GİRİŞ

16. yüzyıldan sonra Kopernik devrimi , Newton Fiziği gibi bilimsel keşifler Rönesans ile birlikte vücut bulan akıl ve deney söylemleri ve Reform Hareketleri sonrasında Kilise’nin Sulta’sının azalması ve farklı alanlarda yaşanan gelişmeler 17.yüzyıla gelindiğinde Avrupa’da tarihsel kırılmalara yol açmıştır.

Felsefede de bu dönemlerde büyük değişimler yaşamıştır. Rene Descartes, 1641 yılında yazdığı Meditasyonlar isimli eserinde insanı dünyanın merkezine almıştır.Descartes, nesne ve özneyi birbirinden ayırmış ve bu ikircikli yapıda merkeze insanı almıştır. İnsan, artık dünyayı izleyen bir seyirci olmaktan ziyade Descartes’e göre Dünya’nın merkezi olmuştur.

Daha sonradan John Locke, George Berkeley ve David Hume vasıtasıyla empirizm gelişmiştir. Bütün bu gelişmeler aydınlanma çağına temel olmuştur. Aydınlanma çağı, aklın bütün anlamıyla özgürleştiği ve dini dogmalardan uzaklaştırmayı hedefler.

İmmanuel Kant, aydınlanma çağını aklın vesayetten kurtulması olarak tarif eder. Kant, erginlik kavramını insanın aydınlanmasına uyarlar ve onu tarihi ve eğitimsel-felsefi bir bağlama tabi kılar[1]. Aydınlanma çağı , yani 18. Yüzyıl insanını kendisini bütün geleneksel bağlarından kurtarmaya davet eder. İnsan artık  aklın vesayeti altına girecektir. Kant’ta akıl her şeyden önce antropolijik bir prensip, insanı insan yapan şey, insanın gerçek tabiatı ve baskın yönüdür[2].

Kant’a eleştirinin kazandırdığı başarılardan birisi de bilginin menşei konusunda çok eskilere uzanan rasyonalizm-ampirizm çatışmasında orta yol bulmaya çalışmasıdır[3]. Kant, kendinden önce varolan bu felsefi devirlerde münakaşa edilen problemlere yönelik çözüm getirmeye çalışmış ve yöntemini bu gayeyle bir sentez olarak felsefe alanına sunmuştur[4].

Kant’ın bilim anlayışından bahsetmeden önce biraz sizleri İmmanuel[5] ile içinde bulunduğu aile ve çevresi ile tanıştıracağım ve Kant’ın hayatından ara ara kesitlere çalışmamızda yer verildiğini göreceksiniz. Bir saraç ustasının oğlu olarak dünyaya gelen ve çok disiplinli bir hayat sürdüren Kant, Moses Mendelssohn tarafından her şeyi tahrip eden filozof olarak anılmıştır[6].

İmmanuel isminin anlamı ‘Tanrı onun yanında’dır[7]. Kant , her sabah saat beşte uyanan ,çayını içen ,piposunu tüttüren ve muayyen bir düzende çalışmaya başlayan birisidir. Anlatılanlara göre her gün saat dört buçukta Könisberg’de yürüyüş yaparmış ve kasaba halkı saatini Kant’a göre ayarlarmış.

Kant’ın sadece felsefe alanında değil doğa ve teoloji alanında da çalışmalar yapmıştır. Kant’ı en uzun süre tanıyan kişi 1755’te derslerine katılıp altmışların başına kadar onunla arkadaşlığını devam ettiren Borowski’dir[8].

Kant’ın ailesi dindar bir ailedir ve o dönem Pietizm’den ciddi bir şekilde etkilenmişlerdi. Pietizm o dönem Alman kiliseleri içindeki dini bir akımdır. Pietizm, ‘yürekten gelen iman’dı; entelektüalizme çok karşıydı ve içerisinde mistisizme varan duyguculuk barındırmaktaydı.

Pietizim, bir misyoner hareketiydi; kişisel kökten ihtida veya yeniden doğuş deneyimine ve dünyevi başarının kaldırılmasına ağırlık veriyordu. Pietistlere göre, esenliğe ancak ihtida ve uyanışla sonuçlanan tövbe mücadelesi ile ulaşılabilirdi.[9]

Kant’ın aile haricindeki ilk dini eğitimlerini Schulz vermişti ve Kant’ın ilk resmi dini eğitiminin arkasında Schulz’un pietizm anlayışı bulunmaktadır[10]. İmmanuel’in hünerli bir insan olduğunu  ilk fark eden Schuzl olmuş ve teoloji eğitimine hazırlanması için Collegium’a göndermeye ebeveynleri ile konuşmuş ve onları ikna etmiştir.

Kant, esas olarak bir ahlak filozofudur. Ahlaki yaşama büyük bir önem vermektedir. Hatta ahlakla ilgili şöyle bir parçasını söylemekte yarar vardır:

‘‘İki şey, üzerlerine sık sık eğilip ısrarla tefekkür edilirse, insanın ruhsal bünyesini hep yeni, hep artan bir hayranlık ve korkunç bir saygıyla dolduruyor: üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası’’

Kant’ın felsefesinin epistemolojik ,teolojik ve dinsel çağrışımlarını aydınlatma teşebbüsünden evvel , onun felsefi yöntemi şu üç nokta üzerine kurulmuştur: ‘eleştiricilik’ , ‘boyut’ , ‘sistem’.[11]

İMMANUEL KANT’IN BİLİM ANLAYIŞI

Kant felsefesi, bütünüyle bir tenkit felsefesidir. Kant’ın üç büyük yapıtı kuşkusuz Saf Aklın Eleştirisi,  Pratik Aklın Eleştirisi ve Yargı Gücünün eleştirisidir. Kant, Saf Aklın Eleştirisinde neyi bilebilirim sorusunu sormakta, Pratik Aklın Eleştirisinde ise ne yapmalıyım demekte ve Yargı Gücünün Eleştirisinde ise neyi umut edebilirim sorusunu sormaktadır.

Kant hayatının belirli dönemlerinde oturup belirli kitaplar yazmamıştır. Yani düşüncesi ilerledikçe olgunlaşmış eserler değildir. Önce neticesini belirlemiş , nereye varacağına dair fikir vermiş sonrasında en başa dönerek bunu nereden hareketle temellendireceğini düşünmüş ve yazmaya başlamıştır. Şöyle bir bakacak olursak hayatının on altı senesini alan çalışmalarında 1797 yılında nerede biteceğini 1781 yılında bilmektedir. Saf aklın eleştirisi yapıtının bölümlerini yazarken ahlak metafiziğine varmayı hedeflemektedir.

Kant’ın eğitim hayatı da Könisberg’de geçmiştir. Könisberg on sekizinci yüzyıl Almanya’sının tenha ve yalıtılmış ‘kenarda köşede bir şehri’ olarak veyahut Prusya’nın ‘hudut şehri’ olarak tanımlanır. Könisberg Üniversitesi’ne girince Immanuel’in hayatında esaslı değişiklikler olmuştur. Okula kayıt olanların okula ve ülkeye bağlı olduğuna , ayrıca hakiki Hristiyan dinini sevdiğine dair ant içmesi gerekiyordu. Bu durum da Katoliklerin, Yahudilerin ant içmemesine dolayısıyla da üniversitede eğitim görememesine sebep oluyordu. Teoloji, hukuk veya tıp öğrenmek isteyen talebelerin bu ‘yüksek’ fakültelere girmek için öncesinde felsefe alanında eğitim görmesi mecburiydi.[12]

 Kant ,sadece bir filozof değil aklın krokisini yayımlayan bir mimar gibidir. Saf akıl ve pratik akıl olarak aklı ikiye ayırması da bundandır. Eğer nesnemiz fiziksel doğa ise saf aklı veya teorik aklı ele alır.

Teorik akıl ,bilim yapan akıldır.Bu akıl fenomen dünya içinde varlığını ortaya koyan akıldır.Teorik akıl zaman- mekan zarfında bulunan akıldır.Bu akıl bizim bilgimizin  hudutlarını belirleyen akıldır.Pratik akıl , numene ait ola fenomene ait olmayan bilgiden oluşan akıldır.Bu akıl mevcut olanı değil ‘olması gerekeni’ kişiye vermektedir.Kant, pratik aklı teorik aklın fevkinde görmektedir.Bu akıl aynı zamanda özgürlük veya eylemden söz edilirse devreye giren akıldır.[13]

Burada Kant Teorik anlamda En Ulvi Varlık, yani TANRI’yı , pratik anlamda ise AHLAKİ KUSURSUZ’luğu söylemektedir.

1.Kant’ın Ahlak Anlayışı

Kant’ın bir ahlak filozofu olduğundan ve ahlaki yaşama da büyük önem verdiğinden bahsetmiştik. Peki , ahlaki dünyayı mümkün kılan şey nedir ? Elbette ahlak yasasıdır. İnsanların bütün eylemlerinin iyi , kötü , yanlış veya doğru olarak sınayacağımız bir yasallığa ihtiyaç duymaktayız. Kant, kötüyü insan iradesinin/istencinin eğilimlere uyması; iyiyi ise , insan iradesinin yalnızca ahlak yasasına uyması şeklinde tanımlamaktadır[14].  Kant’ın yapmaya çalıştığı şey de şudur: Duruma , kişilere zamana , mekana ,kültüre bağlı olmaksızın bir ahlak yasasının ortaya konulmasıdır.

Diğer bir yandan Kant’ın ahlak anlayışında da epistemolojisinde olduğu gibi kendinden önceki ahlak görüşlerini sıkı bir tenkite tabi tutar. Özellikle ananevi mutlulukçu (eudaimonist) ve yararcı ahlak (utilitarist) anlayışlarıyla hesaplaşan Kant, iki ahlak düşüncesinin de zıt yolda ilerlediği kanısındadır. Kant bu yanlışı gösterebilmek için ahlakın bölgesi ya da ahlaklılık melekesinin bulunduğu yer olarak  tasvir ettiği aklın pratik kesminin yani ‘pratik akıl’ın ayrımını yapar.[15]

Kant’ın ahlak felsefesi notları, hakikaten de ahlak duygusunu ahlakın temeli olarak esas almaktadır. Ahlakın en ulvi yasası şudur: Doğaya mütenasip davran[16].

Kant , toplumda ateistlere müsamaha gösterilmeli midir diye soran bir kişi şöyle cevap vermiştir; ‘Duruma bağlı, ateizmlerini ahlaki bir temele dayandırıyorlarsa, tehlikelidirler ve hoşgörü göstermemek gerekir; ateizmleri mantıki nedenlere dayanıyorsa ‘toplum için çok da tehlikeli değildirler’ demektedir.

Kant, ahlaki kötülüğün kaynağını insan doğasına bağlamaktadır. Ona göre insanın tabiatında kötülüğe karşı meyil bulunmaktadır. Kant’a göre, meyil yetenekten farklı bir konudur. Çünkü o,tamamen olmasa bile yeteneğin doğuştan gelen bir yönü olduğunu belirtmektedir.[17]

Kant, insanın kötü karşısında iyiyi yeğlemesi ve meylini bu yönde kullanabilmesi için, Kant’a göre güçlü bir irade sahip olmak gereklidir. Kötü ve istenmeyen şeylere karşı  insan iyi güçlü bir irade ile baş edebilir. İyi bir birey olmanın şartı, yüreklilik, kararlılık ve meyillere karşı direnme gibi güzel hasletler yanında, en mühimi güçlü bir iradedir[18]. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Kant’a göre, insanlar doğuştan doğasında var olan meyillerden sorumlu olmasa da, en azından kötülüğe karşı olan meyillerimizden sorumlu olacaklarıdır.

Ahlak ilkelerinin, çağının tefekkür kültürü içinde henüz gereken sarihlikle bilinmediğini düşünen Immanuel , bir amaca vasıta olmayan, kendinde gaye olan bir ahlak yasasının bir koşulsuz buyruğun belirlenmesi gerektiğini düşünür[19].

Kant’a göre, ‘Mutlu olmak istiyorsan , etrafındakilere yardım etmelisin. Dürüst biri olmak istiyorsan, yalan söylememelisin’ vb. buyrukları öğretseniz bile bir kişinin dürüst olmak gibi bir amacı veya niyeti yok ise ‘yalan söylememek’ sizin için bir yükümlülük veya zorunluluk değildir[20]. Kant, bu gibi durumların yarattığı ahlaki buhranı ortadan kaldıracak, yükümlülük bildiren , kendinde gaye olan bir ahlak yasası, bir koşulsuz buyruk aramaktadır[21].

Kant , ahlak duygusunun mantıksal olarak önce gelen bağımsız bir akılcı ilkeye tabiiyetine vurgu yapmaya başlamıştır. Şöyle der:

‘Ahlak duygusu orijinal bir duygu değildir. Kendimizi dışsal bir bakış açısından görmemizi ve sezmemizi sağlayan mecburi bir içsel yasaya dayanır.Kendimizi umumi olarak , adeta aklın kişileşmesinde hissederiz ve ferdileşmemizi rastlantısal bir konu olarak veya evrenselin rastlantıları olarak görürüz.

Bir fiilin onaylanmasının evrenselliği(aklın evrensel bir prensibine dayanması) için vazgeçilmez şartlar ahlakidir… Bir eylemin tasdiklenmesi eyleyenin duyusal Saikleriyle herhangi bir ilişkisi olan bir tasdik zemini barındırıyorsa evrensel olamaz.’[22]

Peki yukarıda bahsettiğimiz ahlak yasası, bu koşulsuz buyruk nedir? Kant’ın bununla ilgili üç ayrı formülü vardır:

1.Öyle bir maksime göre eyle ki , aynı vakitte bir evrensel yasa olabilsin.

2.Öyle eyle ki , insanlık, ister senin ister farklı birinin karakterinde, aynı vakitte bir gaye olsun, katiyen yalnızca bir vasıta olmasın.

3.Her rasyonel varlığın iradesi, evrensel yasalar koyan iradedir.[23]

Yukarıda maksim kavramından bahsetmiştik. Kant , karakter sahibi olduğumuz oranda ahlaki kıymetimiz olur. Ahlaki açıdan karakter oluşturmak ödevimizdir. Kant’ın ahlak psikolojisi aynı vakitte bir karakter psikolojisidir. Dolayısıyla karakteri yargılarken ilk ve en mühim maksim doğruluktur[24]. Kant’ın karakter bakımından olgunluğa ulaştığımız yaş ‘kırktır’.Kırk yaşında yaşanan her şey derin etkiler bırakır:

‘Birinin karakter sahibi olmasının ispatı, fakat kendi kendisine itiraflarında ve başkalarıyla ilişkilerinde doğruluk ilkesini en ulvi maksim olarak benimsemesi olabilir.’

Karakter maksimler üzerine temellendirilir. Peki bu maksimler nelerdir? Kant’ın maksimleri makro ölçüde gayet alelade şeylerdir- en azından antropoloji bağlamında bu maksimleri alelade şeyler olarak tanımlar. Bu maksimler başka kişilerden ya da kitaplardan öğrendiğimiz maksimler veya umumi politikalardır. Bunları yaşamımızı devam ettirmek için prensipler olarak seçeriz. Maksimler bizim akılcı varlıklar yani sadece Saiklerle değil umumi prensiplerle hareketlerini yönlendirmeye muktedir canlılar olduğumuzu gösterir[25]. Kant’a göre, maksimlere göre yaşamak  yani prensipli bir biçimde yaşamak rasyonel bir biçimde yaşamaktır. Maksimler Saiklerle hareket etmemizi, hislerimize kapılarak ahmakça davranmamızı engel olur. Kant’ın yazılarından bu konuyu bilmemize rağmen, onun ancak birbirini dışlayan iki tarzdan birine –ya Saiklere ya da akla- göre davranmamızı söylemesi, ayrıca ‘insanlar olarak akla göre yaşarız, bu yüzden aklın maksimleri yoluyla hayvansal dürtülerimizi kısıtlamalı ve hiçbir meylimizin aşır kuvvetlenmesine müsaade etmemeliyiz’ demektedir[26].

Buradan şunu çıkarabiliriz. Maksimler hayatımızı devam ettirirken uyacağımız hakiki prensiplerdir. Bir şeyi maksim olarak belirlemişsek ona uymamız elzemdir. Bu yüzden kişinin maksim olarak seçeceği şeyler uyulabilecek türden şeyler olmalıdır; yani yapay bir ilke değil , günlük hayatımızda geçerli olan bir prensip olmalıdır. Maksimlerin değişmez ve katılık zorunlu nitelikleridir. Bir kez kabul ettikten sonra bundan cayılmamalıdır. Daha doğrusu ,Kant’ın söyleyişi böyledir.Maksim edinme öyle her şey olmamalı nadiren ve çok mühim hadise olarak görülmelidir.

2.Saf Aklın Eleştirisi

Kant’ın felsefi eleştiriciliğini gayesi , ‘ dogmatizm’ ile ‘şüphecilik’i sentezlemek ya da onları birleştirmektir. Yani her birindeki doğru ve iyi yanları ayırt etmek ve bu öğelerden karşı tarafa huzursuzluk veren şeylere çekidüzen vermektir[27]. Kant’a göre bütün bilgimiz ‘deneyim’ ile başlar[28].

Felsefe tarihinin anıtsal yapıtlarından Saf Aklın Eleştirisi 1. metni, direkt Kant felsefesinin temel meselesiyle, insan aklının cevap aramaya kendiliğinden ve mecburi olarak sürüklendiği, ancak sınırları sebebiyle de bir türlü cevaplayamadığı bazı sorular tarafından kesintisiz bir biçimde tedirgin edildiği saptamasıyla açılır.[29]

Kant, Eleştiri’yi dört- beş ayda alelacele yazdığını iddia etmektedir. Bu iddiayı ispatlayacak başka delillerde bulunmaktadır. Ancak nihai genel planı en az bir yıl öncesine dayanıyordu ve bazı taslakları 1770’lerin başında yazılmıştı. Kant’ın yapıtlarını nasıl yazdığı konusunda çok fazla söylenecek bir şey olmadığını iddia eden Borowski şöyle bir betimleme yapmaktadır:

‘Önce kafasında umumi bir taslak tasarlıyor , ardından bunu belirginleştiriyor, şuraya buraya bazı pasajlar ekliyor, bunları küçük kağıt parçalarına yazıp alelacele yazılmış ilk taslağın sayfaları arasına yerleştiriyordu. Belirli bir zaman tüm elyazmasını yeniden gözden geçiriyor, ardından okunaklı bir yazıyla kitabın tamamını matbaa için kaleme alıyordu.’[30]

Platon’un açtığı yol da 18. Yüzyıla kadar devam eden öz ve görünüş ayrımı vardır. Yani tek tek gördüğüm deneyimlediğimiz ağaçlar ile ağaç arasında fark vardır. Örneğin ağaç dediğimiz de çam ağacı, çınar ağacı gibi çeşitleri bulunmaktadır. Örneğimizdeki ağaçlar bir gün değişim geçirip yok olabilir. Ağaç kavramı uzay ve zaman üstü kendisini değiştirmeden koruyan mutlak bir şeyden bahsederiz.

Kant, Platon’dan beri gelen bu öz ve görünüş kavramını ele alıp başka bir noktaya doğru götürecektir. Kant bir şeyin kendisinde ne olduğunu bilinemeyeceğini söyler. Örneğin bir şeye bilgisayar diyoruz. Onu bildiğimizi ve deneyimlediğimizi söylüyoruz. Sadece kendi deneyimiz ve kendi aklımızda kurduğumuz ve geri ona projekte edilmiş bilgisayar yargımızı bilmekteyiz. Biraz daha açacak olursak, herhangi bir nesneye baktığımızda onun kendi içerisinde kendisinde ne olduğunu değil onun belirişini tutan deneyimlerin aracılığıyla aklının süzgecinden geçiriyorsun yargı yetisinin dışarı aktardığı şeyi biliyorsun.

Kant, fenomenler ‘şeylerin göründüğü halleri’ numenler ise ‘şeylerin olduğu halleriyle’ temsilleridir[31]. Bir başka deyişle Kant’ın bu ‘kendinde şey’ dediği kendi içerisinde ne olduğu bilinmeyen maddeye numen demektedir. Oysa insanlar numeni değil deneyimin ve anlama yetin aracılığıyla kurulan ve dünyaya geri projekte edilen fenomeni bilirsin. Duyarlılığın nesnesi duyulur olandır, düşünce tarafından kavranmayan hiçbir şey içermeyen şey düşünsel dünyaya aittir. Antik okullarda bunlardan birinci olana phenomenon ikincisine noumenon deniyordu[32].Aslında Kant’ın bize burada söylemeye çalıştığı şey senin o şeyin o şey olarak ne olduğunu bilmene imkan yok. Boşu boşuna bir şeyin kendisinde ne olduğunu anlamaya çalışma veya sorgulama  bu senin aklının  mantığının ve yetilerinin kapsamında değildir.

Fenomenler yani görünge dediğimiz, beş duyu organı ile  algıladığımız alemdir.Bilgilerimiz fenomen alem ile kısıtlanmıştır, bize bunu sağlayan şey de teorik akıldır. Numenler ise bilgisine sahip olmadığımız alemdir. Kant’ın bu ayrımı Platon’un idealar ve gölgeler ayrımına benzememektedir. Kant burada ‘fenomen – numen’ aynı alemde olduğunu ancak insanlar bunların bazılarını yani fenomeni anlayabilirken numeni anlayamadığını söylemektedir.[33]

Kant’ın fenomen ve numen ayrımında son ifadesi şöyledir: ‘ Duyular bize objeleri göründükleri gibi , anlama yetisi ise oldukları gibi sunar dersek , bu ikinci ifade aşkınsal manada değil , görgül anlamda alınmalıdır… Çünkü bunlar hepimiz için her durumda veya konumda bilinmeyen olarak duracaklardır’.[34]

Kant’ın eleştirel felsefesi halen bir felsefi önem arz eden üç temel sorudan yukarıda bahsetmiştik. Kant, saf aklın eleştirisi eserinde bu sorulardan neyi bilebilirim sorusuna ele aldığı ama bu soruya da doğrudan doğruya cevap verdiğinden bahsedemeyiz.

Kant deneyimden bütünüyle müstakil, mecburi, evrensel özellikler nitelediği bir bilginin mümkün olup olmadığı sorusunu sorar, deneyimlerimizin içerisinde bile kök olarak bulabileceğimiz, deneyden müstakil ve önce gelen bir bilgi vardır, alelade bir zihin bile hiçbir zaman onlarsız olması mümkün değildir, Kant bu tür bilgileri a priori bilgi olarak adlandırır[35].

Kant’ın terminolojisiyle soru şöyledir: ‘a priori olarak ve deneyimden tümüyle yalıtılmış bir şekilde ne bilebiliriz?’ Başka bir deyişle , Kant’ın yanıtlamaya çalıştığı soru –kendisi de dahil- her metafizikçinin aradığı cinsten bilginin mümkün olup olmadığıdır[36]. Kant, saf aklın eleştirisi boyunca aklın bizzat kendisiyle ve onun arı tefekkürüyle uğraşmıştır. Bu uğraş süresince yanıtlanmaya çalışılacak soru ; aklın deneyden gelen her çeşit malzeme ve yardımdan uzak kaldığında hangi limite kadar gidebileceğini görmektir[37]. Kant’a göre deneyime önsel olan a priori bilgiler için birkaç misal vermek gerekirse, öncelikle zaman ve mekan; gibi zihnin sadece formlarını; evren, ruh ve Tanrı gibi aklın a priori sentezleri gibi metafizik öğeleri; ‘iki nokta arasından ancak bir doğru çizgi geçer’ , ‘uzayın üç boyutu vardır’ , ‘ her etkinin bir sebebi vardır’ gibi kaideleri sıralayabiliriz [38].

Kant, bütün bilgimizin deneyimle başladığını kabul etmekle beraber bu noktada kalmayacaktır çünkü deneyim bize evrensellik sunmamaktadır. Bize evrensellik vermeyen bu bilgiye karşılık gelen a posteriori bilgidir. Bu nedenle Kant deneyimden türetilmeyen evrensel olan bilgiyi takip eder, bu bilgiye karşılık gelen ise a priori bilgidir[39].

Bizim deneyimlerimize gelen belirişler var buna sunuluş da denir. Örneğin beş duyu organı ile gördüğümüz , algıladıklarımız , kokladıklarımız şeyler var. Bir de bu deneyimleri anlamlı hale getiren ilkeler bulunmaktadır. Yalnız bu ilkeler doğanın kendisinden değil aklın kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Deneyim içerilmeyen ancak deneyimi şekillendiren deneyimden aldıkları sayesinde nesne ve onun bilgisini kuran saf aklın ilkeleridir.

Kant, geleneksel metafiziğin savlarını ‘sentetik a priori yargılar’ olarak isimlendirir ve mevcut durumuyla dünya hakkında deneyimden bağımsız a priori bir şey bilmemizin imkansız olduğunu söyler. Fakat bütün bilginin yalnızca deneyimden türetileceğini tefekkür ederek bilgiyi duyumda ve düşünümde arayan önceki ampirist filozofların izinden gitmez. Kant’a göre her bilginin a priori bir öğesi bulunmaktadır.[40]

Kant, artık a priori bilginin mümkün olup olmadığıyla ilgili bütün soruşturmaları ‘transendental’ diye isimlendirmek  , dolayısıyla yaptığı araştırmalarında da ‘transendental felsefe’ adını vermektedir. Kant’ın transendental felsefesinin yola çıkış noktası tecrübedir, tecrübeden hareketle geriye doğru giderek mecburi prensiplerden ilk umutları, tecrübenin olduğu haliyle kendilerinden hareketle kurulması için yeterli olmalıdır[41]. Kant bilgini mecburi olarak tabi kıldığı bu a priori epistemik şartları ‘formlar’ olarak tarif eder. Bu formları da üçe ayırmaktadır (1) duyarlık formları, (2) anlak formları ,(3) akıl formlardır.

Bulardan birincisi, yani duyarlığın formları uzam ve zamandır.Bu formlar ‘kendinde şeylerin’ öznitelikleri değil , dünyaya dair bilgimizin öznel şartlarıdır yalnızca. Yani yaradılışımız gereği farklı bir donanıma sahip olsaydık, şeyleri sadece bize göründükleri gibi değil, gerçekten var oldukları ‘sezmemiz’ veya görmemiz imkan dahilinde olabilirdi. İkincisi, bilgimiz anlak formlarına, yani bir dizi temel a priori kavrama bağımlıdır. Kant bu a priori kavramları Transendental Mantık’ın veya farklı ismiyle Kavramlar Analitiği’nin birinci kesiminde ele alır. Aristo’dan ödünç aldığı bir terimle bu temel kavramları kategoriler olarak tanımlar. Eleştiri’de ise on iki kategori bulunabileceğini ileri atar ve bunları tek bir prensipten kesin bir ispatta oluşturduğundan emindir. Bu kategoriler şunlardan oluşur:

- nicelik (birlik , çoğulluk ve bütünlük),

- nitelik (edimsellik , olumsuzlama ve sınırlandırma),

- bağıntı (içerme, nedensellik ve ortaklık)

- kiplik(olanaklılık/olanaksızlık, olma/olmama,zorunluluk/olumsallık).[42]

Yukarıda ‘Transendental’ teriminden söz etmiştik bu terim Ortaçağ Latincesinde ‘aşmak’ anlamına gelen ‘transcendere’ mastarından transcendens veyahut transcendentum sıfat-fiil olarak elde edilmiştir. Transcendens ‘varlığı aşan’ anlamına gelmektedir. Nitekim Kant’ta Transendental’ı bütün deneyin ötesine geçen bir şey olarak kullanmamış , deneyden önce (a priori) anlamına gelecek biçimde fakat  tek işlevi ‘ deneyi olanaklı kılmak’ olan bir anlama gelecek şekilde tanımlamaktadır[43]. Transendental terimi Kant felsefesinin tememl ifadelerinden biridir, O kendi yöntemine transendental ismini vermektedir, mezkur yöntem ‘ herhangi bir objeye meyletmiş olan bilgiyi değil bilginin kendisin inceleyen yöntemdir ; bilgini kritiğidir, bilgi öğretisidir.’[44]

Burada şunu söylersek yanlış olmayacaktır. Kant kategorilerin sadece deneyime imkan verdiği ölçüde mümkün olan kavramlar olduğunu deneyimin ötesindeki bir şey için kullanıldıklarında ise lafı güzaftan ibaret olduklarını söylemeye çalışmıştır.

Kant akıl formlarını Transendantal Mantık’ın ikinci kemsinde , yani Transendental Diyalektik’te ele almaktadır. İde’ler ‘nesnel olarak geçerli hiçbir sentetik yargının zemini’ olamazlar, oysa ‘akıl, anlak kavramları sayesinde güçlü prensipler kurar, ama bu prensiplere doğrudan kavramlarla değil, sürekli dolaylı olarak bu kavramların tümden olumsal bir şey yani olası deneyimle münasebeti sayesinde varır’[45].

Saf Aklın Eleştirisi’nin “Transendental Diyalektik” kısmında Kant, umumi olarak aklın tasarruf biçimlerini sistematik olarak gruplandıktan sonra, ananevi metafiziğin temel sorunlarını tenkitsel felsefe kapsamında “ruh,” “kozmos” ve “Tanrı” cihetlerinden, diğer bir deyişle de, sırasıyla, “rasyonel psikoloji,” “rasyonel kozmoloji” ve “rasyonel teoloji” ile ilgili olmak bakımından ayırır[46]. Kant, diyalektikte ruhun doğası, bir bütün olarak evren ve Tanrı konusundaki ananevi sipatların geçersiz olduğunu göz önüne sermeye çalışır, söz konusu ispatlar hiçbir anlamda bilgi tesis edemezler, bilgi tesis ettikler mefruz olduğu düşünülürse bizi kaçınılmaz olarak kendimiz çelişir gösterir[47].Objeler ile olmaktan ziyade a priori imkanı olduğu oranda objelere ilişkin bilgi çeşidi ile ilgilenen bütün bilgiyi aşkınsal olarak isimlendirir , böyle bir kavramlar dizesi Aşkınsal Felsefe olarak isimlendirir[48].

Kant, Transendental Analitikt(kategoriler tablosu) Duyu datalarının tek başına bir mana ifade etmeyecektir. Daha açık şekilde söylersek Kant özellikle Prolegomena’da deney yargıları ile algı yargıları arasında ikili bir ayrım yapmaktadır: ‘Deneysel yargılar, nesnel geçerliğe ait oldukları vakit, deney yargılarıdır; sadece öznel geçerli olanlarını ise sırf algı yargıları diye tanımlar. Bu ikinci olanlarını, saf anlama yetisi kavramlarını değil ; sadece düşünen bir öznede algıların mantıksal irtibatını gerektirir. Oysa birincileri her zaman duyusal görünün tasarımlarından ziyade, özce anlama yetisinde yaratılmış özel kavramlar şart koşarlar; işte bu kavramlar deney yargısının objektif geçerli olmasını sağlarlar’. Algı yargıları subjektiftir.[49]

Kant , Saf Aklın Eleştirisi isimli yapıtında açıklandığı üzere deneyimin ve deneyim nesnelerinin inşasında veya en umumi anlamda ‘bilgi’ söz konusu olduğunda tefekkür gücünün yani aklın bir nesneyle ilgili kullanılışı kategorileri, başka bir söyleyişle anlama yetisinin saf kavramlarını icap ettirir.Çünkü kategoriler/saf kavramlar olmadan hiçbir nesne tefekkür edilemez.[50]

Kant’a göre, aklın saf kullanımının teorik bilgide ‘müessis’ değil , ama ‘düzenleyici’ bir fonksiyonunun olması ilk bakışta kabul edilebilir görünmez. Çünkü akıl idelerle tefekkür edilen bir karşılığı olmasını ister; fakat bu arzunun işe yaramadığını görmekte de gecikmez.[51]

Kant, ‘ikinci’ bir ben olduğunu , yani görünüşe ‘sahip olan’ veya deneyimi ‘gerçekleştiren’ bir ben olduğunu problemsizce kabullenir. Onun dilinde bu ben, her tefekkür ya da kavramın bir parçası olan ‘ben düşünüyorum’ dur. Çünkü ‘ben’in katiyen nesne olması söz konusu değildir. ‘Ben’i içsel sezginin ampirik nesnesi olarak ele alabiliriz, ama bu da tanımı gereği akılcı psikolojiden farklı bir şeydir. Bir başka söyleyişle, kendide-şey olarak ‘kendi’mize ulaşmamız mümkün değildir.[52]

Diğer bir yandan değinmemiz gereken kavramlar analitik- sentetik yargı kavramlarıdır. Kant, öncelikle bilginin özne-yüklem münasebetinden doğan bir yargı olduğu neticesine varıyor ve bunun iki çeşitte mümkün olduğunu müdafaa ediyordu. Kant bu iki yargı çeşidinden birincisini: ‘B yükleminin gizli bir biçimde A’ya ait olduğu haller’ ifadesi ile analitik yargılar; ikincisini de: ‘B’nin tümüyle A’nın kapsamının dışında olduğu haller’ deyişle sentetik yargılar olarak adlandırılır[53].

Yani analitik önerme şudur: kendi kendisinden çıkan. Buse , Buse’dir.Bu önerme doğru mu pek kuşkusuz doğrudur. Yeni bir bilgi verdi mi hayır. Analitik önermeler salt mantıktan çıkar. Örneğin bir birdir özdeşlik. Bir bir olmayan değildir çelişmezlik. Bir hem bir hem iki değildir üçüncü halin olanaksızlığı. Hiçbir şey deneyimlemeden, eklemeden kendi kendine türetilmiş önermenin kendisi içerisinden çıkarılmış kesin ve doğru önermeler hem analitik hem a prioridir. Deneyimimizden hiçbir şey gelmedi. Bunu ortaya koymamız için bir şeyi sentezlemedik . Peki , Buse gözlüklü bir insandır deseydik ne olurdu? Yukarıdaki örnekle aradaki farkı hemen fark edeceksiniz. Şimdi verdiğimiz örnek deneyime gereksinim duyar. Bunlara da sentetik önerme denir . Hakikaten Buse’ye bakıp gözlük kullanıp kullanmadığına dair yargıya ulaşmamız gerekir. Şunu söylersek yanlış olmayacaktır. Matematik mantık veya geometriden bahsettiğimizde a priori olan yani deneyime ihtiyaç olmayan alanlardan söz etmiş oluruz. Yalnız her durumda analitik  a priori midir ? 8+4 toplamı 12 yapacaktır. Peki bu a priori önerme analitik midir sentetik midir? Matematiği ele alırsak sadece çelişmezliği prensibinden türetilemediği ile karşılaşılır. Matematiksel önermeleri hem zorunlu ve evrensel  olmaları bakımından a priori hem de genişletici bilgi olmaları bakımından sentetiktir. Geometri salt mantık ilkelerine dayanmaz bize bir tür mekan algısı eşlik eder.Geometri de bir önerme kurduğunuz da farkında olun ya olmayın size eşlik eden uzaysallık vardır. İşin içine hissetme yetisinin a priori formları da karışır. Kant başlangıçta nedenselliği aşmak ve evrensel ahlak yasasını bulmak böylece  evrensel dünya yurttaşlığına ilerlemek. Kant’ta der ki : o zaman bizim ahlak yasamız sentetik a priori yargı olmalı. Yani mantıksal zorunluluk taşıyacak aynı zamanda analitik olmayacak ve genişletici olacak bir bilgi verecek.

Analitik yargılar , bilginin muhtevasına yeni bir şey eklemeyen tenakuz prensibine dayanan ve doğal yapıları a priori olan açıklayıcı bilgilerdir. Örneğin ‘tüm objeler yer kaplar’. Sentetik yargılar , bilgimizi arttıran deneyim yargıları olan genişletici bilgilerdir. Örneğin ‘bütün cisimler ağırdır’ ifadesi bir sentetik yargı bildirir.[54]

3.Pratik Aklın Eleştirisi

Pratik Aklın Eleştirisi’nin yayımlanma senesi 1788’dir. Fakat eserin nüshaları daha 1787 Noel’nde Konisgberg’de bulunabiliyordu ve Kant el yazmasını neredeyse altı ay önce tamamlamıştı. Bu ikinci eleştiri birincisinin temel çizgilerini izler. ‘Saf Pratik Aklın Ögeleri Öğretisi’ başlıklı uzun bir birinci bölükten ve daha kısa ‘Saf Pratik Aklın Öğeleri Öğretisi’ başlıklı ikinci bölükten teşekkül etmektedir.[55]

Kant istisnalar harç her gün ders anlatmaya devam etmiştir.1787’den sonra haftada yalnızca dört saat bedelsiz , dört saat ücreti mukabilinde ders vermiştir. Dersleri artık pek heyecanlı geçmese de ünü ve üniversitedeki rolü çok sayıda talebenin gelmesini garantiliyordu.[56]

Kuşkusuz aklın yalnız bilmek için değil eylemek için de kullanıldığını öne süren tek mütefekkir Kant değildir. Felsefi açıdan enteresan olan nokta aklın düşünme eyleminin bir eylem için nasıl belirleyici olacağı sorusudur.[57]

Kant’ın Ahlak yasası, ne yapılmasını söylemekten çok neden böyle yaptın sorusuna karşı kişinin eylemlerinin altında yatan niyeti sınayabileceği genel bir prensibi temsil etmektedir. O halde doğa felsefesi halihazırda var olan ile ilgili iken kurucu Saf aklın eleştirisine tekabül eder. Ahlak felsefesi ise burada var olması gerekenle ilgili yani kural koyucu Pratik aklın eleştirisine tekabül eder.

Ahlaki eylem tanımı gereği toplumsallığı şart koşar. Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde ıssız adada tek başına yaşayan bir insanda güzele dair bir eğilim olmayacağını söylemektedir. Bu güzellik meselesini etiği kapsar şekilde genişletmek mümkündür. Yani ıssız adada tek yaşayan bir insan için ne güzel ne de iyiliğe dair bir eylem olur.

Aklın teorik kullanımından pratik kullanımına intikalinde en üst tarz, ‘transdental özgürlük’tür. Çünkü  akıl teorik kullanımında sebepsellik kavramından yola çıkarak kategorik veya şartsız olana doğru arayış düştüğü antinomiden , pratik düzlemde kurtulmaya çalışır.[58]

Kant’ın ahlak felsefesi ahlakın tekelci aklın bölgesinde olduğunu göstermeye yönelik bir teşebbüstür , ‘özgürlük’ aynı durumda teorik aklın bizi götürdüğü esas ide’lerden biri olduğundan, iki Tenkit’in birleşme noktasından teşekkül olmaktadır[59]. Kant açısından özgürlük, imkanlılığı a priori bilinen tek ide’dir, dolayısıyla da Tanrı ve ölümsüzlük idelerine sadece onun vasıtasıyla nüfuz edilebilir[60]. Ölümsüzlük ve Tanrı olmadan ahlaki umutsuzluğa mecbur oluruz. Ahlaki fiil bu dünya da daha fazla iyilik çıkarmalıdır, fakat genellikle çıkarmaz[61].

Hatırlatacak olursak teorik akıl duyusal görü çeşitliliği ile a priori kavramları aracılığıyla birlik sağlamıştı, ahlak yasası ile buyuran pratik akıl ise arzuların çeşitliliğinin birliğini a priori istemenin bilincinde sağlamaya çalışacak. Mezkur ahlak yasası öyle bir yasadır ki tüm muhtevasından ve isteme objesinden ayrıldığında geriye bir tek yasa koymanın şekli kalacak. Kant’ta şöyle demektedir :

Pratik bir yasa olarak tanıdığım bir yasa  umumi bir yasa olarak konmaya mütenasip olmalıdır ; bu , kendi içerisinde bir benzerliği dile getiren önermedir.(….)

Hatta Kant’ın şu cümlesi çok meşhurdur:

‘Öyle bir davran ki davranışın prensibi evrensel bir yasa olabilsin.’

Kant ahlaki bakımdan eylemleri ikiye ayırır: Ödeve mütenasip olan ve ödeve mugayir olan. Kant’ın bu ayrımından sonra aradığı , hakiki anlamda ahlaki veya ahlaklı fiilin hangisi olduğudur. Bu arayışta ödeve mugayir fiil kendiliğinden saf dışı kalmaktadır. Kant’a göre ödeve mütenasip fiil aynı zamanda ahlakidir ama bir fiilin ahlaki olması için  yalnızca ödeve mütenasip olması yeterli olmaz aynı zamanda ödevden ötürü yapılmalıdır.[62]

Bu durumu şöyle örnekleştirebiliriz. Örneğin bir esnafın tecrübesiz müşterisini kandırmaması ödeve uygundur; çok alışverişin olduğu yerde, zeki tüccar da bunu yapmaz, herkes için aynı fiyatı koyar, bir çocuk bile rahatlıkça o esnaftan alışveriş yapabilir. Burada dürüstçe hizmet ediliyormuş gibi görünse de tüccarın bunu ödevden veya ahlakından ötürü yaptığına inanmamız için pek yeterli değildir. Çünkü menfaati bunu gerektiriyor. Demek ki fiil ödevden dolayı veya doğrudan meyilden dolayı değil, sırf bencil bir gayeyle yapılmıştır.

Ahlak yasasının ana hattı Tanrı’nın buyrukları veya istekleri değil bizim özerkliğimizdir. ‘Dimdik duran insan pekala şöyle diyebilir: Tanrı’nın olmasını isterim , bu dünyadaki varlığımın aynı zamanda anlağın natürel ilişkilerin ötesinde katıksız dünyasındaki varlığımla bir olmasını isterim, en nihayetinde de varlığımın sonsuz olmasını isterim.’[63]

Kant’ın pratik bilgiyi belirleyen şey bilene bir şey empoze etmesidir. Pratik bilgi kendi başına ya buyruktur , bir şeyin yapılmasını veya yapılmasını buyruk verir ve bu bakımdan teorik bilgi ile ters düşer .[64]

4. Yargı Gücünün Eleştirisi

Kant ikinci Eleştiri’yi 1787 yazında neticelendirdikten neredeyse hemen sonra ‘ Beğeni Eleştirisinin Temeli üzerinde çalışmaya’ başladı. Kitap nihayet çıktığında ise bu Eleştiri’nin ta kendisiydi.[65]

Kant, bu eleştiride neyi umabilirim sorusunu sormaktadır. Burada esas kavramımız ise amaçlılıktır. Kant’ın felsefesinde insanlığın ilerlemesine dair bir amaç görürüz. En iyiye doğru ilerlemek büyük bir emek gerektirecektir. Kant neden en iyiye doğru bir ilerleme sağlayalım bu motivasyonu nerede bulacağız?

Kant’ın son zamanlarda üç temel eleştirisinin sonuncusu olan Yargı Gücünün Eleştirisi üzerine yapılan kıymetlendirmelerin onun diğer iki eleştirisini geri de bıraktığını söylenmektedir. Halbuki bunun nedeni önceki iki eleştirinin kıymetsiz olmasından değil, Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi’de, ilk iki eleştiri de meydana gelen önemli bir problemi değişik bağlamda ele almasından kaynaklanmaktadır[66]. Kant’ın mezkur üç eseri de ortaya koymaya çalıştığı total bakışın birbiriyle ilişkili parçalarıdır, Yargı Gücünün Eleştirisi temel meselesi tabiattaki ya da sanattaki ‘güzel’in ve ‘ulvi’nin insandaki zeminini münakaşa etmek ve ortaya koymaktır[67].

Güzel ve ulviye ilişkin olarak estetik kavramını kullanan ilk insan Kant olmamıştır, Kant’tan önce estetiği düzen haline getiren Kant’ın yurttaşı olan Alexander Baumgarten’dir, yalnız estetiği kavramlarıyla model haline getiren kişi İmmanuel’dir[68].

Özgür olan (numenal) insan ile mekanik nedenselliğin olduğu (fenomenal) doğayla ilişki içerisinde ne olacaktır ?Kant mezkur eleştiri de şu ek sorunun cevabını da aramaktadır: “Acaba ilk iki eleştiride oluşan teorik ve pratik akıl arasındaki farkı gidermek mümkün müdür?” [69]

Kant, doğanın ampirik olarak , sadece nedensel prensipler kullanarak açıklanması gerektiği fikrini sorgulamak istemediğini vurgulamaktadır. Maddenin doğanın ve doğal türlerin yaratımından mesul sayılan ‘temel erklerinden’ söz edenlerin aksine, boş veya bilimsel olmayan şeyler ortaya atmamıştır.[70]

Kant yukarıdaki sorulara yanıt  ararken , doğaya ereksellik atfetmenin üniversal ve a priori şartlarını ortaya çıkardıktan sonra ereksellikten yola çıkarak tabiata farklı bir bakış katmanın (bulunuyorsa)meyvelerini almaya çalıştığını söylemeye çalışmıştır[71].Ereksellik kavramıyla, tabiattaki objelerin  şekilleri ve muhtelifliği ne vurgu yapılarak bir bakıma mekanik ifade etmekten kaçılır ve yerine teknik ifade edilir[72]. Teknik ifade, erekselliğin kavramının üstüne bastığı üzerine, subjektiftir. Bundan dolayı teknik ifade, tabiata ilişkin objektif  bir ifade değil , dimağa ilişkin öznel ifade olarak söylersek yanlış söylemiş olmayız.

Yargı Yetisinin Eleştirisi iki kısımdan meydana gelmektedir: Estetik Yargının Eleştirisi ve Teleolojik Yargının Eleştirisi. Her iki bölümde de Analitik ve Diyalektik vardır.[73]

Estetik Yargı Yetisi’nin Eleştirisine güzelin analitiğiyle yola çıkan Kant , söz konusu tahlilinde beğeni yargısının estetik olduğunu ispatlamak için yargıyı meydana getiren güzelin hoşlanma hissi uyandıran diğer hallerden nasıl farklılaştığını ele alır[74]. Estetik Yargı Yetisi’nin Eleştirisi estetik yargıların geçerliliği sorunun ele alır ve bu sorunu estetik konulardaki savlarımızın kendine has bir yönünden doğar[75].

Bu duruma örneğin ‘Buse’nin yaptığı tablolar güzeldir’ veya ‘Köprülü Kanyon ihtişamlıdır’ gibi bir sav da bulunduğumuzda duygularımızı açıklamış oluruz, dolayısıyla objektif bir bilgiye dayanan savlarda bulunmuş olmayız. Aynı durumda , beğeni yargıları olarak adlandırılabilecek bu çeşit savlar ne hissettiğimize dair bildirimlerden oluşmamaktadır. Bu çeşit yargıların ardında daha çok şey olduğuna ve üniversal anlama sahip bir şey anlattığına inanırız. Bu inanışların sebepleri nelerdir?

Güzelin Analitiği’nde Kant beğeni yargısının, daha doğrusu bu yargının içerdiği konulardan birinin , yani güzelliğin dört niteliğinin umumi hatlarını ilk kez ifade eder. Beğeni gücünde meydana gelen yargı , aklın rekleftif bir tefekkürünü açıklamasıyla teorik veya bilgi yetisindeki belirleyici yargıdan ayrışmaktadır[76].Beğeni yetisinin güzel ve ulvi de ortaya çıkmasının neden hedonizmle alakalıdır. Beğeni yargıları hiçbir menfaatimiz olmadan zevk duyduğumuz veya kaçındığımız nesnelerin kıymetlendirmesi olduğundan ,onlara evrensellik isnat edebileceğimizi göstermeye çalışır, bundan dolayı güzel bulduğumuz bize menfaatimiz olmamasına rağmen zevk verir.[77]

Beğeni yargısının nicelik açısından ikinci olarak uğrayacağı yer ise güzelin kavram olmaksızın nasıl evrensel olarak dizayn edilebileceğini açıklar beğeni yargısı ‘bütün menfaatlerden yalıtılmanın bilinci ile tüm toplum için geçerlik isteminde bulunmalı ve bunu nesneler üzerine dayalı bir evrensellikle sınırlı olmaksızın yapmaktadır’[78]. Farklı bir söyleyişle beğeni yargısının istediği evrensellik nesnel bir temele dayanmaz, çünkü ortada nesnel olarak iletilebilir muayyen bir kavram yoktur ama öznel olarak zevk  hissinde temsil edilen tekil bir evrenselliktir.

Üçüncüsü, güzellik, ‘bir amacın tasarımı dışında algılandı sürece bir nesnenin fonksiyonel formudur, yani iki tür güzellik  arasında hür güzellik ile tabi(bağlı) arasında ayrıştırma yapan Kant, hür güzelliğin nesnenin ne olması gerektiğine dair bir kavram farzetmediğini, tabi güzelliğin ise böyle bir kavram olarak farz ettiğini belirterek, beğeni yargılarının temelde sadece birinci türden güzellikle ilgili olduğunu ifade eder[79]. Başka bir deyişle , beğeni yargısının menfaatsiz oluşu ve ikinci özellikte belirtildiği gibi bir kavram olmayışı sebebiyle beğeni yargısının objeyi muhtevasından veya gayesinden müstakil bir mesnetle güzel olarak belirlediğini ortaya çıkararak gerçekte bir objenin yarattığı estetik zevkin onun gayesiyle ,fonksiyonuyla veya ereğiyle değil( bir ereksellik belirttiği durumda), şekli dolayısıyla evrensel olarak nakletmek olduğunu gösterir[80].

En nihayetinde , ‘güzel olan şey, kavramlar olmadan mecburi bir hazzın objesi olarak bilinir, beğeni yargıları herkesin eksiksiz hemfikirliğini amaçlar ve ‘müşterek bir duyunun varlığını varsayar.. ki bu müşterek duyu harici bir duyu olarak değil, biliş melekelerimizin serbest etkileşiminin bir neticesi olarak kabul edilmelidir[81].Başka bir söyleyişle, beğeni yetisinin son durağı ise kipliğine göre tayin edilir ve bu yetide bulmayı umduğumuz subjektif evrenselliğin ‘müşterek duyu’yu elzem bir şart olarak mefruzdur, nakledilebilir bir kavram taşımamasına rağmen beğeni yetisi subjektif yargılarımızda temsil edilerek bir globallik isteminde bulunuyorsa bu globalliğin temelini oluşturacak bir ‘müşterek duyu’ düşüncesini yerleştirmelidir[82].

Yukarıda bahsettiğimiz, ulvi kavramını açıklayabiliriz. Kant, ulvinin analitiğini güzelin analitiğinden bir geçişle başlatır, zira güzel ve ulvi iki ayrı yargı yetisi ile meydana gelmez, beğeni yargısının estetik kıymetlendirmede kullandığı birbirinden farklı biçimlerde hareket eden iki kuvvet vasıtasıyla kıymetlendirilir[83] Kant ulviyi, dinamik ve matematik olarak ikiye ayırır. Kant iki çeşit ulvi belirlerken bunları iki çeşit yetiye atıfta bulunarak yapmaktadır. Matematik ulvi, bilgi yetisine, dinamik yetiyse beğeni yetisine aittir.[84]

Kant ulviyi ‘kendiliğinden büyük’ olarak tarif eder. Kendi kendine zevk/haz verdiği ve hiçbir kavram farz etmediği için Kant’a göre güzelle benzer yönleri bulunmaktadır. Kant’a göre güzellikten alınan haz nitelikle bağlantılı iken, ulvidekiyle forma ait olmayan objelerde bile karşılaşabilme imkanımız vardır[85]. Aslında ulvi, Kant tarafından, ıstırap veren negatif bir hazzı ifade etmekte ve hayranlıkla teveşşüş bir his olarak ele alınmaktadır, ulvinin zevk vermesi veya doygunluğa ulaşması tam da kifayetsiz korkunun üstesinden gelinmesiyle mümkün olabilecektir[86].

Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz , güzellikten alınan haz daha çok nitelikle ilişkilendirilebilirken , ulvilikten alınan haz ise daha çok nicelikle ilişkilendirilebilir. Dolayısıyla Kant, bu durumda kategorileri içermesi mecburi olan ulviliğe dair yargıların, nicelik açısından ‘evrensel olarak muteber’ , nitelik açısından ‘menfaatten müstakil’, ilişkileri açısından ‘subjektif olarak nihai’ ve kiplik açısından ‘mecburi’ olduğunu meydana getirmeye çalışır[87]. Böyle olmasının sebebi, aslında güzel ile ulvinin estetik yargı olsalar da zıt olmalarıyla alakalıdır, birbirlerine zıt oldukları noktaların en önemlisi, güzelin haz verirken ulvinin hazsızlıktan ibaret olmasıdır[88].

Ulvi, güzel gibi objenin şeklinden değil , büyüklüğünden etkilenmesi neticesinde meydana gelecektir. Kant’a göre güzel , objenin şekliyle alakalı iken ,ulvi objenin şekilsizliğiyle alakalıdır.Çünkü  düş gücü bakımından karşısındaki objenin limitleri kavranamayacak kadar yüksek boyutlarda olduğunda onun şeklinden değil,şekilsizliğinden söz edilir. Bu şekilsizlik objenin kendisinden değil, objeyi tasavvur etmeye çalışan düş gücünün kifayetsizliğinden kaynaklanır.[89]

Kant’ın güzel ve ulvi münakaşasının neticeleri şu tarifler olduğunu söyleyebiliriz:

1.  Güzel kendisinden oluşan kıymetlendirmesiyle zevk verendir (Yani anlağın mefhumlarına münasip herhangi bir duyu hissinin karışmamasıyla haz verendir).

2. Ulvi duyuya karşı zıtlığı dolayısıyla  dolaysız olarak zevk verendir. İdeler , doğal olmayan veya duyumlar-üstü objelere sahip olduklarından temsil edilemeseler de , ulvi hissi bu mücerret mefhumlara vücut verir , yani ‘ulvi’ ruhu genişletir dersek hata etmiş olmayız.

Kant maksimlere göndermesinde şöyle der:

‘Yahudi Şeriatı’nda herhalde şu ‘buyruk’tan daha ulvi bir parça yoktur: Kendine oyma suretler yapmayacaksın , semada veya yerde ya da yer altındaki herhangi bir şeye benzer suretler yapmayacaksın… Bu buyruk Yahudi kavminin ahlaki devirlerinde dinleri için hissettikleri heyecanı tek başına açıklayabilir… Aynı şey ahlak yasamızın dizaynı ve ahlaklığa yaradılıştan ihtidamız için de geçerlidir.’[90]

Şöyle bir toparlayacak olursak. Estetik yargı tabiatla bağlantısı olsa da Kant tarafından güzelin , sosyal anlamda da kullanıldığını şahit olmaktayız. Bunun sebebi , güzelin subjektif evrenselliğinin  karşılık geldiği sahanın insan yekunundan oluşmasıdır. Çünkü ‘ağaçlar güzeldir’ yargısının muhatabı kişinin kendisi hariç dünyadaki herkesten müteşekkildir. Daha açık ifade edecek olursak ağaçlardan alınan zevk subjektif olsa da bu zevkin o kişi hariç diğer kişiler tarafından da  güzel olarak nitelendirilmesiyle evrensel bir boyut kazanacaktır,‘Ağaçlar güzeldir’ diyen kişi diğer kişilerden kendisine katılmayı bekleyecektir[91]. Kant’ın burada münhasıran kişinin bir objeden aldığı zevk hissine dayanan , ama öte yandan objenin her kabil gözlemcisine atfedilmeyi de mecburi olarak beraberinde getiren bir yargının mümkün olduğunu göstermeyi elzem olarak görür. Bu mecburiyet sadece ‘ her insan da (genel olarak olanaklı deneyimin koşulu olarak) farz etmemiz gereken objektif bir etkene ‘ dayandırılabilir diyerek bu bütün duyumların nakledilebilirliğinde, dolayısıyla sensus communis’te var olur[92].

Sensus Communis’in esas önermelerinin nelerden meydana geldiğini okurlara insanın ortak sağduyusunun üç maksimine atıf yaparak açıklar :

1. Kendi aklınla düşünmek,

2. Herkesin , bakış açısından düşünmek,

3. Daima tutarlı düşünmek.[93]

Yukarıda ‘ağaçlar güzeldir’ örneği vermiştik. Sensus Communis durumunda ise  kısa bir tanımla diğer bütün öznelerin bir tek özneyi etkilemesidir çünkü Sensus Communis veya sağduyu aslında öznenin bizzat kendisi (diğer öznelerden müteşekkil) muayyen bir müşterek akla göre yargılama imkanını bizlere söylemektedir[94].

Yani kendisine ihtimam gösteren kişi aslında kendisine başkaları tarafından bakıldığında nasıl görünüyorum ve nasıl görünmeliyim tasasıyla hareket etmektedir. Bu bağlamda bir eylemin güzel olması onun ahlak yasasına münasip olmasından çok beğeni yargısı olarak müşterek duyuya münasip eylem olmasıyla alakadardır. Hatta Kant, Sensus Communis’in ödev olmasından bahsetmektedir yalnız bu durun insanların ahlak yasasına göre değil de toplumsal beğeniye münasip olarak davranacağı gereğiyle çıkarcı olacağını söylemektedir.[95]

1792 yılına gelindiğinde Kant artık Könisberg’deki en mühim simalardan biridir. Könisberg’i gezmeye gelen herkes onunla tanışmak istiyordu. Bazı insanlar onunla sadece tanışmaya bazıları ise verdiği derslere katılmak istiyorlardı. Hatta 1792 senesinde Kant’ı gören bir ziyaretçi şunları söylemiştir:

Könisberg’deki Kral , her gün Onun’la birlikteydim (yekunda üç gün) ve bir keresinde akşam yemeğine çağrıldım. Son derece sempatik ve neşeli bir yaşlıydı, en hoş compagnon(Fransızca arkadaş), en şereflisinden hakiki bir bon-vivant(Fransızca iyi yaşam). Okurları felsefesini hazmetmekte güçlük çekerken, kendisi en ağır yemekleri bile hazmedebiliyordu. Fakat en içten anlarda bile felsefesine dair tek sözcük duymamış olmamdan da anlaşılacağı üzere , dünyevi ve vizyon sahibi bir insan olduğu çok aşikardı.’[96]

5.Kant’ın Hukuk Felsefesi

5.1.Giriş

Bu bölümdeki çalışmamızda Kant’ın ahlâk ve hukuk arasında çizdiği hudut ele alınacak, ikinci bölümde ise hukuku haklardan yola çıkarak bir sistem olarak tanımlayan meşhur felsefecinin barış hakkındaki görüşleri, doğal haklar, doğal hukuk ve hukuk hakkında genel görüşlerinden bahsedilecektir.

Üzerindeki yıldızlı gökyüzü ve içindeki ahlâk yasasının arasında felsefe geçmişinin en girift yöntemlerinden birini kurmuş olan Kant, dünya halklarının sulh içinde birlikte yaşamasına ilişkin düşlere dalmadan hemen önce, haklar sistemini ve hukuku muazzam ahlâk felsefesinden ayırmak elzem olmuştur.[97]

İmmanuel Kant’ın hukuk kuramıyla ilgili ilk akla gelebilecek şey , kendisinin bir hukuk yöntemi kuramamış olması , doğal hukuk görüşünün tekemmüllüne katkıda bulunmuş olduğudur[98]. Aslında kant bize olması gerekeni anlatmaya çalışmaktadır.

Hukuk Felsefesi muhtevasında mühim bir yere sahip olan doğal hukuk (ius naturale) akımının/anlayışının tarihi Antikçağ mütefekkirlerine kadar dayanmaktadır. Bu hukuk zihniyeti; bilhassa Yunan tefekkür sistemi içerisinde, görünüşünde teveşşüş ve gerilim bulunan ve ancak esas arzusu “nizam” olan, dünyanın akılsal prensiplere bağlanması gayesiyle meydana gelmiş bir akımdır. Bu bağlamda bu tefekkür sahipleri “doğaya (tabiata) göre adil olan” ile “ananelere ve nominal hukuka göre adil olan” arasında bir ayrım yapmaya çalışmışlardır.[99]

Dünya var olduğu zamandan  beri insanlar arasında bir mücadele hali mevcuttur, bu durum zor kullanma yoluna gidildiğinde ise cenk halini almaktadır, günümüzde ise bu çatışma ve cenk halinin öncelik olarak azaltılmaya çalışılmış daha sonrasında ise tamamen bitirilmek için tasarı olması gerekmektedir, Kant’ın ‘Ebedi Barış Üzerine Felsefe Bir Deneme’ isimli eseri de bu tasarılardan biridir[100]. Cemiyet-i Akvam ve Birleşmiş Milletler kurulması Kant’ın ulaşmak istediği tasarılardan bazılarıdır.

Kant’ın hukuk kuramı içerisinde belki de en yetersiz kaldığı yerlerden birisi , cezalandırma hakkı ve bu hakkın membaı ile ilgili olan parçalardır. Burada üstüne çok eğilmiş olmadığı husus mutlak adalet teorisinin cezalandırma hakkını açıklayamayacağı durumudur.[101]

Kant’ın felsefesine göre haklar ve ödevler keskin bir şekilde ayrılmıştır, haklar da ödevler de aslında hangi hareketin yapılabileceğini veya hangi hareketin mecburi olduğunu göstermeye yöneliktir[102].Kant’a göre adli veya hukuki vecibeler ikiye ayrılmaktadır. Mahrem(veya doğal) haklar ve kamusal (veya medeni) haklar vardır. Hukuk açıklamalarının açık ara en detaylı bölümleri mahrem haklarla ilgilidir.[103]

Kant‟a göre hukuk bilimi, harici kanunlar tarafından yürürlüğe konulabilecek olan birtakım normları barındırmaktadır. Bu normlara hukuk kuralları denir. Bu normları meydana getiren kanunlar, doğru bir şekilde tatbik edildiğinde pozitif haklar ve hukuk sistemi meydana gelmektedir[104]. Kant’a göre bu bilimi uygulayıcılara da hukukçu denir.

Kant felsefesinde hukuk, “Evrensel yasa tanımına göre, bir kişinin iradi eylemlerini, diğer şahısların iradi eylemleri ile uzlaştıran koşulların tümü’’ olarak tanımlanmaktadır. Ona göre hukuk, şahıslar arası münasebetlerde insanların hangi oranda hür olabileceklerini açıklayan bir kuram ve muamele  şeklidir. Bu muamele şekli, hukukun temel ödevidir.

Ahlâkın odağında bulunan kategorik emperatifin tersine hukuk buyrukları, öncelikle bir obje gereksiniyor, üstelik harici bir saik üzerinden tanımlanıyordu. İlk genel ayrımında Ulpinianus’un emirlerini 16 esas alan Kant, ikinci ve daha mühim ayrımını sistematik öğretisel ayrım ismini vererek yapar. Buna göre, yalnızca a priori prensiplere dayanan doğal haklar ve bir yasa koyucunun iradesinden mütevekkil pozitif (konulmuş) hukuk birbirinden ayrı kategoriler idi.[105]

Yaptığı ayrımın ilk grubunun “haklar” adını vermesine  rağmen, tek bir hakkı imlemesinin esas nedeni belki de budur. Kant, doğuştan gelen tek hakkın “özgürlük” olduğunu yazar Hak Öğretisi’nde. Özgürlükten anlaşılması gereken, diğerlerinin iradesinden müstakil olmaktır, Kant buna “kendi kendisinin efendisi olmak (sui iuris)” adını verir.[106]

Kant sahipliğin nasıl mümkün olduğunu netleştirmek için şeylere nasıl sahip olduğumuzu açıklamaya çalışır. Öncelikle mülkiyet haklarıyla , sonra sözleşme haklarıyla , en nihayetinde ve en tuhafı da insanlar üzerinde ‘şeylere benzer’ nasıl hak kazandığımızla ilgilenir.[107]

Kant kişiye sahip olunamayacağını düşünüyordu. En fazla, bir kişiye başka bir şahıs üzerinde fiziksel hükmetme hakkı verilebilir. Evlilik halinde karı koca birbirine hükmeder, daha doğrusu haz için birbirlerine hükmederler.

A priori varlığı değişmez olan tek hakkın hürriyet olması, hukuksal uygulanabilirliği olan hakların tamamen kanun koyucunun sorumluluğunda olduğu anlamına gelir. Buradan yola çıkarak sözleşme yapabilmeye ilişkin mündemiç hususi hakka varan filozof, mülkiyeti emekle tanımlayan John Locke’un aksine “mülkiyet hakkı”nın (ius reale), yalnızca bir şey üzerindeki hak (ius in re) olarak değil, aynı zamanda benim ve senin olanı belirlemeye yarayan bütün yasaların canlanması [Inbegriff] olarak anlaşılması gerektiğini öne sürer.[108]

Doğal Hukuk; filozofa göre yürürlükte bulunan hukukun üzerinde bir öneme sahip olan, tamamen rasyonel prensiplere dayanan, yani yalnızca a priori ilkelerden oluşan bir hukuktur. Buna karşılık “Pozitif hukuk” ise; tamamen yasa koyucunun iradesinin bir neticesi olarak ortaya çıkmış , mevcut hukuk kurallarını anlatan hukuktur denebilir[109]. Kant‟a göre bir devletin pozitif hukuku, doğal hukuk kanunlarına münasip bir şekilde oluşturulmuş olmalıdır, Çünkü Kant, hürriyetin en mühim doğal haklardan biri olduğunu ileri sürmektedir, bu bağlamda ona göre devletin gayesi; hürriyeti ve hukuku muhafaza olmalıdır, bunun bir neticesi olarak da; hukuku muhafaza  gayesini tanıyan bir devlet bu fonksiyonunu yerine getirerek bir bakıma hukuk devleti olma fonksiyonunu da mutlaka sağlamış olacaktır[110]. Yani kant güvenlik ve özgürlük dengesinde güvenlik için özgürlüğü feda etmememiz gerektiğini özgürlük ve hukuku muhafaza etmenin hukuk devleti olma konusunda elzem olduğunu üstüne basarak söylemiştir.

Kant, Kamusal hakları  öncelikle tanıyacak, daha sonra ise bu hakları pratiğe dökecek  siyasal iradeyi elzem bulmaktadır.. Kant’ın düşüncesinde esas yeni olanın bu olduğu sarih bir şekilde  görülür . Kant, kamusal hakkı insan bireyleri ve halkların birbirleriyle uyum içinde oldukları için iradeleriyle oluşturdukları bir anayasa altında onları birbirine bağlayan bir yasalar sistemi olarak tanımlar[111]. Bu derecede, öyleyse, Kant’ı doğal hukuk doktrininin merkezine oturmasını sağlayan düşünceyi tekrar ele almak gerekiyor, Filozof’un Türkiye hukuk felsefesi yazınında ağırlıklı olarak doğal hukuk kuramı kapsamında ele alınması orijinal bir değerlendirmeden ileri gelmemekte, daha ziyade Yeni-Kantçı mütefekkirleri tarafından çevrilen düşüncelerden esinlenmiş bir farazi olarak karşımıza çıkmaktadır[112].

Tabii hukuk ve dolayısıyla tabii hukuk okulu Kant’ın yardımıyla “Rasyonel Hukuk Okulu” olarak şekillenmiştir O; bir hukuk felsefecisi olarak müstakil bir okul kuramamıştır. Genellikle düşüncelerini “olması gereken hukuk” üzerinde yoğunlaştırmış ve doğal (tabii) hukuk layihalarının tekemmülüne katkıda bulunmuştur.[113]

Hukuki ödevlerin neler olduğu konusunda doğal/tabii hukuk sahasında mühim bir yere sahip olan Ulpianus’un izinden gitmeyi seçtiği söylenebilir. Filozofun bu hususta

kabullendiği üç önemli hukuki yöntem bulunmaktadır. Bunlar;

- Dürüst Yaşa

- Kimseye Zarar Verme/Yanlış Yapma

- Herkes Neyi Hak Ediyorsa O‟nu/Hakkını Teslim

Bu üç kökleşmiş yöntem aynı zamanda hukuki/yasal vazifeler sisteminin; iç emirler (dâhili görevler, hakların meydana gelmesini sağlayan vazifeler), dış emirler (harici vazifeler) ve onların bağlı olduğu bütünleştirici emirler (sonuncu ilke ile bağlantılı olan vazifeler) şeklinde ayrılması gerektiğini de ortaya koymaktadır.[114]

Şimdi de yukarıda değindiğimiz Kant’ın ‘Ebedi Barış Üzerine Felsefe Bir Deneme’ isimli eserinde barışın tanımını da yapmıştır. Ebedi barış altı ön maddeden müteşekkildir. Birinci ön madde de Kant’a göre barış, “içinde gizlenmiş yeni bir harp vesilesi bulunan hiçbir anlaşma, bir barış anlaşması sayılamaz’. Barış bütün ihtilafların çözülmesi, tüm düşmanlıkların bitmesi ve sadece askeri açıdan değil düşünsel açıdan da yakınlaşmanın olmasıdır.[115]

İkinci ön madde “ister küçük ister büyük olsun, hiçbir bağımsız devlet, diğer herhangi bir devletin hakimiyeti altına tevarüs, mübadele, alım-satım veya hibe yollarıyla asla geçmemelidir”.  Kant’a göre nasıl ki kişiler, şey değilse; devlette şey olamaz. Sadece şeyler satılabilir, devredilebilir miras yoluyla intikal ettirilebilir.[116]

Üçüncü ön madde “daimi ordular zamanla ortadan tamamıyla kalkmalıdır”. Kant paralı asker sistemine karşı çıkmamıştır ancak sürekli ordular dolayısıyla diğer devletler kendisini tehdit altında hissedebileceğini ve diğer devletlerin de asker ve silah sayısında artışa sebep olacağını bununda barış açısından olumsuz olduğunu söylemektedir.[117]

Dördüncü ön madde “devlet, dış menfaatlerini desteklemek için borçlanmalara girişmemelidir”. Kant, borçlanmalara bütünüyle karşı çıkmamıştır. Örneğin ülkeye köprülerin yapılması, havalimanlarının yapılması, gibi değişik durumlarda iç ve dış borçlanma yoluna gidilebileceğini söylemektedir.[118]

Beşinci ön madde “hiçbir devlet, diğer bir devletin esas teşkilatına veya hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır”. Günümüzdeki anlamıyla başka devletlerin içişlerine karışmama ilkesini Kant, anayasal nizama veya hükümet işlerine müdahalede bulunmanın  devletin mutlak egemenliğine aykırı olduğunu söylemektedir.  Bu duruma ideolojik müdahalelerde dahildir. Başka bir devlete bir ideoloji veya görüş dayatmak Kant’ın görüşüne göre egemenliğe aykırı olacaktır.[119]

Altıncı ön madde “hiçbir devlet, savaşta, ileride barış akdedileceği zaman devletlerin birbirlerine karşılıklı itimat duymalarını imkansız kılacak yollara başvurmamalıdır; bu yollardan örnekler şunlardır: Düşman ülkesinde katiller, zehirleyiciler kullanmak, kapitülasyonlara aykırı hareket etmek, düşman tebaasını kendi devletine karşı ihanete kışkırtmak vs.”. Yani Kant’a göre savaş mecburi bir vasıtadır ama sadece doğal durum veya zamanlarda geçerli olacaktır. Savaş, hukukun olmadığı doğal bir durumda mecburi bir vasıta olabilmektedir. Eğer, hukuk ve bağımsız mahkeme bulunmaktaysa bağlayıcı hukuk kuralları ve hükümler verilebiliyorsa, hak arama bir güç mücadelesi biçiminde değil, mahkemelerin  yoluyla gerçekleştirilmelidir.

KAYNAKÇA:

1.      ARICAN, M.K. , Kant’ın Kötülük Anlayışı ve Teodise Eleştirisi , C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi · X/2 - 2006, 217-235

2.      AYDINALP , S.B. , ‘İmmanuel Kant’ın Sisteminde İdeanın Yeri’ , Yüksek Lisans Tezi,  Kırklareli Üniversitesi SBE ,2021

3.      BARAK, N. , ‘İmmanuel Kant’ta Eleştiri ve Diyalektik’ ,Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi SBE, İstanbul 2017

4.      BARAK ,N. ‘İmmanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi Eserinde Diyalektik kavrayışı’ ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar Temmuz/July 2020, 13(2), 36-52 ISSN 1309-1328

5.      BOZKURT, E. (2007). Kant’ın Ebedi Barış Üzerine Denemesinin Günümüze Yansıması. Anayasa Yargısı, 23(1), 501-523.

6.      ÇATALOLUK G. , ‘Kant Düşüncesinde Hukukun Sınır Hatları’ İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi – Inulr 10(1): 202-209 (2019)

7.      ÇİÇEK, N. (2021). Immanuel Kant Felsefesinde Hürriyetin Epistemolojik Ve Ahlâki Olanağı. Felsefe Dünyası, 1(73), 379-395.

8.      ERDİNÇ, T. (2022). Immanuel Kant: Bir Bilgi Davası. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24, 169-177. https://doi.org/10.29029/busbed.1120182

9.      ELMAS, M. F. , “Kant’ta Pratik Aklın Eleştirisi Merkezinde “Tanrı” ve “Ruhun Ölümsüzlüğü”, Mavi Atlas, 5/2015: 103-114.

10.  GÜNENÇ, M. (2011). ‘Kant’ın Nihai Eleştirisi’ Felsefe Dünyası(54), 93-116.

11.  KAYA ,Y. ,(2020). Immanuel Kant’ın Eğitim Felsefesinde Disiplinin Rolü. Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 10(3), 736-748. https://doi.org/10.48146/odusobiad.807297

12.  KUEHN , M. , ‘Kant Immanuel’ (Çev. B.O. Doğan), Türkiye İş Bankası Yayınları, Ekim 2023 , İstanbul 

13.   KARABÜK,  K.A. (2020). Kant’ın Teorik Akıl ve Pratik Akıl Ayrımına Eleştirel Bir Yaklaşım. Felsefe Dünyası, 2(72), 124 - 142.

14.  ÖZAYDIN , Ö. , “İçimdeki Ahlâk Yasası: Kant’ın Ahlâk Kuramı Üzerine Eleştirel Bir İnceleme”. Felsefe Arkivi, sy. 34 (Ocak 2012): 97-117.

15.  ÖZTÜRK, Ü. , ‘Saf Aklın Eleştirisi’nde Nedensellik Antinomisi ve Özgürlük Problemi’ Kaygı 30/2018: 67-82

16.  SEKMAN, A. ‘İnönü Üniversitesi Kültür Ve Sanat Dergisi İnönü University Journal Of Culture And Art Cilt/Vol. 3 Sayı/No. 2 (2017): 58-61

17.  TAN N. , Immanuel Kant:Hristiyan Bir Filozof ,Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 25, Ocak-Haziran 2011, s. 205–217

18.  TAŞKIN , A. , “Immanuel Kant’da Bilginin Kaynağı Problemi”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6/1 (Haziran 2002), 279-294.

19.  YILDIZER,  E. , (2023). Kant’ın Eleştiri Felsefesinde Bilgiden Yargıya İnsan. Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 9(29), 32–42. https://doi.org/10.5281/zenodo.7926254

20.  VURGUN , Ş. , ‘Ahlak Felsefesinden Hukuk Felsefesine İmmanuel Kant’ , Yüksek Lisans Tezi , Yalova Üniversitesi Sbe, Mayıs 2018

---------------------

[1] KAYA Y. ,(2020). Immanuel Kant’ın Eğitim Felsefesinde Disiplinin Rolü. Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 10(3), 736-748. https://doi.org/10.48146/odusobiad.807297 , s.738

[2] AYDINALP , S.B. , ‘İmmanuel Kant’ın Sisteminde İdeanın Yeri’ , Yüksek Lisans Tezi,  Kırklareli Üniversitesi SBE ,2021 , s.47

[3] TAŞKIN A. , “Immanuel Kant’da Bilginin Kaynağı Problemi”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 6/1 (Haziran 2002), 279-294. , s.279

[4] ÇİÇEK N. (2021). Immanuel Kant Felsefesinde Hürriyetin Epistemolojik Ve Ahlâki Olanağı. Felsefe Dünyası, 1(73), 379-395. , s.379

[5] Immanuel Kant (22 Nisan 1724 – 12 Şubat 1804), Prusya kökenli Alman Filozof

[6] ERDİNÇ T. (2022). Immanuel Kant: Bir Bilgi Davası. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24, 169-177. https://doi.org/10.29029/busbed.1120182 , s.171

[7]  Kuehn M. , ‘Kant Immanuel’ , Türkiye İş Bankası Yayınları, Ekim 2023 , İstanbul  ,s.3

[8]  Kuehn ,s.xxx

[9]  Kuehn, s.12

[10]  Kuehn, s.15

[11] TAN N. , Immanuel Kant:Hristiyan Bir Filozof ,Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 25, Ocak-Haziran 2011, s. 205–217 , s.211

[12] Kuehn , s.42

[13] SEKMAN A. ‘İnönü Üniversitesi Kültür Ve Sanat Dergisi İnönü University Journal Of Culture And Art Cilt/Vol. 3 Sayı/No. 2 (2017): 58-61 , s.59

[14] ARICAN M.K. , Kant’ın Kötülük Anlayışı ve Teodise Eleştirisi , C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi · X/2 - 2006, 217-235 ,s.219

[15] Çiçek , s.387

[16] Kuehn , s.116

[17] Arıcan, s.219

[18] Arıcan, s.220

[19]ÖZAYDIN Ö. , “İçimdeki Ahlâk Yasası: Kant’ın Ahlâk Kuramı Üzerine Eleştirel Bir İnceleme”. Felsefe Arkivi, sy. 34 (Ocak 2012): 97-117. , s.98

[20] Özaydın , s.98

[21] Özaydın, s99

[22] Kuehn , s.193

[23] Özaydın, s.101

[24] Kuehn , s131

[25] Kuehn , s.132

[26] Kuehn , s.133

[27] Tan, s.212

[28] Aydınalp ,s.62

[29] ÖZTÜRK Ü. , ‘Saf Aklın Eleştirisi’nde Nedensellik Antinomisi ve Özgürlük Problemi’ Kaygı 30/2018: 67-82 ,s.68

[30] Kuehn , s.236

[31] Kuehn ,  s.181

[32] Kuehn ,  s.181

[33] Sekman, s.59

[34] Taşkın , s.293

[35] Taşkın ,  s.284

[36] Kuehn ,  s.237

[37] BARAK N. ‘İmmanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi Eserinde Diyalektik kavrayışı’ ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar Temmuz/July 2020, 13(2), 36-52 ISSN 1309-1328 , s.41

[38] Taşkın , s.285

[39] Erdinç , s.173

[40] Kuehn , s.237

[41] KARABÜK K.A. (2020). Kant’ın Teorik Akıl ve Pratik Akıl Ayrımına Eleştirel Bir Yaklaşım. Felsefe Dünyası, 2(72), 124 - 142. ,s.126

[42] Kuehn ,s.239

[43] Aydınalp ,s.61

[44] Erdinç, s.174

[45] Kuehn , s.240

[46] Öztürk , s.71

[47] Kuehn,  s.241

[48] Erdinç , s.174

[49] Erdinç , s.175

[50] ELMAS M. F. , “Kant’ta Pratik Aklın Eleştirisi Merkezinde “Tanrı” ve “Ruhun Ölümsüzlüğü”, Mavi Atlas, 5/2015: 103-114. , s.104

[51] Elmas,  s.105

[52] Kuehn ,s.242

[53] Taşkın , s.286

[54] Erdinç , s.173

[55] Kuehn, s.312

[56] Kuehn ,s.318

[57] Karabük , s.129

[58] Elmas,  s.107

[59] Kuehn ,s.313

[60] Elmas,  s.108

[61] Kuehn ,s.314

[62] Çiçek , s.388

[63] Kuehn ,s.315

[64] Karabük , s.131

[65] Kuehn , s.347

[66] GÜNENÇ, M. (2011). ‘Kant’ın Nihai Eleştirisi’ Felsefe Dünyası(54), 93-116 ,s.93

[67] YILDIZER E. , (2023). Kant’ın Eleştiri Felsefesinde Bilgiden Yargıya İnsan. Socrates Journal of Interdisciplinary Social Studies, 9(29), 32–42 , s.37

[68] Günenç, s.94

[69] Günenç , s.93

[70] Kuehn,  s.348

[71] Günenç ,s.93

[72] Günenç , s.96

[73] Kuehn , s.350

[74] Yıldızer , s.38

[75] Kuehn, s.350

[76] Günenç , s.94

[77] Kuehn ,s.351

[78] Yıldızer ,s.38

[79] Kuehn, s.351

[80] Yıldızer , s.38

[81] Kuehn , s.351

[82] Yıldızer ,s.38

[83] Yıldızer , s.38

[84] Günenç , s.100

[85] Kuehn , s.351

[86] Günenç , s.101

[87] Kuehn , s.352

[88] Günenç ,s.101

[89] Günenç , s.101

[90] Kuehn, s.352

[91] Günenç , s.99

[92] Kuehn , s.353

[93] Kuehn ,s.353

[94] Günenç ,s.99

[95] Günenç ,s.100

[96] Kuehn ,s.360

[97] Çataloluk G. , ‘Kant Düşüncesinde Hukukun Sınır Hatları’ İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi – Inulr 10(1): 202-209 (2019 , s.203

[98] Vurgun , Ş. , ‘Ahlak Felsefesinden Hukuk Felsefesine İmmanuel Kant’ , Yüksek Lisans Tezi , Yalova Üniversitesi Sbe, Mayıs 2018 ,s.40

[99] Vurgun , s.43

[100] Bozkurt, E. (2007). Kant’ın Ebedi Barış Üzerine Denemesinin Günümüze Yansıması. Anayasa Yargısı, 23(1), 501-523. , s.501

[101] Vurgun ,s.40

[102] Vurgun, s.40

[103] Kuehn ,s.405

[104] Vurgun , s.40

[105] Çataloluk,s.205

[106] Çataloluk,s.205

[107] Kuehn ,s.406

[108] Çataloluk , s.205

[109] Vurgun , s.49

[110] Vurgun,s.49

[111] Çataloluk , s.205

[112] Çataloluk, s.206

[113] Vurgun , s.47

[114] Vurgun , s.49

[115] Bozkurt , s.504

[116] Bozkurt , S.505

[117] Bozkurt , s.506

[118] Bozkurt , s.506

[119] Bozkurt , s.507