5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Millete ve Devlete karşı suçlar ve son hükümler” kısmında, “Adliyeye karşı suçlar” bölümü altında düzenlenen “Suç üstlenme” başlıklı madde 270’e göre; “Yetkili makamlara, gerçeğe aykırı olarak, suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren kimseye iki yıla kadar hapis cezası verilir. Bu suçun üstsoy, altsoy, eş veya kardeşi cezadan kurtarmak amacıyla işlenmesi halinde; verilecek cezanın dörtte üçü indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir”.

270. maddede; hangi saikle olursa olsun, başkasının işlediği bir suçu[1] kendisinin işlediğini bildirmeyi suç saymıştır. Bu bildirimin yetkili makamlara yapılması gerekmekte olup, yetkili makamlar dışında yapılan bildirim veya beyanlar TCK m.270 kapsamında değerlendirilemeyecektir.

Maddenin gerekçesinde; “Madde metninde suç üstlenme suçu tanımlanmıştır. Kişi, gerçekte hiç işlenmemiş veya başkası tarafından işlenmiş olan bir suçu kendisinin işlediğinden bahisle, bildirimde bulunmuş olabilir. Bu durumda, suç üstlenme suçu oluşur. Madde metnine göre; bu suçun belli akrabalık ilişkisi içinde bulunulan kişilerin cezadan kurtulması amacıyla işlenmesi halinde, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir”.

Madde gerekçesinde; hiç işlenmemiş bir suçun üstlenilmesinin de bu madde kapsamında suç teşkil edeceği belirtilmişse de, “suçta ve cezada kanunilik” prensibi gereği bu yönde bir kabulün doğru olmadığını ifade etmeliyiz. Madde metninde; “suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren” kimseden bahsedildiğinden, ortada işlenmiş bir suç olması gerektiği, bunun ön şart olarak düzenlendiği, hiç işlenmemiş bir suçun bildirilmesinin suç üstlenme suçunu oluşturmayacağı anlaşılmaktadır. Belirtmeliyiz ki; TCK m.270’de geçen suç somut işlenmiş veya teşebbüs halinde kalmış suç olup, soyut suç kavramından bahsedilmemektedir. Suç üstlenme suçunun oluşabilmesi için öncelikle ortada işlenmiş veya kasten işlenen suçlarda teşebbüs aşamasında kalmış bir suçun varlığı gerekir. Maddenin başlığı ve gerekçesi; gerçekte işlenmemiş, fakat işlenmiş gibi gösterilmek suretiyle adli makamların meşgul edilmesini de suçu üstlenme suçu olarak değerlendirmiştir. Ancak 270. maddenin lafzından hareketle bu sonuca varılamaz. Madde metnine göre, suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren kimsenin suçu üstlenme suçundan cezalandırılacağı belirtilmiştir. Hükümde; “bir suç işlediğini veya suça katıldığını” yerine, “suçu işlediğini veya suça katıldığını” ibaresinin kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle; her ne kadar maddenin başlığı ve gerekçesinden dolayı adli makamları meşgul eden hayali suç uydurmalarda da suçu üstlenme suçunun oluşacağı ileri sürülse de, bizce ortada işlenmiş veya kasten işlenen suçlarda suçun görünüş şekli ve yarıda kalmış hali olan teşebbüs aşamasında kalmış somut bir suçun varlığı gerekir. Ancak korunan hukuki yarar açısından; uydurulan ve hayali suçlardan dolayı adli makamların meşgul edilmesi de TCK m.270 kapsamında suç sayılmalı idi. Şu an için “kanunilik” ilkesi bu yönde bir kabule müsait değildir. TCK m.270’de bu yönde değişikliğe gidilmesi, korunan hukuki yarara uygun olacaktır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 10.06.2019 tarihli, 2017/8613 E. ve 2019/8034 K. sayılı kararına göre; “Sanık ...’ın bu beyanı üzerine sanık ... hakkında trafik güvenliğinin kasten tehlikeye sokulması ve taksirle yaralama suçlarından ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği anlaşılmakla; üstlenecek bir suçun sözkonusu olmaması nedeniyle suç üstlenme suçunun unsurlarının oluşmayacağı cihetle sanıkların atılı suçtan beraatlerine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi, bozmayı gerektirmiştir”[2].

Kararda; sanığın üstlendiği fiilin, işlenmemiş bir suç olduğunun cumhuriyet savcılığının ek kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı (KYOK) ile ortaya çıktığı, dolayısıyla üstlenilen suçun gerçekten işlenmediği, işlenmemiş bir suçun üstlenilmesinin suç teşkil etmediği belirtilmiştir. Yargıtay; hiç işlenmeyen bir suçun bildirilmesini de TCK m.270 kapsamında değerlendirse idi, yukarıda yer verdiğimiz kararında, üstlenilen suç hakkında KYOK kararı verilmesini önemsememesi, bu karara rağmen, yani ortada işlenmiş bir suç olmasa da suç üstlenme suçunun meydana geldiğine karar vermesi beklenirdi.

Şu halde; üstlenilen fiilin, esasında suç teşkil etmediği, soruşturmaya veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya beraat kararı ile kesinleşirse, suç üstlenen kişinin de beraatına karar verilmesi gerekir.

Özgü/mahsus suç olarak düzenlenmiş, meydana gelmesi için failinin bazı niteliklere sahip olması zorunlu olan suçlarda, failin bu niteliklere sahip olmamasına rağmen özgü suçu üstlenmesi TCK m.270’i meydana getirir mi?

Örneğin; özgü suç olan resmi belgede sahtecilik suçunun failinin kamu görevlisi olmasının zorunlu olduğu gözönünde bulundurulduğunda, kamu görevlisi olmayan bir kişinin işlenmiş veya işlendiği iddia olunan bir resmi belgede sahtecilik suçunu kendisinin işlediğini yetkili makamlara bildirmesi suç üstlenme olarak değerlendirilebilir mi?

Öncelikle; yukarıda yer verdiğimiz açıklamalara atıfla, hiç işlenmemiş, hayal ürünü bir resmi belgede sahtecilik suçunu kendisinin işlediğini bildiren şahıs hakkında TCK m.270’in tatbik edilemeyeceği kanaatinde olduğumuzu belirtmeliyiz. Ancak ortada en azından soruşturma başlatılmasını gerektirecek, suç şüphesi teşkil eden bir resmi belgede sahtecilik fiilinin üstlenilmesi, fail esasında kamu görevlisi olmadığı için, bu suça fail olarak katılamayacak olsa da, TCK m.270’in tatbikini gerektirecektir. Şöyle ki; bu suçla korunan hukuki yarar, adliyelerin ve yargı görevlilerinin boş yere meşgul edilmemesi, maddi hakikat ve adaletin ortaya çıkmasının engellenmesinin önüne geçilmesi olup, kanun koyucu kişinin üstlendiği suçu işleyebilecek özelliklere sahip olup olmamasına bir önem atfetmemiştir. Yukarıda yer verdiğimiz resmi belgede sahtecilik örneğinde korunan hukuki yarar düşünüldüğünde; her ne kadar kişinin kamu görevlisi olmadığından üstlendiği suçun faili olmadığı ilk bakışta anlaşılabilecek olsa da, kişinin yetkili makamlara yaptığı bildirim makul şüphe meydana getirecek, kişinin azmettiren veya yardım eden olarak suça iştirak edip etmediğinin incelenmesini zorunlu kılacak, yargı mensuplarını boş yere meşgul edecek ve maddi hakikatin ortaya çıkmasını zorlaştıracaktır. Üstlenilen resmi belgede sahtecilik suçunun failleri beraat ettiğinde, suç üstlenen kişi hakkında da KYOK veya beraat kararı verilmesi gerektiğini ifade etmeliyiz.

Bu konuda akla gelen bir başka soru; alkollü araç kullanan arkadaşı ile seyahat eden, alkollü olmayan bir kişinin, aracın kolluk tarafından çevrileceğini anladığında arkadaşını korumak amacıyla şoför koltuğuna geçerek, kolluk görevlilerine kendisinin aracı kullandığını söylemesi durumunda, TCK m.270’de düzenlenen suçu üstlenme suçunun oluşup oluşmayacağıdır.

Yukarıda yer alan açıklamalar ışığında; suçu üstlenen kişinin alkollü olmaması, dolayısıyla TCK m.179’un 3. fıkrasında[3] düzenlenen suçu işlediğinden o an için bahsedilemeyecek olması, suç üstlenme suçunun meydana gelmesini engellemeyecektir. Suç üstlenme suçunda; kişinin gerçeğe aykırı olarak, işlemediği bir suçu işlediğini yetkili makamlara bildirmesi yeterlidir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 03.11.2016 tarihli, 2015/8475 E. ve 2016/12423 K. sayılı kararına göre; Kendisine ait olan araç ile trafik güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde ve alkollü olarak araç kullanan sanığın, güvenli sürüş yeteneğini kaybettiği ve dolayısıyla atılı trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun unsurlarının oluştuğu, yine aynı tutanak içeriğine ve dosya kapsamına göre, diğer sanığın bütün aşamalarda aracı kullandığını bildirdiği, bu sanık yönünden suç üstlenme suçunun unsurlarının oluştuğu anlaşılmakla, her iki sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerekir”. Kararda; suç üstlenen kişinin alkollü olup olmamasına, TCK m.270’in meydana gelmesi bakımından önem verilmemiştir. Bu karara katıldığımızı belirtmeliyiz. Çünkü önemli olan, işlemediğini bildiği bir suçu bilerek ve isteyerek işlenmiş gibi yetkili makamlara bildirilmesi suretiyle adliyeye karşı işlenmiş bir suçun olup olmadığıdır. Üstlenilen suçun, üstlenen kişi tarafından gerçekte işlenip işlenemeyeceğine bakılmamalıdır. Ortada işlenmiş veya teşebbüs edilmiş bir suç olup da, bu suça katılmayan bir kişi suç üstlenmişse, üstlendiği suçtan değil, fakat adliyeye karşı işlediği suçu üstlenme suçundan mesul tutulacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.11.2019 tarihli, 2015/15-489 E. ve 2019/682 K. sayılı kararında; “Olay yerine sonradan geldiği anlaşılan ve aşamalarda kazaya karışan aracı kendisinin kullandığı yönünde ifade veren inceleme dışı sanık ...'in alkolsüz olması karşısında, kazayı yapan aracın inceleme dışı sanık ... tarafından kullanıldığının kabul edilmesi halinde, inceleme dışı sanık ... yönünden sübut bulan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun inceleme dışı sanık ... yönünden oluşmayacağı ve kendi nezdinde oluşmayan suç yönünden de suç üstlenme suçunun işlenemeyeceği…” ifade edilmiştir. Kararda; suçu üstlenen kişinin alkolsüz olduğu, bu nedenle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçu kendisi nezdinde oluşmayacağından, suç üstlenme suçunu işleyemeyeceği, ancak TCK m.283’de tanımlanan suçluyu kayırma suçunun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

Bu karara katılmadığımızı; suç üstlenen kişi bakımından, üstlendiği suçun unsurlarının oluşmasının beklenmesinin, suç üstlenme suçu ile korunan hukuki yararla bağdaşmayacağı gibi, TCK m.270’in metni gözönünde bulundurulduğunda, “suçta ve cezada kanunilik” prensibine de uygun olmadığını ifade etmeliyiz. Çünkü kanun koyucu; işlenmiş bir suçu üstlenen kişinin, o suçu işleme imkanın olup olmadığını değil, işlenmiş bir suçun varlığını ve kasten bu suçu üstlenen kişinin fiilini dikkate almak suretiyle TCK m.270’i düzenlemiştir.

Kanun koyucu; gerçeğe aykırı olarak suç işlediğini bildiren kişinin fiilini cezalandırılmaya layık görmüş, suçu üstlenen kişinin, üstlendiği suçun kanuni tanımında yer alan niteliklere sahip olup olmamasına bir önem atfetmemiştir. Böyle bir kabul; her somut olayda suçu üstlenen kişi ile suçu gerçekten işleyen kişinin aynı özelliklere sahip olması gerektiği anlamına gelecek, suçu üstlenen kişinin suçu fail olarak işlemesinin mümkün olmadığı, özellikle özgü suçlarda TCK m.270’in uygulanabilirliğini tümü ile ortadan kaldıracaktır ki, TCK m.270’in metninden böyle bir zorunluluğun arandığı sonucuna varmak mümkün değildir. Yukarıda yer verdiğimiz örneği ele alacak olursak; suçu üstlenen kişinin alkollü olmadığı için TCK m.179’da düzenlenen suçu işleyemeyeceği, suçu üstlenme suçunun meydana gelebilmesi için suçu üstlenen kişinin de alkollü olması gerektiğinin ileri sürülmesi "suçta ve cezada kanunilik” prensibine aykırıdır.

Bir başka örneğe göre; ehliyetsiz şekilde araç sürerken kaza yapan ve kendisinin yaralamasına yol açan şahsı, ehliyetsiz araç kullanmasından doğacak sorumluluklardan kurtarmak amacıyla olay yerine gelen ve aracı kendisinin kullandığını söyleyen fail, kaza yapan şahsın taksirle yaralanması fiilini gerçeğe aykırı olarak üstlenmesinden dolayı TCK m.270’e göre sorumlu olacak mıdır?

Kanaatimizce; bu örnekte gerçekten işlenmiş bir taksirle yaralamaya sebebiyet verme suçu olmadığından, işlenmemiş bir suçun üstlenilmesinin TCK m.270 kapsamında değerlendirilmesi de doğru olmayacaktır. TCK m.270 ile korunan hukuki yararın, adliyelerin ve yargı personelinin boş yere meşgul edilmemesi ve maddi gerçeğin ortaya çıkmasının bilerek önlenmesi olduğu gözönünde bulundurulduğunda; örnekte olduğu gibi yapılacak gerçeğe aykırı bildirimin bu olumsuz sonuçlara yol açacağı doğru olsa da, hiç işlenmemiş bir suçun bildirilmesinin cezalandırılacağı madde metninde açıkça yazmadığından, suçu üstlenme suçunun işlendiğinin kabulü “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine aykırı olacaktır. Ayrıca bu örneğin; yukarıda yer verdiğimiz alkollü şekilde araç kullanan arkadaşını kurtarmak amacıyla şoför koltuğuna geçen kişi bakımından suç üstlenme suçunun oluştuğu örneğinden farklı olduğunu, çünkü o örnekte gerçekten işlenmiş bir suç varken, bu örnekte taksirle yaralama suçunun hiç meydana gelmediğini, dolayısıyla hiç işlenmemiş bir suçun üstlenilmesinin sözkonusu olduğunu, böyle bir fiilin de madde metninde cezalandırılmaya layık görülmediğini belirtmeliyiz.

Kişi kendisinin de karıştığı suçta; faillik veya şeriklik statüsünü değiştirecek şekilde suç üstlenirse, TCK m.270’in gündeme gelecek midir?

Sanığın savunma hakkı kapsamında doğruyu söyleme yükümlülüğünün bulunmaması, karıştığı suçta sorumluluk derecesini artıracak şekilde yalan söylemesini de kapsamakta olup, bir soruşturma veya kovuşturmada suçlama altında bulunana kişinin, kendisini savunmasız bırakarak diğer şüpheli veya sanıkların lehine olacak bir biçimde suç üstlenmesi de bu suçu oluşturmayacaktır. Bununla beraber; başka bir suçla ilgili devam eden soruşturma ve kovuşturma kapsamında suç üstlenen kişinin fiili, TCK m.270 kapsamında değerlendirilecektir[4].

Azmettiren veya fail olarak iştirak ettiği suçun aslında yardım edeni olduğu anlamına gelecek şekilde suç üstlenen kişinin beyanının savunma hakkı kapsamında kalacağı tartışmasızdır. Peki iştirak ettiği suçun yardım edeni olan kişinin, gerçeğe aykırı beyanda bulunarak, suçun gerçek faillerini kurtarmak amacıyla müşterek fail olduğunu ileri sürmesi de savunma hakkı kapsamında kalacak mıdır? Devam eden bir soruşturma veya kovuşturma kapsamında söylenen her türlü gerçeğe aykırı beyanın, şüpheli veya sanığın sorumluluk statüsünü değiştirse de savunma hakkı kapsamında kalacağı tartışmasızdır.

Bir başka soru; hakkında bir soruşturma başlamamış kişinin sorumluluk derecesini artıracak bir biçimde (örneğin yardım edenden azmettirene veya müşterek failliğe) yetkili makamlara gerçeğe aykırı olarak bir suç işlediğini bildirmesi bu suçu meydana getirip getirmeyeceğidir?

Bir görüşe göre; hakkında bir soruşturma veya kovuşturma bulunmayan kişinin, iştirak ettiği suçla ilgili katılım sıfatını gerçeğe aykırı olarak değiştirerek sorumluluk derecesini artıracak şekilde suç üstlenmesi, savunma hakkı kapsamında değerlendirilemeyecektir[5]. Burada bir ayırım yapılmakta, örneğin yardım edenden azmettirene veya yardım edenden müşterek faile yükselten gerçeğe aykırı beyanla bu suçun oluşabileceği belirtilmektedir.

Kanaatimizce; şüpheli ve sanığın kendisine itham edilen suça ilişkin yalan söyleme hakkı bulunmakla, gerçeğe aykırı olarak aynı soruşturma veya kovuşturma kapsamında kalan bir suçu üstlenmesinin, kişinin sorumluluğunu ağırlaştırsa dahi, TCK m.270’i gündeme getirdiğinden bahsedilemeyecektir. Üstlenilen suçun şüpheli veya sanığın sorumluluk derecesini artırmasının bir önemi olmayacak, örneğin aslında yardım edeni olduğu suçta, gerçek failleri kurtarmak amacıyla kendisinin fail olduğunu bildiren şahsın da suç üstlenme suçunu işlediği kabul edilemeyecektir. Savunma hakkı bir suç şüphesi altında yargılanan kişilere ait olmakla birlikte, henüz hakkında soruşturma veya kovuşturma başlamayan, ancak başlamasını yönünde beklentisi olan kişinin yapacağı bildirimin de savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle; yardım edeni olarak iştirak ettiği bir suç hakkında henüz bir soruşturma başlamamış kişi, yetkili mercilere başvurarak kendisinin fail olduğunu bildirdiğinde, TCK m.270 gündeme gelmeyecektir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

----------------------------------------------

[1] Üstlenilen fiilin suç teşkil etmesi gerekmekte olup, kabahat niteliğinde bir fiilin üstlenilmesi bu suçu meydana getirmeyecektir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 08.05.2014 tarihli, 2013/16375 E. ve 2014/5785 K. sayılı kararına göre; “Suç üstlenme suçunun oluşabilmesi için failin yetkili makamlara gerçeğe aykırı olarak suçu işlediğini veya suça katıldığını bildirmesinin gerektiği; somut olayda, salt maddi hasarlı trafik kazasına neden olma hali kanunlarda suç olarak düzenlenmediğinden unsurları yönünden oluşmayan atılı suçtan sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir”.

[2] Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 09.11.2017 tarihli, 2017/6457 E. ve 2017/12571 K. sayılı kararına göre; Suç üstlenme suçunun oluşabilmesi için işlenmiş ya da işlendiği ileri sürülen bir suçun bulunması zorunlu olup, temyize gelmeyen sanığın sadece bir bira içtiğini beyan etmesi ve alınan raporunda alkolsüz çıkması karşısında; trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun ne şekilde oluştuğu tartışılmadan, ayrıca; trafik kazası sonucunda diğer araç sürücüsünün yaralanıp yaralanmadığının ilgili sağlık kuruluşundan sorulup, yaralanmış olması halinde suç üstlenme suçunun oluşabileceğinin gözetilmesi gerekir”. Kararda; üstlenilen suçun esasında işlenmediği veya işlenip işlenmediğinin henüz kesinleşmediği durumda, “suç üstlenme” suçundan mahkumiyet verilmesinin hatalı olacağı belirtilmiştir.

[3] TCK m.179/3’e göre; “Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır”.

[4] Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi, 6. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.8150.

[5] Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2017, s.1173.