İngilizler en sonda söyleyeceğini en başta söylermiş, 
biz ise en sonunda söylüyoruz ifade-i meramımızı..  
Lafı döndürüp dolaştırıp öyle geliriz sadede, 
ancak bu sıkıcı durum bizi çoğu zaman “ee sadede gel” demeye zorlar. 
Ben en başta hemen söyliyeyim o zaman 
çünkü bizim sistemimiz “kuvvetler birliği” anlayışı üzerine kurulu da ondan..! 
Siz bakmayın Anayasada yasama yürütme ve yargının bir denge içinde 
ayrı ve bağımsız güçler olarak tanımlandığına. 
Yok öyle bişey. 
Bizde, yasama da yürütme de yargı da Cumhuriyet tarihimizden bu yana 
tek elde toplanmıştır. 
Hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında buna ihtiyaç olduğu ve 
en doğru sistemin bu olduğu konusunda bir fikir birlikteliği söz konusudur.  
Tartışmalı olan konu bu gücü “meclis” mi elinde tutmalıdır 
yoksa “yürütme” mi?  konusudur.
Kuvvetler ayrılığı tartışma konusu bile edilmemiştir. 
O yılların kendine özgü olağanüstü bir zaman olması nedeniyle 
Kurtuluş savaşını idare eden Büyük Millet Meclisinin tüm yetkileri
Elinde bulundurması tabii ve belki zorunlu olabilir..


Ancak bugün aynı şeyi savunmak tepeden inmeci bir anlayışa sahip 
totaliter bir düşüncenin sonucudur.
Bunu bilmek ve artık bir karar vermek lazım. 
Kuvvetler Birliğine tamam mı devam mı?
Totaliter bir demokrasi mi yoksa liberal bir demokrasi mi? 
Yolların ayrımında bulunuyoruz..!


Bizdeki Halk egemenliği anlayışı JJ.Rousseau’dan gelir. 
Rousseau’ya göre “bireyler tüm haklarını Toplum Sözleşmesi” ile 
topluma ve devlete devretmiştir. 
Buna göre halk iradesi, yasama yürütme ve yargı gibi parçalara ayrılamaz..! 
Kuvvetler ayrılığı sadece krala karşı ileri sürülebilir. 
Halk hakimiyeti kurulduktan sonra artık kuvvetler birliği geçerli olur. 
Neden? Çünkü kral sınırlanır ama halk sınırlanamaz..! 


Gayet sempatik ve demokratik görünüyor değil mi? 
Ama aslında hiç de öyle olmadığını ayrıntılarına girdikçe görüyorsunuz. 
Mutlak bir otoritedir bu. Rousseau bu otoriteye “genel irade” diyor. 
Bireyler bu “genel iradeye” teslim olmalıdır. 
Genel irade nedir peki? Dikkat buyurun; “kamu yararı” neyse odur…
Ne kadar tanıdık değil mi?.! Kamu yararı… 
Bu öyle bir iradedir ki halkın menfaatlerini halka rağmen korur..! 
Nasıl yani demeyin, halk aksi düşüncede olabilir, 
halk her zaman doğruyu göremeyebilir..! 
Yani halk iradesi halkın seçimle belirlenen iradesi değil, 
halkın çıkarlarını bilenlerin iradesidir. 
“Halka rağmen halk için” anlayışının manevi babasıdır Rousseau..! 


Sistemimizin temelleri Rousseau’ ya dayanıyor o yüzden bu durumdayız, 
sürekli “bağımsız yargı” diye bağırıp duruyoruz. 


Yargı nasıl bağımsız olsun ki sistem kuvvetler birliğini öngörüyor. 
Bu sistem içinde yargı ayrı ve bağımsız bir güç olamaz. 
Hatırlayın “egemenlik bir bütündür parçalara ayrılamaz”. 
Hakimiyet hangi sebeple başkasına devredilemezse yine 
o sebeple bölünemez anlayışı hakimdir bu sisteme. 
Şimdi bu gücü elinde bulunduran ister kral olsun, 
ister meclis, isterse yürütme aynı şey geçerlidir. 
Totaliter bir irade…! 
Bu totaliter güç jakoben bir  irade de olabilir, 
askeri bir vesayet de olabilir durum değişmez..! 
Sorun bu egemenliği kimin kullanacağı değil, 
sorun bu totaliter sistemi ortadan kaldırmaktır. 


Ancak görünen o ki sivil iktidar bu gücün büyüsüne kapılmış durumda..! 
Yasama gücü elinde bulunan yürütme yargının da 
kendi kontrolünde olmasından gayet memnun görünüyor..! 
Yanlış ve tehlikeli bir yol..! 
Bu sistemden hiçbir millete demokrasi ve özgürlük, aydınlık bir gelecek yar olmamıştır..! 
Demokrasi maskeli, bu totaliter rejimin tarihi acılarla doludur..! 


Yol yakın, kuvvetler ayrılığına dayalı liberal sivil bir Anayasa uzak değil..! 



(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)