize maruz kaldıklarını ileri sürdükleri görülmektedir. Haklarında düzenlenen adli raporlar başvurucuların darp iddialarını destekleyen delil olarak sunulmaktadır. Ayrıca başvurucuların iddia ettikleri olaya dair tanık gösterdikleri ve bazı başvurucuların gözaltına alınma anına ilişkin -ulusal basına da yansıdığı anlaşılan- görüntüleri iddialarına dayanak yaptıkları anlaşılmaktadır. Şu hâlde başvurucuların yakalama anında ya da gözaltında darbedildiklerine ilişkin olarak savunulabilir bir iddiada bulunmadıkları söylenemeyecektir.

87. Kolluğun yakalama işlemi sırasında nasıl ve ne şekilde güç kullanması gerektiği-bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvenceye bağlayacak şekilde- kanunla düzenlenmiştir (bkz. §§ 52, 53). Başvurucuların kanuna dayalı olarak ve kolluk görevlilerinin zor kullanımı ile yakalandıkları anlaşılmaktadır. Ancak başvurucu Duygu Demirel avukat olduğunu belirtmesine karşın güç kullanılarak gözaltına alınmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Ne var ki başvurucunun düzenlenen protesto eylemine gösterici olarak katıldığı hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucunun yapmış olduğu bireysel başvuru kapsamında Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini de ileri sürdüğü görülmektedir. Buna göre başvurucunun avukatlık yapması nedeniyle kendisine karşı yakalama işlemi sırasında güç kullanıldığının söylenmesi zordur. Kaldı ki başvurucu hangi müvekkilleri için, nasıl bir avukatlık hizmeti verdiği sırada yakalama işlemine ve zor kullanmaya maruz kaldığını da temellendirebilmiş değildir. Dolayısıyla başvurucuya karşı kolluk görevlilerince uygulanan zor kullanmanın kanuni bir temeli olmadığı söylenemez.

88. Kolluğun düzenlediği tutanakta, gözaltı sırasında direnç gösterilmesi nedeni ile başvuruculara karşı zor kullanıldığının kabul edildiği görülmektedir (bkz. § 14). İl Başkanlığı önünde göstericiler ve kolluk görevlileri arasında cereyan eden olaylara ilişkin olarak açık kaynaklarda mevcut olan görüntüler Anayasa Mahkemesince izlenmiştir (bkz. § 13). Hem Anayasa Mahkemesinin izlemeye dayalı tespitleri hem de Cumhuriyet Başsavcılığınca olay anına ilişkin görüntüler için alınan bilirkişi raporu (bkz. § 40) göstericilerin azımsanmayacak bir kısmının kolluk görevlileri ve kolluk araçlarına zarar verdiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle barışçıl bir tutum içinde olmayan göstericilerin yakalanması suç işlenmesinin önlenmesi, işlenen suç ile ilgili olarak adli işlem yapılması ve kamu düzeni gibi birtakım meşru amaçlara dayanmaktadır. Buna göre kolluğun yakalama işlemine direnç gösterdiğini belirttiği göstericilere karşı güç kullanmasının gerekli olmadığı da söylenemeyecektir.

89. Başvuruculara karşı yakalama esnasında uygulanan gücün orantılı olup olmadığı değerlendirmesinde ise başvurucular hakkında düzenlenen adli raporlarda tespit edilen yaralanmalar ve bazı başvurucuların yakalanma anına ilişkin kamera görüntüleri (bkz. § 40) belirleyici olacaktır. Başvurucu Duygu Demirel'in gözaltı işlemine fiziki olarak direndiği, bunun üzerine etrafını saran birden fazla kolluk görevlisince bedensel güç kullanılmak sureti ile yakalandığı görülmektedir.

90. Ne var ki başvurucularda meydana gelen yaralanmalar sadece yakalama işlemi ile ilgili olarak ileri sürülmemiş, aynı zamanda gözaltında elleri kelepçeli hâlde iken darp edildikleri iddiası ile birlikte dile getirilmiştir. Eldeki veriler dâhilinde başvurucularda meydana gelen yaralanmaların yakalama işlemi sırasında mı yoksa gözaltında mı meydana geldiği tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu nedenle hem yakalama işleminde kullanılan gücün orantılılığı, hem de gözaltında güç kullanımı iddiası birlikte ele alınmak durumundadır.

91. Kolluk tarafından olaya ilişkin olarak düzenlenen tutanakta (bkz. § 14), yakalama işlemi sırasında başvuruculara karşı zor kullanıldığından bahsedilmiş, ancak maddi güç kullanıldığından bahsedilmemiştir. Buna göre başvuruculara karşı sadece bedensel güç uygulandığının kabulü gerekir ki başvurucular da aksini iddia etmemişlerdir. Kolluk görevlilerinin sayısal bir avantaja sahip olduğu olayda bedensel güç kullanılarak yakalanan -Duygu Demirel dışındaki- başvurucuların adli raporlarında tespit edilen yaralanmaların orantılı güç kullanılan bir yakalama işlemi sırasında oluştuğunun söylenmesi zordur. Söz konusu yaralanmaların gözaltında meydana gelmesi durumunda ise buna ilişkin delillerle desteklenmiş, makul bir açıklamanın kamu otoriteleri tarafından yapılması gerekir. Ancak başvurucularda meydana gelen yaralanmaların gözaltında oluştuğu yönünde hem kolluk tutanaklarında hem idari soruşturma evrakında hem de adli soruşturma kapsamında bir kabul olmadığı gibi bu yönde bir açıklama da bulunmamaktadır. Dolayısıyla ister yakalama işlemi sırasında orantısız güç kullanımı ister gözaltında makul delillerle kaynağı açıklanamayan bir yaralanma Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği anlamına gelecektir.

92. Öte yandan başvurucu Duygu Demirel'in iddiaları ile uyumlu olacak şekilde hakkında düzenlenmiş bir adli rapor bulunmamaktadır (bkz. § 23). Başvurucunun söz konusu adli raporun sıhhati konusunda bir şikâyet ileri sürdüğü de görülmemiştir. Bu durumda başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda belirtilen yaralanmaların zor kullanılarak gerçekleştirilen bir yakalama işlemi sırasında orantısız güç kullanıldığını göstermeye yeterli olduğu söylenemez.

93. Duygu Demirel dışındaki başvuruculara karşı kolluk görevlilerince uygulanan gücün ise özellikle bilgi alma, cezalandırma veya yıldırma amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenemez. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvuruculara uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucularda meydana gelen yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

 (a) Başvurucu Duygu Demirel Yönünden

94. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

 (b) Diğer Başvurucular Yönünden

95. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

96. Anayasa Mahkemesi başvurucuların darbedildiklerine ilişkin iddiaları kapsamında ihlal sonucuna ulaşmış, diğer kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak ise daha ileri bir inceleme yapma gereği duymamıştır.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

97. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

98. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

99. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

100. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

101. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

102. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

103. Başvurucular ve bir kısım göstericinin kolluk görevlileri hakkındaki şikâyetleri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından birleştirilerek tek soruşturma üzerinden yürütülmüştür. Başvurucuların farklı zamanlarda suç duyurusunda bulunması üzerine soruşturma başlatıldığı, başka bir ifadeyle bazı başvurucular hakkında darp iddiası doğrultusunda genel adli rapor düzenlenmiş olmasına rağmen resen ve derhâl adli bir soruşturma başlatılmadığı anlaşılmaktadır. Bazı başvurucuların ise haklarında düzenlenen adli raporların sıhhatine itirazda bulunmalarına rağmen (bkz. §§ 21, 24, 25, 31) bu konuda açılan bir soruşturmaya ya da neden soruşturma açılmadığına ilişkin herhangi bir açıklamaya kovuşturmaya yer olmadığı kararında yer verilmemiştir. Bu açılardan soruşturmanın gerekli hassasiyetle yürütüldüğü söylenemeyecektir. Oysa savunulabilir bir kötü muamele iddiasının resmî makamlarca öğrenilmesinin ardından derhâl resmî bir soruşturmanın başlatılması, hem kaybolma ihtimali bulunan delillerin toplanması hem de devletin kamu görevlilerinin eylemlerinden kaynaklandığı iddia olunan kötü muamele yasağı ihlaline ilişkin olaylara müsamaha tanımadığını göstermesi açısından önem arz etmektedir.

104. Başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların araştırılmasında olay anına ilişkin kamera görüntüleri objektif bir delil olarak önemli bir yer işgal etmektedir.Nitekim Cumhuriyet Başsavcılığınca toplanan deliller arasında yer alan kamera görüntülerinin bazısı üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır (bkz. §§ 40, 41). Bir kamera görüntüsü üzerinde ise bilirkişi görevlendirilerek rapor alınmış ancak UYAP ortamında dosya içinde bulunmayan rapor Anayasa Mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına 11/7/2019 tarihinde yazılan müzekkereyle sorulmuş, 17/7/2019 tarihli cevapta ilgili raporun dosya içinde fiziken bulunamadığı belirtilmiştir.

105. Cumhuriyet Başsavcılığınca bir kısım kamera görüntüsünün kolluğa izletilerek buna dair düzenlenen evrakın delil olarak dosya arasına alınması bazı başvurucular tarafından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği iddiasına konu edilmiştir. Başvurucuların şikâyetçi oldukları kolluk görevlilerinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduklarında şüphe bulunmamaktadır. Soruşturmada bazı kamera görüntülerini izleyerek tutanağa bağlayan kolluk biriminin ise Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 40). Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.

106. Başvurucuların bir kısmı nezarethane tutma koşullarından da şikâyetçi olmasına karşın Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmasızlık kararında bu hususta herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Oysa başvurucuların tutma koşullarına ilişkin olarak somut şekilde ileri sürdükleri birtakım iddiaların araştırılması ve varılacak sonucun verilecek karara yansıtılması etkili bir soruşturmanın gereğidir. Öte yandan başvurucuların soruşturma süresine ilişkin şikâyetleriyle ilgili olarak birçok müştekisi ve şüphelisi bulunan adli soruşturmanın -kapsamlı şekilde yürütülmesi gerektiği de gözetildiğinde- yaklaşık olarak dört buçuk yılda tamamlanmış olması, soruşturmanın makul bir zamanda tamamlanmadığının söylenmesi açısından zordur.

107. Yapılan soruşturma sonucunda varılan yargısal sonucun toplanan delillerin kapsamlı ve nesnel bir analizine dayalı olması gerekir. Ancak verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında Cumhuriyet Başsavcılığının başvuruculardaki yaralanmaların kaynağını temellendirilmemiş bazı varsayımlardan hareket ederek açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Ayrıca her başvurucu açısından kişiselleştirilmiş, ileri sürülen iddiaları yeterli ölçüde karşılayacak düzeyde bir gerekçeye de kararda yer verildiği söylenemez. Zira başvurucuların iddiaları, haklarında düzenlenen adli raporlar ve tanık ifadeleri gibi diğer bazı deliller birbirinden farklılık arz etmekte olduğundan her başvurucu için ayrıca ve açıkça bir değerlendirme yapılması gerektiği kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

 (a) Başvurucu Duygu Demirel Yönünden

108. Başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmiştir (bkz. § 94). Maddi boyutunun ihlal edilmediği sonucuna varılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini gösteren başkaca bir durum da saptanabilmiş değildir.

109. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

 (b) Diğer Başvurucular Yönünden

110. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

111. Osman Biçer dışındaki başvurucular, Artvin'in Hopa ilçesinde meydana gelen bir toplumsal olayda bir kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle protesto eylemi gerçekleştirdiklerini, İl Başkanlığı önünde basın açıklaması yapmalarına müsaade edilmediğini ve gerekli olmadığı hâlde kolluk görevlilerince orantısız şekilde güç kullanılarak dağıtıldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, gerçekleştirdikleri toplantının barışçıl olduğunu ve kolluk tarafından yapılan müdahale ile Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile 34. maddesinde güvence altına alınantoplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

112. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

113. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucuların bu bölümdeki şikâyetlerinin Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı çerçevesinde ele alınması gerektiği değerlendirilmiştir.

114. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Osman Erbil, 54).

115. Somut olayda, toplantıya müdahalenin gerçekleştirildiği yerin İl Başkanlığı önü olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucuların bundan öncesine dair ileri sürdükleri bir şikâyet de bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi burada cereyan eden olayları açık kaynaklardan izlemiştir (bkz. § 13). Buna göre kolluk görevlilerince barikat kurulmak sureti ile İl Başkanlığı önünde tedbir alındığı, göstericilerin doğrudan bu barikata ve gerisinde bulunan kolluk görevlilerine, kolluk araçlarına saldırıya geçtiği, barikat önünde bulunan sivil bazı kişilere de ellerinde bulunan sopalarla saldırdığı tespit edilmiştir. Saldıran göstericilerin toplantıya katılanlar içindeki küçük bir azınlık olduğu da söylenememektedir. Bunun da ötesinde adli soruşturma kapsamında başvurucuların da söz konusu şiddet hareketlerine dâhil olduğu hususunda elde edilen deliller ve bu kapsamda kamu makamlarınca ileri sürülen iddialar temelsiz değildir (bkz. §§ 40, 41). Şu hâlde söz konusu toplantının barışçıl olduğu ileri sürülemez.

116. İl Başkanlığı önündeki toplantının dağıtılmasının ardından Güven Park'ta bir kısım göstericinin yeniden toplanmasının ise ifade açıklaması kapsamında bir araya gelmekten çok kolluk görevlilerine yönelik saldırıya kolektif şekilde devam etmek olduğu görülmektedir. Buna göre buradaki olaylar toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında ele alınmamıştır.

117. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu bölümünün açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

118. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

119. Başvurucular hak ihlali tespiti, yeniden soruşturma yapılması ile manevi tazminat taleplerinde bulunmuşlardır. Başvurucular Çisem Özoğul Temur, Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Zeynep Ateş, Zeynep Cansu Elifoğlu ayrı ayrı 6.000 TL; Ozan Gündoğdu, Ömür Çağdaş Ersoy, Sevgi Sönmez ayrı ayrı 9.000 TL; Bülent Teoman Özkan, Hüseyin Gölpunar, Ömer Faruk Kök, Özden Kaya ve Özkan Boğan ise ayrı ayrı 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

120. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

121. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

122. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

123. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

124. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No. 2011/67924) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

125. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında; başvurucular Çisem Özoğul Temur ve Özden Kaya'ya ayrı ayrı net 6.000 TL, başvurucular Ömer Faruk Kök ve Özkan Boğan'a ayrı ayrı net 15.000 TL, başvurucular Ömür Çağdaş Ersoy ve Sevgi Sönmez'e ayrı ayrı net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

126. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında; başvurucular Bülent Teoman Özkan, Hüseyin Gölpunar'a ayrı ayrı net 15.000 TL, başvurucular Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Zeynep Ateş ve Zeynep Cansu Elifoğlu'na ayrı ayrı net 6.000 TL, başvurucu Ozan Gündoğdu'ya net 9.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

127. Dosyadaki belgelerden tespit edilen yargılama harcı ve vekâlet ücretlerinin ekli tabloda belirtilen şekilde başvuruculara ödenmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucular Osman Biçer, Soner Torlak ve Tuğçe Çetin Ertekin yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Diğer başvurucular yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının,

a. Başvurucular Çisem Özoğul Temur, Ömer Faruk Kök, Ömür Çağdaş Ersoy, Özden Kaya, Özkan Boğan ve Sevgi Sönmez yönünden maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

b. Başvurucular Bülent Teoman Özkan, Hüseyin Gölpunar, Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Ozan Gündoğdu, Zeynep Ateş ve Zeynep Cansu Elifoğlu yönünden sadece usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının başvurucu Duygu Demirel yönünden maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucular Çisem Özoğul Temur, Özden Kaya, Kıymet Koçyiğit, Melahat Yurttaş, Nazan Sürü, Zeynep Ateş ve Zeynep Cansu Elifoğlu'na ayrı ayrı net 6.000 TL; başvurucular Ömür Çağdaş Ersoy, Sevgi Sönmez, Ozan Gündoğdu'ya ayrı ayrı net 9.000 TL; başvurucular Bülent Teoman Özkan, Hüseyin Gölpunar, Ömer Faruk Kök, Özkan Boğan'a ayrı ayrı net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 1. Başvurucular Duygu Demirel, Osman Biçer, Soner Torlak ve Tuğçe Çetin Ertekin yönünden yargılama giderlerinin üzerlerinde BIRAKILMASINA,

2. Ekli tabloda belirtilen yargılama harçlarının başvuruculara ÖDENMESİNE,

3. Ekli tabloda belirtilen vekâlet ücretlerinin başvuruculara ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/1/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Dosya kapsamından; bireysel başvuruya konu gösteri yürüyüşünün “barışçıl” bir mahiyetinin bulunmadığı, göstericilerin güvenlik kuvvetlerine taş, sopa vb. şeylerle saldırdıkları, pek çok güvenlik görevlisinin yaralanmasına yol açtıkları, keza bir çok resmi araca hasar verdikleri; sözlü uyarıya karşın bu eylemlerin devamı üzerine güvenlik kuvvetlerince zor kullanma yetkisinin kullanıldığı, başvurucuların bir kısmı ile ilgili adli işlemler yapıldığı, mevcut doktor raporlarının başvurucular hakkında kullanılan zor kullanma yetkisinin aşıldığını ve dengesiz olduğunu ortaya koyucu mahiyet göstermediği ve başvurucuların bu konudaki soyut iddialarının kanıtlanamadığı, dolayısıyla kimi başvurucular yönünden Anayasa’nın 17. Maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlâl edilmediği ve bu yöndeki istemin reddi gerektiği kanaatine vardığımdan; çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadım.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EGEMEN BUDAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14870)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Egemen BUDAK

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Gezi Parkı olaylarında meydana gelen yaralanmanın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. 1990 doğumlu, olay tarihinde üniversite öğrencisi olan başvurucu, Gezi Parkı protestoları sırasında 1/6/2013 günü saat 16.00’da Ankara, Kızılay, Ziya Gökalp Caddesi üzerinde polis tarafından gaz fişeğiyle sağ şakağından vurularak yaralandığını öne sürmektedir. Başvurucu 11/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Ziya Gökalp Caddesi’nde görevli polis amir ve memurları, Güvenlik Şube Müdürü, Çevik Kuvvet Müdürü, Ankara İl Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi suç ihbarında şüpheli olarak gösterilmiştir.

11. Soruşturmanın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmesi ve aynı Kanun’un 160. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile 164. maddesinde sayılan adli kolluk birimlerinden jandarmanın görevlendirilmesi, emniyet birimlerine soruşturmada herhangi bir vazife verilmemesi de ihbar dilekçesindeki talepler arasındadır.

12. Olay yeri kamera görüntülerinin temin edilmesi için Savcılık, Ankara Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazmıştır.

i. Olay yeri civarındaki üç işyerinin güvenlik kamerasındaki görüntüleri işyerlerinden talep edilmiştir. Bu işyerleri, aradan geçen zamanın uzunluğundan ötürü kayıtların silindiğini Çankaya Polis Merkez Amirliğine bildirmiştir.

ii. Çankaya Emniyet Müdürlüğünün 30/7/2013 tarihli yazısında, MOBESE kayıtlarının veri tabanında saklanma süresi olan bir aylık süre geçtiğinden görüntü elde edilemediği ifade edilmiştir.

iii. ANK-280 No.lu hareketli ve ANK-80 Sabit-1 No.lu KGYS kamera görüntüleri Ankara Emniyet Müdürlüğünce Savcılığa gönderilmiştir.

iv. Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü olayla ilgili olarak dört CD’yi Savcılığa göndermiştir.

13. Ankara Emniyet Müdürlüğü başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçundan gözaltı ya da başka bir adli işlem yapılmadığını ifade etmiştir.

14. Gösteriye yapılan müdahale hususunda düzenlenmiş olay tutanağı bulunmamaktadır. Ancak Ankara Emniyet Müdürlüğü 28/10/2013 tarihinde Savcılığa gönderdiği bir yazıda gösteriyle ilgili şu değerlendirmelerde bulunmuştur:

 “…

01.06.2013 günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde 'İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve ilimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir.

…”

B. Başvurucunun Adli Muayene Raporu

15. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 8/12/2015 tarihli raporu şöyledir:

 “…Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 01/06/2013 tarih ve bila sayılı rapor fotokopisinin tetkikinde;

Başına biber gazi fişeği gelmesi nedeni ile kafada şişlik öyküsüyle başvurduğu, sağ temporal [şakak] bölgede 6x6 cm ödem ekimozu olduğu kayıtlı olup, hayati tehlikesi olduğu, KBB konsültasyonu istendiği, maskilla [üst çene kemiği] BT de sağda cilt altı dokuda ödem olduğu kayıtlı olup,

Yapılan muayenesinde: Sağ temporo frontal bölgede 5x1 cm’lik alanda dikkatli bakıldığından zorlukla tefrik edilebilen çevre cilt seviyesinde hafif koyu renk değişimi bulunduğu tespit edilmiş olup,

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

3-Yüzde sabit iz niteliğinde OLMADIĞINI,

4-Kemik kırığı tariflenmediğini,

Bildirir rapordur.”

C. Başvurucunun Beyanları

16. Suç ihbarı dilekçesi 4/11/2013 tarihinde Savcılıkta verdiği ifade ve başvuru formuna göre başvurucunun iddiaları şöyledir:

- 1/6/2013 günü saat 16.00 sıralarında Gezi Parkı olaylarındaki polis şiddetini protesto etmek amacıyla Kızılay’da yapılacak gösteriye katılmıştır.

- Ziya Gökalp Caddesi'ndeki Soysal Pasajı önüne geldiğinde polislerin tüfekle yoğun olarak attığı biber gazı kapsüllerinden biri sağ şakağına isabet etmiştir. Bilinci tam olarak yerinde olmadığı için olay yerinde bulunan kişiler başvurucuyu İbni Sina Hastanesine (Hastane) götürmüştür. Başvurucuyu Hastaneye götüren kişilerden biri de aynı üniversitede okuyan Y.Ç. isimli öğrencidir.

- Olay anında biber gazının yoğun kullanımından ötürü hava çok sisli olduğu için ne kendisi ne de tanıklar polisleri görebilmiştir. Polislerin yüzlerinde gaz maskesi ve kask olduğu için biber gazı kullanan polisleri teşhis etmeleri mümkün değildir.

D. Tanık Beyanları

17. Başvurucuyu hastaneye götüren, üniversiteden tanıdığı Y.Ç.nin tanık sıfatıyla 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği ifadesi şöyledir:

 “Ben Egemen BUDAK'ı aynı üniversitede öğrenci olması ve aynı derneğe üye olmamız nedeniyle tanırım. 01/06/2013 tarihinde Kızılay Bölgesinde yapılmakta olan gezi protestolarına ben de katılmak için gittim. Ben Ziya Gökalp Caddesi üzerindeki yaya üst geçidinin alt kısmında bulunuyordum. Bu sırada yoğun bir polis müdahalesi yapılmakta idi. Benim yaklaşık 10-15 metre önümde polisin attığı gaz kapsüllerinden birinin sonradan yanına gittiğimde arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim şahsın kafa bölgesine çarptığını gördüm. Ben yardım etmek amacıyla şahsın yanına gittiğimde şahsın arkadaşım Egemen BUDAK olduğunu gördüm. Olay mahallinde yoğun gaz olması nedeniyle Egemen'i olay yerinde bulunan diğer kişilerle birlikte daha sakin olan olay yerine yaklaşık 100-150 m uzakta olan NT denen kitap kırtasiye dükkanının önündeki banka götürdük. Ben burada sağlıkçı olduğunu tahmin ettiğim kişiler Egemen'e müdahale edince tekrar ben Ziya Gökalp Caddesi'ne döndüm. Ben daha önce de belirttiğim gibi Egemen'in gaz kapsülüyle vurulduğunu gördüm. Ayrıca polislerin hedef gözeterek ateş ettiğini gördüm. Çünkü bu şekilde birkaç kişiye daha ateş ettiler. Onlara da sağlık müdahalesini olay mahallinde bulunan diğer şahıslar yaptı. Benim Egemen BUDAK'a ateş eden polis memuru arasında yaklaşık 70-80 metre mesafe vardı. Olay mahallinde çok fazla gaz nedeniyle sis vardı. Ayrıca polislerin kafa bölgelerinde kask olması nedeniyle kendilerini teşhis edebilmem mümkün değildir. Benim olayla ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.”

18. Tanık S.C. 8/12/2015 tarihinde Savcılıkta verdiği beyanında şunları dile getirmiştir:

 “Ben Ankara Barosu'na kayıtlı avukat olarak görev yaparım. Bürom Sakarya [Caddesi’nde] bulunmaktaydı. 01/06/2013 tarihinde kamuoyunda gezi protesto eylemleri olarak bilinen olaylar büromun bulunduğu bölgede yoğun olarak devam etmekteydi. Ben büromda oturmaktaydım. Ancak büromun bulunduğu bölgede yoğun gaz olması nedeniyle büromda da zaman zaman rahatsızlık hissederek aşağıda Dalyan Balıkçısı ve Hosta Piknik'e iniyordum. Bu sırada polis göstericilere yoğun müdahalelerde bulunuyordu. Bu sırada bir çok insanın gaz kapsülüyle yaralandığını gördüm. Bu sırada sonradan isminin Egemen BUDAK olduğunu öğrendiğim genç çocuk iki kişi koluna girmiş olarak Hosta Piknik'in önüne getirdiler. Ben kendilerine yardımcı olmak amacıyla Hosta Piknik'in önündeki banka oturttum. Genç çocuğun yanlış hatırlamıyorsam sağ şakağında suda haşlanmış gibi kabarcıklar vardı. Dalyan Balıkçısından getirttiğim buz torbasını yüzüne bastırarak, yüzündeki yanığın etkisini azaltmaya çalıştım. Daha sonra çocuk abla ben kötü oluyorum dedi ve kendinden geçti. Bu sırada olay mahallinde bulunan ismini bilmediğim güçlü, kuvvetli bir şahıs genci sırtına alarak İş Bankası Bölge Müdürlüğü'nün Atatürk Bulvarı'na çıkan köşesinde bulunan 112 Acil Ambülansına bindirdiğini gördüm. Daha sonra genç çocuk yanlış hatırlamıyorsam Adliye'de yanıma gelerek bana 'Avukat hanım, o gün hayatımı kurtardınız, yardımlarınız için çok teşekkür ederim' dedi Ben de kendisine o zaman kartımı verdim ve herhangi bir şey olursa tanıklık yapabileceğimi söyledim. Olayla ilgili bilgim bundan ibarettir.”

E. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

19. Dosyada bulunan beş DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir:

i. Üzerinde “Güvenlik Şube Müdürlüğü 2013-15630” yazılı, Kızılay Meydanı’nı gösteren MOBESE kaydı,

ii. “Gezi Eylemi -1- 01.06.2013”

iii. “Gezi Eylemi -2- 01.06.2013”

iv. “Gezi Eylemi -3- 01.06.2013” yazılı, Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kayıt altına alınmış, muhtelif sürelerde sürekli olmayan görüntüler

v. “Gezi Eylemi -4- 01.06.2013 Fotoğraflar” isimli toplam 2.832 fotoğraf bulunan DVD

20. Kamera görüntülerinde müştekinin şikâyetiyle ilgili bir görüntü bulunmadığı bilirkişi raporunda açıklanmıştır.

F. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

21. Savcılık 9/5/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Şüpheli kısmında “Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri” yazılı kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

 [Emniyet Müdürlüğünün Savcılığa gönderdiği ve olayla ilgili değerlendirmelerin yer aldığı yazıya yer verilmiştir.]

Başsavcılığımızca Müşteki Egemen Budak'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 01.06.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesis etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256. maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 01.06.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]

…”

22. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince 28/6/2016 tarihinde reddedilmiştir. Kovuşturmasızlık kararındaki gerekçelerin usul ve yasaya uygun olması, ret kararına dayanak yapılmıştır.

23. 1/8/2016 tarihinde tebliğ edilen ret kararı üzerine 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-35.

25. Emniyet Genel Müdürlüğünün (EGM) "Çevik Kuvvet Personeli" konulu, 22/6/2013 tarihli ve 55 No.lu Genelgesi'nin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

- Orantısız güç ve aşırı gaz kullanımı iddialarını önlemek için, müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınması ilgili birimlerce sağlanacaktır.

…”

26. EGM’nin "Toplumsal Olaylarda Hareket Tarzları" konulu, 22/7/2013 tarihli ve 64 No.lu Genelgesi’nin ilgili kısmı şöyledir:

 “…

- Göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmesi gereken ve 40 metreden daha kısa mesafede bulunan gruplara karşı; öncelikli olarak gaz el bombaları, OC gaz püskürtücü tüpler, namlu ağzı fişekleri ve el spreylerinin kullanılması, gaz fişeklerinin ise belirtilen mesafelerde (Tip 1-Tip 2) kullanılmamasına özen gösterilmesi, göz yaşartıcı gaz fişeklerinin direkt olarak şahıslar hedef alınarak kullanılmaması ve müdahalenin kamera ile kayıt altına alınmasının sağlanması,

...”

27. Gaz fişeği kullanılması hususunda AİHM’in yaklaşımı Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye (B. No: 44827/08, 16/7/2013) başvurusunda açıklanmıştır. Anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:

 “42… Aslında, somut olayda sadece göz yaşartıcı gaz kullanımı tek sorun değildir, ayrıca göstericilere doğru göz yaşartıcı bombanın atılması da sorun teşkil etmektedir. Oysa, bir göz yaşartıcı bombanın aracı bir atım aleti vasıtasıyla ateşlenmesi, eğer bu atım aleti uygun olmayan bir tarzda kullanılırsa ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme riskini taşımaktadır.

48. Bu bakımdan, her ne kadar video kayıtlarından göz yaşartıcı bombanın nasıl atıldığının açık olarak görülme olanağı bulunmasa da, etkisi ve sebebiyet verdiği yaralanmalar dikkate alındığında, Mahkeme, başvuranın iddia ettiği gibi atışın direkt ve gergin bir atış olduğunu çan şeklinde yapılan bir atış olmadığını gözlemlemektedir. Aslında, özellikle bir bilirkişiye başvurarak yapılan atış tarzının kesin olarak ortaya konulması için gerekli araştırmaları yapma yükümlülüğü Hükümete aittir. Hükümet tarafından başvuranın iddiasını çürütmeye olanak sağlayabilecek herhangi bir bilgi sunulmadığı için, Mahkeme, yapılan atışın doğrudan ve gergin bir atış olduğunu kabul etmektedir. Mahkemeye göre, göz yaşartıcı bombanın bir araç vasıtasıyla doğrudan ve gergin olarak atılması, bu şekilde bir atışın ciddi ve hatta ölümcül yaralanmalara sebebiyet verebileceği gerçeği karşısında, uygun bir kolluk eylemi olarak kabul edilemeyecektir. Buna karşın, göz yaşartıcı bombanın çan şekilde (hafif yukarıya doğru) atılması, çarpması halinde bireylerin yaralanmasını veya ölümüne sebebiyet verilmesini engellediği ölçüde uygun bir atış tarzı olarak kabul edilebilecektir.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu;

i. Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanma nedeniyle zor kullanma sınırlarının aşılmadığına istinaden verilen kovuşturmasızlık kararının yerinde olmadığını, yaralanma düzeyinin düşüklüğünün her durumda bu sonuca götürmesinin hatalı olduğunu, aradan geçen iki buçuk yıla karşın yara izinin geçmediğini, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre yüzde sabit eser oluşturmasa dahi yaranın boyutunun yaralanmanın ciddiyetini gösterdiğini,

ii. Adli kolluk olarak jandarma teşkilatının kullanılması talebinin reddedilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığına gölge düşürdüğünü, soruşturmanın polisin inisiyatifine terk edildiğini,

iii. Ankara Emniyet Müdürlüğündeki yetkili güvenlik şube müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı, Çevik Kuvvet Şube Müdürü, İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında işlem yapılmadığını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlık görüşünde, soruşturmada yapılan işlemler özetlenmiş; Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği içtihatlara yer verilerek bu içtihatlara göre değerlendirme yapılması gerektiği bildirilmiştir.

31. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki bilgileri tekrarladıktan sonra AİHM'in Abdullah Yaşa ve diğerleri/Türkiye kararındaki ölçütlere göre değerlendirme yapılması gerektiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

32. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 17. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

"Madde 17 - Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

33. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiası insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında değerlendirildiğinden bu hususta ayrıca inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

35. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi ilkeleri için bkz. Özge Özgürengin, §§46-54.

36. Başvurucu 1/6/2013 tarihinde Gezi Parkı olaylarıyla ilgili olarak Ankara’da yapılan gösteride gösterinin barışçıl niteliğini bozucu bir davranışta bulunmamasına karşın polisin kullandığı gaz fişeğiyle şakağından yaralanması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

37. Başvuru konusu olayda öncelikle mevcut koşullarda meydana gelen muamelenin niteliğinin tespit edilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlileri tarafından basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralanmanın konu edildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli (B. No: 2014/10459, 13/7/2016), Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) ve Özge Özgürengin başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir. Herkesin gelip geçtiği bir cadde üzerinde gerçekleşen olayda, başvurucunun yüzünde sabit iz niteliğinde olmamakla birlikte şakak bölgesinde kalıcı renk değişimi, üst çene bölgesinde ise cilt altı ödem bulunduğu adli tıp raporuyla ortaya konulmuştur. Mevcut başvuruda da anılan başvurularda verilen kararlardan ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.

38. Anayasa'nın 17. maddesi, güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan, fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

39. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği doktor raporları ve tanık anlatımları iddianın soruşturma yapılmasını gerektirecek düzeyde tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığıdır.

40. Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63).

41. Göz yaşartıcı gaz silahlarının müdahale edilen kişilere doğrudan ve dik (yere paralel ya da 45 derecelik açının daha da altında bir eğimle) bir açıyla tutularak ateşlenmemesi, bunun yerine silahın menzili dikkate alınarak havaya doğru uygun bir açıyla hedeflenen noktaya ulaşabilecek bir atışın yapılması gerekir. Böylelikle ciddi ve ölümcül yaralanmaların yaşanması engellenebilir (Özlem Kır, § 64).

42. Soruşturma sonucunda başvurucudaki yaralanmanın kolluğun müdahalesiyle gerçekleştiği kabul edilmekle birlikte bunun zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun yasal unsurlarının oluşumuna yeterli gelmediği değerlendirilerek kovuşturmasızlık kararı verilmiştir. Kararda genel olarak gösterinin barışçıl niteliğinin bozulmasının müdahaleyi gerekli kıldığı ortaya konduktan sonra meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olmasından ötürü müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.

43. Her ne kadar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntüler -bir kısmında ciddi şiddet hareketlerinin meydana geldiği görülmekteyse de- Ziya Gökalp Caddesi’nde şiddet hareketi olduğunu ortaya koyan bir unsur taşımamaktadır.

44. Başvurucunun bulunduğu mahaldeki göstericilere kolluk müdahalesinin gerekliliği, ne idari ne de yargısal mercilerce ortaya konulabilmiştir. Başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan açılmış bir soruşturmanın bulunmaması da kayda değer başka bir noktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucu, katıldığı toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin gaz fişeğiyle yaptığı müdahaleden ötürü yaralanması hususunda etkisiz ve özensiz yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadığını ileri sürmüştür.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkin genel ilkeler Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§ 70-74) başvurusunda açıklanmıştır.

48. Kamu düzenine yönelik olarak toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

49. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

50. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığının, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütmektir.

51. Başvurucu, kolluk amirleri hakkındaki suç ihbarı dilekçesindeki iddialarının karşılanmayarak soruşturma dışı bırakıldığını öne sürmüştür.

52. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesinin dördüncü fıkrasında, toplu kuvvetle müdahale edilen durumlarda zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçlerin müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edileceği düzenlenmiştir.

53. Başvurucuya isabet eden gaz fişeğinin cebir gücünü doğrudan kullanan polis memurunun kişisel bir kusuru sonucu mu yoksa verilen emir kapsamında mı atıldığı hususunda ceza hukuku bağlamında illiyet bağının bulunup bulunmadığıyla bağlantılı olarak başvurucunun iddialarıyla ilgili değerlendirme yapılmadığı görülmüştür (başvurucunun iddialarının soruşturma konusu yapılmamasının ihlal nedeni olarak tespit edildiği kararlar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 134; Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 104).

54. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği "Genel İlkeler" kısmında açıklanmıştır.

55. Somut olayda gaz fişeği kullanılması sonucu başvurucunun yaralandığı İbnî Sina Hastanesinin raporuyla tespit edilmiştir. Bu raporun bir suretinin hekim tarafından kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma yapılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, §§ 119-121). Soruşturma, olaydan kırk gün sonra başvurucunun şikâyeti üzerine ancak başlatılabilmiştir.

56. Söz konusu olayla ilgili soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, bilirkişi incelemeleri gibi tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler yetkililerce alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

57. Savcılığın kamera görüntülerinin tespiti için verdiği talimat üzerine kolluğun iç yazışmalarında KYGS görüntülerinin arşivde saklama süresi sona erdiğinden kayıtların elde edilemediği bildirilmiştir. KYGS görüntülerinden ise ANK-280 No.lu hareketli ve ANK-280 Sabit-1 No.lu kamera görüntüleri dışındakilerin akıbetiyle ilgili bir bilgi yoktur. Toplumsal olaylara müdahale araçlarındaki (TOMA) kayıtların saptanması için girişimde de bulunulmamıştır. Foto Film Şube Müdürlüğünün Savcılığa göndermiş olduğu dört CD’deki kayıtların eklektik biçimde elde edildiği bilirkişi raporuyla tespit edilmiştir. Başvurucunun yaralanma anına ait bir görüntü bulunup bulunmadığının anlaşılması bakımından kayıtların ham hâlinin elde edilmesi için girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi de dosyada bulunmamaktadır.

58. Başvurucudaki yaralanmanın kolluğun güç kullanmasından kaynaklandığının soruşturma makamı tarafından da kabul edildiği somut olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, § 63; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 62; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 86). Kamu makamlarının bu yükümlülüğün gereği olarak olay yerini gören kamuya ve özel kişilere ait ev ve işyerleri kameraları, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'da bulunan video ve görüntü kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirleri alması icap etmektedir. Müdahale sürecini ortaya koyan tutanaklar da aynı amaca hizmet etmektedir. Bunlardan imtina edilmesi toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin gerekli ve orantılılığını makul bir şekilde açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019, § 74).

59. Soruşturmadaki bu özensizlik, ayrıca soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda başvurucuda kuşku oluşmasına ve başvuru formunda bunu dillendirmesine yol açmıştır.

60. Başvurucuya hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin gaz fişeği attığı sorusunun cevabının bulunması hususunda da soruşturmada yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Olay yerinde gaz tüfeği kullanmakla görevli polislerin kimliklerinin tespiti için adım atılmamıştır. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmasızlık kararında şüphelilerin “Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli” biçiminde anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 87; Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

61. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin analizi ele alınacaktır.

62. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarına ilişkin yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Müştekinin (başvurucu) iddialarıyla soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen, olayın olası şüphelilerinin amiri konumundaki Emniyet Müdürlüğünün değerlendirmeleri kararın çatısını oluşturmuştur. Emniyet Müdürlüğünün bu değerlendirmesinin tek başına karara esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66).

63. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla, sağduyulu ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Kızılay civarında farklı yerlerdeki göstericilerin tamamının aynı düzeyde şiddet hareketinde bulunarak gösterinin barışçıl niteliğini zedelediği varsayımından yola çıkılarak başvurucunun içinde bulunduğu öznel durum dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde göstericilere yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle sonuca ulaşılmıştır (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 68).

64. Olayın sebebinin aydınlatılması için atılması gerekli adımların soruşturma mercii tarafından eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

66. Başvurucu, toplantı ve gösteri yerinin seçiminin bu hak kapsamında kalmasına rağmen toplantı ve gösterinin Kızılay Meydanı’nda yapılmasının şiddet kullanılarak engellendiğini belirterek toplantı ve gösteri düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

67. Bakanlık, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

68. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34 - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

69. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

70. Başvurucunun gösteri yürüyüşü sırasında kolluğun güç kullanması sonucunda yaralanmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

71. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları taşımadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 13 - Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

72. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

74. 2559 sayılı Kanun'un 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

75. Başvurucuya yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

76. Bu konudaki genel ilkeler için bkz. Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, §§ 83-88.

77. Barışçıl toplantılara yapılan müdahalenin kamu düzeninin korunması amacıyla yapıldığının ve katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerekir (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46).

78. Adli muayene raporu, tanık Y.Ç. ve S.C.nin beyanlarından anlaşılacağı üzere 1/6/2013 günü Gezi Parkı AVM projesini protesto etmek amacıyla Kızılay'da yapılan gösteriye katılan başvurucu, başına gaz fişeği isabet ederek yaralanmıştır. Kovuşturmasızlık kararında da başvurucunun kolluğun müdahalesi sonucunda yaralandığı kabul edilmiştir.

79. Ancak başvurucunun bulunduğu Ziya Gökalp Caddesi'nde şiddet hareketlerinin orada meydana geldiği ve başvurucunun bunlara katıldığını gösteren bir unsur bulunmamaktadır. Başvurucunun ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandığı, bizzat şiddete başvurduğu ya da bu hakkını barışçıl kullanmadığı yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucunun eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

80. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Hicabi DURSUN bu görüşe katılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

81. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

82. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

84. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

85. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlalinin Savcılıkça verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

86. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/92172 Soruşturma, K.2016/42188) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

87. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

88. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Hicabi DURSUN'un karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2013/92172 Soruşturma, K.2016/42188) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protestolara başvurucu da katılmış ve bu kapsamda 1.6.2013 tarihinde Ankara Kızılay Meydanı Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen protestolar esnasında polis tarafından atılan gaz kapsülü ile yaralanmıştır. Bu nedenle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiası ile mahkememize bireysel başvuruda bulunmuştur.

Başvuruya konu olayda; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği yönündeki mahkememiz çoğunluk görüşüne katılmakla birlikte toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin çoğunluk görüşünden şu gerekçelerle ayrılmaktayım:

Bilindiği üzere Gezi Parkı olaylarının başlangıç dayanağının, belli sayıda göstericiden oluşan grubun, Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi'ni protesto etmek amacıyla 27/5/2013 tarihinde İstanbul Gezi Parkı'nda toplanması olduğu belirtilmektedir. Türkiye İnsan Hakları Kurumunun (TİHK) 30/10/2014 tarihli Gezi Parkı olayları hakkındaki raporunda (rapor) şu bilgi ve açıklamalara yer verilmiştir (Oğulcan Büyükkalkan ve diğerleri, B. No: 2014/17226, 10/1/2018, § 8):

“i. Gezi Parkı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim Meydanı’nın yakınlarında konumlanan bir şehir parkıdır. Gezi Parkı'nın bu ismi alması ve söz konusu mekânda gerçekleşen değişimler, Gezi Parkı olayları vesilesiyle gündeme gelmiş; konuya ilişkin birçok açıklama yapılmış ve tartışma yaşanmıştır.

ii. Gezi Parkı olayları, İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış ve haziran-temmuz aylarında yoğunlaşmak suretiyle Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.

iii. Gezi Parkı olaylarının kronolojik gelişimine dair bir kısım bilgi şöyledir:

- 27/5/2013: Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında, Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi'ne bakan duvarının 3 metrelik kısmının gece 22.00 civarında yüklenici firmaya ait iş makineleri tarafından yıkılması ve beş ağacın yerinden sökülmesi üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşundan oluşan Taksim Dayanışması üyelerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık yirmi kişi iş makinelerini durdurarak parkta nöbet tutmaya başlamıştır.

- 28/5/2013: Ağaçların sökülmesini engellemek için durumdan haberdar olan birçok kişi parka gelmiş, eylemciler ile eylemcilere ait parktaki çadırları sökmek isteyen zabıtalar arasında arbede yaşanmıştır.

- 30/5/2013: Kolluk kuvvetleri tarafından saat 05.00 civarında parktaki eylemcilere müdahale edilmiştir. Kaldırılan çadırların bir kısmı yakılmış, geri kalanına el konulmuştur. İnşaat ekibi parktaki çalışmalarına tekrar başlamıştır.

 - 31/5/2013: Saat 04.30 sıralarında parkta bulunanlara müdahale edilmiş, park boşaltılarak parka girişler polis bariyeriyle kapatılmış, parkın boşaltılmasından sonra Taksim Meydanı ve çevresinde toplanan göstericilere biber gazı ve basınçlı su kullanılarak yapılan müdahaleler sonucunda birçok kişi yaralanmıştır. Protestolar başka şehirlere de yayılmış, özellikle Ankara'da birçok eylem yapılmıştır.

- 1/6/2013: Gezi Parkı eylemine müdahale eden polisin güç kullanımını protesto eylemleri tüm Türkiye’ye yayılmış, kolluk görevlilerince Ankara Kızılay Meydanı’nda toplanan gruplara yoğun olarak gaz bombası atılmıştır. İçişleri Bakanı 48 ilde 90'ın üzerinde eylem yapıldığını, 939 kişinin gözaltına alındığını, 53'ü vatandaş, 26'sı polis olmak üzere toplam 79 kişinin yaralandığını ve bu yaralıların 19'unun tedavisinin İstanbul'da devam ettiğini açıklamıştır.

- 2/6/2013: İçişleri Bakanı 67 ilde 235 eylem yapıldığını, 1.730 kişinin gözaltına alındığını, 115 güvenlik görevlisinin yaralandığını, 58 kişinin tedavisinin devam ettiğini ve 6 kişinin yoğun bakımda olduğunu açıklamıştır.

- 3/6/2013: İzmir Karşıyaka’da bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ilçe binası göstericiler tarafından ateşe verilmiş, İstanbul Dolmabahçe’de polis ve eylemciler arasında çatışma yaşanmış; polis, biber gazı ve tazyikli suyla müdahale ederken eylemciler kaldırım taşlarından barikatlar kurmuş, polise taş ve molotof kokteylleriyle karşılık vermiştir.

- 4/6/2013: Ülke çapındaki gösterilerde yaşanan polis müdahalesi İstanbul Adliyesinde avukatlar tarafından protesto edilmiş, İstanbul Beşiktaş’taki Başbakanlık ofisine yürümek isteyen ve “Dağılın!” uyarısını dikkate almayan gruba polis tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etmiştir.

- 5/6/2013: Taksim Dayanışması Platformu temsilcileri Başbakan Yardımcısı ile görüşme yapmış ve kendisine taleplerini iletmişlerdir. Bu platforma katılan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türk Tabipler Birliği (TTB) ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Türkiye genelinde iş bırakma eylemi başlatmıştır.

- 6/6/2013: İçişleri Bakanı 915 kişinin hastaneye kaldırıldığını, 79 kişinin tedavisinin sürdüğünü, 4 kişinin hayati tehlikesinin devam ettiğini ve 8 kişinin yoğun bakımda bulunduğunu, 516 kolluk görevlisinin yaralandığını açıklamıştır.

- 9/6/2013: Taksim Dayanışma Platformu, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı miting düzenlemiştir.

- 11/6/2013: Kolluk kuvvetleri on gün aradan sonra sabah erken saatlerde göstericilerin hazırladığı barikatları aşarak Taksim Meydanı'na gelmiş; kısa sürede meydana hâkim olan polis, meydandaki pankartları indirmiştir. Polisin Gezi Parkı'na müdahalesi sonucu protestocularla kolluk kuvvetleri arasında çatışmalar yaşanmıştır.

- 12/6/2013: Sabah saat 04.00’e kadar süren olaylar, polisin meydandan çekilmesi ile sakinleşmiştir. Aynı gün Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile Ankara’da bir araya gelmiştir.

 - 14/6/2013: Başbakan, Gezi Parkı’ndaki eylemlerde yer alan bazı grupların temsilcileri ile ikinci kez bir araya gelmiştir.

- 15/6/2013: Taksim Dayanışması üyeleri eylemlerini sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdüreceklerini, park ve çevresindeki diğer çadırlar, flamalar ve bayrakların indirileceğini açıklamış; bu doğrultuda saat 16.00 civarında Taksim Platformuna ait olanlar haricindeki diğer flama ve bayraklar indirilmiş, ayrıca Gezi Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatlar temizlenmiştir. Bazı grupların alanda kalmaya devam edeceklerini beyan etmeleri üzerine saat 17.30’dan itibaren kolluk kuvvetleri parktaki göstericilere dağılmaları yolunda anons yapmaya başlamış, gaz sıkılmış, saat 20.50’de müdahale başlamıştır. Kısa sürede kolluk kuvvetleri Gezi Parkı’na girmiş ve park girişe kapatılmıştır.

- 24/6/2013: Olayların yaşandığı Gezi Parkı'nda haber yapmaya çalışan basın mensuplarına yönelik müdahale ve gözaltılar gerçekleşmiştir.

- 6/7/2013: Taksim Dayanışmasının çağrısı üzerine Gezi Parkı'na gelen kişilere polis müdahale etmiştir.

iv. Olayların çevreci bir saikle başladığını, bireylerin yaşadıkları çevreye ilişkin kararların kendilerine sorulması talebini ortaya koyduklarını ifade edenler olduğu gibi yerleri değiştirilen ağaçların bahane olarak kullanıldığını, hareketin iktidara karşı yurt dışı destekli bir kalkışma olduğunu belirtenler ve polisin sert müdahalesini Başbakanlık binasının ele geçirilmeye çalışılması, kamu ve özel kişilerin mallarına zarar verilmesi ile ilişkilendirenler de mevcuttur. Bazı çevrelere göre ise Gezi Parkı olayları, toplumun türdeş olmayan geniş bir kesiminin Hükûmet politikalarına karşı kendi hayat tarzlarını koruma yönündeki tepkilerinin bir ifadesidir.

v. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde Gezi Parkı olayları çerçevesinde 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiş, bu eylem ve etkinliklere 3.611.208 kişi katılmış, olaylara ilişkin olarak 104.519 emniyet personeli görevlendirilmiş, söz konusu gösterilerden 164’üne müdahalede bulunulmuş, bir komiser yüksekten düşme nedeniyle şehit olmuş, üçü silahla ve ikisi bıçakla olmak üzere 697 güvenlik görevlisi yaralanmış, olaylar sırasında yaşamını yitiren dört sivil vatandaşın ölümüyle ilgili adli ve idari soruşturma yürütülmüş, olaylara ilişkin gözaltına alınan 5.513 kişiden 148'i tutuklanmış, görevlendirilen polislerden 127'si hakkında uygulamaları nedeniyle araştırma/soruşturma işlemleri yapılmıştır.

vi. Gezi Parkı olayları sırasında yaralanma ve ölüm yaşanmıştır. TTB verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.”

2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. ve 16. maddelerinde yapılan düzenlemeler arasında; polisin genel emniyetle ilgili görevlerinden bahsedilmiş, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, polisin, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğu, bu yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabileceği, göz yaşartıcı gazlar veya tozların da "maddi güç" kapsamında olduğu belirtilmiştir.

Öncelikle Anayasa’nın 34. maddesi kapsamında barışçıl toplantılar anayasal güvence altındadır. Bir kimsenin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet hareketleri sebebiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz. Şiddet hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin Anayasa'nın 34. maddesinin altında güvenceye alınmış olan hakları korunmaya devam eder. Kolluk güçlerinin toptan yasaklama yerine barışçıl toplantı yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. Ancak şiddet yaygınlaşmış ve toplantıya bir bütün olarak hâkim olmuş ise artık barışçıl bir toplantıdan bahsedilemeyeceği kuşkusuzdur. Dolayısıyla kamu gücünü kullanan organların toplantı hakkının kullanılmasını müdahalesinde şiddetin toplantı ve gösteri yürüyüşünün tamamına hâkim olduğu gerekçesine dayanmaları beklenir. Şiddete başvurduğu tespit edilemeyen ve müdahalenin gerekli olmadığı kişilerin şiddetin toplantının tamamına hâkim olduğu açık olan olaylarda müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmemesi de beklenemez. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekmekte ise de müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin kolluk tarafından mutlak olarak uygulanması her zaman kolay olmayıp somut olayın şartlarına göre değerlendirmek gerekecektir.

Somut olaya bakıldığında, polis tutanağına göre 01.06.2013 günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve bazı gruplar tarafından 'İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve şehrin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmışlar, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile gizlemişlerdir. Yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk kuvvetleri ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine kolluk tarafından şiddet eylemlerinin geneline hâkim olduğu ve yaygınlaştığı eyleme müdahale edilmiştir. Başvurucunun somut olayda şiddete başvurduğuna ilişkin açık bir tespit bulunmasa da Gezi Parkı olaylarının şiddet hareketlerinin tüm ülkeye yayılmış olması, kamu düzeni ve kişiler üzerindeki ciddi derecedeki olumsuz etki ve sonuçları (bkz. yukarıda TİHK raporu) ile o günkü eylemde şiddete başvuran kişilerin toplantının barışçıl özelliğini ortadan kaldıracak seviyede -polis tutanağında belirtildiği üzere-toplantının tamamına teşmil eden şiddet hareketleri, kolluğun kamu düzenini sağlamakta karşı karşıya olduğu o sürece özgü zorluklar dikkate alındığında kolluk tarafından başvurucunun toplantı hakkının şiddete başvuranlardan ayrıştırılarak korunmasının somut olayda mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle; başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının- toplantının yapıldığı sürecin şartları ve dosya içeriğindeki veriler dikkate alındığında ihlal edilmediği kanaatine vardığımdan, Anayasa’nın 34. Maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmadım.

 

 

 

 

Üye

 Hicabi DURSUN

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AKIN CAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13469)

 

Karar Tarihi: 10/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Akın CAN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında orantısız güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1/6/2013 tarihinde Ankara'nın Ziya Gökalp Caddesi'nde gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan kapsülün başına isabet etmesiyle yaralanmış ve aynı gün Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda "Kafasına gaz bombası gelmiş. Sağ temporalde [başın sağ kulak üstü kısmı] 5 cm lik kesi. Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanmadan bahsedilmemiştir.

10. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda, ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Güvenlik Şube Müdürlüğünden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde saat 15.00-15.30 civarında bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da istemiştir. Cumhuriyet savcısının bizzat yürütmesini istediği soruşturmada başvurucu öncelikle trafik kamera kaydı (MOBESE) ile olaya ilişkin kamu ya da özel kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının toplanmasını ve sorumlu polis memurlarının kimlik tespitlerinin yapılmasını talep etmiştir.

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, 18/7/2013 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediğine, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluk tarafından çekimi yapılan kamera görüntüsünün temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydının araştırılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ile gönderilmesi istenmiştir.

12. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına 2/12/2013 tarihli yazıyla verdiği cevapta;

i. 31/5/2013 tarihinden itibaren çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde İstanbul Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara'da özellikle Kızılay Meydanı ve çevresinde gösterilerin gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Söz konusu olaylarda göstericilerin güvenlik görevlilerine taş, şişe, sopa, bilye vb. gibi sert cisimlerle saldırıda bulunduğu, çevrede bulunan kamu ve özel kişilere ait eşyalara zarar verdiği vurgulanmıştır. Kolluk görevlilerince göstericilerin tamamının duyabileceği şekilde eylemlerine son vererek dağılmaları yönünde ikazlar yapıldığı ancak dağılmamakta direnen ve şiddete başvuran göstericilere karşı kamu güvenliğinin yeniden tesis edilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu ifade edilmiştir.

ii. Başvurucu hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme, yaralama, silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçları kapsamında Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından adli işlem yapılarak dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili birimine iletildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun 1/6/2013 tarihinde Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen eyleme katıldığı, tanınmamak için yüzünü bezle kapattığı, kolluk görevlilerine taş attığı yönünde kamera kaydı bulunduğu belirtilerek bu kayıttan alıntılanan üç fotoğraf yazı ekinde sunulmuştur. Söz konusu fotoğraflardan başvurucunun yüzünün bir kısmının bezle kapatılmış olduğu, elinde taş olduğu ve taş attığı tespit edilebilmektedir. Başvurucu hakkında ayrıca 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme, nitelikli kasten yaralama, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, nitelikli hırsızlık, mala zarar verme, kamu malına zarar verme, ulaşım araçlarının alıkonulması suçlarından adli işlem yapıldığı ve soruşturma evrakının Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirildiği de ifade edilmiştir.

iii. Ankara genelinde Gezi Parkı eylemleri kapsamında gerçekleştirilen gösterilere ve bunlara yapılan müdahalelere ilişkin olarak kolluk görevlileri tarafından düzenlenen toplam dört Olay ve Yakalama Tutanağı ile bir İkaz Tutanağı Cumhuriyet Başsavcılığına verilen cevap yazısı ekinde sunulmuştur. Anılan tutanaklarda il genelindeki gösterilerin nasıl ve ne şekilde geliştiği, gruplara müdahale şekli, hangi göstericilerin ne zaman yakalanarak gözaltına alındığı gibi çeşitli bilgilere yer verildiği görülmektedir. Tutanak içeriklerinde -başvurucunun da yaralandığını belirttiği- Ziya Gökalp Caddesi'ndeki göstericilere olay tarihinde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğundan bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalanarak gözaltına alındığı bilgisine yer verilmediği anlaşılmaktadır. İkaz Tutanağı'nın ise Millî Müdafaa Caddesi'ndeki göstericilere yönelik yapılan ikazlara ilişkin düzenlendiği görülmektedir.

iv. Başvurucunun yaralanmasına neden olan polis memurunun kimlik tespitinin yapılamadığı zira olayların kapsamının büyüklüğü nedeniyle il dışından da birçok kolluk personelinin görevlendirildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Başbakanlık merkez binasının göstericiler tarafından işgal edilmeye çalışılması nedeniyle görev yerleri farklı birçok kuvvetin bu alana kaydırıldığı, bu nedenle başvurucunun şikâyetine konu olayın meydana geldiği bölge çevresindeki görevli tüm kolluk personelinin isim listesinin gönderildiği belirtilmiştir. Anılan listede ellisi gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen yüzlerce kolluk görevlisinin isminin bulunduğu görülmektedir.

v. MOBESE görüntülerine ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta, bahse konu bölgede 6/7/2013 günü saat 04.00'ten öncesine ait görüntü bulunmadığı, ayrıca veri tabanının bir ay süreyle kayıt tuttuğu belirtilmiştir. Ayrıca üç farklı özel kişiye ait işyeri güvenlik kamera görüntülerine ikisi on beş ve otuz günlük kayıt sakladığı, biri ise olay tarihinde yeni kuruluyor olduğu gerekçesiyle erişilemediğine ilişkin tutanaklar düzenlenmiştir. Öte yandan Kent Güvenliği Yönetim Sistemi'nin (KGYS) olay yerine ait 1/6/2013 günü 15.00 ile 17.00 saatleri arasındaki görüntüleri ile kolluğun ilgili birimi (Foto Film Şube Müdürlüğü) tarafından kaydedilen görüntülerin temin edilerek gönderildiği belirtilmiştir.

13. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluğun gönderdiği toplam altı DVD içindeki kamera görüntüleri ve fotoğraflar ile başvurucu tarafından dosyaya sunulduğu anlaşılan bir DVD içindeki fotoğrafları, inceleyip rapor hazırlamak üzere veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bağımsız bir bilirkişiye 30/3/2016 tarihinde tevdi etmiştir. Bilirkişi raporunu dosyaya 31/3/2016 tarihinde sunmuştur. Raporda;

i. Başvurucu tarafından dosyaya sunulan DVD içinde on yedi fotoğraf bulunduğu, fotoğrafların polis memurlarının -nerede ve hangi gösteride olduğu bilinmeyen- göstericilere yaptığı müdahaleleri gösterir mahiyette olduğu belirtilerek bu fotoğraflardan üçüne yer verilmiştir. Bu üç fotoğrafta polis memurlarının göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini -kullanım talimatına aykırı olarak- yatay pozisyonda kullandığı görülmektedir.

ii. KGYS görüntüleri olduğu anlaşılan fakat raporda MOBESE olarak belirtilen iki DVD içindeki toplam altı video dosyasının olay yerini gösterir hareketli kamera kaydı olduğu, görüntülerde Kızılay Meydanı'na ilerleyen çok sayıdaki göstericiye polis müdahalesinin ardından geri çekildiği ve başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir görüntünün tespit edilemediği belirtilmiştir. Görüntülerden alıntılanan toplam yirmi altı fotoğrafa raporda yer verilmiştir. Fotoğraflardan bir kısım göstericinin yüzlerini bezle kapattığı, ellerinde sopa veya flama bulunduğu, yer yer göz yaşartıcı gaz kullanıldığı tespit edilebilmektedir.

iii. Kolluğun ilgili birimi tarafından kaydedilen ve toplam dört DVD içinde sunulan içerikte, üç kamera görüntüsü ile 819 fotoğrafın bulunduğu belirtilmiştir. Görüntülerin Kızılay Meydanı'nın farklı bölgeleri ile Yüksel Caddesi ve Karanfil Sokak'a ait kayıtlar olduğu, süreklilik arz etmediği ve toplam 178 dakika 17 saniye sürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir tespit yapılamadığı belirtilen görüntülerden toplam on beş fotoğraf alıntılanmıştır. Fotoğraflarda göstericiler tarafından atılan taşlar, yollara kurulan barikatlar, göz yaşartıcı gaz dumanı görülmektedir. İçinde fotoğraf bulunduğu belirtilen DVD'den ise sekiz fotoğrafa yer verilmiştir. İlk beş fotoğrafta bazı göstericiler ile göz yaşartıcı gaz dumanı, son üç fotoğrafta ise tahrip edilen bankamatik ile otobüs olduğu görülmektedir. Fotoğraflardan da herhangi bir yaralanma olayının tespit edilemediği belirtilmiştir.

iv. Raporun sonuç bölümünde eylemlerin genelinde göstericilerin dağılmamakta ısrar ettikleri, kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunduğu, göstericiler ile güvenlik güçleri arasında yaklaşık otuz kırk metre mesafe bulunduğu, başvurucunun iddiasına konu olay yeri ve saatinde herhangi bir yaralanmanın tespit edilemediği bilgilerine yer verilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş, bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Sağ temporalde 5 cmlik kesi olduğu kayıtlı olup;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

15. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/11/2013 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde; Hükûmetin demokratik olmayan uygulamalarını protesto etmek amacıyla annesi ve komşularıyla birlikte Kızılay Meydanı'na gelmek için yola çıktıklarını, Ziya Gökalp Caddesi'ne geldikleri saat 15.00 ile 15.30 sıralarında polisin yoğun müdahalesi ile karşılaştıklarını dile getirmiştir. Başvurucu, üç dört polisten bir tanesinin ana gruptan öne çıkarak gaz tüfeği ile atış yaptığını ve sağ kulak üst bölgesine isabet eden gaz kapsülü nedeniyle yaralandığını iddia etmiştir. Polis memurlarının kasklı ya da gaz maskeli olmaları nedeniyle teşhiste bulunamayacağını belirtmiş, atışın kasten ve hedef alınarak yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu vekili ise olay tarihinde ve yerinde gaz kullanmaya yetkili üç polis memurunun kask numaralarını başka bir soruşturma dosyasındaki fotoğraflardan tespit ettiğini belirtmiş ve bu kişilerin bulunmasını istemiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa müzekkere yazılarak durumun sorulması üzerine, kask numaraları belirtilen üç polis memurundan ikisinin gaz kullanmaya yetkili, birinin ise yetkisiz olduğu belirlenmiş; yetkili olan iki personelin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Bir polis memuru ifadesinde; kullandığı gaz tüfeğinin metal kapsül atmayan, sadece yirmi yirmi beş metreye kadar gaz atabilen bir tüfek olduğunu, olay günü saat 12.00 ile 13.00 arasında yedi sekiz kez gaz attığını ancak grubun önüne çıkarak gaz tüfeği kullanmadığını belirtmiştir. Gaz tüfeğinin yiv seti bulunmadığını, nişangâh tertibatının olmadığını, bu nedenle nişan alınarak atış yapılmasının teknik olarak mümkün olmadığını da dile getirmiştir. Polis memuru ayrıca olay günü göstericilerin saat 15.00 civarında yoğun taşlı saldırılarına maruz kaldıklarını, mühimmatlarının azaldığını, sayılarının az ve yolların kapalı olması nedeniyle takviye edilemediklerini, geri çekilmek zorunda kaldıklarını, ayrıca bu saldırıda yaralandığını belirterek buna dair sağlık raporu ibraz etmiştir. Diğer polis memuru ise saat 14.00-14.30 civarında olay yerinden Güvenpark istikametine doğru geri çekildiklerini zira mühimmatlarının bittiğini ve göstericilerin sayıca fazla olduğunu, hedef alarak atış yapmadığını belirtmiş ve müsnet suçlamayı kabul etmemiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 31/03/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Akın Can'ın kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

...[kolluğa yazılan müzekkere cevabına yer veriliyor]ayrıca 01/06/2013 tarihinde Kızılay bölgesi Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen şiddet içerikli kanuna aykırı eylemler esnasında çekimi yapılan görüntüler üzerinde yapılan izlemede, Akın Can isimli şahsın tanınmamak için yüzünü bez parçası ile gizlemek suretiyle emniyet mensuplarına taş, sopa, şişe vb sert cisimlerle saldıran şahıslardan olduğu tespit ve aralarında Akın Can isimli şahsın da bulunduğu şüpheliler hakkında işlem yapıldığının bildirilmiştir.

Başsavcılığımızca Müşteki Akın Can'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 01.06.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 01.06.2013 tarihli gösteriye müdahale eden şüpheliler [M.K.][A.S.] ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"

18. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 9/6/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Şikayetçinin çıkan olaylarda raporunda belirtilen şekilde yaralandığı ileri sürülmüş ise de; şikayetçiye TCK. 256 maddesi kapsamında zor kullanma sınırlarının aşılması suretiyle müdahalede bulunulduğuna dair soyut iddia dışında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bir delil bulunamadığı, dosya kapsamı ve uzman bilirkişi tarafından düzenlenen 31/03/2016 günlü rapor içeriği ile belirlenmiştir. Bu nedenle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmanın usul ve yasaya uygun olduğu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuka uygun bulunduğu, kararda gösterilen gerekçelerin dosya içeriğine uygun olduğu anlaşılmakla; [reddine karar verildi.]"

19. Ret kararı 22/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Öte yandan başvurucu katıldığı gösterideki terör suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri (bkz. § 12) nedeniyle 22/6/2013 tarihinde tutuklanmış ve 31/7/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 9/12/2016 tarihli iddianamenin Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesince kabulüyle başlayan başvurucu hakkındaki kamu davası derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir. Bunun dışında AİHM'in Razvozzhayev/Rusya ve Ukrayna ve Udaltsov/Rusya (B. No: 75734/12, 19/11/2019) kararına da değinilmesi gerekmektedir. Anılan kararda AİHM, barışçıl olmayan ya da barışçıl amaç taşımayan göstericilerin Sözleşme'nin 11. maddesi kapsamında koruma görmeyeceğini belirtmiş ve barışçıl olmadığını tespit ettiği bir başvurucu yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 282-284).

28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi, annesinin tanık olarak dinlenmemesi, hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı müzekkeresine verilen cevabın yeterli olmadığını, alınan bilirkişi raporunun ise olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediğini de iddia etmiştir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği, kötü muamele yasağını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesini ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 40. maddesini ihlal etmiştir.

31. Başvurucu; kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını, bu uygulamanın ülkede sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında 1/6/2013 tarihindeki başka bir olaya ait olduğunu belirttiği iki CD'yi başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunmaktadır. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.

32. Bakanlık görüşünde, başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içerikli eylemde bulunduğu da hatırlatılarak adli makamların olaydan haberdar olur olmaz soruşturma açtığı, sağlık raporu ve kamera görüntüleri gibi gerekli olan tüm delillerin toplandığı belirtilmiştir. Bakanlık; soruşturma kapsamında kamera görüntüleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığını, soruşturmanın kamu denetimine açık şekilde yürütüldüğünü, başvurucuya sürece etkili şekilde katılım ve itiraz etme imkânlarının tanındığını ifade ederek olayda etkili bir soruşturmanın yürütüldüğünü savunmuştur.

33. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel başvuruda ileri sürülen iddiaların ele alınmadığını, bunun yerine genel geçer ifadelerle ihlal oluşmadığı yönünde taraflı bir görüş sunulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanımının talimatlara aykırı olarak kullanıldığı yönündeki iddiası hususunda Bakanlığın bir değerlendirme yapmamasını vurgulayarak bu durumun sistematik şekilde ve ülke genelinde uygulandığı yönündeki düşüncesi ile hak ihlali iddiasını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği iddiası ile soruşturmanın olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki iddiası anılan yasağın usul boyutu içinde kaldığından bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için makul seviyesini aşan bazı kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

43. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81). Kendisine karşı şiddet uygulayan kişilere karşı polisin müdahale etmesi kabul edilebilir, ancak her hâlükârda müdahalenin ölçülü olması ve aşırı olmaması gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 88).

44. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

45. Anayasa Mahkemesi, kötü muamelenin kişi üzerindeki etkisine göre Anayasa ve Sözleşme kapsamında nasıl derecelendirildiğine, buna göre eylemin işkenceeziyet ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nitelendirmelerinden hangisine uygun olduğuna ilişkin temel ilke ve belirlemelerini ortaya koymuş (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84, 85, 88-90) ve bu ilkeleri birçok kararında da tekrar etmiştir (birçok karar arasından bkz. Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019, §§ 49-53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvurucu, katılmış olduğu bir gösteride kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmiştir. Şu hâlde başvurucunun kendisine karşı güç kullanıldığı yönündeki iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başka bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.

47. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğinin olayda aşılmadığı da söylenemez.

48. Kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun katılmış olduğu toplantıda barışçıl bir tutum içinde olmadığı yönündeki iddia kamu makamlarınca kamera görüntüsü gibi objektif bir delille desteklenmiştir (bkz. § 12). Buna göre başvurucunun yüzünü tanınmasına engel olacak şekilde bezle kapatması ve güvenlik güçlerine taş atması barışçıl bir gösterici olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Şu hâlde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı güç kullanılarak yapılan müdahalenin gerekli olduğu açıktır.

49. Başvurucuya karşı uygulanan gücün orantılı olup olmadığına ilişkin yapılacak değerlendirmede ise kullanılan maddi güç aracı, başvurucuda meydana gelen yaralanmanın şekli ve niteliği gibi hususlar şüphesiz önemli olmakla birlikte olayda başvurucunun ileri sürdüğü kasıtlı ve hedef gözeterek atış yapılması iddiasıyla bu konuda kamu makamlarının olaya getirdiği açıklama da dikkate alınmalıdır.

50. Başvurucuda meydana gelen yaralanma, niteliği ve sonucu itibariyle hafif şekilde tariflense de yaşamsal açıdan riskli olarak kabul edilen baş bölgesindedir (bkz. §§ 9, 14). Ne var ki söz konusu yaralanmanın, başvurucunun yaklaşık yirmi metreden ve hedef gözetilerek yapılan atış sonucunda oluştuğu yönündeki iddiasının da tam olarak doğrulandığı söylenemez. Zira anılan mesafeden atılan ve isabet eden bir gaz mühimmatı daha ciddi sonuçlar doğuran bir yaralanmaya neden olabileceği gibi başvurucunun iddia ettiği şekilde yapılan atışın baş bölgesini sıyırarak başvurucuyu yaralaması da söz konusu olabilir.

51. Olaya dair kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda ve bilirkişi raporunda; gösterici gruba dağılmaları yönünde anons yapıldığı, dağılmamakta direnen kalabalığa önce tazyikli suyla sonra göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir. Bu açıdan maddi gücün ağırlığı nispetine göre tedricen orantılı olarak kullanıldığı not edilmelidir. Ancak başvurucu -daha özel bir şikâyet olarak- göz yaşartıcı gazın kullanımında ölçüsüz bir durumun ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Başka bir ifadeyle kullanılan maddi güç aracının bizatihi orantısız olması değil talimatlara (bkz. §§ 26, 28) uygun şekilde kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan orantısızlıktan yakınmakta ve bu hususu vurgulamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere (bkz. § 50) anılan iddiayı başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor tek başına doğrulamaktan uzaktır. Bunun dışında başvurucunun belirttiği olay yeri ve olay anına ilişkin KGYS görüntüleri bağımsız bir bilirkişi tarafından incelenmiş ve yaralanma anına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca olay yerini gösterme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına olayın üzerinden belli bir zaman geçmiş olması nedeniyle erişilemediği (bkz. § 12), derhal resmi bir soruşturma başlatılmamış olmasının ise bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 62). Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile Hâkimliğin itiraz incelemesinde başvurucuya karşı kamusal güç kullanımının varlığı kabul edilmekle birlikte orantısız şekilde kullanıldığı yönündeki iddia delil yetersizliği gerekçesiyle reddedilmiş ancak güç kullanımının neden ve ne şekilde orantılı olduğu yönünde bir açıklama yapma yoluna gidilmemiştir (bkz. §§ 17, 18).

52. Şu hâlde başvurucunun yaralanmasının iddia edildiği gibi polis memurunun göz yaşartıcı gaz tüfeğinden kasıtlı ve hedef gözeterek yaptığı bir atış sonucu oluştuğu iddiası kamu makamlarınca -derhal resmi bir soruşturma başlatmama sonucu toplanamayan bazı delillerin de etkisiyle (bkz. § 63)- çürütülebilmiş değildir. Bu durumda savunulabilir bir iddia ileri süren başvurucuya karşı kolluk görevlisince kullanılan maddi gücün orantılı olduğu sonucuna varılamayacaktır.

53. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunun tam olarak tespit edilememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 12). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve bu nedenle de sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda orantılı şekilde güç kullanılmasının temininin zorlaştığı anlaşılmaktadır (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019, § 54).

54. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmakla birlikte orantısız uygulanan kamusal gücün özellikle bilgi alma cezalandırma veya yıldırma amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenemeyecektir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmaların niteliği bir bütün olarak ele alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

56. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

57. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın bu maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

58. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

59. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

60. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

61. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

62. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, § 99).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

63. Başvurucunun 1/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 9). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu, bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim olay anına ilişkin görüntü ihtiva etme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına soruşturmanın geç başlatılmış olması nedeniyle erişilememiştir (bkz. § 12). Dolayısıyla resmî soruşturmanın derhâl başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

64. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de resmî soruşturmanın derhâl başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Yardımcısı ile Vali'yi sadece ismen zikrettiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olduğunu belirtmediği görülmektedir (bkz. § 10). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 63).

65. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 13). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim oluştuğu söylenemez (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 64).

66. Başvurunun soruşturma dosyasına sunduğu kamera görüntüsü ve bazı fotoğraflar soruşturmanın sonucuna etki etme ihtimaline binaen Cumhuriyet Başsavcılığınca bilirkişi marifetiyle incelenmiştir (bkz § 13). Bu yönüyle başvurucunun sunduğu delillerin soruşturma makamınca dikkate alınmasıyla makul birtakım taleplerinin karşılanması, başvurucunun soruşturmaya etkin bir şekilde katılımının sağlandığını göstermektedir.

67. Son olarak soruşturma kapsamında elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak başvurucuya karşı kolluk görevlilerince kullanılan gücün gerekliliği ve orantılılığı hususunda yeterli düzeyde bir açıklama yapılıp yapılmadığı incelenmelidir. Şiddet hareketlerine katılması olgusu objektif birtakım delillerle ortaya konan başvurucuya karşı kamusal güç kullanılmasının gerekli olduğu kararda yeterli bir gerekçeyle açıklanmıştır. Ne var ki kararda başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılılığı hususunda gerekçe ihtiva eden bir açıklamaya yer verilmediği, sadece suçun unsurlarının oluşmadığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmektedir (bkz. § 17).

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

69. Başvurucu, katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu kolluk görevlilerinin göstericilere bir saldırısı olmadığı sürece herhangi bir karşı eylemde bulunmadığını ancak polis aşırı güç kullanımıyla saldırıda bulunduğunda kaçınılmaz olarak bazı çatışmaların yaşandığını iddia etmiştir.

70. Bakanlık, başvurucunun katılmış olduğu gösterinin barışçıl olmadığını belirtmiş; başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içeren hareketlerinin kamera görüntüsüyle tespit edildiğine vurgu yapmıştır. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin benzer mahiyette olduğunu değerlendirdiği bazı kararlarına atıf yaparak bu kararlardaki tespitlerin de yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

71. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, kolluk görevlilerinin toplantıya orantısız güç kullanarak müdahale etmesinin ülke genelinde sistematik bir hâle geldiği yönündeki yakınmalarını ve hak ihlali iddiasını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

72. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

73. Anayasa’nın 34. maddesi, fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi, gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilme imkânı kişilere sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Osman Erbil, § 54).

74. Somut olayda, şikâyete konu gösteride barışçıl tutum içinde olmayan, güvenlik görevlilerine taş, şişe, bilye vb. gibi sert cisimler atan, yüzlerini tanınmamak için bezle kapatan bazı kişilerin bulunduğu, başvurucunun da bu kişilerden biri olduğu kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 12). Ayrıca kamu makamlarınca başvurucunun şiddet içeren eylemleri kamera görüntüsü ile de ortaya konulmuş durumdadır. Dahası yürütülen adli soruşturma kapsamında bir süre tutuklu kalan başvurucu hakkındaki kamu davası da devam etmektedir (bkz. § 21). Dolayısıyla katıldığı gösteride barışçıl bir tavır içinde olmayan başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri hakkının sağladığı korumadan yararlanması beklenemez (benzer yönde bkz. Bülent Teoman Özkan ve diğerleri, B. No: 2016/557, 29/1/2020, §§ 111-117).

75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı ile şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

77. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini isteyip 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmasına karşın yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunmamıştır.

78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

80. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak ihlal sonucuna varılmasını gerektiren sebepler gözetildiğinde Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden soruşturma yapılmasında yarar olmadığı değerlendirilmiştir.

81. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net -isteme uygun olarak- 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALPER CAN AYKAÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/16563)

 

Karar Tarihi: 23/6/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucular

:

1. Alper Can AYKAÇ

 

 

2. Muhip HİLOOĞLU

Vekili

:

Av. Ayşegül KUMAŞ

 

 

3. Ayşegül KUMAŞ

 

 

4. Mehtap KOÇ

Vekili

:

Av. Alper Can AYKAÇ

 

 

5. Ebru AK

Vekilleri

:

Av. Ayşegül KUMAŞ

 

 

Av. Alper Can AYKAÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Gezi Parkı gösterileri olarak bilinen toplumsal olaya kolluk güçlerinin müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya yönelik şikayetlerin soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2015/16563, 2015/16565, 2015/16567, 2015/16569, 2015/16570 numaralı başvurular 15/10/2015 tarihinde; 2016/14099 numaralı başvuru 1/8/2016 tarihinde; 2020/9199 numaralı başvuru 28/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvuruların aynı olaya ilişkin olması nedeniyle aralarında fiilî bağlantı bulunduğu değerlendirilerek başvuruların birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca birleştirilen başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvuruculardan 1983 doğumlu Alper Can Aykaç ve 1988 doğumlu Ayşegül Kumaş avukattır. 1984 doğumlu başvurucu Muhip Hilooğlu ve 1982 doğumlu başvurucu Mehtap Koç öğrenci olduklarını beyan etmiştir. 1986 doğumlu başvurucu Ebru Ak ise mesleğini açıklamamıştır.

10. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Gezi Parkı olayları olarak bilinen, Türkiye geneline yansıyan kitlesel gösterinin Eskişehir'de gerçekleştiren kısmına katılmışlardır. 31/5/2013 günü akşamından 1/6/2013 günü sabahına kadar yapılan gösterilere kolluk güçleri bedensel kuvvet kullanmak ve toplumsal müdahale aracı (TOMA) vasıtasıyla su ve gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir.

11. Başvurucuların ortak anlatımlarına göre göstericilerden kimse direnmemesine rağmen toplamda 176 kişi gerekmediği hâlde şiddet görerek kolluk memurları tarafından yakalanmıştır. Başvurucular 30-40 kez -kimisi 20-30 kez olarak ifade etmektedir- copla darbedilmiş, yüzleri hedef alınarak kendilerine biber gazı içerikli sprey sıkılmış, hakaret içerikli sözlü şiddete maruz kalmışlardır. Başvurucu Muhip Hilooğlu ayrıca gözaltına alınarak tutulduğu polis otobüsünde kafasına ve kulak kısmına copla darbe alarak yaralanmıştır. Başvurucular Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş gözaltına alınmamıştır.

12. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Tutanağı'na göre 31/5/2013 günü saat 18.00'de Hopa olaylarının yıldönümü nedeniyle toplanan bir kısım siyasi parti ve sivil toplum kuruluşunun yaklaşık 250 üyesi sloganlar eşliğinde yürüyüş yapmış, ardından gerçekleştirilen basın açıklaması sonrası saat 18.50 civarında Gezi Parkı'nın yıkılmasını protesto etmek amacıyla bekleyen kalabalık grupla birleşerek toplamda ortalama 1.500 kişiye ulaşmıştır. (Daha sonra bu grubun farklı bölgelere (sokaklara) farklı çoğunlukta ayrıldığı anlaşılmıştır.)

-19. 00-21.45 saatleri arasında slogan atarak gösteri yürüyüşü yapan bu gruptan bir kısım göstericinin tramvay ve karayolu trafiğini aksatması üzerine saat 22.00'de kolluk güçleri tarafından önlerine barikat kurularak grubun en sonundan duyulabilecek şekilde dağılmaları hususunda gruba yedi sekiz kez uyarı yapılmıştır. Ancak grup bir siyasi partinin (iktidar partisinin) il binasına yürümek istedikleri konusunda ısrar etmiş, yanlarında bulunan içi dolu-boş şişe ve taşları barikatta bulunan kolluk görevlilerine atmış, bunun üzerine gruba kademeli olarak TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edilmiştir. Bu sırada yakalanan birkaç gösterici daha sonra Savcılık talimatı doğrultusunda adli muayene raporu alındıktan sonra serbest bırakılmıştır (İsimleri yazılı bu göstericiler arasında başvurucular bulunmamaktadır).

-Aynı gece saat 22.00'de 600-700 kişiden oluşan grubun diğer kısmına farklı bir yerde (Salana Köprüsü üzerinde) kolluk güçleri tarafından müdahalede bulunulmuştur. Ancak müdahaleye rağmen grubun dağılmayarak bulunduğu yerden geri dönmesi üzerine, tramvay ve kara yolu trafiğini aksatması nedeniyle saat 00.00'da dağılması hususunda birden fazla kez gruba uyarıda bulunulmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan gruptaki kişiler yanlarında bulunan şişe ve taşları kolluk görevlilerine atmışlardır. Bu kişilere TOMA vasıtasıyla su ve gaz sıkılmak suretiyle müdahale edilmiş ise de küçük gruplar hâlinde kaçan bu kişilerden bir kısmı yoldaki çöp konteynırlarını dağıtmış, çiçek saksılarını ve bankları barikat hâline getirmiş, tretuvar taşlarını parçalayıp kolluk memurlarına atmıştır. Saat 01.00'de tekrar toplanmaya başlayan grup üyeleri yoldaki eşyaları ateşe vererek yolu araç ve yayalara kapatmıştır. Bu sırada on kolluk memuru atılan taş ve diğer cisimlerle vücutlarının değişik yerlerinden yaralanmıştır. Saat 04.30'a kadar kolluk güçleri geri çekilerek beklemeye başlamış, dağılan küçük grupların tekrar bir araya gelerek toplanması ve bir siyasi partinin il binasına yönelmesi üzerine saat 06.00'da gruba müdahale etmiş ve orantılı güç kullanmak suretiyle yaklaşık 176 kişiyi yakalamıştır (Başvuruculardan Muhip Hilooğlu, Mehtap Koç ve Ebru Ak yakalanan bu grup içinde bulunmaktadır).

A. Başvurucular Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturma Süreci

13. Başvurucuların tamamı hakkında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığınca (Savcılık) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçunu işledikleri iddiasıyla soruşturma açılmış, yapılan soruşturma sonunda aynı suç isnadıyla ceza davası açılmıştır.

14. Eskişehir 5. Asliye Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) tarafından yapılan yargılama sonunda 14/11/2014 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) 10. ve 11. maddeleri gereğince üzerilerine atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle başvurucuların beraatine karar verilmiştir. Ceza Mahkemesince ayrıca başvurucuların savunma ve iddiaları dikkate alınarak zor kullanma yetkisinin aşılması ve işkence suçu yönünden soruşturma yapılması için Savcılığa bildirimde bulunulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Mevcut olayımızda da soruşturma dosyası kapsamında yapılan tespitlerde, sanıkların birebir aşırıya kaçan şiddet eylemlerine katıldıklarına dair somut tespit bulunmadığı yönünde yukarıda yaptığımız değerlendirmeler ışığında; sanıkların sırf gösteriye katılmak veyahut pasif olarak da olsa şiddet hareketlerini içerir mahallerde bulunduğunun tespiti, mahkememizce bireyin toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını ortadan kaldırmayacağı kabul edilmiş ve sanıkların gösteri ve yürüyüşe katılımlarının Sözleşme'nin 10 ve 11. maddesinde koruma altına alınan ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkını ortaya koyduğu ve bu haliyle eylemlerin suç teşkil etmediği kanaatine varılmış ve sanıkların beraatine karar verilerek..."

15. Ceza Mahkemesi kararı temyiz edilmiş olup inceleme tarihi itibarıyla Yargıtayda temyiz aşamasında olduğundan henüz kesinleşmemiştir.

B. Sağlık Raporları

16. Başvurucu Alper Can Aykaç hakkında düzenlenen raporlar:

- Eskişehir Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) Beyin Cerrahi Bölümüne ait 6/6/2013 tarihli raporda, sağ maxiller bölgede künt travmaya bağlı ödem ve yüzeysel erozyon, ensede sağ ve sol kol ve ön kolda, sol lomber bölgede ve her iki bacakta künt travmaya bağlı ekimotik lezyonlar saptanmış; horizontal nistagmusun mevcut olduğu açıklanarak kommosyo selebrinin (beyin sarsıntısı) kayıtlı olduğuna yer verilmiştir.

- Eskişehir Adli Tıp Kurumu (ATK) Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 29/4/2014 tarihli raporda; Devlet Hastanesince tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olmadığı ve vücuduna acı verecek nitelikte olduğu belirtilmiştir.

17. Başvurucu Ebru Ak hakkında düzenlenen raporlar:

- ATK tarafından yapılan 4/6/2013 tarihli muayene sonrası düzenlenen raporda, başvurucunun sol el bileğinde yumuşak doku travmasına bağlı 10x10 cm şişlik, kafasında sağ parietal bölgede 5x5 cm şişlik, sol kol dış kısımda 25x20 cm alanda ekimoz, ensede 5x5 cm ekimoz, sağ omuzda 5x5 cm, sırtta sağ tarafta 5x5 cm ekimoz, sol ayak bileğinde 15x10 cm alanda şişlik ve morluk tespit edilmiş; tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ancak vücudunun tamamında 20 cm üzeri yumuşak doku yaralanması saptandığından basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte debulunmadığıyönünde görüş bildirilmiştir.

- ATK tarafından düzenlenen 9/5/2014 tarihli raporda, başvurucunun sol el ve sol ayak bileğinde lif kopması şüphesi bulunduğundan ortopedi uzmanı tarafından muayenesi gerektiği belirtilmiştir.

18. Başvurucu Mehtap Koç hakkında düzenlenen raporlar:

- Devlet Hastanesinin Ortopedi Bölümüne ait 5/6/2013 tarihli raporda, başvurucunun sağ kolunda hematom, sağ elinin üçüncü parmağında yumuşak doku travması tespit edilmiş olup kırık bulunmadığına yer verilmiştir.

- ATK tarafından düzenlenen 18/6/2013 tarihli raporda; Devlet Hastanesince tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olduğu bilgisi yer almaktadır.

19. Başvurucu Ayşegül Kumaş hakkında düzenlenen rapor:

-4/6/2013 tarihli ATK tarafından düzenlenen raporda, başvurucunun yapılan muayenesinde burun kökünden sağ üst göz kapağına doğru uzanan 5x2 cm ekimoz-sıyrık, sağ dirsek dış yanda 7x5 cm ekimoz, sağ el bileği sırtında 3x5 cm ödem ve kırmızı renkte ekimoz, sağ diz dışi yanda 1x1 cm ekimoz, sağ omuz başında subjektif ağrı, sağ ayak bileği dış yanda 5x5 cm ekimoz ve hafif şişlik bulunduğu, tespit edilen bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ancak basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte debulunmadığı tespiti yapılmıştır.

20. Başvurucu Muhip Hilooğlu hakkında düzenlenen rapor:

- ATK tarafından düzenlenen 4/6/2013 tarihli raporda; başvurucunun yapılan muayenesinde sağ kulak kepçesi arka kesimde -okunabildiği kadarıyla- sütüre raddi yara ve kulak kepçesi arka kesimde, saçlı deride 3x1 cm ekimoz, sağ el bileği sırtında 5x2 cm sıyrık ve ekimoz, sırt alt sağ yanda subjektif ağrı şikâyetinin bulunduğu, bu bulgulara göre başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı ve basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek hafiflikte olduğu tespiti yapılmıştır.

C. Kolluk Görevlileri Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

21. Başvurucular 3/6/2013 tarihinde kolluk görevlileri, doktorlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işkence suçunun işlendiği iddiasıyla Savcılığa şikâyette bulunmuşlardır.

22. Savcılık tarafından, olay yerinde görevli olan kolluk memurlarının isimlerini gösterir görev listeleri farklı kolluk birimlerinden temin edilmiştir.

23. Başvurucular, farklı tarihli dilekçeleriyle kendilerine sözlü ve fiilî şiddette bulunan kolluk görevlileri ile olaya tanık olan görevlileri kask numaralarından tespit ettiklerini belirtip teşhis edebileceklerini ileri sürerek bu kişilerin kimliklerini soruşturma makamına bildirmişlerdir.

24. Kimlikleri bildirilen otuz kolluk görevlisi şüpheli sıfatıyla Savcılıkça dinlenmiştir. Şüpheli polisler genel olarak üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemiş, olay yerinde -bazısı başvurucuların yaralandıklarını beyan ettikleri yerden farklı bir sokakta- görevli olduklarını ancak başvurucuları darbetmediklerini ifade etmişlerdir. Şüpheli polislerin çoğu soruşturma makamlarına bildirilen kask numaralarının kendilerine ait olduğunu kabul etmiş; bir kısmı olay günü kasklarını kullanmadığını, ayrıca cop veya benzeri bir alet taşımadığını belirtmiştir.

25. Tanıklar P.C., T.A. ve S.G., müdahale esnasında darp olayını görmediklerini ifade etmiştir. Polis memuru olarak olayları kameraya kaydeden tanık S.G., yaralı kimseyi görmediğini, hareket hâlinde olunması nedeniyle sağlıklı görüntü kaydedemediğini, bir kadın göstericinin koşarken düşmesi nedeniyle ambulans çağrıldığını belirtmiştir. Buna karşın P.C. ve T.A., gözaltı nedeniyle polis aracında beklendiği esnada başvurucu Ebru Ak'a yönelik hakaret ve kötü muamelede bulunulduğunu ancak bu eylemi gerçekleştiren polis memurunu teşhis edemeyeceklerini beyan etmiştir.

26. Olay yerini gösteren güvenlik kamera görüntüleri bilirkişi aracılığıyla incelenmiştir. Toplam iki görüntüyü -ki bu görüntülerden biri başvurucular tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur- inceleyen bilirkişi tarafından düzenlenen 4/12/2014 tarihli rapora görüntüler fotoğraf hâline getirilmek suretiyle eklenmiştir. Bilirkişi raporunun sonuç kısmı şöyledir:

"...güvenlik kameragörüntü kayıtlarıiçerisindenşüphelişahıslaraaitgörüntülerin tespiti ve iyileştirilmesi için görüntü büyütme işi, filtreleme ve onarma, renk ve parlaklık değerlerinin düzenlenmesi işlemlerinin uygulandığı, neticeten olayların meydana geldiğiyerdekiibraz edilen kameragörüntülerinden gösterici grup ile polisin karşılaştığı anda arbede yaşandığı, ancak kameraya olan uzaklık ve kamera çözünürlüğünün düşük olması gibi nedenlerden dolayıkimin kime vurduğunun çıplak gözle tespitinin mümkün olmadığı, göz altına alınma işlemi sırasında her hangi bir darp olayına rastlanılmadığının görüldüğü..."

27. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sonunda 2/6/2015 tarihinde şüpheli polis memurları ile üç doktor hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Müşteki şüpheliler ve müştekilerin suç tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç kullanılarak darp edildikleri anlaşılmışsa da atılı suçu işleyen şüphelilerinsomut olarak tespit edilemediği, müşteki şüpheliler ve müştekilerin her ne kadar kendilerine yapılan darp eyleminin işkence suçunu oluşturduğunu ifadelerinde beyan etmişlerse dekimliği belirsiz şüpheliler tarafından müşteki şüpheliler ve müştekilere yönelik sistematik olarak ve belli bir süreç içerisinde eylemde bulunulduğuna yönelik delil elde edilemediği, işkence suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı, dosya kapsamına göre müşteki şüpheliler ve müştekilerin darp edilmesi olayının kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle kasten yaralama eylemini oluşturduğu, bu yönde kimliği belirsiz şüpheliler yönünden soruşturmanın devam ettiği, bu nedenle şüpheliler ve kimliği belirsiz şüpheliler hakkında işkence suçu yönünden soyut iddia dışında kamu davasının açılmasınıgerektirir delil elde edilemediği,

Müşteki şüpheliler ve müştekilerin haklarında soruşturma yürütülen şüpheliler tarafından darp edildiklerine dair müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut iddiaları dışında kamu davasının açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,

Müşteki şüpheliler ve müştekilerin soyut iddiaları dışında hakaret, tehdit, cinsel taciz, mala zarar verme ve görevikötüye kullanma-görevi ihmal suçlarının işlendiğine dair kamu davasının açılmasını gerektirir delil elde edilemediği,

Şüphelilerin savunmalarında suçlamaları kabul etmedikleri, müşteki şüpheliler ve müştekilerle karşı karşıya gelmediklerini, kendilerini darp edilirken görmediklerini beyan ettikleri, tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmakla,

İşkence suçunun unsurları itibariyle oluşmaması, müşteki şüphelilerin kamu görevlisine hakaret suçunu, şüphelilerin müşteki şüpheliler ve müştekilere karşı üzerlerine atılı darp, hakaret, tehdit, cinsel taciz, mala zarar verme, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal suçlarını işlediklerine dair soyut iddia dışında atılı suçlardan kamu davası açma şüphesini gerektirecek nitelikte ve yeterlilikte delil elde edilemediğinden, müşteki şüpheliler ve diğer tüm şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ..."

28. Savcılık kararına başvurucular tarafından yapılan itiraz, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 7/9/2015 tarihinde Eskişehir 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmiştir.

29. Savcılıkça 17/9/2015 tarihinde soruşturmada başvurucuların yaralanmasına neden olan sorumlu kolluk görevlilerinin daimî olarak aranmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... Suçun şüphelisi (şüphelileri) tüm aramalara rağmen kimlikleri ve açık adresleri tespit edilemediği ve yakalanamadığından soruşturma evrakının daimi aramaya alınmasına karar verilmiştir.

1) Şüpheli veya şüphelilerin gösterilen zamanaşımı tarihine kadar aranması,

2) Bulunduklarında savunmalarının alınması, nüfus cüzdan örneklerinin eklenerek hazırlanacak soruşturma evrakının mevcutlu, ikmalen Başsavcılığımıza gönderilmesi,

3) Bulunamadıkları taktirde, yapılan araştırma sonucunun altışar aylık dönemlerde bildirilmesi,

4) Evrakın, şüphelilerin açık kimliklerinin tespit edildiği veya savunmalarının alındığı veya zamanaşımı süresi dolduğunda Başsavcılığımıza gönderilmesi... "

30. Başvurucular, bu sürece ilişkin olarak 15/10/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

D. Başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu tarafından Açılan Tam Yargı Davaları Süreci

31. Başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu 2/6/2014 tarihinde Eskişehir Valiliği (Valilik) vasıtasıyla İçişler Bakanlığından (İdare) maddi ve manevi zararların karşılanması talebinde bulunmuşlardır. Başvurucu Muhip Hilooğlu'nun talebi İdare tarafından reddedilmiş, başvurucu Ayşegül Kumaş'ın talebine ise yasal süresi içinde yanıt verilmemiştir.

32. Başvurucular İdare aleyhine 30/9/2014 tarihinde Eskişehir 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmışlardır.

33. İdare Mahkemesi yargılama sonunda başvurucuların maddi tazminat istemlerinin reddine, manevi tazminat istemlerinin kabulüne karar vererek başvurucu Muhip Hilooğlu'na 5.000 TL, başvurucu Ayşegül Kumaş'a 10.000 TL manevi tazminat verilmesine hükmetmiştir. Kararların gerekçesi benzer olup ilgili kısımları şöyledir:

"...Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'nca verilen 02/06/2015 tarihli, 2013/15211 sayılı 'Kamu Adına Kovuşturma Yapılmasına Gerek Olmadığına' dair karardaki 'müştekilerin suç tarihinde gösteriler sırasında Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları tarafından süpürme hareketi ve sonrasında orantısız güç kullanılarak darp edildikleri anlaşılmışsa da' şeklindeki tespit karşısında, davacı tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı idareye isnat edilen eylemde yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı, olay nedeniyle tazminat ödenmesini gerektirecek nitelikte davacıya yönelik orantısız güç kullanma şeklinde bir eylemin bulunduğu ve bu eylemden kaynaklanan zararların personeline atfı kabil hizmet kusuru nedeniyle idarece tazmin edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Kolluk görevlilerin orantısız güç kullanımı sonucu zarar gören davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin değerlendirilmesine gelince,

Davacı tarafından olay nedeniyle iş ve gücünden yoksun kalması sonucu oluşan maddi zararlarının tespit edilerek tazminen davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi istenilmekte ise de; [...] Mahkememizce yapılan ara kararlara rağmen davacı tarafından dosyaya dahil edilen herhangi bir bilgi ve belge de bulunmadığı görülmekle, maddi zarar iddiasını kanıtlayamayan davacının olaydan kaynaklı maddi tazminat talebi yerinde görülmemiştir.

Davacı tarafından olayla nedeniyle talep edilen manevi tazminatla ilgili olarak,

Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte, fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.

Manevi tazminat, kişinin malvarlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, idarenin hizmet kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.

Bu bağlamda davaya konu olay değerlendirildiğinde, kolluk görevlilerince uygulanan orantısız güç nedeniyle elem ve ızdıraba uğrayan davacının, [...] manevi zararlarına karşılık olarak takdir edilen [...] TL manevi tazminatın, olayda kusuru bulunan personeli istihdam eden davalı idare tarafından davacıya ödenmesinin hukuken makul ve kabul edilebilir olduğu sonucuna ulaşılmıştır."

34. Başvurucular ve İdare kararlara itiraz etmiştir. Eskişehir Bölge İdare Mahkemesi (Bölge İdare Mahkemesi) 12/5/2016 tarihinde İdarenin itirazlarını kabul ederek kararların bozulmasına ve davaların reddine karar vermiştir. Kararların gerekçeleri benzer olup ilgili kısımları şöyledir:

"Bakılan davada, davacı tarafından kolluk görevlilerinin Eskişehir İli'ndeki 'Gezi Parkı Eylemi'ne müdahalesi esnasında orantısız güç kullanılarak yaralanmasına sebebiyet verildiği iddia edilerek bu çerçevede yapılan incelemede [...] eylemin yaklaşık 12 saat olmak kaydıyla uzun bir süre devam ettiği, sokak ve caddelerin eylemciler tarafından barikatlar kurularak kapatıldığı, devlet ve şahıs mallarına zarar verildiği (cadde ve sokak tretuvarlarının kırılması, kamu ve özel şahıslara ait araç, işyeri ve ikametlere zarar verme), eyleme müdahale etmeye çalışan kolluk görevlilerine göstericiler tarafından direnç gösterildiği dikkate alındığında, kolluk görevlilerince eyleme müdahale etme, göstericilerin dağıtılması ve göz altına alınmasına ilişkin olarak mevzuatta öngörülen zor kullanma yetkisinin kullanımına dair şartların oluştuğu, dosyadaki bilgi ve belgelere göre gözaltına alma prosedürünün usulüne uygun icra edildiği, dolayısıyla hürriyeti tahdit durumunun oluşmadığı gibi, eylemcilere yönelik kolluk görevlilerince yakalama, göz altına alma ve göz altı sırasında işkence yapıldığına dair bir verinin de bulunmadığı, eyleme katılan gruba yönelik olarak kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin doğrudan davacıya yönelik olmadığı, davacının iddia ettiği yaralanması olayının; 31.05.2013 tarihi saat 19.00 sıralarında başlayıp 01.06.2013 tarihi saat 06.30 sıralarına kadar devam eden eylemin sonlandırılmasına ilişkin kolluk görevlilerince defalarca yapılan ikazlara rağmen dağılmayan grup üyelerine yönelik olarak eylemin başlamasından yaklaşık 12 saat sonra yapılan müdahalenin istenmeyen sonucu niteliğinde olabilmesi mümkün ise de; bu müdahale sırasında ortaya çıkacak her istenmeyen sonucun idarenin tazmin sorumluluğunu doğurmasının da mümkün olmadığı, başka bir ifadeyle istenmeyen sonucun asgari ağırlık seviyesine ulaşması gerektiği, göreceli nitelikte bulunan bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının her olayın kendi şartları dahilinde müdahaleye maruz kalanın cinsiyeti, yaşı, sağlık durumu, müdahalenin amacı gibi unsurların değerlendirilmesi suretiyle saptanabileceği, davacı tarafından emniyet güçlerine ve dolayısıyla davalı idareye isnat edilen eylemde yukarıda belirtilen asgari ağırlık seviyesinin aşıldığı yönünde her hangi bir tespit bulunmadığından olay nedeniyle tazminat ödenmesini gerektirecek nitelikte doğrudan davacıya yönelik orantısız güç kullanma şeklinde bir eylemin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Bu durumda davalı idarenin tazmin sorumluluğunu gerektiren unsurları taşımayan olayla ilgili olarak davacının manevi tazminat isteminin kabulüne olanak bulunmamaktadır."

35. Bölge İdare Mahkemesi kararı başvurucu Muhip Hilooğlu'na 30/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin olarak 1/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

36. Başvurucu Ayşegül Kumaş'ın Bölge İdare Mahkemesi kararına karşı karar düzeltme talebi Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi tarafından 21/10/2016 tarihinde reddedilmiştir. Karar 28/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, bu sürece ilişkin olarak 28/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

37. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 23/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

39. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

40. Başvurucular, Gezi Parkı olaylarında Türkiye genelinde birçok göstericinin kolluk güçlerinin orantısız müdahalesiyle karşılaşarak sistemli şekilde işkence gördüğünü belirtmiş; kendilerinin de kolluk güçlerine direnmemelerine rağmen copla darbedildiğini, sözlü şiddete maruz kaldıklarını, yüzlerine biber gazı spreyi sıkıldığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, alınan sağlık raporlarıyla yaralandıkları hususu sabit olmasına ve olay yerinde bulunan memurların bir kısmı tespit edilmesine rağmen ceza davası açılması yerine kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilerek etkisiz bir soruşturma yürütüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Olay yerinde görevli olan kolluk amirlerinin isimlerini belirterek bu kişilerin olay yerindeki kolluk memurlarını teşhis edebilecekken beyanlarının dahi alınmadığını iddia eden başvurucular; kask numaraları belirlenen memurların üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmemelerinin dava açmamak için yeterli kabul edildiğini, bilirkişi incelemesinin yeterli yapılmadığını, ayrıca kolluk memurlarının yanı sıra doktorlar ve savcılar hakkında da şikâyette bulunmalarına rağmen bu yönde soruşturma yapılmadığını iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle kötü muamele yasağı, ayrımcılık yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

aUygulanabilirlik Yönünden

41. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkı, ayrımcılık yasağı, etkili başvuru hakkı ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında kaldığı değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

b. İncelemenin Kapsamı

42. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

43. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

44. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkenceye, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

45. Bu doğrultuda kural olarak başvurucuların kolluk görevlilerince darbedildiği yönündeki iddiaları, devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kaldığından kötü muamele yasağının maddi boyutu altında incelenmelidir. Başvurucuların söz konusu eylemler nedeniyle Savcılıkça yapılan ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanan soruşturmanın etkisiz olduğu yönündeki şikâyetleri ise kötü muamele yasağının usul boyutu çerçevesinde incelenmelidir.

46. Öte yandan başvurucular önleyici yükümlülüğe ilişkin olarak başvuru formu ve/veya eklerinde herhangi bir şikâyette bulunmadıkları gibi Anayasa Mahkemesinin önünde de önleyici yükümlülüğün ihlal edildiğine ilişkin kesin bir bilgi veya belge yoktur. Bu nedenle anılan yükümlülük açısından bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Savcılıkça (ek) kovuşturma yapılmaması ve daimî arama kararları verilmesi üzerine soruşturmada ilerleme kaydedilmeyeceğini ileri süren başvurucular, yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

49. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).

50. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

51. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

52. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

53. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Tahir Canan, §§ 22-24; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

54. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele eziyetten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

55. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

56. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

57. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

58. Anayasa Mahkemesi Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) kararında, gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte kolluk güçleri tarafından kordon altına alınan sokakta yirmi gazeteci arasında bulunanbaşvurucunun basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde yaralanmasının nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğünün devlete ait olduğunu ortaya koymuş ve makul açıklamanın yapılmadığı sonucuna ulaşarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvurucular 31/5/2013 tarihinde Eskişehir'de gerçekleştirilen, Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösterilere katılmışlardır. Kolluk güçlerinin yapılan gösteriye müdahalesi neticesinde başvurucular yakalanmış, Alper Can Aykaç ve Ayşegül Kumaş dışında kalan başvurucular gözaltına alınmıştır. Başvurucuların tamamı, müdahale ve yakalama esnasında aşırı güç kullanımı nedeniyle yaralandığını ifade ederek olaydan hemen sonra Savcılığa şikâyette bulunmuştur.

60. Başvurucular hakkında alınan ATK raporlarına göre Mehtap Koç dışındaki başvurucuların tamamı baş ve vücutlarının değişik bölgelerinden farklı boyutlarda morluk, çürük, sıyrık, şişlik şeklinde iz bırakacak şekilde yaralanmış; başvurucu Mehtap Koç ise sadece kol ve elinden yaralanmıştır. Öte yandan başvuruculardan Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak basit tıbbi müdahaleyle giderilmeyecek ölçüde yaralanmıştır. Alper Can Aykaç'ın ayrıca beyin sarsıntısı geçirdiği, Ebru Ak ve Ayşegül Kumaş'ın da vücutlarında yaygın olarak geniş (7x5, 20x25, 10x10 cm) ekimoz ve şişlik bulunduğu saptanmıştır.

61. Soruşturma makamınca alınan bilirkişi raporunda, başvurucuların da aralarında bulunduğu bir grubun kolluk güçleri ile karşılaştığında aralarında arbede yaşandığı tespit edilmiş, görüntü kalitesinin elverişsiz olması nedeniyle görüntülerden tam olarak kimin kime vurduğu anlaşılamamıştır.

62. Savcılık tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına yönelik kararda kolluk görevlilerinin başvuruculara yönelik orantısız güç kullanıldığı tespit edilmiş ancak eylemlerin sistematik olarak ve belli bir süre devam etmemesi nedeniyle işkence suçunun oluşmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca kasten yaralama suçu bakımından sorumlu kolluk görevlilerinin tespit edilemediği belirtilerek soruşturma kapatılmamış, şüpheliler tespit edilene kadar daimî olarak aranmalarına karar verilmiştir.

63. Başvurucuların katıldığı protesto gösterilerine kolluk görevlileri tarafından güç kullanılmak suretiyle yapılan müdahale neticesinde başvurucuların yaralandığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Yeri Tutanağında ve Savcılık kararında başvuruculara güç kullanıldığı kabul edilmiştir. Bu durumda güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu makamlarına aittir.

64. Somut olayda başvurucuların bizzat şiddete başvurduğu veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Bu husus Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamaya da yansımış, başvurucular hakkında beraat kararı verilme gerekçesini oluşturmuştur. Diğer taraftan kullanılan gücün gerekli olduğu sonucuna ulaşmayı sağlayacak bir delil soruşturma veya başvuru dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvuruculara yönelik güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiği yönünde tespit yapmak bu aşamada olanaklı değildir.

65. Kaldı ki güç kullanımının gerekli olduğu kabul edilse dahi başvurucuların tamamına kullanılan gücün orantısız olduğu Savcılıkça yapılan soruşturma sonunda da tespit edilmiştir. Başvurucuların yaralandığını gösteren adli muayene ve bilirkişi raporları ile başvurucuların süreçteki tutumları dikkate alınarak Savcılıkça ulaşılan sonuçtan farklı bir değerlendirme yapılması mümkün görünmemektedir.

66. Bu tespitten sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde -özellikle başvurucuların yaralanma biçimleri nazara alındığında- eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

68. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

69. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

70. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

71. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

72. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

73. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 34).

74. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

75. Başvurucular katıldıkları gösteride direnmedikleri hâlde kolluk görevlileri tarafından başlarına ve vücutlarına copla vurulmak, yüzlerine biber gazı spreyi sıkılmak üzere yaralandıklarını ifade ederek kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuşlardır. Başvuruculara ait ATK raporları başvurucuların beyanlarını doğrular nitelikte tespitler içermektedir.

76. Devletin kötü muamele iddialarını soruşturma yükümlülüğü, bireylerin savunulabilir iddialarının bulunmasına bağlıdır. İddianın savunulabilir olması ise ancak makul delillerle desteklenmesiyle mümkündür. Bu kapsamda başvurucular, katıldıkları bir protesto gösterisinde kolluk görevlilerinin eylemleriyle yaralandıklarını iddia etmiş ve iddialarını ATK raporlarıyla desteklemişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların savunabilir iddialarının bulunması nedeniyle soruşturma makamlarından etkili bir soruşturma yürütülmesi yönünde meşru bir beklentileri bulunmaktadır.

77. Savcılıkça, başvurucular tarafından bildirilen kask numaraları ile farklı kolluk birimlerinden edinilen görev listelerine göre kimlikleri tespit edilen yaklaşık otuz kolluk görevlisi şüpheli olarak dinlenilmiştir. Şüpheli polislerin çoğu, kask numaralarının kendilerine ait olduğunu ve olay yerinde bulunduklarını ifade etmiş ancak suçlamaları kabul etmemiştir. Şüpheli polislerin beyanları yeterli görülmek suretiyle Savcılık kararına esas alınarak haklarında ceza davası açılmamıştır.

78. Başvurucuların tanık olarak bildirdikleri olay yerinde görevli diğer kolluk memurları ile amirlerinin bilgisine ise başvurulmamıştır. Bilirkişi raporunda kolluk görevlileri ile başvurucular arasında çıkan arbede esnasında olay yerinde bulunan görevlilerin şüpheli veya tanık sıfatıyla kimliklerinin belirlenmesi yönünde herhangi bir işlem yapılmamıştır. Olay Tutanağı'nda, dinlenilen şüpheli polisler dışında görevli olan memurların açık kimlik bilgileri bulunmasına karşın beyanı alınmayan bu görevlilerin beyanlarının alınmama sebebi başvuru dosyasından anlaşılamamaktadır.

79. Savcılığın sonuç olarak başvuruculara karşı orantısız güç kullanımını kabul etmesine rağmen yedi yılı aşkın süredir sorumluluğu bulunan tek bir şüpheliyi dahi tespit edememesi veya en azından bu yönde bir delile ulaşamaması dikkate değerdir. Ayrıca son beş yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği ve bu süre içinde işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Kamera aracılığıyla kayıt altına alınan toplumsal bir olaya müdahale esnasında başvurucuları yaraladıkları değerlendirilen kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesinin soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğüne aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

80. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

81. Öte yandan başvurucular Ayşegül Kumaş ve Muhip Hilooğlu tarafından açılan tam yargı davalarında Bölge İdare Mahkemesi, başvurucuların yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı yönünde bir tespit bulunmaması nedeniyle orantısız güç kullanılması şeklinde bir eylemin mevcut olmadığını değerlendirilerek İdarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Kötü muamele yasağının maddi boyutu yönünden yukarıda yapılan değerlendirmeler kapsamında özellikle başvuruculara yönelik kullanılan gücün kaçınılmaz ve orantılı olduğu hususunun kamu makamlarınca ortaya konamaması, aksine soruşturma makamınca orantısız güç kullanıldığının kabulü karşısında devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki maddi yükümlülüğünün ihlal edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu yönüyle Bölge İdare Mahkemesince kullanılan gücün orantılılığına ilişkin yapılan değerlendirmeler ve ulaşılan sonucun başvurucuların tazminat haklarından mahrum bırakılması nedeniyle usul yükümlülüğü yönünden sorun oluşturduğu açıktır.

82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

83. Başvurucular, Ceza Mahkemesi kararıyla beraat ettiklerini belirterek gerekmediği hâlde kolluk tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

84. Somut olayda, kolluk görevlilerinin göstericileri güç kullanarak dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmasa da somut başvurudaki temel meselenin kolluk görevlilerinin gösteriyi dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmektedir.

85. Bu durumda, kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

87. Başvurucular, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

88. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

89. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

90. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

91. Başvuruda, güvenlik güçleri tarafından orantısız güç kullanılması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutuyla, buna ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutuna yönelik ihlalin kolluk görevlilerinin eyleminden, kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin ise öncelikle Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden ve Bölge İdare Mahkemesinin kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

92. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

92. Öte yandan somut olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

93. Ayrıca, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğinin tespit edilmesi nedeniyle başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar verildiği dikkate alınarak Eskişehir Bölge İdare Mahkemesince yargılamanın yenilenmesinde hukuki yarar bulunmadığı değerlendirilmiştir.

94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harcın başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak'a ayrı ayrı ödenmesi ile 3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip Hilooğlu ve Ebru Ak'amüştereken, 3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve Mehtap Koç'a müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular Muhip Hilooğlu ve Mehtap Koç'un adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvuruculara ayrı ayrı net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 226,90 TL harcın başvurucular Alper Can Aykaç, Ayşegül Kumaş ve Ebru Ak'a AYRI AYRI, 3.000 TL vekâlet ücretinin Alper Can Aykaç, Muhip Hilooğlu ve Ebru Ak'aMÜŞTEREKEN,3.000 TL vekâlet ücretinin Ayşegül Kumaş ve Mehtap Koç'a MÜŞTEREKEN ödenmesine karar verilmesi gerekir

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT BARMAKSIZ BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/1562)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2021-31369

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Bülent BARMAKSIZ

Vekili

:

Av. Gülizar TUNCER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Bir tekstil firması bünyesinde çalışan işçiler 4/5/2013 tarihinde işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndan Galatasaray Lisesinin önüne kadar yürümek ve sonrasında basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlilerine göre bu yürüyüşe yaklaşık seksen kişi katılmıştır.

9. Yapılmak istenen yürüyüşe polis izin vermemiş ve müdahalede bulunmuştur. Olayla ilgili olarak dördü emniyet müdürü on yedi kolluk görevlisi tarafından aynı gün düzenlenen tutanak içeriğinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Alınan emniyet tedbirlerine rağmen grup kortej oluşturarak 'Direne direne kazanacağız. Zafer direnen emekçinin olacak.' şeklinde slogan atarak yürüyüşe geçip çevik kuvvet barikatı önünde geldiğinde uyarı ve ikaza zaman bırakmadan alınan tedbiri aşmak için barikata yüklenmeleri üzerine çevik kuvvet görevlilerince direnci kırmak için artan oranda zor kullanılmıştır. Bu esnada kolluk görevlileri tarafından gruba dağılması için 'Bekleme yapmayın, devam edin.' şeklinde uyarılar yapılmıştır. Grup biraz geri çekildikten sonra tekrar toparlanarak 'Katil emniyet, katil devlet hesap verecek.' şeklinde sloganlar atarak çevik kuvvet barikatına tekrar yüklenerek grup içerisinden bazı şahısların emniyet görevlilerine tekme ve elle saldırısı üzerine gruba tekrar grubun direncini kıracak ölçüde artan oranda güç kullanılarak süpürme yöntemi ile Gümüşsuyu istikametine dağılmaları sağlanmıştır. Olayda herhangi bir zarar ziyanın olmadığı ve göstericilerden herhangi bir şahsın gözaltına alınmadığı tespit edilmiş olup..."

10. Başvurucu 10/5/2013 tarihinde avukatı aracılığıyla kendisini yaralayan polis memurları, İl Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) şikâyetçi olmuştur.

11. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde özetle işçilerin basın açıklamasına destek olmak ve işçilerden birinin kızının yaralanmasını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndaki gösteriye katıldığını, basın açıklaması başlamadan önce kolluk tarafından üzerine boyalı su sıkıldığını, akabinde polisin cop ve çeşitli aletlerle kendisini darbettiğini, bu nedenle vücudunun değişik yerlerinden yaralandığını belirtmiştir.

12. Aynı olayla ilgili iki kişi, 1/5/2013 ve 6/5/2013 tarihinde yaşanan farklı olaylarla ilgili olarak yine iki kişi olmak üzere toplamda başvurucu dâhil beş kişinin 10/5/2013 tarihinde yaptığı şikâyetler Başsavcılıkça aynı soruşturma kapsamında ele alınmıştır.

13. Başvurucunun sevk edildiği Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/5/2013 tarihli raporda "Yapılan muayenesinde; sağ cruris üst arkada 10x8 cm, dışta 6x4 cm koyu kırmızı ekimoz, sağ uyluk orta dışta 10x8 ve 4x3 cm koyu sarı açık yeşil ekimozlar, sol skapular bölgede 2 ve 4 cm çaplı, sol kol üst arkada 10x6 cm koyu sarı açık yeşil ekimoz olduğu görüldü." tespitlerine yer verilmiştir. Rapora göre yaralanmanın başvurucu üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte değildir.

14. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde müşteki sıfatıyla Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; mühendis olarak çalıştığını, tekstil işçilerinin basın açıklamasına katılmak için gösteriye gittiğini, polisin Taksim Meydanı'na barikat kurarak yürüyüşü engellediğini, sonrasında hiçbir uyarı yapmaksızın önce tazyikli su sıktığını, arkasından da copla saldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu olay nedeniyle aldığı yaraların Adli Tıp raporuna yansıdığını, isimlerini bilmediği polislerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

15. Başsavcılığın 21/5/2013 tarihli yazısına İl Emniyet ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlükleri tarafından verilen cevaplarda başvurucu hakkında 4/5/2013 tarihli olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı bildirilmiş ve olay yerini gösteren MOBESE kameralarının görüntüleri yazıya eklenmiştir. Ayrıca yine Başsavcılığa verilen 21/12/2013 tarihli başka bir cevap yazısında olay günü Taksim ve Galatasaray Meydanlarında yüz seksen polisin görev yaptığı belirtilerek bu kişilerin isim listesi gönderilmiştir.

16. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet yönünden soruşturma dosyası ayrılmış ve bu dosyayla ilgili olarak 4/6/2013 tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

17. Yürütülen soruşturma kapsamında dört kadın polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Dinlenen polis memurları genel olarak ifadelerinde aynı ekipte görev yaptıklarını, müştekileri tanımadıklarını, olaylar sırasında erkeklere kadın polislerin müdahale etmediğini belirtmiştir.

18. Olay yerine ilişkin olarak emniyetin gönderdiği MOBESE kayıtları bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bilirkişiden rapor hazırlaması istenmiştir. Bilirkişinin inceleme yaptığı yedi DVD'nin soruşturma kapsamındaki üç olayla ilgili görüntüler içerdiği anlaşılmaktadır. Hazırlanan dört sayfalık raporda olaylara ilişkin beş fotoğraf karesine yer verilmiş ve incelenen yedi DVD'yle ilgili olarak;

- İncelenen görüntülerde kalabalık grupların slogan attığı, basın açıklaması yaptığı görülmekle birlikte bazı videolarda polis amirleri olduğu düşünülen şahıslar tarafından grupların uyarıldığı, polisin toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA), gaz tabancası ve kalkanları ile gruplara müdahale ettiğinin görüldüğü,

- Dosya muhteviyatındaki ifadelerde bahsi geçen gaz fişeği ile yaralama, gözaltına alınırken işkence ve darbetme olaylarına rastlanmadığı,

- MOBESE kameralarının uzak oluşu, hareketli kameraların çektiği görüntülerde ise meydanda bulunan şahısların büyük çoğunluğunda maske bulunması nedeniyle dosya muhteviyatında nüfus cüzdan, fotokopileri bulunan şahısların bu fotoğraflar üzerinden teşhis edilmesinin mümkün olmadığı tespitlerinde bulunulmuştur.

19. Başsavcılıkça 24/10/2017 tarihinde dört kadın polis memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"

...

01/05/2013, 04/05/2013 ve 06/05/2013 tarihli olaylara müdahale eden polis memurlarının görev listelerinin incelenmesinde, görevli polis sayısının yüzlerce sayıda olduğu ve kamera görüntülerinden müştekilerin yaralanmasına ait bir görüntü elde edilemediği gibi müştekileri yaralayan polis memurlarının teşhisine yönelik başkaca bir delil elde edilemediği, müştekilerin ifadelerinin içeriğinde şikayet edilen polislerin teşhis edilmesi imkanını verecek bilgilerin bulunmadığını, müştekilerin yaralanmasının yukarıda isimleri yazılı şüpheli polis memurları tarafından gerçekleştirildiğine dair haklarında kamu davasını açmayı haklı kılacak yeterli delil olmadığından şüpheliler kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..."

20. Başsavcılık tarafından aynı tarihte daimî arama kararı verilmiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karardan bahsedilerek tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği dile getirilmiştir. Başsavcılık; kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesini, yakalandıkları takdirde Başsavcılıkta hazır edilmelerini, aksi hâlde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesini ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir bilgi verilmesini İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Kararda olayın failleri olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri yazılıdır.

21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 8/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 5/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce 8/11/2017 tarihinde üçer aylık araştırma kapsamında ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir. UYAP'ta yapılan sorgulamada söz konusu evrak dışında soruşturma makamları tarafından başkaca bir araştırma yapıldığını gösterir belge bulunmamaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağı Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu; katıldığı gösteriye yapılan müdahale sırasında kolluk tarafından darbedildiğini ve sıkılan gazdan etkilendiğini, şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada olay yerinde çok sayıda basın mensubu olmasına rağmen olayı kaydeden diğer kameraların görüntülerinin araştırılıp incelenmediğini, tanık anlatımlarına başvurulmadığını, sadece dört kadın polisin ifadelerinin alınmasıyla yetinildiğini, farklı olaylara ilişkin soruşturmaların da gereksiz yere birlikte ele alındığını belirtmiştir. Etkisiz yürütülen soruşturma nedeniyle sorumluların cezasız kaldığını ifade eden başvurucu, yapılan polis müdahalesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yaptığı itirazın gerekçesiz şekilde reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

27. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

28. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu yasak bağlamında yapılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Anayasa'nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

31. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

33. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

34. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

35. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

36. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

37. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

38. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvurucu, katıldığı gösteriye yapılan polis müdahalesi sırasında yakın mesafeden gaz sıkıldığını ve darbedildiğini ileri sürmüştür.

40. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

41. Olay günü başvurucunun hakkında düzenlenen adli muayene raporunun (bkz. § 13) içeriğinin darp iddialarını destekler mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Doktor raporunun varlığı karşısında başvurucunun iddiasının makul ve güvenilir bir delile dayandığı kabul edilmelidir. Kaldı ki Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı ve daimî arama kararlarında başvurucunun kimliği belirlenemeyen kamu görevlileri tarafından yaralandığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla kamu makamları, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.

42. Başvurucunun da katıldığı gösteride polislerce barikat kurularak yürüyüşe izin verilmediği anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri tarafından hazırlanan tutanakta yürüyüşe izin verilmemesi üzerine gösterici grubun barikata yüklendiği, sonrasında polislerin güç kullandığı belirtilmiştir. Tutanakta iki ayrı güç kullanımının öncesinde ilkinde göstericilerin sadece barikatlara yüklendiği, ikincisinde ise içlerinden bazılarının tekme ve elle kolluğa saldırdığı ifade edilmektedir.

43. Başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemler sergilediğine ilişkin kolluk tarafından yapılmış bir tespit veya soruşturma dosyasında yer alan bir delil bulunmamaktadır. Emniyet Müdürlüklerinden gelen yazı cevaplarında da başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık kararlarında da başvurucunun kendisine müdahale edilmesini gerektirir davranışlar icra ettiğine işaret eden bir veriden bahsedilmemiştir.

44. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve bu tespitler karşısında katıldığı gösteride polis müdahalesiyle darbedildiği anlaşılan başvurucunun kendi davranışlarından dolayı fiziksel güce başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

45. Diğer taraftan olaydan altı gün sonra şikâyetçi olan başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporunda gaz sıkılmasına bağlı fiziksel bir bulguya veya hassasiyete yer verilmediği, ayrıca şikâyet dilekçesinde bu hususa ilişkin bir anlatım bulunmadığı dikkate alındığında başvurucunun gaz kullanımı konusundaki iddiasının esasına ilişkin bir değerlendirme yapılabilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.

46. Bu aşamadan sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda başvurucunun vücudunun değişik yerlerinde birçok yaralanma meydana gelmesi, Adli Tıp raporuna göre yaralanmanın etkisinin basit bir müdahaleyle giderilemeyecek nitelikte olması hususları ve somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin eziyet şeklinde nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Anayasa'nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

48. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

49. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

50. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

51. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 §34).

52. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 86).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin tespiti amacıyla olay günü görev yapan kolluk görevlilerinin isimleri tespit edilmiştir. Buna göre Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği yazıda çok sayıda kişinin isminin yer aldığı görülmektedir.

54. Soruşturmada isimleri belirlenen kolluk görevlilerinden sadece dördü şüpheli sıfatıyla dinlenmiştir. Dinlenen polis memurları ifadelerinde olayda yer almadıklarını söylemiştir.

55. Başsavcılık, ifadesi alınan dört polis memuru hakkında olay yerinde çok sayıda polisin görev yaptığı, başvurucunun da aralarında olduğu şikâyetçilerin yaralanmasına ilişkin görüntü kaydı elde edilemediği, olayın faili olan polis memurlarının teşhisine imkân veren delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş; sonrasında bu karara atıf yaparak soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya almıştır. Daimî arama kararı verilen 2017 tarihinden başvurunun incelenme tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem yapılmamıştır.

56. Başvurucu, kolluğun gösteriye müdahalesi sırasında yaralanmıştır. Başsavcılık tarafından sorumluların kimliklerinin belirlenmesi amacıyla sadece dört polis memurunun savunması alınmış, başkaca hiçbir polis memuru tanık sıfatıyla dahi ifade vermemiştir.

57. Toplumsal bir olaya yapılan müdahale sırasında olay yerinde görüntü kaydı yapan çok sayıda kamu görevlisi veya sivil kişi ile işyeri güvenlik kamerası bulunması güçlü bir olasılık iken Başsavcılık sadece MOBESE kayıtlarıyla sınırlı bir inceleme yapmıştır. Öte yandan görüntülere ilişkin bilirkişi raporunda gösteri alanında bulunan kişilerin maskeli olması nedeniyle şikâyetçilere ait dosyadaki fotoğraflarla görüntülerdeki kişilerin eşleştirilebilmesinin mümkün olmadığı belirtilmesine rağmen başvurucuya söz konusu görüntüler izlettirilip yaralanmasına sebep olan eylemler ile eylemleri gerçekleştiren kolluk görevlilerini tespit etmesi imkânı sağlanmamıştır.

58. Başsavcılık tarafından dört yılı aşkın süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, yaklaşık son üç yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği, bu süre içinde olayın faillerinin tespitine ilişkin esaslı bir işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.

59. Eziyet boyutuna varan yaralamaya sebep olan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi, buna mukabil soruşturmada daimî arama kararı verilmesi nedeniyle soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir. Farklı tarihli olaylara ilişkin soruşturmaların -şikâyet tarihlerinin aynı olması dışında aralarında bir irtibat bulunmamasına rağmen- birlikte yürütülmesinin soruşturmadaki özensizliğe sebep olan faktörlerden biri olduğu da ayrıca vurgulanmalıdır.

60. Dolayısıyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Başsavcılıkça yapılan soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağı açısından gerekli özenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

62. Başvurucu, hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluk tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

63. Somut olayda kolluk görevlilerinin göstericilerin yürüyüşüne izin vermemesi, sonrasında ise güç kullanarak gösteriyi dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu görülmekle birlikte somut başvurudaki asıl meselenin kolluk görevlilerinin göstericileri dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Kaldı ki soruşturma dosyasındaki birtakım eksikliklerin gösterinin seyrini ve müdahalelerin gerçekleşme koşullarını incelemeyi engellediği görülmektedir.

64. Bu durumda kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır (örnek bir karar için bkz. Alper Can Aykaç ve diğerleri, B. No: 2015/16563, 23/6/2020, §§ 83-85).

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

66. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ( [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

70. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

71. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

72. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar verilmesi gerekir.

73. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İhlal kararı 2013/68242 numaralı soruşturma dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İBRAHİM AKAN BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2017/32078)

 

Karar Tarihi: 25/2/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Gökçe GÜLTEKİN YILMAZ

Başvurucu

:

İbrahim AKAN

Vekili

:

Av. Ramazan DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gösterilere müdahale sırasında gaz fişeği kapsülünün isabet etmesi sonucu yaralanma meydana gelmesi ve buna ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 11/8/2017 ve 23/7/2019 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur.

4. Komisyonlarca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvurular ve belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

8. Aralarında hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2019/25684 numaralı bireysel başvuru dosyasının 2017/32078 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2017/32078 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. İstanbul Valiliği 18/1/2013 tarihli ve 800 sayılı yazılarıyla 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca İstanbul'daki Taksim Meydanı'nın toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından biri olarak belirlenmemesine rağmen TÜRK-İŞ Konfederasyonu ile birçok sendika ve sivil toplum kuruluşu 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda kutlanacağını kamuoyuna bildirmiştir (İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, §§ 9, 10).

11. İstanbul Valiliği, 1 Mayıs'ın Taksim Meydanı'nda kutlanmasına izin vermemiştir. Anılan Valilik kararına rağmen göstericiler 1 Mayıs 2013 günü Taksim Meydanı'na girmeye çalışmışlardır. Bunun üzerine kolluk, göstericilere müdahale etmiş; göstericiler ve kolluk mensupları arasında yaralananlar olmuştur. Ayrıca bazı göstericiler tarafından özel kişilerin ve kamunun mallarına zarar verilmiştir (İbrahim Akan, §§ 11-12).

B. Başvurucunun Yaralanması ve Sonrasındaki Soruşturma Süreci

12. İddiasına göre başvurucu 1/5/2013 tarihinde ablasının evine giderken o bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin attığı gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi sonucunda yaralanmış, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) kaldırılmış ve sol gözünden ameliyata alınmıştır.

13. Başvurucu hakkında 7/5/2013 tarihinde düzenlenen geçici raporda başvurucunun 1 Mayıs gösterileri sırasında çıkan olaylarda sol gözünden yaralandığı ve 112 tarafından hastaneye getirildiği belirtilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 17/1/2014 tarihli raporunun ilgili kısmı ise şöyledir:

"...

Kişide göz perforasyonuna neden olan yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞI,

2-Kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif OLMADIĞI,

3-Kişide kemik kırığı tarif edilmediği,

4-Sol kaştaki yaralanmasının yüzde sabit iz niteliğinde OLDUĞU,

5-Sol göz kaybına neden olan yaralanmasının duyularından birinin işlevinin sürekli yitirilmesi niteliğinde OLDUĞU kanaatini bildiri rapordur."

14. Anılan yaralanmaya ilişkin olarak başvurucu 11/7/2013 tarihinde Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul İl Emniyet Müdürü ve doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyetçi olmuştur.

15. Savcılık, başvurucunun yaralanması nedeniyle yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı tarihlerde meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma (ana soruşturma) ile birleştirmiştir.

16. Kolluk amirleri, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında yaptığı şikâyet nedeniyle açılan soruşturma, görevli polis memurları hakkında yapılan şikâyet nedeniyle açılan soruşturmadan ayrı olarak yürütülmüştür. Anılan soruşturma süreci tamamlandıktan sonra başvurucunun bu soruşturmaya ilişkin şikâyetleri, başvurucu tarafından daha önce bireysel başvuruya konu edilerek 2014/10628 numaralı başvuru dosyasında 16/11/2016 tarihinde incelenmiş ve açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilerek kabul edilemez bulunmuştur.

17. Savcılık, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı sonucuna varmış ve 21/5/2015 tarihinde başvurucuyla ilgili soruşturmayı ana soruşturmadan ayırmıştır.

18. Başvurucunun yaralanmasına doğrudan neden olan kolluk görevlileri hakkındaki soruşturmada görevi kötüye kullanma suçu değerlendirilmesi yapılarak 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir.

19. İstanbul Valiliğinin 28/10/2015 tarihli kararıyla kolluk görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"... Müşteki şahsın Emniyette ve Savcılıkta vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam nokta olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri ya da güvenlik kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına ya da bilgi belgelere ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,

Konu ile ilgili olarak olayın gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi Amirliği, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli personelin listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi sonucunda olaya vakıf ya da olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti yapılamadığı anlaşılmıştır.

Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun 6. Maddesi gereğince; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında “SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE ..."

20. Başvurucu anılan karara itiraz etmiş, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi (Kapatılan) Birinci Kurulunca başvurucunun itirazı 5/4/2016 tarihli kararla kabul edilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...Dosyanın incelenmesinden, şikayetçi İbranim Akan'ın 01.05.2013 tarihinde İstanbul, Şişli Okmeydanı Feriköy'de ikamet eden ablasının evine doğru giderken meydana gelen toplumsal olaylarda çatışmanın ortasında kaldığı, bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin attığı gaz bombası kapsülünün gözüne isabet ettiği ve kaldırıldığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde yapılan ameliyatta sol gözünü kaybettiği yerine protez göz takıldığı dosyada bulunan belgelerle sabit olup, diğer yandan olayların olduğu bölge de belirlidir.

Bu durumda, olayların meydana geldiği bölgenin belli bir bölge olduğu, o bölgede meydana gelen olaylarda görevli olan ve gaz bombası kullanma görevi verilen personelin isimlerine idarece o tarihte düzenlenen görev belgelerinden ulaşılabileği de açık olduğundan, olayla ilgili olarak yukarıda sözü edilen yasa hükmü ile soruşturmacıya verilen yetkiler doğrultusunda telsiz konuşmaları, olayla ilgili kamera kayıtları, fotoğraf, görev listeleri ve bu gibi değişik araçlarla yapılacak etkili bir inceleme ve araştırma ile şikayet konusu eyleme ilişkin olarak, (gaz bombası kapsülünü şikayetçinin gözüne isabet edecek biçimde atma) eylemi gerçekleştiren ya da gerçekleştirenlerin isim ve görev unvanlarıyla belirlenmesi, ifadelerinin alınması ve haklarında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi yolunda öneri getirilmesi, yetkili merci tarafından da isim ve görev unvanı belli olan bu kişiler hakkında soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi şeklinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme sonucu verilen itiraza konu kararda isabet görülmemiştir..."

21. Anılan karar üzerine İstanbul Valiliği şikâyet hakkında tekrar inceleme yapmış ve 25/8/2016 tarihinde benzer gerekçelerle soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir.

22. Başvurucu, soruşturma izni verilmemesi kararına tekrar itiraz etmiş; itirazı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesinin 22/6/2017 tarihli kararıyla kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...Olayda, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında; müştekinin 01/05/2013 tarihinde Şişli Okmeydanı Feriköy'de ikamet eden ablasının evine giderken olayların ortasında kaldığı ve polis tarafından atılan gaz fişeğinin sol gözüne isabet etmesi neticesinde hastaneye kaldırıldığı ve sol gözünün alındığı, yerine protez göz takıldığı, halen sol gözünün hiç görmediği iddiaları üzerine yapılan ön inceleme sonucunda ilgililer hakkında, hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın Mahkememizce yöntem ve yasaya uygun bulunması nedeniyle onanmasına..."

23. Anılan karar 17/7/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucu 11/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

25. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 13/9/2017 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Daimî arama kararında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlilerine yüklenen suçlar nitelikli kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma olarak belirtilmiştir. Soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih ise 1/5/2021 olarak belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... Emniyet görevlileri hakkında yapılan idari soruşturma da 2015/505 karar no ile 28/10/2015 tarihinde Vali Vasip Şahin imzası ile verilen kararda; 'Müşteki şahsın Emniyette ve Savcılıkta vermiş olduğu ifadelerde iddia ettiği olayın gerçekleştiği yeri tam nokta olarak belirtememiş olması nedeniyle olayla ilgili varsa işyeri yada güvenlik kamera kayıtlarına, Mobese kamera kayıtlarına yada bilgi belgelere ulaşılamadığı, ayrıca şikayetçi şahsın ifade vermek için de gelmediği,

Konu ile ilgili olarak olayın gerçekleştiği iddia edilen bölgeden sorumlu Şişli Feriköy Polis Merkezi Amirliği, Şişli İlçe Emniyet Müdürlüğü, Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü ve Koordinasyon Şube Müdürlüğü ile yapılan yazışma ile olay günü o bölgede görevli personelin listesi istenilmiş olup, gönderilen cevabi yazıların incelenmesi sonucunda olaya vakıf yada olayda şüpheli olabilecek görevli personel tespiti yapılamadığı anlaşılmıştır.

Bu nedenle, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanunun 6. Maddesi gereğince; İstanbul Emniyet Müdürlüğü Görevlileri hakkında 'SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEMESİNE' karar verildiği,

Şikayetçinin bu karara itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdare Dava Dairesinin 17/06/20117 tarih, 2017/644 Esas, 2017/631 karar nolu kararında; itirazın red edilmesine, soruşturma izni verilmemesine dair kararın onandığı anlaşılmakla,

Olay tarihinden bu yana şikayetçi İbrahim Akan'ın yaralanmasına neden olan emniyet görevlilerinin tespit edilememesi nedeniyle evrakın 'Daimi Arama'ya' alınmasına, ..."

C. Başvurucu Tarafından İdare Mahkemesinde Açılan Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

26. Başvurucu 17/7/2013 tarihinde İstanbul Valiliğine müracaat etmiş ve polislerin orantısız müdahalesinden doğan maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.

27. İstanbul Valiliği 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamına girmeyen 1 Mayıs gösterileri veya Gezi Parkı gibi toplumsal olaylar sırasında meydana gelen zararların sulh yoluyla karşılanması için Beyoğlu Kaymakamlığı İlçe Zarar Tespit Komisyonunu (Komisyon) kurmuştur.

28. Komisyon, başvurucunun zararı hakkında bilirkişi incelemesi yaptırmış; bilirkişi incelemesinde başvurucunun %33 oranında malul olduğu dikkate alınarak geçici iş göremezlik zararı 131.613 TL olarak hesaplanmıştır. Komisyon 10/3/2014 tarihli kararında İstanbul genelinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü münasebetiyle emniyet tedbirlerinin alındığını, bu tedbirlerin basın ve yayın organları aracılığıyla duyurulduğunu, başvurucunun toplumsal olayın niteliği ve riskli ortamında kendisine gelecek zararı en aza indirecek emniyetli bir yerde beklemek yerine Okmeydanı'nda mukim ablasına gitmesi sonucunda tedbirsiz davranarak muhtemel riski oluşturduğunu ve bileşik kusurlu olduğunu belirterek başvurucuya 65.000 TL tazminat ödenmesine karar vermiştir.

29. Başvurucu tazminatın yetersiz olduğunu belirterek 16/5/2014 tarihinde İstanbul 4. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.

30. İdare mahkemesinin 29/1/2016 tarihli kararında olayın oluş şekline ilişkin kabulü şu şekildedir:

"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 01.05.2013 tarihinde Okmeydanı Şark Kahvesi civarında, Sibel Yalçın parkına inen sokaktan ablasının evine doğru giderken, o bölgede gösterilere müdahale etmekte olan kolluk kuvvetlerinin yakın mesafeden atmış olduğu gaz kapsülünün gözüne isabet etmesi nedeniyle Samatya Araştırma Hastanesi'nde tedavi altına alındığı, gözünden ameliyat olduğu, sol gözünü tamamen (%100) kaybetmesi nedeniyle davalı İdareye başvurduğu, davalı İdare Zarar Tespit Komisyonun 10.03.2014 tarih ve 2014/115 sayılı kararıyla davacıya 65,000.-TL ödenmesine karar verilmesi üzerine, söz konusu kararın iptali ile 167,365.99 TL maddi, 200,000.-TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır."

31. Mahkemenin anılan kararında 1/5/2013 tarihinde meydana gelen toplumsal olaya kolluk kuvvetlerinin müdahale etme hakkı bulunmakta ise de bu müdahale nedeniyle toplumsal olaylar ile ilgisi bulunmayan kişilerin uğramış oldukları zararın karşılanması gerektiği ifade edilmiş; dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin tetkikinde, söz konusu müdahale esnasında kullanılan biber gazı kapsülünün başvurucunun gözüne isabet etmesi nedeniyle sol gözünü tamamen kaybettiği, %33 oranında meslekte kazanma gücünde azalma meydana geldiği, bu hususta taraflar arasında ihtilaf bulunmadığı ve davalı idarenin Komisyonunca başvurucuya bir miktar tazminat ödenmesine karar verildiği belirtilmiştir. İdare Mahkemesi her ne kadar toplumsal olaya müdahale şartları doğmuş olsa bile başvurucunun gösterilere katıldığının tam olarak tespit edilememiş olması nedeniyle zararının giderilmesi gerektiğini belirterek başvurucuya bilirkişi incelemesi ile tespit edilen 167.365 TL maddi tazminat ile 200.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

32. Anılan karar temyiz edilmiş, Danıştay Onuncu Dairesi 8/6/2017 tarihinde Mahkemenin kararını bozmuştur. Danıştay, başvurucunun davasının kabul edilmesine yönelik bir bozma kararı vermemiştir ancak olay tarihinde 23 yaşında olan başvurucunun askerlik durumunun gözönüne alınmadığı, çalışma ve kazanç durumunun hesaplamada dikkate alınmadığı gerekçesiyle maddi tazminat miktarının, sebepsiz zenginleşmeye sebep olacak derecede yüksek olduğu gerekçesiyle manevi tazminat miktarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

33. Mahkeme 27/6/2019 tarihinde başvurucuya 328.561 TL maddi tazminat ile 150.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

34. Anılan karar temyiz edilmiş olup inceleme devam etmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

35. İlgili hukuk için bkz. Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/102015, §§ 28-30; Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu; kolluk görevlilerinin 1 Mayıs gösterilerine müdahaleleri sırasında kendisine yakın mesafeden gaz fişeği atılması sonucu sol gözünü kaybettiğini, yaralanmasından sorumlu kolluk personeli hakkında soruşturma izni verilmediğini, soruşturma izni verilmemesi kararına itirazı üzerine (kapatılan) İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Birinci Kurulunca verilen kararın gerekçesinin dikkate alınmadığını ve tekrar soruşturma izni verilmemesine karar verildiğini, sonrasında ise Savcılık tarafından daimî arama kararı verildiği belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

38. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

39. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Eziyet Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel ilkeler

41. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

42. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

43. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

44. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

45. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

46. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

47. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

48. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

49. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

50. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararlarında, bu gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna vurgu yapmıştır. Ancak kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varılmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).

51. Buna karşılık Anayasa Mahkemesi, göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da somut olayda olduğu gibi yaralanmalara yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul ettiği ilkelerin -uygun düştüğü ölçüde- bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. Bu kapsamda gaz silahı kullanımı konusunda kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak, kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içermesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015§§ 59, 60).

52. Bu nedenle doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka bir çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve ölçülü bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konulması gerekmektedir. Bu çerçevede kolluk görevlilerinin eylemlerinin yanında kendilerine uygun talimatın verilip verilmediğinin, gaz fişeği atışı için kullanılan silahlar konusunda bu kişilerin yeterli eğitim alıp almadığının ve olası riskleri önlemek adına tedbir almakta ihmalleri bulunup bulunmadığının da incelenmesi gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 60).

53. Bu doğrultuda Anayasa Mahkemesi bir başka kararında, toplumsal bir olayda müdahaleyi gerektiren duruma sebep olan kişilerden olmayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almadığı ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine vararak Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (Özlem Kır, § 80).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda Komisyon ve İdare Mahkemesinin kabulüne göre başvurucu, kolluk görevlilerinin bir gösteriye müdahalesi sırasında yaralanmış ve sol gözünü kaybetmiştir. Nitekim başvurucunun göz yaşartıcı gaz kullanımı sırasında gaz fişeği kapsülünün başına isabet etmesi sonucu yaralandığı ve 112 Acil Servis tarafından hastaneye götürüldüğü sağlık raporlarıyla doğrulanmıştır.

55. Bununla birlikte olay günü gaz silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim almış olup olmadığı, operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu hususları ile kolluk görevlilerini yetkilendiren ve kullanım yöntemini yeterli ve etkili bir şekilde düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediği -Savcılık dosyasındaki eksiklikler nedeniyle- bu aşamada Anayasa Mahkemesi tarafından incelenememiştir (aynı yöndeki karar için bkz. Özlem Kır, § 69). Bu nedenle somut olay bakımından işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiasına ilişkin inceleme, sadece olay sırasında gaz fişeğini kullanan kolluk görevlilerinin eylemleriyle sınırlı olarak yapılacaktır.

56. Başvurucu; Savcılığa verdiği ifadesinde, kolluğun göstericilere müdahale ettiği sırada gözüne gaz fişeği isabet ettiğini belirtmiştir. Başvurucunun 112 Acil Servis tarafından hastaneye götürüldüğü anlaşılmış, ameliyata alındığı ve sol gözünü kaybettiği tespit edilmiştir.

57. Olaya ilişkin kamera kayıtlarının bulunmadığı belirtilmişse de Savcılık daimî arama kararında başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığını değerlendirerek açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlileri hakkında daimî arama kararı verilmiştir (bkz. § 25).

58. Bununla birlikte başvuru konusu olayın 1 Mayıs eylemlerinin bir parçası olmasından ötürü olaylara geniş çapta bir katılımın bulunduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri bulunmaktadır (Cihan Mutlu, B. No: 2016/9422, 23/2/2020, § 58).

59. Ancak olay nedeniyle herhangi bir polis memuru Savcılık tarafından dinlenmemiştir. Bununla birlikte kolluk görevlilerinin yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye çalışırken başvurucuyu yaraladıkları yönünde bir bulguya da rastlanmamıştır. Dolayısıyla kargaşa ortamına yol açtığı ileri sürülmeyen başvurucunun sol gözünden yaralanması olayında kolluğun gerekli tedbirleri almadığı ve kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olduğu kanaatine varılmıştır. Nitekim İdare Mahkemesi de benzer tespitlerde bulunmuştur.

60. Somut olayın gerçekleşme koşulları ve özellikleri, başvurucunun yaralanmasının niteliği ile başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel ve ruhsal etkileri birlikte dikkate alındığında kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen muamelenin belli bir ağırlık derecesine ulaştığı ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.

61. Bu tespitten sonra kolluk görevlilerinin eyleminin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde özellikle başvurucuda yarattığı etki nazara alındığında eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Eziyet Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

63. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

64. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

65. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

66. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 § 34).

67. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın (somut olayda daimî arama) niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, § 86).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

68. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumlular hakkında 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talep edilmiştir. Başvurucu soruşturma izni verilmemesine dair karara itirazın kesin olarak reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur.

69. Anayasa Mahkemesi Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/4/2016) ve Selçuk Yıldız (B. No: 2014/10382, 15/2/2017, §§ 21-29) başvurularında, gösteri yürüyüşünde yaralanan kişiler hakkında soruşturma izni şartına bağlı olmayan suçlar yönünden izin mekanizmasının işletilmesini ve soruşturma izni verilmemesini etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir.

70. Savcılığın atılı suçların 4483 sayılı Kanun'un izin şartına bağlı olmaksızın resen kovuşturulması gereken suçların düzenlendiği 2. maddesinin beşinci fıkrası kapsamında olup olmadığını tartışmadan İstanbul Valiliğinden soruşturma izni istediği görülmektedir.

71. Öte yandan her ne kadar soruşturma izni verilmemesine bağlı olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmemişse de Savcılık söz konusu idari soruşturmaya ait bilgileri dikkate almış ve başvurucunun yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinin tespit edilemediği gerekçesiyle dosyanın üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya alınmasına karar vermiştir. Bu tarihten sonra da soruşturmanın ilerlemesini sağlayan herhangi bir işlem tesis etmemiştir.

72. Başvurucu, kolluğun toplumsal bir olaya müdahalesi esnasında kullandığı gaz fişeği kapsülüyle sol gözünü kaybetmiştir. Savcılık tarafından önce soruşturma izni talep edilmiş, olaylar sırasında gaz silahı kullanmaya yetkili personel tam olarak araştırılmamış, herhangi bir polis memuru Savcılık tarafından tanık olarak dahi dinlenmemiş ve sorumluların kimlikleri tespit edilememiştir.

73. Diğer taraftan olay gününe ve mahalline ait kamera görüntülerinin bulunmadığı ifade edilmiştir. Ancak başvurucunun olayın gerçekleştiğini belirttiği çevrede olaya tanık olabilecek kişilerin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır.

74. Öte yandan Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylar ile devamında gerçekleşen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi hâlinde başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kalacağı açık olmasına rağmen birleştirme kararı verilmiş, bu yüzden başvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 2013 yılı Temmuz ayından sonra 2015 yılına kadar hiçbir işlem yapıl(a)mamıştır. En nihayetinde başvurucunun yaralanmasıyla ilgili soruşturma 21/5/2015 tarihinde ana soruşturmadan ayrılmıştır.

75. Bu durumda Savcılık tarafından yedi yılı aşkın süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, son üç yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Toplumsal bir olaya müdahale esnasında başvurucuyu gaz fişeği kapsülüyle yaralayan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesinin soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğüne aykırı olduğu değerlendirilmiştir.

76. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

79. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. Başvurucunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

83. Bu durumda kötü muamele/eziyet yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma yapılarak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

84. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesinden kaynaklanan ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Ancak başvurucunun yaralanması sonucunda uğradığı zarar nedeniyle açtığı tam yargı davasının devam ettiği anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edilmesi nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zarara ilişkin tazminata bu aşamada hükmedilebilmesi mümkün değildir.

85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Eziyet yasağının usul boyutunun ihlali nedeniyle net 50.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN GÖKHAN BİÇİCİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/10643)

 

Karar Tarihi: 8/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Gökçe GÜLTEKİN YILMAZ

Başvurucu

:

Hüseyin Gökhan BİÇİCİ

Vekili

:

Av. Metin İRİZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir gösteriyi takip etmek isteyen basın mensubuna kolluk görevlilerinin güç kullanarak müdahale etmesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/6/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

9. 1978 doğumlu olan başvurucu, olay tarihinde İMC TV'de program editörü olarak çalışmaktadır. Başvurucu ayrıca emekdünyası.net isimli haber portalının yayın sorumlusu olduğunu ve radyo programlarına katılan bir gazeteci olduğunu beyan etmektedir. Başvurucunun sarı basın kartı sahibi olduğuna ilişkin olarak dosyaya sunulmuş bir bilgi veya belge mevcut değildir.

10. Başvurucu, 16/6/2013 tarihinde Gezi Parkı olayları olarak bilinen gösterileri izlemek amacıyla Taksim'e gitmiştir.

11. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014 tarihinde yayımlanan Gezi Parkı olayları raporuna göre kısaca (detaylı bilgi için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) Gezi Parkı eylemleri/olayları;

- İstanbul Taksim Meydanı’nda bulunan Gezi Parkı’nda yapılmak istenen çevre ve imar düzenlemelerine engel olmak için 27/5/2013 tarihinde iş makinelerinin Gezi Parkı'na girmesiyle başlamış, haziran ve temmuz aylarında yoğunlaşarak Türkiye’nin birçok iline yayılmış toplantı ve gösteri yürüyüşleridir.

- İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28/5/2013 ile 6/9/2013 tarihleri arasında 80 ilde bu kapsamda 5.532 eylem/etkinlik gerçekleştirilmiştir.

- Türk Tabipleri Birliği verilerine göre kamu hastanelerine, özel hastane ve tıp merkezlerine, olayların yaşandığı alanlarda kurulan revirlere toplam 8.163 kişi yaralı olarak başvurmuştur. Bunlardan 106'sı kafa travmasına uğramış, 63'ü ağır yaralanmış, 11'i gözünü kaybetmiştir.

12. Başvurucunun iddiasına göre polis, yapılan gösterilere müdahale etmiş; boynunda basın tanıtım kartı olmasına rağmen gözaltına alınmıştır. Başvurucu bir müddet kollukla birlikte hareket hâlinde olduğunu, sonrasında çekim yapmaya devam ettiğini, bu nedenle darbedildiğini söylemektedir.

B. Soruşturmanın Başlaması

13. Başvurucu 17/6/2013 tarihinde kollukta ve 18/6/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Savcılık) verdiği ifadelerinde haberci olarak izlemeye gittiği gösteriler sırasında kolluk görevlileri tarafından gözaltına alındığını, dövüldüğünü, alınan raporda vücudundaki yaralanmaların tespit edildiğini belirterek polislerden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.

14. Başvurucu 5/6/2014 tarihinde kolluk görevlileri hakkında Savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ve olaya ilişkin delilleri sunmuştur. Başvurucu dilekçesinde özetle 16/6/2013 tarihinde Taksim'de gerçekleştirilen gösterileri gazeteci olarak izlemek amacıyla Mecidiyeköy'e gittiğini, Taksim'e doğru yürüdüğü sırada Şişli civarında polisin bir gruba müdahale ettiğini görmesi üzerine polislerin yanına gittiğini, boynunda basın kartının bulunduğunu, çekim yaptığı sırada Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı O.E.nin yanına gelerek kendisine küfrettiğini, boynundaki basın kartını koparttığını, kaskını ve gözlüğünü yere attığını ve "Bunu alın." dediğini ifade etmiş; sonrasında polisler ile birlikte hareket ettiğini ve birkaç görüntü aldığını, bu sırada yanına gelen ve ekibin gaz fişeği atmaktan sorumlu polis memurunun bu görüntüleri sildiğini, bütün görüntüleri silmek istemesi üzerine tepki gösterdiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu nedenle orada bulunan diğer polislerin de gelerek ellerinden ve kollarından tuttuklarını, O.E.nin "Alın bunu götürün, bir apartman boşluğuna işini bitirin." dediğini, bunun üzerine bağırarak insanlardan yardım istediğini, kolluk görevlilerinin vurmaya başladıklarını, kendisini yere atarak cenin pozisyonu aldığını, polislerin kafasına ve kasıklarına vurduklarını, kendisini sürükleyerek götürdüklerini, plastik kelepçe ile ters olarak kelepçelendiğini ve polis otobüsüne götürüldüğünü, kendisini otobüse götüren polisin kafasına yumruk attığını, tehdit edildiğini ve burada saatlerce bekletildiğini, kendisini darbeden polisleri teşhis edebileceğini, kendisini en fazla darbeden kolluk görevlilerinin Çevik Kuvvet ekibinin gaz silahı kullanmaktan sorumlu iki kolluk görevlisi olduğunu, bu kişilerin isimlerinin öğrenilmesinin mümkün olduğunu iddia etmiştir.

C. Soruşturma İşlemleri

15. Savcılık tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır. Anılan müzekkerede başvurucunun iddiaları hakkında müfettiş görevlendirilmesi talep edilmiş ve şu hususların tespit edilmesi istenmiştir:

- Şikâyete konu gösteri yürüyüşü için katılımcıların yürüyüş öncesinde yasal bildirimde bulunup bulunmadıklarının tespiti

- Başvurucunun şikâyetine konu ettiği zor kullanma öncesinde gösteri yürüyüşüne katılanların şiddet içerikli hareket ve davranışlar sergileyip sergilemediğinin tespiti ile müdahale öncesinde şiddet içerikli hareket ve davranışlar varsa bunları gösteren kamera görüntüsü, tutanak vb tüm delillerin toplanması

- Şikâyete konu gösteri yürüyüşünü trafik karışıklığına yol açmak dışında başkalarına zarar verme ya da başkalarının hiçbir güçlükle karşılaşmadan halk içinde dolaşma hakkı gibi hakları ihlal edip etmediğinin tespiti, şayet böyle bir ihlal varsa buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak gibi tüm delillerin toplanması

- Gösteri yürüyüşü barışçıl ise müdahale öncesi makul bir süre beklenip beklenmediği, bu süre geçtikten sonra dağılma uyarısı yapılıp yapılmadığının tespiti, buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak gibi tüm delillerin toplanması

- Olay yeri ve zaman dilimindeki zor kullanmanın kaçınılmaz olup olmadığına ve orantılı olup olmadığına ilişkin tespit yapılması, buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak gibi tüm delillerin tespiti

- Olay yeri ve zaman diliminde kayıt yapan toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) kamerası, MOBESE kamerası, banka şubesi kamerası gibi kameraların olaya ilişkin kaydetmiş olduğu görüntüler CD ya da DVD ortamına aktarılarak ve de üzerlerinde inceleme yapılarak gerektiğinde başvurucunun ifadesi ve TOMA'nın numarası gibi bilgilerin alınarak ya da başvurucuya teşhis işlemi yaptırılarak olay tarihi ve yerinde başvurucuya yönelik zor kullanan polis memurlarının tespiti

1. Disiplin Soruşturması

16. Başvurucu kolluk görevlileri tarafından darp edildiğini belirterek sorumlular hakkında disiplin işlemleri başlatılması talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuştur.

17. Başvurucunun şikâyeti hakkında 15/8/2014 tarihli tahkik emri ile disiplin soruşturması başlatılmış, dördüncü sınıf emniyet müdürü O.E. hakkında 18/11/2014 tarihli disiplin soruşturması raporu hazırlanmış ve Savcılığa gönderilmiştir. Anılan disiplin soruşturması sırasında polis memurları A.E., F.K., G.D., Y.U., M.T. ve Y.P. tanık olarak dinlenmiştir. Tanıklar başvurucunun iddialarını kabul etmemiştir. Bu soruşturmada olay yerinde görevli TOMA'lara ait CD içinde bulunan beş kamera görüntüsü incelenmiş ve başvurucuya karşı darp, hakaret veya kötü muamele gerçekleştirildiğine dair görüntüye ulaşılamadığı, bu görüntülerde gözaltı işlemi yapılan bir şahsın olduğu ancak bu kişinin başvurucu olduğuna dair net bir görüntünün olmadığı ifade edilmiş; kimliği tespit edilemeyen bu kişinin el ve ayaklarından kaldırıldığı ve taşınarak götürüldüğü tespit edilmiştir.

18. Disiplin soruşturması raporunda, başvurucunun tanık olarak gösterdiği foto muhabiri M.Ç.nin tüm çabalara rağmen tanık olarak ifade vermeye gelmediği belirtilmiştir. Öte yandan başvurucu tarafından olaya ait olduğu gerekçesiyle teslim edilen görüntülerin incelendiği ifade edilmiş, toplamda 10 dakika 16 saniyelik video görüntüsü ve yedi fotoğrafın incelendiği ancak uzaktan çekim yapılması ve yüz görüntüsünün net olarak seçilememesi nedeniyle zor kullanma sırasında yapılan işleme ait görüntülerdeki şahsın başvurucu olduğu yönünde net bir görüntü elde edilmediği belirtilmiştir.

19. Disiplin soruşturması raporunda, başvurucunun teşhis işlemi yapabileceğini belirtmesi üzerine olay yeri civarında görevli kolluk personelinin fotoğraflarının başvurucuya gösterildiği, başvurucunun kimseyi teşhis edemediği ifade edilmiştir.

20. Düzenlenen teşhis tutanağının ilgili kısmı şöyledir:

"... tahkikat odasına alınarak 4/9/2014 günü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nden Şişli Merkez Cami ve civarı ile Taksim Meydanına giden ana cadde üzerindeki görevlilerin isim listesi ve fotoğrafları çıkartılarak müşteki Hüseyin Gökhan BİÇİCİ'ye gösterilmiş, adı geçen şahsın gösterilen fotoğraflar içerisinde kendisini döven ve tekmeleyen polis memurlarını teşhis edememiştir."

21. Disiplin soruşturması sonucunda, alınan beyanlar, kamera kayıtlarının incelenmesi ve fotoğraf teşhislerinden haklarında soruşturma konusu iddiaları gerçekleştiren görevlilerin tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiş; başvurucu tarafından O.E.ye isnat edilen hakaret ve kötü muamele suçlamaları hakkında somut delil elde edilemediği gerekçesiyle O.E.nin isnat edilen eylemleri işlemediği ve kusurlu olmadığı kanaatine varılmıştır.

2. Adli Tıp Kurumu Raporu

22. Savcılık 13/11/2015 tarihli müzekkere ile başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından verilen 17/6/2013 tarihli rapor hakkında Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor talep etmiştir.

23. ATK'nın 16/11/2015 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...sayılı raporunda; darp ifadesiyle geldiği, sol göz kapağında yüzeysel sıyrık, sol dirsekte 3 adet sıyrık, sol elmacık kemiği bölgesinde ekimoz olduğu,arızasının kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur."

3. Bilirkişi Raporu

24. Savcılık tarafından 2/7/2015 tarihinde olaya ait olduğu değerlendirilen iki CD ve on beş DVD içeriğinin çözümünün yapılması amacıyla bilirkişi görevlendirilmiştir.

25. Bilirkişinin 17/8/2015 tarihli raporunda; "... Dava Dosyası İçin" isimli video kaydının 29. saniyesinde başvurucunun dört adet kasklı polis memuru tarafından kollarından ve bacaklarından tutularak taşındığı, kaydın 59. saniyesinde polis memurlarının başvurucuyu yere doğru bastırdığı, kaydın 1 dakika 45. saniyesinde başvurucunun yerde yatmakta olduğu, bir polis memurunun başvurucuyu sol kolundan tuttuğu, kaydın 1 dakika 55. saniyesinde başvurucunun üç polis memuru tarafından kollarından ve bacaklarından tutulmak suretiyle taşındığı, kaydın 3 dakika 41. saniyesinde başvurucunun bir haber kanalına telefonla bağlandığı, gözaltında olduğunu belirttiği ve olaylarla ilgili bilgi verdiği hususlarının görüldüğü ifade edilmiştir.

26. Bilirkişi raporunda "... Darp Anı Video Çekimleri" isimli klasörde bulunan "Darp Anı Yan Açı" isimli video kaydının 1. saniyesinde başvurucunun polis memurları arasında olduğu, önde bulunan bir polis memurunun sağ elinde bulunan cop ile başvurucuya vurduğu, kaydın 5. saniyesinde bu kez kaskı bulunmayan bir başka polis memurunun başvurucuya copla vurduğu, kaydın 22. saniyesinde bir polis memuru tarafından başvurucuya tekme atıldığı, "... Darp Anı Çapraz Açı" isimli video kaydının 4. saniyesinde başvurucunun polis memurları tarafından kollarından ve bacaklarından tutularak taşındığı, kaydın 47. saniyesinde başvurucunun polis memurları tarafından kollarından ve bacaklarından tutularak taşındığı görüntülerinin yer aldığı ve videonun 50. saniyede son bulduğu ifade edilmiştir. "... Yukarıdan Çekim" isimli video kaydının 8. saniyesinde polis memurlarının başvurucuyu tutmaya çalıştığı, başvurucunun direndiği, kaydın 16. saniyesinde başvurucunun yerde yattığı, işaretlenmiş polis memurlarının başvurucuya tekme attığı, kaydın 1 dakika 2. saniyesinde başvurucunun yerde sürüklendiği ve daha sonra polis memurları tarafından kollarından ve bacaklarından tutularak taşındığının görüldüğü tespit edilmiştir.

27. Bilirkişi raporunda ayrıca "16 Haziran gözaltı anı H. Gökhan Biçici ipad çekimi saat 17:42" isimli videoda yapılan incelemede özetle kaydın 6. dakikasında bir polis memurunun kamera çekimi yapan şahsa doğru geldiği, bu süreden sonra kameranın çok fazla hareket ettiği, görüntülerin anlaşılamadığı, kaydın 7. dakikasında kameranın yere düştüğü, 18. dakikaya kadar aynı görüntüde sabit kaldığı, kaydın 18. dakikasında bir erkek şahsın kamerayı yerden aldığı ve yürümeye başladığı, görüntülerin 26. dakikada sona erdiği belirtilmiştir. Sonuç olarak polis memurlarında kask bulunması nedeniyle başvurucuyu darbeden polis memurlarının net görüntülerinin alınamadığı kanaatine varılmıştır.

4. Tanık ve Şüpheli Beyanları

28. Savcılık tarafından 2/7/2015 tarihinde Etkin Haber Ajansı foto muhabiri olan tanık M.Ç.nin beyanı alınmıştır. Tanık beyanında özetle bir polis amirinin başvurucuya duyamadığı bazı şeyler söylediğini ve başvurucunun boynundaki basın kartını çekerek aldığını, yanlarına gittiğini ve kendisini tanıtarak polis amirine başvurucuyu neden gözaltına aldığını sorduğunu, polis amirinin "Sen karışma uzaklaş." dediğini, başvurucunun gözaltında iken fotoğrafını çektiğini ve olay yerinden ayrıldığını, akşam saatlerinde başvurucunun fotoğraflarını sosyal medyada paylaşınca başvurucunun dört polis memuru tarafından ellerinden ve ayaklarından tutularak götürüldüğüne dair videonun gönderildiğini ifade etmiştir.

29. Savcılık tarafından 17/3/2016 tarihinde tanık A.N.nin beyanı alınmıştır. Tanık beyanında özetle başvurucunun kendisini arayarak gözaltına alındığını haber verdiğini, bunun üzerine yanına gittiğini, polislerin başvurucunun ellerini arkadan bağladıklarını, başvurucunun sol kaşının üzerinden ve burnundan kan geldiğini, başvurucunun durumunu annesine ve avukatına haber verdiğini söylemiştir.

30. Savcılık tarafından başvurucuyu gözaltına alan şüpheli grubun amiri A.E.nin 20/11/2015 tarihinde talimat yoluyla ifadesi alınmıştır. Şüpheli ifadesinde özetle İstanbul'da görev yaptığı sırada amirlerinin talimatıyla yasal çerçevede görev yaptığını, hiçbir vatandaşa kötü muamelede bulunmadığını, başvurucunun ismini bu konuda açılan idari soruşturmada öğrendiğini beyan etmiştir.

31. Savcılık tarafından 30/9/2015 tarihinde şüpheli Y.U.nun ifadesi alınmıştır. Y.U. ifadesinde özetle olay günü gaz silahı kullanmaktan sorumlu kolluk görevlisi olduğunu ve aynı zamanda araç koruma görevi yaptığını, araca on bir kişi getirildiğini, bu şahısların kimler olduğunu hatırlamadığını ancak içlerinden birisinin gazeteci olduğunu söylediğini, bu kişileri otobüsün sürücüsü ve diğer polis memuru R.E.K. ile doktor raporu alınması için hastaneye götürdüklerini, bilirkişi raporunda fotoğrafları bulunan görevlilerin bir başka Çevik Kuvvet grubunda olmaları nedeniyle bu kişileri tanımadığını, on bir kişi gözaltına alınırken orada olmadığını, bu şahıslara doktor raporu alınması sırasında nezaret ettiğini, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

32. Savcılık tarafından 29/9/2015 tarihinde şüpheli polis memuru G.D.nin ifadesi alınmıştır. Şüpheli ifadesinde özetle olay tarihinde ekibin araç sürücüsü olarak görev yaptığını, yakalanan on bir kişinin getirildiğini, başvurucunun bu şahıslar arasında olup olmadığını bilmediğini, polis memuru F.K.nın grup amirleri olan A.E.yi aradığını ve aldıkları talimat üzerine bu şahısları doktor raporu alınması için hastaneye götürdüklerini, bu şahıslar gözaltına alınırken orada olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini söylemiştir.

33. Savcılık tarafından 14/7/2015 tarihinde şüpheli F.K.nın ifadesi alınmıştır. F.K. da diğer şüphelilerle benzer yönde ifade vermiştir.

5. Daimî Arama Kararı ile Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar

34. Savcılık tarafından kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 28/3/2016 tarihinde daimî arama kararı verilmiştir. Daimî arama kararında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlilerine yüklenen suçlar zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması belirtilmiştir. Soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih ise 16/6/2021 olarak belirtilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... Polis Teftiş Kurulu tarafından düzenlenen 18.11.2014 tarihli Disiplin Soruşturma Raporu ile olay nedeniyle şüpheliler hakkında ceza tayinine yer olmadığına karar verildiği;

Şikayetler ile ilgili yapılan araştırmalarda, mobese ve güvenlik kamera görüntüleri bulunmadığı, müştekilerin şüpheliler ile ilgili teşhiste bulunamadığı, tanıklar M.Ç. ve A.N.nin beyanlarında da suç ve şüpheli tespitine ilişkin görgülerinin olmadığı, alınan bilirkişi raporunda müşteki Hüseyin Gökhan BİÇİCİ' ye açık kimlikleri tespit edilemeyen 2 kolluk görevlisinin jop ile vurma, 2 ayrı kolluk görevlisinin de tekme atma görüntülerinin belirlendiği ancak şüphelilerin kimliklerinin tespit edilemediği anlaşılmıştır.

Yine yapılan soruşturmada, müştekiler Hüseyin Gökhan BİÇİCİ ve M.D. hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2013/87539 sayılı evrakı üzerinden 2911 Sayılı Yasaya Muhalefet suçundan yapılan soruşturmada Kovuşturmaya Yer Olmadığı yönünde karar verildiği tespit olunmuştur.

Soruşturma sonucunda mevcut deliller, müşteki beyanları, tanıklar M.Ç. ve A.N. beyanları, bilirkişi raporu, tutanaklar, adli raporlar ve şüpheli savunmaları birlikte değerlendirildiğinde;

Müştekilere yönelik zor kullanma yetkisinin sınırını aşarak kasten yaralamada bulunan şüphelilerin açık kimlik bilgilerinin tespit edilemediği anlaşılmakla,

Bu şekilde, atılı suçu işlediği iddia edilen kimliği tespit edilemeyen şüphelinin/şüphelilerin, çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliğinin/kimliklerinin belirlenmesi, yakalandığı/yakalandıkları takdirde mevcutlu olarak savcılığımıza sevk edilmesi/edilmeleri, aksi halde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesi ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir Cumhuriyet Başsavcılığımıza bilgi verilmesi rica olunur. "

35. Savcılık tarafından şüpheliler O.E., G.D., F.K., Y.U. ve A.E. hakkında 28/3/2016 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle başvurucuyu yaralayan polislerin kimliklerinin tespit edilemediği, şüphelilerin üzerlerine atılı eylemleri gerçekleştirdiği yönünde soyut iddiadan başka kamu davası açılmasına yeterli delil elde edilemediği belirtilmiştir.

36. Anılan karara başvurucu itiraz etmiştir. Başvurucu dilekçesinde özetle kendisini darbeden polisleri teşhis edebileceğini, kendisini en fazla darbeden kolluk görevlilerinin Çevik Kuvvet ekibinin gaz silahı kullanmaktan sorumlu iki kolluk görevlisi olduğunu, bu kişilerin isimlerinin öğrenilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun itirazı İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/5/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

37. Anılan karar 6/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 3/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

D. Başvurucu Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması

38. Başvurucu hakkında kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne silahsız olarak katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, toplantı ve yürüyüşlerine silahla katılma, silahlı olarak katılınan toplantı ve yürüyüşte ihtara rağmen dağılmama suçlarından yürütülen soruşturmada kamu davası açmaya yeterli delil olmadığı gerekçesiyle 2/12/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

39. İlgili ulusal hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-67; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, § 24; Mehmet Baydan [GK], B. No: 2014/16308, 12/4/2018, §§ 25, 26.

B. Uluslararası Hukuk

40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin -mağdurların davranışlarından bağımsız olarak- işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

41. AİHM bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada- kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin 3. maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini hatırlatmaktadır (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011 § 106).

42. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin asgari ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993 § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktördür.

43. Eldeki başvuruya benzer bir davada AİHM bir gazetecinin kendisine kötü muamele yapıldığı, bilgi alma ve verme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarını incelemiştir (Najafli/ Azerbaycan, B. No: 2594/07, 2/10/2012). Bahsi geçen başvuruda olaylar şu şekilde meydana gelmiştir: Bir gazeteci olan başvurucu, muhalif gruplar tarafından politik amaçlarla icra edilen izinsiz bir gösterinin muhabirliğini yaptığı sırada polis tarafından coplanarak darp edilmiştir. Darp olayı başvurucunun polislere kendisinin muhabir olduğunu söylemesine rağmen gösterinin dağıtılması sırasında cereyan etmiştir. Söz konusu olayların ardından başvurucuda kapalı kranyo-serebral travma, sarsıntı ve başın üst kısmında yumuşak doku hasarı gibi kayda değer yaralanmalar olduğu rapor edilmiştir. Başvurucudaki söz konusu yaralanmaların nasıl meydana geldiğini tespit etmek için bir ceza soruşturması açılmış ancak soruşturma yaralanmaların sorumlusu olan polis görevlilerinin kimliklerinin tespit edilememesi nedeniyle ertelenmiştir (aynı kararda bkz. §§ 11-21).

44. AİHM ilk olarak kötü muamele iddiasını incelemiştir. AİHM'in olayın esasına ilişkin değerlendirmeleri şu şekildedir: Başvurucu, gösterinin dağıtılması sırasında polis görevlilerinin copları ile darp edildiğini varsaymak için yeterli derecede güçlü ve tutarlı deliller sunmuş; buna karşın hükûmet bu varsayımı çürütecek ikna edici karineler ortaya koyamamıştır. Yaralanmaları gözönüne alındığında başvurucunun asgari şiddet seviyesine ulaşan bir dizi ciddi fiziksel ve ruhsal eziyete maruz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucuya yöneltilen şiddetin başvurucunun kendi davranışlarının sonucu ve kesinlikle gerekli olduğu gösterilememiştir. Başvurucu, polise karşı şiddet kullanmamış ya da başka bir tehdit oluşturmamıştır. Başvurucuya karşı güç kullanılmasına başka bir sebep de gösterilmemiştir. Bu yüzden başvurucuya karşı kullanılan gücün gereksiz, aşırı ve kabul edilemez olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Oybirliğiyle 3. maddenin ihlal edildiği kanaatine varılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 34-41).

45. AİHM daha sonra kötü muamele şikâyetinin usule ilişkin yönünü değerlendirmiştir. AİHM'e göre başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma 3. maddenin gerekliliklerini karşılamamaktadır. Örneğin soruşturma işlemlerinde ciddi gecikmeler meydana gelmiş ve soruşturma yeterli bir çaba ile ele alınmamıştır. Ayrıca başvurucuya soruşturmaya etkili erişim imkânı sağlanmamış ve başvurucu soruşturmaya ilişkin işlemlerden zamanında haberdar edilmemiştir. Daha problemli olan yön ise soruşturmanın tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Başvurucunun darbedilmesinin sorumlularının tespit edilmesi görevi, suçu işlediği iddia edilen polis görevlilerinin bağlı olduğu otoriteye verilmiştir. Soruşturma, ilgili polislerin kimliklerinin tespit edilememesi gibi yetersiz gerekçelerle askıya alınmıştır. Son olarak başvurucu, polis memurlarının kimlikleri bilinemediği için hukuk davaları yoluyla etkin bir şekilde tazminat alma olanağından da mahrum bırakılmıştır. Ceza soruşturması bağımsız olmadığı ve etkisiz kaldığı için sorumlu polislerin kimliklerinin belirlenmesi hedefine ulaşılamamıştır. Dolayısıyla bir hukuk davasında davanın yöneltileceği kişilerin belirlenmesi başvurucu için aşılmaz bir güçlük olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak oybirliğiyle 3. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (aynı kararda bkz. §§ 45-56).

46. Son olarak AİHM, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. AİHM ilk olarak basının kamusal meselelerle ilgili bilgi ve fikirleri yayma özgürlüğünün demokrasinin gelişimi için yaşamsal olan muhalif toplantıların ve gösterilerin haberleştirilmesi özgürlüğünü de içerdiğini ifade etmiştir. Buna karşın AİHM'e göre başvurucunun görevini yapması aşırı güç kullanımı ve fiziksel kötü muameleyle engellenmiştir. Başvurucu yaka kartı taktığı ve mesleğini açıkça söylediği için AİHM, polislerin başvurucunun muhabir olduğunu fark edemedikleri savunmasını kabul etmemiştir. Öte yandan polislerin başvurucunun muhabirlik görevini yapmasını engelleme niyetlerinin olmadığına dair hükûmetin iddiasını da kabul etmemiştir. AİHM'e göre burada önemli olan sadece işini yapmakta olan başvurucunun bir gazeteci olduğunu açıkça ortaya koymasına rağmen 3. maddede öngörülen muameleye maruz kalmış olmasıdır. Bu nedenle başvurucunun 10. maddede yer alan hakkına bir müdahalede bulunulmuştur. AİHM, hükûmet tarafından söz konusu müdahalenin ne meşru olduğunun ne de kanuni veya meşru bir amacı yerine getirmek için yapıldığının ikna edici bir şekilde gösterildiği sonucuna ulaşmıştır (aynı kararda bkz. §§ 64-70).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

47. Mahkemenin 8/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

48. Başvurucu; polisin gazeteci olduğunu bile bile kendisini keyfî bir şekilde gözaltına aldığını, bir süre polislerle birlikte hareket ettiğini, bu sırada çekim yaptığı gerekçesiyle polisler tarafından telefonunun alındığını ve görüntülerin silindiğini, buna karşı çıkması üzerine darbedildiğini, polislerin tekme ve yumruk attıklarını, tehdit ettiklerini, ters plastik kelepçe ile bağladıklarını, polis otobüsüne götürdüklerini, burada da tehditlere maruz kaldığını belirterek kötü muamele yasağının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

49. Bakanlık görüşünde, somut olayda şüphelilerin bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından dinlendiği, başvurucunun şikâyetçi olduğu kolluk görevlilerini teşhis edemediği, tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği belirtilmiş; başvurucunun soruşturmaya etkili katılımının sağlandığı ayrıca başvurucunun olaydan yaklaşık bir yıl sonra şikâyetçi olduğu belirtilerek usul yükümlülüğünün yerine getirildiği ifade edilmiştir.

50. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş ve adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

52. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

53. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

54. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

55. Kötü muamele yasağına ilişkin iddialar kural olarak maddi ve usul yönlerinden ayrı incelenmekle birlikte kamu görevlisi tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen fiillere ilişkin inceleme, kötü muamele yasağının hem negatif hem de pozitif yükümlülüklerine ilişkin olmaktadır. Bu nedenle başvurunun bir bütün olarak incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

57. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

58. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

59. Anayasa'nın 17. maddesi ve Sözleşme’nin 3. maddesi, belirli bir yasal muamele kapsamında bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda ve sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

60. Kolluk görevlileri, görevini yaparken direnişle karşılaşmaları hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili; ayrıca fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine de sahiptir. Ancak zor kullanımı zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi başvurulacak güç de ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51).

61. Kelepçe takmak polisin maddi güç kullanımının bir çeşidini oluşturmaktadır. Polisin zor kullanma yetkisi bir cezalandırma aracı olmayıp zorunlu sınırın aşılması, işkence ve kötü muamele yasağının ihlali sonucunu doğurabilecektir (Arif Haldun Soygür, §§ 53, 54).

62. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

63. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

64. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

65. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

66. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin boyutu çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

67. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

68. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını, sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Somut olayda Gezi Parkı olaylarını takip etmek isteyen başvurucunun kolluk görevlileri tarafından gözaltına alındığı ve sonrasında serbest bırakıldığı anlaşılmıştır.

70. Soruşturma dosyasındaki mevcut bilgi ve belgelerden, bilirkişi raporunda tespit edilen görüntü kayıtlarından başvurucunun polis memurları tarafından cop ve tekme ile darbedildiği anlaşılmaktadır (bkz. §§24-27).

71. Sağlık raporlarına göre başvurucunun sol göz kapağında yüzeysel sıyrık, sol dirseğinde üç adet sıyrık, sol elmacık kemiği bölgesinde ekimoz meydana gelmiştir. Savcılık tarafından iki kolluk görevlisinin copla, iki ayrı kolluk görevlisinin de tekmeyle başvurucuya vurdukları tespit edilmiş; başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığı değerlendirilerek açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen kolluk görevlileri hakkında daimî arama kararı verilmiştir (bkz. § 34). Başvuru dosyasına yansıyan bilgiler çerçevesinde Anayasa Mahkemesince de farklı sonuca ulaşmayı gerektiren bir olgu tespit edilmemiştir. Bu durumda başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığının kabulü gerekir.

72. Bu aşamadan sonra güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiği ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlama yükümlülüğü kamu makamlarına aittir. Somut olayda başvurucunun bizzat şiddete başvurduğu veya kolluk güçlerine direndiğine dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması ise kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile sonuçlanmıştır. Ayrıca başvurucu her ne kadar çektiği fotoğrafların silinmesine tepki gösterdiğini ifade etmişse de bunun ötesinde başvurucunun kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurulduğunu düşünmeye sevk edecek bir delil soruşturma veya başvuru dosyasına yansımamıştır. Dolayısıyla başvurucuya yönelik güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiği kolluk birimlerince ispatlanamamıştır.

73. Bununla birlikte başvuru konusu olayın Gezi Parkı eylemlerinin bir parçası olmasından ötürü olaylara geniş çapta bir katılımın olduğu ve bu nedenle belli oranda kargaşa ortamının doğabileceği kabul edilmektedir. Kargaşa ortamlarında kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etme ve müdahaleyi gerektiren duruma yol açan kişiler dışındakilerin müdahaleden mümkün olduğunca etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülükleri bulunmaktadır. Somut olayda başvurucunun hâlihazırda gözaltına alındığı gerekçesiyle kolluk görevlileri ile birlikte hareket ettiğini beyan ettiği anlaşılmış, kolluğun yakalamaya veya etkisiz hâle getirmeye çalışırken başvurucuyu yaraladığı yönünde bir bulguya rastlanmamıştır. (benzer yöndeki karar için bkz. Cihan Mutlu, B. No: 2016/9422, 23/2/2020, § 58).

74. Somut olayın gerçekleşme koşulları dikkate alındığında basın mensubu olan başvurucunun kolluk görevlileri tarafından yaralanmasının belli bir ağırlık derecesinde olduğu ve olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği asgari ağırlık eşiğinin aşıldığı sonucuna varılmıştır.

75. Başvurucunun maruz kaldığı eylem ve yaralanması birlikte değerlendirildiğinde müdahalenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında olduğu nitelendirilmiş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında negatif yükümlülüğe aykırılık ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır.

76. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde sorumluların belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmasını sağlamaya elverişli, etkili bir soruşturmanın yapılması gerekmektedir.

77. Somut olayda başvurucunun gözaltında iken verdiği ifadesinde polisler tarafından darbedildiği söylediği ancak bu konuda herhangi bir işlem yapılmadığı, soruşturmanın yaklaşık bir yıl sonra başvurucu tarafından Savcılığa başvurulması üzerine başlatıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda adli sürece konu olayın meydana geliş koşullarının ve maddi gerçekliğin tespit edilmesi yönünde resen ve derhâl soruşturma yürütülmediği görülmektedir.

78. Somut olayda başvurucunun hem şikâyet dilekçesinde hem de kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yaptığı itirazda kendisini darbeden kolluk görevlilerinin çevik kuvvet ekibinin gaz silahı kullanmaktan sorumlu personeli olduğunu ve bu kişileri teşhis edebileceğini belirttiği gözlemlenmektedir. Buna karşın Savcılık tarafından başvurucuya teşhis işlemi yaptırıldığı yönünde bilgi veya belge soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Savcılık kararlarında her ne kadar disiplin soruşturması sırasında teşhis işlemi yaptırıldığı ve başvurucunun teşhisi gerçekleştiremediği belirtilmişse de disiplin soruşturması sırasında yaptırılan teşhis işleminde başvurucuya4/9/2014 tarihinde görevli personelin isim listesinin ve fotoğraflarının gösterildiği, buna karşın olayın gerçekleştiği 16/6/2013 tarihinde görevli personel bilgilerinin gösterildiği yönünde bir tutanağın dosyada yer almadığı tespit edilmiştir.

79. Öte yandan her ne kadar başvurucunun tanık olarak gösterdiği şahıslar dinlenmişse de Savcılık tarafından olay hakkında bilgi sahibi olabilecek başka tanıkların araştırılmadığı, soruşturma için yeterli bir çaba sarf edilmediği ve mevcut kamera görüntülerinde kolluk görevlilerinin kimlik bilgilerinin tespit edilemediği gerekçesiyle daimî arama kararı verildiği anlaşılmaktadır.

80. Savcılık tarafından soruşturmanın resen ve derhâl başlatılmadığı, yaklaşık yedi yıldır sorumluların tespit edilemediği son beş yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır. Bu durumda soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğüne aykırı davranıldığı değerlendirilmiştir.

81. Belirtilen bu tespitler ışığında maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturmada, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

82. Sonuç olarak başvurucuya karşı insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele oluşturan eylemlere yönelik olarak sorumluların belirlenmesi ve gerekiyorsa cezalandırılması yönünde etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

B. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

84. Başvurucu, haberci olarak takip ettiği gösteriler sırasında darbedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

85. Bakanlık görüşünde; somut olayın yaşanmış olduğu ve kamuoyunda Gezi Parkı olayları olarak bilinen eylemlerin, Hükûmete karşı bir kalkışma ve şiddet eylemleri olarak ülke geneline yayıldığı ve kamu düzenini tehdit ettiği, bu kapsamda yetkililer tarafından yapılan ikazlara rağmen yazılı, görsel ve sosyal medya üzerinde örgütlenilerek güvenlik güçlerine saldırılar düzenlendiği ve müdahale sırasındaki koşulların gözönüne alınması gerektiği kanaatinde olunduğu bildirilmiştir.

86. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

87. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir."

88. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

89. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

90. Mevcut başvurunun koşullarında, yapılan bir gösteriyi haberleştirmek için olay yerinde bulunan başvurucunun polislerce engellenmesi ve üzerinde fiziksel güç kullanılması ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

91. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

92. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36).

93. Basın özgürlüğünün halkın ilgilendiği konularla ilgili kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi, bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63). Bu tür bilgi ve fikirlerin tanıtımına ek olarak halkın bu bilgi ve fikirleri alma hakkı vardır. Elbette bu, mevcut başvuruda olduğu gibi herhangi bir demokratik toplumun gelişimi için önemli olan muhalif gruplarca gerçekleştirilen toplantılar ve gösteriler hakkında bilgilendirilmesini de içerir. Bu olmazsa basın kamu denetleyicisi olarak hayati bir rol oynayamaz (Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 51; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 49-51, 61-63; Nihat Özdemir [GK], B. No: 2013/1997, 8/4/2015, §§ 45-47, 57-58).

94. Somut başvuruya benzer bir başvuru olan Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019, §§ 75-92) başvurusunda Anayasa Mahkemesi toplumsal bir olaya müdahale sırasında basın mensubu olduğu hususunda tereddüt bulunmayan başvurucunun gazetecilik faaliyetine engel olacak şekilde kötü muameleye uğraması ve gözaltına alınmış olması nedeniyle ifade özgürlüğünün ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Anayasa Mahkemesi bu kararda, sahada yer alan gazetecilerin görevlerini yaptıkları sırada şiddete uğramaktan korunmaları meselesine odaklanılması gerektiğini belirterek mesleki faaliyetlerinin icrası sırasında kamu görevlileri tarafından yapılacak kötü muamelelerin gazetecilerin bilgi alma ve bilgi verme kabiliyetini ciddi şekilde engelleyeceğini vurgulamıştır (Erdal İmrek, § 86).

95. Somut olayda, mesleki faaliyetini yürüten ve o sırada göstericiler ile polis arasında meydana gelen olayları haber yapmak için çaba sarf eden başvurucunun görüntü almasının engellendiği ve başvurucuya fiziksel müdahalede bulunulduğu tespit edilmiştir. Başvurucu her ne kadar gözaltına alınmışsa da tanık M.Ç.nin beyanında polis amirinin başvurucunun basın kartını çekerek aldığını söylediği (bkz. § 28), polis memuru Y.U.nun ifadesinden ise başvurucunun gazeteci olduğunun bilindiği (bkz. § 31) görülmekte; bu durumda başvurucunun başvuruya konu olayın meydana geldiği sırada gerçekleştirilen izinsiz gösterinin katılımcılarından biri olmadığı veya kolluk görevlilerince öyle sanılmadığı anlaşılmaktadır.

96. Gazetecilik görevini yapan başvurucunun olayları haberleştirmek dışında bir maksatla gösterinin yapıldığı yerde bulunduğu, polisin o sırada devam etmekte olan gösteriye ilişkin görevlerini yapmasını engellediği, bir gösterici gibi davranarak polise karşı şiddet kullandığı ya da polis için tehdit oluşturduğu yönünde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Buna karşın Savcılık tarafından başvurucunun kimliği tespit edilemeyen kolluk görevlileri tarafından darbedildiği tespit edilmiş ancak başvurucunun gözaltına alınarak görevini yapmasına engel olunmasının makul sebepleri kamu makamları tarafından ortaya konulamamıştır.

97. Anayasa Mahkemesi başvurucuya yapılan müdahalenin Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan meşru sebeplerden hiçbirine uymadığını, bu nedenle de haklı olmadığını tespit etmiştir. İdare ve yargı makamları, başvurucunun görevini yapmasının engellenmesi şeklindeki başvuruya konu müdahalenin yasal olduğuna ya da meşru bir amaç taşıdığına dair güvenilir hiçbir kanıt sunmamıştır. Bununla birlikte mevcut başvuruda böyle bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilemeyeceği de açıktır (benzer yöndeki karar için bkz. Beyza Kural Yılancı, B. No: 2016/78497, 12/1/2021, § 78).

98. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün ve 28. maddesinde korunan basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

99. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

100. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini ve kararın ortadan kaldırılarak dava açılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

101. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

102. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

103. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının kararlarından (kovuşturmama ek kararı ve bununla bağlantılı daimî arama kararı) kaynaklandığı anlaşılmıştır.

104. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüklerine yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

105. Başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

106. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ve Anayasa'nın 28. maddesinde güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için soruşturmanın ihlal kararı doğrultusunda etkili bir şekilde yürütülmesi amacıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2014/79864) GÖNDERİLMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.839,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2021tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

VELİ SAÇILIK BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/24614)

 

Karar Tarihi: 18/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 22/11/2022-32021

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

 

 

Hasan HÜZMELİ

Başvurucu

:

Veli SAÇILIK

Vekili

:

Av. Senem DOĞANOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru; kolluk görevlilerinin güç kullanması sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, mülki amirce toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin belirli bir süre için yasaklanması ve bu yasak sebebiyle barışçıl bir toplantının kolluk görevlilerince dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

2. Kamu görevinden çıkarılan ve açlık grevi yapan iki kişiye destek verip olağanüstü hâl tedbirleri kapsamındaki işten çıkarmaları protesto etmek isteyen, aralarında daha önce kamu görevinden çıkarılmış olan başvurucunun da bulunduğu yaklaşık on kişilik bir grup basın açıklaması yapmak için 9/1/2018 tarihinde Ankara’daki bir caddede toplanmıştır. Grup üyeleri, sözü edilen iki kişinin yalnız olmadığı yönünde slogan atmış ve daha önce hazırladıkları üç pankartı taşımıştır. Polis, dağılmaları yönünde grubu megafonla uyarmıştır. Bir grup üyesi bahsi geçen iki kişinin uzun süredir açlık grevinde olduğuna işaret edip işlerini geri istediklerini söylemiş ve polisleri kastederek “Bunlar bize saldıracak şimdi.” demiştir. Polisler grup üyelerini kollarından tutarak orada bulunan bir polis minibüsüne bindirmiştir. Kısa süre sonra caddede yakalanan bir kişi ittirilerek minibüse bindirilmiştir. Bir başka kişinin daha minibüse ittirilerek bindirilmeye çalışılmasına tepki gösteren başvurucu, minibüsün yarı açık durumdaki arka kapısından dışarıya çıkmak için hamle yapmış ancak polislerin kendisini minibüsün içine itip kapıyı kapatmaya çalışmaları nedeniyle minibüsten inememiştir. Bu sırada minibüse bindirilmek istenen son kişi henüz tam olarak minibüse binmemiştir. Başvurucu durduğu yerde “Yeter be, yeter!.. [anlaşılamadı] yapmak şerefsizliktir!” diye bağırmaya başlayınca bir polis memuru oldukça yakın bir mesafeden başvurucunun yüzüne ve kıyafetine birçok kez biber gazı sıkmıştır. Biber gazından sakınmak isteyen başvurucu, dengesini kaybederek bir şekilde minibüsten inmiştir. Polisler başvurucuyu elleriyle ve kalkanlarıyla iterek ve kıyafetinden tutarak minibüse bindirmeye çalışmıştır. Başvurucu “Gözüm!” diye bağırınca polisler başvurucuyu karga tulumba minibüsün ön bölümüne bindirmiştir. Başvurucu hakkında tanzim edilen raporlara göre olay nedeniyle her iki konjoktivada (Konjoktiva, göz kapağı iç yüzünü ve göz yuvarlağının ön yüzünü kaplayan zardır.) hiperemi (kızarıklık) ve sol tibia (incik kemiği) ön yüzde 2x5 cm’lik abrazyon (sıyırma) ile hassasiyet oluşmuştur ve başvurucunun yaralanması basit bir tıbbi müdahale ile giderebilecek ölçüde hafiftir.

3. Olayın üzerinden kısa bir süre geçmesinin ardından başvurucu, katıldığı basın açıklamasını dağıtan ve yaralanmasına neden olan polis amirleri ve memurları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Bu suç duyurusuna ilişkin dilekçeyi kaleme alan başvurucu vekili, olaya ilişkin kamera kaydının bir örneğini savcılığa sunmuştur.

4. Savcılık olay nedeniyle düzenlenen kolluk tutanaklarını, kolluğun çektikleri de dâhil olmak üzere olayla ilgili kamera görüntülerini ve başvurucu hakkında düzenlenmiş doktor raporunu emniyet müdürlüğünden temin edip başvurucunun kesin adli raporunu almış; soruşturma dosyasında mevcut kamera görüntülerini bilirkişiye inceletmiş ve başvurucunun ifadesine başvurmuştur.

- Emniyet müdürlüğünün ilgili biriminin çektiği görüntülerin ve başvurucu hakkında düzenlenen kesin adli raporun içeriği yukarıda belirtildiği gibidir (bkz. § 2).

- Soruşturma dosyasında bulunan kamera görüntülerinin içeriği konusunda hazırlanan bilirkişi raporunda grubun polisin uyarılarına rağmen dağılmayıp polise direndiği, polisin orantılı güç kullanarak eylemcileri gözaltına aldığı, bir eylemcinin minibüse getirildiği sırada grup üyelerinin polise etkili bir şekilde direnip zorluk çıkardıkları, bu sırada başvurucu ve bazı eylemcilerin arbede çıkararak araçtan inmeye çalıştıkları, polislerin bu direnişi engellemek amacıyla gaz kullandığı, dengesini kaybeden başvurucunun yere düştüğü ve polislerin başvurucuyu itinalı bir şekilde minibüsün ön bölümüne taşıdıkları belirtilmiştir.

- Emniyet müdürlüğünce savcılığa gönderilen belgelerde eylem yapılan yerin toplantı ve gösteri yürüyüşü alanları olarak belirlenen yerlerden olmadığı, Ankara Valisi'nin işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan kişileri desteklemek amacıyla yapılacak toplantı ve gösterileri, eylemlerin parklardaki vatandaşları rahatsız edebileceği ve terör örgütlerinin eylemciler ile diğer vatandaşları hedef alan saldırılar gerçekleştirebileceği gerekçesiyle 1/11/2017 tarihinden itibaren üç ay süre ile yasakladığı, yasağın 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinin (c) bendine, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesine ve 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11. maddesinin (m) bendine dayandırıldığı, başvurucu ile bir başka eylemcinin toplantıyı oturma eylemine çevirdiği, grup üyelerinin direnmesi nedeniyle polis kalkanları ve biber gazı kullanılarak eylemin sonlandırıldığı, yakalanan kişilerin minibüse binmesini engellediği için başvurucuya gaz sıkıldığı ve kesilecek idari para cezası nedeniyle yakalanan başvurucunun idari para cezası kesilmesi sonrasında serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Sözü edilen belgelere göre başvurucu, asılsız kötü muamele iddialarının önüne geçilebilmesi amacıyla doktor raporu alınması için hastaneye götürülmek üzere diğer eylemcilerle beraber minibüse bindirilmiştir.

- Başvurucu ifadesinde itilmek suretiyle minibüse bindirildiğinde belinin incindiğini, minibüsün içine gaz sıkıldığını, gazdan çok etkilendiği için minibüsten inmeye çalıştığını, yerde tekmelenerek minibüsün bir başka kısmına alındığını, kendisine tekme atan polisi görmediğini ve kendisine idari para cezası verilmesi sonrasında serbest bırakıldığını beyan etmiştir.

5. Yürüttüğü soruşturma sonunda savcılık; polisin görevini yaparken gerekli ölçüde zor kullanma yetkisi olduğu, başvurucuyu yaralamaya yönelik kasten yapılmış bir eylem bulunmadığı ve polisin mevzuat doğrultusunda hareket ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucunun savcılıkça verilen karara itirazı sulh ceza hâkimliğince reddedilmiştir.

6. Ankara Valisi, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü ardından ilan edilen iki yıllık olağanüstü hâl süresince sekiz ayı kesintisiz olmak üzere toplam yaklaşık on bir ay boyunca il genelinde tüm toplantı ve gösterileri yasaklamış veya izne bağlamıştır. Bu kararlardan biri olan ve başvuruya konu kolluk müdahalesine dayanak teşkil eden yasaklama kararı da “işe geri dönme talebiyle açlık grevi yapan iki kişiyi desteklemek ve bunların tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre Ankara’nın muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat bulunduğu” belirtilerek kamu düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği gerekçesiyle verilmiştir (ayrıntılı bilgi için bkz. Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237, 10/3/2022, § 19).

7. Başvurucu, nihai kararı 12/7/2018 tarihinde öğrendikten sonra 7/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

8. Komisyonca adli yardım talebinin kabulü ile başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

9. Başvurucu; polisin itekleme ve yerde sürükleme şeklinde şiddete başvurmasından, minibüsün içinde olmasına rağmen kendisine biber gazı sıkılmasından, gazın etkisiyle yere düşmesinden sonra kafasına vurulup tekmelenmesinden, minibüsün bir başka yerine fırlatılmasından, olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden ve soruşturma sürecindeki itirazlarının dikkate alınmamasından yakınmıştır. Bakanlık görüşünde başvurucunun kötü muamele iddiaları incelenirken etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığı, bu anlamda olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sırasında Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını tekrar etmiştir.

10. Başvurucunun ihlal iddiası Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan yasak kapsamında incelenmiştir.

11. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ihlal iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

12. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına yasağın maddi boyutuyla ilgili olup başvuruya uygulanabilir nitelikte olan ilkeler Gülşah Öztürk ve diğerleri (B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52), Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç (B. No: 2016/12937, 10/12/2019, §§ 33, 43-45) ve Deniz Karadeniz ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 92) kararlarında yer almaktadır. Sözü edilen ilkelere göre kişilerin kendi tutumunun zorunlu kıldığı hâller dışında güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin kişilere fiziksel güç kullanması ve haksız yere bireylerin yüzüne biber gazı sıkarak söz konusu kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı çekmesine neden olmaları Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir. Kolluk görevlileri biber gazını kapalı bir yerde kullanacaklarsa bu gazların kapalı alanda kullanılması hâlinde olumsuz tesirlerinin artabileceğini dikkate almalı ve aynı amacı temin edecek alternatif zor kullanma araçlarının kullanılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmelidir. Biber gazının kimyasal tesiri yüzünden oluşan acının -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile- kişilerde ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyette olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

13. Somut olayda başvurucunun da içinde bulunduğu gruba polisçe müdahale edilmiş ve grup üyeleri, kendilerine idari para cezası kesilebilmesi için yakalanıp asılsız kötü muamele iddialarının önüne geçebilmek amacıyla doktor raporu alınması için hastaneye götürülmek üzere polis minibüsüne bindirilmiştir. Grup üyelerinin toplandığı caddede yakalanan bir kişinin polislerce minibüse ittirilerek bindirilmeye çalışılması üzerine duruma tepki gösteren başvurucu, minibüsten dışarıya çıkmak için hamle yapsa da polislerin kendisini minibüsün içine itip kapıyı kapatmaya çalışmaları nedeniyle minibüsten inememiştir. Bu sırada minibüse bindirilmek istenen son kişi henüz tam olarak minibüse binmediği için minibüsün kapısı kapanmamıştır. Bir polis memuru, minibüsten inmeye çabalamadan durduğu yerde “Yeter be, yeter!.. [anlaşılamadı] yapmak şerefsizliktir!” diye bağıran başvurucunun -kapalı ve dar bir alanda birçok kişiyle birlikte bulunmasına rağmen- yüzüne ve kıyafetine oldukça yakın bir mesafeden birçok kez biber gazı sıkmıştır. Bunun sonucunda başvurucunun göz kapağı iç yüzünü ve göz yuvarlağının ön yüzünü kaplayan zarda kızarıklık oluşmuş ve başvurucu maruz kaldığı muamele nedeniyle acı yanında korku da duymuştur. Oysa biber gazı sıkılmasından önce başvurucu, olduğu yerde durmakta; polise karşı şiddet içeren bir davranışta bulunmamakta ve araçtan inmeye çabalamamaktadır. Nitekim başvuru dosyasına, başvuruya konu olay nedeniyle başvurucu hakkında yürütülen bir ceza soruşturmasına ilişkin bilgi yansımamıştır. Ayrıca biber gazı kullanmadan önce polis memuru, başvurucu ile beraber birçok kişinin kapalı bir alanda bulunduğunu dikkate almamış; alternatif güç kullanım araçlarının kullanılabilirliğini değerlendirmemiştir. Bu nedenle somut olayın koşullarında başvurucunun davranışlarının polisin biber gazı ile müdahalesini zorunlu kıldığını ve biber gazının orantılı bir biçimde kullanıldığını söylemek mümkün değildir.

14. Başvurucu; itekleme ve yerde sürükleme şeklinde şiddete başvurmasından, kafasına vurulup tekmelenmesinden ve minibüsün bir başka yerine fırlatılmasından da şikâyet etmiştir ancak başvuru dosyası, başvurucuya karşı sözü edilen fiillerin işlendiği yönünde makul şüphenin ötesinde kanıt ihtiva etmemektedir.

15. Anayasa Mahkemesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan muamele ve cezalarla ilgili değerlendirmelerine göre başvuruya biber gazıyla yapılan muamele, olayın gelişimi ve biber gazının başvurucunun üzerinde bıraktığı etki dikkate alındığında insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muamele olarak kabul edilebilir (bahsi geçen muamele ve cezalarla ilgili ayrıntılı açıklamalar için birçok karar arasından bkz. Osman Gökalp, B. No: 2019/7312, 3/2/2022, §§ 32-35). Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu ihlal edilmiştir.

16. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaya gelince konuyla ilgili ilkeler şimdiye kadar verilen birçok kararda yer almıştır (örnek kararlar için bkz. Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, §§ 75-78; İsmail Adak, B. No: 2018/19964, 20/10/2021, §§ 37-41). Anılan ilkelere göre bir kişinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder biçimde fiziksel ve ruhsal bir saldırıya uğradığına dair savunulabilir bir iddiası varsa bu iddia hakkında etkili bir soruşturma yürütülmelidir. Yaralama olayının güç kullanmaya yetkili bir kamu görevlisinin kasıtlı bir eylemi sonucu meydana geldiğinin ileri sürüldüğü hâllerde ivedilikle bir ceza soruşturması başlatılmalı, soruşturma olaya karışmış olanlardan bağımsız kişilerce yürütülmeli, soruşturmada olayı aydınlatabilip sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün deliller toplanmalı, soruşturma süreci gerektiği ölçüde kamu denetimine ve mağdurun erişimine açık tutulmalı, soruşturma sonunda çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanılmamalı (nesnel ve tarafsız analiz) ve soruşturma makamınca, kullanılan gücün ilgilinin davranışı nedeniyle mutlak surette gerekli olan bir güç kullanımına karşılık gelip gelmediği ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir. Ayrıca soruşturmada makul bir özen ve süratle hareket edilmelidir.

17. Başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan olaya ilişkin suç duyurusu sonrasında savcılıkça bir ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu soruşturma kapsamında emniyet müdürlüğünün ilgili birimince çekilen görüntü kayıtları ile olayla ilgili kolluk tutanakları getirtilmiş, başvurucunun kesin adli raporu alınmış, soruşturma dosyasında mevcut görüntü kayıtları bilirkişiye inceletilmiş ve başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Ne var ki başvurucu hakkında düzenlenen raporlara rağmen başvurucuya karşı biber gazı ve fiziki güç kullanan polislerin tespit edilmesi ve bu kişilerin ifadelerinin alınması yönünde adım atılmamış, başvurucu ile aynı minibüse bindirilen kişilerin beyanı alınmamış ve görüntü kayıtları savcı tarafından incelenmemiştir. Hâlbuki bilirkişi raporu ile kolluk tutanakları, soruşturma dosyasında bulunan görüntü kayıtları ile örtüşmemektedir ve görüntü kayıtlarının incelenmesi somut olayda teknik bir bilgi gerektirmemektedir (bkz. §§ 2, 4). Ayrıca savcılık, polisin görevini yaparken gerekli ölçüde zor kullanma yetkisi olduğunu ve polisin yasal mevzuat doğrultusunda hareket ettiğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verse de polisin neden güç kullanmak zorunda kaldığına ve zor kullanmasının sebebine nazaran kullandığı gücün orantılı olup olmadığına ilişkin açıklama yapmamıştır. Bu nedenle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu ihlal edilmiştir.

18. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

19. Başvurucu, gerçekleştirmek istediği barışçıl nitelikte basın açıklamasının kolluk görevlilerince orantısız güç kullanılarak engellendiğini ve müdahaleye dayanak yasaklama kararının hukuka aykırı olduğunu belirterek ifade hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde ihlal iddialarının incelenmesi sırasında ilgili mevzuat hükümleri ve içtihatlar ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını yinelemiştir.

20. Başvurucunun ihlal iddiası toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmiştir.

21. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ihlal iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

22. Ankara Valisi'nin yasaklama kararının 2935 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (m) bendi uyarınca verildiği anlaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adnan Vural, § 50). Anılan yasaklama kararına aykırı davranıldığı gerekçesiyle 2911 sayılı Kanun’un 23. ve 24. maddeleri uyarınca toplantıya yapılan müdahalenin kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir. Başvuruya konu müdahalenin yapıldığı ve bunun dayanağı olan Ankara Valisi'nin yasaklama kararının verildiği tarihte tüm ülkede olağanüstü hâlin devam ettiği gözetilerek inceleme Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında yapılacaktır. Bu inceleme sırasında öncelikle sınırlamanın Anayasa’nın 13. ve 34. maddelerinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecek, aykırılık saptanması hâlinde ise Anayasa'nın 15. maddesindeki ölçütlerin bu aykırılığı meşru kılıp kılmadığı değerlendirilecektir (benzer değerlendirmeler ve müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmasına ilişkin genel ilkeler için bkz. Adnan Vural ve diğerleri, §§ 44, 45; §§ 53-55).

23. Anayasa Mahkemesi Adnan Vural ve diğerleri kararında, OHAL sürecinde yasaklama kararlarına aykırı olarak gerçekleştirilen toplantılara katılanlara idari para cezası verilmesi şeklindeki müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesine göre demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu ve Anayasa’nın 15. maddesine göre de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçülülüğünü incelemiştir. Anılan kararda, başvuruya konu olan toplantı ile bu toplantıya katılımı nedeniyle başvurucuya verilen idari para cezasını da inceleyen Anayasa Mahkemesi, yasaklama kararıyla giderilmeye çalışılan güvenlik kaygısının idarece açıkça ortaya konulamaması, terör tehdidine soyut olarak yer verilmesi, kamu düzeni yönünden daha az sınırlayıcı uygulamalarla giderilemeyecek bir tehlike olduğunun gösterilmemesi, şablon gerekçelerle birbiri ardına alınan yasaklama kararlarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını anlamsız ve imkânsız kılacak bir dereceye ulaştırması nedeniyle verilen idari para cezalarının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır (Adnan Vural ve diğerleri, §§ 56-63; olağanüstü hâl sürecinde idarenin yasaklama kararına aykırı olarak toplantıya katılım nedeniyle verilen idari para cezalarının anılan hakkı ihlal ettiği yönünde benzer değerlendirmelerin yapıldığı diğer kararlar için bkz. Erdal Karadaş, B. No: 2017/22700, 28/5/2019; Selma Elma, B. No: 2017/24902, 4/7/2019; Hüseyin Karabulut ve diğerleri, B. No: 2017/24457, 17/6/2020). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, müdahalelerin Anayasa’nın 15. maddesi kapsamında ölçülü de olmadığını değerlendirdiği anılan kararında aşağıdaki gerekçelere dayanmıştır:

 “69. Bununla birlikte yukarıdaki bölümde de açıklandığı üzere başvuru konusu yasaklama kararlarında terör tehdidine dair somut hiçbir olgudan hareket edilmediği gibi 31/7/2017 tarihli karardan itibaren tüm yasaklama kararlarında başvurucuların bir kısmının da katılması nedeniyle idari para cezası aldıkları, görevlerinden ihraç edilmeleri nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek amaçlı, Kızılay Yüksel Caddesi ve çevresinde gerçekleştirilen toplantılara odaklanıldığı, özellikle DHKP/C terör örgütünün bu toplantılara terör saldırısı düzenleyebileceği ve söz konusu toplantılar nedeniyle vatandaşların rahatsız olduğu gerekçelerine dayanıldığı görülmektedir. ...

70. Yasaklama kararlarında, park ya da bahçe gibi vatandaşların yoğun olarak tercih ettiği bölgelerde yüksek sesle eylem yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiği şeklinde ifade edilen gerekçenin olağanüstü hâl olmadığı durumlarda da özellikle somut olay bağlamında başvurucuların toplandıkları alanlar dikkate alındığında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı karşısında meşruluğunu ileri sürmek oldukça tartışmalıdır (bkz. § 58) Başvuru konusu olayda olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu kabul etmeye de imkân bulunmamaktadır.

71. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hemen sonra ... kamu düzeninin sağlanmasına ilişkin sorunların sıcak bir şekilde hissedildiği belirli ve kısa bir süre başvuru konusu yasağın tüm Ankara'yı kapsamasının makul olduğu da kabul edilebilir. Buna karşın idarenin, ilerleyen süreçte başvurucular gibi toplantı hakkını kullanmak isteyen kimseler yönünden o tarihlerde var olan koşulların hassasiyetlerini de gözeterek bazı ayarlamalar yapılmasının mümkün olup olmadığını değerlendirmesi gerektiği açıktır. Bununla birlikte darbe teşebbüsünden 3 ay sonra başlayan ve olağanüstü hâl sürecinde neredeyse kesintisiz olarak 11 ay gibi uzun bir süre devam ettirilen yasaklama sürecinde idare ve derece mahkemeleri bu konuda hiçbir değerlendirme yapmamışlardır. Dolayısıyla ilk yasaklama kararının verildiği tarihte dahi devletin kamu düzeni ve güvenliği ile kamu hizmetlerinin işleyişi kapsamında oluşan tehlikeleri bir ölçüde bertaraf edebilmesi ve gerekli tedbirleri alabilmesi yönünden makul bir sürenin geçtiği dikkate alındığında, Ankara Valiliğinin başvuru konusu kararlarında yer verilen gerekçelerin, başvurucuların toplantı hakkına gerçekleştirilen müdahalelerin olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olduğunu ortaya koyamadığı değerlendirilmiştir.

72. Ankara Valiliği, başvuru konusu yasaklama kararlarıyla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkı yönünden, süresi belli olmayan kategorik yasaklama kararlarıyla aynı etkiyi oluşturan bir külfet yaratmış; buna karşın kamu düzeninin karşılaştığı tehlikenin olağanüstü hâl tedbirleri çerçevesinde işlerini kaybeden veya onların yakınları olan ve ilgililere seslerini duyurmaya çalışan ya da düşünceleri için paydaş bulmaya çabalayan başvurucular yönünden yaratılan bu külfete baskın geldiğini hiçbir şekilde göstermemiştir. Ayrıca idare, başvuru konusu olayda yarışan değerler arasında adil bir denge kurulabilmesi için daha hafif tedbirler alınmasının yetersiz kalacağını hiçbir şekilde ortaya koymadan ilgili Kanun'da öngörülen en ağır tedbire başvurmuştur.”

24. Somut olayda da etkinliğin bazı faaliyetlerin aksamasına neden olduğu, kamu düzenini bozduğu veya alınan güvenlik önlemlerini zaafa uğratması nedeniyle kamu düzenine ilişkin gerçek bir kaygıya neden olduğu yönünde herhangi bir değerlendirme mevcut değildir. Yukarıda yer verilen kararda ulaşılan sonuçtan farklı bir sonuca ulaşmayı gerektirecek bir neden bulunmayan başvuru konusu müdahalenin de olağanüstü hâlin gerektirdiği ölçüde olmadığı ve zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığı sonucuna varılmıştır.

25. Açıklanan gerekçelerle -Anayasa’nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde- Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

26. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi, soruşturmanın yenilenmesi ve kendisine manevi tazminat olarak 10.000 TL ödenmesi talebinde bulunmuştur.

27. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği savcılıkça yapılması gereken iş, yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

28. Başvurucuya talebi dikkate alınarak manevi zararları karşılığında net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlaliyle ortaya çıkan sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2018/12692) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BELKİS YURTSEVER VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/7537)

 

Karar Tarihi: 11/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/9/2022 - 31940

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan HÜZMELİ

Başvurucular

:

1. Belkis YURTSEVER

 

 

2. İbrahim KARA

 

 

3. Şinasi DURSUN

Başvurucular Vekili

:

Av. Linda Sevinç HOCAOĞULLARI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; sendikanın aldığı karar doğrultusunda düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşünün hukuka aykırı olarak engellenmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile sendika hakkını, kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi ve gözaltı işlemi sırasında gereksiz ve orantısız güç kullanmasının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/4/2016 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvuruya Konu 3/8/2015 Tarihli Toplantı ve Gösteri Yürüyüşüne İlişkin Bilgiler

5. Anayasa Mahkemesi yakın tarihli bir kararında, somut başvuruya konu olan toplantıya müdahale nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin bir başvuruyu incelemiştir. Anılan kararda, somut olay ve olgular hakkında şu bilgi ve açıklamalara yer verilmiştir (İlhan Yiğit, B. No: 2016/7532, 29/12/2021, §§ 8-19):

i. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) 3/8/2015 tarihinde yapılacak toplu iş sözleşmesine ilişkin basın açıklaması yapmak ve görüşmelere katılacak Konfederasyon heyeti ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına (ÇSGB) kadar yürüyüş gerçekleştirmek için sendika yöneticilerini Ankara'ya çağırmıştır.

ii. Kolluk görevlilerince düzenlenen 3/8/2015 tarihli tutanakta KESK ve bu Konfederasyona bağlı sendikaların yönetici ve üyelerinin saat 09.00'da Mevlana Bulvarı (Konya yolu) Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesinin (AŞTİ) karşısında bulunan pazar yerinde toplanıp saat 10.00'da Kırım Caddesi, Bosna Hersek Caddesi, 17. Sokak ve İnönü Bulvarı güzergâhını kullanarak ÇSGB'ye yürüyüş planladıkları belirtilmiştir. Grubun ÇSGB önünde "Memur Maaşı Toplu Sözleşmesi" konulu basın açıklaması yapacağı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonuna (DİSK) bağlı Emekliler Sendikasının da "2016-2017 Toplu Sözleşmelerinde Emekliler Adına Masada Olacağız" konulu basın açıklaması düzenleyeceği bilgisinin alınması üzerine emniyet görevlileri toplanma yerinde önlem almıştır. Sendikaların yönetici ve üyelerinin katılımı ile anılan yerde yaklaşık 250 kişi toplanmıştır.

iii. Kolluk görevlileri, toplanma alanı ve planlanan yürüyüş yolunun Ankara Valiliğince belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü güzergâhı kapsamında olmadığını ilgili yetkililere bildirmiştir.

iv. Grubun gösteri yürüyüşü hazırlığına devam etmesi üzerine kolluk güçleri, ses yükseltici cihaz ile topluluğa dağılmaları yönünde ihtarlarda bulunmuştur. Kolluk görevlilerince 09.22, 09.27 ve 09.32 saatlerinde yapılan ihtarlarda toplantı alanı ve gösteri yürüyüşü güzergâhının Valilikçe tespit edilmediği, bu nedenle katılımcıların bir araya geldiği pazar yerinden toplantının yapılacağı alana (ÇSGB binası önü) ancak bireysel olarak gidilmesine izin verileceği, toplu şekilde yürüyüşe müsaade edilmeyeceği bildirilmiştir. Topluluğa olası müdahale sırasında dağılma istikameti bildirilmiştir. Grup, ıslıklayarak toplanma alanında beklemeye devam etmiştir.

v. Saat 09.33'te KESK Genel Başkanı L.G. ile kolluk görevlileri bir görüşme yapmıştır. Kolluk görevlileri toplantının ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olduğunu, yol kapatmak suretiyle toplu hâlde yapılacak yürüyüşe izin verilmeyeceğini ancak pankart, flama taşınmadan ve trafiği aksatmadan bireysel olarak geçilmesine izin verileceğini ifade etmiştir. Başvurucunun da aralarında olduğu grup, Kırım Caddesi'nden 4. Sokak istikametine doğru yürüyüşe geçmiş; bunun üzerine polis güçleri, kalkanlar ile barikat kurarak topluluğu durdurmuştur.

vi. Polis memurlarının düzenlediği 7/10/2015 tarihli DVD İzleme ve Tespit/Teşhis Tutanağı'na göre 4. Sokak üzerinde yürüyüş yapmak için toplanan grubun yolun tamamını araç trafiğine kapatması ve bu yolun idarece belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanlarından olmaması nedeniyle ses yükseltici cihazlarla uyarı anonsu yapılmıştır. Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüşe başlaması üzerine kolluk görevlileri kalkanlarla barikat oluşturarak topluluğu engellemiştir.

vii. Kolluk görevlileri saat 09.35'te gruba hitaben trafiği kısmi olarak kapattıklarını, yapılan eylemin kanunsuz olduğunu, bunun son uyarıları olduğunu belirterek gruba dağılmaları için iki dakikalık süre vermiştir. Topluluğun dağılmamakta ısrar ederek ÇSGB'ye doğru yürüyüş yapmak için polis barikatlarına yüklenmesi üzerine kolluk güçleri, gruba gaz sıkmak suretiyle müdahale etmiştir.

viii. Kolluk görevlilerinin müdahalesi sonrası katılımcılar, pankart ve flama açmadan ÇSGB'ye yürümeyi kabul etmiştir. KESK Başkanı L.Ö., ÇSGB binasının yan tarafında bulunan 17. Sokak üzerinde basın açıklaması yapmıştır. KESK Başkanı ile 9 kişilik heyet, toplu iş sözleşmesi görüşmesi yapmak üzere ÇSGB binasına girmiş; dışarıda bekleyen yaklaşık 300 kişilik grup ekonomik haklarına ilişkin pankart açarak görüşmenin sonlanmasını beklemiştir. Görüşmenin bitmesi sonrası KESK Başkanı saat 14.30'da tekrar basın açıklaması yapmıştır. Yapılan basın açıklaması sırasında pankartlar açılmış, sloganlar atılmıştır. Toplanan grup saat 15.15'te kendiliğinden ve olaysız bir şekilde dağılmıştır.

B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar

6. KESK'e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES/Sendika); tüzüğüne göre çalışma yaşamında ve hayatın diğer alanlarında üyelerinin ve tüm çalışanların ekonomik, demokratik kültürel, mesleki, hukuksal, özlük haklarını ve çıkarlarını korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan bir sendikadır.

7. Başvurucu İbrahim Kara Sendikanın eş genel başkanı, Belkıs Yurtever veŞinasi Dursun ise Sendikanın Merkez Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptıklarını ifade etmiştir.

8. Başvurucuların beyanlarına göre olayın gelişimi şöyledir:

- Toplu iş sözleşmesi sürecine ilişkin yaklaşımlarını ortaya koyma, taleplerini basın açıklamasıyla duyurma ve Konfederasyon heyetini kitlesel olarak toplantıya uğurlamak için Sendikalarının bağlı olduğu KESK'in ve bağlı sendikaların çağrısı üzerine 3/8/2015 tarihinde saat 09.00 sıralarında Ankara'ya gelmiş, AŞTİ'nin karşısında bulunan alanda toplanmışlardır.

- Kendilerinin de aralarında olduğu grup henüz ÇSGB binasına doğru yürüyüşe başlamadan kolluk güçlerinin müdahalesiyle karşılaşmıştır. Kolluk güçleri topluluğa gaz, cop ve plastik mermi ile müdahale etmiştir.

9. Başvuruya konu toplantıya ilişkin görüntü kayıtlarının incelendiği 7/10/2015 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda yukarıda açıklanan hususlar yanında şunlar da tespit edilmiştir:

- Yolu tamamen kapatmak suretiyle yürüyüş yapma hazırlığında olan eylemci gruba ses yükseltici cihazla eylem yasal olmadığından eylemi sonlandırmaları gerektiği, aksi hâlde kademeli ve orantılı bir şekilde güç kullanılacağı bildirilmiştir. Topluluk ikazlara riayet etmeyip alkışlayarak bunu protesto etmiş ve sloganlar atmıştır.

-Topluluğun sokağın tamamını araç trafiğine kapatarak yürüyüş hazırlığına başlaması üzerine kolluk görevlileri kalkanlarla barikat oluşturmuştur. Kolluk görevlileri yolun açılması ve eylemin sonlandırılması, aksi hâlde müdahale edileceği yönünde ses yükseltici cihazla topluluğu ikaz etmiştir.

-Başvurucu İbrahim Kara, dağılmayan gruba megafonla ÇSGB binası önüne gidip taleplerin dile getirileceğine dair konuşma yapmıştır.

- Grubun ikazlara rağmen dağılmaması ve yürüyüşe geçmesi nedeniyle grup önce polis kalkanlarıyla dağıtılmaya çalışılmış, grubun kalkanları itekleyerek ve kalkanlara yüklenerek direnç göstermesi üzerine gruba orantılı olarak kısa süreli gaz sıkılmak suretiyle müdahalede bulunulmuştur.

- Başvurucu İbrahim Kara bu esnada gruba hitaben megafonla "Bulunduğumuz yerde duruyoruz, faşizme karşı direnme hakkımızı kullanıyoruz, bizler Çalışma Bakanlığının önüne geçeceğiz." şeklinde sözler söylemiştir. Gruptan bazılarının Kırım Caddesi yönünde dağılması üzerine başvurucu, ses yükseltici cihazla "Direnme hakkımızı kullanıyoruz." şeklinde konuşarak grubun dağılmasını engelleye çalışmış; kısa süreli oturma eylemi yapmıştır.

- Başvurucu Belkıs Yurtsever de tüm ikazlara rağmen dağılmayan, yolu tamamen araç trafiğine kapatarak ÇSGB binası önüne gitmek isteyen grupta yer almış ve polisin kalkanına yüklenerek mukavemet göstermiştir (Görüntü kaydında başvurucu Şinasi Dursun'un toplantıya katılımına ve eylemlerine yönelik bir tespit bulunmamaktadır.).

10. Başvurucular 3/8/2015 tarihinde kolluk görevlilerinin müdahalesi sırasında biber gazına maruz kalmaları nedeniyle gözlerinde yanma şikâyeti ile sağlık kuruluşuna müracaat etmiştir. Başvurucuların geçici sağlık raporlarındaki tespitler şöyledir:

- Başvurucu Belkis Yurtsever'in sağlık raporunda ense bölgesi ve üst ekstremitede (omuzdan başlayan, pazu, dirsek, el ve parmakları içeren uzuvlar) eritem (kılcal damarlarda kan toplanması sonucunda derinin kızarması) olduğu belirtilmiştir.

- Başvurucu Şinasi Dursun'un sağlık raporunda gözlerde hiperemi (bir dokunun normalden daha fazla kanlanması) tespiti yer almıştır.

- Başvurucu İbrahim Kara'nın sağlık raporunda, GKS'si (Glaskow koma skala, bir insanın bilinç durumunu değerlendirmeyi amaçlayan bir yöntemdir.) 15 olduğu (12-15 puan: hafif nörolojik hasar), pelvik kompresyonla (karnın en alt bölümünde sıkışma), hassasiyet, gözlerde, kollarda, boyunda hiperemik alanlar olduğu, dört ekstremitenin doğal olduğu, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı belirtilmiştir.

11. Başvurucular kendilerine müdahale eden kolluk güçleri, sorumlu amirler ile Ankara İl Emniyet Müdürü, Ankara Valisi hakkında kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçlarından soruşturma başlatılması talebiyle 5/8/2015 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (soruşturma makamı/Cumhuriyet Başsavcılığı) başvurmuştur. Adli Tıp Kurumuna sevk talepli şikâyet dilekçesinde başvurucular, kolluk güçleri tarafından gerekli olmadığı hâlde ve herhangi uyarı yapmaksızın kimyasal gazla müdahale edildiğini, Sendikanın başkanı olan başvurucunun (İbrahim Kara) yüzüne yakın mesafeden gaz sıkıldığını, kimyasal gazdan etkilendiklerini, barışçıl şekilde toplanma ve düşüncelerini ifade etme haklarının engellendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, gözaltı işlemi sırasında kolluk güçlerinin üzerindeki önlüğü çekmesi nedeniyle boğazından yaralandığını iddia etmiş; yaralanmasına ilişkin fotoğrafları şikâyet dilekçesine eklemiştir. Başvurucu gaza maruz kalması sonucu vücudunda meydana gelen kızarıklık nedeniyle boynundaki izlerin hastanede tespit edilemediğini, daha sonra bu izleri fark ettiğini belirtmiştir.

12. Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Valisi hakkında soruşturma yapma yetkisinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 12/1/2016 tarihinde soruşturmanın ayrılmasına karar vermiş; aynı tarihte dosyayı görevsizlik kararıyla Başsavcılığa göndermiştir.

13. Cumhuriyet Başsavcılığı, gaza maruz kalması nedeniyle başvurucu İbrahim Kara'nın vücudunda meydana gelen kızarıklığın kişinin boynundaki yaralanmanın (iz) tespitine engel olup olmayacağı hususunda bilgi verilmesini, başvurucuların yaralanmalara ilişkin olarak kesin sağlık raporu düzenlemesini Ankara Adli Tıp Kurumundan (Kurum) talep etmiştir.

14. Kurum 23/11/2015 tarihli raporunda daha önce düzenlenen geçici sağlık raporlarını gözeterek yaralanmaların niteliğine ilişkin değerlendirmede bulunmuştur. Rapora göre başvurucular Belkis Yurtsever ve Şinasi Dursun'un yaralanmaları basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafiftir. Kurum, başvurucu İbrahim Kara'nın geçici sağlık raporundaki tespitleri tekrar ederek soruşturma makamının bilgi talep ettiği diğer hususlar yönünden ilgili ihtisas kurulundan görüş alınmasının uygun olacağını bildirmiştir.

15. Başsavcılığın talebi üzerine soruşturma dosyasına gönderilen görüntü kaydı ile müdahale anının -başvurucuların dosyaya sundukları- bir bölümüne ilişkin 88 saniyelik görüntü kaydı bilirkişi tarafından incelenmiştir. Düzenlenen 28/12/2015 tarihli rapor özetle şöyledir:

- Başvurucuların sunduğu görüntü kaydında, toplanan grup geriye çekildiği hâlde başvurucu İbrahim Kara'nın polis barikatının önüne gelerek slogan atması üzerine kolluk güçleri gazla müdahale etmiştir. Başvurucu, gösteri alanını terk ederken kolluk güçleri ile konuşmasının akabinde kolluk güçlerinin başvurucuya müdahale ettiği, katılımcılardan bazılarının başvurucu İbrahim Kara'yı polise teslim etmemek için başvurucunun tişörtünün boğaz kısmından çektiği tespit edilmiştir.

- Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün dosyaya gönderdiği görüntü kaydında kolluk güçleri, planlanan güzergâh üzerinde yürüyüş yapamayacakları ve yolu kapatmak suretiyle trafiği engellemelerine izin vermeyecekleri yönünde grubu uyarmıştır. Grup kolluk güçlerinin ikazına karşın dağılmamış ve grubun polise direndiği gözlemlenmiştir. Diğer katılımcıların polis müdahalesinden kurtarmak amacıyla başvurucu İbrahim Kara'nın tişörtünün boyun ve sırt bölümünden çekiştirdiği tespit edilmiştir.

16. Başvurucu İbrahim Kara şikâyete yönelik Başsavcılık ifadesinde, kolluk görevlilerinin yakın mesafeden gaz sıkmaları, üzerinde bulunan sendika önlüğünü ipleri kopuncaya kadar çekmeleri nedeniyle yaralandığını iddia etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 12/1/2016 tarihinde, müdahalede bulunan kolluk görevlileri hakkında zor kullanma yetkisini aşarak kasten yaralama suçundan kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyetin ise işleme konulmamasına karar vermiştir.

17. Kararda; 300 kişiye ulaşan katılımcıların Kırım Sokak'ı tamamen araç ve yaya trafiğine kapattığı, etkinliğin planlandığı yer ve güzergâhın Valilikçe belirlenen alanlar içinde olmadığı, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun 22. maddesine göre genel yollarda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenemeyeceği, başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin gözetilmesi gerektiği, başvurucuların kanuna aykırı eylemde bulundukları, dağılmaları yönündeki ihtarlara rağmen güvenlik güçlerine direndikleri vurgulanmıştır. Polisin ihtarda bulunduktan sonra zor kullanma yetkisi kapsamında orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullandığı belirtilmiştir. Öte yandan görüntü kayıtlarına göre başvurucu İbrahim Kara'nın boynundaki yaralanmanın diğer katılımcıların eylemleriyle gerçekleştiği, kolluk görevlilerinin aleyhinde bir delil bulunmadığı değerlendirilmiştir.

18. İşleme konulmaması kararında soruşturma makamı, İl Emniyet Müdürü'nün müdahale eden görevliler arasında olmayıp doğrudan müdahale talimatı vermediğini, 2911 sayılı Kanun kapsamında toplantının engellenmesine yönelik talimatın idari işlem niteliğinde olduğu ve görevinin gereklerine aykırı davranmadığını belirtmiştir. Anılan karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Şikayet olunan Ankara İl Emniyet Müdürünün fiilen gerçekleşen bu toplantıya müdahale eden görevliler arasında bulunmaması, müştekilerin yaralanması ile sonuçlanan müdahalenin doğrudan talimatını veren kişi olmaması sebebi, toplantının 2911 sayılı yasa kapsamında engellenmesi mahiyetli ve genel nitelikli talimattan oluşan idari iş ve işlem niteliğinde bulunduğu değerlendirilmesi ile 4483 sayılı yasa hükümleri doğrultusunda işlem tesisi gereğinin hasıl olduğu, müştekilere yönelik zor kullanma yetkisinin aşılması sureti ile kasten yaralama eylemini gerçekleştirdiği iddia olunan olay yerinde görev ifa eden Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında ise genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü,

Müştekilerin alınan doktor raporuna göre ... yönünde raporlarının temin edildiği, müştekilerin beyanlarında biber gazına maruziyet sebebi ile bu yaralanmaların oluştuğunu ifade ettikleri, sadece İbrahim KARA'nın ayrıca müdahale sırasında üzerindeki önlük ipinin boğazına dolanmasına sebebiyet verilerek belirlenen yaralanmasının oluştuğunu ifade ettiği, bu itibarla görevli polislerce gaz uygulanması sebebi ile oluşan belirtilerin her üç müştekide de aynı nitelikte bulunduğu,

Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünden şikayete konu olay ile ilgili düzenlenen evraklar ile kamera kayıtlarının temin edildiği, evrak içeriğine göre üç yüz kişiye ulaşan, bu suretle Kırım sokağını tamamen araç ve yaya trafiğine kapatan gruba ve grubu yönlendirdiği gözlenen kişiler ile sendika yöneticilerine Valilikçe belirlenmiş toplantı ve gösteri yürüyüş güzergahı olmadığı yönünde uyarı yapıldığı, uyarıya rağmen grubun sokağı trafiğe kapatacak şekilde pankartlar arkasında kortej oluşturmaya başlamaları üzerine grubun duyabileceği şekilde ses ve yayın aracı ile aynı uyarının tekrarlandığı, aksi halde orantılı olarak güç kullanılacağının bildirildiği, akabinde peş peşe anonsların tekrarlandığı, buna rağmen grubun dağılmayarak slogan atmak sureti ile protestoya başlamaları üzerine görevli emniyet güçlerinin sendika yöneticileri ile görüşerek 2911 sayılı yasaya aykırı şekilde yolu kapatıp yürüyüşe izin verilmeyeceği, bireysel olarak pankartsız, flamasız ve yolu işgal etmeden, trafiği aksatmadan kaldırım üzerinden geçebilecekleri yönünde uyarılarda bulunulduğu, grubun buna rağmen topluca yürüyüşe geçmesi üzerine oluşturulan barikatın önünde gerekli ikaz anonslarının tekrar yapıldığı, grubun ön tarafında bulunan kişilerin görevlilerce oluşturulan barikata yüklenerek mukavemet gösterdikleri, ilk etapta kalkanlar vasıtasıyla iteklemek sureti ile grubun uzaklaştırılmaya çalışıldığı, bir kısım grup üyelerinin direnip mukavemeti arttırmaları üzerine tazyikli gaz sıkıldığı, dağılmamakta direnilmesi, mukavemet gösterilmesi üzerine, müştekiler dışındaki bir kısım katılımcılar hakkında yakalama uygulanarak işlem başlatıldığı, geriye kalan eylemci grubun Bişkek Caddesine doğru yönelmeleri üzerine grubun önü tekrar kesilerek ikaz anonsları yapıldığı, yapılan ikazların ardından grubun yolu araç trafiğine kapatmadan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne intikal ettiği, burada KESK Başkanı tarafından basın açıklaması yapılması sonrası grubun dağıldığı, elde edilen görüntü kayıtlarına göre müşteki İbrahim KARA'nın grup içerisinde bulunduğu, gruba hitaben megafon ile "...Çalışma Bakanlığı önüne gideceğiz, orada taleplerimizi dile getireceğiz", " bulunduğumuz yerde duruyoruz, faşizme karşı direnme hakkımızı kullanıyoruz, bizler Çalışma Bakanlığının önüne geçeceğiz" şeklinde sözler ile grubun yapılan ikazlar doğrultusunda dağılmasını ve hareketini engellediği, kısa süreli oturma eylemi gerçekleştirdiği, Belkıs YURTSEVER'in de dağılmayan grup içerisinde bulunup Emniyet güçlerince kalkan marifeti ile oluşturulan barikata yüklenip mukavemet gösteren şahıslardan olduğu yönünde tespitler yapılmış bulunduğu,... müştekiler İbrahim KARA ve Belkıs YURTSEVER'in de aralarında bulunduğu şüpheliler yönüyle düzenlenip 2911 sayılı yasaya muhalefet ve görev yaptırmamak için direnme suçları kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığımız Basın Suçları Soruşturma Bürosu tarafından halen derdest olan soruşturmaya konu edildiğinin görüldüğü,

Ankara Emniyet Müdürlüğünden temin olunan görüntü kayıtları, müşteki tarafça iddialarına delil olarak sunulan görüntü kayıtları üzerinde inceleme yapılarak bilirkişi raporunun düzenlenmesinin sağlandığı,... görüntü içeriklerinde İbrahim KARA'nın şikayetinde dile getirdiği gibi üzerindeki sendika tişörtünün çekilerek bu suretle boğazında yaralanmaya sebebiyet verecek nitelikte Emniyet güçlerinin müdahalesinin bulunmadığı, aksine müşteki ile birlikte hareket eden grup içerisinde kişilerce polisin müdahalesinden kurtarmak için müştekinin tişörtünden çekildiğine ilişkin kaydın mevcut olduğu, bu itibarla müştekinin boynunda on beş gün süre ile iz bırakacak şekilde mevcut yaralanmasının Emniyet Müdürlüğü görevlilerince gerçekleştirildiğine dair delil bulunmadığı,

Müştekilerde gaz uygulanması sebebi ile oluşan ve rapor ile belirlenen olguların ise olaya müdahale eden Emniyet güçlerinin eylemi sonucu oluştuğu, ifade ve toplanma özgürlüğünün kullanılmasının sınırsız bir hak olarak değerlendirilemeyeceği, bu hakkın kullanılırken başkalarının hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırılmamasının gerektiği, bu amaçla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ile düzenlemeler yapılmış olduğu, bu yasanın 22 maddesi ile genel yollar, parklar v.b. yerlerde gösteri yürüyüşleri düzenlenemeyeceğinin hüküm altına alındığı, bununla amaçlananın yaya ve taşıt trafiğinin kesintisiz işleyip ulaşım ve bu doğrultuda kamu düzeni ve güvenliğinin engellenmemesi olduğu, mevcut olayda müştekilerin aralarında bulunduğu grubun bu maddede belirtilen yasakları ihlal eder şekilde eylemde bulunup, ikazlara rağmen ısrar ederek akabinde de güvenlik güçlerine mukavemet yolu ile eylemlerini gerçekleştirmiş oldukları, bu sebeple Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından konunun 2911 sayılı yasaya muhalefet kapsamında soruşturmaya konu edilmiş olduğu, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 16. maddesinde müdahale şeklinin düzenlendiği ve zor kullanma yetkisi sınırlarının belirtildiği, zor kullanma yetkisi kapsamında güvenlik güçlerine göz yaşartıcı gaz kullanma yetkisinin de verilmiş olduğu, bu yetkinin kullanılmasından önce zor kullanılacağının ihtarının yapılmasının öngörüldüğü, olaya müdahale eden Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından yasanın öngörmüş olduğu ikazda yapılarak verilen yetkiyi kullanıp orantılı ölçüde uygulama ile zor kullanılmış olduğunun tüm dosya kapsamı ile müştekilerin alınan doktor raporu içeriklerinden görüldüğü, bu itibarla zor kullanma yetkisinin aşılması sureti ile kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğine dair iddianın sübut bulmadığı gibi dosya kapsamı olup, yukarıda belirtilen özellikler sebebi ile Ankara İl Emniyet Müdürünün görev gereklerine aykırı bir davranışının mevcut olmadığı anlaşılmakla,

03/08/2015 tarihli toplantı, gösteri yürüyüşüne yönelik müdahale sırasında müştekilere karşı zor kullanma yetkisinin aşılarak kasten yaralama eylemini gerçekleştirdiği iddia olunan Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında yukarıda açıklanan gerekçeler ile KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,

03/08/2015 tarihli toplantı, gösteri yürüyüşüne Ankara Emniyet Müdürlüğünün müdahalesi ile oluşan duruma görev gereklerine aykırı davranış ile sebebiyet verdiği iddiası yöneltilen Ankara İl Emniyet Müdürü hakkında yukarıda açıklanan gerekçeler ile müşteki müracaatının İŞLEME KONULMAMASINA,

..."

19. Başvurucuların anılan karara yaptığı itirazı Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 2/3/2016 tarihinde kesin olarak reddetmiştir. Hâkimlik kararında itiraza konu edilen kararın dayandığı gerekçelerin usul ve yasaya uygun olduğu belirtilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kolluk Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin Olarak

20. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kanunun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında 2911 sayılı Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

21. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili kısımlarına yer vermiştir.

2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkına İlişkin Olarak

22. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili ulusal mevzuat için İlhan Yiğit (aynı kararda bkz. §§ 24-27) kararına bakılabilir.

B. Uluslararası Hukuk

1. Kolluk Görevlilerinin Güç Kullanımına İlişkin Olarak

a. Göz Yaşartıcı Gaz Kullanımına İlişkin Olarak

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Erdal Sarıkaya ([GK], B. No: 2017/37237, 17/3/2021, §§ 58-62) ve Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

24. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında göz yaşartıcı gaz kullanımı ile ilgili uluslararası belgeler ve AİHM'in göz yaşartıcı gaz kullanılması konusunda dikkate aldığı ilkeler yer almıştır. Anılan kararlarda 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

25. AİHM Oya Ataman/Türkiye (B. No: 74552/01, 5/12/2006) kararında kanunların uygulanmasına ilişkin olarak göz yaşartıcı gaz veya biber gazı kullanılması hususunu incelemeye tabi tutmuş ve biber gazı kullanımının solunum problemleri, bulantı, kusma, soluk borusu ve göz irritasyonu, spazm, göğüs ağrısı, dermatit ve alerji gibi sorunlara yol açabileceği sonucuna varmıştır. Aşırı doz hâlinde bu gaz, solunum ve sindirim borularında doku ölümüne, akciğer ödemi ve iç hemorajiye (böbrek üstü bezi hemorajisi) yol açabileceğine dair tespitte bulunmuştur ( Oya Ataman/Türkiye, §§ 17, 18).

26. AİHM Ali Güneş/Türkiye (B. No: 9829/07, 10/4/2012) kararında kolluk görevlileri tarafından barışçıl bir toplantıda göz yaşartıcı gaz kullanılması kapsamında Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Söz konusu olayda polis, Taksim Meydanı'na yürümek isteyen göstericilere buna izin verilmeyeceğini belirterek göstericileri dağılmaları konusunda uyarmış; akabinde göstericiler polis memurlarına pankartlarının sopaları ile saldırıp oturma eylemi başlatmıştır. İki polisin tuttuğu başvurucunun çok yakın mesafeden ağzına ve burnuna polisin gaz sıktığı ulusal bir gazetede yer alan fotoğraftan tespit edilmiştir. Doktor raporlarına göre gözlerinde kızarıklık (hiperimi) ve omuzlarının alt bölgesinde çürük tespit edilen başvurucu; polisin copla, tekmeyle vurarak ve göz yaşartıcı gaz sıkarak müdahalede bulunması nedeniyle ilgili Cumhuriyet başsavcılığına kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Oya Ataman kararının yukarıda yer alan bölümüne atıf yapılan kararda AİHM,polis memurlarının hangi gerekçe ile başvurucuya göz yaşartıcı gaz sıktığına ilişkin olarak hükûmet tarafından herhangi açıklama yapılmadığını ve gerekçe gösterilmediğini belirtmiştir. AİHM ayrıca gazların neden olduğu etkiler ve sağlık açısından potansiyel tehlikelerini gözönünde bulundurarak somut olayın koşullarında başvuranın yüzüne haksız yere gaz sıkılmasının kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı duymasına neden olduğu, bu doğrultuda başvuranı aşağılayabilecek ve onun itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları uyandırdığını değerlendirerek Sözleşme'nin 3. maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Ulaşılan sonucu dikkate alan AHİM, başvuranın polis memurları tarafından dövülüp dövülmediğini incelemeyi gerekli görmemiştir (Ali Güneş/Türkiye, §§ 34-46).

b. Etkili Soruşturma Yapma Yükümlülüğüne İlişkin Olarak

27. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

28. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

2. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkına İlişkin Olarak

29. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına ilişkin ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının yer aldığı kararlar için bkz. Emre Soyasalan, B. No: 2014/11306, 18/4/2019, §§ 20-22; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, §§ 25-30; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, §§ 28-37; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, §§ 45-53; Rıza Gökçen Erus ve diğerleri, B. No: 2014/17391, 19/4/2018, §§ 25-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

31. Başvurucular; henüz yürüyüşe başlamadan polisin gaz, cop ve plastik mermi ile orantısız güç kullandığını, dosya kapsamındaki görüntülerden müdahale gerektirecek bir durum olmamasına, polis amirinin gaz kullanılmaması talimatına rağmen kolluk güçlerinin yakın mesafeden kimyasal gaz sıktığını iddia etmiştir. Kimyasal gaza maruz kalmaları nedeniyle gözde yanma, cilt ve solunum sorunları yaşadıklarını, buna ilişkin sağlık raporu düzenlendiğini ve bu şikâyetlerinin geçici nitelikte olmadığını belirtmişlerdir. Başvurucu İbrahim Kara'nın polis müdahalesi sonucu boynundan yaralanmasına ilişkin görüntüleri de dosyaya sunduklarını vurgulamışlardır. Dosyaya sundukları görüntü kayıtlarının beyanlarına dayanak olduğu hâlde kolluk görevlilerince düzenlenen belgelerin karara esas alındığını, etkin bir soruşturma yapılmadığını, itirazı inceleyen Hâkimliğin gerekçe olmaksızın itirazlarını reddettiğini iddia etmişlerdir. Bu nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kötü muamele yasağı ile etkili başvuru hakkı kapsamında Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

32. Bakanlık görüşünde;

- Her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan yararlanmasının beklenemeyeceğine, soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerektiğine, ayrıca muamelenin asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerektiğine dair Anayasa Mahkemesinin içtihatları alıntılanmıştır.

- Bununla birlikte belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı, gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmanın mümkün olduğu belirtilmiştir.

- Yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterleri değerlendiği kararlarında Anayasa Mahkemesinin göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında katılımcılarda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda gazdan etkilenmenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna vardığı vurgulanmıştır.

- Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma aşamasında gerçekleştirilen araştırma, inceleme ve değerlendirmeye ilişkin hususlar açıklanarak soruşturma makamının etkili soruşturma yükümlülüğünü yerine getirdiği ve etkili soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğu ifade edilmiştir.

- Somut olayda kolluk görevlilerinin yasa dışı şekilde gerçekleştirilen bir toplantıda yolu kapatan grubun duyabileceği şekilde birçok kez ikazda bulunmasına rağmen eylemci grubun dağılmadığı gibi kolluk görevlilerine mukavemette bulunduğu, bu nedenle kolluk görevlilerinin ilk aşamada kalkanlarla, akabinde biber gazı ile yaptıkları müdahalede asgari ağırlık eşiğinin aşılıp aşılmadığının açıklanan hususlar gözetilerek değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

33. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında polis müdahalesi sonucu yaralandıklarının sağlık raporlarıyla da ortaya konulduğunu belirterek kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutuyla ihlal edildiğini ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

35. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü, kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız maddi güç kullanımları olup uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucularda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Alp Altınörs, B. No: 2018/2790, 25/2/2021, § 52; Erdal İmrek, B. No: 2015/4206, 17/7/2019, 42) Aynı zamanda başvurucuların adil yargılanma ve etkili başvuru haklarına yönelik olarak ileri sürdükleri ihlal iddialarının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yükümlülüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucu Şinasi Dursun Yönünden

36. Başvurucu, müdahale gerektirecek bir durum olmamasına rağmen kolluk güçlerinin yakın mesafeden sıktıkları kimyasal gaza maruz kalması sonucu gözünde yanma sorunu yaşadığını, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

38. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

39. Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında kalabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

40. Dosyada yer alan belge ve bilgilere göre kolluk görevlileri, başvuruya konu toplantı ve yürüyüş güzergâhının Valilikçe izin verilen alanlar içinde olmaması ve grubun yolun tamamını -bir tutanağa göre bir kısmını- araç trafiğe kapatması nedeniyle gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş ve yürüyüşü engellemek için barikat kurmuştur. 28/12/2015 tarihli bilirkişi raporuna göre grup, kolluk güçlerinin ihtarlarına rağmen dağılmamış ve direnmiştir.

41. Somut olayda kolluk güçlerinin gösterici gruba gaz sıktığı konusunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Hakkında adli soruşturma süreci işletilmeyen başvurucu, gösterici grup içinde yer aldığını belirterek göz yaşartıcı gazın etkilerinden ve müdahale sırasında gazın kullanılma şeklinden şikâyet etmiştir. Sağlık kuruluşuna müracaat eden başvurucunun gözünde hafif kızarıklık tespit edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda kolluğun zor kullanma yetkisinin orantısız olmadığı gerekçesiyle kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Bahse konu kararda, başvurucunun yaralanmasının müdahale dışındaki bir olaydan kaynaklandığına dair herhangi bir iddia değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla başvurucunun yaralanmasının güvenlik güçlerinin müdahalesi ile gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır.

42. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

43. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer, § 82). Bu doğrultuda somut olayın koşullarında müdahalenin gerekliliği ve orantılılığı incelenmelidir.

44. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81).

45. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olması ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

46. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri kararında, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen ve kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını incelemiştir. Kararda,polise karşı herhangi bir saldırıda bulunduğu tespit edilmeyen göstericinin gözlerinde kızarıklık olduğu sağlık raporu ile tespit edilmesine karşın bu yaralamanın güvenlik önlemlerini aşmaya çalışan gruba yönelik polis müdahalesi sırasında biber gazından etkilenme suretiyle oluştuğunu kabul etmiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 90).

47. Zikredilen kararda gaz kullanımının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğunu ifade eden Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlilerini aşmaya çalışan grup dışındaki göstericilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda başvurucunun bu gazdan etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığının söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 91, 92).

48. Başvuruya konu gösteri yürüyüşü güzergâhı, daha önce bu amaçla belirlenen güzergâhlardan olmaması nedeniyle yürüyüş idari makamlarca kanuna aykırı olarak kabul edilmiştir. Dosya kapsamındaki tutanaklara göre göstericilerin yolu araç trafiğine kapatarak yürüyüş gerçekleştirmek istemesi üzerine polis barikat kurarak yürüyüşe izin vermemiştir. Ayrıca dosya kapsamındaki tutanaklarda kolluk görevlilerinin gruba dağılmaları, aksi hâlde müdahale edileceği yönündeki ikazlarına rağmen gösterici grubun barikata yüklenmesi sonrasında polislerin gaz kullandığı belirtilmiştir.

49. Kolluk görevlilerinin açıkça keyfîlik bulunmayan işlem ve eylemlerinde -haksız olduğu düşünülse dahi- kolluk personelinin yetkileri kapsamında talep ettikleri hususların yerine getirilmesi bir zorunluluk olup aksi durumda zor kullanma yetkisinin doğacağı kabul edilmelidir (S.Ç., B. No: 2017/17516, 15/9/2020, § 34). Başvurucunun grubun dağıtılması için gaz kullanılan toplantıya katılıp katılmadığı ve polis barikatını aşmaya çalışıp çalışmadığı kamera kaydı ve tutanaklardan tespit edilememekle birlikte kolluk güçlerinin ihtarlara rağmen barikata yüklenerek aşmaya çalışan göstericilere gaz kullandığı ve bu güç kullanımının da açıkça keyfî olmadığı anlaşılmıştır. Bu doğrultuda her ne kadar başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren eylem içinde bulunduğu kamu makamlarınca özel olarak ortaya konulamasa da yürüyüş gerçekleştirmek için direnç gösteren diğer göstericilerin eylemleri nedeniyle kolluk görevlilerince -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- gaz kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.

50. Somut olayda başvurucunun gözlerinde göz yaşartıcı gazın doğal etkisi olarak hiperemi (bir dokunun normalden daha fazla kanlanması) tespit edilmiştir (bkz. § 10).Basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek mevcut yaralamada polislerin başvurucunun gözüne doğrudan ve yakın mesafeden gaz sıktığına veya gazı aşırı kullanıldığına dair herhangi bir tespit bulunmamaktadır. Bu kapsamda başvurucunun polis barikatlarını aşmaya çalışan kişilere sıkılan gazdan etkilendiği sonucuna ulaşılmış olup yukarıdaki karardan ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı değerlendirilmiş ve başvurucunun göz yaşartıcı gazdan etkilenmesinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aşmadığı sonucuna varılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun iddiasının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucular İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever Yönünden

 (1) İl Emniyet Müdürünün Eylemlerine Yönelik İhlal İddiaları Yönünden

52. Başvurucular; polisin haklı ve somut bir gerekçe olmaksızın, doğrudan yüzlerine gaz sıktığını, ayrıca polisin başvurucu İbrahim Kara'nın önlüğünden çekmesi nedeniyle boynundan yaralandığını iddia ederek İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma yapılmasını talep etmiştir.

53. Cumhuriyet Başsavcılığı, İl Emniyet Müdürü'nün müdahale eden kolluk görevlileri arasında olmadığı, 2911 sayılı Kanun kapsamında toplantıya müdahale talimatının idari işlem niteliğinde olduğu ve yaralamaya ilişkin müdahale talimatını vermediği gerekçeleriyle şikâyetin işleme konulmamasına karar vermiştir.

54. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak Anayasa’nın 17. maddesini ihlal edecek biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle iddiaların uygun delillerle desteklenmesi gerekmektedir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul, şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

55. Başvurucuların bu başlıktaki iddialarının doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlileri dışında kolluk kuvvetlerine toplantıya müdahale talimatı verdiği belirtilen İl Emniyet Müdürü'ne yönelik olduğu anlaşılmıştır.

56. Kolluğun müdahalesinden dolayı cezalandırılması talep edilen kolluk amirleri hakkında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin etkili bir soruşturma yükümlülüğünden bahsedilebilmesi için öncelikle savunulabilir bir iddianın ortaya konulması gerekmektedir. Savunulabilir bir iddianın esasını, hakkında soruşturma yapılacak kişilerin mağdurun yaralanmasından ceza hukuku anlamında sorumlu olabilme ihtimalinin ortaya konulması oluşturmaktadır (Hasan Fırat [GK], B. No: 015/9496, 31/10/2019, § 54). Aksi takdirde devletin ceza hukuku kapsamında sorumlu olmayan kişiler hakkında da makul kabul edilemeyecek bir şekilde soruşturma yükümlülüğü altına sokulması söz konusu olacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, § 36; Bülent Barmaksız, B. No: 2014/9771, 21/9/2016, § 28; Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 25; Onur Cingil (2), B. No: 2014/2976, 9/5/2018, § 60; Gamze Elvan ve diğerleri, B. No: 2015/5718, 9/5/2019, § 60; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, § 33).

57. Başvurucular, olay günü yapılan müdahaleye ilişkin olarak kolluk amirlerinin verdiği somut bir talimattan söz etmemiş; genel olarak polisin müdahalesi sonucunda göz yaşartıcı gaza ve orantısız fiziksel müdahaleye maruz kaldıklarını ileri sürmüştür. Başvurucular, kolluk görevlilerinin ölçüsüz müdahalede bulunduğu iddiası ile kolluk amirlerinin talimatları arasında ceza hukuku bağlamında illiyet bağını gösteren savunulabilir bir bilgi veya belge de ortaya koymamış; verilen emirlerin kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğunu gösteren herhangi bir somut kanıt da göstermemiştir.

58. Bu açıklamalar ışığında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiaları yönünden İl Emniyet Müdürü hakkında soruşturma yapılmasını gerekli kılan nitelikte, kolluğun müdahalesiyle verilen talimatlar arasında illiyet bağını gösteren hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddiaların soyut ve temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların iddialarının bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (2) Kolluk Memurlarının Kuvvet Kullanımına Yönelik İhlal İddiaları Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

61. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

62. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

63. Başvurucuların şikâyetlerine konu eylem bir devlet görevlisinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucuların kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

64. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin genel ilkeler için Akın Can (B. No: 2016/13469, 10/6/2020, §§ 39-45) kararı ile Alp Altınörs (aynı kararda bkz. §§ 40-46) kararına bakılabilir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucular, katılmış oldukları bir gösteri sırasında herhangi şiddet eylemine karışmadıkları ve barışçıl bir tutum içinde oldukları hâlde kolluk kuvvetinin doğrudan ve yakın mesafeden kullandığı gazdan yaralandıklarından yakınmaktadır. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, polisin önlüğünü çekmesi nedeniyle boynundan da yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucular göz yaşartıcı gazın doğal etkileri haricinde göz yaşartıcı gazın kullanılma şeklinden de şikâyet etmiştir.

66. Başvurucular gaz kullanımına ilişkin bu iddialarını aynı gün tedavi gördükleri hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemiştir. Bu durum, adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ayrıca ATK'nın düzenlediği raporlarda da tespit edilmiştir (bkz. §§ 10,14).

67. Öte yandan görüntü kaydının incelendiği bilirkişi raporundan, diğer katılımcılar polis barikatına yakın mesafede olmadığı hâlde başvurucu İbrahim Kara'ya sırf kolluk güçlerinin oluşturduğu barikatın önünde slogan atması üzerine gazla müdahale edildiği anlaşılmıştır (bkz. §15). Şu hâlde başvurucuların iddialarını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucuların iddiaları dışında başkaca bir şekilde yaralandıkları yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır (bkz. §§ 17, 18).

68. Adli raporlarda başvurucu İbrahim Kara'nın bilinç durumunda hafif nörolojik hasar ile gözleri, kolları ve boynunda kanlanma olduğu, başvurucu Belkis Yurtsever'in ise ense ve omuzdan başlayarak kol ve elini içeren uzuvlarında kızarıklar tespit edilmiştir. Bu doğrultuda başvurucularda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamı alanında incelenebilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

69. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güç kullanımı için gücün meşru hedefe ulaşılması adına kaçınılmaz ve orantılı olması zorunludur (bkz. § 81). Bu doğrultuda kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı zorunlu hâle gelmedikçe fiziksel güce başvurmak kötü muamele yasağını ihlal edecektir.

70. Kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir. Somut olayda, başvurucuların da katıldığı protesto eyleminde dağılmaları yönündeki ikazlara karşın bazı göstericilerin yürüyüşe geçmesi üzerine polis, kalkanlarıyla göstericileri dağıtmaya çalışmıştır. Grubun kalkanlara yüklenerek direnç göstermesi üzerine polisin göstericilere kısa süreli gaz sıktığı 7/10/2015 tarihli Görüntü İzleme Tutanağı'nda belirtilmiştir.

71. Cumhuriyet Başsavcılığı kararı ve tutanaklarda başvurucu İbrahim Kara'nın megafonla gruba dağılmamaları yönünde konuşma yaptığı belirtilmiş olup kolluk görevlilerince başvurucuya gaz kullanılmasını gerekli kılan bir durum olduğuna dair bir gerekçe ileri sürülmemiştir. Öte yandan başvuruya konu olayın görüntü kayıtlarının incelendiği bilirkişi raporunda, başvurucu İbrahim Kara'nın polis barikatının önüne gelerek sadece slogan atması nedeniyle kolluk güçlerinin başvurucuya gazla müdahale ettiği tespit edilmiş ve bu esnada diğer göstericilerin polis barikatına yakın bir mesafede olmadığı da gözlemlenmiştir. Dosya kapsamında gaz kullanımına ilişkin olarak başkaca bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

72. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve tespitler gözetildiğinde katıldığı gösteride gaz kullanımı nedeniyle yaralandığı anlaşılan başvurucu İbrahim Kara'nın davranışlarından dolayı fiziksel güce başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca olay yerinde önlem alan kolluk görevlilerine karşı fiilî bir müdahalede bulunmayan ve saldırgan bir tavır içinde olmayan başvurucu İbrahim Kara'ya barikat önünde tek başına slogan atması nedeniyle doğrudan gaz kullanımının orantılı olduğu da kabul edilemez.

73. Diğer yandan başvurucu Belkis Yurtsever'in ise ikazlara rağmen dağılmayarak -yolu araç trafiğine kapatarak- yürüyüş gerçekleştirmek isteyen grubun içinde bulunduğu ve polis kalkanına yüklenmek suretiyle direndiği Görüntü Kaydı Tutanağı'nda belirtilmiştir. Buna göre başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren bir eylem içinde olmadığı, dolayısıyla kolluk görevlilerinin gaz kullanımı suretiyle -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- güç kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.

74. Bununla birlikte göz yaşartıcı gazın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara sebebiyet verme potansiyeli olup orantılı şekilde kullanıldığı idari makamlarca ortaya konulmalıdır. Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta başvurucu Belkis Yurtsever'in omuz, kol ve ellerini kapsayan uzuvlarında yaralanmaya neden olan güç kullanımının orantılılığı hususunda net bir açıklama bulunmayıp göstericilere karşı kademeli güç kullanıldığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmüştür.

75. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvuruculara karşı kullanılan gazın neden ve nasıl orantılı olduğu hususunda tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Bu nedenle başvuruculara karşı kolluk görevlileri tarafından orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullanıldığı hususunun kamu otoritelerince açıkça ortaya konulamadığı sonucuna ulaşmak gerekmiştir. Hâl böyle olunca da somut olayın koşullarında başvuruculara orantısız şekilde gaz sıkılması nedeniyle başvurucuların fiziksel ve ruhsal acı duymalarına neden olunduğu sonucuna varılmıştır.

76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

77. Yukarıda varılan sonuç dikkate alındığında Anayasa Mahkemesi, ayrıca başvurucu İbrahim Kara'nın boynundaki yaralanmaların polis memurlarının eylemleri sonucu gerçekleşip gerçekleşmediğine dair bir incelemeyi gerekli görmemiştir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

78. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin genel ilkeler için Akın Can (aynı kararda bkz. §§ 56-62) kararı ile Alp Altınörs (aynı kararda bkz. §§ 54-57) kararına bakılabilir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucular, kolluk görevlilerinin keyfî olarak doğrudan ve yakın mesafeden gazla müdahale etmesi nedeniyle yaralandıklarını ileri sürmüş; aynı gün alınan sağlık raporlarını ve olaya ilişkin görüntü kaydını daha sonra Başsavcılığa sunarak yaralanmalarından sorumlu olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Bu durumda başvurucuların kolluk görevlilerinin güç kullanımı neticesinde yaralandıkları hususunda savunulabilir iddialarının olduğu anlaşıldığından Başsavcılığın etkili soruşturma yükümlülüğünün başladığı kabul edilmiştir.

80. Cumhuriyet Başsavcılığı; kolluğun düzenlediği tutanak ve görüntü kaydı çözümündeki bazı tespitleri gözeterek toplantının kanuna aykırı olarak gerçekleştiği, göstericilerin bir kısmının kolluk görevlilerine direndiği, dolayısıyla ikazda bulunan kolluk güçlerinin göz yaşartıcı gaz kullanma yetkisi bulunduğu kabulü ile takipsizlik kararı vermiştir. Kararda, başvurucuların doktor raporlarına göre kolluğun orantılı ölçüde zor kullandığı, kasten yaralama eyleminin gerçekleşmediği kabul edilmiş ancak başvurucuların yaralanmalarının niteliği, tesiri ve vücutlarındaki yerleri gözetilmemiş; bunların gazın olağan etkilerinden meydana gelip gelmediğine dair bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca başvurucu İbrahim Kara, kolluk amirinin gaz kullanmama talimatına rağmen polisin keyfî olarak gaz kullandığını iddia etmiş ise de gerek bu iddianın gerçeği yansıtıp yansıtmadığı gerekse kolluk görevlilerinin eylemleri ve kendilerine ne şekilde talimat verildiği hususlarında herhangi bir araştırma yapılmamış, ilgili kolluk amirinin beyanı alınmamıştır.

81. Öte yandan başvuruya konu olayın görüntü kayıtlarının incelendiği bilirkişi raporunda başvurucu İbrahim Kara'ya -tek başına olacak şekilde-polis barikatının önünde slogan atması nedeniyle kolluk görevlilerince gazla müdahale edildiği yönünde tespite yer verilmesine rağmen başvurucunun gereksiz ve orantısız şekilde yüzüne doğru gaz sıkılıp sıkılmadığı da araştırılmamıştır.

82. Dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının başvuruculara yönelik göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin müdahalenin gerekliliğini ve müdahale şeklini irdelemeden, olaya karışan kolluk görevlilerinin güç kullanmalarına ilişkin gerekçelerini sorgulayabileceği ifadelerini almadan bir sonuca vardığı görülmüştür. Bu şekildeki bir soruşturmanın Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının gerektirdiği özende ve ciddiyette olduğunun söylenmesi güçtür.

83. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddiasıyla ilgili bir ceza soruşturmasında olayı aydınlatma kapasitesine sahip önemli birtakım delillerin toplanmaması bile tek başına, ulaşılan neticenin tutarlılığına gölge düşürebilir. Başvuruya konu ihlal iddialarının gerektirdiği soruşturma yükümlülüğü, olayın gerçekleşme koşullarının belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu yükümlülük, mağdurların soruşturma işlemlerine ilişkin her türlü talebinin karşılanmasını gerektirmese de soruşturmanın seyrini etkileyecek ve maddi gerçeğin açığa çıkmasına yardımcı olacak mahiyetteki iddialarının araştırılmasını lüzumlu kılmaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Deniz Karadeniz ve diğerleri, B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 109). Diğer yandan soruşturma makamlarınca ulaşılan sonuçların delillerin nesnel analizine dayanması ve soruşturmanın etkili yürütüldüğü hususunda tereddüt oluşmaması adalete olan inancın sarsılmaması bakımından da zorunludur.

84. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında, aralarında başvurucuların da olduğu bazı göstericilerin kolluğa direnmesi nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak başvurucuların iddialarına dayanak sağlık raporları ve bilirkişi raporundaki tespitler gözetildiğinde soruşturma neticesinde varılan yargısal sonuçtan başvuruculara karşı -vücutlarının farklı bölgelerde yaralanmaya neden olacak şeklinde- güç kullanılmasının neden orantılı olduğu tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Zira kararda güç kullanımının orantılılığına dair başvurucular hakkında bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Öte yandan başvurucu İbrahim Kara'ya kullanılan gazın gerekliliği konusunda da bir değerlendirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucular açısından da kendilerine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili biçimde yürütüldüğü söylenemeyecektir.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

86. Başvurucular; sendikal eylemler arasında toplu eylem yapma hakkı da olduğunu, etkinliğin Sendikanın aldığı karar üzerine gerçekleştirildiğini ve sendikal faaliyet hakkı niteliğinde olduğunu, henüz gösteri yürüyüşüne başlamadan polis şiddeti ile karşılaştıklarını, polisin orantısız müdahalede bulunduğunu iddia etmiştir. Başvurucular, kamu emekçisini ilgilendiren toplu sözleşme sürecine ilişkin fikirlerini ifade etmek amacıyla toplandıklarını ancak kolluk güçlerinin haklı bir neden olmaksızın yaptığı müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ile sendika hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Ayrıca başvurucular Başsavcılığın soruşturma yürütmeden ve delilleri değerlendirmeden sonuca ulaştığını, Hâkimliğin de gerekçesiz olarak itirazın reddine dair karar verdiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

87. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesinin toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabileceklerine ve belli bir takdir haklarına sahip olduklarına dair kararına atıf yapılarak kolluk görevlilerinin müdahalelerinin bu kapsamda olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Bakanlık, başvurucuların da aralarında bulunduğu grubun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önüne yürüyüş için hazırlık yaptığı, gruba yönelik birçok kez ikazda bulunulmasına ve kolluk görevlilerinin tüm ikna çabalarına rağmen grubun yolu trafiğe kapatarak kortej oluşturmaya başladığı, yolu tamamen kapatmak suretiyle yürüyüşlerinde ısrarcı olması nedeniyle de kolluk görevlilerinin ilk aşamada kalkanlarla müdahale ettiği, akabinde grubun kalkanları itmek ve kalkanlara yüklenmek suretiyle mukavemet göstermesi üzerine de orantılı şekilde kısa süreli gaz sıkmak suretiyle gruba müdahalede bulunduğunu belirtmiştir. Bakanlık, bu şekilde gerçekleşen bir olayda müdahalenin meşru amacının kamu düzeni ve güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması niteliğinde olup olmadığının, ayrıca yargılama makamlarının kararlarındaki tespit ve sonuçların kanunun uygulanması niteliğinde olup olmadığının, ilgili ve yeterli gerekçeler içerip içermediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

88. Başvurucular; Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında katıldıkları toplantının keyfî ve orantısız şekilde engellendiğini, sorumlular hakkındaki şikâyetlerinin takipsizlikle sonuçlanırken haklarında kamu davası açılmasının da hakka yönelik müdahale niteliğinde olduğunu, müdahalenin meşru bir amacı olmadığını, üyesi olduğu sendika nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını, Anayasa Mahkemesinin aynı eyleme katılan bir diğer başvurucu hakkında daha önce ihlal kararı verdiğini ve sendikal haklarının da ihlal edildiğini belirterek başvuru dilekçesindeki açıklamalarını tekrar etmişlerdir.

2. Değerlendirme

89. Anayasa'nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

90. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Bu bağlamda başvurucuların kolluk görevlilerinin toplantıya orantısız müdahale ettiğine, sorumlular hakkında yaptıkları şikâyetle ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadığına ve Hâkimliğin itirazın reddine dair kararının yeterli gerekçe içermediğine ilişkin iddiaları bir bütün olarak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

91. Başvuruya konu toplantıya ilişkin müdahalenin varlığı, anılan müdahalenin ihlal oluşturup oluşturmadığı ve müdahalenin kanuniliği ile meşru amacı yönünden İlhan Yiğit kararında değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca toplantıya yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğuna ilişkin genel ilkeler açıklanmıştır (İlhan Yiğit, §§ 60-71). Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mevcut başvuruda da anılan değerlendirmeden, kabul ve ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus olmadığı anlaşılmıştır.

92. Başvurucuların da içinde olduğu yaklaşık 250-300 kişilik grup AŞTİ'nin karşısında bulunan pazar yerinde bir araya gelmiş ve toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapılacağı, yaklaşık bir kilometre uzaklıkta bulunan ÇSGB binasına kadar görüşmelere katılacak konfederasyon heyeti ile birlikte yürümek ve bina önünde basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlileri, başvuruya konu toplantı ve yürüyüş güzergâhının Valilikçe izin verilen alanlar içinde olmaması ve grubun yolun tamamını -bir tutanağa göre bir kısmını- araç trafiğine kapatması nedeniyle gruba dağılmaları yönünde ihtarda bulunmuş; yürüyüşü engellemek için barikat kurmuştur. Uyarılara rağmen dağılmayan grubun yürümek için polis kalkanlarına yüklenmesi nedeniyle kolluk güçleri gruba müdahale etmiştir.

93. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara göre başvurucu İbrahim Kara ses yükseltici cihazla, ÇSGB binası önüne kadar gidilerek taleplerin burada dile getirileceğini, bu nedenle dağılmamaları gerektiğini topluluğa bildirmiş; kısa süreli oturma eylemi yapmıştır. Başvurucu Belkıs Yurtsever ise polisin dağılma yönündeki ihtarına uymamış, polis kalkanına yüklenmiştir.

94. Kolluk güçleri, toplu şekilde yürüyüş gerçekleştirilmemek koşuluyla ÇSGB'de basın açıklaması yapılmasına izin verileceğini ilgililere bildirmiştir. Nitekim kolluk güçlerinin gösteri yürüyüşüne müdahalesi sonrası topluluk ikna edilerek gösteri yürüyüşü yapılmamış ve anılan yerde basın açıklaması yapılmıştır.

95. Somut olayda toplanılan ve yürüyüş planlanan güzergâhın Valilikçe bu amaca tahsis edilen yerlerden olmaması ve katılımcıların yolu tamamen araç trafiğine kapatması polisin barikat kurmasına, dolayısıyla yürüyüşün engellenmesine gerekçe oluşturmuştur. Başvurucuların da içinde olduğu gruptan bazı kişilerin polis barikatına yüklenmesi üzerine gruba müdahale edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı toplantının 2911 sayılı Kanun'un 22. maddesine aykırı olarak gerçekleştirildiğini kabul etmiş; başvurucuların da aralarında olduğu katılımcıların kolluk görevlilerin ihtarına rağmen kanuna aykırı toplantı yapmaya devam etmeleri ve kolluk güçlerine direnmeleri nedeniyle müdahalenin polisin zor kullanma yetkisinde kaldığını, zorunlu ve orantılı olduğunu değerlendirmiştir (bkz. § 18).

96. Anayasa Mahkemesince başvuruya konu toplantı ve gösteri yürüyüşüne idare tarafından gerçekleştirilen müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığı İlhan Yiğit kararında değerlendirilmiştir. Anılan kararda müdahalenin gerekçesi olarak ileri sürülen hususlar ile -yapılmasına izin verilen- basın açıklamasının yapılacağı yere kadar yaklaşık 250 kişinin belirli bir düzen içinde toplu hâlde yürüyüşüne devletin daha fazla müsamaha göstermesinin mümkün olup olmadığı tartışılmıştır. Anayasa Mahkemesi hakkın ihlal edildiğine yönelik değerlendirmesinde kamuya açık bir alanda yapılan barışçıl bir gösteri yürüyüşünün engellenmesi, katılımcıların dağıtılması şeklindeki müdahale ile başvurucunun toplu şekilde gösteri yürüyüşü gerçekleştirme, pankart taşıma ve slogan atma yoluyla fikirlerini ifade etme hakkından mahrum bırakılmasının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna varmıştır. Başvuruya konu müdahalenin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşıldığı kararda şu gerekçe ve değerlendirmelere dayanılmıştır:

- Somut olayda göstericilerin toplantı esnasında trafiği ne ölçüde aksattığına,araçların ilerlemesi için alternatif yolların olmadığına, trafiğin aksadığı süre içinde kamu düzeni ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması çerçevesinde katlanılması zor veya imkânsız bir zarar ya da zarar tehlikesi ile karşılaşıldığına, yürüyüşün doğası gereği hoşgörü gösterilmesini gerektiren kabul edilebilir sınırın aşılıp aşılmadığına yönelik değerlendirme yapılmadığı tespit edilmiştir.

- Yürüyüş yapılması planlanan güzergâhın Ankara'nın işlek caddelerinden birinde olmadığı, aksine ÇSGB binasına giden oldukça dar ara sokaklardan birinin seçildiği belirtilmiş ve bu mesafenin yaklaşık bir kilometre olduğu gözetilerek yürüyüşe engel olunmaması hâlinde trafiğin sadece kısa bir süre aksayacağı değerlendirilmiştir.

- Katılımcıların anılan yürüyüşü ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarının iyileştirilmesi amacıyla fikirlerini kolektif biçimde ifade etme, o sırada toplu iş görüşmelerini yapmak üzere ÇSGB binasında bulunan Hükûmet yetkililerine seslerini duyurma amacıyla düzenlediklerine dikkat çekilmiştir. Ayrıca başvuru konusu yürüyüşün özellikle toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin yapıldığı tarihte gerçekleştirilmesinin katılımcılar yönünden özel bir önemi olduğu vurgulanmıştır.

- Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için kolektif bir şekilde kullanılan bir hak olduğu, somut olayda hakkın kolektif şekilde kullanılmasının -ekonomik ve sosyal haklar açısından- önemi de gözetilmediği belirtilmiştir.

- Son olarak bütünüyle barışçıl olmaktan çıktığı değerlendirilmeyen ve herhangi bir şiddet hareketi yaşandığı tespit edilemeyen gösteri yürüyüşünde katılımcıların haklarını kullanabilmelerine yönelik olarak idarenin daha fazla tolerans göstermemesi için makul herhangi bir sebep olmadığı değerlendirilmiştir.

97. Somut olayda da bu değerlendirmeler ve kabulden ayrılmayı gerektiren bir durum olmadığı anlaşılmıştır.

98. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

99. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenme hakkı yönünden ihlal kararı verildiğinden başvurucuların sendika hakkı kapsamındaki şikâyetleri yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

100. Başvurucular; ihlalin tespiti, hak ihlalini gerçekleştirenlerin yargılanması ile her biri için ayrı ayrı olmak üzere 25.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

101. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever yönünden kolluk görevlilerinin güç kullanımının insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Ayrıca tüm başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

102. Başvuruda tespit edilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma mercilerince yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

103. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'e taleple bağlı kalınarak ayrı ayrı 25.000 TL, başvurucu Şinasi Dursun'a 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Şinasi Dursun'un insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'in İl Emniyet Müdürü'nün eylemleri yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'in kolluk memurlarının eylemleri yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (2015/112465 S., 2016/3571 K.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu İbrahim Kara ve Belkıs Yurtsever'e taleple bağlı kalınarak 25.000 TL, başvurucu Şinasi Dursun'a 13.500 TL manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ OCAK VE SAİME SEBLA ARCAN TATLAV BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18583)

 

Karar Tarihi: 19/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 20/1/2023-32079

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Ali OCAK

 

 

2. Saime Sebla ARCAN TATLAV

Vekili

:

Av. Ahmet CİHAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kolluk görevlilerinin güç kullanması neticesinde bazı kişilerin yaralanması ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle kötü muamele yasağının, basın açıklaması yapılmasının mülki amirlikçe yasaklanması ve yapılmak istenen basın açıklamasına söz konusu yasak sebebiyle kolluk görevlilerince müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. 2019/18672 numaralı başvuru incelenen başvuru ile birleştirilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Kamuoyunda “cumartesi anneleri” olarak adlandırılan ve yakınlarının zorla kaybedildiğini iddia eden bazı kadın ve erkeklerden oluşan grup, cumartesi günleri saat 12.00’de Galatasaray Meydanı’nda oturma eyleminde bulunup basın açıklaması yapmaktadır. Yakınları kaybolmasa da insan hakları savunucusu olduğunu ileri süren bazı kişiler de sözü edilen gruba destek vermektedir.

7. Başvurucu Ali Ocak, kardeşi H.K.nın 21/3/1995 tarihinde gözaltına alınarak zorla kaybedildiğini ve 23 yıldır cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’ndaki oturma eylemi ile basın açıklamasına katıldığını ileri sürmüştür. (Nüfus kaydına göre H.K. 25/3/1995 tarihinde ölmüştür.). Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav ise kendi ifadesine göre insan hakları savunucusudur.

8. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün talebi üzerine Beyoğlu Kaymakamlığı 21/9/2018 tarihinde, Galatasaray Meydanı’nda 22/9/2018 tarihinde yapılacak oturma eylemi ile basın açıklamasına katılım için bazı derneklerin, siyasi partilerin ve aykırı (marjinal) grupların terör örgütlerine müzahir sosyal medya hesapları üzerinden yoğun bir şekilde çağrılar yaptığı, İstanbul Valiliğince belirlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü alanları arasında Beyoğlu ilçesine ait bir yer olmadığı, konuyla ilgili olarak Beyoğlu Kaymakamlığına herhangi bildirimde bulunulmadığı gerekçesiyle 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 10. ve 17. maddeleri ile 10/6/1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 32. maddesinin (ç) fıkrasına istinaden 22/9/2018 Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda, Çukurlu Çeşme Sokak’ta, İstiklal Caddesi’nde, Büyük Parmakkapı Sokak’ta ve ilçe genelinde izinsiz oturma eylemi, basın açıklaması ve benzeri etkinlikler yapılmasına izin verilmemesine karar vermiştir. Karara göre sözü edilen yasak ile millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ile suç işlenmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır.

9. Bazı polis amir ve memurları tarafından düzenlenen 22/9/2018 tarihli tutanağa göre aynı gün saat 10.20 sıralarında yedi kişi Çukurlu Çeşme Sokak üzerinde bulunan İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi (Dernek) önünde beklemeye başlamıştır. Zaman ilerledikçe Derneğin önünde bekleyen kişilerin sayısı artmıştır. Yolu trafiğe kapatan ve aralarında bazı milletvekillerinin de olduğu altmış kişilik bu grup 11.30’da basın açıklaması yapmak istemiştir. Polis, Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararından bahsederek yürüyüş ve basın açıklamasına izin verilmeyeceğini gruba söylemiş ve grubun toplanıp basın açıklaması yapma hususundaki ısrarı üzerine ses yükseltici cihazlarla grubu ikaz etmiştir. Derneğin önünde bulunan ve sayıları gitgide artan grup, saat 11.35 itibarıyla bedenî kuvvet kullanılarak Dernek içine yönlendirilmiştir. Derneğin çağrısı üzerine toplanan ve basın açıklaması yapmak isteyen grup saat 13.00’te dağılmıştır.

10. Müdahale edilen grubun içinde başvurucular da bulunmaktadır.

11. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav olay günü Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Taksim Hastanesi) müracaat etmiş ve burada görevli bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Bu muayene sonucunda düzenlenen genel adli muayene raporunda sol kolda3x4 cm, 4x4 cm, 2x1 cm ve 1x1cm boyutlarında ekimozlar (göğerti, morartı), sol ön kolda 3x4 cm, 2x2 cm ve 2x1cm boyutlarında ekimozlar, sol el bileğinde 3x3 cm boyutunda ödem (vücut dokularında sıvı birikmesi sonucu gelişen şişlik) ve ekimoz, boyun ön yüz ve göğüste yaygın eritem (kızartı), bel bölgesinde 2x2 cm boyutunda ekimoz ve boyun yan yüzde 3 cm’lik yüzeyel erozyon tarif edilmiştir.

12. Vekili aracılığıyla 26/9/2018 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bir dilekçe sunan başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav, 22/9/2018 tarihindeki polis müdahalesi nedeniyle olay tarihinde saat 11.30 ile 12.00 saatleri arasında Çukurlu Çeşme Sokak’ta görev yapan polis amir ve memurları hakkında işkence, kasten yaralama, tehdit ve görevi kötüye kullanma suçları yönünden soruşturma yürütülmesini talep etmiştir. Olayla ve yaralarıyla ilgili bazı fotoğraflar ile Taksim Hastanesinde görevli doktorca düzenlenen genel adli muayene raporunu dilekçesine ekleyen başvurucu özetle şu iddialarda bulunmuştur:

i. Oturma eylemi ve basın açıklamasının Galatasaray Meydanı’nda yapılması, Beyoğlu Kaymakamlığının keyfî ve hukuka aykırı kararı nedeniyle polis tehdidi ve şiddetiyle engellenmiştir. Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararı ve polis müdahalesi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının özüne dokunmuştur.

ii. Kendisinin de içinde bulunduğu grup, basın açıklaması yapmak üzere 11.30’da Derneğin olduğu Çukur Çeşme Sokak’a çıkmıştır. Yüzlerce polis, grubu çembere almıştır. Polis yetkililerine basın açıklaması yapılması sonrasında grubun sorunsuz bir şekilde dağılacağı ve sokağın çok dar olması nedeniyle olası polis müdahalesi sırasında grup üyelerinin ciddi biçimde ezilme tehlikesiyle karşılaşacağı söylenmiştir. Buna rağmen polis, grubun etrafını kalkanlarla çevirip grup üyelerini ağır şekilde darbetmeye başlamıştır. Kendisi ile aralarında başvurucu Ali Ocak’ın da olduğu bazı kişiler, gidecekleri yer olmamasına ve nefes almakta güçlük çektiklerini polise söylemelerine rağmen uzun süre kalkanlarla darbedilip bir lisenin duvarına sıkıştırılmıştır (Bir harita uygulamasına göre sözü edilen lise Derneğin karşısındadır.). Polis müdahalesi nedeniyle kendisi ağır biçimde yaralanmıştır.

13. Başsavcılık konuyla ilgili derhâl bir ceza soruşturması başlatıp başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın ifadesini almıştır. İfadesinde dilekçesindeki iddialarını yineleyen başvurucu ayrıca sokağın çok dar olması nedeniyle olası polis müdahalesi sırasında grup üyelerinin ciddi biçimde ezilme tehlikesiyle karşılaşacağını söylemelerinin ardından omzuna yumruk atıldığını, yumruk atanı görmediğini, dağılmaları yönünde anons yapılsa da dağılabilecekleri bir alan bulunmadığını, polislerden birkaçının “Sizi ezeceğiz, geberteceğiz!” ve genel olarak kalabalığa “Ahlaksızlar!” dediğini, hakaret ve/veya tehdit eden kişileri göremediğini söylemiştir. Başvurucunun beyanına bakılırsa ezilme tehlikesi ile ilgili sözler biri sivil, koyu yeşil tişörtlü, kısa boylu ve saçları dökük; diğeri sivil, beyaz gömlekli, uzun boylu ve güneş gözlüklü iki polis yetkilisince söylenmiştir. Müdahale talimatı yeşil tişörtlü sivil kişiden gelmiştir.

14. Başsavcılığın talebi üzerine İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünde (ATK Şubesi) görevli bir adli tıp uzmanı 26/9/2018 tarihinde başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ı muayene etmiştir. Bu muayene nedeniyle düzenlenen raporda başvurucunun yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı ancak söz konusu yaraların etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Raporun tespit edilen yaralarla ilgili kısmı şöyledir:

“...[T]arafımdan yapılan muayenesinde sol kol üst kısımda 12x10cm lik, onun hemen altında dış kısımda 4x3cm, 2x1cm lik ve 1x1cm lik, sol ön kol dış 1/3 üstte 8x3cm lik, hemen yanında 10x4cm lik, sol ön kol ön yüz orta kısımda 7x8cm lik, sağ ön kol arka yüzde 15x8cm lik, sağ kol 1/3 üst kısımda 4 adet 1x1cm lik, sağ omuz başında 2x2cm lik sarı yeşil renk almaya başlamış ekimozlar, sağ crus ön yüz orta kısımda 3x3cm lik, sol crus üst dış kısımda 4x3cm lik aynı vasıfta ekimozlar tespit [edilmiştir.]. [S]ağ el bileği hareketlerinde ağrı yakınması [vardır.]. [Başvurucu] halen göğüs ön kısımda ve göğüs sağ duvarda nefes alırken ve öksürürken ağrı yakınmasının devam ettiğini... [belirtmiştir.]

15. 2/10/2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazan Başsavcılık 3/5/2016 tarihli ve 6713 sayılı Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun’un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca mülkiye müfettişi görevlendirilmesi sağlanarak;

- Gösteri yürüyüşü için katılımcıların yürüyüş öncesinde yasal bildirimde bulunup bulunmadıklarının, zor kullanma öncesinde gösteri yürüyüşüne katılanların şiddet içerikli hareket ve davranışlar sergileyip sergilemediklerinin belirlenmesini, müdahale öncesinde şiddet içerikli hareket ve davranışlar varsa bunları gösteren kamera görüntüsü, tutanak vb. delillerin toplanmasını,

- Gösteri yürüyüşünün trafik karışıklığına yol açmak dışında başkalarına zarar verme ya da başkalarının güçlükle karşılaşmadan halk içinde dolaşma hakkı gibi hakları ihlal edip etmediğinin tespitini, böyle bir ihlal varsa buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak vb. delillerin toplanmasını,

- Gösteri yürüyüşü şiddet içermiyorsa müdahale öncesi makul bir süre beklenip beklenmediğinin ve dağılma uyarısı yapılıp yapılmadığının tespitini, buna ilişkin kamera görüntüsü ve tutanak gibi delillerin toplanmasını,

- Zor kullanmanın kaçınılmaz ve orantılı olup olmadığının saptanmasını, buna ilişkin olarak olay anına ilişkin olay yeri ve çevresinde kamera kayıtları başta olmak üzere bölgeye yakın çevrede olay yerini gören tüm kameraların kaydettiği görüntülerin bir CD ya da DVD’ye aktarılmasını,

- Olay tarihinde düzenlenen soruşturma evrakının ve soruşturma sırasında alınan tüm adli raporların onaylı suretlerinin teminini,

- Olay yerinde ve olayın gerçekleştiği zaman diliminde kayıt yapan toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA) kamerası, MOBESE kamerası ve banka şubelerine ait kameralar gibi cihazların kaydetmiş olduğu görüntülerin CD ya da DVD’ye aktarılarak üzerilerinde inceleme yapılmasını, gerektiğinde başvurucudan gerekli bilgiler alınarak ya da teşhis işlemi yaptırılarak başvurucuya zor kullanan polislerin tespitini istemiştir (Bahsi geçen norma göre kolluk görevlilerince işlendiği iddia edilen veya doğrudan öğrenilen, öldürme, kasten yaralama, işkence, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçları ile örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili ön incelemelerin ve/veya disiplin soruşturmalarının mülkiye müfettişleri tarafından yapılması esastır. Olayın niteliğinin gerektirdiği hâllerde, ön incelemeyi ve/veya disiplin soruşturmasını yürüten mülkiye müfettişleriyle birlikte görev yapmak üzere bağlı kuruluşların müfettişleri de görevlendirilebilir. Söz konusu suçlarla ilgili ön incelemeler ve/veya disiplin soruşturmalarının valiliklerce veya kaymakamlıklarca yapılması hâlinde bu işlemler imkânlar ölçüsünde mülki idare amirliği hizmetleri sınıfındaki görevliler tarafından yürütülür.)

16. Başvurucu Ali Ocak, başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın Başsavcılığa sunduğu dilekçenin bir benzerini 8/10/2018 tarihinde Başsavcılığa vermiştir. Dilekçeye göre başvurucu olay nedeniyle yaralanmıştır. Bu yaralanmalar nedeniyle göğsünde, omzunda, boynunda ve kollarında şiddetli ağrılar yaşamaktadır. Aynı gün Başsavcılıkça alınan ifadesinde başvurucu, Saime Sebla Arcan Tatlav’ın beyanlarıyla uyumlu beyanda bulunup kalkanlar ile sıkıştırıldıklarını, omzundan yaralandığını, tehdit ve hakaret duymadığını ancak kulaklarında işitme kaybı olduğu için duymamış olabileceğini söylemiştir.

17. Başvurucu Ali Ocak aynı tarihte ATK Şubesinde görevli bir adli tıp uzmanı tarafından muayene edilmiştir. Bu muayene sonucunda başvurucu hakkında düzenlenen raporda sol omuzda ağrı ve hassasiyet tarif edilmiştir. Rapora göre yaralanma, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafiftir.

18. Başsavcılık 10/10/2018 tarihinde, başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın başvurusu nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazının bir benzerini başvurucu Ali Ocak’ın müracaatı nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında da göndermiştir.

19. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Başsavcılığın talebiyle ilgili yazılara 25/12/2018 tarihinde cevap vermiştir. Cevabi yazı ile ekindeki (Sözü edilen yazının ekinde olay nedeniyle düzenlenen kolluk tutanakları, Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararı, olayla ilgili görüntüleri içeren beş DVD ve görüntü kayıtlarının içeriğiyle ilgili bir kolluk tutanağı yer almaktadır.) tutanaklara göre;

i. 22/9/2018 tarihli gösteri yürüyüşü ve basın açıklaması için herhangi bir bildirimde bulunulmamıştır.

ii. Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararı Kaymakamlığın genel ağ adresinden duyurulmuştur.

iii. Çukur Çeşme Sokak'ta toplanan gruba yasaklama kararı bildirilmiş ve grup ses yükseltici araçlar da kullanılarak dağılmaları yönünde uyarılmıştır. Grup yürüyüşe geçince kolluk görevlileri grubu durdurmuş ve eylemlerine son vermeleri için grup üyeleri ile görüşmüştür. Bu sırada İ.E.Y. olabileceği değerlendirilen kişi grup adına basın açıklaması yapmıştır. Kolluk görevlileri gruptan yolu açıp kaldırıma geçmelerini istemiştir. Grup üyeleri dağılmadıkları gibi kol kola girmek ve elleri ile vücutlarını kullanarak kalkanları itmek suretiyle kolluk görevlilerine direnç göstermiştir. Makul bir süre geçtikten sonra dağılmayan ve yolu trafiğe açmayan grup 12.25 sıralarında kalkanlar kullanılarak süpürme tekniğiyle alandan uzaklaştırılmıştır. Bu esnada bazı grup üyeleri müdahaleye tepki gösterip kolluk görevlileriyle tartışmıştır. Sokak saat 12.40 itibarıyla araç ve yaya trafiğine açılmıştır.

iv. Başvurucular olay tarihinde Derneğin önünde toplanan gruptadır ve grupla birlikte hareket etmektedir ancak görüntü kayıtlarına göre polis kalkanları başvurucu Ali Ocak’a temas etmemiştir.

20. 3/1/2019 tarihinde Başsavcılık, başvurucu Ali Ocak’ın başvurusu nedeniyle yürütülen soruşturmayı başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın başvurusu nedeniyle yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

21. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav, vekili aracılığıyla başvuruya konu olayla ilgili görüntü kayıtlarını tespit edilemeyen bir tarihte haricî bellek içinde Başsavcılığa sunmuştur.

22. Başsavcılık beş CD'de yer alan görüntülerin içeriğini bir bilirkişiye tespit ettirmiştir (İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa beş DVD gönderilmiştir. Bilirkişi raporunda ise beş CD’den söz edilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen yazıda ya da bilirkişi tarafından hazırlanan raporda maddi hata yapıldığı, bilirkişinin incelediği görüntülerin İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Başsavcılığa gönderilen görüntüler olduğu değerlendirilmiştir.). Bilirkişi tarafından hazırlanan 22/1/2019 tarihli rapora göre bir sokakta toplanmış grup, alanı araç ve yaya trafiğine açmaları yönünde megafonla uyarılmıştır. Grup dağılmayıp sokak boyunca ilerlemek istemiştir. Polis, grubun ilerlemesini engellemiştir. Bu sırada elinde yazılı bir belge tutan bir kadın, basın açıklaması yapmıştır. Polis ile grup üyeleri arasında tartışma yaşanmıştır. Dağılmayan gruba polis müdahale etmiş ve polis ile grup arasında itiş kakış yaşanmıştır. Polis, kalkanlarla süpürme tekniği kullanarak gruba müdahalede bulunmuştur. Bu esnada taraflar arasında arbede yaşanmıştır. Polis, müdahale dozunu arttırmıştır. Grup slogan atmış ve bazı grup üyeleri duvar ile polis kalkanı arasında sıkışmıştır.

23. Başsavcılık 2/2/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Karara göre başvurucuları darbettikleri gerekçesiyle kolluk görevlileri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren kanıt ve emare elde edilememiştir. Başvurucuların soyut beyanı dışında kolluk görevlilerinin başvuruculara hakaret edip onları tehdit ettiklerine dair delil bulunmamaktadır.

24. Başvurucuların Başsavcılıkça verilen karara yönelik itirazı, aksi somut delillerle sabit olmadığı sürece kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaklara itibar edilmesi gerektiği ve söz konusu tutanaklara göre olayda direnç gösteren başvuruculara karşı zor kullanma yetkisi sınırları içinde müdahalede bulunulduğu belirtilerek (kapatılan) İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik)11/4/2019 tarihinde reddedilmiştir.

25. Genel ağ arama motorları aracılığıyla yapılan araştırmada 22/9/2018 tarihinde cumartesi anneleri adına basın açıklaması yapıldığı anlaşılmıştır (bkz. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cumartesi-annelerinin-704hafta-oturumuna-polis-mudahalesi-1090428. Erişim tarihi: 13/5/2022. Anılan haber olay günü saat 11.45’te genel ağa konulmuştur.).

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 5442 sayılı Kanun’un 32. maddesinin (Ç) fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

 “İlçe sınırları içinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının tasarrufa mütaallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması ve önleyici kolluk yetkisi kaymakamın ödev ve görevlerindendir. Bunları sağlamak için kaymakam gereken karar ve tedbirleri alır;

Bu hususta alınan ve ilan edilen karar ve tedbirlere uymıyanlar hakkında 66 ncı madde hükmü uygulanır.”

27. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “...

Aşağıda yazılı hallerde:

...

IX- Kanunsuz toplantı veya kanunsuz yürüyüşleri dağıtmak veya suçlularını yakalamak için,

...

XI- Umuma açık yerlerde yapılan her türlü toplantı veya yürüyüşlerde veya törenlerde bozulan düzeni sağlamak için,

XII- Herhangi bir sebeple tıkanmış olan yolların trafiğe açılması için,

...

Yetkili âmir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. Bu emirlerin yazılı olarak verilmesi istenilemez. Bu hallerde emrin yerine getirilmesinden doğabilecek sorumluluk emri verene aittir.”

28. 2559 sayılı Kanun’un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

...”

29. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” kenar başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

30. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergahı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, tüm il ve ilçe sınırları içerisinde aşağıdaki hükümlere uyulmak şartıyla her yerde yapılabilir.

İl ve ilçelerde toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı, kamu düzenini ve genel asayişi bozmayacak, vatandaşların günlük yaşamını aşırı ve katlanılamaz derecede zorlaştırmayacak şekilde ve 22 nci maddenin birinci fıkrasında sayılan sınırlamalara uyulması kaydıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerin il ve ilçe temsilcileri ile güzergâhın geçeceği ilçe ve il belediye başkanlarının, en çok üyeye sahip üç sendikanın ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının il ve ilçe temsilcilerinin görüşleri alınarak mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir. İl ve ilçenin büyüklüğü, gelişmişliği ve yerleşim özellikleri dikkate alınarak birden fazla toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergâhı belirlenebilir.

...”

31. 2911 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca toplantı yapılabilmesi için düzenleme kurulu üyelerinin tamamının imzalayacağı bir bildirim, toplantının yapılmasından en az kırk sekiz saat önce ve çalışma saatleri içinde, toplantının yapılacağı yerin bağlı bulunduğu valiliğe veya kaymakamlığa verilir.

32. 2911 sayılı Kanun’un “Toplantının ertelenmesi veya bazı hâllerde yasaklanması” kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

 “Bölge valisi, vali veya kaymakam, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla belirli bir toplantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın tehlike mevcut olması hâlinde yasaklayabilir.”

33. 2911 sayılı Kanun’un “Yasak yerler” kenar başlıklı 22. maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

 “(...) ile parklarda, mabetlerde, kamu hizmeti görülen bina ve tesislerde ve bunların eklentilerinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kilometre uzaklıktaki alan içinde toplantı yapılamaz ve şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez.

34. 2911 sayılı Kanun’un 23. maddesine göre Kanun'un 10. maddesinde belirtilen bildirim ilgili yere verilmemiş veya mahallin en büyük amirinin 6. madde uyarınca belirlediği güzergâh dışında bir yerde ise ya da 17. madde uyarınca yasaklanmasına rağmen yasaklama süresi sona ermeden yapılıyor ise toplantı kanuna aykırı sayılır.

35. 2911 sayılı Kanun’un 24. maddesine göre toplantının kanuna aykırı olarak başlaması hâlinde güvenlik kuvvetleri mensupları, olayı en seri şekilde mahallin en büyük mülki amirine haber vererek mevcut imkânlarla gerekli tedbirleri alır ve olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri amiri topluluğa dağılmaları, aksi hâlde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunur ve topluluk dağılmazsa zor kullanılarak dağıtılır.

36. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

37. 5237 sayılı Kanun'un “Kasten yaralama” kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında ... artırılır.”

38. İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'de toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile ilgili olarak hazırlanması gereken planlar, bu planların uygulanmasında gözönünde bulundurulacak esaslar, toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesinde alınması gereken tedbirler, kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine müdahale sırasında uygulanacak taktik, düzen ve genel prensipler ile müdahale sonrasında yapılması gereken işlemler belirlenmiştir.

B. Uluslararası Hukuk

39. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İnsan haklarına saygı yükümlülüğü” kenar başlıklı 1., “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. ve “Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü” kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

“Madde 1:

Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar.

Madde 3:

Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.

Madde 11:

1. Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir. Bu hak, çıkarlarını korumak amacıyla başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma hakkını da içerir.

2. Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca yukarıda anılan haklarını kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir.”

40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yapılmak istenen bir basın açıklamasına kolluk görevlilerince müdahale edilmesine rağmen açıklamanın okunduğu ve başvurudaki temel meselenin kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların olduğu durumlarda başvurucuların kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarını incelemekte ancak toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapmaya gerek görmemektedir (İzgi/Türkiye, B. No: 44861/04, 15/11/2011, § 47; İşeri ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29283/07, 9/10/2012, § 48).

41. İlgili uluslararası hukuk için ayrıca birçok karar arasından bkz. Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 32, 33, 35-38.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

42. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

43. Başvurucular öncelikle kolluk görevlilerinin Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararını gerekçe göstererek kendilerine karşı orantısız güç kullanması sonucu yaralandıklarını oysa müdahale edilmesi gereken bir suç bulunmadığını, darbedildiklerini ve nefes almakta güçlük çekmelerine rağmen uzun bir süre kalkanlar ile bir duvar arasına sıkıştırıldıklarını belirterek yaşam hakkının, kötü muamele yasağının, etkili başvuru hakkının, hakları kötüye kullanma yasağının ve ayrımcılık yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru formunda başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın başvuruya konu olay nedeniyle hastanede yatarak tedavi gördüğü ve yaklaşık bir ay boyunca uyuma zorluğu çekip iş göremez duruma düştüğü ifade edilmiştir (Başvuru formunun eklerinde başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’ın olay nedeniyle hastanede yatarak tedavi gördüğüne dair bir tıbbi belge bulunmamaktadır. Sunulan belgelerin bir kısmı, başka bir olaya ilişkindir.).

44. Başvurucular ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ve Başsavcılığın kararına yaptıkları itirazın reddedilmesi nedeniyle adalete erişim haklarının ihlal edildiğinden yakınmış, etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

45. Başvurucu Ali Ocak yönünden sunulan Bakanlık görüşünde; başvurucunun olaydan sonra adli rapor almadığı, zamanında Başsavcılığa müracaat etmeyip iddialarını desteklemek için yetkili makamlara zamanında başvurmasına ilişkin özen yükümlülüğünü yerine getirmediği ve olaydan on altı gün sonra adli tıp uzmanına söylediği belirtilerin somut olaydan kaynaklandığının tespitinin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucunun katılmış olduğu protesto gösterisinin kanunsuz bir gösteri olduğu, kolluk görevlilerinin kanunsuz olan bu gösteriye hukuka uygun bir müdahalede bulunduğu gruba sadece püskürtme yöntemi uygulanarak müdahale edildiği, bu itibarla başvurucuya yapılan müdahalenin orantılı olduğu ve kötü muamele kabul edilmesi için aranan ağırlık düzeyine ulaşmadığı ifade edilmiştir. Bakanlık görüşüne göre Başsavcılığın ulaştığı maddi vakıalara ilişkin tespitlerden ve Hâkimlikçe verilen kararın gerekçesinden ayrılmayı gerektiren maddi ve hukuki bir neden bulunmamaktadır, somut olayda etkili soruşturma yükümlülüğüne ait gereklilikler de yerine getirilmiştir.

46. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden sunulan Bakanlık görüşünde ise başvuruya konu soruşturma süreci Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulmuş ve cumartesi annelerinin 25/8/2018 tarihli etkinliğinin yasaklanmasına ilişkin kararın iptali istemiyle Derneğin açtığı davanın 20/12/2019 tarihinde reddedildiği açıklanmıştır.

47. Başvurucu Ali Ocak Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında İçişleri Bakanı'nın bir konuşma sırasında kardeşi H.K.nın ismini de zikrederek cumartesi anneleriyle ilgili söylediği bir kısım sözden de bahsedip başvuru formunda dile getirdiği ihlal iddialarını yinelemiş ve olaydan sonra hemen adli rapor almasa da başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav da dâhil bazı kişilerin maruz kaldıkları müdahalenin etkilerine dair adli rapor aldıklarını ifade etmiştir. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav da Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarına benzer iddialarda bulunmuştur.

2. Değerlendirme

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). İhlal iddialarının özü ve dile getiriliş şekli dikkate alındığında başvurucuların bütün ihlal iddialarının kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerekli ve yeterlidir.

49. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı ile üçüncü fıkrası şöyledir:

Herkes, ...maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

...”

50. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Başvurucu Ali Ocak Yönünden

51. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alıp kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağını ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağını hüküm altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (birçok karar arasından bkz. Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 72).

52. Sözü edilen negatif yükümlülükler devletin bireylerin vücut ve ruh bütünlüklerine saygı gösterme mesuliyetinin bir sonucu olarak kamu otoritelerinin kişilerin anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir (Ferit Kurt ve diğerleri, § 73).

53. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü ise bireyin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması koşuluyla, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı hakkında olaylardan sorumlu kişilerin belirlenmesini ve gerekiyorsa bu kişilerin cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen yaralanmalar nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Ferit Kurt ve diğerleri, § 75).

54. Anılan ilkeler ışığında somut olaya dönüldüğünde başvurucunun kendisine karşı orantısız güç kullanması sonucu yaralandığını, darbedildiğini ve nefes almakta güçlük çekmesine rağmen uzun süre süre kalkanlar ile duvar arasına sıkıştırıldığını iddia ettiği görülmüştür. Buna rağmen başvurucu olay günü, sözünü ettiği yara ve maruz kaldığını iddia ettiği darbın vücudunda meydana getirdiği izlerle ilgili herhangi bir sağlık raporu almamış, Başsavcılığa müracaat etmek için 8/10/2018 tarihine kadar beklemiştir. ATK Şubesinde görevli bir adli tıp uzmanı tarafından başvuruya konu olaydan on altı gün sonra düzenlenen raporda fiziksel bir bulgudan söz edilmemiştir. Bahsi geçen raporda ifade edilen sol omuzda ağrı ile hassasiyetin sebebi ise belli değildir. Başvurucu olaydan sonra kendisinin adli rapor almadığını ancak bazı kişilerin olay günü maruz kaldıkları müdahalenin etkilerine dair adli rapor aldıklarını ileri sürse de anılan raporların başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığını ispat etmediği açıktır. İfade edilmesi gerekir ki barışçıl da olsa bir toplantı veya gösteri yürüyüşüne kollukça güç kullanılarak müdahale edilmesi, toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılan ancak kullanılan güce maruz kalmamış kişiler yönünden kötü muamele yasağını otomatik olarak ihlal etmez.

55. Bu koşullar altında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiasının savunulabilir nitelikte olmaması ve Başsavcılığa iddiası ile ilgili daha sağlam dayanaklar sunmaması nedeniyle başvurucunun daha derinlemesine soruşturma yürütülmesi konusunda haklı bir beklentiye giremeyeceği kabul edilmelidir. Zira kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın savunulabilir olmadığı bir durumda soruşturma makamlarına bir sorumlu kişi belirleyip bu kişinin cezalandırılmasını sağlama amacına yönelik bir soruşturma yürütmesi yükümlülüğünü yüklemek mümkün değildir. Nitekim Başsavcılık, başvurucuyu darbettikleri gerekçesiyle kolluk görevlileri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren kanıt ve emare elde edilmemesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir (bkz. § 23).

56. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Ali Ocak yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav Yönünden

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

58. Kişilerin kendi tutumunun zorunlu kıldığı hâller dışında güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin kişilere fiziksel güç kullanılması kötü muamele yasağını ihlal etmektedir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

59. Kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek Anayasa tarafından derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmıştır (birçok karar arasından bkz. Osman Gökalp, B. No: 2019/7312, 3/2/2022, § 32).

60. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür. Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıztırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Osman Gökalp, § 33).

61. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir ve işkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz (Osman Gökalp, § 34).

62. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür. Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Osman Gökalp, § 35).

63. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (birçok karar arasından bkz. Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 77).

64. Diğer taraftan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşması gerekir. Her olayda asgari ağırlık düzeyine ulaşılıp ulaşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Yapılacak değerlendirmede muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktördür (birçok karar arasından bkz. Alp Altınörs, B. No: 2018/2790, 25/2/2021, § 44).

65. Anayasa’nın 17. maddesi, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırı olayları hakkında ceza soruşturması yürütülmesini gerekli kılar (Ferit Kurt ve diğerleri, § 76).

66. Sözü edilen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

- Soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması,

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmesi,

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için kötü muameleye maruz kalan kişiler ile ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmesi,

- Soruşturmanın hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için makul bir özen ve süratle yürütülmesi,

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Ferit Kurt ve diğerleri, § 78).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

67. Somut olayda kolluk görevlilerince başvurucunun da aralarında bulunduğu gruba bedenî kuvvet kullanıldığı ve bunun sonucunda başvurucu yaralandığı için başvurucunun tutumunun kolluk görevlilerinin fiziki güç kullanmalarını zorunlu kılıp kılmadığı, zorunlu kılmış ise kullanılan gücün orantılı olup olmadığı incelenmelidir.

68. Beyoğlu Kaymakamlığı 21/9/2018 tarihinde, olayın meydana geldiği sokağı da içerecek şekilde izinsiz oturma eylemi, basın açıklaması ve benzeri etkinlikler yapılmasına izin verilmemesine karar vermiştir. Bu yasaklama nedeniyle kolluk görevlileri, başvurucunun da içinde bulunduğu gruptan dağılmasını ve yolu açıp kaldırıma geçmelerini istemiştir. Kolluk tutanaklarına göre grup üyeleri dağılmadıkları gibi kol kola girmek ve elleriyle vücutlarını kullanarak kalkanları itmek suretiyle direnç göstermiştir. Bu sebeple dağılmayan ve yolu trafiğe açmayan grup saat 12.25 sıralarında kalkanlar kullanılarak ve süpürme tekniğiyle alandan uzaklaştırılıp Derneğin içine yönlendirilmiştir (bkz. §§ 9, 19/iii).

69. Bununla birlikte başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemleri olduğuna dair kolluk tarafından yapılmış bir tespit bulunmadığı gibi başvuruya konu soruşturma dosyasında herhangi bir delil de yoktur. Ayrıca kolluk görevlileri kalkanlar ile etrafını çevirdiği, içinde başvurucunun da bulunduğu grubu sadece Derneğe yönlendirmiş; Derneğe girmek istemeyen grup üyelerine dağılabilecekleri bir alan açmamıştır. Bunun neticesinde başvurucu, oldukça dar bir sokakta başka şahıslarla kalkanlar ile duvar arasında sıkışmış ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ölçüde yaralanmıştır. Bu sebeple başvurucuya karşı zorunlu bir durumda ve orantılı şekilde güç kullanıldığını söylemek mümkün değildir.Bir kez daha belirtilmelidir ki kişilerin kendi tutumunun zorunlu kıldığı hâller dışında güç kullanmaya yetkili kamu görevlilerinin kişilere fiziksel güç uygulaması kötü muamele yasağını ihlal etmektedir.

70. Anılan tespit sonrasında yapılması gereken iş, başvurucunun maruz kaldığı muamelenin nitelendirilmesinden ibarettir.

71. Başvurucunun vücudunun değişik yerlerinde birçok yaralanma meydana gelmesi, yaralanmanın etkisinin basit bir müdahaleyle giderilemeyecek ölçüde olması ve kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin süresi başvurudaki diğer unsurlarla birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun maruz kaldığı muamelenin eziyet olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.

72. Açıklanan gerekçelerle eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

73. Eziyet yasağının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialara gelince başvurucunun şikâyeti sonrasında Başsavcılık ivedilikle bir ceza soruşturması başlatıp başvurucunun ifadesine başvurmuş, başvurucuyu ATK Şubesine yönlendirerek başvurucuda meydana gelen yaralanmanın niteliği hakkında kesin adli rapor aldırmış, olayın gerçekleşme koşullarının ve sorumluların tespiti için İstanbul Emniyet Müdürlüğüne ayrıntılı talimatları içeren bir yazı göndermiş ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünden temin ettiği kamera görüntülerinin içeriğini bir bilirkişiye inceletmiştir.

74. Bununla beraber soruşturmada bazı önemli eksikliklerin bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu konuda ilk olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkerenin gereği tam olarak yerine getirilmemesine rağmen Başsavcılığın yerine getirilmeyen talimatların ifası için hiçbir çaba göstermediği belirtilmelidir (bkz. §§ 15, 19). Bu durum sonuç olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünün soruşturma dosyasına yalnızca kolluk görevlilerince çekilen kamera kayıtlarını göndermesine ve kimlikleri tespit edilmediği için başvurucuya karşı zor kullanan kolluk görevlilerinin ifadelerinin alınamamasına yol açmıştır.

75. Başvurucunun Başsavcılığa sunduğu başvuruya konu olayla ilgili görüntü kayıtlarını içerir haricî bellek Başsavcılıkça incelenmemiş ve bilirkişiye inceletilmemiştir (bkz. §§ 21, 22).

76. Başvurucu hakkında düzenlenen adli raporlara rağmen Başsavcılık, başvurucuya karşı zorunlu bir durumda ve orantılı şekilde güç kullanıldığına dair hiçbir açıklama yapmadan başvurucuyu darbettikleri gerekçesiyle kolluk görevlileri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren kanıt ve emare elde edilemediğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

77. Başvuruya konu olay nedeniyle düzenlenen kolluk tutanaklarında başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemler sergilediğine ilişkin hiçbir ibare bulunmamasına rağmen Hâkimlik, kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaklara göre olayda direnç gösteren başvurucuya karşı zor kullanma yetkisi sınırları içinde müdahalede bulunulduğunu belirterek başvurucunun Başsavcılıkça verilen karara yaptığı itirazı reddetmiştir (bkz. §§ 24, 69).

78. Anılan hususlar eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi için yeterlidir.

79. Açıklanan gerekçelerle eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

80. Başvurucular; Derneğin önünde basın açıklaması yapmalarının yasaklandığını vebarışçıl şekilde basın açıklaması yapmalarının kolluk müdahalesi ile engellendiğini belirterek yaşam hakkının, ifade özgürlüğünün, ayrımcılık yasağının ve hakları kötüye kullanma yasağının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

81. Başvurucu Ali Ocak yönünden sunulan Bakanlık görüşünde ise başvurucunun da içinde bulunduğu grubun araç trafiğini engelleyip kolluk ekiplerine fiziksel ve sözlü olarak direndiği, olay mahallindeki vatandaşların seyahat haklarına hukuka aykırı müdahalede bulunduğu, böylece kamu düzenini bozduğu ve kamu düzeninin bozulmasını engellemeye yönelik kolluk müdahalesinin orantısız ve keyfî olduğundan bahsedilemeyeceği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca gruba sınırlı süre ve minimum ağırlıkta müdahalede bulunulduğu, kolluk kuvvetlerinin kanundan kaynaklanan müdahale yetkisini istismar ederek keyfî davranışları olduğunu gösteren bir saptamanın bulunmadığı açıklanmıştır. Bakanlık görüşüne göre toplantının barışçıl niteliği bozularak bu toplantıda kolluk kuvvetlerine karşı fiziki müdahalede bulunulması, eylem yapılan yerin çok yakınında bulunan kamuya ve özel sektöre ait hastanelere ulaşımda sorunlar yaşanması, yolların taşıt ve yaya trafiğine engel olacak şekilde eylemciler tarafından kapatılması ve uzun yıllardır bu eylemler sebebiyle esnafın ticari hayatının büyük oranda etkilenmesi bir bütün olarak düşünüldüğünde kolluğun söz konusu olaylara müdahalesinin acil bir sosyal ihtiyaca karşılık gelmektedir.

82. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden sunulan Bakanlık görüşünde, başvuruya konu soruşturma süreci Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulmuştur.

83. Başvurucu Ali Ocak Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş ve olay günü basın açıklamasının İstiklal Caddesi’nde değil Derneğin önünde yapıldığını ifade etmiştir. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav ise Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında ihlal iddialarını tekrar edip olay tarihinde basın açıklaması yapılacak yerin Derneğin önü olduğunu ifade etmiş ve AİHM’de daha önce görev yapmış bir yargıcın cumartesi anneleri yönünden toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin görüşünü Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

2. Değerlendirme

84. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olduğu dikkate alındığında başvurucuların ihlal iddialarının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekli ve yeterlidir.

85. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

86. Başvurucular, Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararı sebebiyle olay tarihinde oturma eylemi yapılamadığından şikâyet etmediği gibi uzun yıllardır her hafta cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda yapılan basın açıklamasının olay tarihinde aynı yerde yapılamadığından da yakınmamıştır. Bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşünün ihlal edildiğine ilişkin iddia çerçevesinde incelenebilecek husus başvuru formunda da dile getirildiği gibi basın açıklamasının yasaklanması ve basın açıklaması yapılmasına kolluk görevlilerince müdahale edilmesidir.

87. Beyoğlu Kaymakamlığının yasaklama kararı ile kolluk görevlilerinin müdahalesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki doğurabileceği açıktır. Ne var ki söz konusu yasaklama kararına ve müdahaleye rağmen olay tarihinde basın açıklaması yapılmıştır (bkz. §§ 19/iii, 22, 25). Nitekim başvurucu Ali Ocak Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bu hususu açıkça belirtmiştir. Başvurudaki temel meselenin başvurucuların kolluk görevlilerinin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan bir muamelesine maruz kalıp kalmadığının değerlendirilmesi olduğu ve bu değerlendirmenin de yapıldığı dikkate alındığında mevcut başvuruda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrı bir inceleme yapılmasının gerekli olmadığına karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

88. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav ihlal tespiti yanında kendisine manevi tazminat olarak 50.000 TL ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

89. Başvuruda başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma merciince yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

90. Öte yandan ihlalin niteliği ve başvurucunun talebi dikkate alınarak başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’a talebi dikkate alınarak 50.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Ali Ocak yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,

C. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav yönünden tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. 2018/156725) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’a net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 364,60 TL başvurucu harcı ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucu Saime Sebla Arcan Tatlav’a ÖDENMESİNE,

G. Başvurucu Ali Ocak'ın yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,

H. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

I. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KEZİBAN SAÇILIK VE VELİ SAÇILIK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/5552)

 

Karar Tarihi: 11/7/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 24/11/2023-32379

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucular

:

1. Keziban SAÇILIK

 

 

2. Veli SAÇILIK

Başvurucular Vekili

:

Av. Senem DOĞANOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; barışçıl nitelikteki toplantının dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, müdahale sırasında kolluğun güç kullanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Olaylara İlişkin Arka Plan Bilgisi

8. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25).

9. Olağanüstü hâl döneminde birçok tedbir alınmıştır. Alınan tedbirlerden biri de terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişilerin Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan kanun hükmünde kararnameler (KHK) ile kamu görevinden çıkarılmasıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-60). Olağanüstü hâl süresince çıkarılan otuz dört olağanüstü hâl KHK'sıyla olağanüstü hâlin sona erdiği dönemde toplam 125.806 kişi kamu görevinden çıkarılmıştır (Adnan Vural ve diğerleri [GK], B. No: 2017/36237,10/3/2022, § 11).

10. Öğretmen olarak görev yapmakta olan S.Ö. 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (675 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Akademisyen olan N.G. de hakkındaki 3/10/2016 tarihli görevden uzaklaştırma tedbirinin ardından 2/1/2017 tarihli ve 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK (679 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır.

11. Kamu görevinden çıkarılan N.G. 9/11/2016 tarihinde Ankara'da Yüksel Caddesi'nde oturma eylemine başlamış, S.Ö. de 23/11/2016 tarihinden itibaren bu oturma eylemine katılmıştır. Bu kişiler 11/3/2017 tarihinde, görevlerine iade edilmeleri için açlık grevi başlattıklarını açıklamıştır. N.G. ve S.Ö.nün başlattığı oturma eylemi ve sonrasındaki açlık greviyle ilgili olarak kamuda yoğun tartışmalar yaşanmış, konu uzun süre güncelliğini korumuştur (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 12, 13).

12. Görevinden çıkarılması nedeniyle açlık grevine başlayan eski akademisyen N.G.nin 2016 yılı Kasım ayında Ankara'nın Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde başlattığı ve Konur Sokak'ın Yüksel Caddesi'yle kesiştiği bölgede uzunca bir süre devam ettiği protesto gösterileri yaşanmıştır. Gösterilere katılanlar, kamu görevlerinden çıkarılmalarını ya da başkalarının çıkarılmasını ve OHAL dönemi uygulamalarını protesto etmek veya görevlerinden çıkarılmaları nedeniyle açlık grevine başlayan eski öğretmen S.Ö. ve eski akademisyen N.G.ye destek vermek amacıyla çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara iştirak etmiştir. 2016 yılının sonundan başlayarak 2018 yılının ortalarına kadar gelen bir süreçte, çeşitli tarihlerde söz konusu toplantılara katılmaları nedeniyle 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun 32. maddesi uyarınca emre aykırı davranışta bulunmaktan göstericiler hakkında idari para cezalarına hükmedilmiştir. Bu kapsamda başvurucu Veli Saçılık hakkında elli altı idari para cezasına hükmedilmiştir (Adnan Vural ve diğerleri, §§ 14-17). Başvurucu, hakkında uygulanan idari para cezalarına itiraz etmiş; itirazın ilgili Ankara sulh ceza hâkimliğince reddedilmesi üzerine başvurucu bu süreci ayrıca bireysel başvuru konusu yapmıştır. Anayasa Mahkemesi bu başvuruda, başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (başvurunun ayrıntıları için bkz. Adnan Vural ve diğerleri).

B. Başvurucuya İlişkin Süreç

13. 1947 yılı doğumlu olan birinci başvurucu, 1977 doğumlu olan ikinci başvurucunun annesidir. Başvurucular Ankara'da yaşamaktadır. İkinci başvurucu Veli Saçılık, Ankara Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde sosyolog olarak görev yapmaktayken 31/10/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında KHK (677 sayılı KHK) ile başvurucunun kamu görevine son verilmiştir.

14. Başvurucu Veli Saçılık kamu görevinden çıkarılması nedeniyle ve yeniden görevine dönebilmesi amacıyla başvurduğu hukuki yolların çözümsüz kaldığını ileri sürerek ihraç kararını ve hukuki süreci protesto etmek üzere 13/6/2017 tarihinde Ankara'nın Yüksel Caddesi'nde gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmıştır. Basın açıklaması, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan N.G. ile S.Ö.nün devam etmekte olan açlık grevlerini destekleyen protesto gösterilerinden biri mahiyetindedir. Birinci başvurucu da oğluna destek olmak üzere bu toplantıya izleyici olarak katıldığını dile getirmiştir.

15. Başvurucuların anlatımına göre basın açıklaması yapıldıktan sonra kolluk görevlileri şiddet kullanmış, göz yaşartıcı gaz kullanıp bedensel kuvvet uygulayarak katılımcıları darbetmiş ve barışçıl topluluğu dağıtmıştır.

16. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen ve beş sayfadan oluşan 13/6/2017 tarihli tutanakta (Olay Yeri Tutanağı) özetle şu bilgilere yer verilmiştir:

-DHKP/C terör örgütünün memur yapılanması olan Devrimci Memur Hareketi 13/6/2017 tarihinde, kamu görevlerinden çıkarılan N.G., S.Ö. ve A.K.nın 11/3/2017 tarihinden beri devam eden süresiz açlık grevini desteklemek amacıyla Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemi ve basın açıklaması organize etmiştir.

- Olay günü saat 13.15-13.30 sıralarında aralarında başvurucu Veli Saçılık'ın da olduğu beş kişi anıtın önüne gelmiştir. Başvurucunun elinde "[N.] ve [S.] İşe Geri Alınsın" yazılı pankart bulunmakta olup başvurucu "Bizler tam 216 gündür burada insan hakları anıtının önünde direnişteyiz. [N.] ve [S.nin] açlık grevinin 97. günü biz diyoruz ki KHK ile bir gecede bizi işimizden atamazsınız. Biz size karşı direniriz ve direnmeye devam ederiz. İnsan hakları anıtının önünde oluşturduğunuz utanç duvarını kaldırın. Biz defalarca seslendik size burada eylemimiz günlerdir sürüyor, burada eylem yapmamız tamamen yasaldır, tamamen meşrudur. Bu meşruluk karşısında polis bize şiddet uyguluyor. Biz bu şiddete karşı burada direniyoruz. Akşam 18.00'da basın açıklamasında görüşmek üzere." şeklinde açıklama yapmış, ardından yayaların geçişini engelleyecek biçimde beklemeye başlamıştır.

- Kolluk görevlilerinin grubu dağılmaları konusunda megafonla üç kez uyarmasından sonra topluluk bir başka sokağa yönelmiş, bu arada başvurucu Veli Saçılık "[N.], [S.] onurumuzdur. İşimizi geri istiyoruz. Yaşasın açlık grevi direnişimiz. Zafer direnen emekçinin olacak' şeklinde slogan atmış ve '[N.] ve [S.yi] yaşatacağız. Onlara bunu yapanlar tarihe hesap verecekler, hesap vermeye devam edecekler. Yılmadık, yılmayacağız. Akşam 18.00'da buluşmak üzere dönüyoruz." diyerek gruba çağrı yapmıştır. Devamında başvurucu "[N.G.] ve [S.Ö.nün] sağlık durumları çok kritik bir aşamaya girmiştir. Biz arkadaşlarımızın sağlığı için, onların işe dönmesi için, tabi ki bizim de işe dönmemiz için, burada sesimizi yükseltmeye, bu zalimliğe zulme karşı baş kaldırmaya, isyan etmeye devam edeceğiz. Bütün halkımızı da bekliyoruz bu sokağa. Artık gaz atmayın diyoruz. Burada haklı, meşru Anayasa hakkımızı kullanıyoruz. Buna saldıranlara daima cevabımız direniş olacaktır. Yaşasın [N.], yaşasın [S.]" şeklinde açıklama yapmış, "Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanıldı." diyerek slogan atmayı sürdürmüştür.

- Saat 17.30'da başvurucu Veli Saçılık ve beraberindeki on beş kişi Konur Sokak'ta bulunan Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Başkanlığı önünde toplanmıştır. Otuz kişiye ulaşan grup saat 17.58'de İnsan Hakları Anıtı'nın önüne gelmiş, yukarıdaki paragraflarda yer verilen açıklamalara benzer mahiyette basın açıklaması yapmış ve slogan atmıştır.

- Basın açıklamasının ardından kolluk görevlileri dağılmaları hususunda grubu birden fazla kez uyarmış, makul süre vermek suretiyle grubun dağılmasını beklemiştir. Ancak ikazlara rağmen topluluk dağılmayınca polis, kalkanları ile barikat kurmuş; göstericilerin -bu arada başvurucu Veli Saçılık'ın da bu göstericilerin arasında olduğu belirtilmiştir- barikatı tekme ve yumruklarla aşmaya çalışması üzerine kademeli olarak zor kullanmıştır. Akabinde göstericiler taş, pet şişe gibi sert cisimleri kolluk görevlilerine atarak direnmiş, yeniden megafonla ikaz edilen grup dağılmamakta ısrar edince kalkan, biber gazı ve point (silah) kullanılarak gruba müdahalede bulunulmuştur.

- Başvurucu Veli Saçılık ile beraberindeki sekiz kişi bir kitabevinin yanındaki binaya girmek isterken başvurucu, annesinin biber gazından etkilendiğini ve kendilerine sürekli işkence yapıldığını dile getirmiş; kolluk görevlilerine hitaben "Nasıl bir zulümdür, nasıl bir şeydir ya defolun gidin alın beni ya her seferinde işkence yapıyorsunuz.", "Bağırma bana lan, her seferinde işkence yapıyorsunuz, serseri misiniz be." şeklinde söylemde bulunmuştur. Bir süre daha sloganlarla devam eden eylem saat 18.40'ta sona ermiştir.

17. Başvurucuların da aralarında olduğu yedi kişi hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme suçlarını işledikleri isnadıyla 5/9/2017 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) hitaben fezleke düzenlenmiştir. Başsavcılık tarafından şüpheliler hakkında ceza soruşturması başlatılmıştır.

18. Başvurucu Veli Saçılık 6/10/2017 tarihinde Başsavcılıkça alınan savunmasında üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini, demokratik anayasal hakkını kullanmak için belirtilen yere gittiğini, basın açıklaması sırasında polislerin birden gruba müdahale ettiğini, kendisini, annesini ve diğer kişileri darbettiklerini, biber gazı sıktıklarını ifade etmiştir. Ayrıca başvurucu; polislerin annesine kötü muamelede bulunduğunu, onu yerde sürüklediklerini ve hakaret ettiklerini gördüğünü, polislerin "Dağılın!" ikazını duymadığını, yaptığı eylemin demokratik ve barışçıl bir eylem olduğunu, müdahalenin haksız olduğunu, gözaltına alınmadığını, polisin kendilerini darbederek suç işlediğini iddia etmiştir.

19. Başvurucu Keziban Saçılık 18/10/2017 tarihli savunmasında ilk kez bu şekilde bir basın açıklamasına katıldığını, oğlunun kendisini hiçbir şeye karışmaması konusunda uyardığını, bu nedenle kenarda basın açıklamasını izlerken polislerin gruptan dağılmasını istediğini, polisler ile açıklama yapan kişiler arasında arbede yaşandığını beyan etmiştir. Arbedede oğlunun yere düştüğünü görünce hemen koşup üstüne kapanmak istediğini, bu şekilde oğluna gelecek darbeleri engellemeye çalıştığı esnada polislerin yakın mesafeden yüzüne biber gazı sıktığını, bunun üzerine yere düştüğünü, etraftaki kişilerin yardımıyla başka yere gittiğini, bu sırada kendini kaybettiğini dile getirmiştir. Olay sırasında kesinlikle polislere karşı herhangi bir eylemde bulunmadığını ifade eden başvurucu suçlamaları kabul etmemiştir.

20. Başvurucuların kolluk görevlileri hakkındaki iddiaları zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu bakımından değerlendirilerek görevliler hakkında soruşturma açılmış ve söz konusu soruşturma, başvurucular hakkında açılan soruşturmadan 7/11/2017 tarihinde ayrılmıştır.

21. Başsavcılık, şüpheli görevli polis memurları hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçu yönünden yürüttüğü soruşturma sonunda 14/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

"...

Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir şeklinde belirlenmiştir.

Yapılan soruşturma sonucunda; müştekilerin olay günü katılmış oldukları toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında görevli emniyet mensupları tarafından usulüne uygun şekilde yapılan dağılmaları yönündeki ihtarlara rağmen dağılmamakta ısrar etmeleri üzerine görevliler tarafından gruba müdahale edilerek dağılmalarının sağlandığı, söz konusu müdahale sırasında zor kullanıldığı için müştekilerin yaralanmasının doğal olduğu, çözülmesi gereken sorunun yapılan müdahale sırasında zor kullanma yetkisinin aşılıp aşılmadığının tespiti olduğu, incelenen evrak kapsamından ve DVD Çözüm Tutanağından ise şüpheli polis memurlarının grubu dağıtmak için yaptıkları müdahale sırasında yasalar tarafından verilen zor kullanma yetkilerini aştıklarına ve bu şekilde üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında yüklenen suçtan kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..."

22. Başvurucuların Başsavcılık kararına yaptığı itiraz, Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 15/1/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Ret kararı başvuruculara 22/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucular 20/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

24. Diğer taraftan başvurucular aleyhine yapılan ceza soruşturması sonunda başvurucuların kanuna aykırı toplantılara ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işledikleri isnadıyla 7/11/2017 tarihinde ceza davası açılmıştır. Başsavcılık, başvurucularla ilgili olarak görevi yaptırmamak için direnme suçundan işlem yapmamıştır. Başvurucular hakkında düzenlenen iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Saat:17:58 sıralarında Yüksel Caddesi Konur Sokak kesişiminden İnsan Hakları Heykeli önüne gelen yaklaşık 30 kişilik grubun İnsan Hakları Anıtı önünde

...

'işimizi geri istiyoruz / direne direne kazanacağız / yaşasın açlık grevi direnişimiz / polis defol bu sokaklar bizim /nuriye semih onurumuzdur / kahrolsun faşizm / yaşasın mücadelemiz' şeklinde slogan attıkları, bunun üzerine görevliler tarafından tüm grubun duyabileceği şekilde yaptıkları eylemin kanunsuz olduğu ve Konur Sokak istikametine doğru dağılmaları gerektiği yönünde bir kaç kez ikazda bulunulduğu ve grubun dağılması için bir süre beklendiği, ancak şahısların ikazlara rağmen dağılmayarak eylemlerine devam etmeleri üzerine Çevik Kuvvet görevlilerince grubun Konur Sokak Mülkiyeliler Binası önüne uzaklaştırıldığı ve Çevik Kuvvet görevlilerinin kalkanları ile barikat oluşturarak gruptaki kişilerin tekrar anıt önüne gelmelerini engellemeye çalıştıkları, buna rağmen yaklaşık 30 kişilik grubun polis kalkanları ile oluşturulan barikata yüklenerek barikatı aşmaya çalıştıkları, daha sonra grup içerisinde bulunan ve kimliği tespit edilemeyen bazı şahısların görevlilerin üzerine taş ve pet su şişeleri atarak saldırıda bulundukları, bunun üzerine tekrar görevliler tarafından grubun Konur Sokak istikametine doğru dağılması yönünde ikazlar yapıldığı, ancak tüm bu ikaz ve müdahaleye rağmen grubun dağılmamakta ısrar etmesi üzerine görevlilerin kademeli olarak güç kullanmak suretiyle gruba müdahalede bulunulduğu, ... saat:18:20 sıralarında TMMOB önüne uzaklaştırılan grubun sayısının çevreden katılımlar ile 40 kişiye ulaştığı ve gruptaki kişilerin 'Polis defol bu sokaklar bizim' şeklinde slogan attıkları, görevlilerin tekrar eylemci gruba ikazda bulunarak dağılmalarının istendiği, ancak grubun 'Zafer direnen emekçinin olacak / polis defol bu sokaklar bizim' şeklinde slogan atarakeylemine devam etmesi üzerine görevlilerin kalkanları ve biber gazı marifetiyle gruptakileri Meşrutiyet Caddesi istikametine doğru uzaklaştırarak grubun dağılmasını sağladıkları anlaşılmıştır.

...

Yapılan soruşturma sonucunda;

1- Tüm şüphelilerin katılmış oldukları suça konu kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında görevliler tarafından kendilerine yapılan dağılma yönündeki ikaza ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederek üzerlerine atılı 2911 Sayılı Yasanın 32/1 maddesine muhalefet suçunu işledikleri anlaşıldığından; tüm şüphelilerin eylemlerine uyan 2911 Sayılı Yasanın 32/1 ve TCK'nun 53/1 maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmalarına,

..."

25. Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) yapılan yargılama 13/12/2019 tarihinde başvuruculara atılı suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı kanaatine istinaden başvurucuların beraatiyle sonuçlanmıştır. Anılan karar 22/1/2020 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkememizde yapılan yargılama sonucunda tüm dosya kapsamından anlaşılacağı üzere; her ne kadar sanıklar hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendisinden dağılmama suçundan cezalandırılmaları istemiyle mahkememizde kamu davası açılmış ise de; sanıkların eyleminin başlı başına suç oluşturmayacağı, kamu erklerinin de belirli oranda hoşgörü göstermesinin ve toplumun da buna katlanmasının gerektiği hususları gözönüne alındığında sanıklara atılı suçun unsurlarının oluşmadığı anlaşıldığından ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir."

26. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların şikâyeti ile ilgili soruşturmanın evrakını Başsavcılıktan istemiş; Başsavcılık, başvurucular aleyhine yürütülen soruşturma evrakı ile birlikte kamu görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararını ve itiraz sürecine ilişkin belgeleri göndermiştir. Başvurucunun başvuru formuna fotokopisini eklediği DVD İzleme ve Tespit Tutanağı (İzleme Tutanağı) Başsavcılıktan gönderilen belgeler arasında veya UYAP'ta bulunamamıştır.

27. Başvuruya eklenen, on altı sayfadan oluşan ve kolluk görevlileri tarafından hazırlandığı anlaşılan İzleme Tutanağı'nda özetle;

- 13/6/2017 tarihinde 17.30 ile 18.40 saatleri arasında başvurucuların da aralarında olduğu bir grubun pankartlarla slogan atarak ve açıklama yaparak eylem yaptığı, kolluk görevlilerinin megafonla grubu uyarmasına rağmen eylemcilerin dağılmaması üzerine eylemcileri iteklemek suretiyle müdahaleye başladığı, eylemcilerin direnmesinin akabinde biber gazı kullandığı, sonrasında gaz kapsülü atan point tabanca ile müdahaleye devam ettiği bilgisine yer verilmiştir.

- Gösteriye katılan başvurucuların da dâhil olduğu yedi kişi tespit edilmiş, her birinin eylemleri ayrıca belirtilmiştir. Buna göre başvurucu Keziban Saçılık'ın uyarıya rağmen gösteri alanından ayrılmadığı, müdahalede bulunan polis memurunun yeleğinden tutarak çekiştirdiği, eylemcilere biber gazı sıkmaya çalışan polis memurunun elinden tutarak müdahale etmesini engellemeye ve polis memuruna vurmaya çalıştığı sırada gazın kendisine geldiği, gazdan etkilenerek gruptan uzaklaştığı tespit edilmiştir. Başvurucu Veli Saçılık'ın ise grupla hareket ederek sloganlara katıldığı, uyarıya rağmen uzaklaşmadığı, hareketsiz kalarak polis müdahalesini beklediği açıklanmıştır.

28. İzleme Tutanağı'na fotoğraflar eklenmiş ise de tutanağın fotokopi olması nedeniyle içeriği anlaşılamamıştır. Buna karşın başvurucu, ayrıca on yedi fotoğraftan oluşan görüntüleri sunmuştur. Bu fotoğraflardan başvurucuların gösteri yapan grup içinde bulunduğu, başvurucuları iteklemek suretiyle kolluk görevlilerinin müdahale ettiği ayrıca kolluk görevlilerinin gruba karşı yakın mesafeden göz yaşartıcı sprey kullandığı ve ellerinde gaz fişeği atan silahlar olduğu, başvurucu Keziban Saçılık'ın iki kişinin yardımıyla yerden kalkmaya çalıştığı ve birkaç kişi tarafından kendisine yardım edildiği, diğer başvurucu olan oğlunun bu esnada yanında bulunduğu anlaşılmıştır.

29. Başvurucuların fotoğrafların alındığı video görüntülerini CD şeklinde ibraz ettiği Anayasa Mahkemesince görüntüler izlenmiştir. Görüntülerde; gösteriye katılanların ellerinde pankartlarla kamu görevinden ihraç edilmelerini protesto ettikleri, süresiz açlık grevinde bulunanları destekleri görülmektedir. Az sayıda katılımcının bulunduğu gösteride slogan atıldığı, İzleme Tutanağı'nda da yer verilen açıklamalar yapılırken kolluk görevlilerinin toplantının dağıtılması hususunda uyarı yapmasının akabinde bedensel kuvvetle, copla, gaz spreyi ve bazı silahlarla (Niteliği belirlenemese de bazı belgelerde point niteliğinde olduğu belirtilmiştir.) topluluğa müdahale ettiği gözlenmiştir. Müdahale sırasında başvurucuların da dâhil olduğu katılımcıların -kolluk görevlilerinin bedenleriyle veya kalkanlarıyla itmek suretiyle- süpürme hareketine maruz kaldığı, bu sırada topluluktaki kişilerin yüzüne yakın mesafeden biber gazı sıkıldığı ve ayaklarının bulunduğu yakın bölgeye niteliği belirlenemeyen silahla ateş edildiği anlaşılmıştır. Başvurucu Keziban Saçılık'ın bir kolluk görevlisinin diğer göstericilere biber gazı sıkmak isterken kolunu tutması nedeniyle polis memurunun başvurucuya dönerek çok yakın mesafeden başvurucunun yüzüne gaz sıktığı görüntülere yansımıştır. Göstericilerin kolluk görevlilerine karşı şişe veya taş attığına ilişkin veriye rastlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

30. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.

31. Göz yaşartıcı gaz kullanımına ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Ali Güneş/Türkiye (B. No: 9829/07, 10/4/2012) kararında, kolluk görevlileri tarafından barışçıl bir toplantıda göz yaşartıcı gaz kullanılması kapsamında Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'nin (Sözleşme) 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararda AİHM, polis memurlarının hangi gerekçe ile başvurucuya göz yaşartıcı gaz sıktığına ilişkin olarak hükûmet tarafından herhangi açıklama yapılmadığını ve gerekçe gösterilmediğini belirtmiş; gazların neden olduğu etkiler ve sağlık açısından potansiyel tehlikelerini gözönünde bulundurarak somut olayın şartlarında başvuranın yüzüne haksız yere gaz sıkılmasının kişilerin yoğun fiziksel ve ruhsal acı duymasına neden olduğu, bu doğrultuda başvuranı aşağılayabilecek ve onun itibarını düşürebilecek korku, acı ve aşağılanma duyguları uyandırdığını değerlendirerek Sözleşme'nin 3. maddesi çerçevesinde insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Ali Güneş/Türkiye, §§ 42, 43).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Anayasa Mahkemesinin 11/7/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

33. Başvurucular barışçıl bir toplantıya müdahale edilirken kalkan ve elle iteklenerek göstericilerin yere düşürüldüğünü, ayrıca yakın mesafeden yüzlerine biber gazı sıkıldığını ve yoğun bir şekilde göz yaşartıcı kimyasal ateşlendiğini iddia etmiştir. Başvurucu Keziban Saçılık yüzüne doğrudan biber gazı sıkılması nedeniyle fenalaştığını, çevredekilerin yardımıyla olay yerinden uzaklaştığını, oğlunun yere düşürülmesi nedeniyle oğlunu korumak isterken müdahaleye maruz kaldığını dile getirmiştir. Bununla birlikte başvurucular kolluk görevlileri hakkındaki şikâyetlerinin etkili soruşturulmadığını, Başsavcılığın görüntüleri izlemeden ve hiçbir kolluk görevlisinin savunmasını almadan kovuşturmaya yer olmadığına kararı verdiğini, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

35. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele (insan haysiyetiyle bağdaşmayan) yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel ilkeler

37. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal olarak zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 80, 81).

38. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele; işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

39. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Uygulanan bu muamele eziyetten farklı olarak kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

40. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

41. Belirtilmelidir ki sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak şartıyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

42. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir usul boyutu vardır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110). Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

43. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamları, resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamalıdır. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

44. Başvurucuların katıldığı toplantı kolluk görevlilerinin müdahalesiyle dağıtılmıştır. Başvurucular; kolluk görevlilerinin toplantıya müdahale ederken gerekli olmadığı hâlde bedenî ve maddi güç kullandıklarını, yüzlerini hedef alarak yakın mesafeden biber gazı kullandıklarını, bunun sonucunda kendilerinin yoğun şekilde göz yaşartıcı gaza maruz kaldıklarını ileri sürmüştür.

45. Başvuru dosyasında ve İzleme Tutanağı'nda yer alan kamera görüntülerine göre başvurucu Keziban Saçılık sıkılan biber gazından fiziksel olarak etkilenmiştir. İzleme Tutanağı'nda başvurucunun bir kolluk görevlisini engellemeye çalışırken kolluk görevlisinin başka kişilere sıktığı biber gazının başvurucuya isabet ettiği belirtilmiştir. Öte yandan görüntülerde kolluk görevlilerinin biber gazı spreyini toplantıya katılanların yüzlerini hedef alarak yakın mesafeden rastgele kullandığı görülmüştür. Bu durumda başvuruculara biber gazıyla müdahale edildiği hususu kabul edilmelidir.

46. Gazların neden olduğu etkiler ve içerdiği potansiyel sağlık tehlikeleri dikkate alındığında biber gazı kullanımının yoğun fiziksel acının yanı sıra bireyleri psikolojik olarak etkileyebileceği gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda biber gazı kullanımı kişilerin itibarını düşürebilecek aşağılanma, ruhsal acı ve/ya korku duygularını barındırma niteliği olduğu da vurgulanmalıdır.

47. Ayrıca başvurucu Veli Saçılık'ın toplantı alanını terk etmemesi nedeniyle bedensel kuvvet kullanılarak iteklendiği görüntülere yansımıştır. Dolayısıyla başvurucunun biber gazı dışında fiziksel müdahaleye de maruz kaldığı görülmüştür.

48. Öte yandan görüntülerde kolluk görevlilerinin toplantıyı dağıtırken göstericilerin ayaklarına doğru, niteliği belirlenemeyen silah kullandığı gözlemlenmiştir. Bu silahın sadece göstericileri belirlemek amacıyla işaret bırakan bir silah mı yoksa gaz kullanımını sağlayan nitelikte mi olduğu belirli değildir. Başvurucuların da silah kullanımı nedeniyle yaralandıklarına ilişkin özellikle bir şikâyetleri olmadığı nazara alınarak bu hususta ayrıca değerlendirme yapılmayacaktır. Bu durumda başvurucuların göz yaşartıcı gaza, başvurucu Veli Saçılık'ın ayrıca bedensel güce maruz kalması olgusuyla sınırlı olarak kötü muamele iddiaları incelenecektir.

49. Kötü muamele şikâyetleri incelenirken göstericileri dağıtma sırasında kolluk görevlileri tarafından başvuruculara uygulanan gücün kaçınılmaz hâle geldiğinin ortaya konulması gerekir. Aksi durumda, gerekmediği hâlde güç kullanılması söz konusu olacak ve kötü muamele yasağı ihlal edilmiş sayılacaktır.

50. Somut olayda başvurucuların bizzat şiddete başvurduklarına dair tutanak veya görüntü bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucular hakkında bu nedenle alınmış bir cezai yaptırım veya görevi yaptırmamak için direnme suçundan soruşturma yapıldığı bilgisi de mevcut değildir. Toplantıya katılan diğer kişilerin eylemlerinin de şiddete evrildiğine ilişkin bulgunun başvuruya yansımamıştır. Her ne kadar başvurucular hakkında düzenlenen iddianamede "bazı şahısların görevlilerin üzerine taş ve pet su şişeleri atarak saldırıda bulundukları" ileri sürülmüşse de ceza yargılaması sonucunda hakkında dava açılan tüm göstericilerin beraat ettiği dikkate alındığında söz konusu iddianın ceza mahkemelerince doğrulanmadığı gözlemlenmiştir. Bu durumda başvurucuların kendi eylemleriyle güç kullanımını kaçınılmaz hâle getirdiklerinin, güç kullanımının bu nedenle gerekli olduğunun kamu makamlarınca ortaya konulduğu söylenemez.

51. Kaldı ki İzleme Tutanağı'nda yer verildiği üzere başvurucuların dağılmamaları nedeniyle bedensel güç uygulanması makul kabul edilse dahi başvurucu Keziban Saçılık'ın bir kolluk görevlisine fiziksel olarak müdahale etmeye çalışmasından dolayı çok yakın mesafeden yüzüne biber gazı sıkılması ve genel olarak göstericilerin hedef alınarak yüzlerine biber gazı sıkılması suretiyle toplantıya müdahale edilmesinin gerekliliği izah edilemeyecektir.

52. Bu tespitten sonra kolluk görevlilerinin eyleminin hangi boyuta ulaştığı incelenmelidir. Somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele şeklinde nitelendirilmesi uygun görülmüştür.

53. Diğer taraftan Başsavcılıkça yapılan değerlendirmede "ihtarlara rağmen dağılmamakta ısrar etmeleri üzerine görevliler tarafından gruba müdahale edilerek dağılmalarının sağlandığı, söz konusu müdahale sırasında zor kullanıldığı için müştekilerin yaralanmasının doğal olduğu" belirtilmiş ise de başvurucular yönünden müdahale somutlaştırılmamış, müdahalenin şekli ve süresi açıklanmamış, ayrıca yaralanmalarının niteliği bakımından bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda kullanılan gücün kaçınılmaz ve orantılı olduğunun ortaya konulmuş olduğu sonucuna ulaşılamaz.

54. Başvurucuların toplantıda kolluk görevlilerince darbedildiği iddiasıyla ilgili ceza soruşturmasında soruşturma makamı, başvurucuların ifadelerini aldıktan sonra ilgili kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinde İzleme Tutanağı'na atıf yaparak kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisinin sınırını aşmadığı kanaatine varıldığını açıklamıştır. Soruşturma sonucunda başvurucuların da dâhil olduğu şikâyetçilerin yaralandığı Başsavcılıkça genel olarak kabul edilmiş ise de başvurucular hakkında sağlık raporu alınıp alınmadığı belli değildir. Dolayısıyla başvurucuların fiziksel yaralanmaları olası ise de yaralanmaların niteliği bilinmemektedir. Bu itibarla yaralanmanın niteliği tartışılmadan ve başvuruculara yapılan müdahale somutlaştırılmadan kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisini aşmadıkları yönündeki değerlendirmenin mevcut delillerin nesnel analizine dayandığını kabul etmek zordur. Kaldı ki görüntülere yansıdığı kadarıyla yoğun biber gazına maruz kalan başvuruculara yapılan kolluk müdahalesinin başvurucuların gazdan etkilenmeleri bağlamında değerlendirmeye değer görülmediği anlaşılmıştır.

55. Ayrıca görüntülere yansımasına rağmen başvuruculara müdahalede bulunan kolluk görevlilerinin kimlik tespitleri yapılmamış, olayla ilgili beyanları alınmamıştır. Şüphelilerin soruşturmaya dâhil edilerek olay hakkındaki savunma ve delillerinin belirlenmesi maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından elzemdir. Sonuç olarak başvuru konusu soruşturmada özenle ve eksiksiz delil toplanmadığı gibi toplanan delillerin de objektif olarak tartışılmadan bir sonuca ulaşıldığı kanısı oluşmuştur.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

İrfan FİDAN başvurucu Veli SAÇILIK yönünden bu görüşe katılmamıştır.

Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

57. Başvurucular, barışçıl nitelikte açıklama yapılırken kolluk görevlilerinin toplanan kişilere gerekmediği hâlde müdahale ettiğini, esasen basın açıklaması olarak dahi değerlendirilmeyecek bir gösteriyi engelleyerek ifade özgürlüğü ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

58. Anayasa'nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

59. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

60. Başvurucuların katıldığı toplantının kamu görevlileri tarafından engellenmesi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil etmektedir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

61. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartlara uygun düşmediği müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

62. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olma şartlarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

63. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Özge Özgürengin § 100; Ali Ulvi Altunelli §§ 91, 92).

 (2) Meşru Amaç

64. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki kararlar için bkz. Özge Özgürengin, §§ 101, 102; Ali Ulvi Altunelli, §§ 93, 94).

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

65. Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde düzenlenen ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Bu kapsamda kendine özgü özerk işlevine ve uygulama alanına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeli, dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda güvence altına alınan temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Ali Ulvi Altunelli, § 95). Hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilmesi imkânı kişilere verilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 117; Ali Ulvi Altunelli, § 96).

66. Hükûmetin politikaları ile ilgili olarak bireylerin tepkilerini barışçıl yöntemlerle ortaya koymaları çoğulcu demokrasilerin karakteristik özelliğidir. Bu kapsamda siyasi konulardaki fikir ayrılıklarında azınlık veya muhalif düşüncelerin ifade edilebilmesine fırsat verilmesi demokratik bir devletin yükümlülüğüdür. Devletin barışçıl amaçlarla yapılan toplantı düzenleme ve toplantıya katılma özgürlüğünü korumakla kalmaması, ayrıca bu hakkın kullanımını engelleyen makul olmayan dolaylı sınırlamalar koymaması da gerekmektedir (Mehmet Mutlu, B. No: 2014/18240, 18/4/2018, § 87; Özge Özgürengin, § 103; Ali Ulvi Altunelli, § 100).

67. Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 54; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36). Anayasa Mahkemesi, kanunlarda öngörülen usullere tam olarak uyulmamasının toplantı veya gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini tek başına ortadan kaldırmadığını değerlendirmiş ve bu durumun varlığını toplanma hakkına müdahale için yeterli görmemiştir (Dilan Ögüz Canan, § 41; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119).

68. Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında kamu otoritelerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sınırlandırılmasında belirli bir takdir alanına sahip olduğu açıktır. Ancak bu takdir alanının Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olarak kullanılmaması gerekir. Bu bağlamda toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin iddiaları incelerken Anayasa Mahkemesinin görevi ilgili kamu otoritelerinin takdir payını makul, dikkatli ve iyi niyet çerçevesinde kullanıp kullanmadıklarını değerlendirmektir (Mehmet Mutlu, § 88; Özge Özgürengin, § 104; Ali Ulvi Altunelli, §101).

69. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin denetleyeceği ilk husus, toplantı ve gösteri yürüyüşünün sonlandırılması için zorlayıcı toplumsal bir gereksinim olup olmadığı ve kamu makamlarının bu yöndeki değerlendirmelerinin gerçeklik değeri taşıyıp taşımadığıdır (krş. için bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 88). Gerçeklik değeri sadece Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan durumların gerçekleşip gerçekleşmediğini değil bu yönde bir tehlikenin olup olmadığını da kapsamaktadır (Mehmet Mutlu, § 89).

70. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin karar gerekçelerinde gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

71. Buradan çıkan sonuca göre toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 81). Buna karşın bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasalarda belirtilen usullere tam olarak uyulmadan düzenlenmesi tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde halka açık yerde yapılan her türlü gösterinin günlük hayatın akışında belirli derecede bir karışıklığa sebep olabileceği ve düşmanca tepkilere yol açabileceği gözönünde bulundurulmalıdır. Bu durumların varlığı toplanma hakkının ihlal edilmesini haklı gösteremez (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 69).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Başvurucu, beraberindeki birkaç kişiyle -saat 13.30'da beş kişi, saat 17.30'da on beş kişi olarak tutanaklara yansımıştır- araç trafiğine kapalı bir sokakta KHK ile kamu görevinden çıkarılan ve bu nedenle açlık grevi yapan eylemcilere destek vermek, aynı zamanda kendilerinin/yakınlarının görevlerinden ihraç edilmelerini protesto etmek amacıyla bir araya gelmiştir. Bu toplantı -yukarıda (bkz. § 12) ayrıntıları belirtildiği üzere- yaklaşık iki yıla yayılan ve zaman zaman tekrarlanan bir protesto gösterisi niteliğindedir.

73. Somut olayda az sayıda katılımcının pankartlarla slogan attığı, ardından toplanma sebepleriyle ilgili açıklama yapmaya başladıktan sonra başka kişilerin de toplanması ve protestoya katılmasıyla katılımcı sayısının kısmen arttığı kamera görüntülerine yansımıştır. Açıklama sırasında kolluk görevlileri toplantının kanuna aykırı olduğunu megafonla belirterek göstericilerden dağılmalarını istemiş, göstericilerin toplantıya devam etme iradesi göstermesi üzerine kolluk görevlileri müdahaleye başlamıştır.

74. Kalabalık öncelikle süpürme hareketi olarak tanımlanan şekilde, kolluk görevlilerince bedensel kuvvet ve kalkan kullanılmak suretiyle iteklenerek başka bir sokağa doğru yönlendirilmeye, ardından da biber gazı ve niteliği bilinmeyen silah kullanılarak dağıtılmaya çalışılmıştır. Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla kolluk görevlileri, göstericilerin yüzlerine yakın mesafeden biber gazı spreyi sıkarak dirençlerini kırmak istemiş; ardından müdahaleyi artırarak göstericilerin ayaklarına doğru niteliği belirsiz silah kullanarak kalabalığı dağıtmıştır.

75. Gözaltına alınmayan başvurucuların veya diğer göstericilerin açıklama esnasında veya sonrasında kolluk müdahalesini gerektiren şiddet eylemleri olduğuna ilişkin veri mevcut değildir. Kolluk tarafından düzenlenen Olay Yeri Tutanağı'nda veya İzleme Tutanağı'nda toplantının şiddete evrildiği, bu nedenle barışçıl olmaktan çıktığına ilişkin bir tespit yapılmamıştır. Göstericilerin kolluk görevlilerine pet şişe ve taş atarak direndikleri hususuna Olay Yeri Tutanağı'nda yer verilmiş ise de bu husus görüntülerle desteklenmemiş, başvurucular hakkında direnme suçundan işlem yapılmamıştır. Aynı şekilde yargı makamlarının da bu yönde bir kabulü mevcut değildir. Aksine başvurucular hakkındaki ceza yargılaması sonucunda Mahkeme, başvurucuların katıldığı gösteri yürüyüşünün barışçıl olduğunu kabul ederek başvurucuların eylemlerinin suç olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını değerlendirmiştir. Anılan karar göstericilerin davranışlarının kamu düzeni açısından herhangi bir tehlike arz etmediğini ve sert müdahaleyi gerektirmediğini göstermektedir.

76. Tutanaklarda ve Başsavcılık kararında, kolluğun müdahale gerekçesi olarak toplantının kanuna uygun olmadığı ve yaya geçişini engellediği belirtilmiştir. Her ne kadar kamuya açık bir alanda yapılan barışçıl bir gösterinin yaya trafiğini makul bir süre engellemesinin günlük hayat düzenini bir dereceye kadar aksatabileceği öngörülmekteyse de şiddete evrilmeyen böylesine barışçıl toplantılara kamu makamlarınca hoşgörüyle yaklaşılması gereği toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının özünü oluşturmaktadır.

77. Yukarıda yapılan tespitler sonucu az sayıda kişinin fikirlerini dile getirmek amacıyla katıldığı barışçıl protesto gösterisinde başvuruculara karşı kullanılan gücün kamu düzenini sağlamak amacıyla gerçekleştiğinin kamu makamlarınca izah edilemediği, ayrıca kullanılan ve gerekliliği ortaya konulamayan gücün bireyler üzerinde gösteriye katılma hususunda caydırıcı etki yarattığı da dikkate alınarak müdahalenin Anayasa'nın 34. maddesiyle korunan hak yönünden demokratik toplumda gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.

78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.

C. Giderim Yönünden

79. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve her biri için 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

81. Ayrıca başvuruculara manevi zararları karşılığında ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN'ın başvurucu Veli SAÇILIK yönünden karşıoyu ile Muhterem İNCE'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE'nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 20.000 TL manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/7/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali iddiası ile Anayasa’nın 34. maddesi kapsamında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali iddiası bulunmaktadır.

İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlali İddiası

2. Başvurucular barışçıl bir toplantıya müdahale edilirken kalkan ve elle iteklenerek göstericilerin yere düşürüldüğünü, ayrıca yakın mesafeden yüzlerine biber gazı sıkıldığını ve yoğun bir şekilde göz yaşartıcı kimyasal ateşlendiğini iddia etmiştir. Bununla birlikte başvurucular kolluk görevlileri hakkındaki şikâyetlerinin etkili soruşturulmadığını, Başsavcılığın görüntüleri izlemeden ve hiçbir kolluk görevlisinin savunmasını almadan kovuşturmaya yer olmadığına kararı verdiğini, bu nedenle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

3. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal olarak zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 80, 81).

4. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda bir muamele; işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile tanımlanabilmektedir (bu kavramların kapsamlarının belirlenmesi için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 76-80; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84-91).

5. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

6. Somut olayda başvurucu Veli Saçılık, kamu görevinden ihraç edilmesi ve yeniden görevine dönebilmesi amacıyla başvurduğu hukuki yolların çözümsüz kaldığını ileri sürerek ihraç kararını ve hukuki süreci protesto etmek üzere 13/6/2017 tarihinde Ankara'nın Yüksel Caddesi'nde gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmıştır.

7. Başvurucuların anlatımına göre basın açıklaması yapıldıktan sonra kolluk görevlileri şiddet kullanmış, göz yaşartıcı gaz kullanıp bedensel kuvvet uygulayarak katılımcıları darbetmiş ve barışçıl topluluğu dağıtmıştır.

8. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenen 13/6/2017 tarihli tutanakta (Olay Yeri Tutanağı) özetle şu bilgilere yer verilmiştir:

- Saat 17.30'da başvurucu Veli Saçılık ve beraberindeki on beş kişi Konur Sokak'ta bulunan Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Başkanlığı önünde toplanmıştır. Otuz kişiye ulaşan grup saat 17.58'de İnsan Hakları Heykeli'nin önüne gelmiş, burada yukarıdaki paragraflarda yer verilen açıklamalara benzer mahiyette basın açıklaması yapmış ve slogan atmıştır.

- Basın açıklamasının ardından kolluk görevlileri dağılmaları hususunda grubu birden fazla kez uyarmış, makul süre vermek suretiyle grubun dağılmasını beklemiştir. Ancak ikazlara rağmen topluluk dağılmayınca polis, kalkanları ile barikat kurmuş; göstericilerin -bu arada başvurucu Veli Saçılık da bu göstericilerin arasında olduğu belirtilmiştir- barikatı tekme ve yumruklarla aşmaya çalışması üzerine kademeli olarak zor kullanmıştır. Akabinde göstericiler taş, pet şişe gibi sert cisimleri kolluk görevlilerine atarak direnmiş, yeniden megafonla ikaz edilen grup dağılmamakta ısrar edince kalkan, biber gazı ve point (silah) kullanılarak gruba müdahalede bulunulmuştur.

9. Başvuruya eklenen ve kolluk görevlileri tarafından hazırlandığı anlaşılan İzleme Tutanağı'nda özetle;

- 13/6/2017 tarihinde 17.30 ile 18.40 saatleri arasında başvurucuların da aralarında olduğu bir grubun pankartlarla slogan atarak ve açıklama yaparak eylem yaptığı, kolluk görevlilerinin megafonla grubu uyarmasına rağmen eylemcilerin dağılmaması üzerine eylemcileri iteklemek suretiyle müdahaleye başladığı, eylemcilerin direnmesinin akabinde biber gazı kullandığı, sonrasında gaz kapsülü atan point tabanca ile müdahaleye devam ettiği bilgisine yer verilmiştir.

-Başvurucu Veli Saçılık'ın ise grupla hareket ederek sloganlara katıldığı, uyarıya rağmen uzaklaşmadığı, hareketsiz kalarak polis müdahalesini beklediği açıklanmıştır.

10. Somut olayda başvurucu Veli Saçılık ve diğer kişiler, olay tarihinde gündüz yaptıkları toplantı ve gösteri yürüyüşünden sonra akşam 17.00’da aynı şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemişlerdir. Başvurucular ellerinde pankartlarla basın açıklaması yapmışlar ve bu aşamaya kadar kolluk görevlilerinin müdahalesi olmamıştır. Basın açıklaması yapılmasından ve sloganlar atılmasından sonra kolluk görevlileri tarafından dağılmaları konusunda uyarılarda bulunulmuştur. Uyarılara rağmen topluluk dağılmadığı için kolluk görevlileri tarafından kalkanlar ile barikat kurulmuştur. Başvurucu Veli Saçılık’ın da aralarında bulunduğu göstericiler barikatı tekme ve tokatlarla aşmaya çalışmış, bunun üzerine tekrar ikazlarda bulunup dağılmaları istenmiş, fakat pet şişe, taş gibi cisimler atılması nedeniyle gruba müdahalede bulunulmuştur.

11. Öncelikle başvurucu Veli Saçılık’ın herhangi bir adli raporu olmadığı gibi, yaralanma veya darp cebir izini gösteren bir belge veya iddia da bulunmamaktadır.

12. Olayda, izinsiz yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşünde sloganların atılması ve basın açıklaması yapılmasından sonra ikazlara rağmen toplantıya katılanların dağılmaması, bilakis kolluk görevlilerine direnilerek taş ve pet şişe atılması üzerine yapılan müdahale söz konusudur.

13. Cumhuriyet Savcılığı tarafından da olaya ilişkin ifadeler alınmış, görüntü kayıtları incelenmiş ve zor kullanma sınırının aşılmadığı soncuna varılmıştır. Savcılık tarafından yapılan soruşturmanın yetersiz olduğu söylenemeyeceği gibi olayın oluş şekli itibarıyla kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisini aştıkları da söylenemez.

14. Açıklanan nedenlerle, başvurucu Veli Saçılık yönünden insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlali İddiası

15. Başvurucular, barışçıl nitelikte açıklama yapılırken kolluk görevlilerinin gerekmediği hâlde toplanan kişilere müdahale ettiğini, esasen basın açıklaması olarak dahi değerlendirilmeyecek bir gösteriyi engelleyerek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

16. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının amacı ve mahiyeti dikkate alındığında bu hakkın, toplantı veya gösteri yürüyüşünün yapılacağı mekânı seçme serbestisini de kapsadığı anlaşılmaktadır. Zira toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemenin amacı bir fikri açıklamak, ortak çıkarları savunmak, belli fikir ve kanaatler çerçevesinde kamuoyu oluşturmak ve siyasal karar organlarını etkilemek olup gösteri ve toplantı yürüyüşünün düzenlendiği mekân, açıklanan düşüncenin muhataplarına ulaşabilmesi ve tesir oluşturabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılacağı mekânın seçiminin kural olarak düzenleyicilerin takdirinde olması gerekmektedir. Bu itibarla bireylerin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyecekleri yeri belirleme serbestîsini sınırlayan düzenlemeler bu hakka müdahale niteliği taşır (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 25).

17. Bu genel tespitten sonra elbette bu hakkın mutlak olduğu ve sınırlanamayacağı sonucu ortaya çıkmaz. Demokratik toplum bakımından taşıdığı öneme rağmen bu hak sınırsız olmayıp Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen güvencelere uygun olmak koşuluyla birtakım kısıtlamalara tabi tutulabilir. Anayasa’nın 13. maddesinde "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." denilmiştir. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının sınırlandırılmasında gözönünde bulundurulacak güvencelerden biri “Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı” kalınması koşuludur (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 27).

18. Anayasa’nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Buna göre demokratik toplumda vazgeçilmez bir hak teşkil eden toplantı ve gösteri yürüyüşleri, Anayasa’da belirtilen meşru amaçlardan birine dayanılarak ancak istisnai hâllerde sınırlandırılabilir. Ayrıca anılan maddenin üçüncü fıkrasında, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceği belirtilmek suretiyle kanun koyucuya düzenleme yetkisi tanınmıştır (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 28).

19. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, devlete birtakım pozitif yükümlülükler yüklemektedir. Bu yükümlülükler devletin, toplantı veya gösteriye katılanların bu haktan tam anlamıyla yararlanabilmesi için ve katılımcıların kısmen ya da tamamen şiddete yönelmesi veya toplantı veyahut gösterinin bütünüyle kamu düzenini bozucu bir yöne evirilmesi durumuna karşı ihtiyaç duyulan koruyucu tedbirleri almasını gerektirmektedir. Mahallin en büyük amirine de toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılabileceği yer ve güzergâhları belirleme yetkisi tanınmasının demokratik toplumda gerekli olmadığı sonucuna ulaşılamaz (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 34).

20. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, toplantı ve gösteri yer ve güzergahının belirlenmesine ilişkin 2911 sayılı Kanun’un 6. maddesindeki “…mahallin en büyük mülki amiri tarafından belirlenir.” şeklindeki ibarenin Anayasa’nın 13., 26. ve 34. maddelerine aykırı olmadığına karar vermiş ve iptal istemlerini reddetmiştir (AYM, E.2014/101, K.2017/142, 28/9/2017, § 39).

21. Somut olayda, başvurucular, beraberindekilerle -saat 13.30'da ve 17.30'da araç trafiğine kapalı bir sokakta KHK ile kamu görevinden ihraç edilen ve bu nedenle açlık grevi yapan eylemcilere destek vermek, aynı zamanda kendilerinin/yakınlarının görevlerinden ihraç edilmelerini protesto etmek amacıyla bir araya gelmiştir. Bu toplantı yaklaşık iki yıllık bir zamana yayılan ve zaman zaman tekrarlanan bir protesto gösterisi niteliğindedir.

22. Göstericilerin saat 13.30 ve 17.30’da yapmış oldukları toplantı ve gösterilerde sloganların atıldığı, pankartların taşındığı ve basın açıklaması yapıldığı açıktır. Kolluk görevlilerinin grubun tüm faaliyetlerine izin verdiği ve bu eylemlerin gerçekleştirilmesinden sonra da dağılmaları için ikazlarda bulunduğu da tartışma dışıdır.

23. Başvurucuların amacının protesto etmek olduğu dikkate alındığında, mahallin en büyük mülki amirinden izin alınmaksızın yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilmediği, grubun eylemlerini tamamlamasından sonra dağılmaları konusunda birden fazla uyarıya rağmen dağılmadıkları, kolluk görevlilerinin kalkanlardan yaptıkları barikata taş ve pet şişeler attıkları, bunun üzerine gruba müdahalede bulunulduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme amaçlarının hasıl olduğu, toplantı ve gösteri yapılmasına, basın açıklaması ve sloganlar atılmasına engel olunmadığı belirlenmiştir.

24. Toplantı ve gösterinin amacının gerçekleştirilmesine ve uyarılara rağmen dağılmayan gruba yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu, meşru bir amacının olduğu ve geçekleşen koşullarına göre demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığının söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

25. Açıklanan nedenlerle somut olay yönünden, başvurucuların toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Üye

İrfan FİDAN

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucular, barışçıl nitelikteki toplantının dağıtılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarının; müdahale sırasında kolluğun güç kullanması ve bu olaya yönelik şikâyetin etkili soruşturulmaması nedeniyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkememiz çoğunluğu, toplantıya müdahalenin demokratik bir toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; başvuruculara müdahale eden kamu görevlileri hakkında yürütülen soruşturmanın etkili ve yeterli olmadığı gerekçesiyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Çoğunluğun bu yöndeki görüşüne katılmıyorum.

2. DHKP/C terör örgütünün memur yapılanması olan Devrimci Memur Hareketi’nin 13/6/2017 tarihinde, 679 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden ihraç edilen N.G., S.Ö. ve A.K.nın 11/3/2017 tarihinden beri devam eden süresiz açlık grevini desteklemek amacıyla Yüksel Caddesi'ndeki İnsan Hakları Heykeli önünde oturma eylemi ve basın açıklaması organize ettiği, 13/6/2017 tarihinde 13.15-13.30 saat aralığında başvurucu Veli Saçılık ile diğer başvurucunun da olduğu beş kişinin heykelin önüne geldiği, Veli Saçılık’ın elinde “[N.] ve [S.] İşe Geri Alınsın” yazılı pankartın olduğu halde “Bizler tam 216 gündür burada insan hakları anıtının önünde direnişteyiz. [N.] ve [S.nin] açlık grevinin 97. günü biz diyoruz ki KHK ile bir gecede bizi işimizden atamazsınız. Biz size karşı direniriz ve direnmeye devam ederiz. İnsan hakları anıtının önünde oluşturduğunuz utanç duvarını kaldırın. Biz defalarca seslendik size burada eylemimiz günlerdir sürüyor, burada eylem yapmamız tamamen yasaldır, tamamen meşrudur. Bu meşruluk karşısında polis bize şiddet uyguluyor. Biz bu şiddete karşı burada direniyoruz. Akşam 18.00'da basın açıklamasında görüşmek üzere." şeklinde açıklama yaptığı, bununla yetinmeyip, ardından yayaların geçişini engelleyecek biçimde beklemeye başladığı, kolluk görevlilerinin grubu dağılmaları konusunda megafonla üç kez uyarmasından sonra topluluğun bir başka sokağa yöneldiği, başvurucu Veli Saçılık’ın “[N.], [S.] onurumuzdur. İşimizi geri istiyoruz. Yaşasın açlık grevi direnişimiz. Zafer direnen emekçinin olacak” diyerek slogan attığı ve “[N.] ve [S.yi] yaşatacağız, onlara bunu yapanlar tarihe hesap verecekler, hesap vermeye devam edecekler. Yılmadık, yılmayacağız. Akşam 18.00'da buluşmak üzere dönüyoruz.” şeklinde açıklama yaparak gruba çağrı yaptığı, devamında başvurucunun “[N.G.] ve [S.Ö.nün] sağlık durumları çok kritik bir aşamaya girmiştir. Biz arkadaşlarımızın sağlığı için, onların işe dönmesi için, tabi ki bizim de işe dönmemiz için, burada sesimizi yükseltmeye, bu zalimliğe zulme karşı baş kaldırmaya, isyan etmeye devam edeceğiz. Bütün halkımızı da bekliyoruz bu sokağa. Artık gaz atmayın diyoruz. Burada haklı, meşru Anayasa hakkımızı kullanıyoruz. Buna saldıranlara daima cevabımız direniş olacaktır. Yaşasın [N.], yaşasın [S.]” şeklinde açıklama yaptığı, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanıldı.” şeklinde slogan atmayı sürdürdüğü; saat 17.30’da başvurucu Veli Saçılık ve beraberindeki on beş kişinin Konur Sokak’ta bulunan Türkiye Mimarlar Mühendisler Odası Başkanlığı önünde toplandığı, otuz kişiye ulaşan grubun saat 17.58'de İnsan Hakları Heykeli'nin önüne geldiği ve benzer mahiyette basın açıklaması yaptığı ve slogan atığı, basın açıklamasının ardından kolluk görevlilerince tekrar dağılmaları hususunda gruba birden fazla uyarı yapıldığı ve süre verilerek grubun dağılmasını beklendiği, ancak ikazlara rağmen topluluğun dağılmaması üzerine polisin, kalkanları ile barikat kurduğu, göstericilerin barikatı tekme ve yumruklarla aşmaya çalışması üzerine kademeli olarak zor kullanıldığı, akabinde göstericilerin taş, pet şişe gibi cisimlerle kolluk görevlilerine atarak direndiği, yeniden megafonla ikaz edilen grubun dağılmamakta ısrar etmesi nedeniyle kalkan, biber gazı ve point kullanılarak gruba müdahalede bulunulduğu anlaşılmaktadır.

3. Anayasa Mahkemesi, toplantı hakkının bildirim usulüne bağlanabileceğini daha önceki kararlarında belirtmiştir. Söz konusu bildirimin amacı toplantı, yürüyüş veya diğer gösterilerin düzgün bir şekilde yapılmasını güvence altına almak için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğu sürece genel olarak hakkın özüne dokunmaz. Bildirim usulünün uygulanmasının amacı, toplantı hakkının etkin şekilde kullanılması imkânını sağlamaktır (Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 39; Ali Rıza Özer ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 122). Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamlar bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla tedbirler alabilirler. Bu tedbirlere aykırı toplantılar düzenlenmesi, bu tür toplantılara katılınması veya bu tür toplantılarda suçlar işlenmesi hâlinde de ceza verilebilir (Dilan Ögüz Canan, § 40; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No:2014/920, 25/5/2017, § 81).

4. Somut olayda başvurucuların da içinde bulunduğu kişiler hakkında kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama suçunu işledikleri nedeniyle kamu davası açılmış, yargılama sonucunda suçun kanuni unsurlarının oluşmadığı kanaatine varılarak beraat kararı verilmiştir. Başvurucuların da içinde olduğu başlangıçta beş kişiyle başlayıp sonrasında 30 kişiye ulaşan gruba kolluk görevlileri, eylemin kanunsuz olduğunu bildirerek dağılmaları yönünde sözlü bildirimde bulunmuş, fakat gösteriye katılanların sözlü ve fiziki saldırıda bulunarak karşılık vermeleri üzerine gösteri, kamu düzenini bozan bir evreye dönüşmüş ve barışçıl olmaktan çıkmıştır. Başvurucular da kolluk görevlilerinin ihtarlarına rağmen dağılmayan grubun içinde yer almaktadır. Toplantıya katılanların dağılmamaları üzerine gerçekleştirilen müdahalenin, bozulan kamu düzeninin tekrar teminini sağlamaya yönelik olduğu görülmektedir. Kolluk görevlileri, kanunun verdiği yetki çerçevesinde görev ve yetki kullanımında bulunmuşlardır.

5. Başvurucular tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına hukuka aykırı şekilde ve orantısız güç kullanarak müdahalede bulunan kolluk görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş; Başsavcılık, kolluk görevlilerinin yetkileri dâhilinde güç kullanarak toplantıyı dağıttıkları gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucuların itirazını inceleyen sulh ceza hâkimliği de Başsavcılık kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir. Dolayısıyla, Başsavcılık ve sulh ceza hâkimliği kararları dikkate alındığında başvurucuların şikâyeti yönünden etkili ve yeterli bir soruşturmanın yapılmadığı söylenemeyecektir.

6. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 17.maddesinin üçüncü fıkrasında korunan kötü muamele yasağının ve 34.maddesinde korunan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edilmediği kanaatini taşıdığımdan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Üye

 Muhterem İNCE