Kanun teklifine dayanak Mali Eylem Görev Gücü (FATF), küresel kara para aklama ve terörün finansmanının önlenmesi için adeta bir bekçi köpeği görevini haiz olup, yasa dışı faaliyetleri ve bu faaliyetlerin topluma verdikleri zararları önlemeyi amaçlayan uluslararası standartlar belirlemektedir[1]. BMGK’nın esas aldığı Birleşmiş Milletler Şartı’nın “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Eylemleri Durumunda Alınacak Önlemler” başlıklı 7. Bölümü maddeleri ise BMGK’nın yaptırım kararlarına dayanak hükümleri haiz olup, bu maddeler uyarınca BMGK, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırı eylemi olduğunu saptarsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunacak veya 41. ve 42. maddeler uyarınca hangi önlemler alınacağını kararlaştıracaktır. BMGK, durumun ağırlaşmasını önlemek üzere, 39. madde uyarınca tavsiyelerde bulunmadan ya da önlemleri kararlaştırmadan önce, ilgili tarafları gerekli ya da uygun gördüğü geçici önlemlere uymaya çağırabilecek, yine aynı bölümde bulunan 41’inci madde gereğince Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen ne gibi önlemler alınması gerektiğini kararlaştırabilecek, Birleşmiş Milletler üyelerini bu önlemleri uygulamaya çağırabilecektir. Bu önlemler, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini içerebilecektir. Yine devamı madde gereğince, BMGK, 41’inci maddede öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağını düşünür ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilecek, bu girişimler tatbikatları, ablukayı ve BM üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilecektir. BM’nin bu hususta aldığı birçok yaptırım kararı olup, bu kararlardan 1267 (1999) ve müteakip nitelikteki 1988 (2011), 1989 (2011), 2253 (2015) sayılı kararları ile 1373(2001) numaralı kararları anılan kanun teklifine dayanak yapılmıştır.

Raporları teklife dayanak yapılan FATF, Türkiye hakkında yayınladığı Aralık 2020 tarihli son değerlendirmesinde özetle, kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanı ile mücadele konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları ve ilgili FATF Tavsiyeleri ile tam uyumun sağlanması, terörizmin finansmanı ve aklama suçları ile mücadelede yasal ve kurumsal kapasitenin güçlendirilmesinin önemini vurgulamış, Türkiye’yi FATF tarafından yayınlanan 40 adet tavsiye kararı bakımından bunların 28’inde uyumlu (11’inde tamamen, 17’sinde çoğunlukla uyumlu), 12’sinde kısmen uyumsuz veya tamamen uyumsuz; 11 adet etkinlik kriteri bakımından ise Türkiye’yi bunların 9 tanesi bakımından yetersiz bulmuş; nitekim Türkiye’nin özellikle para aklama, terörün finansmanının ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi bakımından gerekli iyileştirmeleri yapmaması halinde “gri liste”ye alınabileceği uyarısı yapılmıştır[2].

Anılan düzenlemeler nedeniyle kanunlaştırılmak istendiği belirtilen teklife bir göz gezdirildiğinde, kanun teklifinin, hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesi ile kanun yapma mantığı açısından bir problematik olan “torba kanun” şeklinde yapılandığı görülmektedir. Teklif 43 maddeden oluşmakta ve birbirinden tamamıyla bağımsız 7 ayrı kanunda değişiklik yapma, ayrıca yeni de bir kanun ihdas etme amacı taşımaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki özellikle temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliği taşıyan hükümlerin torba kanun şeklinde düzenlenmesi hukuk mantığına aykırıdır. Bu hem maddeler üzerinde ayrıca istişare imkanını ortadan kaldırmakta hem de temel hak ve özgürlüklere müdahale noktasında keyfiliğe yol açmaktadır.

Kanun teklifinin birinci bölümünde, Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine ilişkin kanunun “amaç, kapsam ve tanımlar” başlıklı ilk maddesi düzenlendiği görülmektedir. Bu maddede kanun teklifine dayanak BMGK kararlarının, BMGK’nın kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine yönelik yaptırım kararlarını ve bu kararların eklerini kapsadığı belirtilmiştir. Teklifin “Yasak işlem ve faaliyetler” başlıklı ikinci maddesinde BMGK kararları çerçevesinde yasak işlemler ve faaliyetler sayılmış, üçüncü maddesinde BMGK kararlarına konu kişi veya kuruluşlar bakımından malvarlığının dondurulması veya yasakların uygulanması ile ilgili hükümler düzenlenmiş, devamı maddede ise kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak Denetim ve İşbirliği Komisyonu oluşturulacağı düzenlenmiştir. Devamı maddede ise “Yasak işlem ve faaliyetler” başlıklı ikinci maddeye aykırı eylemlerin, yine malvarlığının dondurulmasıyla ilgili alınan üçüncü maddeye aykırı eylemlerin hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir.

Kanun teklifinin gerekçesinde dayanak gösterilen BMGK kararlarından biri olan 63/185 nolu karar[3], terörizmle mücadelede insan haklarının ve temel hak ve özgürlüklerin korunmasını salık vermektedir. Ancak aşağıda sunacağımız gerekçelerden de anlaşılacağı üzere, kanun teklifinde gerek birçok anayasal temel hak ve özgürlüğe gerek de insan haklarının korunması gerekliliğine riayet edilmediği görülmektedir.

Kanun teklifi kapsamında cezalandırılacağı söylenen fiiller, anayasal çerçevede kanun yapma pratiğine uygun şekilde belirlenmemiştir. Tekliften bu anlamıyla BMGK’nın yaptırım kararlarının kül haliyle hapis cezasına sebebiyet verebilecek şeklinde yorumlanabileceği anlaşılmaktadır. BMGK tarafından yayınlanan kararlar tavsiye veyahut bağlayıcı nitelikte olabilmektedir. BMGK’nın yaptırım adıyla anılan kararlarına uymamayı hapis cezasına sebep bir neden olarak ihdas etmek başta suçta ve cezada kanunilik ilkesine, sonrasında ise hukuki belirlilik ilkesine aykırıdır. Nitekim BMGK’nın yaptırım adıyla duyurduğu kararları da bulunmamakta, bu da BMGK’nın istenen kararının keyfiliğe yol açar biçimde bir ceza ihdas sebebi olarak yargılama makamlarınca uygulanabileceğini göstermektedir. Kanun yapma pratiğinde, özellikle de ceza ihdas eden bir kanun yapma pratiğinde suça sebebiyet verebilecek tüm fiiller açıklıkla ortaya konulmalıdır. Türk Ceza Hukuku ve anayasamız bu anlamda birçok ulusal hukuk sistemi gibi suçta ve cezada kanunilik ve hukuki güvenlik ile belirlilik ilkelerine aykırı kanun yapma iradesine cevaz vermemektedir. BMGK kararlarına uyumun sağlaması, BM Şartı’na taraf ulusal devletlerin üzerine düşen bir husus olmakla birlikte, yapılması gereken BMGK kararları kapsamında her bir karar nedeniyle ortaya çıkabilecek spesifik fiil özelinde gerekirse mevzuat değişikliği yapmaktır ve her durumda suça konu fiil tüm tipiklik ve hukuka aykırılık unsurlarıyla ortaya konulmalıdır. Bundan başka Türk Hukukunda BMGK’dan evvel “malvarlığının dondurulması” şeklinde bir tedbir hükmü var olmayıp, bu hüküm 16.2.2013 tarihinde kabul edilen 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun ile mevzuatımıza girmiştir. Kanun’un “tanımlar” başlıklı 2’nci maddesine göre, malvarlığının dondurulmasının, malvarlığının ortadan kaldırılmasının, tüketilmesinin, dönüştürülmesinin, transferinin, devir ve temlik edilmesinin ve sair tasarrufi işlemlerin önlenmesi amacıyla, malvarlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin kaldırılması veya kısıtlanmasını, ifade ettiği belirtilmiştir. Mevzuatımızda çeşitli kanunlarda belirli fiillerin gerçekleştirilmesi halinde kişi veya kurumların malvarlığı veya malvarlığı değerlerine “el konulabileceği” düzenlenmiştir. Bu anlamda hem dondurma hem de el koyma tedbirlerinin düzenlenmesi hukuk alanında karışıklığa yol açmakta bu suretle tarafları şüpheye düşürmektedir. Malvarlığına el koyma kararı veya anıldığı haliyle dondurma kararı, kişilerin tasarruf yetkilerini kısıtlaması bakımından ancak mahkemeler tarafından verilmesi gereken kararlar iken, ilgili kanun teklifi ile ne olduğu şüpheli “malvarlığını dondurma” yetkisinin yapılan değişiklik ile siyasi bir organ olan, tek bir kişi olarak görev yapan cumhurbaşkanının yetkisine bırakılması anayasaya ve hukuk devleti olma ilkesine aykırıdır.

Teklifin ikinci bölümünde çeşitli kanunlarda değişiklik yapan düzenlemelere yer verildiği görülmektedir. Kanun teklifinin 9’uncu maddesi ile 2860 sayılı Kanun’un 16’ncı maddesinin üçüncü fıkrasına “Denetim ile görevlendirilenler ve izin vermeye yetkili makamlar, yardım toplama faaliyetiyle ilgili olanlar ile kamu kurum ve kuruluşlarından, bankalar dâhil gerçek ve tüzel kişilerden denetim görevi kapsamına giren hususla sınırlı olarak ilgili bilgi ve belgeyi isteme yetkisine sahiptir. Talepte bulunulanlar özel kanunlarda yazılı hükümleri ileri sürerek bilgi ve belge vermekten kaçınamazlar.” hükmü getirilmek istendiği görülmektedir. Yine aynı teklif ile 5253 sayılı Kanunun 19’uncu maddesine eklenmek üzere, “Denetim ile görevlendirilenler, kamu kurum ve kuruluşlarından, bankalar dâhil gerçek ve tüzel kişilerden denetim görevi kapsamına giren hususla sınırlı olarak ilgili bilgi ve belgeyi isteme yetkisine sahiptir. Talepte bulunulanlar özel kanunlarda yazılı hükümleri ileri sürerek bilgi ve belge vermekten kaçınamazlar.” hükmü getirilmek istendiği görülmektedir. Kanunda yapılacak değişiklikler ile kişi ve kurumlara, 2016 yılında tam da bu sebeplerle ihdas edilen Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na aykırı bir biçimde bilgi verme zorunluluğu getirilmektedir. Nitekim bu bilgilerin verilmesi bakımından hiçbir açık işleme amacına da yer verilmediği görülmektedir. Maddede denetim ile görevlendirilenler ve izin vermeye yetkili makamların “denetim görevi kapsamında” tüm bilgi ve belgeleri isteyebileceği belirtilmiş, denetim görevi kapsamında ne tür bilgilerin, belgelerin istenebileceği belirtilmemiş, açıklanmamış, bu hususlar ucu açık bırakılmıştır. Tüm bu nedenlerle anılan düzenleme anayasada düzenlenen kişisel verilerin korunması hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Kanun teklifinin 10’uncu maddesinde 2860 sayılı Kanun ile ilgili olmak üzere izinsiz yardım toplama faaliyetleri hakkında idari para cezasına hükmedilebileceği düzenlenmiştir. Teklifte 2860 sayılı Kanun’un 29’uncu maddesine eklenmek üzere “Bu Kanunun diğer hükümlerine aykırı davranışta bulunanlara, fiilleri suç oluşturmadığı takdirde, bin Türk lirası idari para cezası verilir.” hükmü de düzenlenmiştir. Kanunda belirtilmeyen fiiller bakımından idari para cezasına hükmedilebileceğinin düzenlenmesi de hukuki belirlilik ve güvenlik ilkesine aykırıdır. Ayrıca bu idari yaptırımlara valilerin, vali dilerse vali yardımcılarının ve kaymakamların dahi karar verebileceğinin düzenlenmesi keyfiliğe sebebiyet verebileceği gibi, bu hususta itiraz mekanizmalarının ayrıca ihdas edilmemiş olması da hukuki güvenlik ilkesine aykırıdır.

Kanun teklifinin 15’inci maddesi ile 5253 sayılı Kanun’a 30’uncu maddeden sonra gelmek üzere “Görevden uzaklaştırma ve faaliyetten geçici alıkoyma” başlığı ile şu hüküm eklenmek istenmektedir: “MADDE 30/A- Bir derneğin faaliyeti çerçevesinde Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun kapsamında yer alan suçlar ile Türk Ceza Kanununda yer alan uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçlarından dolayı derneğin genel kurulu dışındaki organlarında görevli olanlar veya ilgili personel hakkında soruşturma başlatılması hâlinde bu kişiler veya bu kişilerin görev yaptığı organlar geçici bir tedbir olarak İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir. Birinci fıkrada belirtilen tedbirin yeterli olmaması ve gecikmesinde sakınca bulunması durumunda İçişleri Bakanı, derneği geçici olarak faaliyetten alıkoyabilir ve derhâl mahkemeye başvurur. Mahkeme kırk sekiz saat içinde faaliyetten geçici alıkoymaya ilişkin kararını verir ve yargılamaya Türk Medenî Kanununun 89 uncu maddesine göre devam eder. İlgililer her zaman faaliyetten geçici alıkoyma kararının kaldırılmasını talep edebilir. Mahkeme başvuruyu gecikmeksizin karara bağlar. Birinci fıkraya ve 32 nci maddenin birinci fıkrasının (f) bendine göre geçici olarak görevden uzaklaştırılan organların ve bu organların üyelerinin yerine yapılacak atamalarda 27 nci madde ile Türk Medenî Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.” Madde ile hukuki garabet yaratacak bir biçimde atanmış idari bir organ olan içişleri bakanlığına yalnızca kamuya yararlı dernekler değil tüm dernekler ve üyeleri bakımından hiçbir mahkeme kararı olmaksızın, görevden uzaklaştırma ve faaliyetten geçici olarak men etme imkanı getirilmektedir. Bu kararların uygulanması için dernek üyeleri veya personelleri hakkında soruşturma başlatılmasının yeterli olduğu görülmektedir. Bu durum başta adil yargılanma hakkı ile bu kapsamda masumiyet karinesinin yürütme eliyle baştan ihlali anlamına gelmektedir. Zira henüz soruşturma geçiren bir dernek üyesi veya personel, görevinden geçici olarak el çektirilebilecektir. Üstelik bu tedbire karar verme yetkisi idari makam elindedir. Birçok kamuya yararlı iş gören derneğin, uluslararası kuruluşlardan alınan fonlar ile insanlara yardımda bulunduğu gerçeği düşünüldüğünde, bu durum bu derneklerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi yanında, fonlarını kaybetmek gibi mali sorunlarla da karşılaşabileceğini düşündürmektedir. Anayasamızın 33’üncü maddesi gereği, herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir. Bu kanun teklifi ile düzenlenmek istenen ilgili madde ile örgütlenme hürriyetine de açık bir şekilde ölçüsüz bir kısıtlama getirildiğini söyleyebiliriz. Zira bu gibi kısıtlamalar kişileri dernek kurmaktan veya derneklere üye olmaktan imtina ettirebilecektir. Kanun teklifinin 16’ncı maddesi ile 5253 sayılı Kanun’un 32’nci maddesinin birinci fıkrasına eklenmek istenen (k) bendinin de aynı mülahazalarla, yani örgütlenme hürrriyetinin sınırlarının hukuki olmayan bir ölçü ile çizmek üzere düzenlendiğini söyleyebiliriz. Zira ilgili madde ile yeniden düzenlenmek istenen “k” bendi ile dernek üyelerinin, personellerinin vs. anılan hükümlere (madde 9 ve 19) uymaması nedeniyle istenen hapis cezaları “üç ay veya adli para cezası” iken, “üç aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası” olarak; 19/4 maddesi yönünden “beş bin Türk lirasından yirmi bin Türk lirasına kadar idari para cezası” olarak; 21’inci maddenin birinci ve ikinci fıkralarındaki yükümlülükler bakımından mevcut düzenlemede “üç aya kadar hapis veya adlî para cezası” iken “beş bin Türk lirasından yüz bin Türk lirasına kadar idari para cezası” olarak düzenlenmek istenmektedir.

Kanun teklifinin 19’uncu maddesi ile 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 43/A maddesine ek fıkra olarak, 43/A’da sayılan suçların bir tüzel kişinin yararına işlenmesi durumunda, tüzel kişi hakkında idari para cezasına karar verilebilmesi için fiili gerçekleştiren kişi hakkında yürütülen soruşturma veya kovuşturmanın tamamlanmasının beklenmeyeceği düzenlenmiştir. Teklifin bu yönüyle de adil yargılanma hakkı ile bir kimsenin suçlu olduğu ispatlanıncaya kadar hakkında mahkûmiyet hükmü verilemeyeceği şeklinde genelde kişiler nezdinde sirayet eden masumiyet karinesine aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Zira kanun kapsamında yargılanan, kişilerdir ve yargılanan kişinin suçu sabit olmadığı sürece tüzel kişi hakkında idari para cezasına hükmedilmesi hukuk devleti ilkesi gerekleriyle uyuşmamaktadır.

Kanun teklifinin 20’nci maddesi ile 11/10/2006 tarihli ve 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun’un 2’nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine “spor kulüpleri” ibaresinden sonra gelmek üzere, “savunma hakkı bakımından diğer kanun hükümlerine aykırı olmamak ve 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 35’inci maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki taşınmaz alım satımı, şirket, vakıf ve dernek kurulması, idaresi ve devredilmesi gibi işlerle sınırlı olmak üzere serbest avukatlar” ibaresi ekleneceği belirtilmiştir. 5549 sayılı Kanun incelendiğinde avukatların da dahil edilmek istendiği yükümlülerin, kimlik tespit etme, şüpheli işlemleri bildirme, taraf oldukları veya aracılık ettikleri işlemlerden, Maliye Bakanlığı’nca belirlenecek tutarı aşanlar hakkında devamlı bilgi verme, 5549 sayılı Kanun ile getirilen yükümlülüklere ve işlemlere ilişkin her türlü ortamdaki; belgeleri düzenleme tarihinden, defter ve kayıtları son kayıt tarihinden, kimlik tespitine ilişkin belgeleri ise son işlem tarihinden itibaren sekiz yıl süreyle muhafaza ve istenmesi halinde yetkililere ibraz etme yükümlülükleriyle donatıldığı görülmektedir. Bu anlamda mevzuat gereği müvekkilleri bakımından sır saklama yükümlülüğü olan, Türk Ceza Kanunu gereği tanıklıktan çekinme hakkı olan, bu hakkı müvekkilleri cevaz verse dahi kullanabilecek olan, savunmanın en önemli ayağı olan avukatların, bu tür müvekkil-vekil arası olması doğal olarak gerekli vekalet ilişkisine aykırı şekilde yükümlü kılınması, avukatlığın ve yargının sac ayağı olan savunmanın özüne ve ruhuna aykırıdır. 5549 sayılı Kanun’a daha evvel 6704 sayılı torba yasanın 20’nci maddesiyle eklenen 19/A maddesi ile Maliye Bakanlığı’na yükümlüler nezdinde veya bunlar aracılığıyla yapılmaya teşebbüs edilen ya da hâlihazırda devam eden işlemleri, işleme konu malvarlığının aklama veya terörün finansmanı suçu ile ilişkili olduğuna dair şüphe bulunması halinde, belli amaçlar dahilinde yedi iş günü süreyle askıya alma veya bu işlemlerin aynı süreyle gerçekleşmesine izin vermeme yetkisi verilmiş idi. Öz itibariyle idari bir makama, savcılık ve mahkeme organlarının yerine geçer vaziyette karar verme imkânı veren zaten sorunlu olan bu hükme yeni kanun teklifi ile bu yetkinin bakanlarca dilediği kişilere devredebileceği şeklinde hüküm getirilmek istenmesi de hukuki güvenlik ilkesine aykırı olup, yasama yetkisinin gaspı şeklinde yorumlanabilecektir.

Kanun teklifinin 36’ncı maddesi ile 6415 sayılı Kanun’un beşinci maddesinin birinci fıkrası da değiştirilmek istenmektedir. İlgili kanun teklifinde de belirtildiği üzere, ülkemizin taraf olduğu, 1999 tarihli Birleşmiş Milletler Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin uygulanması ve Sözleşme hükümlerine uyumun sağlanması ile BMGK’nın 1267 (1999) ve müteakip kararları ile 1373 (2001) sayılı Kararlarındaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi amacıyla 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun 7.2.2013 tarihinde kabul edilmiş idi. Anılan kanunun, kanun teklifi ile değiştirilmek istenen beşinci maddesinin mevcut halinde, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1267 (1999), 1988 (2011) ve 1989 (2011) sayılı kararlarıyla listelenen kişi, kuruluş veya organizasyonların tasarrufunda bulunan malvarlığının dondurulması kararları, Bakanlar Kurulunun Resmî Gazete’de yayımlanan kararıyla gecikmeksizin uygulanabilir” iken, yapılmak istenen değişiklik ile bu kararların Cumhurbaşkanının Resmî Gazete’de yayımlanan kararıyla gecikmeksizin uygulanabileceği düzenlenmiştir. Bilindiği üzere parlementer sistemden, cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ile birlikte bakanlar kurulu gibi bir otorite de ortadan kalkmış oldu. Bu anlamda birçok mevzuat, kararları bizatihi cumhurbaşkanının vereceği şekilde değiştirildi. Bu teklif hükmü de bunlardan biridir. Biz bu tür, kişilerin hak ve özgürlüklerini etkileyecek kararların, tek bir idari organ eliyle değil, bir mahkeme eliyle verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Kaldı ki daha önceki hükümler yönünden belirttiğimiz üzere, malvarlığının dondurulmasına ilişkin düzenleme soyut bir düzenleme olup, dondurmadan uygulamada ne anlaşılması gerektiğinin, el koyma ile farkının ne olduğunun dahi açıklanmadığı yerde, kanun teklifi hukuki belirlilik ilkesini karşılamaktan çok uzaktır.

Kanun teklifinin 37’nci maddesi ile 6415 sayılı Kanun’a eklenecek hüküm ile yeni ihdas edilen Değerlendirme Komisyonu’nun 3’üncü ve 4’üncü madde kapsamına giren fiilleri gerçekleştirdiği hususunda makul sebeplerin varlığına istinaden kişi, kuruluş veya organizasyonların yabancı ülkelerde bulunan malvarlığının dondurulması talebiyle Cumhurbaşkanına öneride bulunabileceği; 5’inci ve 6’ncı maddelerde düzenlenen hususlar dışında, mahkemelerce terör örgütü olduğuna kesin olarak karar verildikten sonra 3’üncü ve 4’üncü madde kapsamına giren fiilleri gerçekleştirdiği hususunda makul sebeplerin varlığına istinaden kişi, kuruluş veya organizasyonların Türkiye’de bulunan malvarlığının dondurulmasına ve bu makul sebeplerin ortadan kalkması hâlinde malvarlığının dondurulmasının kaldırılmasına Değerlendirme Komisyonu’nun önerisi üzerine Hazine ve Maliye Bakanı ile İçişleri Bakanı tarafından birlikte karar verilebileceği; üçüncü fıkra kapsamında verilen malvarlığının dondurulmasına ilişkin kararların derhâl uygulanacağı ve kırk sekiz saat içinde, Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından belirlenen Ankara ağır ceza mahkemesinin onayına sunulacağı düzenlenmiştir. Mahkemenin ise makul sebeplerin varlığı yönünden yapacağı inceleme neticesinde malvarlığının dondurulması kararının devamına veya kaldırılmasına beş gün içinde karar vereceği ve sonucu derhâl Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı(MASAK)’na bildireceği; mahkemenin kararlarına karşı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz edilebileceği düzenlenmiştir. Bu hüküm yönünden de mahkemelerin yerine geçer biçimde, Hazine ve Maliye Bakanı ile İçişleri Bakanı eliyle kişilerin malvarlıklarının dondurulabileceği hususunun düzenlendiği görülmektedir. Bu yönüyle de hüküm yasama yetkisinin ihlali anlamına gelebilecek şekilde yorumlanabilecektir.

Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi bir teklif olmaktan öte, birçok kanunda değişiklik öngörmesi nedeniyle aynı zamanda torba bir kanun teklifi olup, anılan sebepler muvacehesinde kanun yapma pratiğine, hukuki güvenlik ve belirlilik, hukuk devletinin gerekleri olan ölçülülük ve yasama-yürütme-yargı fonksiyonlarının bağımsızlığı ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir. Temennimiz bu aksayan yönlerin tespit edilerek kanun teklifinin meclisten dönmesi veyahut teklif yasalaşırsa kanunun AYM tarafından iptalidir.

Av. Sevgi Erarslan

-----------------

[1] https://www.fatf-gafi.org/about/ 27 Aralık 2020.

[2] FATF, “Anti-money laundering and counter-terrorist financing measures – Turkey, Fourth Round Mutual Evaluation Report”, Paris, 2019, (Çevrimiçi),

http://www.fatf-gafi.org/publications/mutualevaluations/documents/mer-turkey-2019.html 27 Aralık 2020.

[3] BMGK, “Resolution adopted by the General Assembly on 18 December 2008 [on the report of the Third Committee (A/63/430/Add.2)] 63/185: Protection of human rights and fundamental freedoms while countering terrorism”, 3 Mart 2009, (Çevrimiçi), https://undocs.org/en/A/RES/63/185 27 Aralık 2020.