Cumhuriyet yönetimi bir bütün olarak halkın veya yalnızca halkın bir bölümünün egemen güce sahip olduğu yönetim şeklidir; monarşik yönetim tek bir kişinin sabit ve yerleşik kanunlar uyarınca hüküm sürdüğü yönetim şekli iken, istibdat yönetiminde ise tek bir kişi her şeyi kanunsuzca ve kuralsızca, salt kendi iradesi ve kendi geçici isteklerine göre yönetir.[1]

Cumhuriyet yönetiminde egemenlik doğrudan halka aitse, o yönetime demokrasi adı verilebilir. Egemenlik erki halkın bir bölümünün elinde ise orada aristokrasiden söz edilir. Monarşi de hükümdar her türlü siyasi ve sivil gücün kaynak noktasıdır. Bu tarz yönetimler de bir kişinin değişken ve keyfi iradesiyle ülke yönlendirilmektedir.

Montesquieu, yönetim şekillerinden olan monarşi ve istibdat rejimlerinin ayakta kalması için dürüstlüğe ihtiyaç yoktur demektedir. Monarşi de kanunların gücünün, istibdat rejiminde ise her sorunun çözümünün ise hükümdardan beklendiğini söylemektedir. Halkçı devletlerde bundan başka bir şeye daha ihtiyaç olduğunu söyler o da Erdem’dir.

Mutlak monarşi yönetimlerinde, hükümdarın denetlenmesi , sınırlandırılması veyahut yetkilerinin belirli bir bölümünün bile devredilmesi oldukça zordur, mümkün olmadığını söylesek bile yanlış söylemiş olmayız. Monark, tek karar verici ve her şeyin kendisine bağlı olduğu birisidir. Günümüz de yasama, yürütme ve yargı olarak bilinen ve birbirinden katı bir şekilde ayrı olması gereken bu üç kuvvet monarşik yönetim de, hükümdara bağlıdır.

Cumhuriyet Nedir? Diye soracak olursak herkes şu aşağı yukarı şu cevabı verecektir: Cumhuriyet, halkın yönetimde etkili olduğu rejimdir. Cumhuriyet, halkın kendi kendini yönetmesidir. Herkes, aşağı yukarı buna benzer cevaplar verecektir. Herkes aslında Cumhuriyeti tanımlarken demokrasinin tanımını yapmaktadırlar.[2]

Herkes, demokrasiyle Cumhuriyeti bir gibi düşünmektedir. Herkeste öyle bir inanç vardır. Aslında Cumhuriyet’in içinde demokrasiyi barındırdığını söylemektedirler. Bunun tersi düşünceden de, monarşi ile yönetilen demokratik olmadığı ve asla demokratik bir yönetim olamayacağı oturmuş bir kanıdır.[3]

 Arend Lijphart’ın ‘Çağdaş Demokrasiler’ kitabında 21 ülke de demokrasinin olduğunu tespit etmiş ve bu ülkelerden 11’nin monarşi , 10’unun ise Cumhuriyetle yönetildiğini tespit etmiştir[4]. Arend Lijphart, adeta 21 ülkeye otopsi uygulamış ve yukarıdaki sonuçlara ulaşmıştır.

Bugün demokratik olduğundan hiçbir endişe duymadığımız Hollanda, Danimarka, Birleşik Krallık, İspanya, İsveç, Japonya ve Belçika'da bugünkü durum böyledir. Bu yönetim şekli ile yönetilen ülkelerde genellikle parlamenter yönetim hakimdir. Kral devletin bir simgesi olarak durmakta fakat yönetimi yürütme organına bırakmakta ve müdahale etmemektedir.Hükümette halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymak mecburiyetindedir.

Bununla beraber günümüzde Cumhuriyetle yönetip fakat  demokrasi ilkesinin dikkate alınmadığı bazı ülkeler vardır. Bunlardan bazıları : İran İslam Cumhuriyeti, Irak, Çin Halk Cumhuriyeti.

Yukarıdaki açıklamalara bakarsak cumhuriyet ve demokrasi arasında sıkı bir bağın olmadığını görmekteyiz.

Gözler’e göre , Cumhuriyet  devlet başkanlığının irsî olarak intikal etmediği devlet şekli ve monarşi de devlet başkanlığının irsî olarak intikal ettiği devlet şekli olarak tanımlamaktadır[5]. Gözler, monarşi ve cumhuriyetin bu tanımla birlikte birbirine karşıt kavramlar olduğunu söylemektedir. Bu tanımlarla birlikte demokrasiye atfın olmadığı görülmektedir.

TÜRK’ÜN CUMHURİYETİ

1982 Anayasası’nın 1. Maddesine göre ‘Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.’ Ülkemizin yönetiminde babadan oğula geçen bir devlet başkanlığı mezkur madde ile yasaklanmıştır.

Osmanlı Devleti monarşi ile yönetilmekteydi.1876 anayasasının 3. Maddesine göre ‘Saltanatı seniyei osmaniye hilâfeti kübrayı islâmiyeyi haiz olarak sülalei âli Osmandan usulü kadimesi veçhile ekber evlada aittir.’

Türkiye’de Cumhuriyet 29 Ekim 1923 tarihinde ve 364 sayılı “Teşkilatı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddınının Tavzihen Tadiline Dair Kanun” ile ilan edilmiştir.Bu Kanun’nun 1. Maddesine göre ‘Türkiye Devletinin şekl-i hükümeti, Cumhuriyettir.”Tabii ki bu sadece malumun ilanından başka bir şeyin itirafı olmamıştır.Mustafa Kemal, milli mücadele döneminde ‘Egemenlik kayıtsız ve şartsız millete aittir’ diyerek saltanatın fiilen son bulduğunu vurgulamıştır.

Osmanlı Devleti’nin son sultanları cuma namazları dışında çoğu zamanda dışarıda görünmezlerdi. Atatürk ise halk egemenliğine dayalı bir Cumhuriyet kurarak çoğunlukla halkla iç içe bir yönetim sergilemiştir.                

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır. Hilafet ve saltanatın birbirinden ayrılabileceğini savunanlar ve bunun mümkün olmadığını söyleyenler arasında mecliste uzun tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaların sürdüğü sırada Mustafa Kemal önündeki sıranın üstüne çıkıp şunları söylemiştir : ‘Efendiler’ dedim , ‘‘egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, bilim gereğidir diye,görüşmeyle, tartışmayla verilmez. Egemenlik, saltanat,kuvvetle ve zorla alınır.Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı yüzyıl sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganların hadlerini bildirerek,egemenlik ve saltanatını, ayaklanarak, kendi eline gerçekten almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, ulusa saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, zaten oldubitti haline gelmiş bir gerçeği ifadeden ibarettir. Bu, kesinlikle olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal karşılarsa fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, yöntemine uygun olarak ifade olunacaktır. Fakat, ihtimal bazı kafalar kesilecektir.’’[6]

Mustafa Kemal’in birbiriyle bağlantılı üç büyük devrimi vardır: Emperyalizme karşı kurtuluş savaşı , saltanata karşı demokratik devrim ve toplumun ümmet aşamasından ‘millet’ aşamasına gelişi.

Atatürk, Türk Milletinin tanımını da şöyle yapmıştır: Türkiye Cumhuriyetin kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.’

Mustafa Kemal’in bağımsızlık anlayışı ise mutlak bağımsızlıktan yanaydı. Hatta 5 Ekim 1919 tarihli bir konuşmasında şunları söylemiştir: ‘Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasal, parasal, ekonomik, yasal, askeri, kültürel vb.. her yönde tam bağımsızlık ve serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve memleketin, gerçek anlamda bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir.’

Cumhuriyetle birlikte hukuk alanında da devrimler yapılmıştır. Osmanlı’da II.Mahmud döneminde reformlar başlamıştır.Kadıların durumlarını düzenleyen düzenlemeler yapılmış. Tanzimat’la birlikte batıdan bir dizi reform alınmıştır. Hilafet, sadece devlet için resmi din olarak İslamiyet’i kabul etmemiş, kamu hizmetlerinde de dini kaideler uydurulması gereğini getirmişti.[7]

Çağdaş hukuk düzeninin inşasında hilafetin kaldırılması önemli bir aşama olmuştur. Cumhuriyetle ilanından sonra Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte medeni hayat büyük ölçüde çağdaş hukukla bağlı olmuştur. Medeni Kanun’nun hazırlık aşamasında sorun aile hukuku alanında ortaya çıkıyordu. 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesine benzeyen düzenlemeler yapılıyordu. Bir türlü çok eşli evlilikten vazgeçilmek istenmiyordu. Devrin aydınları sayılacak insanlarda bu görüşteydi. Atatürk bu konu da kesin ve katiydi. En büyük isteği çağdaş ülke yolunda çağdaş hukuk düzeniydi. Dediği de Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte oldu.

Cumhuriyet’ten önce kadınlar nüfus sayımında sayılmıyorlardı. Cumhuriyetle birlikte kadınlar uygar dünyanın insanları ile aynı seviyeye gelmişlerdir. Yirminci yüzyılın en önemli olaylarından biri de kadının haklar bakımından hem dünyayla hem de erkeklerle aynı seviyeye gelmesi olmuştur.

1925 yılında bir söylevin de Mustafa Kemal kadın konusu gelince şunları söylemiştir: ‘Bir milletin yalnız erkeklerinin terakki etmesiyle(gelişmesiyle) o millet yükselemez. Çünkü eğer kadın aynı nispette ilerleme halinde olmazsa, erkeğin yükselmesi mümkün değildir.’[8]

1924 anayasasının 10.maddesinde ‘On sekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk mebusan intihabına iştirak etmek hakkını haizdir.’ denmekteydi. 11 Aralık 1934 tarihinde 1924 anayasasında yapılan değişiklikle ‘Yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçmek hakkını haizdir.’ denilerek seçme hakkını vermiştir. Yine aynı dönem de 11.madde de yapılan değişiklikle ‘Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk mebus seçilebilir.’ diyerek Avrupa ülkelerinin çoğundan önce kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermiştir.

Sevr Antlaşması’yla Osmanlı Devletini haritadan silmek istemişlerdi. Osmanlı’yı orta Anadolu’ya hapsetmek istediler. Rumeli, İstanbul hariç Yunanistan’a bırakılmıştı. İzmir ve çevresi Yunanistan’a bırakılmıştı. Sevr Antlaşmasına göre, Doğu’da sınırlarının ABD devlet başkanı Wilson’un belirleyeceği Ermenistan Devleti hiç uzak değildi. Atatürk, Birinci cihan harbinde fiili olarak son bulan Osmanlı Devletinden milli mücadele sonucunda bir Cumhuriyet çıkarmıştır.    

Milli mücadele Sevr Antlaşmasına bir başkaldırıydı. Atatürk, Nutuk’ta yıllarca özgür yaşamış bir milletin Sevr antlaşması şartlarını kabul edeceğine, bir başka ülkenin manda ve himayesine gireceğine yok olsun daha iyi demiştir. Milli mücadele ile düvel-i muazzamaya başkaldırmış, sevri yırtıp atmış ve kazandığı zafer sonucunda Lozan antlaşmasıyla birlikte Cumhuriyetin ilan etmiştir.

Atatürk’ün yaptığı devrimlerle Ortadoğu ülkelerinin yaşadıkları sıkıntıları, kadınların özgürlük konusunda yaşadıklarını görünce ne kadar teşekkür etsek azdır. Şüphesiz ömrü biraz daha uzun olsaydı bugün yaptığımız bazı tartışmaları yapmıyor olabilirdik. Bir kişiden de her şeyi beklemeyip, hepimizin sorumluluk alması elzemdir. Atatürk bu kadar savaşın ve devrimin arasında yaklaşık olarak dört, beş bin civarı kitap okumuş, altını çizdiği yerlere de not almıştır.

Atatürk, ‘Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek olan sizlersiniz’ demiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın hayalleri çok nettir; kadın-erkeğin eşit olduğu, üretken, bilim yolunda ilerleyen, eğitimin bilim konusundaki ilerlemelere göre güncellendiği, müzik, opera, tiyatroya giden bir ülke. Yalnız, ardından gelen hükümetler onun bağımsızlıkçı Kemalist yolundan gitmeyi bırakın o yoldan sapmışlardır. Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak istediği ülkesi batı özentiliğine dönüştürülmüştür. 100. Yaşını kutlayacağımız Cumhuriyet’in içi boşaltıldı. İyimser TÜİK verilerine göre bile Türkiye’de kitap okumak Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. sırada bulunuyor.                                       

Ulu Önder’e ve şehitlere saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum. Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutluyorum. İlelebet…

----------------

[1] Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine

[2] Gözler, Kemal ‘Cumhuriyet Ve Monarşi’ , https://www.anayasa.gen.tr/cumhuriyet.htm

[3] Gözler, Kemal, Cumhuriyet Ve Monarşi

[4] Arend Lijphart ‘Çağdaş Demokrasiler’

[5] Gözler, Kemal, ‘Cumhuriyet ve Monarşi’

[6] Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, İş bankası yayınları s.464

[7] Toprak, Zafer ‘Atatürk Kurucu Felsefenin Evrimi’, İş bankası yayınları ,s.50

[8] İnan, Afet, ‘Atatürk hakkında hatıralar ve belgeler’, İş bankası yayınları, s.344