Avukat olarak bu yıl 8 yıl süren bir davayı kaybettim. Üzgünüm. Kuşkusuz ilk kez bir dava kaybetmiyorum. Ne var ki bu defa kaybettiğim dava hakkında bir de kitap yazıldı. Davanın başlangıcı Gezi olaylarının başladığı tarihlere rastlar, eylemlerin yoğun olduğu Dikmen Atayolu sokaktaki evimden Yeni Mahalledeki Fikri ve Sınai haklar mahkemesine kaybettiğim bu davanın bir duruşması için yürüyerek gittiğimi anımsıyorum.

Söz konusu dava, Gözler v. Çağlayan davası. 2012 yılında ünlü anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler, idare hukuku profesörü Ramazan Çağlayan aleyhine intihal iddiasıyla hukuk davası açtı. Gözler’i davada ben temsil ettim. Gözler, “İdare Hukuku” adlı eserinden Çağlayan’ın 250’nin üzerinde usulüz alıntı/iktibas yaptığını iddia ediyordu. İlk derece Mahkemesinde 5 yıl 4 ay 20 gün süren dava soncunda mahkeme Gözler lehine karar verdi. Çağlayan’ın istinafı üzerine dava Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nin önüne geldi. Daire, duruşma açtı ve yeniden bilirkişi incelemesi yaptırdı.

Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi, bilirkişileri duruşmaya davet edip HMK 152. Madde uyarınca bilirkişilere doğrudan soru yöneltme hakkını tanımış olsaydı bilirkişilere ilk önce bu soruyu yöneltecektik: Qui a traduit les textes français dans votre rapport d'expertise en turc?

Zira bilirkişi raporunu hazırlayan Fransızca bilmeyen iki bilirkişi Prof. Dr. Hayri Bozgeyik ve Dr. Celal Işıklar, raporunda yer verdikleri uyuşmazlık konusu 302 adet Fransızca paragraf hakkında davacı aleyhine görüş bildirmişlerdi. Fransızca bilmeden itiraz konusu raporu hazırlamak ise mantıksal olarak imkansızdı. Bilirkişiler duruşmaya davet edilseydi, bir kaç soruyla raporları çökecekti. Ancak davacı tarafın bilirkişilerin duruşmada dinlenilmesi talepleri reddedilerek rapor doğrultusunda karar verildi, daha doğrusu rapor karara dönüştürüldü ve karar çok kısa bir sürede Yargıtay’dan onanarak kesinleşti .

Kemal Gözler’in « Gözler v. Çağlayan Davası : Gözlemler ve Eleştiriler » (http://www.idare.gen.tr/gozler-caglayan-davasi.htm) adlı kitabında 8 yıl süren bu davanın trajikomik öyküsü işleniyor. Kitap, yazarın da belirttiği gibi bir dilekçe. Yargılama yetkisinin asıl sahibi Türk Milletine hitaben yazılmış bir dilekçe. Yazar bu « kitap-dilekçeyle » adil yargılanma hakkının ihlalini Millete şikâyet ediyor. Yazar tanınmış bir anayasa hukuku profesörü olmasına karşın Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunu tercih etmeyerek, bir kitap-dilekçeyle doğrudan Millete başvuruyor. Yazar, ülkemizdeki yargı düzeninin kendisini nasıl bir yılgınlığa düşürdüğünü şu cümlelerle açıklıyor :

“Nihayet, Anayasa Mahkemesinin yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle verdiği ihlâl kararlarının, kişisel olarak bir komedi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Anayasa Mahkemesinin yargılama süresini uzun bulduğu başvuruları da kendisi uzun bir yargılama sürecinde veriyor. Eğer yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle bireysel başvuruda bulunsaydım, önceki başvurularımdan çok iyi bildiğim gibi, bu başvurum da pek muhtemelen beş yıl sonra karara bağlanacaktı! Yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle yapılan bireysel başvuru, yine yargılama süresinin uzunluğu sorunuyla malûl bir bireysel başvuru kararıyla karara bağlanacaktı!”

Kitap, davanın yargılama sürecini adım adım ele alarak kuyumcu özeniyle irdeliyor, Kitap bir karar eleştirisi değil, süreç eleştirisi niteliğinde. Yargılamaya hiç bir katkısı olmayan 8 yılda akdedilmiş 38 duruşma, bilirkişilik görevinden imtina eden yirmiden fazla akademisyen, çelişkili ve yanlış ara kararları, temel hukuk kurallarına aykırı bilirkişi raporları, ilk derece, İstinaf ve Yargıtay kararı bir bir otopsi masasına yatırılıyor, analiz ediliyor. Bu dava özelinde ülkemiz yargısının kültürel DNA’sı ve yargı habitusu ifşa ediliyor.

Kitabın ana gövdesini oluşturan dava sürecinin işlendiği üç bölüm kadar önemli bir bölüm « Önsorunlar » başlıklı bölüm. Bu bölümde bir dava dosyasının yayınlanmasında uyulacak ilke ve kurallar araştırılıyor. Ülkemizde yayınlanan mahkeme kararlarında hakim adları, taraf adları, bilirkişi adları ya çıkarılıyor ya da kısaltma kullanılarak anonimleştiriliyor. Yazar, bu yanlış geleneğe neşter vuruyor ve yerinde bir tartışmaya start veriyor.

Yargı sistemimiz, kanıksanmış yanlışlıklar üzerine kuruludur. Bu kanıksanmış yanlışlıkları fark edebilmek için bu uygulamanın dışında, ama güçlü bir hukukçu olmak gerekiyor. Bir uygulamacı olarak sistemin içinde beş yıl ve daha fazla kalmışsanız önce öğrenilmiş çaresizlik içine düşüyorsunuz, sonra bir dönem mesleki tükenme yaşıyorsunuz, nihayet kalitesizliği siz de kanıksayıp bu kalitesiz sistemin yeniden üreticisi olarak meslek yaşamınızı sürdürüyorsunuz. Bu sistemde kalitesizliği kanıksamamak meslekte acemilik ve tecrübesizlik olarak kabul edilir. Meslekte tecrübe kazandığınızda, artık uygulamadaki kalitesizlikten rahatsız olmak bir yana, bu durum doğal gelmeye başlar. Bugün hukuk pratiğinde yaşanan şeye bir teşhis koymak gerekirse José Saramago’dan ilham alarak körleşme pandemisi diyebiliriz. Kemal Gözler, kuşkusuz çok güçlü ve seçkin bir hukukçu, bildiğim kadarıyla hiç avukatlık yapmadığı için yargı sistemimize, pratiğe de oldukça yabancı. Bu nedenle, sistemdeki kanıksanmış yanlışlıkları çok rahat fark ediyor, Çünkü pratikten uzak olduğu için kontamine olmamış, körleşme hastalığına yakalanmamış. Haksızlığı bizzat yaşadığı için de haklı olarak öfkeleniyor ve şoke oluyor. Bu öfke bugün mahkeme kapısına işi düşmüş her yurttaşın hissettiği öfkedir. Gözler, kitabının önsözünde bu öfkesini şöyle ifade ediyor :

« Bu davayı kitaplaştırma kararını Mart ayında aldım. Ancak Temmuz ayına kadar bu işe bir türlü başlayamadım. Her başladığımda sinirleniyordum; ellerim titriyordu; içimi öfke kaplıyordu. Yazmaya başlamak için, kim bilir kaç defa dava evrakını sakladığım koliyi aldım ve kızgınlıkla yerine koydum. Ama bir noktadan sonra yeter artık dedim. Çünkü bu dava, yanlış olduğunu düşündüğüm bu kararlar, rüyalarıma girmeye başladı, uykumu kaçırdı. Yazmam lazımdı; ben de yazdım.”

Yazar, maruz kaldığı fikri hak ihlali nedeniyle hak arayayım derken yargı sistemimize maruz kalıyor. Bırakın sıradan vatandaşı ülkemizdeki birçok hukukçu, yazarın bu öfkesini anlamayacak, hafife alacaktır. Zira ülkemizde fikri haklar konusundaki duyarlılık oldukça düşük. Diğer temel hak ve hürriyetlerin ihlali o kadar yaygın ve o denli ağır hak ihlalleri yaşanıyor ki, hukuksuzluğun içselleştirildiği bir vasatta fikri hak ihlali konusunda duyarlılık göstermek lüks kabul ediliyor biraz da.

Evet, avukat olarak bir dava kaybettim. Üzgünüm. Ama bu davanın özgün bir esere vesile olması nedeniyle sevinçliyim. Bu kitabın Türkiye Adalet Akademisi’nde ve lisansüstü programlarda mutlaka okutulması gerektiğini düşünüyorum.

Hukuk edebiyatında bir ilk örnek olan bu kitabın benzerlerinin diğer hukuk alanlarında çoğalması, yargıda ve akademide bir zihniyet reformuna vesile olması dileğiyle, tüm teorisyen ve uygulamacılara bu kitabı tavsiye ediyoruz.

Kitaba şu linklerden ulaşabilirsiniz:

Kitabın tanıtım sayfası: http://www.idare.gen.tr/gozler-caglayan-davasi.htm

Eklersiz ana metni: http://www.idare.gen.tr/gozler-caglayan-davasi-ana-metin.pdf

Ekleriyle birlikte tam metin: https://books.google.com.tr/books?id=dqT8DwAAQBAJ&

-----------------------------

[i] Raporunuzdaki Fransızca metinleri Türkçe’ye kim çevirdi?