Tutuklama Tedbiri, Ceza Yargılamasında düzenlenmiş olan koruma tedbirlerinden bir tanesidir. Esasında koruma tedbirleri arasında düzenlenen en ağır tedbirdir. Tutuklama, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi 100-108. Maddeleri arasında düzenlenmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 100.maddesi şu şekildedir; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.”

Söz konusu maddede belirtildiği gibi hangi hallerde tutuklama kararının verilip hangi hallerde tutuklama kararının verilmeyeceği düzenlenmiştir. Tutuklama tedbirine başvurulurken her somut olayın özelliği kendi içinde değerlendirilerek ve somut olayda kuvvetli suç şüphesinin olup olmadığına dikkat edilerek tutuklama kararı verilmelidir. Tutuklamayı gerektirecek ağırlıkta suç şüphesinin olmaması durumlarında tedbir olan tutuklama müessesine başvurmamak gerekir. Çünkü Tutuklama tedbiri diğer koruma tedbirleri arasında şartları en ağır olan tedbiridir.  Tutuklama tedbirine başvururken, bir ölçüye göre hareket edilmesi gerekmektedir. Bir tarafta yargılamanın etkin bir şekilde yapılması diğer tarafta ise adil yargılanma hakkı, lekelenmeme hakkı ve başkaca birçok hak bulunmaktadır. Bu durumda dengenin iyi bir şekilde sağlanması gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 100/2. maddesinde ; “Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

 a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

 b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

 2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.” Şeklinde bir düzenleme mevcuttur. Söz konusu maddede düzenlenen durumlar ceza yargılamasının etkin ve verimli bir şekilde neticelenmesine engel olan halleri kapsadığı için kanun koyucu tarafından söz konusu durumlar tutuklama nedeninin olabileceği yönünde bir tutum sergilemiştir. Soruşturma evresinde şüpheli, kovuşturma aşamasında sanığın kaçması, saklanması veya söz konusu eylemlerde bulunacağı şüphesi oluşursa şüpheli /sanık yargılamanın sağlıklı bir şekilde neticelenebilmesi için tutuklanabilir. Yine aynı şekilde Şüpheli veya sanık delilleri yok edecekse, gizleyecekse, değiştirecekse bu durumlarda yine tutuklama tedbirine başvurulabileceği kanunumuzda düzenlenmiştir. Şüpheli veya sanığın tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması halinde de şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararının verilebileceği kanunumuzda düzenlenmiştir. Kanunda sayılan bu durumlarda şüpheli veya sanığın tutuklanabilmesine olanak sağlamasının nedeni maddi hakikatin ortaya çıkmasında engellerin ortaya çıkmamasıdır. Şüpheli veya sanık cezalandırılma endişesi ile delilleri karartabilir, yok edebilir, elverişsiz hale getirebilir veya tanıklar üzerinde baskı kurarak maddi hakikatin ortaya çıkmasına engel olabilir.

Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 100/3. Maddesinde; “Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (madde 76, 77, 78),

2.  Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80)

3. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),

4. Kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent b, e ve f) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama

5. İşkence (madde 94, 95)

6. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),

7. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),

8. Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),

9. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),

10. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),

11. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 307, 308),

12. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311,

312, 313, 314, 315),

b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler

Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.

c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4)

numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.

d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve

hapis cezasını gerektiren suçlar.

e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun

68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.

f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dört ve

beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.

g) (Ek: 27/3/2015-6638/14 md.) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri

Yürüyüşleri Kanununun 33 üncü maddesinde sayılan suçlar.

h) (Ek: 27/3/2015-6638/14 md.) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele

Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlar.

i) Kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu.

j) Sağlık kurum ve kuruluşlarında görev yapan personele

karşı görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla işlenen kasten yaralama suçu.

k) Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî eğitim kurumlarında yönetici, öğretmen, usta öğretici, yabancı uyruklu öğrencilerin eğitimine yönelik Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen projelerde öğretici/öğretmen veya rehber danışman; özel öğretim kurumlarında yönetici, öğretmen, uzman öğretici ve usta öğretici olarak görev yapanlar ile Millî Eğitim Bakanlığına bağlı resmî eğitim kurumları ve özel öğretim kurumlarında ders ücreti karşılığı ders okutanlara ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan öğretmenlere karşı görevleri sırasında veya görevleri sebebiyle işlenen kasten yaralama suçu.” şeklinde tutuklama kararının verilebileceği suçlar katalog halinde sayılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken husus bir suçun sırf kanunun 100/3. Maddesinde sayılan katalog suç olması nedeniyle tutuklama kararının verilmemesi gerektiğidir. Söz konusu suç katalog olarak sayılan suçlardan olsa dahi somut olayın özelliğine göre bir değerlendirme yapılmalı ve diğer koruma tedbirleri ile ulaşılmak istenen hedefe ulaşılabiliyorsa tutuklama kararına başvurulmaması gerektiğidir.

Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 100/4. Maddesinde; “Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.” Şeklinde düzenleme yoluna gitmiştir. Kanunun “sadece adli para cezasını gerektiren suçlarda”  diye bir ayrıma gitmesinin sebebi ekonomik suça ekonomik ceza ilkesinden kaynaklanmaktadır. Ekonomik suçlarda tutuklama yoluna gidilmesi halinde ölçülük ilkesinin ihlaline neden olabilecek durumların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Kanunumuz bu yüzden ekonomik suçlarda tutuklama koruma tedbirine başvurulmayacağını açıkça düzenlemiştir.  Yine kanunumuz tutuklama yasağı olarak düzenlediği bir başka durum ise hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez demek suretiyle bu durumlarda da tutuklama koruma tedbirine başvurulmayacağını açıkça düzenlemiştir. Bu düzenlemenin amacında ölçülülük ilkesi yatmaktadır. Kanunumuz bu duruma vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere demek suretiyle bu duruma bir istisna getirmiştir.  O halde vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenen suçlarda tutuklama kararının verilebileceği söylenebilir. Yine somut olayın bütün özellikleri göz önünde tutularak diğer koruma tedbirlerinin eksik kalması şartıyla tutuklama yoluna gidilebilir.

Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 101. Maddesinde; “Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir” şeklinde düzenleme mevcuttur. Burada dikkat edilmesi gereken husus kişi hakkında tutuklama kararı verilebilmesi için gerekçenin gösterilmesi gerekmektedir. Temellendirilmiş bir gerekçe olmadan salt kanun maddesinin kopyalanıp yapıştırılması neticesinde verilen tutuklama kararı sağlıklı ve hukuki bir karar olmayacaktır.

- “Tutuklama, ceza yargılamasının güvenli yürümesini ve amacına erişmesini sağlamaya yönelik ve yargılama hukuku açısından zorunlu hallerde hakimin verdiği karara dayanan bir önlemdir"  (YCGK, 31.01.2006, 2006/1-4 E., 2006/7 K)

Söz konusu karara bakıldığında tutuklamanın amacı; “Ceza yargılamasının güvenli bir şekilde yürümesini ve amaca varması” amacıyla başvurulması gereken bir yol olduğu belirtilmektedir.

- “Tutuklama, kişi özgürlüğü açısından ciddi sakıncalar yaratan ayrık bir önlem olarak uygulanacak bir kurumdur. Tutuklama veya tutukluluğun sürmesi kararı ancak zorunluluk olan durumlarda verilmelidir. Zira tutuklamanın verdiği acıyı tümüyle karşılayabilecek ve giderebilecek bir tazminat türü düşünülemez(AYM Kararı, 31.03.1992, 1991/18 E., 1992/20 K)

Söz konusu mahkeme kararında da tutuklamanın önemi ve hangi hallerde başvurulması gerektiğinin net bir şekilde saptanması gerektiği noktasına işaret etmektedir. Haksız tutuklamayı tazmin edebilecek bir kurum yoktur. Günün sonunda haksız tutuklama nedeniyle verilecek tazminat söz konusu haksızlığı tam olarak hiçbir zaman ortadan kaldıramayacaktır.

AİHM, tutulama nedenleri gerçekleşmiş olsa bile tutuklama kararı verilmesinin zorunlu olmadığı görüşündedir. Hakim tutuklama kararı verebileceği gibi tutuklama yerine başka bir tedbire de karar verebilir. AİHM de verdiği kararlarla tutuklamanın ihtiyariliğini kabul etmiştir.

- AİHM ve AİHK tutukluluk süresinin makul olup olmadığını her somut olayın özelliklerine göre belirli kriterleri dikkate alarak değerlendirir. Bu kriterler şunlardır:

a. Tutuklulukta geçen sürenin ne kadar olduğu,

b. İsnat konusu suçun niteliği ve mahkumiyet halinde verilmesi muhtemel

cezanın ne olduğu,

c. Tutukluluk halinin sanık üzerindeki maddi, manevi ve başkaca etkilerinin

neler olduğu,

d. Sanığın davranışları,

e. Soruşturmanın yürütülme şekli, üslubu ve ilgili adli makamların işlemlerinin neler olduğu.

- “Kanunda tutuklama mecburiyeti esası kabul edilmemiş olduğuna göre; görevli merciin, Anayasa'nın kişi hürriyetine, verdiği önemi ve işlenen suçun niteliğini gözönünde tutarak kanunun çizdiği sınır içinde kalmak şartiyle takdirini kullanacağı tabiidir”  (AYM Kararı, 26.06.1963, 1963/197 E., 1963/166 K)

- Anayasa Mahkemesi bir kararında tutuklama kararının ancak hakkında kuvvetli suç şüphesi olan kişi hakkında verilebileceğini belirtmiştir. Kişiye isnat edilen suç bakımından kuvvetli şüphenin bulunmasını tutuklamanın meşru amacı olması için bir ön koşul olarak öngörmüştür. (AYM Kararı, Halas Aslan, B.N. 2014/4994, 16.02.2017)

- AİHM, tutuklu olarak geçirilen sürenin uzamasının kaçma şüphesini azalttığı kanısındadır. Bu bakımdan, tutuklu olarak geçirilen sürenin iddia olunan suç sebebiyle nihai olarak hükmedilecek hapis cezasının miktarına yaklaştıkça gerekçe olarak kaçma şüphesi ileri sürülemeyecektir. ( AİHM Kararı, 27.06.1968, Neumeister/Avusturya)

- AYM’ye göre tutuklama kararı verilebilmesi için isnad olunan suç konusunda kuvvetli şüphe olaması yeterli değildir. Ölçülülük ilkesinin gereklilik unsurunun bir gereği olarak tutuklama kararının makul kabul edilebilmesi için daha hafif başka bir tedbirin hem kamu hem de bireyin yararını korumak adına yetersiz kalacağının gerekçelendirilerek açıklanması gerekir. (AYM Kararı, Can Dündar ve Erdem Gül, B.N. 2015/18567, 25.02.2016)

- Tutuklama tedbiri nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinin ileri sürüldüğü bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesinin somut olayda suç işlendiğine dair "kuvvetli belirti"nin bulunup bulunmadığını incelemesi anayasal bir zorunluluktur. Mahkemenin temel hak ve özgürlüklere ilişkin olarak Anayasa'da açıkça düzenlenmiş olan bir güvenceyi gözardı ederek inceleme yapması düşünülemez. Aksinin kabulü Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuruların Anayasa'nın öngördüğü ölçütler çerçevesinde incelenememesi anlamına gelir. (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § …)

- Esasen her somut olayda -tutuklamanın ön koşulu olan- suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi öncelikle anılan tedbiri uygulayan yargı mercilerine aittir. Zira bu konuda taraflarla ve delillerle doğrudan temas hâlinde olan yargı mercileri Anayasa Mahkemesine kıyasla daha iyi konumdadır (Gülser Yıldırım (2) [GK], B. No: 2016/40170, 16/11/2017, § 123). Bununla birlikte yargı mercilerinin belirtilen hususlardaki değerlendirmesi Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Anayasa Mahkemesince bu husustaki denetim, somut olayın koşulları dikkate alınarak özellikle tutuklamaya ilişkin süreç ve tutuklama kararının gerekçeleri üzerinden yapılır (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 79; Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 76; Gülser Yıldırım (2) § 124).

- Tutukluluğa ilişkin karar veren derece mahkemelerince, tutuklama tedbirinin uygulanması için ön koşul olan suç işlendiğine dair kuvvetli belirtinin somut olgulara dayalı olarak ortaya konulması, Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca anayasal bir gerekliliktir. Bunun hâkimin bakmakta olduğu davanın esasına ilişkin önceden görüş açıklaması (ihsas-ı rey) olarak kabulü mümkün değildir. Bu itibarla ihsas-ı rey yasağı gerekçesiyle anayasal bir zorunluluğun yerine getirilmesinden kaçınılamaz. Kaldı ki 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 101. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da tutuklamaya ilişkin kararlarda kuvvetli suç şüphesini gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi gerektiği ifade edilmiştir. (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § …)

Tutuklama  koruma tedbiri ancak zorunlu durumlarda başvurulabilen bir tedbiridir (ANY m. 19/3). Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen şartlar oluşmadan tutuklama tedbirine başvurulamaz. Bu şartlar oluşmadan tutuklama kararına başvurulması sakıncalı neticelerin meydana gelmesine sebep olur. Tutuklama tedbirine, kişi özgürlüğü açısından ciddi sakıncalar doğuracağı düşünülerek başvurulması gerekir. Her olayda tutuklama tedbirine başvurulması doğru değildir. Diğer koruma tedbirlerinin yetersiz kalacağı somut olayda belliyse o zaman tutuklama tedbirine başvurulabilir. Her somut olayın özelliği göz önünde bulundurularak karar verilmesi gerekmektedir. Aksi halde Hukuk Devleti ilkesi zedelenmiş olur.

Av. Mehmet Emin KÜLTÜR