Bazı hakim ve savcılar diyorlar ki;
“bu nasıl bir saldırgan avukat, aman allahım”;
“çok yarası var ki demek gocunuyor”; 
“meslekler arası çatışmaya yol açıyor”
“ibretle izlenecek bir avukat” vs….

Adaleti dert edinen, cübbesini giyip şahsi egosunu salon dışında bırakan, avukatları gerçekten dinleyen ve kararını vermeden önce mutlaka değerlendirmeye alan, f5 ile karar vermeyen, adaleti ile müsemma yargıçlar, yaptığı her işi kanuna ve hukuka uygun yapan asaletli savcılar elbette bu yazının bir konusu değiller. Böyle yargıçların önünde herkesten önce saygıyla eğiliyorum ve yine böyle savcıların da samimiyetle ellerini sıkıyor ve takdir ediyorum…

Bu yazı darbe yargılarından, cüppeli cinayetlerden bize miras kalan hak-hukuk-usul-yasa-avukat-savunma tanımaz hastalılıklarla malul zihinlere ve zihniyetlere ithaf olunmuştur…

Münhasır bir meslek eleştirisi yapmıyorum, “böyle meslek mi olur” demiyorum, “böyle hakimlik, böyle savcılık yapılmaz” diyorum, “şu yaptığınız işi doğru düzgün yapın” diyorum, “kimsenin yasal ve evrensel hukuki haklarını gasp etmeyin” diyorum, “karşınıza aldığınız ve güya sorguladığınız insanları dinleyin” diyorum, “dosyadaki delillere bakın” diyorum, “gerekçesiz kararlar vermeyin diyorum, gerekçenizi klişe tabirlerle değil, ayrıntılı bir yasa-delil tartışması, savunmalara neden itibar edildiği veya edilmediği hususları ile birlikte açıklayın” diyorum,   “insanların gözüne kaşına duruşuna bakarak kararlar vermeyin” diyorum, “vicdanınızı keyfiniz ve duygularınız ile karıştırmayın”, “kararınızda, kabul edin yada etmeyin, ama mutlaka avukatın savunmasını da dikkate alın” diyorum…

Şimdi bu sözler sert mi? Meslek çatışması mı doğuruyor? Burada bir meslek çatışması yok bir hak ve hukuk mücadelesi var! Zira;

Kendi şikâyetinin savcılığını yaparak(hani şu basına yansıyan, HSYK’nın ceza vermediği ve muhtemelen gurur duyduğu savcı) hukuk katliamı yapanlar var, böyle bir savcıyı şikâyet üzerine koruyan ve kollayan mesleki taassubiyet(Bağnazlık, doğru veya yanlışlığa bakmaksızın bir fikrin savunmasını yapmak, mensup olduğu düşünceyi veya ekolü her türlü düşünce ve inançtan üstün görmek, kör bir tarafgirlik) içinde bir HSYK var!

Avukata CMK m.201’e göre doğrudan soru sordur-mayan hakimler var,
“Avukata duyduğum yoğun husumet duygularım sebebiyle davasından çekiliyorum ve bundan böyle artık davalarına bakmayacağım” diyen bazı yargıçlar var,
Hamile bir kadın, avukat olan eşini arayarak “beni hemen doktora götür çok kötüyüm” demesi üzerine savcılıktan ayrılan ve CMK servisine bilgi veren avukat hakkında “nasıl bana sormadan gider” diyerek efelenen tutanak tutan ve suç duyurusunda bulunan “avcılar” var,
Bir delinin kuyuya attığı taşın ne olduğuna bakmadan kuyuya dalan ve bu avukat hakkında soruşturma izni veren bir bakanlık ve bu nedenle tek suçu hamile eşini doktora götürmek olan avukatı yargılayan hakimler var,

Eşinin rahatsızlığı sebebiyle görev yerinden ayrılmak zorunda kaldığını bile bile tutanak tutan ve yerine bir başka müdafi gelmiş olmasına rağmen “benden izin almadı” diyerek suç duyurusunda bulunan ve iddianame düzenleyen savcı için; “derhal beraat kararı verilmelidir, bu beraat kararını bu tutanağı düzenleyen ve bu iddianameyi hazırlayan art niyetli savcıların yüzüne çarpmak lüzumunu duyuyorum” diye savunma yapan müdafi avukat hakkında, suç duyurusunda bulunan “avcılar” ve bu savunmayı yapan avukata ceza veren ve fakat bir avukatı haksız yere mahkemeye, demir parmaklıklı sanık yerinde, kendisini savunmak zulmü ile karşı karşıya bırakan savcı hakkında hiçbir işlem yapmayan bir mahkemeler var,

Ve yine bu hakim ve savcılar için yapılan şikayetleri değerlendirmeye almayan ve “hakimin takdir hakkıdır”, “savcının takdir hakkıdır” diyerek tüm bu hukuksuzlukları sahiplenen mutaassıp bir HSYK var! Bakınız bunlar tarafımdan uydurulmuş şeyler değil, hepsinin belgesi ve kararı var! Ve daha neler neler…

Devam edeyim mi?

Geçtiğimiz günlerde İstanbul Barosu Avukatlarından Av.Ömer Kavili’nin Silivri Ağır Ceza mahkemesinde bir duruşması vardı. Av. Ömer Kavili ve müdafii avukatlar diyorlar ki; “5271 sayılı CMK'nın 149/3 ve devamı 154 AHİS mad.6/3-2 Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla yerleşik uygulaması, AHİM uygulaması, ayrıca A.B. ile uyum yasaları çerçevesinde yargılamada silahların eşitliği ve yargıcın görüntüdeki tarafsızlığı ilkesi gereğince sanığın müdafii ile yan yana bulunmasına engel olunamaz kuralı çerçevesinde sanık konumuna getirilen hukukçu olarak yasal ve uluslar arası belgelerdeki sanık hakları çerçevesince savunmanlığımı yapan Avukatlarımın yanında oturmak istiyorum/istiyoruz” diyorlar.

Ancak bu kadar haklı, hukuki  ve yasal bir talebe karşı mahkemenin hiçbir yasaya dayanmayan GD.kararı; “Her ne kadar sanık ve sanık müdafileri tarafından sanığın müdafilerinin bulunduğu yerde yanlarında bulunmak suretiyle savunmasını yapması yönünde talepte bulunulmuş ise de sanığın fiziken müdafiinin yanında bulunmasına yönelik her hangi bir hüküm düzenlenmediği anlaşıldığından sanık ve müdafilerinin sanığın duruşma süresince yanlarında bulunması yönündeki taleplerinin reddi ile sanığın sanıklar için ayrılmış mahsup yerine alınmasına”…

Ne kadar kuru bir inat, anlamsız ve hukuk dışı bir direnç! Ne olur yani sanık, müdafisinin yanında olsa? Adaletiniz mi eksilir? Kürsünüz mü aşağılanır? Kendinizi terk edilmiş ve yalnız mı hissedersiniz? Komplekse mi girersiniz? Aşağılanma duygusuna mı kapılırsınız? Allah aşkına söyleyin ne olur? Bu kadar ayrıntılı ve yasal düzenlemeleri açıklayan talebin ret gerekçesine bir bakın hele; “Her ne kadar sanık ve sanık müdafileri tarafından sanığın müdafilerinin bulunduğu yerde yanlarında bulunmak suretiyle savunmasını yapması yönünde talepte bulunulmuş ise de…reddine..”

HER NE KADAR…. Ne kadar tepeden bakan, umursuz, vurdumduymaz, despot, haddini bil otur yerine, diyen bir ifade… Yemin ediyorum eğer bir gün elime bir fırsat geçerse bu “her ne kadar” cümlesini yasaklayacağım… Bu cümleleri kullanan yargıçlar ve savcılar hakkında da soruşturma açacağım… İşte böyle gerekçesiz GD. Kararlarını “alın başınıza çalın” deyince de sert yazmış oluyoruz, saldırmış oluyoruz, öfkeli oluyoruz… 

Adalet bir lütuf değildir diyoruz, cevap; HER NE KADAR,
Sanık tahliye edilmelidir deyip madde madde kanuni gerekçelerini açıklıyoruz, cevap; HER NE KADAR,
Savcı duruşma sırasında hakimle “fısırdaşmasın” diyoruz, cevap; HER NE KADAR,
Savunma yaparken sözümüzü kesmeyin diyoruz, cevap; HER NE KADAR,
Savunmamı oturarak yapacağım diyoruz, cevap; HER NE KADAR,
Ama yeter artık diyoruz, cevap; HER NE KADAR…

Acaba bazı yargıçların en büyük düşmanı adalet mi? Bir avukat mahkemede kanun maddelerine dayanarak hukuki bir savunma yapmaya çalıştığında “af edersiniz şimdi biraz kanundan maddelere dayanarak mantıklı ve hukuki bir savunmaya yapacağım” deyince özür mü dilemeli? Kanun, Hukuk ve Adalet bir tutarlılık gerektirir ama bu adalet bizim yargımızın nadir bir “malzemesi”…

Şimdi bunları söylüyoruz diye bu yazıdan bile suç duyurusu arayacak savcılar ve muhbirler var olduğuna eminim. Ama hala temel nedeni kavrayamıyorum. Bu bazı yargıç ve savcıların derdi nedir? Hukukla Adaletle ne alıp veremediği var? Hukuku adaleti ve insanı temel almayan bir yargıcın-savcının amacı gayesi nedir?

Tekrarda fayda görüyorum, bazı savcı ve yargıçların zihniyeti onlara “darbe yargılarından", “cübbeli cinayetlerden” bir mirastır! Hatırlayın, gözünüzün önüne getirin Adnan Menderes ve arkadaşlarını idam eden o mahkeme başkanını, Deniz Gezmiş’leri darağacına gönderen, bir sağdan bir soldan idam eden, böylece adaleti(!) dengede tutan o mahkemeleri o yargıçları… Ve böylece “rayında gitmeyen demokrasiyi sağlam temellere oturtan” ları…Hatırlayın…

Bu gün Av. Burhan Apaydın’a “hukuk savaşçısıydı, Allah rahmet etsin” diyen bazı yargıç ve savcılar unutmamalıdır üstat Apaydın’ın Menderes’in avukatlığını yaptığı için düşüklerin avukatı olarak yaftalandığını, savunmasından dolayı tutuklandığını, cezaevine atıldığını… Evet, hukuk savaşçısıydı üstat. Peki, neyle savaştı, kimle savaştı, lütfen bunu da düşünün…

Avukatları savunmasından dolayı cezalandıran, haklarında suç duyurusunda bulunan, Baro Başkanlarını düşürerek alaşağı etmek isteyen, darbeci genler bugün hala hayattadır, nefes almaktadır… İşte biz avukatlar bu genlerle savaşıyoruz, bizler yaşayan hukuk savaşçılarıyız…
Topluma mal olmuş vefat eden bir avukat’a; “büyük hukukçuydu, hukuk savaşçısıydı, toprağı bol olsun Allah rahmet etsin”, yaşayan hukuk savaşçılarına ise; “saldırgan avukat, öfkeli avukat, mahkeme merhamet etsin, cezası bol olsun,” öyle mi?

Ne o yoksa “hukuk savaşçılarının” ölüsü mü makbul sizin için?

Ve son olarak yine diyorlar ki, kinayeli bir şekilde; “çözüm nedir, söyleyin de bir hakim-savcı olarak siz avukatlardan istifade edelim”. 

Sorunuzun kinayesini göz ardı ederek hemen cevap veriyorum; önce şu yazdıklarımızı bir okuyun öz eleştirinizi bir yapın sonra gelin çözümü hep birlikte konuşalım. Biz avukatlara ait sorunlarla birlikte gelin hatta, “işte biz de bunlardan rahatsızız” deyin, biz de sizi dinleyelim.

Avukatların konuşmasından, bizzat varlığından rahatsız olmadığınız sürece her türlü eleştiriye bizler hazırız. Siz de hazırsanız buyurun….

Mesela; “Hakim-Savcı devlete çalışır, avukat kendine” diyor HSYK’daki bir yargıç! Ne dersiniz bu düşünceye, bu zihniyete? Hadi, önce bu zihniyeti tartışalım, ortak bir karara varabilirsek diğer somut konulara geçelim.

Öyle, “e hadi söyle bakalım çözümün neymiş” demekle olmuyor.

 Somut sorunlara geçmeden önce “zift içindeki zihinlerimizi” temizlemek zorundayız.

Gerisi laf-ü güzaf…


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)