“Hukuk devleti” ilkesi ışığında tartışmasız olan, herkesin eşit bir şekilde hak arama hürriyetini kullanabilmesi, haksızlığa uğramışsa hakkını alabilmesi ve haksızlık yapmışsa da deyim yerinde ise kanunda gösterilen bedeli ödemesidir.

Yargı Devletin değil, Milletin yargısıdır, bağımsızdır, tarafsızdır ve kamu otoritesi dahil herkese eşit mesafededir. Anayasa m.2’ye göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasa m.9’a göre, yargı yetkisini Türk Milleti adına bağımsız mahkemeler kullanır. Anayasa m.10’a göre; kanun önünde herkes eşit olup, Devlet organları ile idare makamları tüm tasarruflarında “kanun önünde eşitlik” ilkesine uygun hareket etmek zorundadırlar. Anayasa m.36’ya göre; herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile dürüst yargılanma hakkına sahiptir. Görevli ve yetkili mahkemeler, davalara bakmaktan kaçınamazlar. Anayasa m.40’a göre; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Devlet; tasarruflarında, ilgili kişilerin hangi kanun yollarına ve makamlara başvuracağını ve bunların sürelerini göstermek zorunda olup, kamu görevlileri tarafından sebebiyet verilen zararları ödemekle yükümlüdür.

Kişi hak ve hürriyetleri yönünden Anayasanın öngördüğü kanaatimce en önemli güvence 13. maddede yer almaktadır. Bu hüküm, Anayasanın ilk üç maddesi kadar önemlidir, hiç değiştirilmemelidir ve değiştirilmesi asla teklif edilmemelidir. Değişiklik teklifi bile, kişi hak ve hürriyetlerine ihanet sayılmalıdır.

“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e göre, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlandırılabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine bağlı olamaz”.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “dürüst yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin 1. fıkrasının ilk cümlesine göre, “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıkların veya ceza alanında kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan yasa ile kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir sürede görülmesini isteme hakkına sahiptir”.

Sözleşmenin “etkili başvuru hakkı” başlıklı 13. maddesine göre, “Bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ilgili ihlal resmi hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilse bile, ulusal bir makam önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir”.

Yukarıda yer alan tespitlere bakıldığında; haksızlığa uğradığını düşünen kişi, öngörülebilir ve bilinebilir şekilde düzenlenen kurallara bağlı olarak kendisine haksızlık yapan kim olursa olsun uğradığını iddia ettiği haksızlığın konusunu teşkil eden tasarruf veya eyleme karşı kanun yoluna gidebilme hakkına sahiptir. Kişi bu hakkını kullanırken, hukuk kurallarının örtülü, sürekli değişen ve ne olduğu anlaşılamayan nitelikler taşımaması gerekir. Kişinin yalnızca hak arama hürriyetine sahip olması ve bunun ne olduğu anlaşılamayacak ve çok kısa sürelere bağlı şekilde düzenlenmesi, hak arama hürriyeti ve etkili başvuru hakkının tam manası ile kullanılabilmesi için yeterli değildir.

Kanun, birey karşısında Devleti korumaz. Hukuki güvenceler; birey, kamu ve Devlet nazarında “haklar dengesi” ilkesi gözetilmek suretiyle eşit düzenlenmelidir. Devletin işlem ve eylemlerine karşı yasal yollara başvurulmasının önü kapatılamayacağı gibi, bu yollar açık gibi gösterilip kişi tarafından kullanılması mümkün olamayacak hale de getirilemez.

Uygulamaya baktığımızda; Devletin işlem ve eylemlerinden dolayı mağdur olduğunu düşünenlerin başvurabileceği kanun yollarında, mercilerinde ve sürelerinde birlik olmadığı, dağınıklık ve karmaşıklığın bulunduğu, vergi, sosyal sigorta, idari ceza ve gümrük gibi konularda önemli kişisel mağduriyetlerin yaşandığı, mağdur edildiklerini düşünen kişilerin hangi kanun yolunu kullanarak, hangi makama ve ne sürede başvuracaklarını bilemedikleri, uyuşmazlığa konu idari işlem ve eylemlerde Anayasa m.40/2’ye uygun düşecek şekilde kanun yolu, başvuru yerleri ve sürelerinin gösterilmediği, hatta kamuya karşı yapılacak başvuru ve açılacak davalarda husumetin dahi belirlenemediği, yani kimi nereye şikayet etmek veya kimi dava etmek konusunun belirsiz kaldığı, tüm bu nedenlerle “hukuk devleti” ilkesinin sağlanamadığı bir gerçektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nde yargı birliği olmadığı gibi, kamu otoritesinden kaynaklanan işlem ve eylemlerden dolayı mağduriyetlerini ilgili makam ve yargı mercilerine taşımak isteyenlerin, yukarıda işaret ettiğim karmaşıklık, iletişim kopukluğu, süre azlığı, avukatlık sigortasının düzenlenmemesi sebebiyle yeterli hukuki yardım alamamasından dolayı ve bir nebze de kamu otoritesi ile karşı karşıya gelmenin korkutuculuğu veya başvuru yollarının masraflı, uzun, yorucu ve elde edilecek karşılığa veya miktarına olan inançsızlık sebebiyle kanun yollarını kullanmadıkları görülmektedir. Belki bu durum Devletin işine gelebilir, ancak “hukuk devleti” ilkesine bağlı olduğunu iddia eden kamu otoritesi tarafından bu tür bir gerekçe kabul edilemez.

Kamu kudretini kullanan Devletin korkutuculuğu bir gerçektir, fakat haksızlığa uğradığını düşünen ve haklı olduğuna inanan insan bakımından yasal yollara başvurulabilmesi, bu korkutuculuğun kapsamına girmemelidir. Hak arayabilmek; yalnızca yasal yollara başvurulmasını engellemek değil, aynı zamanda bu yolları öngörülebilir, bilinebilir yapıp kolaylaştırmaktır. Yasal yola başvurmak, sadece yargıya başvurmak anlamını da taşımaz.

Bireyi, kamu kudretini kullanan idari makamlar karşısında eşitlemek gerekir. Bunun için, bireyin uğradığını düşündüğü haksızlık nedeniyle hangi kanun yolunu kullanarak nereye ve hangi sürede başvuracağını bilmesi, başvuru yollarında birliğin sağlanması, başvuru sürelerinin makul olması, başvuru yollarının karmaşık hale getirilmemesi, her bir idari tasarruf ve eylem yönünden ayrı usul düzenlenmemesi isabetli olacaktır. Birey; gümrük idaresinin tasarruf ve eylemine karşı hangi yolu kullanacaksa, sosyal sigorta, vergi veya idari yaptırımlara karşı da aynı veya benzer usulleri kullanabilmek suretiyle iddiasını ve savunmasını güvenilir, bağımsız ve tarafsız makamlara taşıyabilmelidir. Belki bireyin ilk başvuru yeri, doğrudan yargı mercii olmayabilir, çünkü doğrudan yargı mercii, hem yargının iş yükünün artmaması ve hem de sorunun yargıya götürülmeden çözülmesi açısından faydalı olabilir.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, haksızlığa uğradığını düşünen kişinin sonuçta Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilmesi, kamunun tasarruf ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, bir hak ihlali varsa bunun bağımsız ve tarafsız yargı tarafından giderileceği anlamına gelmez. Çünkü Anayasa Mahkemesi’ne gitmek, hem yukarıda işaret ettiğimiz karmaşık ve yetersiz düzenlemeler ve hem de geçen süre sebebiyle hak ihlali sorunlarını çözememektedir. Önemli olan, sorunun Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmaya ihtiyaç duyulmadan halledilmesidir. Bunun yolu da; kişi ile Devletin karşı karşıya kaldığı meselelerde bireyin, kendisini mağdur ettiğini düşündüğü Devletin eylem ve tasarrufuna karşı kolayca kanun yoluna ulaşabilmesinin sağlanmasından geçer.

“Kimi kime şikayet ediyoruz” algısından kurtulmak, kişinin hak arama hürriyetinin önünü kapatmamak, ancak keyfi ve dayanaksız şikayetleri de ayırmak gerekir. Bununla birlikte, idarenin tasarruf ve eylemine karşı nereye, hangi sürede ve hangi kanun yolunu kullanmak suretiyle başvuru yapılması gerektiğini hukukçu dahi anlamakta güçlük çekmekte ise, hukukçu olmayanın ağır mağduriyetler yaşayabileceği, kendisini sahipsiz hissedeceği ve “hukuk devleti” ilkesine olan inancının azalacağı veya olmayacağı muhakkaktır.

Sorun; öngörülebilir, bilinebilir, anlaşılabilir, aynı veya benzer usuller içeren, değişmeyen, kolay ve makul sürede başvurmayı mümkün kılan yasal düzenlemeler ve beraberinde de bağımsız, tarafsız ve dürüst yargılayan mahkemelerle çözülebilir.



(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)