Darbe sürecinde Mısır- Türkiye karşılaştırmaları yapılıyor.
Seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin silah zoruyla iktidardan uzaklaştırılmasına, dünyada ve Türkiye’de ‘darbe’ diyemeyenleri ibretle izliyoruz. Darbe tecrübesi olan vatandaşlar olarak bu açıklamalara yabancı değiliz.
 
Mursi’ye karşı yapılan darbe tartışılırken, “demokrasi sandıktan ibaret değil” diye söze başlayarak, “Mısır’ın Tayyib’i devrildi sıra Türkiye’de” diyecek kadar ileri giden darbeseverlerin varlığı bana yaşadığımız son müdahale olan 27 Nisan’ı hatırlattı.
 
Mısır’da darbecilerin geçici Cumhurbaşkanı ilan ettikleri Adli Mansur gibi, Anayasa Mahkemesi Başkanlığından gelen Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı idi. Görevinin bitmesine 20 gün kala TBMM’de yeni Cumhurbaşkanı seçimi başlamıştı. Abdullah Gül’ün adaylığının gündeme gelmesinden itibaren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ‘Cumhuriyeti kollama ve koruma’ için uyarılarına başlamış, ‘sözde değil özde laik bir Cumhurbaşkanı’  istediklerini, laiklikten yana taraf olduklarını ilan etmişti.
 
Başbakan Erdoğan, Abdullah Gül’ün adaylığını açıklayıp TBMM’de seçim turları başlayınca, sözlü beyanatların yeterli olmadığını düşünen vesayetçiler bir adım daha attılar ve gece yarısı TSK resmi web sitesinde 27 Nisan Bildirisini gördük.
 
Açıkça Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine, anayasal sisteme ve demokrasiye müdahale olan bu bildiri, 28 Nisan karşı bildirisiyle milletin emanetine sahip çıkan Erdoğan hükümetinden gerekli cevabı alırken, bugün “demokrasi sandıktan ibaret değil” diyenler neler söylemiş bir hatırlayalım.
 
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: “Bu tablonun değişeceğini meydanlar gösterdi. Müdahaleye uğrayan yönetimlere halk sahip çıkmadı. Halkımız devlet organlarıyla çatışanlara sahip çıkmaz. Bu ortamda mağduriyet yok dayatma var. Anayasa Mahkemesi 367 kararını onaylamazsa ülke çatışmaya giderdiyordu.
 
CHP Parti Sözcüsü Mustafa Özyürek: “Tabi bu bir muhtıradır. Hükümetin bunun gereğini yerine getirmesi gerekir” sözleriyle demokrasinin vesayete derhal boyun eğmesini istiyordu.
 
28 Şubat’ın aktörlerinden Nur Serter: “Türk ordusu, 27 Nisan’da bizim sesimizi duymuş, bizim sesimize sahip çıkmış, demokrasiye sahip çıkmıştır. 27 Nisan'da Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek iradesine sahip çıkmıştır” diyerek darbe girişimini demokrasiye sahip çıkma olarak yorumluyordu.
 
Gazetecilere gelince;
 
Tufan TürençTabi ki bu bir muhtıradır. Bu muhtıranın özü AKP’nin çıkardığı cumhurbaşkanı adayına Türk Silahlı Kuvvetlerin karşı olduğunu açıklıyor.”
Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök, Hıncal Uluç benzer yazılar yazıyor.
 
Yılmaz Özdil daha açık bir tavırla darbeyi savunuyor: “Hâlâ deniyor ki, bundan sonraki adım ne olur? Bundan sonraki adım, tank olur. Gücüm var diye dayatırsan, gücü olan sana dayatır.
 
Fikret Bila, “TSK, türbanın ve temsil ettiği zihniyetin Çankaya'ya çıkmasına karşı ilkesel bir duruş sergilemiştir.”
Ece Temelkuran: “Genelkurmay'ın açıklamasıyla mitinglerin daha da coşmuş olması bu mitingleri otomatik olarak militarist yapmaz.”
 
ODTÜ eski rektörü Ural Akbulut da son noktayı koyuyor: “Bu ikinci 28 Şubat’tır”
 
Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç ise daha açık tehdit görevi üstlenmiş: “Kamuoyuna bilgi veriliyor ve bunların gereği yapılmazsa istenmeyen şeylerin olabileceği mesajı verilmek isteniyor.
 
Örnekleri çoğaltmak mümkün. 27 Nisan müdahalesini, aşkla şevkle demokrasinin ve laikliğin kurtarılması için ordunun müdahalesi olarak görüp alkışlayanların 3 Temmuz Mısır Darbesinden Türkiye’nin ders çıkarmasını söylemeleri, kendi çizgilerinde tutarlı olduklarını gösteriyor. Ama bu çizgi, demokrasi ve hukuk mürekkebiyle çizilmiş değil. Tankların açtığı yolda, palet ve postal izlerini takip ediyorlar.
 
Yazının başlığı ile bu yazdıklarımızın ilgisi  mi?  Anlatalım:
 
Darbe teşebbüsü mü, müdahale mi, muhtıra mı diye tartışılan 27 Nisan’dan sonra T.C. Cumhurbaşkanlığı 3 ay 12 gün işgal altında kaldı.
 
Cevap bekleyen soru şu:
 
Abdullah Gül’ün seçimi 27 Nisan Muhtırası ve AYM’nin ucube 367 kararı ile engellenince, Anayasa gereği 16 Mayıs 2007 tarihinde 7 yıllık görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanlığına nasıl devam etti ?
Boşalan Cumhurbaşkanlığına Anayasa gereği TBMM Başkanı vekalet etmesi gerekirken, Abdullah Gül’ün yeniden seçilerek görevi devraldığı 28 Ağustos 2007 tarihine kadar 3 ay 12 gün, Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı yapmasının hukuki dayanağı var mıydı ?
 
Olmadığı takdirde- kanaatimizce yoktu- tek dayanağı 27 Nisan muhtırası değil miydi ?
Ve son soru : Yargı bu hukuksuzluğun hesabını ne zaman soracak ?