Herkes tutanakları sızdıranın peşinde..! İçerik? Yorum yapmayın diyormuş Başbakan!                  
Yorum yok. Neden? Çünkü toplumun bu durumu bir süre tartışması gerekiyor. Verilecek tepkilere göre suyun ateşi bir miktar artırılacak veya kısılacak. Zira kurbağanın suyunu yavaş yavaş ısıtmalısınız..!

Size iddialı bir şey söylemiyorum, emin olun tutanaklar özellikle ve bilerek sızdırıldı!!! Şuanda tüm aktörleri ile sahada olan toplum mühendislerinden söz ediyorum. "Efenim, tutanakları kim sızdırdıysa barış sürecini(!) baltalamaya çalışıyor"..muş.. Yalana bakın, kuyruklu yalan..

Yormayın kendinizi, bulamayacaksınız, çünkü siz sızdırdınız, bilerek sızdırdınız. Siz sızdırmadıysanız ve bu bir toplum mühendisliği değilse eğer hadi bulun sızdıranı da görelim.

Topluma; "bu tutanakları şartları olgunlaştırmak için, sizi yavaş yavaş hazırlamak için, kendimiz sızdırdık" diyemiyorsunuz tabiki. Tıpkı darbecilerin darbe öncesi "şartları olgunlaştırmaları" gibi bir mühendislik çalışması yapıyorsunuz..! Bu mühendisliğin amacı nedir ne yapmaya çalışıyorsunuz aklım almıyor..!
 
Tutanakta yazılanlara ve içeriğine bakmak yerine neden, kimin niye sızdırdığının peşine düştünüz? Yoksa tüm bunları kabul ettiniz de şimdi planınız mı bozuldu? Neden, çünkü operasyonel bir siyaset yapıyorsunuz! Derdiniz, tutanakların sızması değil, içeriğin millete nasıl kabul ettirileceği..! Sızdırana ettiğiniz laflar kadar bu sözleri söyleyen "bebek katiline" herhangi bir laf etmemeniz bunu açıkça gösteriyor. Adam "kendimden eminim" diyor ve adeta meydan okuyor..! Seni de aşağılıyor , sana oy veren milleti de..! Ben çıkardım Akp'yi diyor! "Sayemde iktidar oldular" diyor, "bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak, Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız" diyor, "Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz" diyor. Ve daha neler neler...

Eğer illaki "sızdıran" diye birini arıyorsanız ve onu bulunca herşey çözülecek ve sorun kalmayacaksa beni suçlayabilirsiniz, razıyım..! İmralı tutanaklarını ben sızdırdım..!!! Evet itiraf ediyorum. Hadi şimdi rahatlayın ve derin bir oh çekin... Ama lütfen şimdi, tutanaklarda nelerin yazdığına, İmralı adasının adını ve güzelim toprağını kirleten, ruhsuz bir tatlı hayat süren "et parçası"nın ne dediğine de bir bakın..!
 
Bu yazıyı burada bitirmek mümkün. Zira bu cümle üzerine uzun bir süre "neden, niçin, nasıl, nerede, ne zaman, kim" diye düşünmemiz gerekiyor..!

İsterseniz gelin birlikte düşünelim. Şimdi, evvela yeni anketler yapılacak. Suyu bir miktar daha ısıtan bu gelişme sonrasında toplumun nabzı yeniden tutulacak. Bunu, aman aman toplumdan korktukları için falan yapmıyorlar. Gerçekten, toplumdan korkan yok, hatta bu denklemde denge unsuru bile değiliz. Tek endişeleri bu kadar şeyi yaparken aynı zamanda kendi iktidarlarını da ayakta tutmak..

Öyle yada böyle, bir seçim var. Demokrasinin son ve belki en etkisiz kalesi, seçimler. Demokrasi sadece seçimlerden mi ibaret? Elbette değil. Seçim demokrasinin sadece bir parçasıdır. Yılda bir kez seçim yapıp sonra "herkes dağılsın" demek midir demokrasi? Buna demokrasi diyenlere gülerim ben..! Gerçi bizim darbeciler bu son kaleye bile tahammül edemiyorlar ya, neyse..! Zaten halkın seçim hakkına bile tahammül edemeyen bu beyinsizler yüzünden bu gün memleket bu halde değil mi..! Siyaset tarlasındaki bu kuraklığın ve verimsizliğin sebebi, yetişen fidanların, muhalif gençliğin, 10 yılda bir yok edilmesi değil midir? Bu günler, darbeci hainlerin, menfaat düşkünü, korkak ve yandaş basının, darbecilerin elini eteğini öpen brifing edilmiş cüppeli onursuzların, bizlere bir armağanıdır..! Bu sebeptendir ki güçlü, köklü ve tutarlı bir muhalefetimiz bile yok. Bu mevzu, başka birkaç yazının konusu olabilecek uzun bir mevzu, geçelim.

Ne diyorduk! Anketler diyorduk. İktidarlarını ayakta tutabilmek için toplumun nabzına göre şerbet vermeleri gerekiyor çünkü. Yoksa Başbakan'ın dün hayır dediğine bugün nasıl olupta ihtirasla evet demesini açıklamak mümkün müdür? Duruma göre Recep Erdoğan, nabza göre Tayyip Erdoğan..!

Şunu çok iyi biliyorlar ki, ne olursa olsun bu millet devletine isyan etmez. Bu millet bir defa ayağa kalktı, o da Çanakkale'de, İstiklal savaşında. Dışarıya karşı gösterilen bu reaksiyoner hareketin içeride benzer bir yansıması olmadığını ve olmayacağını çok iyi biliyorlar. Bu durumu çok isabetli bir şekilde tespit eden Michavelli, "İl Principe" adlı meşhur eserinde; "Türkleri ele geçirmek zordur, çünkü Türkler dışarıdan yapılan bir saldırıda liderlerinin etrafından birleşirler, aralarından destek bulmanız mümkün değildir, böyle bir durumda Türkleri yozlaştırmak da kolay değildir, yozlaştırmayı başarsanız bile arkanızdan sürükleyemezsiniz. Dolayısıyla kim Türklerle doğrudan savaşmak isterse onları birlik halinde karşılarında bulmaya hazır olmalıdır. Fakat bir kez ele geçirildi mi onları yönetmesi ve elde tutması oldukça kolaydır".

Mesela 1525'li yıllarda Avrupa'da baskı, sömürü, adaletsizlik, haksızlık, istismar ve sefalet nedeniyle ortaya çıkan ve kısa zamanda Avrupa'yı etkisi altına alan "köylü ayaklanmaları"nın bir benzerini bizim tarihimizde bulamazsınız.

Tarihimizde böyle bir örnek yok ama olmayacağının bir garantisi de yok bence..! Bu sebeple milletimizin ve köylülerimizin biraz daha adam yerine konulup dikkate alınmasını tavsiye ederim.  Bu halk son ana kadar kendisinin aldatılmasına, sömürülmesine, istismar edilmesine göz yumabilir, haksızlığa, hukusuzluğa ve adaletsizliğe tahammül edebilir ve bekleyebilir. Ama barajın yıkılma eşiğini kimse tahmin edemez. Bir kıvılcım, bir yazı belki bir eleştiri barajın taştığı ve artık önünü kimsenin alamadığı bir süreci başlatabilir. Tıpkı 1525 li yıllarda tüm Avrupayı saran "köylü ayaklanmaları" gibi.

Luther, Wittenberg saray kilisesinin kapısına her zamanki gibi kendi tezlerini dile getiren bir yazı asmıştı. Ama bu yazının ateşlediği hareket birbirinden bağımsız birden fazla etki göstermiştir. Oysa Luther, ne toplumsal bir hareket başlatmak peşindeydi ne de bir isyan. O dönemde yaygınca olduğu gibi kilise kapısı aracılığıyla salt bir tartışma açmak düşüncesindeydi. Ama esaretten, sömürüden, istismardan, haksızlıktan ve adaletsizlikten bunalan halk, isyanın sınırında, bir bahane bekliyordu sanki... Luther'in "doksan beş tez" adlı, kilise duvarına astığı yazı, işte tam bu zamanda yazılmış mevcut düzeni eleştiren ve yeni tezler öneren bir yazıydı. Matbaanın etkisiyle hızla yayılan bu görüşler nedeniyle Papalık, Luther'i ve görüşlerini mahkum etmiş fakat bu baskı Luther'i daha da ateşlemekten başka bir işe yaramamıştır.

Sıradan bir çatışma gibi görünen bu durum daha sonra Luther'in bile önünü alamayacağı, tarihi, "köylü ayaklanmaları"na dönüşecektir. Çünkü Luther'e göre yöneticiler tiran da olsa direnmek ve isyan etmek günahtır. Ama onun eleştirel düşüncesinden ilham alan "köylü ayaklanmaları" Luther'i bile artık dinlemeyecek ve "bize tanrıdan bahsetmeye kalkışan şu pis papaz da kim" diyeceklerdir.

Köylü ayaklanmaları; birbirinden bağımsız, ortak bir hareket ve komuta merkezi olmayan, iyi örgütlenmemiş, bölgesel, hatta kentsel ölçekte başlayıp sönen, birbirinden farklı taleplere yönelik bir dizi ayaklanmadan ibarettir. Belki de bu sebeple ayaklanmaların önünü Luther bile alamamıştır.

Peki çözüm nedir? Eğer gerçekten çözüm istiyorsanız halkın içine girin ve onu gerçekten dinleyin.

Makul bir vergi sistemi; adil, bağımsız ve tarafsız bir adalet sistemi kurun mesela. Marangoz dahi olamayacak dikkatsiz ve özensiz kişilerin,  kaba saba bir ruha sahip insanların hakim, savcı ve avukat olamayacağını görün artık. Bırakın insanlar istediği gibi yaşasın şu ülkede. Dinine, diline, meshebine, ırkına, kültürüne, kılığına, kıyafetine karışmayın. "Cemevleri ibadethane değildir" saçmalığına bir son verin. Diyanet işlerini kaldırın. İnsanların dilinden, dininden, mezhebinden elinizi çekin..Milletvekilliğini hazineden geçinmeli bir meslek olmaktan çıkarıp hesap veren sorumlu ve dokunulabilir bir hale getirin. Siyaseti ve siyasi partileri parası ve gücü olanın  malı olmaktan çıkaracak değişiklikleri acilen gerçekleştirin. Tüm dokunulmazlıkları kaldırın. Ülkede dokunulamayan ve ulaşılamayan kimse kalmasın. Kamu görevini ve gücünü kendi menfaati için kullanan, çıkar sağlayan kim olursa olsun "canına okuyacak" düzenlemeler yapın. Bırakın Türk-Kürt ayrımını, Irkçılık ve ayrımcılık yapmanın cezası adam öldürmeye eşit olsun. Adalet bakanı alkollü araç kullanırken yakalanırsa veya kırmızı ışıkta trafik ihlali yaparsa, tıpkı Almanya'da olduğu gibi, trafik polisi tarafından durdurulabilsin, alkol çubuğu üfletilebilsin ve gerekiyorsa sıradan bir vatandaş gibi ceza yazılabilsin. Tüm bunlardan sonra o adalet bakanı, "sen benim kim olduğumu biliyor musun" yerine, "çok utanıyorum" diyebilsin.. Polislere, insanlara potansiyel bir suçlu muamelesi yapmaması gerektiğini öğretin. Üniformalı polisleri ve askerleri halkın içinde sürekli dolaştırmayın, sivil hayatı tedirgin edecek davranışlardan kaçının. Güvenlik sorgusu-araması diye köşe başlarını, yol boylarını kesmekten vazgeçin, insanları bezdirmeyin. Etkin ve hızlı bir suç ihbarı merkezi oluşturun. İnsanları suç ihbarı için teşvik edin ama ihbarcıları asla zor durumda bırakmayacak, mahkemeye tanık olarak çağırıp kimliklerini açık etmeyecek adam gibi bir sistem kurun.

İşte size çözüm süreci, bebek katillerinin değil, halkın yol haritası. Eğer gerçekten çözüm istiyorsanız, samimi iseniz, buyrun gelin bizim masamıza; halkın, sivil toplumun masasına. Zira konuşulacak daha çok meselemiz var..!



(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)